sayi 21 k - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
sayi 21 k - Sağlik Ve insan Dergisi
YAYIN DANIŞMA KURULUMUZ AYLIK SAĞLIK VE YAŞAM DERGİSİ Prof. Dr. Ahmet SERPER Hacettepe Üniversitesi Diş Hekimliği Fakültesi Dekanı EsasMedya Ltd. Şti. adına Prof. Dr. Ali İhsan DOKUCU Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanı Sahibi ve Yazı İşleri Müdürü M. Esat GÜZELGÖZ Bülent AKARCALI Eski Sağlık ve Sosyal Güvenlik Bakanı Eski Turizm Bakanı Prof. Dr. Cevdet ERDÖL Ankara Milletvekili Esra KAZANCIBAŞI ÖZTEKİN Sağlık Editörü / Yazar / Yayıncı Hukuk Danışmanı Av. Bekir EREN Prof. Dr. Hasan Fevzi BATIREL Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanı Kurumsal İletişim ve Reklam M. Suat GÜZELGÖZ Prof. Dr. Haydar SUR İstanbul Üniversitesi Sağlık Bilimleri Fakültesi Dekanı Prof. Dr. İskender PALA Uşak Üniversitesi Öğretim Üyesi Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Metin DOĞAN Yıldırım Beyazıt Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. M. İhsan KARAMAN Türkiye Yeşilay Cemiyeti Başkanı “Yeryüzü Doktorları Türkiye” Yönetim Kurulu Başkanı Üroloji Uzmanı Prof. Dr. Murat TUNCER Hacettepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Mustafa SOLAK Afyon Kocatepe Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Necdet ÜNÜVAR TBBM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşleri Komisyonu Başkanı Adana Milletvekili Prof. Dr. Nesrin DİLBAZ Üsküdar Üniversitesi Öğretim Üyesi Osman GÜZELGÖZ Sağlık Bakanlığı İletişim Koordinatörü Öznur ÇALIK TBMM Nüfus ve Kalkınma Grubu Başkanı Malatya Milletvekili Prof. Dr. Sabahattin AYDIN Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Tevfik ÖZLÜ Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) Farabi Hastanesi Başhekimi, Hasta Hakları ve Sağlıklı Yaşam Derneği (HAKSAY) Başkanı Doç. Dr. Tuncay DELİBAŞI Yıldırım Beyazıt Eğitim ve Araştırma Hastanesi Klinik Şefi Prof. Dr. Uğur DİLMEN Sağlık Bakanlığı Sağlık Araştırmaları Genel Müdürü Prof. Dr. Yunus SÖYLET İstanbul Üniversitesi Rektörü Yükseköğretim Kurulu (YÖK) Üyesi Üniversite Hastaneleri Birliği Derneği Başkanı Yıl: 2 Sayı: 21 • EYLÜL 2013 Yayın Koordinatörü Ayşe GÜZELGÖZ Editör Hande AYDEMİR Görsel Yönetmen Mustafa HORUŞ Grafik Tasarım EsasMedya Tasarım Yayın İdare Merkezi Aşağı Öveçler 1328. Sokak 15/3 Çankaya / Ankara Tel : 0312 472 44 63 Faks: 0312 472 44 83 www.saglikveinsandergisi.com dergi@saglikveinsandergisi.com Yayın Türü Yaygın Süreli Basım Yeri İmaj İç ve Dış Ticaret A.Ş. Macun Mah. 3. cad. No: 2 (A Girişi) İstanbul Yolu 6. km. Yenimahalle / ANKARA Tel : 0312 397 91 40 Basım Tarihi EYLÜL 2013, ANKARA Kaynak gösterilmeden yazılar iktibas edilemez, alıntı yapılamaz. Yazılar yayınlansın, yayınlanmasın yazarlarına iade edilmez. Yazılarda kısaltma yapılabilir. Hukuki sorumluluk yazarlarına aittir. Yayınlanan reklamların hukuki sorumluluğu reklamverenlere aittir. ®EsasMedya - 2013 ®ISSN: 2146-829X ÜCRETSİZDİR. Destek ve katkıları için SAĞLIK BAKANLIĞI’na teşekkür ederiz. /saglikinsandrg /saglikveinsandergisi www.saglikveinsandergisi.com Sağlık Çalışanlarımıza Yönelik Şiddeti Kınıyoruz Sebebi veya şekli ne olursa olsun, şiddet asla kabul edilemez bir davranıştır. Ne yazık ki zaman zaman sağlık çalışanlarımıza da şiddet uygulandığını görüyor, duyuyor, okuyoruz. Sağlık çalışanlarımıza yönelik şiddete dikkat çekmek amacıyla bu sayımızın kapak konusunu “Sağlıkta Şiddet” olarak belirledik. “Her şeyin başı sağlık” sözü herkes tarafından kabul edilirken, bizler için çaba gösteren sağlık çalışanlarımıza yönelik şiddete sessiz kalmak tabii ki mümkün değil. Bu nedenle Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet Olaylarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla TBMM’de bir komisyon kuruldu ve komisyon birçok alanda araştırma yaparak çözüm önerileri sunan bir rapor hazırladı. 2013 Ocak ayında yayınlanan rapordan özetleyerek hazırladığımız çalışmayı ve Aile Hekimleri Derneği Federasyonu’nun hazırladığı “Sağlık Çalışanlarına Şiddet” raporunu şiddet dosyamızda bulabileceksiniz. Esma Başaran Şahin’in “Şiddetin iş yerindeki adı: Mobbing” başlıklı makalesi de yine şiddet dosyasının ilgi çekici yazılarından. Şiddet konusunda taviz verilmeyeceğini sık sık dile getiren Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun, katıldığı etkinliklerde “şiddet” konusunda verdiği demeçlerini derleyerek sizlere ilgi çekici bir haber çalışması sunduk. Bu sayımızda sizler için Yayın Danışma Kurulu üyemiz, Adana Milletvekili ve Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanı Prof. Dr. Necdet Ünüvar Hocamızla samimi ve keyifli bir sohbet gerçekleştirdik. İlgiyle okuyacağınızı düşündüğümüz röportajımızda dosya konumuz “şiddet”i de konuştuk. Kamu-Özel İşbirliği ile yapılan ilk şehir hastanesinin Yozgat’ta gerçekleşen temel atma töreni Ağustos ayının çok konuşulan etkinliklerindendi. Törenin ayrıntılarına yer verdiğimiz haber çalışmamızı da dergimizde bulabileceksiniz. Dergimizin Yayın Danışma Kurulu üyesi, İstanbul Medipol Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sabahattin Aydın Hocamız “Sağlıkta Vizyon: Sağlıkta İnsan Kaynakları Açmazı” başlıklı makalesinde “sağlıkta insan gücünü” anlattı. Keyifli yazılarıyla dikkatinizi çeken Dr. Sertaç Doğanay, Sağlık ve İnsan Dergisi okuyucuları için, sağlık alanında çevrimiçi hasta platformlarının rolünü anlatan bir yazı kaleme aldı. Eylül sayımızın Kampus başlığında sizlere Doğunun yükselen yıldızı Harran Üniversitesini tanıttık. Gezelim görelim bölümündeyse Bratislava’ya yer verdik. Eylül ayının başında Yayın Danışma Kurulu üyemiz Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu, Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanlığına getirildi. Bu vesileyle Hocamızı tebrik ediyor, yeni görevinde başarılar diliyoruz. Sağlık ve İnsan Dergisi ikinci yaşını tamamlamaya yaklaşırken, her sayıda farklı ve ilgi çekici konuları okuyucularımızın beğenisine sunmaya devam ediyoruz. Yine dopdolu bir içerikle hazırladığımız Eylül sayımızı ilgiyle okuyacağınızı umuyor, sevgi ve saygılarımızı sunuyoruz. M. Esat GÜZELGÖZ İÇİNDEKİLER Haber: Kamu-Özel İşbirliği Modeliyle Yapımı Planlanan İlk Şehir Hastanesinin Temeli Atıldı 6 Haber: “Sağlık İçin Hareket Edelim” 8 Kapak Konusu: Türkiye’de Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet 10 Kapak Konusu: Şiddetin İş Yerindeki Adı: Mobbing 20 Kapak Konusu: Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu Sağlık Çalışanlarına Şiddet Raporu 24 Haber: Hastane Kalitesine “Şiddet” Kriteri 30 Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu: “İnsan Hayatına Hizmet Eden Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet İnsanlık Dışı Buluyorum” 32 Haber: Türkiye, Canlıdan Akciğer Nakline Hazırlanıyor 36 Haber: Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Ali İhsan Dokucu’ya Emanet 36 40 Portre: Prof. Dr. Necdet Ünüvar Ak Parti Adana Milletvekili TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İlişkiler Komisyonu Başkanı 48 Haber: Bilim İnsanlarından Alkollü İçkilerin Üzerine Yazılacak Uyarı Mesajlarına “Tam Destek” 50 Kurumlarımız: T.C. Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı 52 Haber: Sigaraya Göz Yuman İşletme Kapatılacak 54 Hayat Kurtaran Tedaviler İçin Yenilikçi İş Yapış Yöntemleri 58 Sağlık Alanında Çevrimiçi Hasta Platformlarının Rolü Artıyor 60 Haber: ICT Summıt Now Bilişim Zirvesi’13 66 Kampus: Harran Üniversitesi 74 Gezelim Görelim: Bratislava 78 Kültür - Sanat: 11’E 10 Kala 80 Kitap haber KAMU-ÖZEL İŞBİRLİĞİ MODELİYLE YAPIMI PLANLANAN İLK ŞEHİR HASTANESİNİN TEMELİ ATILDI Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu: “Bu modelin de katkılarıyla bütün hastanelerimizi, 2023 Türkiye vizyonuna uygun hale getireceğiz” Kamu-özel ortaklığı ile yapılan ilk şehir hastanesinin temel atma töreni Yozgat’ta gerçekleştirildi. Törene, TBMM Başkanı Cemil Çiçek, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, ilgililer ve vatandaşlar katıldı. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu, kamu-özel işbirliği modeli ile tüm hastaneleri 2023 Türkiye vizyonuna uygun hale getireceklerini belirterek, “Hedefimiz, kamu-özel işbirliği modelinin de katkısıyla sağlık hizmet bölgelerine en uygun yatırımları gerçekleştirmektir. Böylece bölge merkezli illerimiz öncelikli olmak üzere, büyük ölçekli entegre hizmet imkanları sağlayan modern şehir hastaneleri kurmuş olacağız” dedi. Toplam 275 milyon TL’lik özel sektör yatırımı ile yapılacak Yozgat Eğitim ve 6 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 Araştırma Hastanesi, 75 bin metrekarelik alan üzerine inşa edilecek. Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, törende yaptığı konuşmada, Yozgat’ta bu proje ile tarihinde tek seferde en büyük yatırımın temelinin atıldığını belirterek, böylesi bir günü yaşıyor olmanın sevincini duyduğunu ifade etti. 2003 yılından itibaren AK Parti hükümetlerinin insan odaklı, insanı merkeze alan çözüm siyaseti prensibiyle ciddi hizmetler gerçekleştirdiğini dile getiren Müezzinoğlu, “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışını benimseyerek sağlık alanında da önemli hamleler yaptıklarını bildirdi. Müezzinoğlu, hizmet kalitesini sürekli arttırdıklarını vurgulayarak, “Bu uygulamalardaki başarımız sadece halkımızın değil uluslararası sağlık otoritelerinin de takdirini kazandı. Hedefimiz, bu çı- tayı daha yukarılara çıkarmak, hasta ve çalışan memnuniyet düzeyimizi arttırmak ve sürekli kılmaktır” diye konuştu. “Şehir Hastaneleri Projesi’ni artık hayata geçiriyoruz” Bu hedefe ulaşmanın önemli kriterlerinden birisinin de hastanelerin fiziki şartlarının iyileştirilmesi, sağlık hizmet sunumlarının akılcı ve doğru planlaması olduğunun altını çizen Müezzinoğlu, şunları kaydetti: “Sayın Başbakanımızın da özel önem verdiği,10 yıllık hayalim dediği Şehir Hastaneleri Projesi’ni artık hayata geçiriyoruz. Sayın Başbakanımıza teşekkürü bir borç biliyorum. Uzun süredir üzerinde çalıştığımız hizmet ve finansman modeli olan Kamu Özel İş- birliği Yöntemi ile reformlarımıza bir yenisini daha ekliyoruz. Bu modelin de katkılarıyla bütün hastanelerimizi 2023 Türkiye vizyonuna uygun hale getireceğiz. Bu kapsamda öncelikle 22 ilimizde yapılması hedeflenen hastaneler için Bakanlığımızın ilgili birimleri gerekli fizibilite çalışmalarını yapıyor. Gelinen aşamada ise 8 ilimizde yapacağımız 9 sağlık kompleksinin sözleşmelerini ilgili firmalarla imzaladık. Bugün ise aynı model kapsamında projelendirdiğimiz Yozgat Eğitim ve Araştırma Hastanemizin temelini atıyor, sağlık alanında yeni bir sayfa açacak yatırımların startını Yozgatımızda veriyoruz. Yozgatımıza ve ülkemize hayırlı olsun.” en iyi gösteren hususlardır. Bu anlamda hastanelerin etkin ve verimli çalışabilmesi, kaliteli sağlık hizmeti sunması büyük önem taşımaktadır. Hedefimiz kamu özel işbirliği modelinin de katkısıyla sağlık hizmet bölgelerine en uygun yatırımları geçekleştirmektir. Böylece bölge merkezli illerimiz öncelikli olmak üzere büyük ölçekli entegre hizmet imkanları sağlayan modern şehir hastaneleri kurmuş olacağız. Nitelikli bu merkezler sayesinde hastalarımız bölgelerinde, şehirlerinde tedavi olacak, başka bir merkeze gitmek zorunda kalmayacaktır. Sağlık Bakanlığı olarak bunu mümkün kılmak için bu uğurda gereken gayreti gösteriyoruz, göstermeye de devam edeceğiz.” “Sağlık birimlerinin kalitesi, ülkenin sağlığa verdiği önemi en iyi gösteren hususlardır” Bakan Müezzinoğlu, Yozgat Eğitim ve Araştırma Hastanesinin, hedeflerin gerçekleştirilmesinde güzel bir örnek olduğunu ifade ederek, “Kamu özel işbirliği ile yapacağımız sağlık kuruluşumuzun nitelikleri, konforu, alt yapı ve teknik donanımı ile Yozgat ve bölgenin sağlık hizmet kalitesini yükseltecektir. Bu hastane, Yozgat’ı sağlık hizmet alanında başka illere bağımlı olmaktan kurtaracağı gibi bölge halkına da hizmet verecektir” ifadesini kullandı. Hastanenin, 475 yataklı, 75 bin metrekare alan üzerinde 150 bin metrekare kapalı alana sahip olacağını anlatan Müezzinoğlu, “132 poliklinik ve 36 doktor modülü olan hastanemizin bünyesinde; endoskopi, radyoloji, nükleer tıp, anjiyo, diyaliz, fizik tedavi, ileri patoloji, Ketem ve Kemoterapi birimleri gibi üniteler yer alacak. Hastalarımız, nezih ve ferah bir ortamda sağlık hizmeti alırken sağlık çalışanlarımız da rahat çalışma imkânlarına kavuşacaktır. 275 milyon TL’lik özel sektör yatırımı ile inşa ede- Sağlık Bakanı Müezzinoğlu, dünya geneline bakıldığında gelişmiş ülkelerde sağlık hizmetleri dahil olmak üzere birçok alanda özel sektörle işbirliğine gittiğini de belirtti. Türkiye’nin kalkınma politikalarında özel sektörün yatırımlarına ayrı bir önem verdiklerinin altını çizen Müezzinoğlu, şöyle devam etti: “Bu doğrultuda, şehir hastaneleri gibi büyük projelerin uygulanması için özel sektörün sermaye ve yönetim dinamiklerinden yararlanarak, daha etkin bir sağlık hizmeti sunmayı hedefliyoruz. Zaten kamu ya da özel teşebbüsler, vatandaşa kaliteli hizmet üretmek, sorunlara zamanında çözüm sunmak için vardır. Sağlık hizmetlerinin ertelenemez olması; sunulan hizmetin kaliteli ve güvenilir olmasını zorunlu kılmaktadır. Bu nedenle, hastane ve benzer sağlık birimlerinin kalitesi, bir ülkenin sağlığa verdiği önemi ceğimiz eğitim ve araştırma hastanemiz, konuşmamın başında da bahsettiğim gibi bugüne kadar Yozgat’ta tek seferde yapılan en büyük yatırım olacaktır” açıklamasında bulundu. “Koruyucu sağlık hizmetleri alanında önemli çalışmalar yapıyoruz” Müezzinoğlu, tüm sağlık yatırımlarını hasta olan vatandaşlara en iyi koşullarda, en uygun hizmeti vermek için yaptıklarını dile getirdi. Hasta olmadan sağlığın kıymetinin bilinmesi gerektiğini, kültür olarak da bunun öğütlendiğini belirten Müezzinoğlu, şöyle devam etti: “Bu amaçla hastalarımızı tedavi etmek kadar sağlıklı kalabilmeleri için gereken hassasiyeti göstermek de Sağlık Bakanlığının asli görevlerindendir. Bunun için Sağlık Bakanlığı olarak koruyucu sağlık hizmetleri alanında önemli çalışmalar yapıyoruz. Obezite ve hareketsiz yaşam, sağlığımızı ciddi tehdit eden risklerdendir. Maalesef bu risk ülkemizde hızla artmaktadır. Yine aşırı tuz tüketimi, hastalıklar için başka bir risk faktörüdür. Tüketmemiz gereken tuz miktarının 3 katını tüketen bir milletiz. Sigara ve alkol, hem kişisel hem de toplumsal zararları olan kötü alışkanlıklardan. Bunlar gibi sağlığımıza doğrudan zararları olan alışkanlıklarımız değiştirmek zorundayız. Bu çalışmaları önümüzdeki süreçte daha da yoğunlaştıracağız.” Müezzinoğlu, Türkiye’nin sağlık yatırımları konusunda önemli bir dönüm noktasında olduğunu ifade ederek, TBMM Başkanı Çiçek, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, projeyi kamu-özel işbirliği modeli ile gerçekleştirecek Rönesans Holding, Şentürkler İnşaat, Ş.A.M Yapı ve Sıla Sağlık Danışmanlığa teşekkür etti. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 7 haber “SAĞLIK İÇİN HAREKET EDELİM” Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, Halk Sağlığı Haftası (3-9 Eylül) dolayısıyla yayınladığı mesajında, sağlıklı yaşam için fiziksel aktivitenin önemini vurguladı. Bakan Müezzinoğlu’nun Halk Sağlığı Haftası Mesajı: Halk sağlığı açısından en önemli amacımız, vatandaşlarımızın sağlığını hastalanmadan önce koruyabilmek, basit tedbirler ve önlemlerle doktora, ilaca gereksinim duymadan sağlık sorunlarını atlatabilmesini sağlamaktır. Bu sebeple vatandaşlarımızın kendi sağlıkları ile ilgili gerekli bilinci oluşturmak olarak tanımladığımız sağlık okuryazarlığını geliştirmeyi istiyor ve sağlıklı hayat tarzını teşvik ediyoruz. Çünkü biliyoruz ki, risk faktörlerinin azaltılması, erken tanı ve zamanında tedavi ile binlerce insanımızın hayatının kurtarılması ve büyük acıların önüne geçilmesi mümkündür. 