04.07.2016
Transkript
1 Suzan Samancı SÖYLEŞİ Edebiyat biricik sevgilim Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:109 YNK ve Goran’ın hesabı Bağdat’tan döndü 4 - 10 Temmuz 2016 S:16 bas-haber.com Rojava’da Kürd siyaseti S:06 - 07 İsrail - Türkiye ilişkilerinde yeni dönem mi? S:11 Bölgede idari değişiklikler yapılacak mı? Çocuk hakkı ihlallerinde istismar birinci S:12 Küçük parçada büyük parçalanma ENSK ve PYD’nin birbirleri ile değil, Araplar ile işbirliği yapması ve uzlaşmaz tutumları Rojava’nın geleceğini tehdit ediyor. KBY Başkanı Barzani’nin geçen süreçte yakınlaştırmaya çalıştığı bu iki gücün Erbil ve Duhok anlaşmalarını boşa çıkarması, ABD’nin arabuluculuk çabalarının sonuçsuz kalması, Rojava’daki kazanımları zora sokuyor. Rojava siyasetinin en ciddi sorunu kendi ajandalarının olmaması, PKK ve PDK’ye endeksli olmaları. Rojava’nın Güney’siz, Güney’in de Rojava’sız güvende olamayacağını ifade eden uzmanlar, PYD ile ENKS’nin ulusal çıkarlar için biraraya gelmek zorunda olduğuna dikkat çekiyor. Batı’nın uzlaşamayan Kürdlere piyade rolü vermekle yetineceği ve rejimin muhalefeti tasfiye etmesi halinde sıranın Kürdlere geleceği vurgulanıyor. Batı’nın post-IŞİD dönemde Suriye’nin PYD’ye yönelmesine itiraz etmeyeceği, bu tehlikeye karşı Rojava ve KBY arasında bir ittifak yapılması gerektiği belirtiliyor. S:02 - 03 -04 - 05 Hoşeng Osê: Rojava siyaseti iradesiz Ne yazık ki Rojava Kürdleri kaderlerini PKK, PDK ve YNK’nin eline bırakmakta, bu üç partinin menfaatleri doğrultusunda hareket etmektedirler. S:15 S:08 - 09 Hizipler koalisyonu mu? BİLAL SAMBUR İdeoloji ırka dönüştüğünde... Tornistan s03 MESUT YEĞEN s05 FERHAT KENTEL s09 Doğu Kürdistan Çatışmalar yayılıyor S:10 İslam ve terör ABDULLUH KARABAY s08 02 BasHaber SÖYLEŞİ 4 - 10 Temmuz 22016 MANŞET MANŞET BasHaber 4 - 10 Temmuz 2016 3 SÖYLEŞİ Küçük parçada büyük parçalanma Rojava’da Kürd siyaseti M. Salih Batırhan- Dilan Almaz Murad Özdemir R ojava, modern Kürd siyasi tarihinde en köklü politik hareketlerin şekillendiği parçaların başında geliyor. 1925 ayaklanması ardından Kuzey’den ve sonraki yıllarda Doğu ve Güney parçalarından Rojava’ya geçen Kürd siyasi sürgünleri bu parçada köklü bir politik geleneğin yerleşmesine neden oldu. 1926’da Rojava’da biriken çok farklı sosyal kökenden gelen siyasetçilerin kurduğu Xoybun Kürd siyasal tarihindeki ilk çatı örgütü veya kongre özelliğini taşıyor. 1960’lı yılların başında Nureddin Zaza ve Osman Sabri gibi aydınlar tarafından kurulan PDK-S yine en köklü politik örgütlerden sayılıyor. 2011 yılında Suriye’yi etkisine alan Arap Baharı ayaklanmaları ardından Rojava’da gelişen yeni konjonktür şimdiye dek sadece diğer parçalardaki direnişlere destek olmakla yetinen bu parça için yeni bir olanak doğurdu. Üçüncü Dünya Savaşı’nın bir prototipinin yaşandığı Suriye’de temel bir güç haline gelen ve dünyanın dikkatini çeken Rojava Kürdlerinin kendi aralarındaki uyumsuzluğu halkın ve ülkenin geleceğini zora sokuyor. Rojava’daki Kürd hareketinin bölgede gelişen politik/askeri mihverlere göre biribirine karşı konumlanması ve işbirliği yapmaktan imtina etmesi, Batı Kürdistan’ın idari yapısı, geleceği, demokrasisi, refah ve güvenliği açısından önemli risklere neden oluyor. Son zamanlara dek diğer parçalardaki temel politik hareketlerin destekçisi veya arka bahçesi olan Rojava Kürdlerinin özgün örgütlenmelerinin olmaması, mevcut durumu da etkileyen en önemli neden. PDK ve PKK’nin Rojava uzantıları şeklinde gelişen ENKS ve TEVDEM arasındaki çelişkiler de bu iki gücün aralarındaki çelişki ve rekabetten kaynaklanıyor. Rojava’da silahlı monopol olan PYD’nin ENKS’ye baskı yapması ve ENKS’nin de sadece PYD’ye muhalefet siyaseti yapmakla yetinmesi ile gelişen süreç, taraflarının biribirini tanımaması ve ilişki kurmaması ve giderek düşmanlaşması şeklinde gelişiyor. Gerek ENSK’nin, gerek PYD’nin birbirleri ile değil, Arap örgütleri ile işbirliği yapması, biribirlerine karşı sert ve uzlaşmaz tutum takınması Rojava’nın geleceğini tehdit ediyor. İki önemli Kürd gücünün kendi aralarında anlaşamamalarının en ciddi sonuçlarından biri Kürdlerin Rojava’dan kitlesel olarak göçü, savaşta ciddi insan kaybı, ekonomik ve sosyal sorunlar olarak ortaya çıkıyor. PYD’nin totaliter uygulamalarının son zamanlarda sık sık insan hakları savunuclarının gündemine gelmesi dünyanın Kürd hareketine kuşku ile bakmasına yol açıyor. KBY Başkanı Mesud Barzani’nin geçen süreçte yakınlaştırmaya çalıştığı bu iki gücün Erbil ve Duhok’ta yaptığı iki anlaşmadan da sonuç alın- maması, ABD’nin defalarca arabulucu olmasına rağmen, tarafları uzlaştıramaması Kürdlerin Rojava’daki kazanımlarını zora sokuyor. Rojava’yı izleyen gözlemciler burdaki Kürd siyasetininin ve örgütlerinin en büyük sorununu kendi ajandalarının olmaması, özgün ve iradeli olamayıp, Kuzey ve Güney Kürdistan’daki temel politik çizgiler olan PKK ve PDK’nin tavırlarına endeksli olmalarına bağlıyor. Rojava’nın Güney’siz, Güney’in de Rojava’sız bir geleceğinin güvende olama-yacağını ifade eden uzmanlar, PYD ile ENKS’nin ulusal çıkarlar için biraraya gelmek zorunda olduğuna dikkat çekerek, taraflar arasındaki bu çelişki ve düşmanlığın devam etmesi halinde Rojava’daki kazanımların tehlikeye gireceğini, Batı dünyasının kendi aralarında uzlaşamayan Kürdlere sadece piyade rolü vermekle yetineceğini ve rejimin muhalefeti tasfiye etmesi halinde sıranın Rojava’ya da geleceğine vurgu yapıyor. Başta ABD ve Rusya gibi iki süper gücün sahada askeri işbirliği yapmalarına rağmen PYD’nin Cenevre görüşmelerine alınmamasının alarm olarak algılanması gerektiğini ifade eden siyasi gözlemciler, Batı’nın IŞİD ile işinin bitmesi ardından, rejimin PYD’ye yönelmesine ciddi bir itirazda bulunmayacağı tehlikesine dikkat çekiyor. Bu teh-likeyi bertaraf etmenin tek yolunun da Rojava ve KBY yönetimleri arasında ciddi bir ittifakın gelişmesi olarak gösteriliyor. BasHaber’in hazırladığı “Kürd siyasetinde birlik ve alternatif arayışları“ dosyasının Rojava bölümünde ENKS ve TEVDEM yetkilileri ile Rojavalı şahsiyetlerin görüşlerine yer verdik. PYD ve ENKS birlik konusunda neyi paylaşamıyor? ENKS Başkanı İbrahim Bro: PYD bizi ortak olarak kabul etmiyor “Yaptığımız anlaşmalar onlar tarafından hayata geçirilmedi. Ortak olmayı kabul etmiyorlar. Yüzlerce anlaşma da yapsak, başarılı olamayacaklarını biliyoruz. Biz ortak Kürd gücünün olmasını istiyoruz. Mevcut güçler partilere bağlı ve bu da yapılan anlaşmaların uygulanmasını engelliyor. Nerde olursa olsun, silahlı cephenin sesi daha gür çıkar. Şuana kadar Rojava’da silahlı bir güce kavuşacak imkânı bulamadık. Bu da silahlı cephenin karşısında rolümüzü zayıflatıyor şüphesiz. Elimizdeki tüm imkânlara rağmen, bunlar silahın yanında pek bir etkinliğe kavuşamıyor. Ondan dolayı ENKS zayıf görünüyor. Biz daha önce de faaliyetlerimizi siyasi olarak yürütüyorduk. Silahlı gücümüz de var. Ancak bu silahlı gücümüzün Rojava’ya geçişini engelliyorlar. Halk bizimle ve siyasi olarak da tüm kapılar bize açık. Ancak şuanda silahın sesi daha gür çıkıyor. Biz 60 yılı aşkındır çalışmalarımızı yürütüyoruz, silaha başvurmadık bu süre boyunca. Ancak Suriye krizinin bu noktaya gelmesi ile biz de halkımızı ve toprağımızı koruma hakkımızın olduğunu ve silahlı mücadelenin de bu anlamda doğal bir hak olduğunu düşünüyoruz. Birçok tarafla ilişkilerimiz var. PYD’nin çıkardığı engellerden dolayı anlaşmalarımız başarıya ulaşamıyor. Biz yine de birlik ve anlaşmanın sağlanması için çabalıyoruz, ancak bu dönem ve şartlarda çok da umutlu değiliz.” Kobani Dış İlişkiler Bakanı İbrahim Kurdo: ENKS Kürd düşmanlığı yapıyor “ENKS, Suriye muhalefetinin bir parçası ve onlarla ilişkileri var. Suriye muhalefeti Katar ve Türkiye’ ye bağlı. Bu devletler de Kürd düşmanı. Türkiye, El Nusra ve IŞİD’i üzerimize salıyor. ENKS’li kardeşlerimiz de İstanbul’da otellerde oturup, lobi faaliyetleri yürütüyor. Birlikte çalışma kararı aldık, ancak eski tutumunda ve Kürd güçlerine karşı olan düşmanlığını sürdürdü. ENKS’nin bu tavır ve tutumlardan uzak durması lazım. PYD’nin kurmuş olduğu sistem tüm Kürdler içindir. PYD çalışıyor ve her şeyden önce Kürd halkını koruyor. Birçok defa Rojava Özerk Yönetimi’ne katılmaları yönünde çağrılarda bulunduk, ancak onlar kendi çıkarları peşinde. Erdoğan ile Esad bir araya gelebiliyor, ancak biz hala bir olabilmiş değiliz. Cezayir 1965’te Kürdlere karşı Arap ve Acemleri bir araya getirmişti, şimdi ise Türklerle Arapları bir araya getiriyor.” Gazeteci, yazar ve akademisyenler ne düşünüyor? Prof. Dr. Ferhat İbrahim Seyder: PYD Kürd ulusal çıkarlarından uzaklaşmıştır “Rojava’da 3 farklı siyasi çizgi var. ENKS içinde 15-16 parti mevcut. İkinci çizgi PYD çizgisidir. Ve üçüncü çizgi de PYD’ye bağlı partilerdir. Bu partilerin herhangi bir etkinliği yoktu. Suriye’de şartlar ve durum değiştikten sonra 2011-2012’den sonra yeni güçler Suriye’ye gelerek, de facto yönetimler oluşturdu. Kürd partileri silahlı değildi. Siyasi çalışma yürütüyorlardı. O partilerden 15-16 tanesi kaldı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi onların dağılmasını ve parçalanmasını istemedi. Bu anlamda iki toplantı yapıldı. Erbil’de toplandılar ve orada bir komite oluşturuldu. Bu anlaşmaya göre Rojava Kürdistanı bu komite tarafından yönetilecekti. Bu başarılı olmadı. Bu defa Duhok’ta toplandılar ve o toplantıda da komite oluşturma kararı çıktı. Ancak o da başarılı olmadı. PYD istemiyordu. PYD onun dışında farklı bir Kürd gücünün etkin olmasını istemiyor. PYD özel bir projedir. Rejim ve PYD başka bir gücün orda oluşmasını istemiyorlar. Suriye Kürdistan Demokrat Partisinin de, RHK ve Mesud Barzani ile ilişkileri var. PYD’nin İran rejimi ve Bağdat’la ilişkileri iyidir. Amerika’ya ve Rusya’ya yakınlaşıyorlar. Bu şartlarda Kürd güçlerinin bir araya gelmeleri zor görünüyor. PKK ve PYD kendi dışında başka kimseyi istemiyor. PYD ve PKK ulusal çıkarlardan uzaklar. Kürdistan meselesini, devletleşme hakkını geride bıraktık diyorlar. Şimdi de YNK ve Goran’a yakınlar. Bu durum değiştiğinde savaşabilirler. PKK, YNK ile de KDP ile de savaştı. Kürdün Kürdü öldürmesi kabul edilemez. Söz ettikleri ve üzerinde anlaştıkları federasyon da ve Araplar ile kurdukları ilişkiler de farklı. Kürdlüğe inançları yok. Kürdistan’a inançları yok. Rojava Peşmergeleri Kürdistan’da savaşıyor. En ön cephedeler. Kürdistan için savaşıyorlar. Rojava’ya geçmek için hazırlar. Ancak PYD onlar Rojava’ya geçerse kardeş kavgası tekrarlanacaktır diyor ve kendi tekçiliği yüzünden onları istemiyor, geçişlerini kabul etmiyor. Tüm totaliter partiler böyle.” Gazeteci Hikmet Durgun: Türkiye ile Suriye’nin yakınlaşması, Kürdleri birbirine yakınlaştırabilir “Rojava’ da Kürd güçleri ideolojik sebeplerden dolayı birleşmiyor. Kürd güçleri ikiye ayrılmış durumda. PYD’ nin başını çektiği TEVDEM ile Suriye KDP’sinin başını çektiği ENKS arasında ilişkiler gitgide kötüleşiyor. 2012 ve 2014 yılı arasında ilişkiler az da olsa iyiydi ancak ilişkiler gelinen aşamada çok kötü. TEVDEM, ENKS’ yi düşmanı gördüğü Türkiye dostu olarak görürken, ENKS ise TEVDEM’i Kürd halkının düşmanı olarak gördüğü Rejim’i dostu olarak görüyor ve onlarla işbirliği yaptığını savunuyor. Rojava yönetiminin tamamı TEVDEM’in elinde ve zaman zaman ENKS üyelerini tutukluyor, gözaltına alıyor bu da doğalında ENKS’nin tepkisine neden oluyor. ENKS’ yi, ÖSO ve cihatçıların sağ kolu olarak gören TEVDEM kendisine saldıran ÖSO’nun ENKS ile dost olmasına tepki gösteriyor. PKK’ye yakın olan TEVDEM’in KDP’ye yakın olan ENKS ile yakın zamanda bir güç birliği yapması zor görünüyor. ENKS’nin Rojava Peşmergeleri’ni Rojava’ ya sokma çabalarına TEVDEM şiddetle karşı çıkıyor ve bir halk iki ordu kabul edilemez diyor. Bu saydığımız nedenlerden dolayı Kürd güçleri birleşemiyor. Güçlerin birleşmesi için her ne kadar görüşmeler olduysa ve kararlar alındıysa da bu pratikte uygulanmadı. Gelinen aşamada Kürd güçlerinin birleşmesi zor görünüyor. Türkiye’nin Esad ile görüşmesi Rojava’ yı çok etkiler. Görüşmeler sonucunda Esad, Türkiye’nin desteğini alarak Rojava’ya bir müdahalede bulunabilir. Türkiye’nin Esad ile görüşmesinin temel amacı da zaten Esad olsun ama Kürd olmasın mantığıdır. Kanımca Türkiye, Kürdlerin Rojava’ da bir kazanım elde etmemesi için Esad’ lı geçişe ‘evet’ diyecek. Türkiye’nin Esad ile yakınlaşması ve bunun sonucunda Rojava’ ya oluşabilecek bir müdahale Kürd güçlerini birbirine çekebilir, yakınlaştırabilir.” Yazar HelimYusiv: Mesele Kandil ve Erbil “Kendi çıkarlarını ulusal çıkarlara kurban eden ve Kürd halkının ulusal çıkarlarını kendi çıkarlarından üstün gören bir Kürd partisi bilmiyorum. Durum bu şekilde sürdükçe ortak bir cephe ve birlik oluşmaz. Tam tersi günbegün Kürd partileri arasındaki çelişkiler artıyor. ENKS Suriye muhalefeti ile birlikte ve onların etkisi altında. Hatta PYD’den daha çok Arapların etkisinde olduğunu söyleyebiliriz. PYD de daha çok askeri alanda Araplarla işbirliği içinde. ENKS Roj Peşmergeleri’nin kendilerine bağlı olduğunu söylüyor ve Rojava’ya geçmesini istiyor. Ama öbür taraftan PYD’yi İran ve Suriye rejimi ile işbirliği yapmakla suçluyor. ENKS’nin Kürd güçlerini suçlamaktan vazgeçip onları Kürd tarafı olarak görüp onlarla işbirliğine gitmelidir. İşte o zaman Peşmergelerin geçişini savunabilir. Rojava’nın temel savunma gücü YPG-YPJ’dir. Senadid ve Sotoro gibi güçler YPG çatısı altında çalışmalarını sürdürüyor. Eğer Roj Peşmergeleri’de Rojava’yı savunmak ve IŞİD’e karşı mücadele etmek istiyorlarsa, YPG-YPJ çatısı altına girmeliler. Eğer böyle bir talep olursa bunun YPG tarafından reddedileceğini düşünmüyorum. Duhok ve Hewler anlaşmalarında mevzu eskilere dayanıyor. Mesele Kandil ve Erbil’dir. Bu iki güç birbirine ne kadar uzak olursa, ENKS ve TEVDEM de o kadar uzak olur. İçinden geçtiğimiz bugünlerde Erbil ve Kandil tarihi bir sorumlulukla karşı karşıyalar.” Yazar Jan Dost: İki parti arasındaki çelişkiler Rojava’ya zarar verdi “Kürd milleti aşiret yapısı üzerine kurulu. Hala daha tek bir millet gibi hareket etmiş değil. Kürdlerin kendi aralarındaki çelişki ve anlaşmazlıkları çözmeleri için büyük adımlar atmaları lazım. Şimdi de Rojava’da bir olamıyorlar, çünkü her biri ayrı bir cepheye bağlı: PDK ve PKK cepheleri. Ne yazık ki iki parti arasındaki çelişkiler Rojava Kürdlerine büyük zarar verdi. PYD milli bir siyaset yürütmüyor ve başka yerlerden karar alıyor. Alınan kararların PYD’nin elinden çıktığına inanmıyorum. PYD’nin Kandil ve Şam’a rağmen bir karar alabileceğini düşünmüyorum. Diğer taraftan PYD’nin öbür güçlere karşı yürütmüş olduğu propaganda, Kürdlerin yakınlaşmasını ve birlik olmasını engelliyor. ENKS’nin içindeki partiler eskiden beri, hep zayıftılar ve bu zayıflıklarını ENKS içine de taşımış oldular. PYD de demokratik bir hareketin oluşmasını engelliyor ve kendileri ile olmayanları kaçırıyor, işkence ediyor ve öldürüyor. PYD silahı bir kanun gibi meydana koymuş durumda. ENKS içindeki partiler hep siyasi faaliyet yürüttüler, silahlı mücadeleyi reddeden bir ideolojiye sahipler. Bu da hemen değişebilecek bir durum değildir. Bu mesele üzerinde iyi durmaları gerekiyor. Eğer şiddet fikrini kendi kadrolarına taşıyabilirlerse, silahlı bir güç oluşturabilirler. Birlik Partisinin (Yekitî) böyle bir girişim oldu. Ancak PYD tarafından tasfiye edildiler.” 