Liselilerin Sesi 73. sayı
Transkript
Liselilerin Sesi 73. sayı
Liselilerin Sesi Liselilerin Sesi Aylık Liseli Gençlik Dergisi * Sayı: 73 * Mayıs 2016* Fiyatı: 1 TL 1 Liselilerin Sesi İçindekiler Liselilerin Sesi’nden 3 Geleceğiz ve değişecek dünya! 4 Gericiliğin barbarlığına karşı... 6 Taciz, tecavüz, şiddet,gericilik= Kapitalizm 10 Çürümüş düzene karşı mücadeleye! 12 Bir tarihsel birikimin üstünde yükseliyoruz 14 Sevdaları uğruna ölümü yiğitçe göğüsleyen 3 yiğit 16 Sabahın bir sahibi var! 19 Dünya haberleri 20 Meslek liseliler buluştu! 22 Baharın en güzel yanı henüz yaşanmadı Karanlığın en koyu anı şafağa en yakın zamandır derler. İçerisinden geçmekte olduğumuz dönem için de aynı şey geçerli. Bizler ‘ışıklı geleceğin’ insanlarıyız. Sınıfların, savaşların olmadığı, insanın insan tarafından sömürülmediği bir dünya için bugün yaşamı ellerimize alıyoruz. Bize hiçbir şeyi seçme şansı vermeyen bu sistemin karşısına geleceğimizle çıkıyoruz. ‘Ancak bu böyle gitmez!’ 1 Mayıs, iki sınıfın sürekli kavgasında işçi sınıfının mücadelesinde bir eşik noktası. Dünün, bugünün ve yarının kavgası. Ekmeğin, aşın ve gülün kavgası. Yasakların, baskıların, sökmediği, Zalime, zorbaya, yalancıya karşı duran iradenin çağrısıydı. 1 Mayıs, tacizcilere, tecavüzcülere karşı onurumuzu savunduğumuz gün! Sıralardan sokaklara çıkıp hürlüğün türküsünü söylediğimiz gün! ‘Denizler olduk geliyoruz!’ Kan emici emperyalistler pazardan daha fazla pay alma pahasına ortalığı kan gölüne çeviriyor. Ortadoğu’da halklara km’lerce göç yollarını dayatıyorlar. Emperyalistler arasında rekabete konu olan mülteciler müşteri krizine dönüşüyor. Dışarıda ve içeride azgınca saldıran sermaye devleti Kürt halkına aylardır imha dayatıyor. Kürdistan’da taş üstünde taş bırakmıyor. Tutuklama terörüne maruz kalmayan kimse kalmadı. Gazetecisinden akademisyenine, öğrencisinden işçisine herkesi taş duvarlar arasına tutsak bırakan AKP Hükümeti tacizcileri ve tecavüzcüleri beslemeye devam ediyor. ‘Zorbalar kalmaz gider’ Deniz, Mahir, İbo sürüyor sürecek mücadele! Bir hayal değil. Zorbalar kalmaz gider. Ancak karşılarında tek yumruk bir işçi sınıfı durursa köklü olarak zorbaların gidişini görebiliriz. Yolumuz, kaderimiz, geleceğimiz işçi sınıfının yanında, yolundadır. Yolumuz Denizlerin, İboların, Mazlumların yoludur! Tüm liselileri Liselilerin Sesi’ni yükseltmeye çağırıyoruz. Özgür Bir Gelecek İçin Liselilerin Sesi * Mayıs 2016 * Sayı: 73* Fiyatı: 1 TL. (KDV dahil) * Sahibi ve S. Yazı İşleri Md.: Tayfun Altıntaş * Yayın Türü: Yerel, süreli, siyasi, ayda bir, Türkçe * EKSEN Basım Yayın Ltd. Şti. * Meşrutiyet Mah. Kodaman Sk. No: 111/15 Şişli / İstanbul Tel/Fax: 0 (212) 621 74 52 * Baskı: Özdemir Mat. Davutpaşa Cd. Güven Sanayi Sitesi C Blok No: 242 Topkapı / İstanbul Tel: (212) 577 54 92 Liselilerin Sesi Geleceğiz ve değişecek dünya! Barbarlığın gericiliğine karşı tek yol devrim! Sermaye devleti ve onun sözcüsü AKP hükümeti; işçilere, emekçilere ve gençliğe pervasızca saldırmaya devam ediyor. Kürt illerinde yürüttüğü kirli savaşı, batıya taşımaya çabalıyor. Askerleri sermayenin çıkarları için ölüme gönderen, sonra da cenazeleri üzerinden demagoji yapan dinci-gerici parti; Maraş’ta Alevi köylerine cihatçıları yerleştirmeye, yeni katliamların önünü açmaya çabalıyor. Bunu, Kürdistan’daki saldırıların batıya yansımalarının ilk belirtisi sayabiliriz. Türkiye gündemi Ensar Vakfı’nda yaşanan taciz vakalarıyla sarsıldı. Ülkenin her yanında liseliler gerici Ensar Vakfı’nın kapatılmasını talep etti, onu kollayan iktidar partisine tepki gösterdi. Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu ise “Buna bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” diyerek, Ensar Vakfı’na sahip çıktı. Biliyoruz ki bu olay ne Ensar Vakfı’nda yaşananların ilkidir ne de sonuncusu olacaktır. Ensar Vakfı malum kişiyi uzaklaştırarak, hükümet ise yargılayarak bu zannın altından kurtulamaz. Sorunun kaynağı, dinci-gerici vakıflar, diyanet ve en başta da hükümet tarafından yayılan hastalıklı fikirlerdir. İran’da tutuklanan Babek Zencani’nin itirafları ve birkaç gün önce yayınlanan Mossack-Fonseca belgele- ri ise sermaye devletinin ne denli yolsuzluk, rüşvet ve dolandırıcılık bataklığına sağlandığının göstergesi oldu. Böylesine gayrimeşru bir hükümetin karşısında zayıf bir kitle hareketinin bulunması, elbette güçlerimizi kısıtlıyor. Ama baharın ışıkları, kitleleri yavaş yavaş kış uykusundan uyandırıyor. Liseliler cephesinden Ensar Vakfı’na gösterilen tepkiler, üniversiteliler cephesinden ÖGB’ye ve faşist saldırılara karşı verilen yaratıcı yanıtlar ve sınıf cephesinden kıdem tazminatının gaspı ile kiralık işçi bürolarına karşı yükseltilen mücadele çağrıları umut vericidir. Biz ise meslek liseli buluşmalarımızdan aldığımız güçle haykırıyoruz. Üniversite sınavlarında meslek liselilerin ek puanlarının kaldırılması birçok ilde eylemli tepkilere yol açmıştı. Bunların dışında meslek liselilerin geleneksel sorunları varlığını korumakla birlikte, onlara yönelik yeni saldırılara her geçen gün bir yenisi ekleniyor. Yolumuzun işçi sınıfının yolu olduğunu haykırdığımız 1 Mayıs meydanlarından geliyoruz. Biliyoruz ki barbarlığın karanlığı ancak işçi sınıfının devrimi ile yırtılacak. Tüm liselileri karanlığa karşı örgütlenmeye, DLB’yi güçlendirmeye çağırıyoruz. Devrimci Liseliler Birliği 3 Liselilerin Sesi Gericiliğin barbarlığına karşı... “Neden bu beklenmedik şaşkınlık, bu kargaşa? (Nasıl da asıldı yüzü herkesin!) Neden böyle hızla boşalıyor sokaklarla alanlar, neden herkes dalgın dönüyor evine? Çünkü hava karardı, barbarlar gelmedi. ve sınır boyundan dönen habercilere göre, barbarlar diye kimseler yokmuş artık.” (Barbarları beklerken, Kavafis) Patlayacak bombanın haberini bekledi toplum, barbarları bekler gibi. Yakınından gelecek tecavüz haberinin korkusuyla, bugün kim vurulacak diye bekledi. Hangi arkadaşım işten atılacak diye bakındı etrafına. Ev kirasının zamanının gelmesini, faturaların artan yükünü, ödeyemediği kısımların artışını ve sonunda kesilişini elektriğinin, suyunun, doğalgazının.. Çocuğunun okulundan gelecek makbuzunu, diplomasını bekler gibi bekledi. Sınırlardan gelen haberleri bekledi, hangi sularda kim boğulmuş diyerek. Düşürülen uçakları izledi, insanların birbirlerini boğazlamalarını seyretti. Tecavüzü örgütleyen sisteme karşı Ekmek azaldı, sopa çoğaldı. Gelecek için kurulan toz pembe hayaller vahşi kapitalizmin dişlileri arasında parçalandı. Eğitim kurumlarından gelen haberler sistemin tüm pisliğini açığa çıkarıyor. “Dindar ve kindar nesil” yetiştirme projesini uygularken sermaye devleti irinlerini toplayamıyor. Ahlaklarının bir karşılığı olarak eğitim kurumları taciz-tecavüz kurumlarına dönmüş durumda. Taciz timlerinden bahseden sermaye devleti eğitim sistemini bir 4 taciz timi şeklinde işletiyor. İlkokullara kadar inen tacizlerin-tecavüzlerin gösterdiği tek bir şey var. Kapitalizm ve eğitim sistemi bu tacizleri ve tecavüzleri örgütlüyor. Ensar Vakfı’nın MEB ile olan protokolü bunun en somut göstergesidir. Ensar Vakfı ile yapılan protokolde “değerler eğitimi”nin bu vakıf tarafından verilmesi imzalanmıştır. Neyin değerlerini öğretecekleri çok açıktır. 