2001 yılından beri Bakanlığımız öncülüğünde kutlanmakta olan “Halk Sağlığı Haftasının(3 -9 Eylül)bu yıl ki temasını“Sağlık İçin Hareket Edelim” olarak belirledik. Kalp damar hastalıkları, kanser, diyabet ve kronik solunum yolu hastalıklarından her yıl dünyada 35 milyon insanımız hayatını kaybetmektedir. Oysa bulaşıcı olmayan bu hastalıklar önlenebilir niteliktedir. Kalp hastalıklarının, inmelerin, tip 2 diyabetin %80’ive kanserlerin üçte birinden fazlası sağlıklı hayat tarzı benimsenerek önlenebilir. Bunun için tütünve al8 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 kol kullanmamak, sağlıklı beslenmek, fiziksel hareketliliği artırmak gereklidir. Özellikle fiziksel hareketsizlik, dünya genelindeki ölümlerin % 6’sından sorumludur. Meme ve kolon kanserlerinin yaklaşık % 21-25’inin, diyabetin % 27’sinin ve kalp hastalığının % 30’unun ana nedeni fiziksel hareketsizlik olarak gösterilmektedir. Obezitenin önde gelen nedenlerinden biri de fiziksel hareketsizliktir. Obezite eğilimi özellikle çocuklarımızda alarm verici düzeye gelmiştir. Bakanlığımız tarafından gerçekleştirilen bir araştırmada 6-11 yaş grubu çocuklarımızın%58,4’ü düzenli (günde 30 dakika veya daha fazla süre ile) olarak egzersiz yapmadığı anlaşılmıştır. Bu yaş grubundaki çocuklarımızda TV, bilgisayar, internet, ev ödevi, ders çalışma için hareketsiz geçirilen ortalama sürenin 6 saat olduğu belirlenmiştir. Buradan anne ve babalara seslenerek şunu söylemek istiyorum: Ülkemizde hızla artan çocuk obezitesinin önüne geçmek ancak sizin çabalarınız ile mümkün olacaktır. Çocuklarımızın sağlıklı ve düzenli beslenmesi, bilgisayar ve televizyon başında geçen sürelerin kısaltılarak, oyun ve spor saatlerinin uzatılması konusunda sizlere büyük görev düşmektedir. Sizlerde evlatlarınıza örnek olacak şekilde “sağlık için hareket edin”. Zira aynı şekilde, ülkemiz genelinde kadınların % 87’sinin, erkeklerin ise % 77’sinin yeterli ölçüde fiziksel aktivite yapmadığını tespit ettik. Depresyonun azaltılması, kemik sağlığı, kas kuvveti ve kalp-solunum kapasitesinin geliştirilmesi için yetişkin bireylerde her gün en az 30 dakika orta şiddetli fiziksel aktivite yapılmasını öneriyoruz. Orta şiddetli aktivitelere örnek olarak; hızlı yürümek, düşük tempolu koşular, dans etmek, ip atlamak, yüzmek, masa tenisi, yavaş tempoda bisiklet sürmek verilebilir. 5-17 yaş grubu ise her gün en az 60 dakika orta şiddetliden şiddetliye doğru giden fiziksel aktivite yapmalıdır. Ancak şunu unutmamak gerekir, fiziksel aktivitenin sağlığı koruyucu ve geliştirici etkisinin görülebilmesi için aktivitenin planlı, tekrarlı ve düzenli olarak yapılması gerekir. Halk Sağlığı Haftası vesilesi ile bütün vatandaşlarımıza hastalanmadan sağlıklarını koruyabildiğimiz, hareketli, sağlıklı, huzurlu bir yaşam diliyorum. kapakkonusu TÜRKİYE’DE SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ŞİDDET* Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet Olaylarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporu Son yıllarda Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin yaygınlaştığı ve yaygınlaşan şiddetin sağlık sektörünü ciddi biçimde etkilediği birçok kez dile getirilmiştir. Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin boyutları, nedenleri, etkileri ve şiddeti yönetmeye dair çözüm önerileri hakkında henüz tam ve güvenilir bir veri olmamakla birlikte, son yıllarda bu alanda yapılmış birçok yeni araştırma ve çalışma mevcuttur. Burada, Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin boyutu, nedenleri ve şiddetin engellenmesine dair çözüm önerileri; yapılan çalışma ve araştırmaların ışığında, Komisyona yapılan sunumlar ve literatür göz önünde bulundurularak sistematik bir biçimde ortaya konulmaya çalışılmaktadır. 10 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 Ülkemizde şiddet konusunda yapılan araştırmalar genellikle şiddetin daha sıklıkla yaşandığı yataklı tedavi kurumlarında yapılmış olup, devlet hastaneleri acil servis hizmetleri ve poliklinikler sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin daha fazla görüldüğü yerlerdir. Bu birimler hasta ve yakınlarının ivedi hizmet almak istedikleri ve çatışmaların sıklıkla yaşanabileceği yerlerdir. Şiddetin sıklıkla görüldüğü bir diğer hizmet birimi ise 112 Acil Sağlık Hizmetleri birimleridir. Burada da benzer biçimde acil hasta kaygısı nedeniyle, sağlık çalışanları bireylerin şiddet içeren davranışları ile karşılaşabilmektedir. Birinci basamak sağlık kuruluşlarında ise sıklıkla poliklinik hizmetlerinde şiddet ile karşılaşılmaktadır. Çalışmalarda Türkiye’de şiddet olaylarının % 79’unun acil servislerde olduğu ve % 91’inin hasta yakınları tarafından gerçekleştirildiği ifade edilmiştir. Türkiye’de şiddet çoklukla sözel olarak görülmekte, fiziksel şiddet ile daha az karşılaşılmaktadır. Fiziksel şiddete erkekler, sözel şiddete kadınlar daha çok maruz kalmaktadır. Kadınlar sözel, erkekler fiziksel şiddet ile daha fazla karşılaşmaktadır. Saldırganların çoğunlukla hasta / hasta yakını ve erkek olduğu pek çok çalışma ve sunumun ortak bulgusudur. Yine alkol, madde bağımlıları ve psikiyatrik bozuklukları olanların da daha çok şiddete başvurdukları gözlenmektedir. Şiddet uygulayanlar daha çok 30 yaş altı, eğitimsiz, gelir düzeyi düşük, işsiz kişilerdir. Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti araştıran çalışmaların önemli bir bulgusu da şiddetin çoklukla sağlık çalışanının tedavi, pansuman gibi hizmetleri verirken meydana gelmesidir. Bu sırada uygulanan şiddet hizmetin de aksamasına neden olmaktadır. Türkiye’de yapılan çalışmaların çoğunda, karşılaşılan şiddetten sonra sağlık çalışanlarının büyük bir bölümünün hizmet sunmaya devam etiği ve olayı rapor etmediği görülmektedir. Fiziksel saldırı sonrası bildirim oranı, sözel saldırıya göre daha yüksektir. Şiddete uğrayanların fiziksel saldırılardan daha fazla zarar gördüğü ve bu yüzden bildirimde bulundukları, diğer şiddet türlerini ise mes- leğin doğasında var olan bir durum olarak kabul ettikleri ve bildirimde bulunmadıkları ya da bildirimde bulunduklarında sonuç alamamaktan veya suçlanmaktan korktukları ifade edilmiştir. Bilindiği üzere şiddetin bir başka boyutu ise psikolojik taciz yani mobbingdir. Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik mobbing konusunda yapılmış araştırma sayısı da sınırlıdır. Mevcut çalışmalarda mobbingin çoğunlukla bir üst konumdaki kişi ya da eş kıdemli kişi tarafından, hizmet sunumu sırasında uygulandığı ve Türkiye’de mobbingin yaklaşık % 38-40 olarak görüldüğü belirtilmiştir. Sağlık Bakanlığı tarafından Türkiye ölçeğinde şiddet sıklığı ve nedenle- rine ilişkin halen yürütülmekte olan araştırma içerisinde de mobbinge yönelik sorular bulunmaktadır. Türkiye’de sağlık alanında yaşanan şiddetin boyutunu ve nedenlerini tam olarak gözler önüne serebilmek ve şiddeti önleyebilecek politikalar geliştirebilmek amacıyla; Sağlık Bakanlığı tarafından da birçok çalışma yapılmakta ve planlanmaktadır. Sağlık Bakanlığı tarafından Komisyonumuza yapılan sunumda, 2011 yılında hastane yöneticilerinden yazılı form ile toplanan bilgilere göre 384 hastanenin % 79’u hastanelerinde şiddet olaylarının görüldüğünü, şiddetin % 56 sözlü ve fiziksel, % 15 fiziksel, % 29 yalnızca sözlü olduğu belirtilmiştir. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 11 Ayrıca Sağlık Bakanlığı himayesinde ve Kırıkkale Üniversitesi koordinasyonunda 2012 yılında başlanan ve halen devam eden “Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddeti” araştıran, yaklaşık on beş bin sağlık çalışanını kapsayan ILO standartlarında bir bilimsel araştırma başlatılmıştır. Araştırmanın 26 Aralık 2012 tarihi itibariyle son bir yıl ve 2152 kişiyi kapsayan sonuçlarına göre fiziksel şiddet % 5,9 ve sözel şiddet % 38,1 olarak analiz edilmiştir. Araştırma halen devam etmektedir. Türkiye’de Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddetin Nedenleri Sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin engellenebilmesi için, temel nedenlerin iyi tespit edilip ona yönelik çözüm önerilerini içeren politikaların geliştirilmesi gerekmektedir. Tüm çalışmalarda ve literatürde sağlıkta yaşanan şiddetin toplumda yaşanan şiddet ve sorun çözme anlayışının bir parçası olarak sosyal bir sorun olarak kabul edilmesi gerektiği vurgulanmakla birlikte; yukarıda sözü edilen araştırmalardan derlenen sonuçlara göre sağlıkta şiddetin nedenleri şu şekilde tespit edilmiştir. 