03 Hizipler koalisyonu mu, ulusal blok mu? BİLAL SAMBUR Suriye savaşı, Ortadoğu coğrafyasını darmadağın eden bir olgudur. Suriye, on yedi etnik grubun yaşadığı bir coğrafyadır. Baas Rejimi, Nusayri azınlığa dayalı olarak bütün etnisitelere hükmetmekteydi. Savaşla beraber Nusayri azınlığın artık diğer halklara hükmetme imkanının kalmadığını ve Suriye’de yaşanan şeyin açık bir iç savaş hali olduğunu söyleyebiliriz. Suriye’deki en büyük etnik grup olan Araplar arasında bile bir bütünlüğün olmadığını, Araplar arası iç savaşın ve mücadelenin devam ettiğini söyleyebiliriz. Araplardan sonra Suriye’nin ikinci büyük halkı Kürdlerdir. Kürdler, Efrin, Cizire, Haseke ve Kobani gibi başlıca şehirlerin oluşturduğu Rojava’da yaşamaktadırlar. Rojava’da kurulan kantonal düzen Araplar, Ermeniler, Süryaniler ve Türkmenler gibi farklı unsurları da kapsamaktadır. Farklı etnik gruplar, el-Kaideci ve DAİŞ çetelerine karşı Kürdlerin öncülüğünde Suriye Demokratik Güçleri şeklinde yeni bir yapı oluşturmuşlardır. Rojava’nın geleceği bağlamında iki önemli soru bulunmaktadır. Kürdlerle Araplar arasında bir savaş mümkün mü? Kürdlerin kendi arasında bir çatışma mümkün mü? Bu sorulara, mevcut şartlar altında çatışmanın mümkün olduğu şeklinde bir cevap verebiliriz. Suriye savaşının barışla sona erdirilmesi için düzenlenen Cenevre toplantılarına Rojava ve Kürdler taraf olarak çağrılmamıştır. Bazı Kürdlere, kişisel düzeyde davetler yapılmıştır. Rojava’nın taraf olarak tanınmamasının arkasındaki en önemli neden Kürdler arası ihtilaflar ve mücadelelerdir. Suriye da Kürdler ve Rojava’nın taraf olmaması, aslında Suriye’de bir çözümün imkansızlığını göstermektedir. Kürdlerin ve Rojava’nın şimdiye kadar taraf ve aktör olarak tanınmaması, karşımıza Rojava ve Kürd bilmecesi diyebileceğimiz bir bilinmezliği çıkarmaktadır. Rojava’nın hakim gücü Demokratik Birlik Partisi ve onun askeri gücü YPG’dir. PYD-YPG, Efrin, Kobani ve Cizire bölgelerini kapsayan kantonal bir idare kurmuştur. PYD, Esad Rejimi’ne karşı olmadığı gibi, Özgür Suriye Ordusu ve cihatçı grupların oluşturduğu yapıların içinde de değildir. PYD, üçüncü yol diyebileceğimiz bir yaklaşımı benimsemiştir. PYD, savaşın başından beri Arap, Çerkez, Türkmen topluluklarıyla karşı karşıya gelmemeye özen göstermekte, olabildiğince onlarla işbirlikleri geliştirmeye çalışmaktadır. Suriye Demokrasi Güçleri, PYDYPG’nin öncülüğünde oluşan karma bir yapıdır. Minbic ve Bab operasyonları, Burkan al-Fırat gibi Arap grupların etkin olarak katıldığı Suriye Demokratik Güçleri tarafından yürütülmektedir. PYD-YPG, Halep ve Azez gibi yerlerde Cephet’ül Ekrad’la (Kürd Cephesi) Nusra ve DAİŞ gibi el-Kaideci gruplara karşı işbirliği geliştirebilmektedir. PYD-YPG, Rojava’da hakim güç olmasına rağmen, Kürdler arası bir ittifaktan ve işbirliğinden Rojava’da söz edilemez. Kürdler, bölünmüş ve parçalanmış bloklar görüntüsü vermektedirler. Barzani ve KDP’ye yakın Erbil bloğundan, KBY-Talabani’ye yakın Süleymaniye bloğundan ve PYD-YPG’nin hakim olduğu Rojava bloğundan söz edebiliriz. Türkiye’nin kendisine bağlı bir Kürd yapılanması ortaya çıkarmak için önemli girişimlerde bulunduğunu ayrıca not etmek lazımdır. PYD karşıtı bazı muhaliflerin bir araya geldiği son Urfa toplantısı, bu bağlamda zikredilmelidir. Talabani ve PUK’a yakın Kürd grupları, PYD-YPG ile yakın işbirliği içinde olabilmektedirler. Rojava’daki PYD, Erbil ve Süleymaniye Blokları arasındaki ilişkiler, karşılıklı güvensizliğin ve güvenlik kaygılarının yoğunluğunu göstermektedir. Kürd grupların birbirine güvenmemesi ve birbirlerini birer güvenlik sorunu olarak görmeleri, aralarında ulusal bir blok kurmalarına engel olmakta, birbirlerine yakın olanlar ise sadece partiler koalisyonu oluşturmaktadırlar. Mevcut siyasi liderler, partiler ve askeri yapılar, bütün Kürd halkının lideri, partisi ve gücü olduklarını iddia edebilmektedirler. Ancak Rojava’da hiç bir parti, lider veya güç, tek başına bütün Kürd halkını temsil etmekten ziyade sadece kendi tabanlarını temsil etmektedirler. Rojava’da Kürdlerin parti koalisyonları şeklinde bloklaşması, Rojava’nın ve Kürdlerin bağımsız taraf olarak ortaya çıkmasının önünde önemli bir engel oluşturmaktadır. Mevcut bloklaşma, Kürdlerin taraf statüsünde olmasını engellediği gibi, Kürdler arası çatışma riskini de ciddi bir şekilde bünyesinde taşımaktadır. 04 BasHaber SÖYLEŞİ 4 - 10 Temmuz 42016 MANŞET “Kapımız ENKS’ye açık” PYD Merkez Komite Üyesi Mahmud Bişar: “ENKS, Rojava Devrimi’nden bugüne kadar Suriye muhalefeti ile birlikte hareket ediyor. Suriye muhalefeti de başından beri Rojava’ya saldırıyor. Rojava ve Kürdler için herhangi bir programı yok. Kürdlerin de hakları olduğunu söylemedi. Suriye muhalefeti AKP’nin kucağında, ENKS de bunlarla hareket ediyor. Bu muhalefet AKP ve Türk devletinin desteği ve yardımıyla Rojava’ ya saldırıyor. Dolayısıyla bu durumda nasıl birlik olacağız. Tüm bunlara rağmen kapımız ENKS’ye açıktır. ENKS Rojava’da iki silahlı gücün bulunmasını istiyor. İki silahlı gücün Rojava’da bulunma- sı, karışıklığı ve gerginliği tırmandıracaktır. Kazanımlarımızı tehlikeye düşürecektir. Farklı siyasi parti ve görüşler olabilir, ancak iki silahlı güç olmaz. Bu toplumu bölmektir. Hiçbir partiye bağlı olmayan bir ordu olması lazım. Türkiye, Suriye ve İran görüşüyor ve Kürdlere karşı bir birlik oluşturuyorlar ve buna rağmen ENKS, AKP ile hareket ediyor. Suriye muhalefeti Kürd halkının iradesini kabul etmiyor. Türkiye’nin kontrolündeler. ENKS’ye karşı değiliz, silahlı iki gücün olmasına karşıyız. Ulusal kongre toplanıp siyasi ve stratejik bir işbirliği Kürdler arasında oluşturulana kadar mücadelemiz devam edecektir.” “Her parti kendi çıkarına göre hareket ediyor” “Kardeş kavgasına karşıyız” ENKS Politbüro Üyesi Nuri Brimo: “Esad rejimi, Duhok ve Hewler anlaşmalarının uygulanmasını engelliyor. Esad rejimi PYD üzerinde baskı oluşturuyor ve birlik üzerinde engeller çıkarıyor. PYD kendi başına değil, rejim ENKS’nin Rojava’ da ortak olmasını, siyasi ve askeri alanda çalışma yürütmesini kabul etmiyor. Rejim sadece PYD’yi kabul ediyor. PYD de kimseyi kabul etmiyor. Birçok defa ortak olma, birlikte çalışma anlamında girişimlerimiz oldu, ancak PYD kabul etmedi. Aslında rejimin kabul etmediğini anlıyoruz. PYD ve Kandil’in verdiği kararlar Esad ile İran’ın elindedir. Rejim ve İran ENKS’yi kabul etmiyor; çünkü ENKS Barzani’nin yol ve yöntemi üzerinedir ve Rojava için milli, demokratik, federal bir projeye sahiptir. Güney Kürdistan için de devletleşme hakkını savunur. Bir yıldır ENKS ve TEVDEM arasında herhangi bir görüşme olmadı. PYD’nin ipi İran rejiminin elindedir. Bizim Peşmergemiz var, ancak bu gücün Rojava’ya geçmesine engel çıkarıyorlar. Biz silahlı mücadeleye değil, kardeş kavgasına karşıyız. PYD’nin içinde Kürd kalmadı. Asayişin, YPG’nin yüzde 70-80’i Arap’tır. Ve kararları da PYD ve YPG içindeki Araplar ile Şam alıyor. Böyle olmasını istemezdik. Yaptığımız anlaşmaların uygulanmasını ve birliğin oluşmasını isterdik. PYD her geçen gün Kürdlük ve Kürdistanilik’ten uzaklaşıyor. Binlerce gencimiz Derazor, Reqqa ve diğer bölgelerde kurban ediliyor. Ve o bölgelerin yönetimi de Kürdlerin eline geçmeyecek. Kendileri de dile getiriyorlar, bunun bir Kürd projesi olmadığını ve demokratik Suriye için olduğunu.” Kobanê Eski Dışişleri Bakanı İdris Nassan: “Rojava’ daki Kürd güçleri farklı bölgesel ve uluslararası güçler arasında bölünmüş durumda. Kürdlerin bir birlik oluşturmaları ve kazanımları korumaları gerekiyordu. Şu ana kadar tüm çalışma ve kazanımlara rağmen bu gerçekleşmedi. Kürdlerin tümü birlikte hareket etme iradesine sahip olurlarsa, çok büyük bir birlik oluşturulur. Ne yazık ki siyasi taraflar kendi çıkarlarına göre hareket ediyor. Toplantılar oldu, anlaşmalar oldu, ancak bunlar pratikte karşılık görmedi. Bunun sebebi de herkesin kendi çıkarlarına göre hareket etmesidir. Rojava’ da çok çalış- ma yapıldı. Uluslararası güçler Kürdlere yakınlaştı ve destek vermeye başladı. Kürdlerin bu kazanımlara sahip çıkması lazım. Kürdler, bu karışık durumda önemli bir rol oynayıp kendilerini ispatlayabildiler. En azından bu karışık durum ve zor şartlar atlatılana kadar, birliğin oluşması ve kazanımların korunması gerekiyor. Ondan sonra artık herkes kendi programına göre hareket edebilir. Fakat ne yazık ki, siyasi taraflar daha şimdiden kendi programını oturtmaya çalışıyor. Dileğimiz Kürdlerin birlikte hareket etmeleri ve geleceklerine sahip çıkmalarıdır tüm zorluklara rağmen. Bu şekilde başarılı olabiliriz.” “Erbil ile Kandil anlaşmadıkça birlik olmaz” ENKS Türkiye Temsilcisi Ahmed Kasım: “Gerçek şu ki Kürd partileri Kandil ile Erbil arasında bölünmüş durumdalar. İkisinin dışında duran, etkisiz kalıyor. Dolayısıyla Erbil ile Kandil anlaşmadıkça, Kürd partileri ve güçleri arasında birlik olmaz. Erbil de Kandil de Rojavayı bırakmaz. ENKS, PYD iktidarı ve silahlı gücü karşısında etkisiz kalıyor ve PYD bir hükümet gibi davranıp koşulları kendine göre belirliyor. Bundan dolayı ENKS de bu durumda değişiklik yaratabilecek fazla bir şey yapamıyor. ENKS bazen bir karışıklık ve çelişki içinde. Bazen barışsever, bazen de Peşmerge’nin varlığından dem vuruyor. Ancak Peşmerge gücü ENKS’nin değil, Peşmerge Özel Birlikleri çatısı altında eğitim görmüş ve Sayın Mesud Barzani liderliğindeki KDP’nindir. ENKS silahlı güç oluşturabilecek güce sahip değil. Duhok ve Erbil anlaşmaları eksik hazırlandı. Dediğim gibi burada bağlayıcı olan Kandil ve Erbil’dir. Kandil’de Erbil’de bugün Rojava Kürdistanı’nın miras olduğunu görüyor. Her iki taraf da buna sahip olmak istiyor. Bundan dolayı Hemid Derweş liderliğindeki İlerici Parti (Pêşverû) ENKS’nin de PYD gibi hareket ettiğini ve hareketin yönünü Suriye dışına çevirdiğini görünce, ENKS’den ayrıldı. Ve Hemid Derweş Kandil ve Erbil dışında bir birlik projesi açıkladı. Çünkü bu güçlerin Kandil ve Erbil’in gölgesinde bir araya gelmeleri mümkün görünmüyor.” “Kürdler yabancı güçlerden kopamıyor” KBY Rojava Masası Sorumlusu Mistefa Şefiq: “Kürdler önlerine çıkan fırsatları hep tepmişler ve en zor zamanlarda birlik olamamışlardır. Bugün büyük bir fırsat var Kürdlerin önünde. Fakat Kürdler bugün farklı güçlere bölünmüş durumdalar. PYD, Esad rejimi ile birlikte hareket ediyor ve rejimle kurduğu ittifak sonucu tüm yurtsever güçlerin önü kapatmıştır. Türkiye ile Suriye yeniden görüşüyor ve bu Rojava üzerinde büyük tehlikedir. Rejim kontrolü eline aldığı zaman PYD bunu engelleyecek güce sahip değil. DSG içindeki güçlerin bir kısmı rejime bağlıdır. Kürd güçlerinin yüzde 70’i bu oluşumun dışında. Bu güçler de PYD üzerinde baskı oluşturuyor. Kürdler, burada bağımsız karar alamıyor. Kürdler birlik yönünde ilerledikleri za- man, mutlak bir engel çıkarılıyor. Dört parçada Kürdler üzerinde saldırılar var. Kürdlerin birlik olmaları gerekiyor. Durum bu şekilde devam ederse Kürdler amaçlarına ulaşamayacak.” MANŞET BasHaber 4 - 10 Temmuz 2016 5 SÖYLEŞİ ENKS nedir? Suriye Kürd Ulusal Konseyi (ENKS), 26 Ekim 2011 tarihinde Kamışlo’da, 13 partinin ve çok sayıda sivil toplum örgütü ile kimi şahsiyetlerin katılımıyla kuruldu. ENKS bünyesinde en son haliyle şu parti ve oluşumlar yer alıyor: -Kürdistan Demokrat Partisi - Suriye (PDK-S) -Kürd Eşitlik ve Demokrasi Partisi - Suriye (PWDKS) -Suriye Kürdleri Milli Demokratik Partisi (PDNKS) -Kürd İlerici Demokrasi Partisi - Suriye (PDPKS) -Kürd Birlik Partisi - Suriye (PYKS) -Reform Hareketi -Kürd Gençlik Hareketi Dönem sözcülüğünün 3 ayda bir değiştiği ENKS kuruluşu ardından yaptığı üç kongreyi de Kamişlo kentinde gerçekleştirdi. ENKS, Kamışlo, Haseke, Kobani, Efrin, Amude, Dırbesiye, Derika Hemko, Derik, Tılhemis bölgeleri ile Şam ve Halep’te meclisler, komiteler kurmuş durumda. ENKS içinde yer alan partilerin çoğu PDK çizgisine yakın. PDKS, 1950’li yılların sonlarında ünlü Kürd aydınları Osman Sabir ve Nureddin Zaza tarafından kuruldu. 2012 yılının sonlarına doğru Suriye muhalefetine katılan ENKS, Suriyeli muhalif grupları çatısı altında toplayan 114 üyeli Suriye Muhalif ve Devrimci Güçler Ulusal Koalisyonu’nda (SMDK) da 11 üye ile temsil ediliyor. ENKS kendisini Suriye devriminin bir parçası olarak görüyor ve ülkedeki savaşın “siyasi ve Esad’sız” çözülmesini savunuyor. ENKS Suriye’de Kürdler ve diğer halklar için ise federasyon istiyor. ENKS, YPG’nin uyguladığı zorunlu askerliğe karşı çıkıyor ve vatan savunmasının, herkesin görevi olduğuna işaret ederek, zorlamayla savaşılamayacağını dile getiriyor. ENKS’li ailelerin YPG’liler tarafından zorla askerliğe alınması uygulamaları nedeni ile de taraflar arasında sık sık sorunlar yaşanıyor. ENKS’nin Türkiye ABD, Türkiye ve başta Fransa olmak üzere çok sayıda Avrupa ülkesinde ofisleri bulunuyor ve bu ülkeler ile iyi ilişkiler içerisinde. ENKS, SDMK Üyesi olarak Cenevre görüşmelerine ve Suriye’nin geleceği ile ilgili diğer uluslararası toplantılara da katılıyor. Roj Peşmergeleri Rojava’dan göçerek Güney Kürdistan’a yerleşen ENKS yanlısı yaklaşık 5 bin Rojavalı genç KBY’de Peşmerge Güçleri tarafından eğitilerek Roj Peşmergesi olarak IŞİD karşıtı savaşta yer aldı. Bunlardan bir kısmı Suriye Ordusu’nda askerken, iç savaşla birlikte firar etmişti. Özellikle Şengal ve sınır bölgelerinde savaşan Roj Peşmergeleri çatışmalarda çok sayıda kayıp da verdi. Rojava’daki savaşa katılmak isteyen Roj Peşmergeleri PYD ile anlaşma sağlanmaması nedeni ile ülkeye dönemiyor. PDY yetkilileri Roj Peşmergelerinin ülkeye geçmesi halinde onlara karşı savaşacakları tehdidinde bulunup, dönüşlerine izin vermiyor. TEVDEM yöneticilerinden Aldar Xelil geçtiğimiz ay bir TV kanalına yaptığı açıklamada Roj Peşmergelerini ‘çete‘ olarak adlandırmıştı. IŞİD’in saldırısı sırasında Kobani savunmasına katılmak üzere sınıra giden 200 ENKS üyesi de TEVDEM, PYD ve YPG tarafından geri çevrilmişti. PYD, ENKS’ye bağlı Peşmergelerin bölgede askeri güç olarak kalmasını istemiyor. TEVDEM nedir? Demokratik Toplum Hareketi TEVDEM ise Rojava’da PKK/ PYD çizgisindeki örgütlerin ve onlarla ittifak yapan kimi Arap ve Süryani kuruluşların yer aldığı, esas gücünü PYD’nin oluşturduğu bir çatı örgütü. YGP, TEVDEM’in askeri gücü olarak anılıyor. TEVDEM, Rojava’da kurulan 3 kantonun yönetimini organize ettiği gibi, geçtiğimiz aylarda ilan edilen Kuzey SuriyeRojava Federasyonu için de çeşitli meclisler kurdu. TEVDEM, ülkenin farklı yerlerinde Arap güçleri ile Suriye Demokratik Güçleri adı altında hareket ediyor. IŞİD’e karşı savaşta askeri gücü olan YPG ile yer alan TEV DEM, Suriye rejimi ile de iyi ilişkilere sahip. ABD ve Fransa’nın desteklediği ve silah yardımında bulunduğu YPG şu anda Batı dünyasının sahada işbirliği yaptığı tek güç durumunda. YPG’nin savaşçı sayısının 30 bin cıvarında olduğu tahmin ediliyor. TEVDEM, ideolojik ve politik olarak PKK çizgisinde olduğu için ENKS ile yaşadığı sorunlar PKK ile PDK çizgisi arasındaki rekabet ve iktidar mücaledesinden kaynaklanıyor. Uzmanlar ENKS ile TEVDEM arasındaki sorunların aşılmasının PKK ile PDK arasındaki uzlaşmaya bağlı olduğunu savunuyor. ENKS-TEVDEM Anlaşmaları ENKS ile TEVDEM Suriye ve Rojava’da savaşın başladığı ilk zamanlarda kimi zaman biraraya gelip, birlikte hareket etmesine rağmen, sonraları aralarındaki ilişkiler kopmuştu. Rojava’da bulunan Kürd siyasi örgütleri de, Rojava’daki Kürdlerin kaderini tayin etmek Kürdleri oluşabilecek saldırı girişimlerinden koruyabilmek için birlik arayışı içine girdiler. Kürdistan Bölge Yönetimi Başkanı (KBY) Mesud Barzani’nin öncülüğünde Rojava’daki Kürd siyasi partileri Haziran 2012’de Erbil‘de bir araya geldiler. Varılan anlaşmanın ardından Yüksek Kürd Konseyi’nin oluşumunda yer alan ENKS ile TEVDEM Rojava’nın ortak yönetilmesi konusunda da anlaşmaya vardılar ancak imzalar kağıt üstünde kaldı. Kürdistan Bölgesi Başkanı Mesud Barzani’nin çağrısıyla, 2014’ün Ekim ayında Erbil’de tekrar bir araya gelen ENKS ve TEVDEM, ortak yönetim, ortak güç ve siyasi birlik konusunda anlaşmıştı. Siyasi Mutabakat Konseyi’ne 12’si TEVDEM’den, 12’si de ENKS’den toplam 24 kişinin seçilmesi kararlaştırılmıştı. Anlaşmaya göre, geri kalan 6 kişiyi de TEVDEM ve ENKS’den seçilen 24 kişi belirleyecekti. Suriye Kürdistan Demokrat Partisi’nin (PDK-S) 2 üyeyle temsil edileceği yönetimde, diğer 8 parti 1’er koltuğa sahip olmuş, diğer 2 üyelik ise bağımsız kişilere verilmişti.. Ancak ENKS bünyesindeki El Parti, El Wehde ile El Wifaq partileri, Rojava yönetimini oluşturacak “Siyasi Mutabakat Konseyi” seçimlerinde TEVDEM üyelerine oy verdi. Bunun üzerine ENKS, sözkonusu 3 partiyi ihraç etti. Taraflar arasında Duhok’ta tekrarlanan anlaşma girişimleri de akamete uğramış, ilişkiler yine kesilmişti. 05 Tornistan MESUT YEĞEN Türkiye’nin uluslararası siyasetinde bir zamandır gözlenen yeni işaretleri değerlendirmeye çalıştığım iki hafta önceki yazı için “ricat” başlığını uygun görmüştüm. Geçen birkaç günde atılan yeni adımlar Türkiye’nin bölge siyasetinde yaşananları tarif etmek için ricat teriminin fazla ölçülü, fazla edepli kaldığını gösteriyor. İsrail ve Rusya siyasetinde geçen hafta atılan adımlar Türkiye’nin dış siyasetinde yaşananları anlatmak için daha vurgulu bir terime ihtiyaç olduğunu gösterdi. Mısır siyasetinin ve hatta Suriye siyasetinin bile dönüşeceği belli olduğuna göre, Türkiye dış siyasetinde yaşananları anlatmak için daha uygun terim tornistan olsa gerek. Belli ki Türkiye ricattan biraz fazla bir şey yapıyor, geri manevrayla dönüyor, tornistan ediyor. İyi ki de ediyor elbette. “Niye tornistan etmek zorunda kalındı”, “tornistan etmeye mecbur kalınmayacak bir dış siyaset izlenseydi daha iyi olmaz mıydı” soruları önemli, sormaya da devam etmez lazım. Ancak bugünün daha acil görünen soruları başkadır. Esas sorular elbette bu hayırlı tornistanın nereye varacağıyla ilgili. Bu hayırlı tornistan, Suriye ve Rojava siyasetlerine, ABD ve AB’yle ilişkilere ve ardından da iç siyasete ve onun da en önemli kısmını oluşturan Kürd meselesi siyasetine nasıl aksedecek? Esas meseleler, acil sorular bunlar. Türkiye bölgesel siyasetteki hasımlarını, gerilimleri azalttıktan sonra AB’yle ve ama bilhassa da ABD’yle daha uyumlu bir bölgesel ve küresel bir siyasetin peşine mi düşecek, yoksa hasımlarını ve gerilimleri azaltmış olmanın verdiği rahatlamayla yetinip, ABD ve AB’ye “Türkiye eski Türkiye değil” diyerek babalanmaya devam mı edecek? Keza, “düşmanları azaltma, dostları arttırma” siyasetinin menziline PYD ve PKK de girecek mi, yoksa tam tersine düşmanları azaltmış olmanın yaratacağı ‘enerji fazlası’ PYD ve PKK’ye karşı daha da sert bir mücadele vermek için mi kullanılacak? Son olarak, dış siyasette olduğu gibi iç siyasette de düşmanlaştırılmış kesimlerle bir yeni durumun peşine mi düşülecek, yoksa tam aksine buradaki husumetin bir önemi yok denip, iç siyasetteki gerilim aynen devam mı ettirilecek? Büyük tornistanın ardından cevaplanması gereken önemli sorular bunlar ve kendi adıma cevaplarından hiç emin değilim. Yapılan tornistanın büyüklüğü ve Mavi Marmaracılara söylenenler sözü edilen bütün gerilim alanlarında büyük tornistanların ardı ardına yapılabileceğini gösteriyor. Lakin, bir de bu devletin alışkanlıkları, yatkınlıkları, hesapları var. Bunları hesaba katınca bugünkü tornistanın sınırlı kalacağını, en fazla dışarıda ABD ve AB’yle, içeride de sekülerlerle olan gerilimleri azaltmaya yetecek kadar olacağını öngörebiliriz. Devlet bildiğimiz devletse ki öyle görünüyor, bu bildiğimiz devletle pek güzel kaynaşmış görünen Erdoğan ve Ak Parti tornistan işlerini Rojava ve Kürd meselesi siyasetinde enerji biriktirmeye yetecek seviyede tutmayı tercih edebilir. Bu da bildiğimiz Türkiye’yle devam demek olur. “Bildiğimiz Türkiye’yle devam mı edeceğiz”, yoksa “önemli değişiklikler kapıda mı” sorularının cevaplarından emin olmak için zamana ihtiyacımız var. Ama bu arada emin olabileceğimiz bir şey var: Bu kadar kati ve sert bir geri dönüş yapmak zorunda kalınmış olması Ak Parti fikir erbabına, bilhassa da dış siyaseti şekillendiren fikir erbabına en az iki şeyi şimdiden göstermiş olsa gerek. 