45 öğrencinin cinsel istismar haberinin yanı sıra eski vakıf başkanının cinsel istismar suçundan ceza almış olması da devlet erkanın neden bu vakfa sahip çıktığının göstergesidir. Eğitim sisteminin gericileştirilmesine yönelik adımların hızlandırıldığı bir süreçte cami ile okullar birleştiriliyor, “Cuma Genelgesi” ile saatler değiştiriliyor, müfredatın içeriği tamamen sorgulamayan, biat eden bir nesil yetiştirmeye uygun hale getiriliyor. Cihatçılık övülüyor, tiyatro adı altında küçücük çocuklar sistemin istediği bir nesil olarak yetiştiriliyor. Tüm bu saldırıların sonrasında yetiştirilen dindar nesil IŞİD olarak karşımıza çıkıyor. Tacizi de tecavüzü de gericiliği de üreten bu sistemdir. Ne tek başına bir kişi ne de vakıflardır. Ancak tüm bu gerici vakıfların kapatılması için mücadele etmek gerekiyor. Bu gerici örgütlenmeleri durduracak tek güç, karşısındaki kesimin örgütlü olmasıdır. Ülkücüsünden dincisine kadar tüm kesim ler bu tecavüzcüleri barındırıyor, besliyor ve yeri geldiğinde Cansel için eylem yapacak liselilerin karşısına çıkarabiliyorlar. Toplumda ve eğitim sisteminde açığa çıkan kokuşmuşluğun tek bir çözümü var: Devrim! Bu Tecavüzcüler yetiştiren bu iğrenç, aşağılık sistemi yıkmak için Devrimci Liseliler Birliği olarak örgütlülüğümüzü güçlendirmeliyiz. Barbarlığı bize yaşatan bu sisteme birliğimizin gücüyle karşı durabiliriz. Devrimci Liseliler Birliği Liselilerin Sesi “Ortadoğu kan gölü, Avrupa sessiz, Türkiye ise karanlık” Dünya nereye, biz nereye gidiyoruz? Bugün ülkemizde ve dünyada faşizm etkisini artırıyor. Emperyalist kan emici devletler dün küçücük bir oluşum olan IŞİD’i besleyip dünyanın ve Avrupa’nın başına bela diye sardı. Avrupa’nın dört bir yanında bombalar patlar oldu. Ortadoğu kan gölü, Avrupa sessiz, Türkiye ise karanlık durumda. Dünyanın her bir yanı tüketim çağına iyiden iyiye giriyor. Hitler Avrupası’nı aratmayacak derecede bir duyarsızlık hakim Avrupa d e v l e t-lerind e . Ayrıca Ortadoğu, Osmanlı’dan bu yana kargaşadan, kaostan başka bir şey bilmiyor. Amerika kıtası her gün yolsuzluk, şiddet ve çatışmalarla çalkalanıyor. Afrika’da dinci örgütler devletlere kafa tutacak düzeye geldi. Fakat bugün ABD’deki seçimlerde faşist Trump hala oy alıp belirli bölgelerde kazanıyorsa, bu, kitlelerin yeni bir faşizm tehdidi altında olduğunu gösterir. Kapitalizm ise hala yüksek oranda etkisini göstear riyor. Fransa’daki son çalışma yasası değişikliğinin ardından milyonlar ayağa kalktı. Çünkü kendi kazandıkları hakları bugün devlet alı yeni bir tasarıyla ellerinden alıyor. Azami 10 saat olan çalışma saatini 12 Faz saate çıkarıyor. Fazla mesailerde beş öde kat daha az ödeme yapılacak. 18 yaşından küçük çıraklık eğitimi alan çocukların günlük 10 saate kadar ça l ı ş a b i leceğini öngörüyor ve yine insanlık suçu işliyor. İşte bu kan emici emperyalist-kapitalist düzene karşı, işçilerin ve emekçilerin mücadelesi kazanacak diye yol haykırıyoruz. Yalnızca inanın yoldaşlar! Ankara Kampüs Temel Lisesi’nden bir DLB’li 5 Liselilerin Sesi Çürümenin resmi eğitim kurumlarında İntihar değil, cinayet! Cansel geçtiğimiz aylarda matematik öğretmeni Bayram Özcan tarafından tecavüze uğradı. Okul yönetimi Cansel’in tecavüzü şikâyet etmesi üzerine olayın üstünü kapatmayı tercih etti. Genç kadın tecavüzcüsünü görmek istemediği için 17 Şubat Çarşamba günü intihar etti. Tecavüzcü öğretmen okuldan kaçtı, Yozgat’ta yakalanıp gözaltına alınsa da okul yönetimi hala olayın üstünü kapatmanın peşinde. Cansel’in arkadaşı sosyal medya hesabı üzerinden yaptığı paylaşımda yaşananları açıkladı: “Kayseri’de henüz 18 yaşındaki arkadaşım Cansel Buse Kınalı’ya matematik öğretmenimiz Bayram Özcan’ın tecavüz etmesi ve okul yönetiminin Cansel’in şikâyetlerinin üzerinde durmaması üzerine Cansel 4 gün önce Çarşamba gecesi polis babasının silahıyla kafasına sıkarak intihar etti. İntiharından 2 gün önce kucağıma bayılıp ‘Ben kendimi öldürücem, kaldıramıyorum.’ diyerek ağlamasını ben de kaldıramıyorum. Bu zamana kadar saklamış olması, bu vicdan kaldırmayan olayı yeni öğrenmemizi hiçbirimiz kaldıramıyoruz. Okul yönetimimiz işin üzerini kapatmaya çalışıyor. Sizlerden tek ricam duyurabildiğiniz kadar duyurmanız, destek çıkmanız.” Kocaeli Çayırova’da 3 yaşındaki çocuğa tecavüz Kocaeli Çayırova’da yaşayan G.K, 19 Mart’ta 3 yaşındaki oğlunu “merdivenden düştüğü “ gerekçesiyle hastaneye getirdi. Gebze Devlet Hastanesi’nde tedavi edilen çocuğun vücudundaki morluklar ve bağırsaklarındaki yırtılma nedeniyle doktorlar tecavüzden şüphelendi. Doktorların haber vermesi üzerine polis, G.K ve birlikte yaşadığı M.Ç’yi gözaltına aldı. İkili çıkarıldıkları mahkeme tarafından, Adli Tıp Kurumu’ndan gelecek sonuçlara göre adli kontrol şartıyla serbest bırakıldılar. 3 yaşındaki çocuk ise 11 gün yoğun bakımda kaldıktan sonra hastanede hayatını kaybetti. “Çığlık atmadı tahrik vardı” İstanbul’da Down Sendromlu kızına tecavüz edip hamile kalmasına neden olan babaya 15 yıllık ceza veren mahkeme kararının, Yargıtay 14. Ceza Dairesi’nin “bekaretin bozulmadığı” yönündeki raporuyla “basit cinsel istismar” denilerek bozulduğu ve ceza indirimi istendiği davada, tecavüze uğrarken “çığlık atmadı, tahrik vardı” gibi gerekçelerle cezada indirime gidildi. 6 Karaman’da lise öğrencisine taciz 11’inci sınıf öğrencisi Ş.B., ailesine, müdür yardımcısı M.Ç.’nin kendisine tacizde bulunduğunu iddia etti. Ailesi de durumu polise bildirdi. Ailenin şikayeti üzerine M.Ç. aynı gün ifadesi alınmak üzere Emniyet Müdürlüğü’ne götürüldü. Kız öğrencinin “Ergenlik dönemindesin, cinsel ihtiyaçlarını karşılayabilirim” şeklindeki iddiasını kabul etmeyen M.Ç.’nin, ifadesinde; Ş.B.’yi kızıyla birlikte okuduğu için tanıdığını, daha önce odasına gelip ailevi sıkıntılarından bahsettiğini, yine olay günü de öğrencinin odasına gelip rahat tavırlar sergilediğini, kendisine küs olup olmadığını sorması üzerine de cinsel içerikli konuşmalar olduğu sürece küs olmayacağını söylediğini, bunun üzerine de kendisinden etkilendiğini söylediğini ve tacizde bulunmadığını ileri sürdüğü öğrenildi. Öğrenci Ş.B.’nin ses kaydına aldığı aralarında geçen konuşmanın dinletilmesi üzerine M.Ç.’nin suçunu itiraf ettiği iddia edildi. M.Ç., polisteki ifadesinin ardından serbest bırakılırken, Cumhuriyet Savcılığı tarafından yürütülen soruşturmanın da devam ettiği belirtildi. Liselilerin Sesi an yansmaları... 4. sınıf öğretmeni, 15 kız öğrenciyi taciz etti Bizim Kocaeli gazetesinden Uğur Enç’in haberine göre, Barbaros İlkokulu’nda eğitim vermek üzere 2. dönem kente gelen sınıf öğretmeni T.Ö., 4. sınıf öğrencilerinin derslerine girmeye başladı. Kısa süre sonra kız öğrencilere aşırı yakın ilgi gösteren T.Ö., erkek öğrencilere ise şiddet uygulamaya başladı. Erkek öğrencilere kalem fırlatan T.Ö., kimi öğrencileri de tekmeliyordu. Geçtiğimiz gün ise bir öğrenci yaşadıklarını kuzenine anlattı. Öğrencinin anlatımları sonrasında olay ortaya çıktı. Konuyla ilgili diğer velilerle irtibata geçen öğrencinin ailesi herkesi hareketi geçirdi. Bütün sınıf velileri çocuklarıyla konuştu ve olayın detaylarını öğrendi. Veliler önceki gün okula giderek sınıf öğretmeni T.Ö.’den şikayetçi oldu. Öğlen saatlerinde hem okul idaresine hem de karakola şikayet dilekçelerini sunan veliler öğretmenin görevden alınmasını ve hakkında cezai işlem uygulanmasını talep etti. Bu sırada kimi veliler öğrencilerinin taciz edilmesini içine sindiremedi ve T.