1. Mental ve davranış bozukluğu 2. Eğitim düzeyi düşüklüğü ve kurallara uymama, 3. Çok sayıda muayene ve test yapılması, 4. Stresli hasta yakınları ve kalabalık gürültülü ortamlar, 5. Hasta ve hasta yakınlarının aşırı istekte bulunması, 6. Uzun bekleme süreleri, 7. Sağlık çalışanı yetersizliği, 8. Yanlış anlamalar, iletişim problemleri ve kişisel sorunlar. Komisyon çalışmaları sırasında konunun tüm paydaşları, uzmanlar ve akademisyenler dinlenmiş, yerinde ziyaretlerde ve incelemelerde bulunulmuş, ayrıca konuya ilişkin literatürden de yararlanılmıştır. Yukarıda yer verilen tüm çalışmalar ışığında; bu başlıkta; Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin nedenleri ve çözüm önerileri CURBOW’un sınıflaması da dikkate alınarak ortaya konulacak ve Türkiye’de sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin nedenleri dört ana başlık altında ele alınacaktır: 12 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 1. Örgütsel/kurumsal faktörler 2. Toplumsal faktörler 3. Tarafların (hizmeti sunan ve hizmeti alan) özellikleri, etkileşimleri ve iletişim, 4. Çevresel faktörler 5. Hukuka/Yargıya İlişkin Nedenler Şiddeti doğuran sebepleri kesin çizgilerle birbirinden ayırarak sınıflamak olanaklı değilse de, teorik çerçeveyle paralellik sağlamak ve bu nedenleri sistematik bir çerçevede ortaya koyabilmek adına böyle bir sınıflamaya gidilmiştir. Örgütsel/Kurumsal Faktörler Sağlık hizmetinin sunulduğu alanlar, hizmetin özelliği ve çeşitliliği nedeniyle oldukça karmaşık yapılardır. Kaygı düzeyi yüksek kişiler (hasta, hasta yakınları, hasta olduğunu düşünenler) bu alanlarda hizmet almaktadırlar. Değiştirilemeyecek bu özelliğe ek olarak; bekleme alanlarının yetersizliği, havasız ve uygun ışıklandırmanın olmadığı ortamlar, yönlendirmelerin eksikliği gibi fiziki alt yapı eksiklikleri hizmet alanların ve verenlerin stres düzeyini yükseltmekte ve şiddete yol açabilmektedir. Sağlıkla ilgili rutin ya da değişiklik yapılan uygulamaların halka tam olarak anlatılmamış olması, eksik ve hatalı bilgiler hasta ve hasta yakınlarında gerçekleştirilmesi mümkün olmayan beklentilere neden olmakta, bu beklentilerin karşılanamaması da şiddete başvurmalarına neden olabilmektedir. Sağlık hizmetlerinin sunulduğu alanlarda yöneticilerin, hastalara yönelik süreçleri yeterince incelememeleri ve sıkıntılı süreçler düzenlemedeki yetersizlikler de hizmet alanların stres düzeyini yükselterek, şiddet eğilimlerini artırmaktadır. Bürokratik süreçlerin zorluğu ve karmaşıklığı da şiddetin nedenleri arasında yer almaktadır. Geri ödeme kurumunca yapılan düzenlemeler sonucu çeşitli alanlarda hastalardan tahsil edilen katılım payları da tartışmalara yol açmakta ve zaman zaman da hasta veya hasta yakınlarında da şiddete başvurma eğilimini artırmaktadır. Artan iş yükü nedeniyle, hastaların tanı, tedavi ve bilgilendirilmesine ayrılan sürecin kısalması da şiddetin nedenleri arasında yer almaktadır. Sağlık Bakanlığının SABİM uygulamasının hasta, hasta yakınları ve sağlık çalışanları tarafından sağlık personelini şikâyet hattı olarak algılanması da hem hizmet sunan hem de hizmet alan tarafından şiddete eğilimi artırmaktadır. Çalışan haklarının hasta hakları kadar bilinmemesi ve SABİM hakkında yeterli bilgilendirme yapılmamış olması nedeni ile yapılan amaç dışı başvurular hizmet sunucularına ilişkin şiddet ortaya çıkaran nedenler arasında yer almaktadır. SABİM toplumun ve sağlık çalışanlarının bilgilendirilmesi amacı ile kurulmuş bir iletişim merkezidir. SABİM konusunda bilgi ve farkındalığın yeterli olmaması, şikâyetlerin SABİM tarafından yeterince süzülmemesi ve SABİM incelemesi yapan kişilerin yapıcı olmayan yaklaşımlarının şiddete neden olabildiği de iddia edilmektedir. Yeterli ve etkili güvenlik sistemlerinin kurulamaması, özellikle yüksek riskli alanlarda fiziksel şiddette neden olabilecek araç ve gerecin kolay ulaşılabilir halde bulunması da (masa üzerinde tel, zımba, delgeç; kolayca kaldırılıp fırlatılabilecek tabure ve sandalye gibi) olası şiddetin etkisini artırabilecek nedenlerden birisidir. Sağlık çalışanlarının sayısal yetersizliği ve dengesiz dağılımı da hastaların bekleme sürelerinin uzamasına, sağlık personelinin hastaya ayırdığı zamanın kısalmasına ve aşırı yorgunluğa bağlı olarak şiddet nedenleri arasında görülmektedir. Sağlık Bakanlığının gerek güvenlik tedbirleri, gerekse diğer pek çok uygulamayı hayata geçirmekle birlikte son yıllara kadar sağlık çalışanlarına yönelik şiddet konusunda temel bir politika oluşturmamış olması, sağlık çalışanlarının şiddete uğrama durumunda sorunu birbirinden farklı yöntemlerle çözmeye çalışmalarına neden olmuş, konuyla ilgili sistematik bir davranış modeli olmaması da hizmet alanların şiddet uygulama konusunda kendilerini rahat hissetmelerine neden olmuştur. Silah, delici-kesici aletlerin kişisel olarak edinilmesi ve taşınması için gerekli koşulların kolaylığı, dolayısıyla bireysel silahlanmanın artması da sözel şiddetle bitebilecek bir davranışın, fiziksel şiddete dönüşmesi ve ölümle sonuçlanmasına neden olabilmektedir. Komisyonumuza sunum yapan bazı meslek örgütleri ve sendika temsilcileri mevcut uygulama biçimi ile performansa dayalı ödeme biçiminin nitelikten ziyade niceliği ön plana çıkarmasının çalışma barışını azabildiğini, daha fazla işlemin daha fazla performans puanını beraberinde getirdiğinden hastaya ayrılan sürenin kısa tutulabildiği ve bunların doğrudan olmasa bile dolaylı olarak şiddeti besleyebildiği fikrini savunmuşlarıdır. 2. Toplumsal Faktörler Bilgi ve iletişim teknolojisindeki gelişmeler gibi nedenlerden dolayı topluma ilişkin nedenler tartışılırken toplumda var olan yaygın şiddet kültürü üzerine vurgu yapmak gerekir. Şiddet konusundaki araştırmaların ulaştığı genel bir sonuç; şiddetin, bir fasit daire, bir sarmal şeklinde ilerlediği ve şiddetin şiddeti doğurduğudur. Toplumun ve bireyin genel şiddet eğilimindeki artış, toplumda saldırganlığın artması, gündelik yaşamda artan şiddet (kadına yönelik, trafikte, sporda, sağlık alanında…) ve hoşgörüsüzlük, şiddetin kanıksanması, toplumda şiddete hoşgörü ile yaklaşım anlayışı ve şiddetin sorun çözme mekanizması olarak görülmesi, bekleneceği üzere sağlık alanına da yansımıştır. Toplumda iletişim ve kendini ifade eksikliği, sorunları açıklıkla konuşma, dinleme ve empati alışkanlığının pek olmaması da şiddetin temel nedenlerinden birisidir. Toplum giderek bilinçlenmekte ve hak arama davranışı yaygınlaşmaktadır. Bu istenen bir durum olmakla birlikte hak arama davranışının şiddet yoluyla gerçekleştirilmeye çalışılması istenmeyen bir durumdur. Bu durumunun kök nedenlerine inildiğinde temelinde şiddet uygulayan kişinin ailesinde ve eğitim sisteminde “şiddetin” bir eğitim aracı olduğu gerçeğinin yattığı tespiti yapılabilir. Mevcut durumu ile sorunlarını çözemeyen ya da hakkının yenildiğini düşünen toplum üyeleri çevrelerinde ve medyada sık olarak gördükleri gibi şiddet uygulayarak çözüm arayışlarına gitmektedir. Okul öncesinde, okulda, yükseköğretimde ve çalışma yaşamında fiziksel ve sözel başta olmak üzere şiddet uygulayarak sorunlarına çözüm arayan ve/veya bulan birey veya grupların varlığı da bireyleri şiddet kullanmaya teşvik etmektedir. Toplumdaki bireylerin sağlıklı iletişim kuramamaları ve kendini ifade eksiklikleri de şiddeti doğuran nedenler arasında sayılmaktadır. Sağlıklı iletişim gerek bireylerin kendi durumlarını başkaları ile paylaşmada gerekse başkaları tarafından söylenenleri algılamada oldukça önemli bir unsurdur. Sağlıklı iletişimde bulunamayan ve kendini ifade edemeyen bireyler sağlık hizmeti taleplerinde de kendilerini ifade edemeyerek sağlık çalışanları tarafından da anlaşılamamakta, böylece yukarıda belirtilen önemli nedenlerden birisi olan iletişim eksikliğinden kaynaklanan sorunlar ortaya çıkmaktadır. Hatta çoğu zaman sağlık çalışanının kasten kendisini anlamadığını düşünen bireyler, şiddeti sorun çözme aracı olarak görmekte ve şiddet uygulayarak sorun çözme yoluna gitmektedir. Medyada sağlık çalışanlarına yönelik gerçekliği araştırılmamış olumsuz haberlerin yer alması toplumda; hekim, hemşire, 112 çalışanı gibi personele karşı olumsuz ön yargıların oluşmasına neden olmaktadır. Örneğin sürekli “ambulans geç kaldı!” haberi ile görsel ve yazılı medyada karşı karşıya kalan birey bir süre sonra “tüm ambulanslar geç kalmaktadır” gibi bir ön yargıya sahip olmaktadır. “Acil hasta” kavramı ülkemizde çok net olarak bilinmemektedir. Bu nedenle gerekli olmayan durumlarda da bireyler acil sağlık hizmetlerinden yararlanmak istemektedirler. Bu durum da özellikle acil servisler ve 112 acil sağlık hizmetlerinde bireyleri bir an önce hizmet alma talebi ile sözel ve fiziksel saldırıla yöneltmektedir. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet olgusu konuşulurken sıklıkla gündeme gelen konulardan birisi de hekimliğin otonomisinin sorgulanmaya başlanmasıdır. Bilgiye ulaşma imkânlarının artması ve toplumun her konuda giderek artan bilgi talepleri de bu durumu artırmıştır. Medyada sağlık haberleri; yanlış, eksik, tiraj ve reyting kaygısı ile verilmektedir. Medyada sağlık çalışanlarına ilişkin olumsuz haberler yer alabilmektedir. Dizilerde sağlık çalışanların imajını zedeleyecek sahnelere yer verilmektedir. Medyada şiddet sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti teşvik eden haberlerin ve şiddeti içeren yapımların varlığı önemli bir şiddet unsurudur. Medyada gerek dizi gerek haber gerek belgesel kanallarında pek çok kez sağlık kurumları ve çalışanlarına yönelik olumsuz haberler çıkmakta, bu da toplum tarafından yanlış anlaşılarak sağlık çalışanlarına yönelik şiddete dönüşebilmektedir. Öte yandan medyada çıkan sağlık çalışanlarına yönelik pek çok haber de aslında gerçeği yansıtmamakta, yalnızca reyting ya da tirajı artırabilmek için kullanılmaktadır. Özellikle kimi dizilerde “hasta yaşamazsa sen de yaşamazsın doktor” repliği gibi ifade edilen olumsuz söz ve görüntüler toplumun sağlık çalışanına yönelik şiddeti meşru gibi algılamasına neden olabilmektedir. Yine “yanlış iğne oldu, kolu kesildi” gibi çok nadiren de olsa ortaya çıkabilecek komplikasyonların sürekli bir biçimde iletişim araçları tarafından yayımlanması sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti körükleyebilmektedir. Sağlık çalışanları konusundaki olumsuz haberlerin ilgi görmesi nedeniyle sürekli konuya ilişkin olumsuz haber yapılması, gençlerin televizyonda her gün onlarca şiddet sahnesi seyrederek yetişmeleri, basında çıkan provokatif içerikli yanlış haberler, haberlerin bir kısmında sağlık çalışanlarının işini iyi yapmayan kişiler olarak gösterilmesi, televizyon dizilerinde sağlık çalışanlarına şiddet içeren sahnelerin sıklıkla yer alması ve özendirilmesi, tiraj ve reyting kaygılı yayın politikasının egemen oluşu ve olumsuz hekimlik örneklerinin yoğun ve sürekli gündemde tutulması270da sağlık personeline yönelik şiddeti artıran nedenler arasındadır. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 13 3. Tarafların (Hizmeti Sunan ve Hizmeti Alan) Özellikleri, Etkileşimleri ve İletişim Sağlık çalışanları, kendi meslektaşları, hastalar ve hasta yakınları olmak üzere kaygı, endişe ve beklenti düzeyleri birbirinden oldukça farklı kişi ve gruplarla sürekli iletişim ve etkileşim halinde çalışmak zorundadırlar. Bu iletişim sürecinin hasta ve hasta yakınları ile olan boyutu, iletişimin sıklığı ve niteliği anlamında çok önemli farklılıklar taşımaktadır. Sağlık personeli, sağlık hizmetinin niteliğinden dolayı yüz yüze iletişim kurmak ve hastanın özel alanına girerek iş görmek durumundadır. Bu özelleştirilmiş alan kişi için korunma, savunma ve davranışlarını düzenleme alanı olduğundan duygusallıkla yüklüdür. Dolayısıyla hastaların (psikolojik durumları da göz önünde bulundurulduğunda) tedavi gereği olarak bile olsa “özel alanlarını” sağlık personeline açmaları oldukça zor olduğu gibi her iki taraf için de zorlu bir iletişim sürecini gerekli kılmaktadır. Sağlık çalışanları yaptıkları işin doğası gereği zorlu iletişim alanlarında bulunmakta, acılı haber verme, kendi profesyonel alanlarıyla ilgili bilgiyi halk diline çevirerek zamanında ve doğru olarak aktarabilme gibi sorunlarla gün içerisinde defalarca karşı karşıya gelmektedir. Sağlıkçıların kendi meslektaşları ile olan iletişimleri ise; rekabet, kötüleme, çıkar amaçlı olarak hekim ya da sağlık personeline karşı diğer sağlık çalışanlarının olumsuz söylem ve yönlendirmeleri hasta ve hasta yakınlarını şikâyete ve şiddete yönlendirebilmektedir. Sağlık alanında yetiştirilen sağlık çalışanlarının lisans ve lisansüstü eğitimleri sırasında çoğunlukla iletişim becerilerine yönelik eğitim almamış olmaları, çatışma yönetimi ve öfke yönetimi konusunda çalışanlara beceri kazandırılmamış olması, çalışma hayatlarında iletişim problemlerine neden olmakta, bu durum da şiddet nedenlerinden olabilmektedir. Sağlık çalışanları zaman zaman kendi iletişim eksiklerinden kaynaklanan nedenlerle şiddetle karşılaşabilmektedir. Hasta ve hasta yakınlarının yeterli ve zamanında bilgilendirilmemesi, zaten kaygı içerisinde olan hasta ve yakınlarında stresi daha da artırmakta ve şiddete neden olmaktadır. Acılı haber verme durumuyla sık sık karşılaşan sağlık personelinin bunu anlatırken kullanacağı dilin ve tarzın önemi yadsınamaz. Sağlık çalışanları uzun ve yorucu çalışma süreleri, sağlık alanında çok yoğun olan psikososyal risk etmenleri ve iletişim teknikleri konusundaki eğitim eksiklikleri nedeni ile iletişim kurmada zorluk yaşayabilmektedir. Sağlık çalışanlarının ülke genelinde dengesiz dağılımı ve nicelik olarak yetersizliği ağır çalışma koşullarına neden olmakta ve bu da sağlık çalışanlarında tükenmişlik sendromuna neden olabilmektedir. Ayrıca farklı yerlerde çalıştırılan sağlık çalışanları (örneğin gündüz aile hekimi, gece ise acil servis çalışanı) hizmet sunumunda verimli olamamakta ve yaşanan yoğun stresli ortam öfke kontrolünü ve iletişimi zora sokmakta, hasta ve hasta yakınları ile şiddete neden olabilmektedir. Bazı sağlık kurumlarında mobbing uygulamalarının olması, zaten zor koşullarda çalışan sağlık çalışanlarını daha da olumsuz etkilemektedir. Psikolojik tacizin (mobbing) ve etkilerinin çalışanlar ve yöneticiler tarafından yeterince bilinmiyor olması ve psikolojik tacizin bir suç olduğu ve cezasının olduğunun çalışanlar ve yöneticiler tarafından bilinmiyor olması da şiddeti artıran nedenler arasında yer almaktadır. Sağlık hizmetinin tüm unvanlarla bir ekip çalışması yapılarak sunulabileceğinin, ekip üyelerinin hizmet sürecinde ast ve üst ilişkisini belirli bir dengede tutması zorunluluğunun bilinmemesi, özellikle hekimlerin diğer personelden katıksız itaat beklemeleri, formal anlamda koçluk yapma becerilerinin kazanılmamış olması da işyerindeki stresi artıran nedenler arasındadır. Sağlık çalışanlarının mevzuatı yeterince bilmemeleri de zaman zaman hastalar ve yakınları ile sağlık çalışanları arasında özellikle sözel şiddetin ortaya çıkmasına neden olabilmektedir. Çağımızda zamanın kıymetinin artması, hasta ve hasta yakınlarının hemen hizmet alma, hızla tedavi olma, kısa sürede işin bitmesi gibi yüksek beklenti içine girmelerine neden olmaktadır. Bu beklentinin karşılanmaması durumunda ise başvuranlar şiddete eğilim gösterebilmektedir. Oysa sağlık hizmetlerinin sunumunda ana tema “insan olup” bireylerin sağlık sorunları aynı hastalık söz konusu olsa dahi yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi, başka hastalıkların 14 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 varlığı vb. pek çok değişkene göre farklılık gösterebilmektedir. Hizmete başvuranlar ise her ne olursa olsun işlerini ivedilikle bitirme kaygısı yaşamaktadır. Sağlık çalışanlarının amacı tüm hastaların komplikasyonsuz iyileşmelerini sağlamak olmakla birlikte, bazı durumlarda komplikasyonlar, iyileşmeme, ölümle sonuçlanma gibi olumsuzlukların yaşanması kaçınılmazdır. Bu gibi durumları hasta ve yakınlarının anlayamaması ve sağlık kurumuna gelen herkesin sağ ve sağlıklı olarak oradan ayrılması beklentisi de şiddet nedeni olabilmektedir. Hasta ve hasta yakınlarının kendileri ya da hastaları ile yeterince ilgilenilmediği düşüncesi sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti doğuran önemli nedenlerden birisidir. Oysaki sağlık hizmetleri sunumu profesyonellik gerektirmekte olup, hasta ve hasta yakınları ile hizmet sunucuları arasında bilgi asimetrisi vardır. Kendi bilgileri ile hastası ile yeterince ilgilenilmediğini düşünen hasta ve hasta yakınları, hastaları ile ilgilenilsin kaygısı ya da ilgilenilmediği gerekçesi ile şiddete başvurabilmektedir. Akıl hastalığı olan, alkol ve/veya madde bağımlısı olan kişiler toplumsal yaşamın her alanında olduğu