1. Uluslararası siyaset büyük fırsatların peşinde ani değişiklikler yapmaya uygun bir yer değilmiş ve 2. Seküler elitin kurduğu o çok küçümsenen dış siyaset çerçevesini o kadar hafife almamak gerekiyormuş. 06 HABER Siyaset alanındaki patinaj nasıl aşılacak? AHMET ÖZER AKP 7 Haziran’da büyük güç kaybedince ve Rojava’da Kürdler bir statüye doğru ilerleyince bu iki unsuru tersine çevirmek için savaşı körüklemiş, yarattığı çatışmalı ortamı aynı zamanda başkanlığa giden yolun aracı olarak kullanmak istemiştir. PKK ise Türkiye’nin Rojava’daki tavrını engellemek, Ortadoğu’da ortaya çıkan yeni değerleri kendi lehine kullanmak maksadıyla başlatılan savaşa ortak olmuştur. AKP’nin örgütün belini kırma isteği ve politikası büyük yıkımlara yol açarken, PKK de bu politikaya büyük kayıplarla karşı koymaya çalşımaktadır. Bu da ülkeye büyük zarar vermektedir. AKP bu yolla sadece PKK’ye bir ders verme peşinde değil, bir yandan Rojava’daki gelişmeleri engellemeye çalışırken öte yandan Kürdlere bugün ve gelecek için adeta aba altından sopa gösteriyor. Bütün bunlar gösteriyor ki siyaset bugün çözümün bir parçası olmak yerine kendisi giderek çözülmesi gereken sorunun bir parçası haline geliyor. Nitekim bu tablodan dolayıdır ki İçişleri Bakanlığı’nın verilerine göre 25 Temmuz 2015’ten beri olaylardan etkilenen vatandaş sayısı 1 milyon 200 bin kişidir. Sağlık Bakanlığı’na göre göç eden insan sayısı 350 bin civarındadır. Başbakan ve Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarına göre 600 civarında güvenlik görevlisi (asker, polis, korucu) bu çatışmalarda ölürken PKK’nin kayıpları bunların en az birkaç misli daha fazladır. Bunlar resmi veriler, gayri resmi veriler hem ölümler hem göçler konusunda bu rakamların çok üstünde olduğu ileri sürülmektedir. Yaşananlar siyaset alanında bir patinaj olduğunu açıkça gösteriyor. Uzunca bir dönemdir çatışmalar, ölümler yıkımlar konusunda bir dirhem ileri gidilmiyor. Savaşın getirdiği yıkımlar, ekonominin sürüklendiği sıkıntılar, yanlış diplomasinin yol açtığı tecrit ve itibarsızlaşma ve tüm bu olumsuzlukları örtmek için yapılan yanlış uygulamalar ve çabalar. AKP iktidarı bu yanlışları düzeltmek yerine üç yanlış yola yönelmiş durumda. Şehit cenazelerinden tutun da komşu ülkelerle ya da AB ve ABD ile dış ilişkilere kadar bolca hamaset siyaseti yapılmaktadır. Sözgelimi şehadet övülüp yoksulların daha da ölmesi istenirken; kimse de çıkıp siz madem bu işleri bu kadar iyi biliyorsunuz, siz cennete gitmek istemiyor musunuz; kimsenin ölmesini istemeyiz ama bu sürekli övdüğünüz şehadet şerbeti neden bir türlü sizlerin oturduğu villalarda içilmiyor? Diye sormuyor/soramıyor. Yoksa vatan sadece yoksulların vatanı mı? Ya da şöyle mi demeli; yeme içme, lüks ve sefa içinde yaşarken vatan sizin ama ölme zamanı yoksulların vatanı, öyle mi? Rusya’ya içeride meydan okuyup el altında elçi göndermek, İsrail’e atıp tutarken gizliden masaya oturmak, Esad’ı önce Esed yapıp ardından tekarar Esad’a çevirmeninin arayışlarına girmek vs. siyaseti ülke için hiçbir rasyonel getirisi olmadığı gibi itibar kaybına da yol açıyor. Başta yargı olmak üzere, medyanın, polisin, ordunun ve benzeri kurumların ülkenin kurumları olmaktan çıkarılıp adeta AKP’nin kurumları haline çevrilmesi sadece devlete ve topluma zarar vermekle kalmıyor eninde sonunda bir bumerang etkisiyle kendini kurgulayan, yönlendiren kurumada zarar veriyor. Son olarak, çatışmalar AKP ve HDP tabanını daha da belirginleştirirken, iki tarafı da benimsemeyen bir seçmen kitlesinin toplandığı bir gri alan oluşuyor. AKP’nin politikalarını benimsemeyenler HDP’ye gitmediği gibi, PKK’nin hendek siyasetini benimsemeyen Kürdler de devlete ve AKP’ye dönmüş değil, şimdilik bu gri alanda toplanmış durumdalar. Her ne olursa olsun bu durum sürdürülebilir değil. Behemahal değişmeldir. Kim değiştirecek? Elbette ki toplpum baskısı ve bunu örgütleyecek güçlü bir muhalefet değiştirecek. Ancak muhalefetin iktidarı değiştirip dönüştürmesi için öncelikle kendisinin değişip dönüşmesi de önemli bir gerçek olarak önümüzde duruyor. BasHaber 4 - 10 Temmuz 2016 BasHaber YNK-Goran’ın hesabı Bağdat’tan döndü Bağdat’a giderek, Erbil’i baypass etmek üzere İbadi Hükümeti ile anlaşmaya çalışan Goran–YNK heyetinin ziyaretleri KBY’de gündem oldu. Heyetin merkezi hükümete Süleymaniye’de kurulacak idari yapıyı tanımalarını önerdiği ve Bağdat ile petrol anlaşması yapmak istedikleri, ancak hükümetin bu önerileri redettiği ve muhataplarının Erbil olduğunu söyledikleri kaydedildi. Mehmet Salih Batırhan G eçtiğimiz hafta Bağdat’ı ziyaret eden Kürdistan Yurtseveler Birliği (YNK) ve Goran Hareketi Ortak Heyeti’nin Bağdat’dan “eli boş” döndükleri iddia edildi. Erbil’i baypas ederek, Süleymaniye’de kuracakları idari yapının tanınması için Bağdat’a giden heyetin İbadi yönetiminden Goran ve YNK’nin desteklenmesini talep ettikleri ve Kerkük petrolünü İran’a satmak için anlaşmaya hazır olduklarını söyledikleri bildiriliyor. Ancak Iraklı yetkililerin, petrol ve idari işlerin kanun ve yasalar çerçevesinde yapıldığını ve Bağdat’ın bu tür konuları sadece Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) ile görüşeceğini aktardıkları öğrenildi. Amerika’nın da duruma müdahele ederek, Bağdat’ın YNK-Goran heyetinin önerilerini dikkate almamasını istedikleri, İbadi’nin ABD’nin kesinlikle İran’a petrol satışına ve Kürdistan’da ikili idareye karşı olduğunu bildirdiğini heyete aktardığı bildiriliyor. Bağdatlı yetkililerin YNK ve Goran heyetine Kürdistan Demokrat Partisi (KDP) ile anlaşmaları gerektiğini ve iki idareli yapıdan uzak durmalarının hem Irak hem de Kürdistan’ın geleceği için diyalog içinde olmaları gerektiğini ifade ettikleri belirtiliyor. Özelikle Irak Müttehiden Koalisyonu lideri Usame Nuceyfi’nin YNK-Goran heyetine, ‘PDK ile birlik içerisinde ve tek ses olarak Irak hükümeti ile görüşün’ önerisinde bulunduğu öğrenildi. Öte yandan Goran ve YNK’nin Mayıs ayında imzaladıkları anlaşmanın KBY siyasi parti ve sivil toplum kuruluşları tarafından destek bulmaması da, tarafların planlarının boşa çıkmasına neden olduğu şeklinde yorumlanıyor. YNK ve Goran’ın siyasi faaliyetlerine değinen uzmanlar, iki partinin İran’ın desteğini alarak KDP’yi iki idareli yönetime zorlamaya çalıştığını ifade ediyor. YNK’li Kerkük Valisi Necmeddin Kerim’in “Kerkük özerk bölge olmalı” şeklindeki açıklamalarının da YNK ve Goran’ın iki idareli ve petrol stratejisinin bir parçası olarak değerlendiriliyor. Öte yandan Uluslararası Koalisyonun KBY Peşmerge Kuvvetleri’ne desteği de devam ediyor. Koalisyon’un öncülüğünü yapan ABD’nin IŞİD’le savaşta Peşmerge Güçleri’ne 200 milyon dolarlık yardımda bulunacağı öğrenildi. Hafta içinde Bağdat’ta Irak Maliye Bakanı Hoşyar Zebari ve ABD Bağdat Büyükelçisi Stewart Jones arasında bu konuda bir anlaşma imzalandı. Bağdat Hükümeti’nin, söz konusu meblağdan 200 milyon dolarını Peşmerge Güçleri’ne göndereceğine dair teminat verdiği kaydedildi. ABD’nin yanı sıra İngiltere’nin de Peşmerge Güçleri’ne silah ve mühimmat desteğinde bulunacağı öğrenildi. İngiltere Savunma Bakanı Michael Fallon, hükümetinin Peşmerge Güçleri’ne 1 milyon 400 bin pound tutarında askeri desteğe karar verildiğini belirtti. Dr. Osman: Barzani bağımsızlık diyor, onlar Bağdat’a gidiyor YNK-Goran Hareketi Ortak Heyeti’nin, hafta içinde Bağdat’a yaptıkları ziyaretinin tartışmaları da sürüyor. YNKGoran’ın Bağdat ziyaretini BasHaber’e değerlendiren Kürd siyasetçi Dr. Mahmud Osman, YNK ve Goran’ın, Kürdistan’daki durumu değerlendirmek ve görmekten uzak olduğunu ifade etti. Osman, siyasi partilerin KBY Başkanı Mesud Barzani’nin bağımsızlık referandumu için yaptığı çağrıyı desteklemeleri gerektiğini ifade ederek, “Goran ve YNK’nin böyle bir durumda Bağdat’a gitmemeleri lazımdı. Daha önce de söyledim. Kürdistan halkı zor durumda, bu halkı düşünen siyasi partiler kalmadı. Ne yazık ki Kürdistan için siyaset yürüten siyasi partiler kalmadı. Biri Bağdat’ta gidiyor, bir başkası başka şeyle meşgul oluyor. Barzani referandumdan bahsediyor, onlar Bağdat’a gidiyor. Referandum için çalışmaları gerekirken başka arayışlar peşindeler” şeklinde konuştu. Tüm siyasi partilerin biran önce referandum için çalışması gerektiğini savunan Dr. Osman, “IŞİD ile mücadele var, Bağdat ile kötü ilişkiler mevcut, halk perişan siyasi partilerin bunu gündeme almaları lazım. Referandum için var olan fırsatı kaçırmamaları lazım” değerlendirmesini yaptı. Eski Goranlı Heci: Goran, YNK’ye geçerek yenilgisini ilan etti Goran ve YNK’nin Mayıs ayında imzaladıkları anlaşma her iki parti içerisinde de tartışılmaya devam ediyor. Anlaşma sonrası Goran ve YNK’deki kimi Politbüro Üyeleri partiden ayrılmıştı. Goran Hareketi’nden ayrılan Siyasi İlişkiler Sorumlusu Mihemed Haci, BasHaber’e konuştu. Goran ve YNK’nin beraber hareket etmesinin siyasi partileri daralatacağını açıkldı. Goran’ın marjinalleştiğini ifade eden Mihemed Heci, Goran’ın YNK ile anlaşarak kendi sonunu getirdiğini söyledi. Goran medyasının KBY’deki siyasetçilere karşı sert yayınlarına da değinen Heci, “Goran medyası herkesi hedef alıyor. Herkese karşı saldırgan bir uslup kulanıyorlar. Mesela ben Goran’da iken onlara göre devrimciydim. Ama Goran’dan ayrılınca tehdit ve saldırı kampanyasıyla karşı karşıya kaldım” değerlendirmesini yaptı. Goran Hareketi’nden ayrılan siyasetçi Mihemded Heci KDP’ye geçmişti. 17 Mayıs’ta YNK ve Goran Hareketi, 11 bölüm 25 maddeden oluşan stratejik bir anlaşmaya imza atmıştı. YNK’li Şiwad Dawidî: PDK ile siyaset yapmaya devam edeceğiz Öte yandan hafta içinde Bağdat’a giden ve bir dizi görüşmeler gerçekleştiren Goran–YNK Ortak Heyeti Kürdistan’a geri döndü. Bir dizi temaslarda bulunmak üzere Bağdat’a giden YNK-Goran Heyeti, Süleymaniye’ye geri döndü. Heyette yer alan YNK Milletvekili Şiwad Dawidî heyetin Bağdat ziyaretine ilişkin BasNews’e değerlendirmelerde bulundu. Dawidî, “Bağdat’a giden heyet, YNK ve Goran Hareketi arasındaki anlaşmanın içeriğini aktarmak amacıyla bir dizi temaslarda bulundu. Hiçbir siyasi taraf anlaşmanın içeriğine karşı değil” dedi. Ayrıca, Dawidî, “Iraklı yetkililerle yaptığımız görüşmede anlaşmanın, Kürdistan halkının çıkarları doğrultusunda olduğunu söyledik” şeklinde konuştu. Şiwad Dawidî, PDK ile siyaset yapmaya devam etmek istediklerini PDK’nin KBY’nin önemli siyasi bir aktörü olduğunu vurgulayarak, şöyle dedi: “Biz PDK’den vazgeçmeyiz. PDK de tüm konularda görüşme yapmak için diyalog kapılarını açmalıdır. PDK’siz siyaset olmaz. PDK, Kürdistan Bölgesi’nde etkili siyasi bir güçtür, muhakkak ki onlarla da bir araya gelemiz şart.’’ HABER 4 - 10 Temmuz 2016 Gazeteci Muhammed Hüseyin: Goran–YNK Bağdat’tan umdukları bulamadılar KBY’li gazeteci - yazar Muhammed Hüseyin de YNK ve Goran’ın Bağdat ziyaretlerine ilişkin BasHaber’e konuştu. Hüseyin, Goran ve YNK’nin Bağdat’tan umduklarını bulamadıklarını ve Bağdat’ın Kürdistan’ın başkenti Erbil’i siyasi muhatap olarak kabul ettiğini ve sorunların çözümü konusunda Erbil ile görüşmekten yana olduğunu ifade etti. YNK ve Goran’ın özel ajandalar ile Bağdat’a gittiklerini söyleyen Hüseyin, ”YNK ve Goran ikili idare kurma, Bağdat Hükümeti ile petrol anlaşmaları yapma ve İran’a petrol gönderme planı ile Bağdat’a gitti. Bağdat YNK ve Goran’a kendisinin asıl muhatabının Erbil olduğunu kanunsuz ve Irak ile Kürdistan’daki durumu tehlikeye sokacak bir adım atmayacağını söylüyor. Beklentilerinin karşılanmadıklarını söyleyebilirim. Halk tarafından taban bulmayan ve parti çıkarları adına yapılan girişimler bu şekilde sonuçlanır” ifadelerini kullandı. Hüseyin tarafların imzaladıkları stratejik anlaşmanın siyasi çevreler tarafından destek bulmadığını da ifade etti. Hüseyin, İslami ve sol partilerin iki partinin imzaladıklara anlaşmaya temkinli yaklaştıklarını söyledi. Peşmerge Sado Malko: IŞİD’in saldırıları püskürtüldü Peşmerge’nin Xazir Operasyonu’dan sonra ağır bir yenilgi alan ve Kürdistan’dan uzaklaştırılan IŞİD hafta içinde Şengal’de Peşmerge mevzilerine saldırı girişimşnde bulundu. Peşmerge kaynakları IŞİD’in ağır silahlar ile Peşmerge’ye saldırı girişiminde bulunduğunu ancak Peşmerge’nin saldırıyı boşa çıkardığını ve IŞİD’i bölgeden uzaklaştırdığını açıkladı. Ezdi Peşmerge Yetkilisi Sado Malko, IŞİD’in saldırısına ilişkin BasHaber’e bilgi verdi. Malko, IŞİD’in bomba yüklü araçlar ve havan topları ile Peşmerge’ye saldırdığını, 2 saatlik yoğun çatışmanın yaşandığını ve IŞİD saldırısının püskürtüldüğünü söyledi. Peşmerge’ye destek veren Uluslararası Koalisyon’a ait uçakların da IŞİD saldırısını püskürtmek için Peşmerge’ye destek verdiğini ve IŞİD’e ait 4 aracın imha edildiği ve 6 IŞİD üyesinin de öldürüldüğünü açıkladı. IŞİD üyelerinin savaşacak güçlerinin olmadığını açıklayan Malko, “Son Xazir Operasyonu, Felluce’de aldıkları yenilgi IŞİD’in büyük anlamda zayıflamasına ve küçülmesine neden oldu. Peşmerge’ye saldırarak moral kazanamaya çalışıyorlar. Son saldırıları Peşmerge’nin direnişi ile boşa çıkarıldı. Peşmerge her zamanki gibi cephede hazır bekliyordu ve IŞİD’in Şengal’deki saldırısını da püskürttü” dedi. Barzani Felluce zaferini kutladı KBY Başkanı Mesud Barzani, hafta içinde Irak’ın Enbar vilayetine bağlı Felluce kentinin kontrol edilmesinin ardından Irak Başbakanı Haydar İbadi’yi kutladı. KBY Başkanlık sitesiden yapılan açıklamaya göre Barzani’nin, İbadi’yi telefonla arayarak Felluce’nin IŞİD’den alınmasından dolayı Irak halkını kutladığı ve bu zaferden dolayı memnuniyetini dile getirdiği vurgulandı. Ayrıca görüşmede Barzani ve İbadi’nin IŞİD’le savaşta Irak ve KBY’nin işbirliğinin devamını vurguladıkları kaydedildi. IŞİD’in 2014 yılında işgal ettiği kenti kurtarma operasyonu 23 Mayıs 2016’da başlatılmıştı. Felluce Operasyonu’na 20 bin federal polis ve 10 bine yakın milis katılmıştı. Geçtiğimiz hafta kentin büyük bir kısmını kontrol eden Irak Ordusu’na yakın birlikler hafta içinde kentin tamamını kontrol ettiklerini ifade ettiler. Barzani: Savaş Kuzey Kürdistan için yıkımdır KBY Başkanı Mesud Barzani hafta içinde Kürdistan Sosyalist Partisi (PSK) Genel Başkanı Mesud Tek, parti yönetcicileri, Alaattin Aras, Kurbani Demir, Hacı Hasan ve Veli Koparan’dan oluşan heyeti kabul etti. Görüşmede PSK heyetinin, Kuzey Kürdistan’daki çatışmalara değindi, durumdan duydukları kaygıyı dile getirdikleri öğrenildi. Öte yandan, PSK heyeti ayrıca, legal parti statüsüne geçtikleri süreçle ilgili Başkan Barzani’ye bilgi verdi. Barzani’nin PSK’yi legal siyasete başlamasından dolayı tebrik ettiği ve sivil siyasete devam etmeleri gerektiğini söylediği açıklandı. KBY Başkanı Barzani’nin Kürd kentlerinde yaşanan çatışmalardan derin üzüntü duyduğu siyasete aklıselimin hakim olması gerektiğini vurguladığı kaydedildi. Öte yandan Barzani, sivil halkın can güvenliğini korunması, huzur ve karşılıklı anlayışın hakim olması için bir saat konuşmanın on yıl savaşmaktan daha iyi olduğunu dile getirdi. Barzani Pier Ferdinando Casini’yi kabul etti KBY Başkanı Barzani hafta içinde Avrupa’nın farklı ülkelerinden gelen temsilcileri de ağırladı. Barzani’nin İtalya Senatosu Dış İlişkiler Komitesi Başkanı Pier Ferdinando Casini ve beraberindeki heyeti Erbil’in Pirmam ilçesindeki Başkanlık Ofisi’nde kabul ettiği bildirildi. Senator Casini kabulden dolayı Barzani’ye teşekkür ederek, IŞİD’le savaşta Peşmerge Güçleri’nin cesurca savaşmasından dolayı da kutladı. Casini, “Peşmerge bizim nezdimizde IŞİD ile mücadelede bilinen bir güçtür” ifadelerini kullandı. İtalya ile Kürdistan arasındaki işbirliği ve ortaklığa da değinen İtalyan senatör, ülkesinin Peşmerge’ye yardımlarının devam edeceğini açıkladı. Barzani de görüşmede, radikal örgütlerin insanlık ve doğa üzerindeki tehdidi ile Peşmerge Güçleri’nin IŞİD’le mücadelede gösterdiği mücadeleye değindi. KBY Başkanı IŞİD’in insanlık dramı yaşanmasına neden olduğunu, Kürdistan’ın da maddi zarara uğradığını ifade ederek, KBY’ye sığınan 2 milyon 800 bin göçmenle ilgili Bağdat’ın umursamaz davrandığını dile getirdi. Macaristan: KBY’nin geleceği parlak Barzani, görev süresi tamamlanan Macaristan Erbil Başkonsolosu Tibor Szatmari’yi de kabul etti. KBY Başkanlığından yapılan açıklamada, görev süresi tamamlanan Szatmari’nin, Mesud Barzani ile vedalaştığı ve KBY ile Macaristan arasındaki ilişkinin güçlü bir askeri, diplomatik ve ekonomik zemine dayandığını söylediği belirtildi. Szatmari, bu dostane ilişkinin her zaman devam edeceğini kaydetti. Macaristan Başkonsolosu’nun, Barzani’nin IŞİD ile mücadeledeki rolüne dikkat çekerek, KBY’nin geleceğinin parlak olduğunu kaydettiği aktarıldı. Açıklamada, Barzani’nin de Macaristan halkı ve hükümetine desteklerinden dolayı teşekkür ederek, Kürdistan halkının, en zor gününde Macaristan’ın yanında olmasını hiçbir zaman unutmayacağını söylediği kaydedildi. Barzani havaalanı saldırısını kınadı KBY Başkanı Barzani hafta içinde İstanbul Atatürk Havalimanı’na yönelik IŞİD’in saldırısını kınayan bir açıklama yayınladı. Barzani, “Terör; tüm insanlık, özgürlükler ve ortak yaşama karşı tehdittir’ dedi. Barzani yazılı bir açıklamayla İstanbul Atatürk Havalimanı’na yönelik insanlık dışı saldırıyı kınadığını ifade ederek, Türkiye halkına başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diledi. KBY Başkanı’nın mesajında şu ifadelere yer verildi: ‘‘Terör tüm insanlık, özgürlük ve ortak yaşama karşı ciddi bir tehdittir. Bu görünen tehdite karşı uluslararası çapta bir mücadele edilmelidir.’’ 