Ö.’yü darp etti. Darp edilen öğretmen hakkında soruşturma başlatıldığı öğrenildi. Ensar Vakfı’nda 45 çocuğa tecavüz Karaman merkezde bir okulda görev yapan ve bunun yanı sıra Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip ve İmam Hatip Lisesi Mezunları ve Mensupları Derneği’ne (KAİMDER) yakın kişilerin kiraladığı evlerde de ders veren M.B., bir öğrencinin şikayeti üzerine gözaltına alındı. Aileleriyle birlikte Karaman Devlet Hastanesi’ne giden sekiz öğrencinin uğradığı istismar, doktor raporuyla belgelendi. Öğretmenin toplamda 45 erkek öğrenciye cinsel istismarda bulunduğu öne sürüldü. Savcılıkta ifadesi alınan M.B., çıkarıldığı mahkemede tutuklanarak cezaevine gönderildi. Savcılık, dava dosyası hakkında gizlilik kararı alırken, Karaman İl Milli Eğitim Müdürü Asım Sultanoğlu, öğretmen hakkında idari soruşturma başlatıldığını açıkladı. Olayın hemen ardından yayın yasağı getirildi. Erzurum’da lise öğrencisine taciz Pasinler Anadolu Lisesi’nde Müdür Yardımcısı olarak görev yapan 35 yaşındaki E.T., iddiaya göre geçen Mart ayında arkadaşının kızı da olan öğrencisi G.K.’ya WhatsApp üzerinden mesajlar göndermeye başladı. Bu yıl Erzurum’dan nakille ailesinin yaşadığı Pasinler İlçesi’ne gelen G.K. ile sohbet etmeye çalışan E.T., “Çok güzelleşmişsin, iyi olmuşsun. Okulun önünden erkekleri gönderemeyiz artık. Kız fotoğraf ne güzel öyle, nazar değer demedi deme. Sana bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalacak, söz mü? Aramızdaki mesafeyi kaldıralım. Ancak tepkiden korkuyorum. Arabaya binmiş olsaydın, o zaman cesaretim gelmişti söylemeye” diye yazışma yaptı. Öğretmenin yazdıkları karşısında tepki veren öğrenci, 15- 20 gün boyunca süren bu yazışmalardan rahatsız oldu ve ailesine “Beni okuldan alın. Artık gitmek istemiyorum” dedi. Yaşadıklarını ve yazışmaları annesine anlatan genç kız, kayıtlı yazışmalarla 31 Mart günü Pasinler İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne giderek Müdür yardımcısı E.T.’den şikayetçi oldu. Yapılan başvuru üzerine E.T., 1 Nisan günü gözaltına alınarak savcılığa çıkarıldı. Yazışmaların cinsel taciz veya sarkıntılık amacıyla olmadığını öne süren E.T. suçlamaları kabul etmedi. Müdür yardımcısı E.T. savcılık sorgusunun ardından serbest bırakıldı. Ancak müdür yardımcısı, aynı anda başlatılan idari soruşturma kapsamında Pasinler Kaymakamlığı tarafından açığa alındı. 7 Liselilerin Sesi Bu pisliği devrim temizler! Taciz, tecavüz, şiddet, geleceksizlik= Kapitalizm Okullarımızda taciz timleri kuran, kız öğrencilerin etek boylarına karışan, kızlı-erkekli oturulmaz deyip ahlak bekçisi (!) kesilen sistem, okullarda yaşanan taciz-tecavüz olaylarının üstünü kapatmak için elinden geleni yapıyor. Ensar Vakfı’nda yaşanan olayların ardından, basına birçok çocuk tacizi-tecavüzü haberi yansıdı. AKP hükümeti dört bir koldan Ensar Vakfı’nı koruma altına almaya çalıştı. Çocukların, gençlerin yaşadığı travmaları düşünmek yerine vakfı düşünmeye başladılar. Bu da yetmedi okullarda çocuk gelişimci yerine din görevlisinin bulunması gerektiğine dair açıklama yaptılar. Çocuklar, gençler evde, okulda, yatılı kaldıkları yurtlarda savunmasız bir durumda saldırıya uğruyor. Dini vakıfların çocuk istismarını meşrulaştıran açıklamaları, “bir kereden bir şey olmaz!” söylemleri olayların yaşanmasını 8 neredeyse olağanlaştırıyor. Bir babanın kendi çocuğundan şehvet duymasını meşru gören ve bunun için fetvalar yayınlayan bu sistemde yaşanan olaylar sıradan gibi görünüyor. Yargının “saygın tutum, haksız tahrik, iyi hal indirimi” gibi tecavüzcüleri koruyan tutumları, çürümüşlüğü her geçen dönem artırıyor. Yapılan açıklamalar ve yayınlanan haberlerden de görüyoruz ki çocuk istismarı, okullardaki taciz-tecavüz olayları tahminlerimizin çok daha ötesinde bir durumu gösteriyor. Dinci gericiliğin etkisi, insanların duygularını baskı altına almaya çalışması yozlaşmayı beraberinde getiriyor. Bu yozlaşmayla birlikte kültürel ve ahlaki tükenmişlik gün geçtikçe artıyor. Bu da yaşanan olayların sıklaşmasını bir parça açıklıyor. Çocuk istismarı bu ülkede çok boyutlu yaşanıyor! Çocuk istismarı dendiğinde tek başına cinsel saldırı ve sapkınlıkları düşünüyoruz. Bunun yanı sıra çocukların erken yaşlarda ve fiziksel yapılarına uygun olmayan koşullarda çalıştırılmaları, eğitim hakkından yoksun olmaları, şiddete maruz kalmaları ve her şeyden önemlisi onların da birer birey olduklarının, düşünüp, kendi haklarında karar vermelerinin hiçe sayılması en büyük istismarı oluşturuyor. Ayrıca küçük yaşta evliliğe zorlanan çocukların da istismara uğradığını düşünmek ve bunun için çocuk evliliklerini de bu kapsamda almak gerekiyor. Bu istismar çeşitlerinden en ahlaksız ve iğrenç olanını ise cinsel saldırı oluşturuyor. Bu pisliği devrim temizler! Dibine kadar pisliğe batmış, çürümüş bu düzenden ancak toplumsal ve köklü bir değişimle kurtulabiliriz. Tacizi-tecavüzü-istismarı meşru gören, sömürü çarkları arasında alınterimizi çalan, bizleri bilimsel eğitimden uzaklaştıran, düşünmeyen, sorgulamayan, itaat ettirmeye çalışan, bedenimizi ve emeğimizi birer metaya dönüştüren bu sisteme karşı mücadeleyi büyütmeliyiz. Yaşamın her alanında yozlaşmaya ve çürümeye karşı birliğimizi güçlendirmeli ve örgütlülüğümüzü arttırmalıyız. Liselilerin Sesi Gece dışarda, minibüste, sokakta... Peki Okulda ne işi vardı? Öylesine kirli bir dönemden geçiyoruz ki her sabah gözümüzü açtığımızda acaba bugün hangi okuldan taciz-tecavüz haberi gelecek diye düşünebiliyoruz. İlk önce öğretmeni tarafından tecavüze uğramasının ardından intihar eden Cansel ile gündeme oturdu tecavüz haberleri. Çok geçmeden Karaman’dan geldi düzen pisliğinin haberi. Ensar Vakfı hocasının onlarca çocuğa tecavüz ettiğinin duyulmasının ardından bakanlardan, milletvekillerinden ardı ardına Ensar Vakfı’nı sahiplenen şuursuzca açıklamalar duyduk. Öyle ki Aile ve Sosyal Politikalar Bakanı Sema Ramazanoğlu, Ensar Vakfı için “bir kere rastlanmış olması hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz” diyebildi. Böylece düzenin kirli kurumlarından biri olan Ensar Vakfı’nı koruyup kollamanın, çocukların psikolojisinden daha önemli olduğunu göstermiş oldu bizlere. Elbette ki bu bakanların, milletvekillerinin Ensar Vakfı’nı bu denli desteklemeleri şaşırılacak bir durum değildir esasında. Zira geleceğin işçisini-emekçisini yetiştiren bu kurumlar düzenin gelecekte istediği insan modelini yaratmaktadır. Düzen, istediği insan modelini sadece dış kurumlarıyla değil, eğitimi de kendi çıkarları doğrultusunda kullanarak bunu gerçekleştirmektedir. Okullarımızda kimya, fizik, matematik gibi derslerden ziyade dolusuyla dini dersler görmemiz, imam hatiplerin bu denli yaygınlaşması da aynı kaygının ürünüdür. Çalıştığı fabrikada kolu kopsa “kader” deyip geçecek insanların yaratıcısı işte bu kurulu düzendir. Korudukları bu çürümüş düzenden başka bir şey değildir! Artık 3 yaşındaki çocukların dahi düzenin yarattığı sapıklardan pay aldığı bir dönemden geçmekte, ülkenin diyanet bakanının “bir babanın öz kızına şehvet duyması haram değildir” dediği bir ülkede yaşamaktayız. Dün Ensar Vakfı bugün okullarımız; düzenin yarattığı sapıklar yaşam alanlarımızda, her yerdeler. Sistemin çürümüşlüğünden herkes kendisine bir pay alabiliyor artık! Bu düzen içerisinde bizler için onurlu bir gelecek söz konusu bile olamaz. Sessiz kalmak, yaşanılan bu olaylara destek vermenin bir biçiminden başka bir şey değildir. Taciz-tecavüz bizlerin sözde “2. yuvası” olarak nitelenen okullarımıza kadar geldiyse, bu mücadelenin en ön saflarında da biz liseliler olmak zorundayız! Küçükçekmece’den bir DLB’li 9 Liselilerin Sesi Çürümüş düzene karşı mücadeleye! Okullarda taciz-tecavüz olayları yaygınlaşıyor! Gün geçmiyor ki bir cinsel istismar haberiyle daha karşılaşmayalım. Karaman’da Ensar Vakfı’nda çalışan bir öğretmenin onlarca çocuğa taciz ve tecavüz ettiğinin ortaya çıkmasının ardından taciz-tecavüz haberlerinin arkası kesilmiyor. Bu seferki taciz skandalı İstanbul’un en büyük meslek liselerinden biri olan İMMİB Erkan Avcı Mesleki ve Teknik Anadolu Lisesi’nde yaşandı. Ocak ayında, 20152016 