gibi sağlık hizmetleri alanında da pek çok soruna neden olabilmektedir. Bu kişiler toplumun diğer bireylerinden daha fazla şiddet uygulayabilmekte ve sorunlarını şiddet yoluyla çözme yaklaşımı içerisine girebilmektedir. Ülkemizde yakın iş çevresinden, akrabalardan ve komşulardan önerilen tedavilerin kullanımı yaygın görülmekte, toplumun beşte biri kendi kendine ilaç kullanmaktadır. Başta hekimler olmak üzere sağlık çalışanları birey için o anki durumuna uygun tetkik ve tedaviler önermekte, bireyler ise daha çok çevresinden kendisine önerilen ilaçların yazılmasını, tetkiklerin yapılmasını talep etmekte bu da şiddeti doğurabilmektedir. Sistemden kaynaklanan sorunların nedeninin sağlık çalışanı olarak görülmesi, sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti artıran temel etmenlerden birisidir. Özellikle de geri ödeme kurumu ile ilgili sıkıntılar buna neden olmaktadır. Sağlık okuryazarlığının eksikliği, sağlık hizmetinden yararlanma koşullarının bilinmemesi, acil hasta kavramındaki yanlış bilgilenme de hasta ve hasta yakınlarının beklentilerini değiştirerek şiddet nedeni olarak karşımıza çıkabilmektedir. Hastane öncesi sağlık hizmetlerinin sunumu sırasında hasta ve hasta yakınlarının 112 ambulansının yerine geç ulaştığına yönelik hatalı zaman algısından kaynaklı nedenler ile hizmetin aksamaması ve hasta güvenliği nedeniyle hasta yakınlarının ambulansa alınmaması ve hasta yakınlarının bu konudaki ısrarlı tutumları da şiddete neden olabilmektedir. 4. Çevresel Faktörler Ülkemizde sağlık hizmeti hastane, poliklinik gibi kapalı ve yerleşik mekânlarda verilebildiği gibi hastane öncesi acil sağlık hizmetleri, aile hekimliği kapsamında gezici olarak da verilmektedir. Yerleşik hizmet veren birimlerin faaliyet gösterdikleri çevreye ait suç düzeyi, yoksulluk düzeyi, uyuşturucu kullanım seviyesi, barınma olanakları, çete olaylarının yoğunluğu gibi olumsuz faktörler hasta ve yakınlarının şiddete eğilimlerini artırmakta ve çevresel faktörlere bağlı şiddetin görülmesine neden olmaktadır. Gezici verilen hizmetler için de aynı sorun söz konusudur. 5. Hukuka/Yargıya İlişkin Nedenler Türkiye’de şiddet olaylarının yeterli cezayı almadığı konusunda yargıya olan güven eksikliği söz konusudur. Türkiye’de özellikle kadına şiddet konusunda olduğu gibi yargının şiddet uygulayanlara yeterli cezayı vermediği görüşü hâkimdir. Bunun yanında yargının şiddet olayları karşısında çok uzun sürede karar vermesi şiddet başvurusunun ve sonuçlanma işleminin pek çok idari uygulama ve başvuru zorluğu içermesi yargıya ilişkin nedenler arasında sayılabilir. Sağlık çalışanlarına yönelik şiddet uygulayanlara verilen cezalar halen yeterli caydırıcılıktan uzaktır. Şiddet uygulayanlar “kahveye gitmeme” gibi caydırıcılığı olmayan cezalarla karşılaşabilmektedir. Türkiye’de Sağlıkta Yaşanan Şiddetin Nedenlerini Anlamaya ve Çözüm Yolları Geliştirmeye Yönelik Olarak Yapılan Çalışmalar Türkiye’de sağlıkta yaşanan şiddetin nedenlerini anlamaya ve çözüm yolları geliştirmeye yönelik olarak hem Sağlık Bakanlığı hem de çeşitli meslek örgütleri ve sendikalarca çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bu bölümde ilk olarak Sağlık Bakanlığınca yapılan öncelikli olarak hizmet sunumu sürecindeki risklerin belirlenmesi ve hizmetin güvenli ortamlarda sürdürülebilmesi amacıyla gerçekleştirilen mevzuat ve uygulamalara yer verilecektir. Sağlık Bakanlığınca bu amaçla gerçekleştirilen politikaların (mevzuat ve uygulamaların) hedefi genel olarak sağlık alanında güvenli hizmet sunumunun sağlanması, hak ve sorumluluk bilincinin geliştirilmesi, sağlık çalışanlarının motivasyonlarının arttırılması ve sağlık hizmetlerinde kalitenin arttırılması olarak ifade edilmiştir. Mevzuat, Düzenleme ve Uygulamalar Sağlık Bakanlığının çalışan güvenliğine yönelik çalışmaları içerisinde öncelikli olarak mevzuat çalışmaları yer almaktadır. Bu çalışmalardan ilki 16.10.2009 tarihinde yürürlüğe girerek Resmî Gazete’de yayımlanan “Yataklı Sağlık Tesislerinde Acil Servis Hizmetlerinin Uygulanması Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ”dir. Bu Tebliğ’de; • Sağlık hizmetinin verildiği kritik alanlara giriş çıkışların kontrollü olarak sağlanması, • Yeterli sayıda güvenlik görevlisi bulundurulması, • Ortak kullanım alanlarında kamera sistemi ile izlemenin yapılması ve gerekli önlemlerin alınması düzenlenmiştir “Hasta ve Çalışan Güvenliğinin Sağlanmasına Dair Yönetmelik” 06.04.2011 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. Bu Yönetmelik ile sağlık kurumlarında; • Çalışan güvenliği programlarının hazırlanması, • Çalışanlara yönelik sağlık taramaların yapılması, • Engelli çalışanlara yönelik düzenlemelerin yapılması, SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 15 • Çalışanların kişisel koruyucu önlemleri almalarının sağlanması, yerine getirdikleri kamu görevi nedeniyle sağlık çalışanlarına karşı; • Çalışanlara yönelik fiziksel saldırı- • Yaralama (TCK Madde 86-87), ların önlenmesine yönelik düzen• Tehdit (TCK Madde 106), leme yapılması hususlarında gerekli düzenlemelerin yapılması ve • Hakaret (TCK Madde 125) fiilleritedbirlerin alınması istenilmiştir. Resmî Gazete’de 28.04.2012 tarihinde yayımlanan “Sağlık Bakanlığı Personeline Karşı İşlenen Suçlar Nedeniyle Yapılacak Hukuki Yardımın Usul ve Esasları Hakkında Yönetmelik” Sağlık Bakanlığı ve bağlı kuruluşlarda görev yapan personele, sağlık hizmeti sunumu sırasında veya bu görevlerinden dolayı personele karşı kanunlarda suç olarak tanımlanan bir fiilin gerçekleştirilmiş olması halinde verilecek hukuki yardımın mahiyetini düzenlemektedir. “Çalışan Güvenliğinin Sağlanması Genelgesi” ile içerisinde 6’ncı madde sağlık çalışanlarının, sağlık hizmeti sunumu esnasında şiddete uğraması halinde, acil verilmesi gereken hizmetler hariç olmak üzere hizmetten çekilme talebinde bulunmaları yani “hizmetten çekilme” düzenlenmiştir. Bu maddeye göre: a)Hizmetten çekilme talebi, kurum tarafından belirlenen yöneticiye sözlü veya yazılı olarak bildirilecektir. b)Bildirim üzerine yetkili yönetici, olayı derhal değerlendirerek hizmetten çekilme talebinin uygun olup olmadığı hakkında gecikmeksizin karar verecektir. c) Yetkili yönetici, hizmetten çekilme talebini uygun bulduğu takdirde hastanın sağlık hizmeti almasına ve tedavisinin devamına yönelik tedbirleri güvenlik tedbirleriyle birlikte alacaktır. Bu kapsamda ilgili hastanın sağlık hizmetini devam ettirecek yeni sağlık çalışanını belirleyecek, kurum içerisinde bunun mümkün olmaması halinde hastanın hizmet alabileceği başka bir sağlık kurumuna sevkini ve hizmet alımını sağlayacaktır. Bu süreç sırasında hastanın tedavisinin aksatılmamasına özen gösterilecektir. İçişleri Bakanlığınca 26.04.2012 tarihinde yayımlanan “Sağlık Çalışanlarına Karşı İşlenen Suçların Soruşturulması” genelgesi ile 16 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 nin işlenmesi halinde, mağdur kişinin şikâyeti aranmaksızın, sağlık kurumlarında görevli olan hastane polisleri ve kolluk kuvvetlerince doğrudan işlem tesis edilmesi, ilgili Cumhuriyet savcılığına bilgi verilmesi, gerekli soruşturmanın başlatılması görevi verilmiştir. Sağlık Bakanlığınca 2005 yılında yayımlanan ve 2007, 2009 ve 2011 yıllarında güncellenen “Sağlıkta Kalite Standartları” rehberleri ile hasta ve çalışan güvenliğinin sağlanması, kamuda yılda iki kez, özel ve üniversite sağlık merkezlerinde her yıl düzenli olarak değerlendirmeler yapmak suretiyle, kurumların çalışan güvenliğine yönelik aldığı tedbirlerin uygulanmasını izlemek amaçlanmıştır. Hastane Hizmet Kalite Standartları 2011 Rehberi içerisinde her hastanede bir “Çalışan Güvenliği Komitesi” kurulması; Çalışan Güvenliği Komitesinde tıbbi, idari ve hemşirelik hizmetleri yöneticilerinden birer temsilci, kalite yönetim direktörü, bir hekim, enfeksiyon hemşiresi, güvenlik amiri, psikiyatrist veya psikolog veya sosyal hizmet uzmanı ve diğer meslek gruplarından (laboratuar teknisyeni, anestezi teknisyeni, radyoloji teknisyeni) bir temsilci yer alması ilkesi getirilmiştir. Çalışan Güvenliği Komitesinin görev tanımı ise şu şekilde belirlenmiştir: • Çalışanların zarar görme risklerinin azaltılması, • Riskli