07 Dış politikada değişiklik belirtileri HAKAN TAHMAZ Türkiye’nin Rusya ve İsrail ile ilişkilerinde normalleşmenin başlaması beklenmeyen bir gelişme değildir. Bir süredir İsrail ile bir dizi temas sürdürüldüğü biliniyordu. Rusya ile gerilimin dava fazla tırmanmasına Türkiye’nin mecalinin yetemeyeceği açıktı. Ancak her şeyin bu kadar hızlı ve peş peşe olması herkes için şaşırtıcı oldu. Sadece muhalefet acısından değil, hükümet partisinin taraftarlarının da, beklenmedik bir hamle ile karşı karşıya kaldıkları özellikle İsrail ile yapılan anlaşmaya verdikleri tepkilerden anlaşılıyor. Binali Yıldırım başbakan olarak atandığında veciz bir biçimde dış politika yönelimini “düşmanlarımızın sayısını azaltmalı, dostlarımızın sayısını artırmalıyız” sözleriyle açıkladığında pek dikkat çekmemişti. İlk ipuçları ortaya çıktı. Türkiye, Ortadoğu’da kendi kendine gelin güvey olarak bölgesel hegemon tavrı takınma ve dünyaya ayar verme hevesi ve sevdasını terk etme eğilimi gösterdi. Bunun kapsamının ne olacağı ve ne kadar sürdürüleceğini ise zaman gösterecek. ABD’nin özellikle İsrail ile yapılan anlaşmaya verdiği pozitif tepki, bunun gelip geçici bir şey olmadığının işareti olabilir. Bu normalleşme eğilimi dış politikanın bütününü kapsayacak bir biçimde gelişme eğilimi göstermesi muhtemeldir. Türkiye, kendi kapasitesine, imkânlarına ve kabiliyetine denk düşen dış politika çizgisine dönebilir. Muhalif güçlerin bunu önemsememesi, basite alması ise büyük bir yanlış olur. Daha yeni Türkiye’nin, Avrupa Birliği’ne (AB) katılım müzakerelerinde “Mali ve Bütçesel Hükümler” başlıklı 33’üncü faslı açılması ve AB yetkilileriyle Türk yetkililerinin, terörle mücadele yasasında yapılması istenen düzenlemeye ilişkin bir araya gelme kararı almaları dikkatlerden kaçmaması gereken bir gelişme. Başka bir nokta ise, İsrail ile yapılan anlaşmayla Türkiye Filistin meselesinde elde ettiği konumu iyi kullanacağından/değerlendireceğinden hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Türkiye, anlaşmayla başka hiçbir ülkenin yapamadığı ölçüde Gazze’ye erişim elde etti. Elektrik santralı, hastane, arıtma tesisi ve inşaat malzemesi yardımlarıyla ciddi bir prestij de elde edecektir. Türkiye hala Sünni mezhep eksenli politikalarından uzaklaşma eğilimi içersine girmiş değil. Ancak, Türkiye ve AK Parti, başta Kobanê ve Suriye politikasında aşırı derecede köşeye sıkışmış durumda. İran’ın, son dönemde pozisyonunu güçlendirmesinin karşısında zayıf konumunun ve ekonomik daralmanın da etkisiyle dış politikada pozisyon değişikliğine mecbur kaldı. Bunu, dış politikalarını, yalnızca iç güvenliklerini temel alan bir anlayışla belirleyen iki ülkeye yönelik aynı anda yapmakla verilmek istenen mesaj önemli. İlki, Türkiye kendi güvenliği konusundaki hassasiyeti hatırlattı. Hatta bundan da ileri, bu konuda elini güçlendirdi. Sanırım, İsrail ve Rusya’nın, artık Kürd ve PYD konusunda daha fazla Türkiye’yi gözeten bir yaklaşım içine girmeleri kimseyi şaşırtmamalıdır. İkincisi ise Kürd politikasında mevcut direncinde ısrarcı olma olasılığıdır. Türkiye pozisyonu kısmen de olsa rahatlatmış olarak, çözüm/ barış basıncı karşısında direnç göstermeye çalışacak. Bu direnci ancak iç kamuoyundan ve Batı’dan yükselecek güçlü itirazlar geriletebilir. Demokrasi ve özgürlükler konusunda gösterilecek hassasiyet ve direnç, baskıcı siyaseti geriletebilir ve barış, çözüm imkanlarını güçlendirebilir. İç tutarlılığı ve bütünlüğü olmayan bu dış politika değişikliğinin iç siyasete ne derece değişime tekabül edeceğini veya değişiklik doğuracağını çok fazla kestirmek mümkün değildir. Bu konuda erken hayallere kapılmanın, beklentiye girmenin sonuçlarının yıkıcı olabileceği unutulmamalıdır. Türkiye’nin bölge politikasının Kürd ayağında bir değişikliğe gideceğine ilişkin her hangi bir emare söz konusu değil. Aksine DAİŞ realitesinin ardına gizlenerek Kürd karşıtlığını sürdüreceğine, bunu da bir milli politika ekseninde yapacağına ilişkin güçlü belirtiler mevcut. İç siyasetin bu noktadaki büyük mutabakatı da dikkate alındığında, BasHaber gazetesinin ısrarla üzerinde durduğu Kürd siyasilerinin ya da daha geniş anlamda Kürdlerin birliği daha bir önem arz ediyor. 08 BasHaber SÖYLEŞİ 4 - 10 Temmuz 82016 SÖYLEŞİ İslam ve terör ABDULLAH KARABAY En son Atatürk Havaalanı’na yönelik terör saldırısının yine İslamcı bir grup tarafından yapılmış olması ile birlikte İslam ve terör ilişkilenmesine dair ilişkin yeniden düşünmek gerekiyor. “İslam ile terör lafını bir arada kullanamazsın” diye belki haklı bir serzenişte bulunuyor. Meşruiyetini dinsel dogmalarında bulan ve şiddet kullanan bazı İslamcı grupların varlığı öncelikle bundan rahatsız olduğunu ifade eden İslamcı gruplar tarafından yapılmalıdır. Barışçıl pratikler de üreten bir dinden, yani İslam’dan terörist pratikler de çıkaranlar vardır ve bu sadece ‘üst akılla’ açıklanacak bir durum değildir. Bu durum İslam’ı bir barış dini olarak gören, öyle yorumlayanlara daha ağır görevler vermektedir. Hiçbir din olmadığı gibi İslam da savaş ve terörle anılmamalıdır. Ancak Suruç, Ankara, Diyarbakır ve İstanbul gibi yurtiçi saldırılar yanında; Paris, Brüksel, ABD ve diğer birçok başka ülkede saldırılarda sıradan insanların hedef alınıyor olması; bazı dini motivasyonlu terör örgütlerinin meşru savaştan çok insanlığa karşı suç pratikleri sergilediklerini göstermektedir. Kuralsız ve öngörülemez bu tür saldırılar tipik terör eylemleridir. Ancak kötü olan barış dini iddiası olan İslam dininin, bu olayların zehirleyici etkisine karşı kendini yeterince koruyamamasıdır. Hükümet sözcüsü Numan Kurtulmuş’un İstanbul Beyoğlu’nda bir Koreli vatandaşın plak dükkânına Ramazan’da içki içiliyor diye saldıran kişileri ‘IŞİD zihniyeti’ diye tanımlaması, bu terör zihniyetinin aslında ne kadar sivil ve yaygın da olabildiğini gösteriyor. Yani hareket halinde IŞİD’çi yanında potansiyel bir kitle de var. Bu da sağlıksız bir toplum olduğumuza dair önemli bir işaret gibi duruyor. Genel olarak toplumlar ve özel olarak dinler son derece karmaşık yapılar olması nedeniyle, sosyal bilimler onları açıklamakta hep zorlandılar. Kendileri kendilerini tanımlarken kural olarak “biz homojeniz” onlar, “onlar heterojen veya karmaşık” kuralını kullandıklarından olgu daha da çetrefil bir hal almaktadır. Hemen her anlayış bu durumda kendini “doğru ve esas” görürken diğerini de bir tür “sapma olarak” görmektir. Ancak her birinin kendini kendince tanımlaması ve bu doğrultuda pratik siyaset yapması; sosyal bilimcinin işini daha da zorlaştırmaktadır. Buna benzer zorlukları çözmek üzere Fred Halliday “bir din olarak İslam ve bir siyasal/toplumsal sistem olarak İslam” şeklinde bir ayrım yapıyor. Salt dinden kasıt insanın bugün ve öbür dünyası arasındaki anlam bütünlüğünü sağlayan sembolik anlam haritası anlaşılıyor. İslam’ın sembolik dünyası birikmiş ve çözümlenmemiş tarihsel problemler nedeniyle kendi içinde yeterince “çoğul veya çoklu” bir yapıda; ama özellikle siyasallaştıkça çatışmalı bir hal alıyor bu çoğulluk. Çoğullaşmakta özel olarak da bir sıkıntı yok aslında; çoklu kültürel havzalar, çoklu ekonomik çıkarlar, farklı sınıf iktidarlarının egemen olduğu bir dünyada son derece normal. Anormal olan bu çoğulluğu yapay ve/veya dış düşmanların işi olarak görüp; kendisini seçilmiş, kutsal ve eleştirilmez kabul eden ve diğerlerini yok etmeye çalışan kimi İslami anlayışların varlığıdır. İslamcı silahlı örgütlerin Türkiye ve dünyadaki eylemlerine bakıldığında belirgin bir şekilde sivil hedeflere yönelme ve ‘ötekini’ yok etme hedefi göze batmaktadır. 2001 yılında ABD’de başlayan 11Eylül saldırısı ile başlayan El Kaide saldırıları hep doğrudan sivillere yönelikti. Onun yerini alan IŞİD de vahşilikte sınır tanımadan yine her yerde doğrudan sivilleri hedef aldı ve almaya devam ediyor. Bu uygulama terör tanımında geçen “halk arasında korku ve panik yaratma”; sivil/asker, masum/ suçlu, çocuk/yetişkin gibi ayrımlar yapmadan herkese yönelebilmesi anlamına geliyor. Modernliğin bugüne kadar ki tecrübesi göstermiştir ki dinin sönümlenmesi mümkün olmadığı gibi gerekli de değildir; aynı şekilde din dışı oluşumlar da eş zamanlı olarak varlıklarını sürdürecekler. Her varlığın kendi kolektif kimliğini temsil imkânı bulduğu bir toplum tasarımı günümüz etnik/dinsel çatışmalarına karşı demokratik bir çözüm olacaktır. Bu aslında Türkiye’de denenen radikal demokrasidir. Bu demokraside herkes kendi kimliği ile var olup; diğerinin kamusal varlığını hazmetmesi ve kendisinin de eşitler arasında sadece biri olduğunu kabul etmesi gerekiyor. Bu tabloda açık ya da takkiyeci cihatçı geleneklerin yer alamadığı ise Ortadoğu’nun son beş yıllık tarihinde defalarca tecrübe edildi. Gazeteci Hoşeng Osê: Rojava siyaseti iradesiz ve kimliksiz Rojava’da 1980’lere kadar PDK ve YNK arasında ikiye ayrılan siyasi alanın PKK’nin orada ortaya çıkışı ile üçe çıktığını söyleyen Batı Kürdistanlı Gazeteci - Yazar Hoşeng Osê, PDK, YNK ve PKK arasında süren rekabetin Rojava Kürdlerini de anlaşmazlığa ittiğini savunuyor. Batı Kürdistan’daki aydın ve siyasetçileri de eleştiren Osê, “Rojava’daki Kürdlerin yurtseverlik anlayışı, onların kendilerini Apoculardan daha Apocu, Barzanicilerden daha Barzanici ve Talabanicilerden daha Talabanici göstermelerine neden olmaktadır. Bu da Rojava’daki Kürdlerin birliği üzerinde olumsuz bir etki yaratmaktadır. Ne yazık ki Batı Kürdistan’daki Kürd- Yeter Polat Rojava tehdit altında iken Kürd güçleri neden birleşemiyor, neden aralarında bir birlik oluşturmuyor? ENKS ve TEVDEM arasında anlaşmazlığa yol açan esaslar nelerdir? Rojavalı Kürdlerin siyasi ve etnik birçok sorunu bulunmaktadır. En belirgin problem Suriye Kürdlerinin, Kürdistan’ın diğer parçalarındaki özgürlük ve bağımsızlık davalarına destek vermeleri, yardım etmeleridir. Bu durumu ‘problem’ olarak adlandırmamın arkasında meydana gelen hadiselerin ve yaşanan süreçlerin belirleyici rolü olmuştur. Kürdistan’ın diğer parçalarındaki Kürdler’in sözkonusu bu destekleri, yardımları aynı zamanda Rojavalı Kürdlerin kendi siyasi-ideolojik menfaatleri doğrultusunda aracı olarak kullanılmalarına yol açmıştır. Siyasi hareketler arasındaki çelişki ve anlaşmazlıkların 1961-1971 yılları arasındaki döneme dayandığı doğrudur. PKK’nin 1978’de ortaya çıkışından önce de Rojava’daki Kürdler arasında bu durum görülür. PKK’nin ortaya çıkışı 1980 yılına dayanmakla beraber örgütlenmesi 1983 yılına dayanır ve halk arasında kimlik sorunsallığı üzerinden çalışmalarına başlar. PKK’nin Suriye’de örgütlenmesi Kürd meselesini daha da ağırlaştırmıştır. Öncesinde PDK ve YNK arasında ikiye ayrılan bir siyasi alan söz konusu idi, daha sonra PKK de bu alana dahil oldu ve üç parçaya ayrıldı. PDK, PKK ve YNK arasındaki rekabet ve anlaşmazlıklar Rojavalı Kürdler arasında da anlaşmazlığa dönüşmektedir. Batı Kürdistan’ın yurtseverliği, onların kendilerini Apoculardan daha Apocu, ler kaderlerini PKK, PDK ve YNK’nin eline bırakmakta ve bu üç partinin menfaatleri doğrultusunda hareket etmektedirler. Kısacası Rojava siyasi oluşumları iradesiz, kimliksiz bir şekilde hareket etmektedir. Bu çaresiz ve iradesiz durumun Rojava’da ortaya çıkmasının nedeni de adı geçen bu üç partidir. Bu durumun yaşanmasında Rojavalı aydın ve siyasetçilerin de payları vardır“ diyor. BasHaber’in sorularını yanıtlayan Gazeteci - Yazar Hoşeng Osê, hakim güç PYD’nin bölgede kurduğu siyasi ittifakları değerlendirken, “PKK ne yazık ki Arap, Türk, Fars ve bütün dünyaya tavizler verebilmekte fakat kendisi dışındaki Kürdlere karşı asla taviz vermemekte, söylediğinde diretmektedir” diyor. Barzaniciler’den daha Barzanici ve Talabaniciler’den daha Talabanici görmelerine neden olmaktadır. Bu da Kürdlerin birliği üzerinde olumsuz bir etki yaratmaktadır. Ne yazık ki Kürdler kaderlerini PKK, PDK ve YNK’nin eline bırakmakta, bu üç partinin menfaatleri doğrultusunda hareket etmektedirler. Kısacası Rojava siyasi oluşumları iradesiz, kimliksiz bir şekilde hareket etmektedir. Bu çaresiz ve iradesiz durumun Rojava’da ortaya çıkmasının nedeni de adı geçen bu üç partidir. Bu durumun yaşanmasında Rojavalı aydın ve siyasetçilerin de payları vardır. Rojava’da Kürdlerin bu dağınık, parçalı durumu bütün Kürdler’in genel durumunun bir parçasıdır. PYD Rojava’da, Arap ve Süryaniler ile siyasi ve askeri ilişkiler geliştirirken neden Kürd kesimleri ile o denli bir ilişki kurmuyor? Çünkü PYD yaptığının doğru olmadığını bilmekte ve kendisine güvenmemektedir. Çünkü kendisi dışındaki Kürdlerle doğrudan bir ilişki kurarsa inisiyatifi kaybedeceğini bilmektedir. PKK ve PYD’nin kendisi dışındaki Kürdlere ‘ideolojik düşman’ gözüyle bakmaktadır. PKK ve PYD kendilerine köle aramaktadırlar, ortak değil. PKK ve PYD ideolojik düşmalarını siyasi rakiplerinden ve ulusal düşmanlarından daha tehlikeli bulmaktadır. PKK’nin tarihine bakıldığında ne yazık ki Arap, Türk ve Farslara ve bütün dünyaya tavizler verebileceği şeklinde bir sonuç çıkmaktadır. Fakat kendisi dışındaki Kürdlere karşı asla taviz vermemekte, söylediğinde diretmektedir. PYD de PKK’nin bir uzantısıdır, kendi başına iradesi, kararı olan bir parti değildir. PYD Peşmergelerin Rojava’ya geçip DAİŞ’e karşı savaşmasına neden izin vermiyor? PYD değil, PKK izin vermiyor. Askeri ve güvenlikle ilgili konularda PYD bir role sahip değildir. Hatta siyasi konularda bile PYD’nin bir role sahip olmadığını söyleyebiliriz. İlk ve son söz PKK’nindir. PKK–PYD kendilerini silah zoruyla Rojava üzerinde hakim kıldılar. Onlara göre eğer Rojava Peşmergeleri PKK-PYD’nin kontrolünde olacak ise sorun yok, fakat öyle olmaz ise bunu hiçbir zaman kabul etmeyeceklerdir. PKK-PYD bu askeri güçten sonra kendileri dışındaki Kürdlere bir takım siyasi tavizler de vereceğini bilir. YPG çatısı altında olan Arap ve Süryani güçleri Esad Rejimi taraftarlarıdırlar ve bundan dolayı PKK-PYD güçlerini kabul etmişlerdir. Şayet ABD, PKKPYD üzerinde baskı uygularsa ‘Rojava Peşmergelerinin’ Suriye’ye, Kürdistan’ın SÖYLEŞİ BasHaber 4 - 10 Temmuz 2016 9 SÖYLEŞİ Batısı’na geçmeleri mümkün olur. PYD’nin onaylamaması durumunda Peşmergeler Rojava’ya geçerse YPG onları engellemeye çalışır mı? PKK-PYD şayet bu güçler Rojava’ya geçer ise bunun çatışma nedeni olacağını her zaman dile getiriyordu. Ben PYD’nin (YPG) böyle bir çatışma için uygun olmadığını, şayet çatışma çıkıp şehit verilse bile PYD’nin sonunda bu gücü kabul etmek zorunda kalacağını düşünüyorum. Bana göre öyle bir şey olursa, ABD’nin sadece haberdar olması değil aynı zamanda müdahale etmesi de gerekecektir. ENKS’nin Rojava’daki potansiyeli nedir, ENKS liderleri neden Rojava dışındalar? Toplumsal açıdan ENKS zayıftır. Örgütlenme açısından da zayıf ve çaresizdir. Özellikle de son iki yılda. PYD’nin baskıcı, gözü dönmüş, tehditkar tutumunun ENKS’nin bu zayıf durumunda payı vardır. Fakat ENKS’nin tutumu da sağlam değil. PYD’ye yönelik birçok eleştiri yapılmaktadır, fakat onun da kendini biricik görme, sert tutum sergileme konusunda PYD’den geri kalır yanı yoktur. Bu sebepten birçok parti ENKS’den geri çekilmiştir. İbrahim Biro ENKS’nin başına geçtikten sonra bir hareketlenme oldu. Türlü bahanelerle birçok ENKS liderinin Rojava dışına kaçması milletin bu harekete olan güvenini sarsmıştır. ‘Biz halkın öncüleriyiz’ diyenlerin halkın içinde olması gerekir. PYD yönetiminin karşıtları konusunda totaliter olduğu, insan haklarını çiğnediği, onları tehdit ettiği ve onları tutukladıkları doğrudur. Bütün bunlar ENKS liderlerinin Rojava dışında bulunmalarına gerekçe teşkil etmezler. PYD’nin zindanlarında olmaları onlar için İstanbul, Hewler ve Paris otellerinde olmalarından daha onurlu olur. Öyle değil ise onların isimleri nasıl mücadeleci, emektar, siyasetçi ya da Kürd olur? Söylenmesi gereken bir nokta da Güney Kürdistan Yönetimi’nin Rojava dışındaki yaşamı onların gözünde daha ideal kılmalarıdır. Rojava dışındaki yaşamın onların gözünde o kadar tatlı kılınmaması gerekirdi. Hewler’in ENKS liderlerine olan bu sonsuz kucaklama ve lütufları bu insanların rahatlığa alışmalarına ve bozulmalarına sebep olmuştur. ENKS neden sürekli PYD’yi eleştiriyor? Mücadele iradesinin olmayışı halkın ENKS’ye olan güveninin en düşük seviyede olmasına sebebiyet vermiştir. Birçok kişi örgütlenme ve siyaset yapma alanlarında işgal ettikleri konumlarının hakkını verebilecek bilgiye, kabiliyete sahip değillerdir. Bir deyim ile söylersek ‘adam yokluğundan hindi köye muhtar olmuştur.’ ENKS içerisinde düşünsel ve örgütsel anlamda liderlik yapabilecek karizmatik bir şahsiyet yoktur. Maalesef ENKS sadece PYD’ye karşı bir refleks hareketine dönüşmüştür. Yani sadece PYD muhalefeti ve düşmanlığı ile sınırlı kalmıştır. ENKS’de tıpkı PYD gibi Suriye rejimini unutmuş, sadece PYD’ye karşı yaptığı basın açıklamaları ile sınırlı kalmıştır. PYD yurt içinde ENKS’nin bir şey yapmasına izin vermemekte fakat ENKS yurtdışında da birşey yapmamaktadır. ENKS silahlı mücadelenin karşısında mıdır? Eğer karşı ise neden Roj Peşmergeleri’nin Rojava’ya geçmelerini istiyor? Eğer karşı değil ise neden Batı Kürdistan’da silahlı bir güç oluşturup yurt savunmasına katılmıyor? Bu sorunun ENKS’ye sorulması ve onların soruya cevap vermesi gerekirdi. Fakat benim fikrime göre, ENKS’nin yanlışlarından biri PYD-PKK boşlukları doldurmadan önce askeri bir güç oluşturmamalarıdır. Başlangıçta Rojava Peşmergeleri ENKS ve PDK gücü değillerdi. Yani durum farklılaştıktan sonra ENKS ‘Rojava Peşmergelerine’ sahip çıkmaya başladı. Fakat PYD-PKK hiçbir şekilde kendi kontrolleri dışında askeri bir gücün oluşturulmasına izin vermeyecektir. Duhok-Hewler Anlaşması’nın pratiğe geçmesinin önündeki engeller nelerdir? Anlaşma kararları uygulanmayacak ise iki kez anlaşma yapmanın nedeni nedir? Anlaşma gerekleri neden yerine getirilmiyor? 2011 yılının başında, Beşar Esad rejimine karşı devrim başladığı zaman PYD güçsüz, diğer partiler güçlü idi. O zaman PYD kendisini o partilere kabul ettirmek için ricada bulunuyordu. PKK’nin Suriye rejimi ile anlaşmasından sonra PYD güçlendi ve kendi şartlarını öne sürmeye başladı. Duhok Anlaşması askeri, siyasi ve yönetimsel açıdan PYD ile anlaşmayı farz kılıyordu. Kendi kazancı için PYD, “Hewler 1”, “Hewler 2” ve “Duhok” anlaşmalarını kabul etti ve imzaladı. Fakat pratikte uygulamadı. PYD şimdi güçlü ve Duhok, Hewler gibi yüzlerce anlaşma imzalayabilir. Suriye rejimi, İran ve ABD’nin PYD ve YPG’ye ihtiyaçları vardır ve kendi kontrolleri dışındaki bir Kürd gücünün Rojava Kürdistanı’nın da olmasını istemezler. Kısacası anlaşmanın uygulanması, aktifleştirilmesi önünde engel teşkil eden yerel-bölgesel nedenler vardır. Diğer güçler ve rejim açısından PYD kendi görevini iyi bir şekilde yerine getirmekte ve kontrol altındadır. Böyle olunca neden Duhok Anlaşması’nın uygulanması konusunda kendilerinin ve PYD’nin başını ağrıtsınlar? Rojava ve Başur arasında ne gibi sorunlar bulunmaktadır ki, yaşanan anlaşmazlıklardan dolayı bazı dönemlerde sınırlar bile kapatılıyor? Bunlar Rojava ve Başur arasında değil PKK ve PDK arasında olan anlaşmazlıklardır ve faturası bu şekilde yansımaktadır. Maalesef PKK, PYD üzerinden PDK’yi, Güney’i vurmak istemektedir. Biz PDK ve Sayın Barzani’ye yönelik ihanet ve karalama kampanyasını Rojava’da gördük. Temelinde bu kampanya PYD’nin değil PKK’nin idi. PKK, Güney’de PYD (PÇDK) projesinde başarısız olunca Kandil, ‘Şengal PYD’sini’ oluşturmak istedi. Bu projesinde de başarısız olunca PKK, PDK’yi karalama kampanyasına başladı. Fakat Güney Kürdistan yönetiminin PYD-PKK’nin siyasetine karşı gösterdiği bazı tepkiler de yanlıştı ve bunların eleştirilmesi gerekmektedir. Ne olursa olsun Güney yönetiminin Semalka sınır kapısını kapatması doğru değildir. Bu kapıların tümüyle açık olmaları gerekmektedir. Doğrusu Erdoğan’ın da bunda suçu bulunmaktadır. Şayet Erdoğan Kuzey’de Kürd sorununu çözmüş olsa idi o zaman Türkiye’nin Güney Kürdistan ile olan menfaatleri aynı zamanda PKK’nin de menfaatleri olurdu ve o zaman PKK Güney’e, PDK’ye karşı o kadar da düşman olmaz, PYD’yi de o kadar kullanmazdı. Şayet Kuzey’de Kürd sorunu çözüme kavuşur ise o zaman PKK, Erdoğan ve Barzani’ye toz kondurmaz idi. Yani Kuzey’de Kürd sorununun çözülmesi birçok sorunun çözüme kavuşması demektir. PYD ve ENKS’nin anlaşması da buna dahildir. Röportajın tamamı bas-haber. com’da 09 İdeoloji ırka dönüştüğünde... FERHAT KENTEL Her seferinde dönüp dolaşıp aynı yere geliyoruz. Bombalardan parçalanan insanların daha kanları kurumadan, memleket birbirine giriyor. Evet, bütün bu terör belasını başımıza saran, Erdoğan ve takımının yürüttüğü Ortadoğu politikası olabilir. Evet, bütün bunlar aslında terör saldırısı değildir; yedi düvel bize karşı birleşmiş ve bizi çökertmeye çalışıyor olabilirler. Ortadoğu ve Balkanlarda uçan kuşların arasındaki hesapları bile jeo-strateji uzmanlarının buna benzer daha başka senaryoları da olabilir. Bu senaryoların hepsi de birbirinden kıymetli ya da birbirinden rezil olabilir. Ama ortalıkta dolaşan ve her türlü pespayeliği içeren demeç, beyan ve mesajlarla nasıl bir muhataplık ilişkisi geliştirilebilir? Nasıl birlikte konuşulabilir ve nasıl ortaklaşa yas tutulabilir? Bu memleketin travmalarından nasibini almamış insan yoktur herhalde... Ama geçmişte kendi yaşadığı mağduriyetin intikamını kendi dışında herkesten almak isteyen ve bunu da şimdi güç kazandığı için yapanların sayısı ne yazık ki hatırı sayılır derecede yüksek. Bunların yanısıra, bir de gayet “beyaz” olup, iktidar sahiplerinin koynunda güce ulaşmaya çalışan fırsatçılar var. Acıklı bir şekilde hastalanmışlık hali yani... Kalpleri hastalanmış; hayata katılaşmış, kösele gibi olmuş, kalbin yerinde duran başka bir organla var olan bir takım insanlar. O kadar çok dolaşımda ki, görmek istemeniz bile bu hastalıklı hal sizi buluyor. Mesela şunlar: Birisi, havaalanının birkaç saatte tekrar açılmasından başbakana pay çıkarmış; “helal olsun, bizim adamın farkı bu işte!” diye sevinmiş mesela... Havalimanında bomba patlar patlamaz, ortaya fırlayıp, “PKK yaptı! Hatta Kılıçdaroğlu da zaten bugünkü konuşmasında söylemişti!” diyen birileri mesela gerçekten bomba patladığı zaman ne hissediyordur? Ya da medyaya yasak getirilmesine karşı çıkanlara “inşallah bombayla ölürler” diyenlerin duygu organları tamam mıdır örneğin? Kalbin olması gereken yerde yağ tutmuş, dışarıyı göremeyen ve dışarıdan da herhangi bir mesaj alamayan bir kas olabilir mi? (Buna karşılık, başka birileri de “ ‘bomba eylemi araştırılsın’ önergesini reddedenler de ölsün” derse bu kalbi kurumuş şahısların tavrı ne olur acaba?) Ya da, alenen dile getirilmese de, her satırdan sızan bir karşılaştırma: “bizim terör, sizin terör”... “Bizim” terör olduğu zaman olay şöyle şekilleniyor: “Terör olduğu zaman Fransa tek yumruk oluyor; bizim alçaklar ise kaos yaratıyor. Millet olmak için Fransa gibi terörü lanetleyelim...” (Fransa “kahrolası Batı medeniyeti” olsa da, örnek vermekte beis yok.) “Sizin” terörde ise şöyle oluyor: “Zaten siz de o teröristlere destek veriyorsunuz; terörist olmak için illâ silahlı olmak gerekmez; attığınız imzalar da terör sayılır”... Yani, PKK bomba attığında nedense “birlik olalım” değil de, “PKK’ya destek veren hainler”söylemi daha çok işe yarıyor. Biliyorum; hiçbir işe yaramayacak bir yazı bu... Ama ağzını açtıklarında “alçaklık” lafı dökülen insanlara hangi aklî ya da kalbî dil fayda edebilir? Pek fayda etmez... Çünkü 2014’te Gülen Cemaati’ne çakmak için birileri “İsrail’den mi izin alacaktık? Tabii ki biz verdik” deyip, bugün İHH’ya dönüp, “Bizden mi izin aldınız? Siz gösteri yaparken, biz usulünce yardım yapıyorduk” dediğinde, kalpler etkilenmiyorsa, bombadan da zerre kadar etkilenmeleri beklenemez. Türkiye’nin kutupsallaşmasında bildiğimiz ırklar yok ama genel ortalamaya uyum sağlayamayan her kimse “doğuştan aşağılık konumda” olarak kabul ediliyor ve “ayrıştırılıyor”... Herkesin etrafında “ırksallaştırdığı” yani adeta ırk gibi doğuştan aşağılık gördüğü insanlar var. Adeta, tanrılaşmış bir güç eşliğinde, sanki herkes biliyor kimin “iyi”, kimin “kötü” olduğunu... Özellikle, eskileri taklit eden yeni efendiler, egemen ideolojilerine sahip olmayanlardan nefret ediyorlar... Beyazların siyahlardan nefret ettiği gibi... 10 ROJHİLAT BasHaber Çatışmalar yayılıyor S Murad Özdemir on haftalarda Kürdistan’ın doğusunda başlayan çatışmalar gerilimin yükselmesine neden oldu. İran rejimi Peşmerge’nin dönüş kararından sonra Kürd şehirlerini asker ve güvenlik güçleri ile militarize ediyor. Geçtiğimiz hafta Şino kentinde Peşmerge ve İran askerleri arasında çıkan çatışmalar da giderek yayılıyor. Rejimin saldırılarına karşı İran Kürdistan Demokrat Partisi (KDPİ) ve Kürdistan Devrimci Emekçiler Partisi (Komela) ortak silahlı mücadele kararı aldı. Sözkonusu partiler, diğer Kürd örgütlerini de ittifaka dahil etmek amacıyla girişimlere başladı. İki hafta önce Şino’da İran Ordusu ile Peşmerge arasında yaşanan çatışmalarda 6 Peşmerge yaşamını yitirmiş 21 İran askeri de ölmüştü. Şino’da çıkan çatışmalar, Piranşar, Serdeşt, Mehabad, Meriwan ve Saqiz kentlerine de yayılmıştı. Kürd güçleri ile İran Ordusu arasında çıkan çatışmalar aralıklarla sürüyor. Çatışmaların başlaması ardından, varlığı bilinmeyen ’Zagros Şahinleri’ isimli bir örgüt Saqiz kentinde 7 polisi öldürdü. Açıklama yapan örgüt, İran rejimini halka baskıya devam etmesi halinde saldırılara devam edeceği yolunda tehdit etti. İki hafta önce başlayan çatışmalarda toplam olarak 9 Peşmerge ile 50 İran askerinin yaşamını yitirdiği bildiriliyor. Peşmerge güçleri Şino’da çıkan çatışmada ölen 7 askerini cenazesini de ordu yetkililerine teslim etti. Bölgeden alınan bilgilere göre İran Ordusu Meriwan ve Saqiz bölgesine çok sayıda asker yollamaya devam ediyor. Sınıra yerleşen İran topçusu da bölgeyi bombalamaya devam ediyor. Bu arada ‘Ceyş el Edil’ adlı Beluci örgütü ve rejim muhalifi Halkın Mücahitleri de yayınladıkları açıklamalarla, Kürd halkına desteklerini ifade ederek, yaşamını yitiren savaşçıları için PDKİ’ye desteğini açıkladı. İran’daki Beluciler’in haklarına kavuşması için uğraşan Ceyş el Edil Tahran yönetimine karşı silahlı mücadele yürütüyor. Halkın Mücahitleri de uzun yıllar rejime karşı silahlı mücadele yürütmüştü. Bu arada Kuzeyli 5 örgüt (PSK, PAK, PDK-Bakûr, Azadî, PAKURD) yayınladıkları ortak bir bildiri ile PDKİ’ye desteklerini ifade ederek, İran rejimini kınadı ve Tahran’dan bir an önce halka yaptıkları baskıyı ve Kürdistan Bölgesi’nin sınır boylarındaki bombardımana son vermesini istedi. İran Parlamontosu’ndaki Kürd grubunun da rejim ile Kürd güçleri arasında bir ateşkes sağlanması için girişimde bulunduğu ancak bir sonuç alamadığı bildirildi. Yaşanan gelişmelerin İran’ı ciddi biçimde etkilemesi üzerine, İran İslam Cumhuriyeti Dini Lideri Ayetullah Ali Hamaney 27 yıldır görevde olan İran Genelkurmay Başkanı Seyid Hasan Firuzabadi’yi görevden aldı. Hamaney, Firuzabadi’nin yerine İran Pasdar Ordusu Komutanı Muhammed Huseyin Baxeri’yi atadı. Diğer taraftan İran rejimi Doğu ve Güney Kürdistan sınırındaki Sidekan ve Hac Umran bölgelerini bombalamaya devam ediyor. İran’ın saldırılarından rahatsızlığını ifade eden Kürdistan Bölge Yönetimi Tahran’dan bombardımanın durdurulmasını istedi. KBY Başbakanı Neçirvan Barzani İranlı bir heyeti hafta içinde kabul edip İran’ın acilen bombardımandan vazgeçmesi gerektiğini bildirdi. Bölgedeki son gelişmeleri gazeteciler Selim Zenciri, Dara Natiq ve PDKİ Üyesi Helmet Maruf BasHaber’e değerlendirdi. Selim Zenciri: Çatışmalar devam edecek PDKİ ile İran Ordusu arasında başlayan çatışmalı süreci BasHaber’e değerlendiren Selim Zenciri çatışmaların devam etmesinin beklendiğini söyledi. Zenciri yaşanan son çatışmalara dikkat çekerek, “Çatışmalar Şino’da alevlendi ve Piranşar, Serdeşt, Mehabad, Sawlawa, Saqiz ve Meriwan’a yayıldı. Kime bağlı olduklarını bilinmeyen silahlı Kürd güçleri Zagros Şahinleri Saqiz’da 7 İran polisini öldürdü. Yine bu örgüt İran’ın böyle devam etmesi halinde Rojhilat’ı rejim için cehenneme çevireceklerini söylüyor. Rejim güçleri Kosalan Dağı’nda Peşmerge’nin önünü kesti ve Meriwan’a geçmesini engelledi. Bütün ağır silahlarıyla Peşmerge de karşılık verdi. Şu an bölge daha tam güvenli olmadığı için can kayıplarını tam olarak bilinmiyor.” Helmet Maruf: Rejimi korku sardı Gazeteci yazar Helmet Marufi de bölgedeki son gelişmelere ilişkin, Peşmerge’nin dönüşünün yeni bir dönemin başlangıcı olduğunu ifade ederek, Peşmerge’nin dönüş kararının rejim için korkuya dünüştüğünü ifade etti. Marufi İran Genelkurmay Başkanı’nın görevden alınmasına dikkat çekerek şöyle devam etti: “Uzun bir süredir Peşmerge Kurdistan’da değildi. Yavaş yavaş ülkeye dönüyorlar. Rejim, Peşmerge’nin dönüşünden çok korkuyor. 27 yıl sonra İran Genelkurmay Başkanı değişti. Dini lider Hamaney özellikle bu meselenin üzerinde duruyor ve bu karar rejimi korkutuyor. İran rejimi medya yoluyla psikolojik bir savaş başlattı. Şimdiden Kürdistan’a binlerce asker konuşlandırdı.” Marufi Peşmerge’nin dönüşünün halkı mutlu ettiğine dikkat çekerek, halkın Peşmerge’ye yardım ettiğini söyledi. Marufî halkın da Peşmerge’nin eylemlerine destek verdiğini ifade ederek, “Halk bu karardan memnun. Çok sıcak bir şekilde Peşmerge’yi karşıladı. Saqiz, Mahabad ve Piranşar’da halk desteğini Peşmerge’ye ifade etti. Önümüzde dönem PDKİ’nin bu tavrının stratejik mi yoksa taktiksel mi olduğunu daha net göreceğiz. Halk bunun bir strateji olduğunu bilse kanaatimce daha aktif bir şekilde eylemlere katılır” şeklinde konuştu. 4 - 10 Temmuz 2016 PDKİ üyesi Dara Natiq: Peşmerge birçok yerleşti PDKİ Üyesi Dara Natiq da İran gibi gaddar bir rejime karşı mücadele ettiklerini söyleyerek bu savaşta Kürdlerin kendilerini yalnız bırakmaması çağrısında bulundu. Natiq PDKİ olarak bütün parçalardaki Kürdleri savunmaya hazır olduklarının belirterek aynı hassasiyet ve milli şuurun kendilerine karşı da gösterilmesi gerektiğini ifade etti. Natiq, Peşmerge’nin Doğu Kürdistan’daki birçok kentte yerleştiğini ve siyasi çalışmalarını sürdürdüğünü de vurguladı. PDKİ’nin Doğu Kürdistan’daki siyasi faaliyetlerine dikkat çeken Natıq, “İran Peşmerge’ye saldırırsa bizim de meşru müdafaa hakkımız doğar. Kürd güçleri çoğu kente yerleşmiş durumdalar. Halk Peşmergeyi çok iyi karşıladı ve Peşmerge de halkla temasa geçti. Özellikle Şino, Meriwan, Serdeşt, Piranşar, Saqiz ve Mahabad’da bu destek çok güçlü. Şimdiye dek çatışmaların sonucunda 9 Peşmerge şehid oldu, 50 den fazla da İran askeri hayatını kaybetti. Peşmerge’nin elindeki verilere göre 150 den fazla da yaralıları var” ifadelerini kullandı. PDK’li Natiq, Şino’nun Kosalan Dağı yakınlarındaki çatışmada 7 İran askerinin cesedinin Peşmerge’nin eline geçtiğini ve 2 Peşmerge cesedinin de İran güçlerinin eline geçtiğini söyleyerek İran’ın kendi cesetlerini talep ettiğini, cesetleri ordu yetkililerine teslim ettiklerini ancak İran’ın Peşmergelerin cesetlerini henüz kendilerine teslim etmediğini belirtterek şöyle dedi: “İran köylüler yoluyla cenazelerin kendilerine teslim edilmesi istedi. Bunun karşılığında Peşmerge de kendi cesetlerini istedi. Pêşmerge asker cesetlerini İran’a teslim etti, ancak İran bizim cenazelerimizi teslim etmedi.