eğitim öğretim döneminin son günlerinde yaşanan olay şöyle gerçekleşmiş: Müdür yardımcısı M.Y. bir sınıfta yaşanan hırsızlık olayının savunmasını almak için bir kadın öğrenciyi yanına çağırıyor. Bu sırada öğrenciye cinsel içerikli hikayeler anlatmaya ve videolar izletmeye başlıyor. Müdür yardımcısının tacizi sürdürmesi ve öğrenciye dokunmaya çalışmasının ardından kadın öğ- 10 renci odayı terk ediyor. Uğradığı tacizi bir süre kimseye anlatamayan öğrenci, Cansel Buse Kınalı olayının ortaya çıkmasıyla başlayan tepkiden cesaret alarak ilk önce okuldan bir öğretmenine, ardından annesine anlatıyor. Öğrencinin annesinin okula gelip şikayette bulunmasıyla konu İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne taşınıyor. Olayın İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü’ne, ardından savcılığa kadar gitmesine ve okuldaki sendikalı öğretmenler müdür yardımcısının okuldaki görevine son verilmesine dair talepte bulunmasına rağmen tacizci müdür yardımcısı okuldaki görevine devam ediyor. Daha sonra gelen tepkiler üzerine tacizci öğretmen zihinsel engelli öğrencilerin eğitim gördüğü Kazım Beyaz Özel Eğitim Mesleki Eğitim Merkezi (Okulu)’ne atanıyor. Yani karşı karşıya kaldıkları taciz-tecavüz olayları karşısında tepki ortaya koyamayacak öğrencilerin olduğu bir okula! Yaşanan bu olay günlerdir arkası kesilmeyen taciztecavüz haberlerinden sadece bir tanesi. Biliyoruz ki böyle olayların yaşanmadığı okul sayısı çok azdır. Bunun sebebi apaçık karşımızda durmaktadır. Düzen mahkemelerinde tacizciye-tecavüzcüye göstermelik cezalar veren, mahkemeye takım elbiseyle ya da sarıkla gelmesinin ardından ceza indirimlerinde bulunan, devletin diyanet bakanlığının “Bir baba kızına şehvet duyabilir” açıklamalarını yapabilecek kadar sapık zihniyetlerini ortaya döken, bu düzenden başkası değildir. Cezasızlık cesaret verirken, Cansellerin ardı arkası kesilmemektedir. Devrimci Liseliler Birliği olarak biliyoruz ki bu çürümüş düzen alaşağı edilmediği sürece okullarımızda yaşadığımız taciz-tecavüz olaylarının ardı arkası kesilmeyecektir. Tüm liselilere çağrımızdır: Bugün yaşanan tüm bu olaylara karşı sessiz kalmamız demek yeni Cansellerin, Özgecanların katline davetiye çıkarmak demektir. Canseller artık son bulsun diyorsak, bunun tek yolu devrim ve sosyalizm mücadelesindedir. Okullarımızda, sokaklarda, kısacası yaşam alanlarımızda yaşanan taciz-tecavüz olaylarına karşı, cinsiyetçi eğitime karşı mücadele edelim, sessizliğe çığlık, karanlığa ışık olalım! Devrimci Liseliler Birliği Liselilerin Sesi Bizden bize... Ankara DLB, ODTÜ’nün düzenlediği bir bilim yarışmasına katılıyor DLB’liler çevreye zarar vermeyen, yenilenebilir su, yenilenebilir elektrik teması adı altında 25 Mayıs’ta projelerini sunacaklar. Kapitalizm gerek su gerek enerji kaynakları üzerinden insanları sömürüyor. İhtiyaçtan daha fazla doğalgaz, su, elektrik tüketiyor. Zaten aylık bir asgari ücret ile hesaplandığında uygun bir miktar çıkmaması da cabası. İnsanların hemen her yerde her türlü sorununa çözüm arayan liseliler, insan enerjisi ile elektrik ve su elde etmenin ön projesini ve alt yapısını oluşturdular bile! Ankara Öğretmen Necla Kızılbağ Anadolu Lisesi’nden bir DLB’li Çünkü apolitik bir vicdan hiçbir şeye yaramaz! Ne yapmalı? Merhaba, ben Taşdelen İMKB Teknik ve Endüstri Anadolu Lisesi’nde okuyorum. Okulumuz teknik lise olduğu için ders saatlerimiz oldukça uzun ve bu yüzden okuldan hep çok geç saatte çıkıyoruz. Sabah ders başlama saatleri ise düzensiz. Okulumuz kalabalık olduğundan ders yapılması için sınıf bulunamıyor. Okuldan çıktıktan sonra sosyal faaliyetler vb. için hiç zamanımız kalmıyor. Derslerin geç bitmesi üzerine bir de adına seçmeli dedikleri zorunlu dersleri görüyoruz ve bu derslerin ödevleri için çok vakit harcıyoruz. Bu kadar ders görmemize rağmen üniversitede istediğimiz bölüme giremiyoruz. Bu eğitim sisteminin değişmesi için hep birlikte mücadele etmeli, bu düzene son vermeliyiz. Sarıgazi’den LS okuru 14 yaşındaki arkadaşımız Berkin’in ölümüyle birlikte bir farkındalık oluştu bende. Daha öncesinde Gezi olayları ve katledilen insanlar bir uyanış süreci başlatmış, beni düşünmeye sevk etmişti. Berkin’in ölümünden sonra bir şeyler yapmam gerektiğini, sesimi çıkarmadığım sürece devamının geleceğini biliyordum artık. Başlarda duygusal bir yaklaşımdı bu. İnsanlık dışı şeyler yaşanıyor, biliyorsun ama ne yapman gerektiğini bilemiyor ve üzülmekten başka bir şey yapamıyorsun. Berkin’i anmaya gittiğimiz 11 Mart günü örgütlenmek gerektiğini düşündüm. Kafamdaki soruları sorabilmek, bir arada mücadele etmemiz, manifesto gibi kitapları okumamız insanlığa olan inancımı güçlendirdi. Bireysel olarak elden bir şey gelmeyeceğini kavradım. Duygusal olarak başladığım mücadeleyle bağımı ideolojik olarak da kurdum. İdeolojik olarak güçlenmek önemli, çünkü örgütlenmenin önünde birçok engel var. Bu bilince sahip olunca engellerin eski zorluğu kalmıyor, inancımız kuvvetleniyor. Örgütlenmek, ideolojik bilince sahip olmak gerekli, çünkü apolitik bir vicdan hiçbir şeye yaramaz. Örgütlenmek nasıl bir şey diye soruyorum kendime? İnsanlık adına bir şeyler yapmak ve hiçbir şey yapmadığın zaman kendini sorumlu ve suçlu hissetmek… Örgütlendiğin zaman kendinde olan değişimin toplumda da olacağını öğreniyorsun, görüyorsun. Yalnız olmadığını biliyor ve hissediyorsun. Üsküdar’dan bir DLB’li 11 Liselilerin Sesi Bir tarihsel birikimin üzerinde Türkiye’nin ‘60’lı yıllarına baktığımız zaman, net bir biçimde bir burjuva sosyalist hareket görüyoruz. Aslında görkemli bir dönemdir, ‘60’lı yıllar. Türkiye’de bir sol uyanış dönemidir. Sosyalizmin büyük heyecanlar yarattığı, sosyalist olmak iddiasındaki politik akımların toplumla yüzyüze, düzenin resmi güçleriyle karşı karşıya geldiği, kendini bir kuvvet olarak hissettirebildiği bir dönemdir. Solun ilk kez olarak kitleselleştiği bir dönemdir. Bu gerçek bir heyecan ve coşku dönemidir. Bence Türkiye’nin sol ve sosyalizm konusunda samimi heyecanları ve coşkuları yaşadığı bir dönemdir, ‘60’lı yıllar. Ama bu aynı zamanda, marksist bilincin ışığında devrimci açıdan bakıldığında, çok da yüzeysel bir dönemdir. Çünkü bu dönemin soluna çok büyük ölçüde orta sınıf aydınları damgasını vurmaktadır. Mücadele edenler alt sınıflar oldukları halde, o dönemin bilinci çok büyük ölçüde YÖN, MDD ve TİP’de ifadesini bulan orta sınıf aydınları tarafından oluşturulmaktadır. Bu dönemin ideolojik görüşlerine, programlarına, mücadele platformlarına baktığımız zaman, düzenin ve düzen kurumlarının aşılamadığını görmekteyiz. Biz burjuva sosyalizmi derken de bunu kastetmekteyiz. İşin özünde düzeni kendi temelleri üzerinde reforme etme programlarıdır bunlar. ‘60’lı yıllar burjuva sosyalizminin damgasını vurduğu bir dönem oldu ve bu dönem ‘71 Devrimci Hareketi’nin çıkışıyla kapandı. ‘71 Devrimci Hareketi yeni dönemin, devrimci küçük-burjuva radikalizminin, aynı anlama gelmek üzere küçük-burjuva sosyalizminin doğuşunu işaretler. Bilindiği gibi biz, ‘71 Devrimci Hareketi’ni Türkiye’nin reformist geleneğinden devrimci bir kopuş olarak değerlendiriyoruz. Buradaki devrimci kopuş, ‘71’in devrimci akımlarında/örgütlerinde ifadesini bulan küçük insan gruplarının silahlanarak dağa çıkması ya da şehir gerillacılığı yapması değildir hiç de. Kopuşun kendisi asıl anlamını bu akımların ideolojik-politik 12 bilincinde bulmaktadır. Bu akımlara baktığımızda, bunların devlet konusunda, devlet yıkıcılığı konusunda, düzenin daha temel noktalardan reddi konusunda, düzen kurumlarının karşıya alınması konusunda radikal bir