alanlarda çalışanlara yönelik gerekli önlemlerin alınması, • Fiziksel şiddete maruz kalınma risklerinin azaltılması, • Kesici delici alet yaralanma risklerinin azaltılması, • Kan ve vücut sıvılarıyla bulaşma risklerinin azaltılması, • Sağlık taramalarının yapılması. Yine aynı rehber içerisinde Beyaz Kod yönetimine yönelik düzenleme yapıl- ması; uyarı sistemi oluşturulması, tıbbi, idari ve hemşirelik hizmetleri yöneticilerinden bir temsilci, psikolog veya sosyal hizmet uzmanı ve güvenlik amirinden oluşan sorumluların belirlenmesi standart olarak belirlenmiştir. Yapılan Beyaz Kod müdahalesi ile ilgili kayıtların tutulması sırasında şu hususlara yer verilmesi de kararlaştırılmıştır: • Olayın olduğu tarih ve saat, • Olayın olduğu yer, • Olay anında yapılan iş, • Olayın başlama nedeni, • Olayın oluş şekli, • Olayda varsa kullanılan nesne, • Olayda çevrede oluşan olumsuzluklar, • Olaya karışanların yaş, cinsiyetleri, varsa kişisel bilgiler. Toplumsal Farkındalığı Artırmaya Yönelik Faaliyetler Sağlık Bakanlığı ve çeşitli sivil toplum örgütlerinin katılımı ile 2011 yılında “Emeğe Saygı Şiddete Sıfır Tolerans Sempozyumu” gerçekleştirilmiş ve basın mensupları, iletişim uzmanları, idareciler ve sağlık çalışanlarının katılımıyla ulusal düzeyde “Şiddete Sıfır Tolerans” kampanyası başlatılmıştır. Hasta hekim iletişimini kuvvetlendirmek amacıyla 2009 yılından itibaren 14 Mart Tıp Bayramı içerisinde “Sevgi En İyi İlaçtır” kampanyası düzenlenmekte ve hazırlanan spot filmler ve gazete ilanları ile toplumsal farkındalığı arttırmak amaçlanmaktadır. Hasta ve Çalışan Güvenliği Sempozyumları başlığı altında 2010 yılından itibaren illerde çeşitli toplantılar düzenlenmiş ve bu toplantılarda çalışan güvenliği ve Beyaz Kod uygulamaları anlatılmış, toplamda 6000 sağlık personeline eğitim verilmiştir. Ayrıca “Paydaş Toplantıları” adı altında 1418 Mayıs 2012 tarihleri arasında birçok sivil toplum örgütü ile toplantılar gerçekleştirilmiş; çalışanlara yönelik şiddet konusunda mevcut durum ve alınacak tedbirler istişare edilmiştir. Hasta ve Çalışan Güvenliği Sempoz- yumlarında da dile getirildiği üzere sağlık çalışanlarının ve hastane güvenlik personelinin eğitimleri gerçekleştirilmiştir. 594 hastanede 187.202 sağlık çalışanı ve güvenlik görevlisine iletişim eğitimi verilmiştir. Takip, Kayıt ve Müdahale Sistemleri ve Beyaz Kod Uygulaması Çalışan Güvenliği Genelgesi ile hastane düzeyinde Beyaz Kod uygulaması başlatılmıştır. Beyaz Kod uygulaması; sağlık çalışanlarının şiddete maruz kalmaları riskine karşı oluşturulan erken uyarı sistemidir. Beyaz Kod bildirimi şiddet olayının bildirilmesi ve Beyaz Kod çağrısı (1111) verilmesini takiben olaya müdahale edilmesi ve olayla ilgili tutanak ve formların düzenlenmesi süreçlerini kapsar. İllerde hukuki süreçleri birebir takip etmek üzere avukatların sorumluluğunda 81 İl Sağlık Müdürlüğünde Beyaz Kod İl Koordinatörlükleri, Bakanlık Merkezde ise şiddet olaylarını takip etmek ve süreçleri koordine etmek amacıyla Bakanlık Beyaz Kod Birimi kurulmuştur. Bakanlık Beyaz Kod Birimi 24 saat hizmet veren “113” numaralı telefon hattı ve “www.beyazkod.saglik.gov.tr” internet adresi ile koordinasyonu sağlamaktadır. Bakanlık Beyaz Kod Biriminin görevleri: • Kamu ve özel tüm sağlık kuruluşlarında gerçekleşen şiddet olaylarını izlemek, • Sağlık çalışanlarına psikolojik destek sağlamak, • Hukuki süreçlerin başlatılması ve takibi ile • Veri toplama ve analizdir Beyaz Kod Birimine günlük ortalama 23 bildirim yapılmaktadır. Bu bildirimler sözel şiddet (sözel tehdit, küfür, mesleki bilgiye yönelik alay, hakaret içeren sözler) ve fiziksel şiddet (çalışana yönelik fiziksel şiddet, fiziksel şiddet teşebbüsü, kurum ve donanım yapılarına zarar verme) kategorilerinde analiz edilmektedir. Tarafların (Hizmeti Sunan ve Alan) Özellikleri, Etkileşimleri ve İletişim Sağlık çalışanları uzun ve yorucu eğitim süreçleri boyunca bireylerin sağlıklarını korumak, hastalıkları teşhis etmek ve hastaları tedavi etmek için çok farklı konularda eğitim almaktadır. Ancak sağlık hizmeti sunumunun temel unsuru insandır. Çoğunlukla sağlık kurumuna bir sorun yaşayarak gelen hasta ve hasta yakınlarını anlayabilmek, sorunlarına çözüm bulabilmek için nitelikli bir sağlık çalışanı olmanın yanında iyi bir sağlık iletişimi bilgisine de ihtiyaç vardır. Sağlıkla ilişkili eğitim veren kurumlarda (tıp fakültesi, hemşirelik fakültesi, eczacılık fakültesi, diş hekimliği fakültesi, paramedik okulları, sağlık meslek liseleri vb) teorik ve uygulamalı sağlık iletişimi derslerinin okutulması sağlık çalışanlarının birbirleri, hasta ve hasta yakınları ile iletişimlerini artıracak, kendilerini daha kolay ifade etmelerini sağlayacaktır. Sağlık iletişimi eğitiminin özellikle zor durumlar, kriz ve stres yönetimi gibi ana başlıkları içermesi alınan eğitimin daha etkin olmasını sağlayacaktır. Verilecek eğitim için YÖK, üniversiteler, Sağlık Bakanlığı, TTB, Sendikalar ve diğer STK’lar gibi paydaşlar bir araya gelerek Türkiye’nin gereksinimlerine uygun, kullanılabilir ve sürdürülebilir bir eğitim programı geliştirmelidirler. Eğitim programı içeriğinde çocuk, engelli, yaşlı gibi kısıtlılığı olanlardan madde kullanıcılarına değin uzanan geniş bir çerçevede iletişim sağlama ve krizle baş etme yöntemleri en önde yer almalıdır. Mezuniyet sonrasında da hizmet içi iletişim eğitimleri devam etmelidir. Sağlık çalışanlarının yanında hastane güvenlik personelinde de göreve başlamadan sağlık iletişim eğitim almış olma şartı aranmalı, göreve devam ederken hizmet içi eğitimlerle desteklenmelidir. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 17 Sağlık çalışanlarının karşı karşıya olduğu bir diğer şiddet sorunu ise mobbingdir. Mobbing konusunda bilinçlendirme çalışması yapılmalı, mobbingin bir yaygın bir şiddet türü olduğu tüm yönetici ve çalışanlara anlatılmalıdır. Gerek kurumsal önlemler, gerekse sağlık çalışanlarına yapılacak mobbingden korunma eğitimleri ile mobbing davranışlarından kaçınılması sağlanmalı ve konuyla ilgili mevzuat ve bilgilendirme çalışmaları yapılmalıdır. Hasta ve hasta yakınlarının, devlet ve hizmet aldıkları kurumlar tarafından belirlenmiş olan kurallara uymaları gerekmektedir. Hastalar sağlık hizmetine başvururken “hasta sorumluluklarını” yerine getirmeli, yalnızca ivedi hizmet almak kaygısında olmamalıdır. Bunun yanında sağlık çalışanlarının onlara hizmet vermek amacıyla bulunduklarını ve kendi durumlarına en uygun hizmeti vermek için çaba harcadıklarını bilmelidirler. Hasta hakları dernekleri ve benzeri sivil toplum kuruluşları hastaları yalnızca “haklar” konusunda değil “sorumluluklar” konusunda da eğitmeli ve Sağlık Bakanlığının da desteği ile toplumda farkındalık artırıcı uygulamalar yapmalıdır. 18 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 Hasta ve yakınları; hekim ve diğer sağlık çalışanının önerilerini dinlemeli, uygulamalı, tıbbi gerekliliği olmayan, yakın çevrelerinin önerileri, kulaktan duyma bilgilerle şekillenen ilaç, tetkik taleplerini gerçekleştirmeye çalışmamalıdır. Hasta ve yakınları her zaman en öncelikli hastanın kendi hastası olamayacağını, sağlık çalışanının hayati tehlike durumuna göre hastaları önceliklendirdiğini, hastalar arası kişisel ayırım yapmadığını bilmeli ve sağlık çalışanından beklentisini buna göre şekillendirmelidir. Tüm tıbbi imkânlar kullanılsa dahi bütün hastaların kurtarılamayacağı, bazı hastalarda (tüm dünyada olduğu gibi) sekeller kalabileceği, komplikasyonlar olabileceği, bunların sağlık çalışanı tarafından arzu edilmeyen ancak yine de karşılaşılabilen durumlar olduğu hasta ve hasta yakınlarına anlatılmalıdır. Sağlık çalışanlarının kendi çalışma alanları ile ilgili güncel mevzuatı takip edebilmeleri için sistemler kurulmalı ve mevzuat değişikliklerine hâkim olmaları sağlanmalıdır. ( Merkezi mevzuat takip sistemi gibi). Madde bağımlılığı, duygu- davranış bozukluğu, akıl hastalığı olan birey- ler ile daha önce şiddete başvuran hastalarla ilgili kayıtlar tutulmalı, bu hastalara yaklaşım konusunda gerekli psikolojik ve fiziksel önlemler alınmalıdır. Özellikle 112 acil yardım ambulansı beklenirken geçen sürenin hasta ve hasta yakınları tarafından