“ PDKİ Peşmergeleri ile İran Ordusu arasında başlayan çatışmalar giderek yayılyor. Mahabad, Saqiz, Pîranşar, Şîno, Merîwan ve Doğu Kürdistan’ın birçok kentinde halk Peşmerge’ye destek eylemleri yaparak İran Ordusu’nun uygulamalarına karşı tepki gösteriyor. BasHaber DİPLOMASİ 4 - 10 Temmuz 2016 11 Pax Middle East... ÖZTEKİN ÇAÇAN İsrail-Türkiye ilişkilerinde yeni dönem mi? G Ahmet Özyeter azze ablukasını kırmak için 31 Mayıs 2010’da yola çıkan Mavi Marmara gemisine uluslararası sularda İsrail’in düzenlediği ve dokuz Türkiye vatandaşının öldürülmesiyle sonuçlanan saldırıdan sonra, Ankara-Tel Aviv ilişkileri uzun süre askıya alınmıştı. Yaklaşık 6 yıldır kötü olan İsrail-Türkiye ilişkilerini yeniden onarmak için, bir süredir görüşmeler yapıldığı ve bu görüşmelerin sonucunda, bir mutabakata varıldığı iki ülkenin hükümet sözcülerince açıklandı. Üzerine mutabakat sağlanan maddeleri, anlaşmanın taraflar açısından nasıl sonuçlar doğuracağını, Türkiye ve Filistin’e yansımalarını, gazeteci İslam Özkan ve Nevzat Bingöl ile konuştuk. ‘Hak ihlali yapan İsrail taviz veren Türkiye’ Anlaşmanın Türkiye açısından herhangi bir zafer ya da başarı anlamı taşımadığını ifade eden gazeteci İslam Özkan, Mavi Marmara saldırısından sonra hayatını kaybedenler için Türkiye’nin, İsrailli subaylar hakkında kendi mahkemelerinde davalar açtığını, mağdurlar için tazminat ve resmi anlamda özür beklediklerini ve Gazze üzerindeki ablukanın kaldırılmasını talep ettiğini hatırlattı. Taleplerin yerine getirilmemesi halinde de İsrail ile ilişkilerin son bulacağını beyan eden Türkiye’nin buna uygun davranmadığını belirterek şunları söyledi: “Anlaşma maddeleri incelendiğinde neredeyse talep edilen hiçbir şeyin yerine getirilmediği görülecektir. Türkiye, İsrail’i köşeye sıkıştıracak, yetkilileri zor durumda bırakacak bir adım atmayacak. Buna karşılık İsrail de bir şey yapmayacak. Buradaki sıkıntı şudur; asıl hak ihlali yapan İsrail, haklarından vazgeçen, taviz veren Türkiye. Türkiye’nin öne sürdüğü hiçbir şart tam olarak yerine getirilmedi. Tazminat, uluslararası standartların çok altında bir rakam. Gazze ablukası meselesi ise tamamen sulandırılarak, önce Gazze’de abluka sonra ambargo söylentileri ortaya çıkıyor, sonrasında da üç-dört tüketim maddesinin devreye girmesi çok büyük bir olaymış gibi sunuluyor. Halbuki ortada böyle bir durum söz konusu değil. Abluka ile ambargo birbirine karıştırılıyor. Abluka kaldırılmıyor sanki kaldırılıyormuş gibi bir durum yaratılıyor. İsrail bu konuda sessiz çünkü bu durum onun işine geliyor. Türkiye’de buna çanak tutuyor.” ‘Ambargo kalkmadı hatta meşrulaştı’ Türkiye-İsrail ilişkilerini değerlendiren gazeteci Nevzat Bingöl, anlaşmadan önce de gönderilen yardımların Aştod Limanı’na gittiğini, İsrail askerleri tarafından kontrol edildikten sonra Gazze’ye ulaştırıldığını şimdi de aynı şeylerin tekrar edileceğini söylüyor. “Yapılan antlaşmayla Gazze ablukasını Türkiye de kabul etmiş oluyor, İsrail Başbakan’ı yaptığı açıklamada ‘güvenlik’ gerekçesiyle Gazze’ye denizden ablukanın devam edeceğini insani yardımlar için Aştod Limanı’nın daha fazla kullanılabileceğini” söylediğini hatırlatan Bingöl, Türk yetkililerin de ablukanın kaldırılmadığını, ambargonun hafifletildiğini yinelediğini, farklı bir durumun yaşanmadığına dikkat çekti. Türkiye’nin “Gazze’ye ablukanın kaldırılması” konusunda geri adım attığını söyleyen Bingöl şöyle devam etti: “İHH bu maddeyi sert bir şekilde eleştirirken hükümet önceliğin insani yardımların bir an önce Gazze’ye ulaştırılmak olduğunu söylemektedir. Oysa Türk-İsrail ilişkileri gerilmeden önce de Aştod Limanı’ndan Gazze’ye yardım malzemeleri gönderiliyordu. Bu antlaşmayla birlikte ambargo sadece hafifletilmiş olacak. Abluka, yapılan antlaşmayla birlikte her iki tarafça kabul edilmektedir. Türk tarafı antlaşmayla ablukanın devam edeceğini kabul etmiştir. Yapılan antlaşma gereği ablukanın kaldırılması konusunda uluslararası kuruluşlar nezdinde herhangi bir çalışma yürütmeyeceğini de taahhüt etmiş oluyor.” ‘IŞİD’in yıkılması bizim işimize gelmez’ İsrail’den gelen ‘IŞİD’in yıkılmasını istemiyoruz’ açıklaması ve anlaşma maddeleri arasında yer alan, ‘iki devletin karşılıklı askeri ve istihbarat paylaşımı’ kararını değerlendiren İslam Özkan, “Türkiye ile İsrail arasındaki ilişki hiçbir zaman bütünü ile kopmadı. Ticaret ilişkilerinin hacmi mesela her sene rekor üstüne rekor kırdı, askeri araç alım satımı devam etti. Ama Türkiye dış politikada büyük hatalar yaparak, kendisini İsrail’e mahkum etmiş oldu. Türkiye-İsrail arasındaki anlaşma Türkiye için sadece basit bir mutabakat değil, aslında bölgesel bir stratejinin parçasıdır. Bölgede yeni oluşturulmaya çalışılan ya da eskiden beri var olsa da daha pasif durumda olan tekrardan canlandırılmaya çalışılan stratejik bir ittifak bütünlüğü söz konusu. Dolayısı ile Suudi Arabistan’ın, Mısır’ın, Ürdün’ün işin içerisinde olduğu ittifakın belki ilk adımı bu. Türkiye’nin açıklamaları da bunu doğrular vaziyette. Doğrudan buna ilişkin bir şey söylemeseler de İsrail’i bir müttefik olarak gördüklerini ifade ediyorlar” diye konuştu. Hamas-İsrail arasında barış olası mı? Türkiye’nin İsrail’le antlaşma yapmadan önce Mahmut Abbas ve Halid Meşal’le görüşerek antlaşmanın detaylarını konuştuğunu söyleyen Bingöl şöyle devam etti: “İsrail önce Filistinli liderleri ikna etti. En büyük destekçisi Türkiye olması nedeniyle Hamas büyük çekinceleri olmasına rağmen antlaşmadaki ambargonun hafifletilmesi, içme suyu ve elektrik santrali için Türkiye’ye teşekkür etti. Hamas ile Türkiye ilişkilerinin bozulması söz konusu değil, antlaşmanın detaylarında olmasa da önümüzdeki süreçte Türkiye’nin arabuluculuğuyla yeni bir İsrail-Hamas barış görüşmesi başlayabilir.” Dış politikada ideolojik yaklaşımdan, pragmatik yaklaşıma… Ümmetin liderliği politikasından, ülkeyi kurtarma telaşına. Hatta başkanlık sistemi arayışlarına kadar her şey, iç içe geçmiş aynı süreçlerin, ülkenin “yeni dünya düzeninde” sürdürülebilir olma girişimleri niteliğindedir. İsrail’le barışmak, Rusya’ya iletildiği belirtilen özür mektubu meselesi, bütün “U” dönüşleri bunun gereği olarak yapılıyor. Yeni sürece Ahmet Davutoğlu’nun son birkaç yılda uygulanan yanlış politikaların müsebbibi olarak gösterilip bir nev-i azledilmesiyle başlandı. Demek ki planlanan politika değişikliğinde bazı tasfiyelerin yaşanması gerekiyordu önce o yapıldı. “Pax Middle East” “U” dönüşlerini anlamak çok mümkün. Çünkü Akdeniz’in Güneydoğusu Kıbrıs merkezli ciddi bir gaz havzasında üretim başlıyor. İsrail, Türkiye, Suriye, Kıbrıs, Mısır, Yunanistan o bölgede petrol üretecekler. Avrupa’ya yani dünyanın en büyük “gaz” alıcısına giden en kestirme yol da Türkiye’den geçiyor. Mevcut durumda Avrupa bölgesi ve Türkiye, Rusya ve İran’a gaz açısından neredeyse tamamen bağımlı durumdalar. Bu bağımlılıktan kurtulmak ve gaz fiyatını belirleyen İran ve Rusya gibi tekellerin yapısını kırmak açısından “dünyada yeni bir gaz piyasasının oluşması” gerekli görülüyor. Ve tamda bu noktada Kürdistan’ın en önemli doğal zenginliği olan doğalgazın Akdeniz gaz havzasına ulaştırılması için harita değişiklikleri düşünülüyor. Suriye, Irak’ın bölünmesi gibi konular belli ki önemli merkezlerde tartışılmaktadır. Her iki ülke de yaşanması muhtemel siyasal değişiklikler Türkiye’nin önemini Kürdler açısından yaşamsal kılmaktadır. Aynı durum Türkiye için de geçerlidir tabi. Türkiye iç barışını sağlayamazsa, Güney Kürdistan ile derin stratejik ilişkilere giremezse sürdürülebilir olması zaafa uğrayacaktır. Yeni bir şeyler geliştirilmeli. Şu anda Ortadoğu yüzyılın başındaki durumundan çok farklıdır. Zayıf, irade ortaya koyamayan Kürd halkı yok artık. Türkiye açısından da durum çok değişiktir. Birinci dünya savaşı sonrasında “var olma”, ayakta kalabilme mücadelesi verilirken, bugün “güçlü olma”, sürdürülebilir olma noktasına gelinmiş durumda. Türkiye’nin sürdürülebilir olma durumu da eski, dışlayıcı, sert politikaların tersi politikalarla mümkün. Eski politikaların aşılması ise büyük güçlerin önerdiği “Yeni Ortadoğu” projesini yerel inisiyatifle “Pax Middle East”(Ortadoğu Barışı) oluşumuyla geliştirme, dönüştürme ihtimali var. Küresel güçler, İran gibi yerel güçler, iç dinamikler buna ne düzeyde izin verirler bilmiyorum ama Türkiye’nin bunu zorlamasında, Kürdler’in de birlikte yaşadıkları bütün güçlerle barışmasında büyük fayda ve imkân var gibi görünüyor. Kürdler’in var olmasıyla, Türkiye’nin “sürdürülebilir” olması sanki aynı alın yazısında birleşmiş gibi. SETA yayınlarından çıkan Ali Balcı’nın “Enerjisine Kavuşan Komşuluk- Türkiye/ Kürdistan Bölgesel Yönetimi İlişkileri” isimli çalışmanın çok iyi okunması gerektiğini düşünüyorum. Yıldızın parladığı anlar… Ünlü Avusturyalı yazar Stefan Zweing 1920’li yıllarda yayımladığı ve Türkçe’ye “İnsanlığın Yıldızının Parladığı Anlar” olarak çevrilen kitabın iki sayfalık önsöz kısmı etkili, kısa ve güçlü anlatıma örnek metinlerden biri niteliğindedir. Zweing kitabın önsözünde umudun tavan yaptığı, her şeyin birden bire değiştiği iyi değerlendirilmiş anlara “yıldızın parladığı anlar” der. Önsözün başka bir yerinde ise Zweing o anlar için “bireyin ve ulusların yaşamını ve hatta bütün bir insanlığın yazgısını (bu anlar- ö.ç) belirler” der. Aynı kitabın ilerleyen kısımlarında ise Zweing “savaşa hazırlanan bütün diktatörler hazırlıklarını tamamlayıncaya kadar barıştan söz ederler diye yazmaktadır” bizim küçük ve büyük diktatörlerin sürekli savaştan söz etmelerini nasıl yorumlayalım peki. Bence iyiye yorumlayıp “yıldızın parladığını gördüler, hazırlanıyorlar” diyelim. 12 BasHaber SÖYLEŞİ 4 - 10 Temmuz12 2016 SİYASET İdari değişikliklerin amacı belirsiz M Eren Dinç ardin’in Midyat, Van’ın Erciş ilçelerinin il olması gündemde. Geçtiğimiz aylarda gündeme gelen Şırnak il merkezinin Cizre’ye, Hakkâri il merkezinin de Yüksekova’ya taşınması tartışmalarına Midyat’ın Mardin’den ve Erciş’in Van’dan koparılarak il olması da eklendi. DBP’nin yönettiği Mardin ve Van Büyükşehir belediyelerinin statüsü ise ‘büyükşehir’den normal belediyeye dönüştürülecek. Ayrıca bu kentlerin milletvekilli dağılımı da yeniden yapılarak, Mardin ve Van milletvekili sayısı azaltılacak. Hükümet, DBP’li belediyelerin gelir kaynaklarının PKK’ye aktarıldığı yönündeki iddialarını bu değişiklik talebine gerekçe olarak ileri sürmekte. Meclis’te 2012 yılında kabul edilen 6360 Sayılı 13 ilin büyükşehir belediyesi yapılması ve 26 ilçe kurulması hakkındaki kanun ile büyükşehir belediyesi olabilmek için nüfusun en az 750 bin olması şartını getirmişti. İlçelerin il olması için de nüfuslarının en az 100 bin olması gerekiyor. Midyat ve Erciş’in nüfus yeterliliği yok 6360 Sayılı Kanun Maddesi göz önünde bulundurulup Midyat ve Erciş’in sadece nüfusları incelendiğinde rakamlar yetersizliği ortaya koymakta. Buna göre; 2015 yılı Adrese Dayalı Nüfus Kayıt Sistemi (ADNKS) verilerine göre, Mardin’in nüfusu 796 bin 591 iken, il yapılması planlanan Midyat’ın nüfusu 105 bin 952’dir. Midyat’ın il olması halinde Mardin nüfusu 690 bin 639’a düşecek. Van’ın nüfusu ise ADNKS verilerine göre, 1 milyon 96 bin 397 iken, Erciş’in nüfusu ise 173 bin 795’tir. Erciş’in il olması halinde Van’ın nüfusu 895 bin 602’ye düşecek. Erciş’e bağlanacak başka ilçelerle birlikte Van nüfusu 750 binin altına inecek ve o da büyükşehir statüsünü kaybedecek. Konuya ilişkin BasHaber’in sorularını yanıtlayan Erciş Belediye Başkan Vekili Güler Avcı, kayyum meselesinin ardından bu gelişmenin yaşanmasını demokratik bulmadıklarını söylerken, Midyat Belediye Başkanı Şehmuz Nasıroğlu, Cumhurbaşkanı’na il olma taleplerini ilettiklerini ve Midyat’ın il olma potansiyelinin olduğunu savundu. Avcı: Kayyum meselesinin ardından gelmesi manidar Erciş Belediyesi Eş Başkan Vekili Güler Avcı, Erciş’in il olmayı hak eden bir ilçe olduğunu ancak kayyum meselesinin ardından böyle bir kararın çıkmasının da manidar olduğunu söyledi. Erciş’in ticaret, tarım ve hayvancılık merkezi olduğunu söyleyen Avcı, Erciş’in il potansiyeline sahip olduğunu dile getirdi. Belediye olarak halkın tercih ve menfaatlerinin yanında durduklarını söyleyen Avcı, tepeden kararlar yerine bu konunun referandum yoluyla halka sunulması gerektiğini ifade etti. DBP’li belediyelere kayyum atanacağına ilişkin konuşan Avcı, şunları söyledi: “Şimdi böylesi bir temsiliyet ile göreve gelmiş bir yönetimi memur atamalarıyla saf dışı bırakmaya çalışmak ne hukuk anlamında ne de demokrasi anlamında kabul edilecek bir şey değil. Halka sorulsun bu konu. Yine de ikna olmazlarsa kayyum atanacak dedikleri yerlerde hemen yarın seçime gidilsin. Halk herkese gerekli yanıtı verecektir” diye konuştu. ‘Erciş’in eski canlılığına dönmesi gerekir’ Erciş’in Van’ın ikinci büyük ilçesi olduğunu belirten Avcı, Erciş ilçesinin Kuzey Serhad bölgesinde halkların mozaiği olan bir ilçe olduğunu kaydetti. Avcı, 2011 yılındaki deprem ile büyük bir yıkım yaşayan Erciş ilçesinin hem TOKİ hem de kentsel dönüşüm projeleri ile büyük darbeler aldığını vurguladı. “İlçe merkezindeki 44 hektarlık alanda uygulanacak olan Kentsel Dönüşüm Projesi’ne hala başlanılmadı. Hala rant ve çıkarla hareket edilerek proje seçimden seçime erteleniyor” diyen Avcı, dönemin belediyesinin 2012 yılında aldığı kararla kentsel dönüşüm ve ilçenin yeniden rehabilite edilmesi ilgili bütün yetkilerini Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na devrettiğini ifade etti. Erciş ilçesinin göç alan bir konumdayken göç vermeye başladığına dikkat çeken Avcı, bundan dolayı ilçenin ekonomik anlamda çökmeye doğru gittiğini söyledi. Avcı, öncelikli olarak ilçenin eski canlılığına dönmesi için gerekli çalışmaların yapılması için çağrıda bulunurken, küçük ölçekli esnafın günlük idamesini bile yerine getirirken zorlandığını kaydetti. Avcı, son olarak Erciş’in il olması durumunda hangi ilçelerin Erciş’e bağlanacağı konusuna ilişkin ise net bir bilgilerinin olmadığını ifade etti. Öte yandan DBP’li Erciş Belediye Eşbaşkanları Diba Keskin ile Abdurrahman Çağan ile birlikte 2 eş başkan yardımcısı, grup başkan vekili, 2 belediye meclis üyesi de tutuklu. Ayrıca 5 belediye meclis üyesi hakkında da tutuklama kararı bulunuyor. Kadırhan: Büyükşehirlerin statüsü ile ilgili bir değişiklik meselesi Güneydoğu Anadolu Bölgesi Belediyeler Birliği (GABB) Eş Başkanı Serhat Kadırhan BasHaber’in sorularını yanıtladı. Kadırhan, AKP hükümetinin bununla Mardin Büyükşehir Belediyesi’nin statüsünü almaya yönelik bir karar olabileceğini belirterek şunları söyledi: “AKP’nin Mardin’de en çok oy aldığı yer Midyat’tır. Yine aynı şekilde Erciş merkeze AKP’nin en fazla oy aldığı yerlerden biri. AKP hem oradaki tabanını sağlamlaştırmak hem de oradaki büyükşehir belediyelerinin statüsü ile ilgili bir değişiklik yapma meselesi olabilir. Şırnak merkezinin Cizre’ye taşınma meselesinin de gündemde olduğunu söyleyen Kadırhan, bunun olabilirliğini mümkün görmediğini söyledi. Cizre’nin il olması için bir engelinin olmadığını belirten Kadırhan şöyle devam etti: “Bunu nasıl yapacaklarını da bilmiyorlar. Şehrin isminin Şırnak kalacağı belirtilirken, merkezin Cizre’ye taşınacağı söyleniyor. Bir ilin merkezini değiştirmek akılcı ve mantıklı değildir. Suni gündemler yaratarak, halk arasında gündemi değiştirmek için yapıyorlar. Ben böyle değerlendiriyorum.” ‘Fiili bir kayyum durumu var zaten’ DBP’li belediyelere kayyum atanması konusunu da değerlendiren Kadırhan, kayyum meselesinin bununla ilgili olmadığını söyledi. Kadırhan, yaşadıkları bölgede kayyumun fiili olarak var olduğuna dikkat çekerek, çalışmaların engellendiğini belirtti. AKP hükümetinin kültürel değerlere saldırdığını dile getiren Kadırhan, “Teröre destek veren belediyeler için bu söyleniyor. Fakat ortada bir şey yok. Örgüte destek verdiğimize yönelik mahkeme kararı bile yok. Bu işin bir kriteri olmalıdır. Kafadan bir yere kayyum atamak demek uluslararası alanda izahı güç bir meseledir. Bunun somut bir verisinin olması gerekir ama yok. Bir şeyler bulmak için çok uğraştılar, müfettişler gönderildi. Ama bir şey bulamadılar. Aksi takdirde AKP basını şu an ondan konuşurdu. Zaten birçok hukuksuz uygulama bölge belediyelerinde uygulanıyor” diye konuştu. Nasıroğlu: Midyat’ın il olma potansiyeli var Midyat Belediye Başkanı Şehmuz Nasıroğlu ise, Midyat’ın il olması için mücadele ettiklerini belirterek, Midyat’ın ekonomik-sosyal-kültürel yönden il olması için uygun potansiyele sahip olduğunu söyledi. Nasıroğlu, daha önce bu konu hakkında Cumhurbaşkanı ile görüştüğünü ifade ederek, Midyat’ın il olması için bilgi verdiğini söyledi. Midyat merkezinin 110 bin nüfuslu olduğunu söyleyen Nasıroğlu, kültür ve dinlerin buluştuğu tarihi bir nokta olduğunu, eğitim seviyesi bakımından önden gelen bir ilçe olduğunu kaydederek, Midyat’ta birçok halkın birlikte yaşadığını söyledi. ‘Midyat il olursa halk bundan memnuniyet duyar’ Çatışma ortamının olmadığı zaman Midyat’ın yaşamaya daha elverişli olduğunu belirten Nasıroğlu, Midyat merkezinin her anlamda gelişmiş olduğunu ve her yıl binlerce turistin geldiğini ifade etti. Midyat’ın il olmasından duyacakları memnuniyeti dile getiren Nasıroğlu, Midyat’ın il olması durumunda hizmetlerin daha da iyi olacağını, sosyal hayatın değişeceğini, halkın da bundan memnuniyet duyacağını vurguladı. Ekonomik açıdan da Midyat’ın daha iyi bir konuma geleceğini belirten Nasıroğlu, coğrafi konumu açısından da uygun olduğunu belirtti. Belediyelere kayyum atanacağı yönündeki açıklamalara değinen Nasıroğlu şunları söyledi; “Bu konuda tam bilgim yok ama kayyum meselesi ile ilgili bir gelişme olmadığını düşünüyorum. Midyat’ın il olması ile ilgili bir durum değildir kayyum meselesi.” Kurtulmuş: Bu konu gündeme gelmedi Şırnak ve Hakkâri il merkezlerinin idari olarak Cizre ve Yüksekova’ya taşınarak isimlerinin değiştirilmesinin yanında, Erciş’in Van’dan, Midyat’ın da Mardin’den ayrılarak il yapılması konusuna dair açıklama yapan Başbakan Yardımcısı Numan Kurtulmuş, “Böyle bir konu gündeme gelmedi. Bir gazetedeki açıklamayı esas alarak fikir beyan edemeyiz. Bunlar tartışıldığı zaman gündeme gelir, sizinle paylaşırız” yanıtını vermişti. SURİYE BasHaber 4 - 10 Temmuz 2016 13 SÖYLEŞİ Suriye’de IŞİD eriyor Batı-Rojava ilişkisi evrilebilir mi? 13 Yine yargı reformu! Cemil Hayek SENNUR BAYBUĞA eride bıraktığımız 5 yılın ardından Suriye’de yaşanan savaşın gidişatı belirsizliğini koruyor. Sürekli el değiştiren şehirler, köyler ve hatta mahalleler var. Tarafların birbirlerine karşı tutumları, ayrılan birleşen gruplar, bir diğerine biat veya düşmanlık ilan eden örgütler, Cenevre görüşmeleri, ateşkesler ve dış müdahaleleriyle Suriye savaşı devam ediyor. Savaş ve dolayısıyla bölgenin durumu, tam anlamıyla çok bilinmeyenli bir denkleme dönüşmüş durumda. Gelinen aşamayı gazeteciler Fehim Işık ve Ferhat Aktaş, BasHaber’e değerlendirdi. Türkiye’nin Rusya ile başlayan, önümüzdeki günlerde Suriye ile devam edeceği öngörülen yakınlaşmayı ve Suriye’de Kürdlerin geleceğini değerlendiren gazeteci Fehim Işık, “Türkiye, Kürdlerin bölgede özellikle de Rojava’da bir statü elde etmemesi için Esad ile ilişkileri normalleştirmeyi amaçlamaktadır” diye konuştu. İstanbul Atatürk Havalimanı’nda kendini patlatan canilerin öldürdüğü insanların parçaları toplanırken ve yaralılar hastanelere taşınamazken, ülkenin başkentinde bizim seçtiğimiz kimin vekili olduğunu tam kestiremediğim bir kısım insanlar, sabahlara kadar yemek arası vererek sadece, yargıya parmak attılar. Atmalara doyamayıp tıpkı eğitim sistemi gibi üç yıl içinde üç defa oynadıkları yargı düzeninde kendileri aleyhine buldukları küçük çatlaklardan sıvaya sıvaya yürüyemedikleri yolları, başlarını kopara kopara yargıçları bir kez daha dizayn ettiler. Kuvvetler ayrılığının az da olsa uygulandığı, siyasetçilerin en uygun baskı araçlarından; kimisi gasp araçlarından birisi olarak kullanıldığı anayasal döneme, fatiha okutacak kadar rezil dönemlere giriyoruz. Ortalama her vatandaşın, küçük yaştaki çocuğun, evindeki kadının, sokaktaki öğrencinin, işçinin, madende ölen madencinin, liselinin, üniversite hocasının, Kürdün, Alevi’nin, Ermeni’nin mağduru olduğu, tümünün adliye kapılarında hala bir umut inançla adalet bekledikleri kokuşmuş sistemimiz, kendini çek ederek bizi beterin beterine de alıştırmaya devam ediyor. 