ideolojik-politik tutum içerisinde olduğunu görüyoruz. Kopuşa asıl anlamını veren de bu zaten. Yoksa küçük insan gruplarının silahlanarak dağa çıkmış olması ya da kentlerde bir takım silahlı eylemler yapmış olması değil. Bunların sembolik politik-pratik anlamı var yalnızca. ‘71 Hareketi, kendinden birkaç yıl sonra görkemli bir büyüme yaşayacak büyük devrimci akımlara kaynaklık etti. Ve kalıcı olan yan hiç de küçük insan gruplarının Liselilerin Sesi yükseliyoruz silahlı eylemi olmadı. İşin bu bireysel şiddete dayalı eylem çizgisi yanı daha ‘74 yılında geride kalmış, aşılmıştı. Bu ancak o dönem Türkiye’sinde, ‘70’li yıllarda fazla bir ciddiyeti olmayan bir takım küçük grup ve çevreler tarafından sürdürülmek isteniyordu. Oysa ‘71 Hareketi’nden köklenen asıl akımlar büyük kitlesel mücadelelerin içerisinde kendilerini buldular. Kitle çizgisine oturdular. Büyük kitle eylemlerinin bir parçası, yer yer öncüsü haline geldiler. Demek ki kalıcı olan, küçük insan gruplarının silahlı eylemleri değil. Devrimcilik orada hiç de devlete silah çekmekten ibaret değil. Devlet ve düzen kurumlarını karşıya alan, şiddete dayalı devrim fikri- ne bağlılık gösteren bir ideolojik ilerleme sözkonusu. Devlet ve devrim konusunda bir ilerleme var, kopuşun ideolojik-politik özü, ifadesini asıl olarak burada bulmaktadır. ‘60’lı yılların sol akımlarına, burjuva sosyalizminin temsilcisi bu akımlara baktığımızda, olmayan da bu zaten. ‘70 yıllar, bu temel üzerinde ortaya çıkan ve ‘70’li yıllara egemen yaygın küçük-burjuva hareketliliği içinde kendini bulan küçük-burjuva sosyalizmi dönemi oldu. Küçük-burjuva sosyalizmi de kendi çapında görkemli bir dönem yaşadı, gelişip serpildi. Fakat sonuçta o da gelişmesinin sınırlarına vardı. Belli bir noktadan sonra da karşı-devrimin sert karşı saldırısıyla yüzyüze kalarak yenilgi ve yıkımla sonuçlandı. Ve ‘80’lerin ortası, bu yenilginin, bu yıkımın çok da rastlantı olmadığını, sözkonusu olanın basit bir karşı-devrim yenilgisi olmadığını, bu hareketlerin yapısal zaafiyetleri, açmazları temeli üzerinde bu denli yıkıcı ve tasfiyeci etkisini gösterdiğini ortaya koydu. Yine ‘80’lerin ikinci yarısı, küçük-burjuva hareketliliğinin artık geçmişteki biçimiyle tekrarlanamayacağına da tanıklık etti. Dolayısıyla, ‘60’lı yıllar orta sınıf sosyalizminin, bu anlamda burjuva sosyalizminin gelişip serpilmesi dönemi olduysa, ‘70’li yıllar da küçük-burjuva sosyalizminin gelişip serpilmesi dönemi oldu. Ve ‘80’li yıllar, bu her iki sosyalizm türünün ürünü olan akımların yenilgiyi yaşadıkları ve dağılma süreçleriyle yüzyüze kaldıkları bir evreye tanıklık etti. Biz işte tam da bu dönemde, ‘80’lerin ikinci yarısında, siyasal mücadele sahnesine doğduk. Ve bir dönemin, burjuva ve küçük-burjuva sosyalizmlerinin birbirlerini izleyerek sırayla damgasını vurdukları bir dönemin kapandığını ve artık proletarya sosyalizminin damgasını vuracağı dönemin başladığını ilan ettik. *** (TKİP Kuruluş Kongresi Açılış Konuşması’ndan... Partinin Adı ve Amblemi, Eksen Yayıncılık, s.32-38) 31 Liselilerin Sesi Sevdaları uğruna ölümü yiğitçe göğü Türkiye topraklarında hep var olmuştur barbarlığa karşı direnen, ölüme yürüyen yiğitler. Demirci Kawa’dan Şeyh Bedrettin’e, Mazlum’lara, Mahir’lere, İbolara ve sevdaları uğruna darağaçlarında sehpaları tekmeleyen Denizler’e kadar. Ve var olmaya devam edeceklerdir, o büyük zafer kazanılana kadar. Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan ve Hüseyin İnan… Bu üç yiğit devrimcinin ölümsüzleşmelerinin ardından tam 44 yıl geçti. Fakat bugün hala onların inandıkları devrim ve sosyalizm davası, bıraktıkları devrimci mirası sahiplenen biz devrimciler tarafından sürdürülüyor. Şimdi tarihin hiç tozlanmamış sayfalarını bir aralayalım... 60’lı yıllar dünyada işçi sınıfının ayağa kalktığı, ezilen halkların kurtuluş mücadelelerine giriştiği ve dünyanın Sovyetler Birliği’nden aldığı güçle sosyalizm alternatifinin arttığı bir dönemdir. Türkiye’de aynı dönemler sosyal uyanışın yaygınlaştığı, toplumsal muhalefetin hızla gelişip kabardığı bir dönemdi. İşçi sınıfı ve emekçiler Türkiye tarihinde ilk defa bu dönemde bu kadar kitlesel 14 bir şekilde eylem alanlarında, grevlerde, direnişlerde, toprak işgallerinde sözünü söylemeye, sola ve sosyalizme yakınlaşmaya başlamıştı. Bu dönemde aynı hareketlilik içinde olan devrimci gençlik Fikir Kulüpleri Federasyonu (FKF) içinde örgütlenmişti. 1965 Aralık ayında kurulan FKF, daha sonrasında 1968’li yıllarda adını Dev-Genç olarak değiştirdi. Aynı yıllar içerisinde gençliğin mücadelesinin çekim merkezlerinden biri olarak ortaya çıkan Türkiye İşçi Partisi (TİP) gençliğin devrim ve sosyalizm özlemini karşılayacak nitelikte değildi. Düzenin sınırlarına hapsolan bu parti, gençliğe dar geliyordu ve gençlik önderleri birer birer bu partiden ayrıldı. İleriye doğru atılan bu adım, genç devrimcileri kendi örgütlenmelerini kurmaya yöneltti. Bu çürümüş düzenden köklü bir kopuşun ifadesi olan ‘71 devrimci çıkışının ardından THKO, THKP-C ve TKP-ML/TİKKO gibi illegal hareketler dönemin devrimci gençlik önderleri Deniz Gezmiş, Mahir Çayan ve İbrahim Kaypakkaya’nın öncülüğünde kuruldu. Düzenin sı- Liselilerin Sesi üsleyen 3 yiğit! nırlarını hepten aşan bu hareketler, düzenin temellerini sarsan devrimci eylemler gerçekleştirerek ,sosyalizm korkusuyla titreyen sermaye devletini kendi düzenini koruması için önlem almaya zorladı. ‘71’de 12 Mart askeri-faşist darbe gerçekleşti. Darbenin ardından adeta devrimci avına çıkıldı. Toplumsal hareketliliği, devrimci fikirleri, kitlelerin sosyalizm isteğini bastırmak için önce devrimcileri yok etme isteği ile işe başlayan sermaye devleti zindanları devrimcilerle doldurdu. Sadece gözaltına almak, tutuklamak yetmiyordu. Toplumu susturmak için devrimcileri-ilericileri katletmesi geriyordu. Bugüne kadar en hünerli olduğu işe girişti; hunharca saldırmaya-katletmeye başladı. İşçi sınıfının grevlerine, köylülerin toprak işgallerine bulundukları üniversitelerden destek olan gençlik önderleri Deniz Gezmiş ve Yusuf Aslan Nurhak yolunda, Şarkışla’da yakalandılar ve tutsak edildiler. Hüseyin İnan aynı günlerde bir evde yakalandı. Haklarında çıkarılan idam kararına karşı, siper yoldaşlığının en güzel destanını yazan Mahirler ve Cihanlar ise 30 Mart 1972’de Denizler’i kurtarmak için giriştikleri eylemin ardından Kızıldere’deki bir evde çembere alındılar. Devletin kolluk güçlerinin teslim olun çağrılarına “Biz buraya dönmeye değil ölmeye geldik” yanıtını verdiler ve hunharca katledildiler. Ancak devrimci önderlerin evlerinde, sokak ortalarında katledilmesi kâr etmiyordu. Hareket dalga dalga yayılıyor, üstelik güç kazanıyordu. Ve 1972 yılının 5 Mayıs’ı 6 Mayıs’a bağlayan gecesinde Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan... Ankara Ulucanlar Merkez Kapalı Hapishanesi’nde devrim için çarpan üç yiğit yürek susturulmak istendi ve idam edildi. Ama düzenin sahipleri toplumu susturmayı başaramadılar. Denizler soluk oldular devrim mücadelesine ve kendilerinden sonra gelen nice yiğit devrimcilere. Denizlerin Yolu Devrime Çıkar! Denizler Yaşıyor DLB Savaşıyor! G. İmran 15 Liselilerin Sesi “Mayıs mayıs kanlı mayıs” “Sabahın bir sahibi var!” Mayıs ayı baharın yakınlığını müjdeliyor. Kıyımların, katliamların içerisinden direnişe bir davet yükseliyor. Geleceği görenler, kuşların gelişini bilenler bu karanlığın çok uzun gitmeyeceğini seziyor. Bir halay tutturuyor halklar el ele verip. Tarihimizin devrimci önderleri bir bir yolumuzu aydınlatıyor. Denizler yağlı urganların, tekmelenen sehpaların cüretini aşılıyor. İbo işkencecilerin suratına tükürüyor, Haki Karer’den Dörtler’e bir kıvılcım çakıyorlar zindanlarda teslimiyet karşısında. Nurhak şehitleri Sinan Cemgil, Alpaslan Özdoğan, Kadir Manga bayraklaştılar. Denizler idam sehpasında, İbo işkence tezgahında, Haki Karer Antep sokaklarında, Dörtler Diyarbakır zindanlarında, Nurhak şehitleri dağlarda kavganın kızıl çiçeğini kanlarıyla suladılar. Nurhak sana güneş doğmaz! ‘68 Gençlik Hareketi’yle başlayan süreci devrimci kopuş halkasına taşıyan, devlete karşı direniş geleneğini yaratan, yurtsever kimliğini sosyalizm bilinciyle taşıyanların anlaşılmasıyla Mayıs ayı anlaşılabilir. Türkiye topraklarında emperyalizme karşı biriken öfkenin taşıyıcıları Malatya Kürecik’teki Amerikan Radar üssüne eylem için yola çıkmışlardı. 31 Mayıs 1971’de Nurhak’ta karşılaştılar düşmanla son mermilerine kadar çatışmadan geri durmadılar. Devlet onları ancak katlederek alabildi. Bugün Amerikan emperyalizmi yine Malatya’da. Füze kalkanıyla Ortadoğu halklarına karşı saldırıları için yeni üsler kuruyor. Antep sokaklarında bir Karadenizli Haki Karer Haki Karer ise diğer hedefler gibi katledilmesiyle tek bir insanı yok etmek değil tüm devrim mücadelesine zarar vermek güdüsüyle özel olarak seçilmiş bir hedefti. Haki Karer Karadeniz kökenli PKK’nin önder kadrolarından biriydi. Kendi kurtuluş kavgasını Kürt halkının özgürlüğünden gayrı düşünmediği için hiç tereddütsüz mücadele görevlerini omuzladı. İşçi ve emekçileri bölmek için kullanılan her argümana cevaptı Haki Karer. Ne Kürt’tü ne de Alevi. Ama Antep’in emekçi sokaklarında ezilen halkların, işçi sınıfının mücadelesi için adım atmadık sokağı bırakmazdı. MİT tarafından kontra-gerilla yöntemler devreye sokularak 18 Mayıs 1977’de katledildi. Ama Haki Karer unutulmadı. Yurtsever hareketin her yeni kadrosu onun adına 16 duyduğu saygıyla kavgada yerini aldı. 12 Eylül darbesinden sonra Diyarbakır zindanı devletin tecrit ve işkenceyle sistematik saldırı altında tuttuğu bir merkezdi. Direnişi, iradeyi kırmak için her yol ve yöntemin hayata geçirildiği bu zindanlarda Dörtler kendilerini yakarak düşmana yanıt verdi. Diz çöktürmek için ölümle tehdit edilenlerin kendilerini yakarak karşı duruşu göstermesi devletin yenildiği yerdi. Ferhat Kurtay, Necmi Öner, Eşref Anyık ve Mahmut Zengin feda eylemi için Haki Karer’in ölüm yıldönümünü seçmişlerdi. Tek başına direnişi değil geçmişi de temsil ettiklerini söylemek için, Haki Karer’in yok edilemediğini, birken dört olduğu göstermek için 18 Mayıs 1981 sabahında dört anka kuşu küllerinden yeniden doğdu. Diyarbakır zindanlarında Dörtler, karanlığa yakılan meşale oldular. Tarihimiz yürünecek yolu gösteriyor. ‘68 gençlik hareketinin düzenden kopuşunu temsil eden Mayıs şehitleri yolumuzu aydınlatıyor. Bugün devrim şehitlerini tek başına geçmişten yadetmek için hatırlayanlar türedi. Mayıs şehitlerinin yarattığı değerleri gölgelere iten, nostaljiyle geçmişte yaşayanlara rağmen bu kavga hep ileri yürüyor. Düzen bir yandan suç ve suçluyu övmek yasasıyla devrimci önderlerin anılmasını engellemek, engelleyemediği yerdeyse içi boş anmalarla geçmesi için çabalıyor. Burjuva medya düne kadar isimlerini dahi yok saydığı devrimcilerin şimdi hayat hikayelerine yer veriyor. Ülkelerini sevmelerinden dem vuruyor. Onları devrim savaşçıları olarak değil de birer idealist olarak lanse ediyor. Olması gerekense devrimci kimlikleriyle militan ve direnişçi şehitlerimizin yaşamını gelecek kuşaklara aktarabilmektir. Düzenin sol maskeli partilerinden reformistlere kadar resimleriyle yürüyüp Onların yürüdükleri devrim yolundan yürümeyenlere bayrağı devralanlar olarak alternatif olmalıyız. Şehitlerimiz devrime ait değerlerdir. Darağacında, zindanda, işkence tezgahında bedel ödeyerek bugün kavgayı var eden koşulları yarattılar. Devrimci olmak tarihinden öğrenerek, geçmişin dersleriyle hep ileriye yürümek savaşı sürdürmektir. Onlara borcumuz devrim için mücadeleyi yükseltmektir. (Liselilerin Sesi’nden kısaltılarak alınmıştır) Liselilerin Sesi “Şimdi bir rüzgardır o, dağlardan eser İbrahim yoldaş” İbo olduk, geliyoruz! “Seni anlamak, yaşamaktır. Seni yaşamak, amansızlığa; kavga ve postal sesleri altında direngenliğe durmaktır. Seni bilmek, yaşamı bilmek, silah omuzda toprağa düşmektir. Seni anlatmak, EYLÜL’lü günleri geçmişe yollamaktır.” İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden tam 41 yıl geçti. Diyarbakır’da vahşi işkencelerden geçirilip katledilen İbrahim Kaypakkaya ser verdi, sır vermedi. Dönemin reformist partisi olan TİP’in Deniz’ler Mahir’ler gibi İbrahim de amansız düşmanı oldu. Parlamentarizme karşı şiddete dayalı devrim anlayışını savundu. Aynı zamanda pratikte de bu anlayışını savunmak için elde silah dağları mesken tuttu. 60’lı 70’li yıllarda toplumsal hareketlilik gelişmektedir. Üniversite işgalleri, fabrika grevleri ve toprak işgalleri gibi toplumun birçok kesimi devrime sosyalizme yakınlaşmış ve mücadele etmeye başlamıştır. Hareketlilik kendi önderlerini de yaratmaktadır. Denizler Mahirler gibi İbrahim Kaypakkaya ‘da bu hareketliliğin içinden çıkmıştır. O dönem işçilerin, emekçilerin, gençlerin devrim ve sosyalizm umudunu boş hayallere bağlayan, parlamentoyu tek seçenek olarak gösteren TİP’i devrimci eleştiriye mahkum eden İbrahim Kaypakkaya, bu düzeni yıkmak için illegal silahlı mücadeleyi seçti. Bulunduğu her alanda devrimci mücadeleyi sosyalizmi savunan İbrahim Kaykapaya fabrikalarda, grevlerde, toprak işgallerinde işçilerin emekçilerin, köylülerin yanında onlardan biri ve bir komünist önder olarak her zaman yerini almıştır. Toplumsal gelişmeyi boğmak için 12 Mart askeri faşist darbesi gerçekleştirildi. 12 Mart faşist darbesi topluma bir mesaj vermek için devrimci önderleri yok etmek anlayışıyla hareket etti. 30 Mart 1972’de Kızıldere’de Mahir Çayan ve yoldaşları, Deniz, Yusuf ve Hüseyin 6 Mayıs 1972’de darağacında, THKO önderlerinden Sinan Cemgil ve yoldaşları Nurhak dağlarında katledildiler. Tüm bu gelişmeleri büyük bir devrimci duyarlılıkla izleyen İbrahim Kaypakkaya, Sinan Cemgil ve yoldaşlarını ihbar eden muhtarı cezalandırdı. Bu eylem İbrahim Kaypakkaya’nın devrimci dayanışmadan ne anladığını, siper yoldaşlığını nedenli önemsediğinin en açık göstergesiydi. O dönemde burjuva basınında yer alan haberlerde İbrahim Kaypakkaya’nın bir grup yoldaşıyla TKP/ML’yi kurduğu ifade ediliyordu. 24 Ocak 1973’te sermaye devletinin kolluk güçleri bir köyü sardılar. Yiyecek almaktan dönenler arasında bulunan Ali Haydar Yıldız baskını fark edip yoldaşlarını uyarmaya çalıştı. Girilen çatışmada Ali Haydar katledildi. İbrahim Kaypakkaya çatışmadan yaralı olarak kurtuldu. Yaralı olarak gittiği bir köyde, gerici bir öğretmen tarafından ihbar edildi. Bunun üzerine Fehmi Altınbilek katilinin komutasındaki güçler İbrahim Kaypakkaya’yı esir aldılar. İbrahim Kaypakkaya karlar ve buzlar üzerinde yürütülerek ağır işkencelere uğradı. Bu işkenceler nedeniyle on ayak parmağından dokuzu donan İbrahim Kaypakkaya’nın parmakları Diyarbakır’da kesildi. 18 Mayıs 1973… İbrahim Kaypakkaya’nın ölümüne direnişine tanıklık eden işkenceci katiller, onu katlettiler. Katledilmesini intihar etti yalanıyla gizlemeye çalıştılar. İbrahim Kaypakkaya vahşi işkenceler karşısında bir an olsun sendelememiş, devrim davasına duyduğu inançla düşmanın yüreğine korku salmıştı. O, bu nedenle, faşist cellatlar tarafından katledilmişti. Katillerin yaptıkları işkenceler karşısında söylediği tek bir söz vardı: İbrahim Kaypakkaya; “Biz komünistler örgütsel çalışmamız ve yoldaşlarımız hakkında bilgi vermeyiz. Size anlatmayı gerekli görmüyorum” diyerek devrimci direniş geleneğinde önemli bir çığır açtı. Bu tutum düşmanın yüreğindeki korkuyu büyüttü. Bu nedenle ölüsünden bile korktukları için otopsi bile yaptırmadılar. Bugün İbrahim Kaypakkaya’yı anmak devrim ve sosyalizm mücadelesini büyütmekten ,liselerimizde sokaklarda İbo olup düzene karşı amansız bir kavgaya girmekten geçmektedir. 