1982 Anayasası’nın mimarı üniversitede Anayasa Hukuku dersi aldığım Orhan Aldıkaçtı’nın bile hayalini kuramayacağı kadar antidemokratik ve denetimi yapılamaz bir anayasal sistem örülüyor Türkiye’de sessizce ama gürültülü olarak. Yakında yeni bir anayasa yapmak için kimsenin çenesini yormasına masa arkalarında yumruklaşmasına gerek kalmayacak. Yargıcın iplerini eline alırsan, yazılı bir hukuk sistemine ihtiyacın kalmaz. Meclis’ten acele bir iştahla geçirilen, Danıştay Kanunu ve Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Tasarısı ile Yargıtay ve Danıştay üyelerinin tümü ‘işini kaybedecek’, HSYK ve Cumhurbaşkanı atamalarıyla yüksek yargı tam kontrol altına alınacak. Yargıtay’ın 516 olan üye sayısı 310’a, Danıştay’ın 195 olan üye sayısı 116’ya indirilecek. Yargıtay’da 46 olan daire sayısı 24’e, Danıştay’da 17 olan daire sayısı ise 10’a düşecek. Danıştay daire sayısı 17’den 10’a düşecek. Danıştay, dokuzu dava, biri idari daire olmak üzere 10 daireden oluşacak. Yargıtay’daki 46 olan daire sayısı 24’e düşürülecek. 23 Hukuk Dairesi sayısı ile 23 Ceza Dairesi sayısı 12 olacak. Yargıtay üyeleri 12 yıl için seçilecek. Görev süresi sona erenler, HSYK’nın ilgili dairesince adli yargıda sınıf ve derecelerine uygun bir göreve atanacak. Görevi sona eren üyelerin Yargıtay’la ilişkileri kesilecek ancak atamaları gerçekleşinceye kadar özlük hakları Yargıtay tarafından karşılanacak. Yargıtay Birinci Başkanı seçilebilmek için öngörülen kıdem süresi, 10 yıldan 6 yıla düşürülecek. Yargıtay Genel Sekreteri seçilebilmek için 5 yıl Yargıtay üyeliği yapma şartı kaldırılacak. Birinci Başkanlık Kurulu, seçimden itibaren 10 gün içinde, dairelerin iş durumunu ve ihtiyaçlarını dikkate alarak Yargıtay üyelerinin hangi dairelerde görev yapacağını yeniden belirleyecek. Başkanlık Kurulu, en geç 3 yıl içinde daire sayısını indirecek. Yargıtay Birinci Başkanı, Cumhuriyet Başsavcısı, Birinci Başkanvekilleri, Cumhuriyet Başsavcıvekilleri, Daire Başkanları ve üyelerin kadro sayısı 200’e düşünceye kadar, boşalan her iki üyelik için bir üye seçimi yapılacak. Seçim yapılmayan üye kadroları başka bir işleme gerek kalmaksızın iptal edilecek. Danıştay’da toplantı ve görüşme yeter sayısı İdari Dava Daireleri Kurulu için 15, Vergi Dava Daireleri Kurulu için ise 11 olacak. Danıştay’ın temyiz merci olarak görevi, ‘bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış uygulanması şeklinde ortaya çıkan hukuka aykırılıkların’ denetimini yapmakla sınırlı olacak. Başkanlık Kurulu’nun kararlarına karşı Başkanlar Kurulu’na 7 gün içinde itiraz edilebilecek. Başkanlar Kurulu, Başkanlık Kurulu kararlarını aynen onaylayabileceği gibi değiştirerek de onaylayabilecek. İtiraz üzerine verilen kararlar kesin olacak, bu kararlar aleyhine başka bir yargı mercine başvurulamayacak. Kadılık düzeni inşa edilecek ve biz mesleği bırakıp menemen yapmaya başlayacağız yakında. Geçmiş olsun. G “Askeri işbirliği siyasi işbirliğine dönüşecektir” Kürdlerin Suriye’de kendi bölgeleri dışına sarkmak gibi bir talebi olmadığını vurgulayan Işık, “Kendi bölgelerinde değişik koşullarda kendilerini yöneterek yaşamak istiyorlar. Şimdiye kadar bu talep ne Suriye Rejimi, ne de ABD tarafından ciddi bir destek görmedi. Ancak Suriye’de ortaya çıkan tablodan sonra kendi topraklarını işgalcilere karşı en iyi biçimde savunan, IŞİD’in ortaya çıkmasından sonra IŞİD’i ciddi anlamda püskürtenlerin Kürdler olduğu görülünce, bu tablonun değiştiğine dikkat çekti. ABD’nin, Irak’ta yaşadığı deneyimden sonra kara güçleri ile Suriye’ye girmek istemediğini belirten Işık, “Karadan giremeyince oradaki diğer güçleri, radikal örgütlere karşı destekledi. Yerel güçlerle özellikle YPG/YPJ ile ve Demokratik Suriye Güçleri’nin diğer bileşenleri ile işbirliğine girmek istediler. Şimdiye kadar ortaya çıkan olgu askeri işbirliğidir. Bunun siyasal işbirliğine dönüşeceği görülüyor. Ancak bu gelecek konusunda özellikle vurgulamak istediğim şey şu, devletler kendi çıkarlarını yaşama geçirirken esasen o ülkedeki halkların özgürlüğünü, demokrasi mücadelesini ya da demokrasiye kavuşmalarını öncelikli olarak önlerine koymazlar. Ancak burada yerel gücün güçlü olması kendini koruyabilecek bir statüde olması, büyük devletlerin bakış açısında değişikliğe neden” olur diye konuştu. Siyasal işbirliklerin ortaya çıkardığı sonuçları da değerlendiren Işık, “Bu süreçte Kürdlerin Rojava’da ve Güney Kürdistan’da ilişkileri giderek daha sağlam zeminler üzerine oturacak. Bu da beraberinde bölge devletlerini, yönetimlerini de etkileyecek. Bugün Güney Kürdistan’da Irak hükümetinin Kürdler dışında bir çözüm üretebilmesi mümkün değil” dedi. “IŞİD çok kan kaybetti” Başta IŞİD olmak üzere Suriye’de savaşan güçleri ve bu güçlerin hakim olduğu alanları, aralarındaki ilişkileri değerlendiren Ferhat Aktaş ise, sahada ÖSO türevli yapıların lokal kaldığını, Suriye Ordusu’nun taktiksel operasyonlarıyla gerilediği aşamada derli toplu, farklı coğrafyalardaki savaş süreçleri içinde yetişmiş çok sayıda unsura sahip olduğunu, ancak gerilla savaşını sentezlemiş mobilize selefi İslamcı örgütlere yatırım yapmanın daha cazip göründüğünü ileri sürdü. Aktaş, “Bu anlamda bu örgütler ABD-AB başta olmak üzere birçok ülke için kullanışlı araçlardı. Bumerang etkisi yaratıp onları vurabileceğini bile bile desteklediler. Darbeden ümidi kesen yıkım stratejisinin sahipleri Libya modeline ağırlık verdikleri dönemin ürünüdür IŞİD ve Nusra Cephesi. Elbette IŞİD gerek Suriye’nin kuzey ve doğusunda gerek Irak’ın bir bölümünde benzerlerine oranla daha yıkıcı bir etki yaratarak kısa süre içinde büyüdü ve hâkimiyet alanlarını genişletti. İşgal ettiği bölgelerin petrol kuyuları sayesinde milyon dolarlarla ölçülen ekonomik rant döngüsü de yarattı. Bunun dışında ülkeler arası geçiş noktalarının kesiştiği noktaların bir bölümünü tutarak her türlü kaçakçılıktan büyük gelir elde ettiğini“ söyledi. IŞİD’in savaş tarzı ile alışılagelen deneyimlerle kısmen benzerlik gösterdiğini ancak vahşeti koşullayan pratiğiyle değişkenlik gösterdiğini ifade eden Aktaş, “Aksiyon filmlerini aratmayan sahnelere benzer infaz ve toplu katliam pratiğini profesyonel çekimlerle kayıt altına alan örgüt bunları ajitasyon ve propagandasının temel materyalleri olarak kullanıyor. Sahada gördüğümüz silahlı militanlarının dışında onlarca ülkede yaygın iletişim ağlarıyla harekete geçirebildiği sempatizanlara sahip. Yaratıcı anarşi konularında derslerine iyi çalışmışlar diyebiliriz. İleri düzeyde istihbarat ve teknik kullanımı CIAMOSSAD tornasından geçtiklerinin ispatı olduğunu“ savundu. IŞİD’in Rakka’dan Musul’a iki ülke arasındaki büyük çoğunluğu çöl arazisi bulunan şehir ve kasabaları tuttuğunu, gövdesi şişerken de çokça kan kaybettiğini vurgulayan Aktaş şunları söyledi: “Örgüt Suriye Ordusu ve müttefikleri, Irak Ordusu ve müttefikleri ile Kürd YPG - Peşmerge ve müttefikleriyle yaşanan çatışmalarda daha önceleri işgal ettiği bölgelerin bir bölümünden sökülüp atıldı. Haseke, Halep’in kuzey ve doğu kırsalı, Rakka’nın kuzey kırsalı, Humus’un doğu kırsalı, Palmira, Şengal, Tikrit, Felluce, Amirli vb. onlarca ilçe ve kasaba ile yüzlerce köyden sökülüp atıldı. Bu bağlamda bir erimeden bahsedebiliriz. Örgüt her geçen gün kan kaybediyor ve orta vadede daha büyük bozgunlar yaşayacağını” söylüyor. 14 BasHaber SÖYLEŞİ 4 - 10 Temmuz14 2016 AZINLIKLAR Azınlık okulları var-yok arası T Diler Badikan ürkiye’de yüzyıllardır anadilde eğitim veren azınlık okullarının sayısı git gide azalmakla beraber, bu okullara olan ilgi de azalıyor. Milli Eğitim Bakanlığı (MEB)’na bağlı olarak eğitim veren bu okullar, 1970’lere kadar devletten öğrenci başına çok cüzi bir miktarda bütçe alıyordu. Devlet tarafından desteklenmeyen ve bu yüzden de maddi sıkıntı yaşayan azınlık okulları, vakıfların katkıları ile yapılan bağışlar sayesinde ayakta durabiliyor. Kültürel ve ekonomik anlamda yaşam mücadelesi veren azınlık okullarının ders materyalleri MEB tarafından hazırlanıyor. Türkiye’nin kronik sorunlarından olan soykırım konusu tarih kitaplarında Ermenilere “hain” tanımlaması yapılarak veriliyor. Ermeniler bu soruna çare olarak kendi materyallerini üretseler de, yasal olarak MEB müfredatına uyulması zorunluluğu var. Öyle ki Lozan Anlaşması’na göre azınlık okullarında zorunlu Türkçe dersleri verilmesi ve okul denetimlerinin Türk öğretmenler tarafından yapılması öngörülüyor. Bu müfredata karşı çıkan Ermeni, Süryani, Musevi toplumunun defalarca dile getirdiği müfredatının değiştirilmesi talebi, şu ana kadar karşılık bulabilmiş değil. 1894’ten 2013’ e kadar 6415 okul kapatıldı! Lozan Antlaşması’nın 41. maddesine göre devletin azınlık kurumlarına destek yükümlüğü var: “Kamusal eğitim konusunda, Türk hükümeti, Müslüman olmayan uyrukların önemli bir oranda oturmakta oldukları il ve ilçelerde, bu Türk uyruklarının çocuklarına ilkokullarda ana dilleriyle öğretimde bulunulmasını sağlamak bakımından, uygun düşen kolaylıkları gösterecektir. Müslüman olmayan azınlıklara mensup Türk uyruklarının önemli bir oranda bulundukları il ve ilçelerde, söz konusu azınlıklar, devlet bütçesi, belediye bütçesi ya da öteki bütçelerce, eğitim, din ya da hayır işlerine genel gelirlerden sağlanabilecek paralardan yararlanmaya ve pay ayrılmasına hak gözetirliğe uygun ölçülerde katılacaklardır. Bu paralar, ilgili kurumların yetkili temsilcilerine teslim edilecektir.” Osmanlı döneminde Musevilerin, Ermenilerin, Rumların, Bulgarların, Keldanilerin, Süryanilerin, Marunîlerin ve başka toplulukların anadilinde eğitim yapan okulların 1894’le 2013 arasında 6 bin 415 tanesi kapatıldı. Devletin destek yükümlülüğüne rağmen destek olmadığı azınlık okullarının sayısı gün geçtikçe azalmakta. Öyle ki 19241925 eğitim öğretim yılında 138 azınlık okulu varken, 2011-2012 eğitim öğretim yılında bu rakam 22’ye düşmüştü. Tamamı İstanbul’da bulunan bu okulların 16’sı Ermenilere, 5’i Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Rumlara, 1’i Musevilere ve 1 tanesi de Süryanilere ait. Gökçeada İlkokulu’nun yeniden eğitime başlaması ve Süryanilerin açmış olduğu davayı kazanmaları ile kurulan Süryani Ana Okulu ile beraber 24 azınlık okulu sınırlı imkanlara rağmen eğitim vermeye çalışıyor. Soy kodu uygulaması: Azınlık olduğunu ispatla Azınlık okullarının önemli sorunlarından biri de: Çocuğun anne ve babasının T.C. vatandaşı olması yanında Ermeni, Rum ve Musevi, Süryani olduğunu da ispatlaması zorunluluğu. Nüfus kayıtlarında Müslüman görünen bir Ermeni ya da Rum çocuğunun azınlık okullarına kaydolması imkânsız. T.C. vatandaşı olmayan Ermeni, Rum ve Museviler de sadece ‘misafir öğrenci’ statüsünde okuyabiliyorlar. Süryaniler 86 yıl sonra ilk defa okul açtılar Mardin’deki son Süryani okulu 1928’te kapandı. Süryaniler 1950’lerde okul açmak istedi ama izin alamadı. 2013’te okul açmak isteyen Süryanilere MEB azınlık olmadıkları gerekçesiyle izin vermedi. Bunun üzerine açılan davada Ankara 13. İdare Mahkemesi, Lozan Antlaşması’na göre tüm gayrimüslimlerin azınlık olduğuna ve okul açabileceğine hükmetti. MEB kararı temyize götürmeyerek ilk Süryani okulu için yolu açtı. Böylece, 2014’te açılan Süryani Anaokulu Özel Mor Efrem ile birlikte Süryani çocuklar anadillerinde eğitime 86 yıl sonra kavuşmuş oldu. Haber Merkezi: Yeter Polat, Öztekin Çaçan, M. Salih Batırhan, M. Emin Kan, Çimen Gümüş Dilan Almaz, Murat Özdemir, Eren Dinç, Mustafa Erğün İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Sennur Baybuğa Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal Azınlık okullarının sorunlarını, taleplerini Erol Dora, Garo Paylan ve Uluslararası Azınlık Hakları Grubu Türkiye Koordinatörü Nurcan Kaya BasHaber’ e değerlendirdi. Devletin azınlık okullarına yaklaşımı Azınlık okullarına ait ayrı bir mevzuatın olmamasının “dezavantajlı” bir durum yarattığını dile getiren Uluslararası Azınlık Hakları Grubu Türkiye Koordinatörü Nurcan Kaya, azınlık okullarındaki öğrencilerin son iki yıldır verilen teşvik burslarından yararlandığını, ancak verilen katkının yetersiz olduğunu ve her an kesilebileceğini belirtti. Devletin geçmişte bu okulları ‘milli varlığa’, yaratılmak istenen ‘milli kültür’e tehdit olarak gördüğüne vurgu yapan Kaya, şunları söyledi: “Bugünkü nüfusları yalnızca on binlerle ifade edilen azınlıkları ve okullarını belki artık o kadar büyük bir tehdit olarak görmüyor devlet. Ancak onları hala denetim altında tutulması gereken yapılar olarak görüyor. ‘Bu okullara ne kadar az hak versek o kadar iyidir’ diye yaklaşıyor. Bu da özünde, devletin hala azınlıkları ve bu okulları eşit olarak görmemesiyle alakalı. Hala azınlık okullarına dair politikalar belirlerken azınlıkların ihtiyaçlarına ve uluslararası hukuka değil, Yunanistan’daki uygulamalara bakılıyor.” Azınlık okullarındaki ders materyallerinin yetersizliğine dikkat çeken Kaya, “Okullar kendi olanakları ile çevirdikleri kitapları, noter onayıyla ve Talim ve Terbiye Kurulu’nun kararıyla kullanabiliyorlar. Bu çok zahmetli ve masraflı bir süreç. Rum okulları Tel: +90 212 243 27 60 E-mail: bas-haber@bas-haber.com www.bas-haber.com Kuloğlu Mh. Turnacıbaşı Sk. Tuner İş Hanı, No: 39 Kat:5 Beyoğlu / İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. Yunanistan’dan kitap getirtebiliyorlar ama mütekabiliyet ilkesinin uygulanması ortaya bürokratik bir süreç çıkarıyor. Ayrıca ülkeler arasındaki müfredat farklılığı öğretmenlerin işini zorlaştırıyor” diye ifade etti. Azınlık okullarına yaklaşımda bir yumuşama olduğunu dile getiren Kaya, sorunları çözecek hukuki adımlar atılmamasını eleştirerek, şöyle konuştu: “Bu okulların sorunlarını ortadan kaldıracak tedbirleri almak mali, idari ve hukuki olarak çok kolay aslında ama devlet hala bu okullara gereken hakları tanımak konusunda direnç gösteriyor. Sanırım bunun nedenlerinden birisi azınlık okulları için geliştirilen standartların Türkiye’deki başka etnik grupların ileride kuracakları okullarda uygulanması korkusu.” ‘Devlet azınlık okullarına pozitif ayrımcılık yapmalı’ Türkiye’nin ilk Süryani milletvekili olan HDP’li Erol Dora, Süryani halkının Lozan Anlaşması kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirterek, Türkiye’ nin AB ile müzakere sürecinin başlamasının ardından Süryanilerin tekrardan okul talebi olduğunu söyledi. 86 yıldan sonra kurulan ilk Süryani okulu olan Mor Efrem Anaokulunun uzun uğraşlar sonucu kurulduğuna dikkat çeken Dora, “Şimdi Meryem Ana Süryani Vakfı okul projesi hazırlıyor. Mor Efrem anaokul olduğu için, eğer ilkokul kurulmazsa eğitim oradan devam etmezse, onunda hiçbir anlamı olmayacaktır” dedi. Devletin azınlıklara pozitif ayrımcılık uygulaması gerektiğini dile getiren Dora, “Bu dillerin yaşatılması için, insanların kendisini bu cumhuriyete ait hissetmesi için, kültürlerin kaybolmaması açısından devletin bu girişimleri desteklemesi gerekmektedir” diye konuştu. MEB’in kitaplarında azınlıklar “hain” Azınlık olarak nitelendirilen halkların aslında azınlık olmadığını Osmanlı döneminde örgütlü kurumları olan, binlerce okulu olan halklar olduğunu belirten Garo Paylan, “Bu halklar, cumhuriyet öncesi ve sonrasında yapılan katliamlarla azınlık durumuna düşürüldüler ve Lozan Anlaşması ile bu toplulukların okulları koruma altına alındı. Ama 95 yıldır Lozan’ın iç hukuku hiçbir zaman oluşturulmadı. Devlet bu okullara bütçe vermek zorunda, fakat verilmiyor” dedi. Azınlık okullarının tanınmamasına Türkiye devletinin “iç korkusu” yorumunda bulunan Paylan, “Çoğulcu bir toplumda yaşamadığımız için bu okullar zor durumda” dedi. Ermeni çocuklarının yarısından fazlasının bu okullarda eğitim gördüğünü belirten Garo Paylan, okulların şartlarının iyi olması ve ‘tehlikeli’ gösterilmemesi halinde çocukların tamamının burada eğitim göreceğini ileri sürerek, “Ders materyallerini kendimiz geliştirmeye çalışıyoruz. Okullarımıza gönderilen tarih kitaplarında hala Ermeniler, Rumlar, Süryaniler ‘hain’ diye yazıyorlar. Maalesef tekçi bakış değişmedi” diye ifade etti. ÇOCUK BasHaber 4 - 10 Temmuz 2016 15 SÖYLEŞİ Çocuk hakkı ihlallerinde istismar birinci sırada! T Dilan Almaz ürkiye’nin istinasız her dönem konuşulan gündem maddelerinden birisi de Çocuk hakları ve bu bağlamda işlenen en yaygın suç olarak istismar. Savunmasız olan çocuklar her dönem, her türden istismara maruz kalıyor. Çocuklar, çok küçük yaşta ağır koşullarda sigortasız ve düşük ücretlerle çalıştırılarak fiziki istismara maruz kalırken, taciz ve tecavüze uğrayarak da cinsel istismara maruz kalıyor. Özellikle Suriye’deki savaştan sonra Ortadoğu’nun yaşam koşullarından kurtulmaya çalışanlar arasında bulunan çocuklar, kötü muamele ve işkencenin ilk sıradaki muhatapları oluyor. Çocukların maruz kaldığı istismar şekilleri incelendiğinde Türkiye’de son zamanlarda bölgede yaşanan çatışmalardan kaynaklı yoğunca bir çocuk hakkı ihlali söz konusu olmakla beraber çocuklara yönelik cinsel istismar vakıalarında da ürkütücü seviyede bir artış var. Savaşın, patronların, yasaların ortak mağduru haline getirilen çocuklar için son zamanlarda koruma amaçlı dernekler kurulsa bile, bu kurumlar sayıları mağdur olan binlerce çocuğu savunmak için oldukça yetersiz kalıyor. Toplumun çocuğa yönelik ilgisiz tutumu, bilinçsizlik, devlet kurumlarının çocuğu korumaması, hak ihlalleri ve istismarların artmasının nedenlerinden. Türkiye cezaevleri de çocuklar için bir hayli tehlike arz ediyor. Devlete ait çocuk esirgeme kurumlarında sık sık istismar haberleri geliyor. Çocukların bu denli korunaklı olduğu iddia edilen yerlerde istismara uğramaları, gözetimdenetim zafiyetini akıllara getirmenin yanı sıra yasaların işlevsizliğini de açıklar nitelikte. Son olarak Karaman Ensar Vakfı’nda ortaya çıkan tecavüz vakaları, çocuklara yönelik cinsel istismar suçunu yeniden gündeme getirdi. Son 4 yılda cinsel istismar yüzde 90 arttı Çocuğa karşı gerçekleşen en çirkin mua- mele kuşkusuz cinsel istismar. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin 34 ve 35. maddelerinde taraf devletlerin çocukların cinsel istismarına karşı da her türlü önlemi alma sorumluluğunda olduklarını belirtmiştir. Ancak gittikçe büyüyen ve bir sektör haline gelen fuhuş şebekelerinin başta kimsesiz veya evden kaçmış ya da ailesi tarafından sahiplenilmemiş çocukları seçmek suretiyle gerçekleştirdikleri bu istismar, insanlık dışı bir muamele olarak en korunmasız varlıklar olan çocukları hedef almakta. Öte yandan dünyada da son 4 yılda çocuklara yönelik taciz veya şiddet uygulamalarının yüzde 90 arttığı kaydediliyor. Tecavüzcülerin tahminen yüzde 5’i ortaya çıkarken yüzde 95’i gizli kalıyor. Ensest ilişkilerin ise binde biri ortaya çıkıyor. Adliyelerdeki 4 tecavüz davasından biri çocuklarla ilgili. Adalet Bakanlığı’nın 2014 verilerine göre, her ay adli tıp kurumuna 650 çocuk cinsel istismarı vakası gönderiliyor. BasHaber, çocuklara yönelik cinsel istismar vakıalarının artışını, bu olayların önlenebilirliğini, hukuki yaptırımları uzmanlara sordu. ‘Yetişkinler çocukları arka bahçeleri olarak görmemeli’ Çocuğa yönelik cinsel istismarın önlenmesinin yetişkinlerin sorumluluğu altında olduğuna dikkat çeken Psikiyatr Cem Taylan Erden, “Yetişkinler öncelikle çocukları kendi arka bahçeleri gibi görmekten vazgeçmeliler, kendi zorluklarını çocuklara yansıtmayı bırakmalılar” dedi. Öncelikle istismarın devamından korunarak ve sonrasında psikolojik bir tedavi ve rehabilitasyon süreci ile çocukların ruhsal yaralarının iyileştirilmesinin mümkün olabileceğini belirten Taylan Erden, istismara uğrayan çocuğun tekrar istismara uğramaması için korunmasının önemine vurgu yaptı. Çocuğa yönelik istismar suçu işleyenlerin küçük bir kısmının psikiyatrik anlamda hasta olduğunu belirten Erden, şunları söyledi: “Yapılan çalışmalarda istismarcıların yüzde 40’lık bir kesiminin pedofili olduğu saptanmıştır. Pedofili olgularının hepsi çocuğa cinsel istismarda bulunmaz. Bu nedenle istismar olgusunu sadece psikiyatrik bir vaka gibi ele alamayız. Bir tedavi sürecinden bahsediyorsak bu ancak cezaevi sürecinde bir rehabilitasyon programı gibi olmalıdır.” Cinsel istismarı önlemenin tek yolu: Eğitim Çocuğa yönelik şiddetin sürekli var olduğunu ancak yeni yeni görünmeye başladığını ifade eden Çocuk Alanında Çalışan Avukatlar Ağı üyelerinden Av. Gazal Bayram, kamusal alanlarda çocuklara yönelik cinsel istismarın yapılması ve bunların adli mercilere ulaşması ile beraber daha fazla görünür kılındığını belirtti. Cinsel istismar vakalarının yüzde 80’inde somut verilerin bulunamadığına ve bu sebepten de faillerin büyük bir kısmının beraat ettiğini dile getiren Bayram, “Aklı başında bir yerel mahkeme ile karşı karşıyaysanız eğer, mahkeme somut veriye ulaşmak için ısrar eder. Ama yok değilse somut veri arayışına girmez ve fail beraat alır” dedi. Türkiye’nin bu konuda en ağır cezaları öngören bir yasaya sahip olduğunu ifade eden Bayram, failler hakkında beraat kararı veren mahkemelere atıfta bulunarak şunlara dikkat çekti, “Mahkemeler, mağdurun beyanlarını dikkate almıyor ve faili koruyor. Asıl sorun önleyici ve koruyu tedbirlerin alınmamasından kaynaklanıyor. Toplumun bilinçlendirilmesi, çocuklara cinsel eğitim verilmesi, toplu alanlardaki denetleme görevi devletin yükümlülüğündedir. İstismara maruz kalmadan önce önlem adı altında hem toplumsal bilinç artırımına yönelik, hem milli eğitim müfredatı üzerine hem de yerelde çalışmalar yaparak bu istismarlar önlenebilir.” ‘Mağdur korunmuyor’ Kanunların istismar mağduru çocukları korumadığını dile getiren Avukat Bayram, 15 çocukların korunmasına ilişkin yapılması gerekenleri şöyle sıraladı: “Çocuk istismara maruz kaldıktan sonra tedavi ve psikolog kontrolüne alınmıyor. Ve istismar mağduru olmaya devam ediyor. Ya da ileride o da istismarcı oluyor. Bu anlamda korumacı bir tedavi metodu yok. Yurtlarda, vakıflarda kalan, eğitim gören çocukların cinsel eğitiminin yanı sıra, burada görev yapan idarecilerin, personellerin tamamı titiz bir eğitimden geçip, seçilerek konumlandırılması lazım.” Cezaevlerinde cinsel istismara uğrayan çocukların durumuna da değinen Bayram, çocukların yetişkinlerin bulunduğu koğuşlarda kalmaması gerektiğini hatta ve hatta çocuk cezaevlerinin tümden kapatılması gerektiğini belirterek, “Koğuşlarda 15 yaşında olan ve 18 yaşında olanın arasında cüsse ve bedensel gelişim olarak uçurum fark oluyor, bu da fiziksel istismarı beraberinde getiriyor. Çocuklar, koğuş içerisindeki koşullardan rahatsız olup bunu dile getirdiklerinde gardiyanlar tarafından hırpalanıp, istismara uğruyorlar. Pozantı ve Şakran örneklerinde olduğu gibi cinsel istismara da uğruyorlar” diye konuştu. Çatışma ortamlarında da çocukların kamu çalışanlarının istismarlarına maruz kaldığını ileri süren Bayram, bu vakaların ise memurlar tarafından yapıldığı için adli mercileri yansıtılmak istenmediğini ve bu olayların ise sosyal medya aracılığıyla öğrenildiğini ifade ederek, “Memurunu koruyan bir devlet anlayışı ile karşı karşıyayız” dedi. ‘Doğru tedavi istismarın izlerini silebilir’ Cinsel istismar travmalarının en derin travmalar olduğuna dikkat çeken Pedagoji Derneği Başkanı Mehmet Teber, bu durumun yetişkinlere olan güveni kırabileceğini belirterek, “Çok farklı alanlarda korkular gelişebilir. Çocuk bu eyleme müsaade ettiği düşüncesi ile aşırı suçluluk duygusu geliştirebilir. Kendini çirkinleştirmeye çalışabilir, hızlı kilo alımına gidebilir. Ya da bunlar başına geldiği için bir an önce büyüyüp çok süslü olgun bir kız gibi görünmek isteyebilir. Küçük çocuklarda alt ıslatma, cinsel konulara merak, çocukluk mastürbasyonu, korkulu rüyalar, depresif durum gibi çeşitli sorunlar görünebilir” diye ifade etti. Gerekli tedavilerin uygulanması halinde istismara uğrayan çocukta meydana gelen travmaların izlerinin büyük ölçüde silinebileceğini hatırlatan Teber, çocuğun ileriki yaşlarında yaşaması muhtemele olan sorunları şöyle açıkladı: “Cinsellik ile ilgili haberler, taciz haberleri, bu konuyu ele alan eğitimler, çeşitli mekânlar istismarı tetikleyebilir ve çocukluğun birikmiş duyguları yeniden ortaya çıkar ve kişiyi esir alır. İşte o an bu istismarın ele alınıp çözülmesi gereken bir andır.” Çocuklara mutlaka mahremiyet eğitiminin verilmesi gerektiğine vurgu yapan Teber, “İyi dokunuş ve kötü dokunuş hakkında çocuğumuzu bilgilendirmek gerekir. Sonrasında çocuklarımızla öyle güven dolu ilişkiler kurmalıyız ki, çocuklarımız bir travma yaşamaları durumunda gelip bize anlatsınlar. Çoğu çocuk korkutulduğu ya da korktuğu için cinsel istismarı anlatmamayı tercih eder” diye kaydetti. 16 BasHaber SÖYLEŞİ 4 - 10 Temmuz16 2016 EDEBİYAT Suzan Samancı: Edebiyat sonsuz evrenim ve biricik sevgilim alamayacağı için dosyasını vermez. Kendini tanıdığından beri edebiyatazar Suzan Samancı doğdu- tan kopamadığını söyleyen Samancı ğu, büyüdüğü coğrafyayı ve edebiyatın hayatındaki yerini şu kişisel yaşantısını edebiyacümlelerle izah ediyor: tına katıyor. Bunu yaparken edebi “Edebiyat: ruhumun oksijeni, estetikten ödün vermeyip salt didak- yaşama sevincim, özgürlüğe giden tikliğin tuzağına düşmüyor. Gerçek yolum, sonsuz evrenim ve biricik olanın şehvetine kapılmadan kendi sevgilim. Yazmak geçmişi özümgerçekliğinin estetiğini kuruyor. semek ve geleceğe bakabilmektir. Aynı zamanda çift dilli bir yazardır. Eskinin şerbetiyle ruh sulanmadıRadikal Kitap’ta Suzan Samancı ğında aydınlığı görmek imkânsızdır. için şunlar yazılmış: “Suzan Saman- Bunun için de irade, cesaret ve sabır cı, ülkemizde korkarım henüz hiç gerekiyor. Beni yazıya iten neden: incelenmemiş olan iki dilliliğin o özgürleşme isteğim ve mutsuzluartırıcı, büyük verimlerinden biri, ğumdu, her mutsuz olanın yazmaya yazarlıkları hiç benzemese de Yaşar yönelmeyişinin farklılığına tutunKemal ve daha niceleri gibi…“ dum, bu tutunma kolay olmadı, salt Türkçe başlayıp Kürdçe yazmaya sezgisellik ve yeteneğin yetmeyecedevam eden Samancı’nın edebiyat ğini çok erken yaşlarda kavradım, serüveni diller, çelişkilerin çatışma- özelin nesnele evrilmesi, gerçekliğin sının edebiyata yansıması, gerçeklik kılık değiştirerek estetik bir sese döile estetik kaygı açılarından tartışıl- nüştürebilme yolculuğu uzun erimli maya değerdir. bir yolculuktur.” İlk kitabı; Reçine Kokuyordu HeRöportajlarında ve edebiyat üzerilin 1993, son kitabı Kürdçe Ew Jin û ne yazdığı yazılarda geçmişten daha Mêrên bi Maske / Maskeli Kadın ve doğrusu gerçekten yola çıktığını Erkekler 2005 yılında yayınlandı. belirtiyor. Gerçekliği yitirmeden Öykü kitapları: Kıraç Dağlar Kar estetik bir biçime ulaşmak kolay deTuttu (1996), Suskunun Gölgesinğildir. Gerçeklik ile estetik arasındade (2001), romanları; Korkunun ki dengeyi kurmak sırat köprüsünIrmağında (2004), Halepçe’den den yürümek kadar zordur. Denge Gelen Sevgili’nin (2009) yanısıra iyi kurulmadığında estetik uğruna birçok dergi ve gazetede denemeleri gerçek ya da gerçek adına estetik yayınlanan Suzan Samancı yazıya yitirilebilir. ilkokulda okumaya düşkünlüğü ile Samancı kendisinin tabiriyle estebaşlamış. Lise yıllarında yazmaya tik ormanı ile gerçek arasındaki denkarar verdiği koşulları aktarırken, geyi nasıl kurduğunu şöyle açıklıyor: 1980’li yılların koşullarını da akta“Her şey gerçeklikten doğar, gerçekrıyor: lik yoksa estetik de yoktur. Gerçek “Yetmişli yılların ortasında vardır, oradadır ve çok boyutludur, Diyarbakır’da lise yıllarında yazargerçeğe giden yollar çoktur, sadece lığı temel meslek olarak seçmeye hakikat biriciktir. Gerçekliği artistik karar vermiştim. On altı yaşlarında bir edayla kavramak, yani bir üst Simone de Beauveoir’i okuduğumda duygusal boyuta taşımak, gerçekliği kendimi ve kadınlığımı keşfettim. imge dünyasında yeniden yoğuUzaklara, özgür, güçlü bir kadın rup her anlamıyla yapılandırmak, yazar modeli çizdim ona mutlaruhun rengini ve sesini katmaktır ka ulaşmalıyım dedim. Amed’de bir ölçüde. Gerçeği olduğu gibi yaşıyordum, kadındım, toplumsal yazmak kolay bir yazma eylemidir, baskıya devletin baskısını da ekleredebiyat denmez buna, bu anlamda sek yok edici üçlü bir kıskaç insanın politik roman, öykü yazmak bıçağın hayallerini darmadağın eden bir ucunda yürümek gibidir, çünkü an’ı gerçekle karşı karşıya getiriyordu.” yazarken anın içinde kayboluşu ve İlk toplu şiirleri 1985-87 yılları ‘kaba gerçekçiliğin’ estetiği yerle bir arasında Sanat Olayı Dergisi’nde etme tehlikesi kendini dayatır. Bu yayınlanan Samancı, o yıllarda tehlikenin ayrımını yapabilmek için Diyarbakır’a gelen Bekir Yıldız çok değişik vahalardan beslenmek ile tanışır. Yıldız yayınlanmasına gerekiyor, bu dengeyi sanat bilinci yardımcı olmak için şiir dosyasını kurar, sonra ’sezgiselliğin rolü’ deriz, ister. Bir kitabın sorumluluğunu bu rolü belirleyen de yine bilinç Y Avaşin Yorulmaz değil midir?” Şöyle genel geçer bir kanı vardır: Çelişkilerin olduğu yerde büyük sanat ve edebiyat adına büyük çıkışlar olur. Çelişkilerin yoğun olması tek başına sanat ve edebiyatın yoğunlaşmasına yetmez. Sanat ve edebiyat adına büyük çıkışlar çelişkilerin çatışması ile olur ki bu da mutlak bir doğru değildir. Ulusal, sınıfsal ve cinsel çelişkilerin en yoğun yaşandığı bir bölgede yaşıyor ve edebiyat ürünleri söz konusu bölgeden besleniyor. Çelişkilerin, çatışmaların yoğun olduğu coğrafyalarda büyük sanatçıların çıkacağını söyleyen Samancı; ‘Her çelişki ve çatışma büyük sanatçıları bağrından çıkartır mı? Büyük sanatçılar için çelişkinin yanında mutlak anlamda çatışmanın da olması gerekmez mi?’ sorularına verdiği cevap sanata bakış açısını da ele veriyor: “Buna verilecek en güzel yanıt, matbaanın kuruluşudur. 1400’lü yıllarda Avrupa’da ilk matbaa kuruluyor ve etkin hale geliyor, 1700’lü yıllarda İstanbul’a bundan elli yıl sonra Diyarbakır’a, bir elli yıl sonra da Bağdat’a ulaşıyor. Don Kişot ile başlayan modern romancılık, Rönesans ve reform hareketleri çok önemli. Sağlıklı kendi koşullarından doğan evrimsel toplumsal geçişler söz konusu, örneğin: Türkiye’de roman Avrupa’yı taklit ve ‘tercüme odalarında’ doğmuştur. Tepeden inme, dayatmacı toplumlara bir de kısıtlayıcı ayıp ve günah durumlarını eklersek sanat nasıl gelişebilir ki? Söz uçar yazı kalır demişler, üç yüz yıllık farkın acısını çekiyoruz bir bakıma, siyasal ve her türlü sosyokültürel yapının anahtarıdır yazı. Batı hep aklı, Doğu ise hep duyguyu temsil ediyor hâlâ, Batı’da gökteki Tanrı yeryüzüne indiğinde çok şey değişti değil mi?” Yazılarını Türkçe yazan Samancı, 2005 yılında çıkan Kürdçe kitabı – Ew Jin û Mêrê bi Maske- ile özlemini duyduğu bir şeyi gerçekleştirdi. Ana dili Kürdçe olsa da Türkçe’yi daha iyi kullanıyor. Yazım anlamında Kürdçe’yi sonradan öğrendi. Çift dilliliğin yazımına ne kattığını ya da eksik bıraktığı bir şeyler olup olmadığı yolundaki soruya da şu cevabı veriyor: “Özgürleşen toplumlar anadilde eğitim görenler ve dillerini koru- yanlar olmuştur; dil varoluştur. Dil konuşuldukça, düşünüldükçe, yazıldıkça doğurganlaşıp, esneklik kazanır. Hafıza, düşüncenin deposu, dil ise aracıdır. İrade denetleyici, akıl yönlendiricisidir. Bilinç ise bunların en üstünde yer alan parıldayan güneşidir. Benim ana dilim Kürdçe’dir, Türkçe’yi üç yaşından sonra öğrenmeye başlamışım; Yasaklı bir dil, eğitim dili olmadığı zaman egemen bir dil ile şekillenirsiniz ve o dil sizin önceliğiniz olur, eğitim diliniz olarak dayatılmışsa, entellektüel yapılanmanızda o çerçevede oluşurken, unutulmaması gereken çok önemli bir şey var: Ruhsal oluşum ve o iç sesten kurtulamazsınız, insanın ruhsal müzikalitesinin, duygularının temeli ana dilidir, insan ne denli aşkın olursa olsun, bir aidiyet duygusu vardır, bu aidiyetlik kendi oluş ve özgürlüktür.“ Birçok Kürdün geçmişinde olduğu gibi Samancı’nın da geçmişinde Erivan Radyosu, masallar ve söylenceler var: “Çocukluğumda hep Diyarbakır’da yaşamadığım halde evde Kürdçe konuşurduk, her akşam Erivan Radyosu’nu dinlerdik, anneannemin, babaannemin masalları ve söylenceleriyle büyüdük, bu nedenle anadilin sözcük dizimi ve kuruluşu böyle doğal ortamda oluşur, bu iyi ve güçlü edebiyat için yeterli olabilir mi? Elbette hayır! Edebiyat dilini ya- ratabilmek çok çaba ve emek istiyor. Kendi doğallığında özgürce dil ile kurulan ilişki çok daha farklıdır.” Bir röportajında ‘Türkçe’nin bahçesinde meyve versek de, meyvemiz egzotiktir, aşılıdır. Elma bahçesinde ‘mango’yuz. Etli kısmı Türkçe ise, çekirdeği Kürdçe’dir’ diyen Samancı’ya bir dilde yazmak o dilin edebiyatçısı yapar mı? Sorusuna Beşikçi’nin değerlendirmesiyle cevap veriyor: “İsmail Beşikçi ilk kez yazdığım “Ew Jin û Mêrêbi Maske” adlı Kürdçe kitabım hakkında yazdığı yazıda şöyle diyor: ‘Türkçe yazan Kürd yazarları ne yazarlarsa yazsınlar yapıtları Türk edebiyatı çevresinde değerlendirilir. Bunlar, Kürdistan’ı, coğrafyasını, savaşını, gerillasını, Pêşmergesini, vs. anlatabilirler. Korucuları, ihanetleri, eşkiyaları, kaçakçılığı, şeyhleri, aşiretleri vs. anlatabilirler. Edebi olarak, roman, öykü, şiir… ne yazarlarsa yazsınlar, Türk diliyle yazdıkları sürece eserleri Türk edebiyatı çevresinde değerlendirilir. Çünkü edebiyat dil ile ilgili bir alandır. Edebiyat, dilin estetik kullanımıdır. Kürd dili ile yapılıyorsa, Kürd edebiyatı vardır. Kürd dili yoksa Kürd edebiyatı da yoktur. Türk diliyle Kürd edebiyatı olmaz.’ Bunun belirleyicisi tarih ve zaman olacak, belirleyici olan dildir desem de ikilem içinde kalıyorum yine de…”
Benzer belgeler
04.04.2016
sadece partiler koalisyonu oluşturmaktadırlar. Mevcut siyasi liderler, partiler ve askeri yapılar, bütün Kürd halkının lideri, partisi ve gücü olduklarını iddia edebilmektedirler. Ancak Rojava’da h...
DetaylıBasHaber PDF
siyasal oluşuma hiçbir şekilde izin vermeyecektir. PYD, sürekli olarak ENKS’nin zayıf olduğunu, Rojava’ya askeri, siyasal ve diplomatik alanlarda hiçbir katkı sunmadığını iddia ederek, herkesin ken...
Detaylı27.03.2016
geleceği vurgulanıyor. Batı’nın post-IŞİD dönemde Suriye’nin PYD’ye yönelmesine itiraz etmeyeceği, bu tehlikeye karşı Rojava ve KBY arasında bir ittifak yapılması gerektiği belirtiliyor. S:02 - 03 ...
Detaylı25.04.2016
olarak görürken, ENKS ise TEVDEM’i Kürd halkının düşmanı olarak gördüğü Rejim’i dostu olarak görüyor ve onlarla işbirliği yaptığını savunuyor. Rojava yönetiminin tamamı TEVDEM’in elinde ve zaman za...
Detaylı