17 Liselilerin Sesi Kastaş’ta iki kadın işçi direnişe başladı! Direnen Kastaş İşçilerini selamlıyoruz. Yolumuz işçi sınıfının yoludur! Çiğli Atatürk Organize Sanayi Bölgesi’nde bulunan Kastaş Kauçuk fabrikasında sayı sistemi, kesintiler gibi sömürüyü yoğunlaştıran uygulamaların yanı sıra, kadın işçilere dönük cinsel kimliği aşağılayarak onursuzlaştırma ve taciz gibi baskı koşullarına karşı örgütlenme çalışması yürüten iki kadın işçi 25 Mart günü işten atıldı. İşten atılmanın ardından kapı önünde direniş başladı. Başlattıkları imza metnini paylaşıyoruz. T.C. ÇALIŞMA VE SOSYAL GÜVENLİK BAKANLIĞI’NA, İşçi sınıfı ve emekçilere dönük saldırılara her geçen gün yenisinin eklendiği bir dönemden geçiyoruz. Siyasal iktidar uyguladığı politikalarla bir yandan ülkeyi kan gölüne çevirirken öte yandan bizi kölece çalışma ve yaşam koşullarına mahkum etmektedir. Azgın sömürü, ağır ve yıpratıcı çalışma koşulları, güvencesizlik yetmezmiş gibi kıdem tazminatı hakkımız gasp edilmeye çalışılmakta, kiralık işçilik adı altında biz işçileri modern köleler haline getirecek uygulamaların önü açılmaktadır. Bu politikalar önce biz işçi kadınları vurmakta, mobbing, taciz, ucuz ve yedek iş gücü olarak görülmek, aynı işi yaptığı halde daha az ücret almak, aşağılanmak vb. gibi cinsel ezilmişliğin getirdiği sorunlara bunlar da eklenmektedir. İzmir Çiğli AOSB’de direnişe geçen Kardelen Yoğungan ve Sonay Tezcan tam da bu saldırı ve sorunlara karşı direnişe geçmiş, böylece işçi kadınların yaşadığı sorunlara bir kez daha dikkat çekilmesini sağlamışlardır. Bizler bu iki kadın direnişçinin yanında olduğumuzu ilan ederken öte yandan aşağıdaki taleplerinin yerine getirilmesi için tüm ilgilileri göreve çağırıyoruz. -Eşit işe eşit ücret! -Her fabrikaya kreş! -Fabrikalardaki işçilere dönük baskılara son verilsin! -Mobbing ve taciz uygulamalarının failleri ve sorumluları cezalandırılsın! -Bu tür uygulamaların açığa çıkarılması için bütün fabrikalar, işçi örgütleri tarafından oluşturulacak bağımsız bir heyetin denetime açılsın! -Sömürüye, baskıya, mobbinge ve tacize karşı mücadele eden, bu yüzden işten atılan Kastaş işçileri Sonay Tezcan ve Kardelen Yoğungan’ın iş hakları iade edilsin, talepleri karşılansın, baskı ve mobbing politikalarının uygulayıcısı olan formen ve genel müdürün işine son verilsin! -Sendikal örgütlenmenin önündeki bütün engeller kaldırılsın! -Kıdem tazminatının gaspı, kiralık işçi bürosu, yarı zamanlı çalışma vb. uygulamalara, bunu sağlayan bütün hukuksal zeminleriyle birlikte son verilsin. -İşyerinde, okulda, sokakta toplumsal yaşamın her alanında kadın erkek eşitliği. AD-SOYAD 18 MESLEK İMZA Liselilerin Sesi Dünyadan haberler… Hükümet saldırganlıkta, emekçilerle gençler direnişte kararlılar Görünen o ki, Fransa’da sokaklar hareketli olmaya devam edecek. Zira hükümet tüm tepkilere rağmen, bazı değişiklikler yaparak yasayı meclisten geçirdi. Kolluk kuvvetlerini sokaklara salarak kararlık gösterisi yapan hükümet, sermayenin çıkarlarını korumak için pervasızlıktan çekinmeyeceği mesajını verdi. Hem OHAL’in uzatılmasına, hem de çalışma yasasındaki değişikliğe öfkelenen emekçilerle gençlik güçleri ise, saldırıyı püskürtmek için kararlılıkla mücadeleye devam edeceklerini ilan ettiler. Sosyal hakların gaspına ve polis devletine karşı; Fransa’da grev ve eylemler Fransa’da egemenlerin sınıf çatışmalarını yumuşatacak etkili araçları kalmadı. Emekçilerle gençliğin de hak gasplarına ve dayatılan geleceksizliğe boyun eğmeleri beklenmiyor. Pakistan’da üniversiteye saldırı Pakistan’da en az 4 saldırgan, Baça Han Üniversitesi’nde saldırı düzenledi. Saldırının düzenlendiği üniversite yerleşkesinden patlama ve silah sesleri yükseldi. En az 4 saldırganın bulunduğu belirtilen olayda ölü ve yaralı sayısına dair çelişkili bilgilen yansıdı. Saldırıyı Pakistan Talibanı üstlendi. Almanya’da gençlik ırkçılığa karşı! Almanya’nın Berlin, Bremen, Bon, Münih, Frankfurt, Kiel, Potsdam kentleri başta gelmek üzere toplam 16 kenti, 27 Nisan’da 7 bin üniversite öğrencisi ve stajyerin, ırkçılık karşıtı gösterilerine sahne oldu. Sadece Berlin’deki gösterilere 4 bin kişi katıldı. Hindistan’da öğrenciler eylemde! 24.02.2016 - 20:04 Dünya Hindistan’da öğrenciler Kanhaiya Kumar’ın özgürlüğü ve üniversitelerin demokratikleşmesi için eylemlerini kararlılıkla sürdürüyorlar. ‘Üniversiteler özgür düşünce alanları, bunu kimse elimizden alamaz, bu yüzden eylemlerimiz devam edecek!’ diyorlar. 1 Mayıs işçinin emekçinin bayramı İşçi sınıfının uluslararası birlik, mücadele ve dayanışma günü olan 1 Mayıs Avrupa’nın dört bir yanında yapılan eylemlerle kutlandı. İşgal güçleri Kadoori Üniversitesi’nde saldırdı İşgal güçleri Kadoori Üniversitesi’nde öğrencilerin üzerine mermi ve gaz bombası yağdırdı. Tulkerem kentindeki Filistin Teknik Üniversitesi-Kadoori’de, kampüs içindeki atış alanında işgal güçlerinin toplanmasının ardından çatışmalar çıktı. Ateş açarak üniversite binalarına doğru ilerleyen işgal güçleriyle öğrenciler arasında yaşanan çatışmalarda onlarca genç mermilerle ve bombalardan çıkan dumanla yaralandı. İşgal güçleri Kadoori Üniversitesi’nde saldırdı İşgal güçleri Kadoori Üniversitesi’nde öğrencilerin üzerine mermi ve gaz bombası yağdırdı. Tulkerem kentindeki Filistin Teknik Üniversitesi-Kadoori’de, kampüs içindeki atış alanında işgal güçlerinin toplanmasının ardından çatışmalar çıktı. Ateş açarak üniversite binalarına doğru ilerleyen işgal güçleriyle öğrenciler arasında yaşanan çatışmalarda onlarca genç mermilerle ve bombalardan çıkan dumanla yaralandı. 19 Liselilerin Sesi “Meslek liseli DLB’lilerin uzun bir süredir hazırlıklarını sürdürdükleri “Anlatılan senin hikayen” şiarıyla gerçekleştirilen meslek liseli buluşması 23 Nisan günü gerçekleştirildi. İstanbul’un birçok bölgesinden ve Gebze’den liselilerin katılımıyla gerçekleşen buluşma meslek liselilerin irade beyanına dönüştü. 23 Nisan vesilesiyle, katledilen, stajlarda sömürü düzenine kurban edilen, tacizlerle-tecavüzlerle karşı karşıya bırakılan çocukların varlığına vurgu yapılan buluşmadan izlenimleri yayınlıyoruz” Meslek lisesi bulumasında beraber bir şeyler yapma çabası çok güzeldi. 23 Nisan’da buluştuk ve çocuk bayramında bile ülkemizde çocukların sokak ortasında, stajda öldürüldüğü bir kez daha güçlü bir şeklide vurgulandı. Oynanan tiyatro ile yaşadıklarımız ve sistemin, medyanın yalancılığı çarpıcı bir şeklide anlatıldı. Ben de bir meslek liseliyim. Karşılaştığımız sorunları anlattık ve çözümünü tartıştık. En basitinden kendi bastığımız staj defterlerine bile ücret ödemek zorunda kalıyoruz. Bu tam bir saçmalık ve başka türlü bir sömürü. Ve bunun gibi pekçok örnek daha var. Bunları konuştuk, tartıştık. Ve sorunlara karşı örgütlenme gerekliliğini vurguladık. Herkesi örgütlenmeye çağırıyorum. Taşdelen’den bir meslek liseli DLB’li 20 Meslek liselilerin sesi yükseliyor! 23 Nisan’da gerçekleştirilen “Meslek Liseliler Buluşuyor!” etkinliğine dair izlenimler... Buluşma bana göre çok anlamlıydı. Meslek liselilerin bugünü ve geleceği ile ilgili konuşmalar yapıldı. Ben de bir meslek liseli olduğum için bu konuşmalar beni ve benim gibi meslek liselileri ilgilendiriyordu. İleride yaşayacağımız sorunlar ve bu sorunlara karşı nasıl bir çözüm getireceğimizi konuştuk. Ve çözümün de aslında hepimizin bildiği örgütlenme yoluyla olabileceğini bir kez daha vurguladık. Bunun dışında halaylar çekildi, şarkılar, marşlar söylendi. Sıcak, samimi ve doğal bir ortam vardı. Tekrar içinde bulunmak istediğim bir ortam burası. Bu kurultay bana çok şey kattı. Staja gideceğim sırada ve daha ileride yaşayabileceğim sorunları nasıl çözeceğimi öğrenmiş oldum. Bireysel kurtuluşun değil örgtülenmenin tek çözüm olduğunu hatırladık. Tekrardan böyle buluşmalar yapmak ve devrim bayrağını yükseltmek umuduyla. Ümraniye’den bir meslek liseli DLB’Li İlk defa böylesi bir ortamda bulundum. Oldukça kalabalık ve güzeldi. Kendimi yabancı hissetmedim. Sosyalleşmeyii ve paylaşmayı öğrendim. Bizi bekleyen geleceksizliğin daha fazla farkına vardım. Bundan sonra daha fazla bir arada olacağız. Tekrar görüşmek üzere. Sarıgazi’den bir DLB’Li Liselilerin Sesi Baharın en güzel ayı henüz yaşanmadı... Abim Deniz kitabı, Deniz Gezmiş’in hayatını, daha önce görülmemiş fotoğrafları, mektupları ve Deniz’in kardeşi Hamdi Gezmiş’in anlatımıyla Can Dündar’ın oluşturduğu bir biyografi kitabıdır. Kitap Hamdi Gezmiş’in abisi ile ilgili anlatısı ve Can Dündar’ın dönemi anlatması şeklinde ikili yürüyor.a Kitabın hazırlanışında bir başka kitap olan Gülünün Solduğu Akşam’dan da yardım alınmış. Can Dündar’ın kitap için çeşitli belgelere ulaşmaya çalıştığı ilk zamanlarda Deniz’in Almanya’dan bir mektup arkadaşını bulması ve Almanya’ya giderek Deniz’in mektup arkadaşına ulaşması gerçekten bu kitap için ne denli uğraşıldığının ve geniş kapsamlı çalışıldığının göstergelerinden biri. Kitap Hamdi Gezmiş’in şu sözleriyle başlıyor: “Baharın en güzel ayı benim için de Mayıs olabilirdi, eğer abim Deniz ve iki yiğit arkadaşı 72’nin 6 Mayıs’ında kin ve intikam duygularıyla idam edilmeseydi...” Kitapta Deniz’in ilkokul yıllarında çektirdiği bir fotoğrafta dahi zafer işareti yapması, ayrıca daha lise yıllarında, okuduğu Haydarpaşa Lisesi’nde öğretmenine atılan bir iftiraya karşı arkadaşlarını örgütleyerek yaptığı eylem ve yıllar sonra öğretmeninin Deniz’in babasına “ben senin oğlun sayesinde temize çıktım, hakkını ödeyemem” demesi beni gerçekten etkiledi. Deniz Gezmiş bu ülkede bizlere devrimci bir miras bırakan bir isimdir. Bizlere devrimciliğin tatlı sulardan geçmediğini, devrimciliğin günün belli saatlerinde ve boş zamanlarda yapılan bir şey değil, bir kişilik olduğunu anlatan isimdir. Bu düzene karşı dik duruşu miras bırakanlardandır. Kitapta onun özel yaşamını, devrimciliğini ve o dönemin mücadelesini, koşullarını, gençlik hareketinin gidişatını anlamak mümkün. Küçükçekmece’den bir DLB’li 21 Liselilerin Sesi Koyun Masalı / SABAHATTİN ALİ Bir zamanlar iri ağaçlı, uçsuz bucaksız bir ormanın kenarındakiçayırlıkta, başında çobanı ve köpekleriyle, bir koyun sürüsü yaşıyordu. Çayırın otu her zaman bol ve taze, kenardan akan derenin suyu bol ve temizdi; yazın gölgesine yatacak birkaç gür yapraklı ağaç, kışın soğuktan kaçıp barınacak kuytu bir mağara, sürünün rahatını tamamlıyordu. Ama koyunların keyfi yolunda değildi. Çobandan şikayetleri vardı. Sakalına kır düşmeye başlayan bu adam, sabahtan akşama kadar bayırda uzanıp uyuklar, arada bir kavalını üfler, köpeklere bağırır, yine uykusuna dalardı. Koyunların sütünü sağıp içebildiğini içer, içemediğini satar, canı istedikçe bir kuzu kesip kebap eder, yahut bir koyun boğazlayıp kışa kavurma hazırlar; iki üç haftada bir gelen celebe en yağlı koyunları, kuzuları satar, sonra yine yatıp uykusuna bakardı. Hepsi bir tarafa, bu celebin eline düşenlerin eninde sonunda kasaba varacaklarını bilen koyunlar, kanlı gözlü herif her göründükte korkudan titreşirler, birbirlerine sokuluşurlar, karşı koymayı akıl edemezlerdi. Ne yapsınlar? Bu dünyanın düzeni böyleydi. Ama koyunların arasında bu işe bir türlü aklı ermeyenler, günün birinde bıçak altına yatmak korkusuyla yaşamaktansa, bu işi bir kökünden halletmek isteyenler türemişti, günden günede bunların sayısı çoğalıyordu. Mesela, bütün sürü kendi halinde otlar görünürken aralarından gözü kızmış bir koç fırlıyor, çobanın kaba etine bir boynuz yapıştırıyordu. Çoban onun peşini kovalayıp köpeklerin yardımı ile yakalasa, bir ağaca sımsıkı bağlayıp ilk gelen celebe bu hayvanı teslim etse bile, bu hal öbürlerini yıldırmaya yetmiyor, -Sonu kasaba gitmek olduktan sonra, bugün de bir, yarın da bir!- deyip boynuz savuran koyunların sayısı günden güne artıyordu. Eh, koyun deyip geçmeyelim. Onların içinde de ne koçlar, ne yiğitler vardır. Dünya kuruldu kurulalı bütün 22 koyunlar çobanla, köpekle yaşamadılar ya! Onlar da bir zamanlar kasaptan, celepten, çobandan, köpekten habersiz, yiyeceklerini kendileri arayıp bulurlar, düşmanlarını kendi sert boynuzları ile yıldırıp kaçırırlardı. Ama onların yağlı etlerine göz dikenler, sütünden yağ ile peynir, derisinden kürk ile çarık yapanlar, her şeyden önce koyunları, çobansız kalırlarsa kurdun kuşun şikarı (av) olacaklarına, kendi başlarına açlıktan öleceklerine inandırdılar. Bu böyle sürüp gittikçe koyunlar da kendilerine inanamaz, kuvvetlerine güvenemez oldular. Sandılar ki, çobanın onları canavardan koruması, önlerine bir tutam ot atması, yumuşak etleri için değil, kara gözleri içindir. Ama dediğimiz gibi, yavaş yavaş koyunların aklı başına gelmeye başladı. Çobanlar da günden güne kötüleşmişlerdi. Hele bu sonuncusu iyice dalgacıydı. Keyfinden, rahatından başka bir şey düşünmez, sürüye canavarlar saldırınca, eski çobanlar gibi sopasını kapıp köpekleri peşine katarak onlara karşı koyacağı yerde, birkaç koyun, kuzu atıp başından savmaya bakardı. Günün birinde bitişik ormandaki yabani hayvanlar, canavarlar birbirine girdiler. Çünkü o sene kış sert olmuş, kurtlar, ayılar yiyecek bulamayınca azmışlardı. Onların ulumaları, kükremeleri sürünün bulunduğu çayıra kadar gelince koyunlarla beraber çoban da tir tir titriyordu. Bu aralık, ormandaki kavgadan yaralanıp kaçan, yahut açlıktan pek zebun düştükleri için kavgaya katılamayan birkaç sıska kurt, ormanın kenarına sığınmışlardı. Korkudan şaşırmış koyunları görünce: -İşte dişimize göre düşman!- diyerek ileriye atıldılar. Ama canavarların kıpkırmızı açılan ağızlarıyla iri dişlerini görünce koyunlar işin şakaya gelmeyeceğini anladılar. Köpekler de, koyunlar elden gidince kendilerinin aç kalacaklarını düşünüp gayrete geldiler; hep beraber bu sıska kurtlara saldırdılar. Koçlar başlarını öne eğip iri boynuzlarıyla canavarların üstüne yürürlerken, köpekler de bir hayli havlayıp gürültü ettiler. Zaten dermansızlıktan dört ayakları üzerinde zor duran aç kurtların birkaçı gerisin geriye ormana kaçtı, öbürleri cansız yere serildi. Bu sırada saklandığı yerden çıkan çoban, sopasını savura savura tekrar sürünün başına geçmek isteyince, koyunlar akıllarını başlarına topladılar. Kasabı, celebi hatırladılar. Köpekler de onun sopasından kurtulmanın ve koyunlarla baş başa kalmanın sırası geldiğine hükmettiler. Hep birlikte çobanın üstüne yürüdüler. Ödlek çoban kaçıp canını zor kurtardı, bir daha da ortada görünmedi. *** Devamı bir sonraki sayıda... Gençlik tek yumruk! Çelik aldığı suyu unutmayacak... Halkım ben, parmakla sayılmayan Sesimde pırıl pırıl bir güç var Karanlıkta boy atmaya Sessizliği aşmaya yarayan Ölü, yiğit, gölge ve buz, ne varsa Tohuma dururlar yeniden Ve halk, toprağa gömülü Tohuma durur bir yerde Buğday nasıl filizini sürer de Çıkarsa toprağın üstüne Güzelim kırmızı elleriyle Sessizliği burgu gibi deler de Biz halkız, yeniden doğarız ölümlerle.