olduğundan daha uzun algılandığının, gerçek ulaşım süresi ile algılanan sürenin farklı olduğunun anlatılması için; hazırlanacak kamu spotlarında bekleyen için zamanın çok uzun geçtiğinin, beklemenin zorluğu konularına değinilmelidir. Hasta yakınlarının ambulansa alınmama nedenlerinin kendi hastalarının güvenliği olduğu da mutlaka vurgulanmalıdır. Sistemden kaynaklanan sorunların sorumlusu olarak sağlık çalışanları görülmemeli, hasta ve sağlık çalışanı birlikte, mevcut sağlık sorununu gidermek için işbirliği içinde çalışan bir yapı gibi değerlendirilmelidir. * Sağlık Çalışanlarına Yönelik Artan Şiddet Olaylarının Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi Amacıyla Kurulan Meclis Araştırması Komisyonu Raporundan özetlenerek hazırlanmıştır. kapakkonusu ŞİDDETİN İŞ YERİNDEKİ ADI: MOBBİNG Esma BAŞARAN ŞAHİN Iğdır Üniversitesi Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu Öğretim Görevlisi Mobbing, birçok kişinin yaşadığı ama adını bilmediği bir olgudur. Nasıl ki terörü, aile içi şiddeti yaşıyor ve lanetliyorsak mobbingi de yaşıyoruz ama yaşadığımız durumun adını koymakta ve bu durumla mücadele etmekte zorlanıyoruz. Peki, mobbing nedir? Mobbing; işyerinde psikolojik şiddet, baskı, yıldırma anlamlarını taşımaktadır. Bu yıldırma; yöneticiniz, çalışma arkadaşınız ya da arkadaşlarınız hatta sizden daha düşük pozisyonda olan kişiler tarafından da yapılmış olabilir. Mobbing, kişiye yönelik; kişinin yaşı, ırkı, cinsiyeti, 20 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 dini, uyruğu, sakatlığı veya hamileliği gibi herhangi bir nedene dayalı belirgin ve ayrımcılık olmaktan çok, taciz, rahatsız etme ve kötü davranış yoluyla herhangi bir kişiye yönelen saldırganlıktır. Kişiyi iş yaşamından dışlamak amacıyla kasıtlı olarak yapılır. Sonuçta kişi, giderek artan sıkıntı, hastalık ve sosyal sorunlar yaşamaya başlar. Verim sıklıkla düşer. Kişi, üzerindeki baskı ve eziyeti dengelemek ve azaltmak için hastalık raporu kullanmaya başlar. Kazalar olabilir ve kişi depresyona girebilir. Bunları da istifa, işine son verme, erken emeklilik ya da anlaşmalı veya anlaşmasız işten çıkarılma izler. Kurban için son, hastalık ya da intihar yoluyla ölüm bile olabilir (Devenport 2003). Mobbing, iş yaşamında küresel boyutta yayılmakta ve artan rekabet, ekonomik problemler, örgütlerin yeniden şekillenmesi, iş tatmininin azalması ve pozisyon dağılımındaki eşitsizlikler ile bu davranışlara maruz kalma artmaktadır. Mobbingin psikolojik ve ekonomik birçok masrafı vardır. Bunlar; bireyler arası anlaşmazlık ve çatışmalar, duygusal rahatsızlıklar, fiziksel rahatsızlıklar, kazalar, mesleki kimlik kaybı, arkadaşların kaybı, intihar/cinayet, olumsuz örgüt iklimi, anlaşmazlıklar, mutsuz bireyler, düşük moral, kısıtlanmış yaratıcılık, hastalık izinlerinin artması, yetişmiş uzman çalışanların işten ayrılmaları, işten ayrılmaların artması ile yeni çalışan alımının getirdiği maliyet, çalışanlara ödenen tazminatlar, işsizlik maliyetleri, yasal işlem ve/ veya mahkeme masrafları şeklinde sıralanabilir. Görünüşte buz dağına benzetilen iş yerlerinde duygusal taciz, dünyanın dört bir tarafında ve hemen hemen tüm iş alanlarında artarak gündeme gelmektedir (Curtis2007). Hem iş hayatında hem de sosyal hayatın her alanında kötü etkilerinin hissedildiği duygusal taciz, üzerinde araştırmalar devam etmekte, gelişmekte, konuya yönelik farkındalığı artırma ve mücadele artarak önem kazanmaktadır. Konu ile ilgili olarak dernekler, sendikalar, organizasyonlar, sivil toplum örgütleri duygusal taciz davranışlarının önlenmesi için arayış içindedir. Bu konuda yapılan araştırmalar ve çalışmalar, konunun önemini vurgulamaktadır. Mobbing, işyerlerinde hedef aldığı kişi veya kişiler üzerinde sistematik baskı yaratarak, ahlak dışı yaklaşımlarla performanslarını ve dayanma güçlerini yok ederek, işten ayrılmaya zorlamaktır. Mağdur her sabah güne iş stresi ile başlar ve işe gitmek istemez, içinde bulunduğu çaresiz durum kişinin sağlığını ciddi olarak tehdit eder hatta bozar. Sadece mobbinge maruz kalan kişi etkilenmez, mobbing bünyesinde mobbing yaşanan örgütler bulaşıcı hastalık gibidir. Tedbir alınmazsa, örgütün tüm organlarına yayılabilir. Örgütlerde güven, sevgi, saygı azalır, motivasyon yok olur. Çalışanlar ve yöneticiler arasında uyumsuzluk baş gösterir ve iş verimliliği düşer. Bütün bunların yanında örgüte ciddi maliyetler de getirir (Çobanoğlu 2005). 1996 yılında Avrupa Birliği’nin o zamanki 15 üye ülkesinde 15 bin 800 çalışan üzerinde yapılan bir araştırmanın sonuçları Uluslararası Çalışma Örgütü (International Labor Office, ILO) tarafından 1998 yılında rapor şeklinde yayımlanmıştır. Söz konusu raporda şiddeti ifade eden “gang up” (saldırı) terimi mobbing ile aynı anlamda kullanılmış, çalışanların % 4’ü fiziksel şiddete, % 2’si cinsel tacize ve % 8’i duygusal tacize maruz kalmıştır. İngiltere’de yapılan bir araştırmanın sonucuna göre ise; çalışanların % 4’ü duygusal tacize maruz kalmış ve daha da önemlisi % 78’i bu olaylara şahit olmuşlardır. Raporda ayrıca, duygusal tacizin Avustralya, Avusturya, Danimarka, Almanya, İsviçre, İngiltere ve Birleşik Devletlerde gittikçe büyüyen bir sorun olduğuna değinilmiştir. Ayrıca İsveç’te intiharların % 20’si iş yerlerindeki mobbing sonucudur (Hecker 2007). Leymann (1992) yetişkinler arasındaki yedi intihardan birinin nedenini iş yeri mobbingi olarak bulmuştur (Charlotte 1997). Hatta Belçika’da yaşanan duygusal taciz sonucu gerçekleşen bir intihar olayı, konuyla ilgili yasanın ortaya çıkmasına neden olmuştur. 2000 yılında David Van Gysel isimli bir postacı, arkadaşları tarafından duygusal tacize maruz bırakılmış ve bu olay nedeniyle depresyona girip kendisini trenin altına atarak intihar etmiştir. Yaşanan bu acı olay, konunun Belçika kamuoyunun gündemine taşınmasını sağlayarak toplumu ve ilgili çevreleri uzun süre meşgul etmiş, yasal anlamda ciddi atılımların yapılmasına neden ol- muştur. Bu olayla ilgili yargı süreci hala devam etmektedir (Güzel, Ertan 2007). Duygusal taciz davranışları sadece bu davranışlara maruz kalanları etkilemekle kalmıyor aynı zamanda kurumun imajına zarar verdiği gibi kurumun milyonlarca dolar kaybına da neden oluyor. Avustralya’da işverenlere maliyeti 6-13 milyar Avustralya doları olarak tahmin edilmektedir (ILO 2006). Uluslararası çalışma örgütü tarafından yapılan bir araştırma, bin çalışanı olan bir kurumda duygusal tacizin yılda 150 bin Euro’ya mal olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca bazı araştırmacılar bir mobbing kurbanının çalışma performansının yüzde 60 oranında azaldığını, mobbingin kurum için maliyeti yüzde 80 oranında artırdığını saptamışlardır. İngiltere’de Hoel, Sparks ve Cooper (2001), iş yerinde mobbing davranışlarına maruz kalmaktan işe gidememenin yıllık olarak 18 milyon iş günü kaybına neden olduğunu tahmin etmektedirler (Sheehan 2004). Mobbing konusunda bir Avrupa yaklaşımı geliştirmek ve karşılıklı uygulama değişiklikleri yapmak amacıyla Avrupa Birliği üyesi dört ülke (İsveç, İngiltere, Hollanda, İtalya) tarafından 2004 yılında ortak bir proje gerçekleştirilmiştir. “Daphne Programı” ile adlandırılan bu proje mobbinge maruz kalan kadınları odak noktasına alarak, mobbingin dinamiklerini ve süreçlerini analiz eden karşılaştırmalı bir araştırma programıdır (Jackson 2002). SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 21 Konuya dikkat çekmek için her türlü mücadelenin yapıldığı Avrupa Birliği ülkelerinde yazılı ve görsel basında sık sık mobbingle ilgili haberler çıkmaktadır. Hatta konu ile ilgili bir film dahi yapılmıştır. 2004 yılında gerçek bir hikâyeden yola çıkılarak çekilen ve Berlin Film Festivali’nde jüri özel ödülü alan “Mi PiaceLavorare (Mobbing)” (Çalışmayı Seviyorum) adlı film, birçok kişinin, içinde kendilerinin de yaşadıklarını bulmasına yardımcı olmuş ve büyük ilgi görmüştür (Çobanoğlu 2005, Tınaz 2006). ILO (Uluslararası Çalışma Örgütü), iş yerinde şiddet başlıklı raporu ile bullying ve mobbing tanımlarını yapmış ve mobbingin en çok görüldüğü ülkelere tavsiye niteliğinde düzenlemelere yer vermiştir. Avrupa Birliğinde başta Avrupa Birliği Temel Haklar Şartının 1,6,11ve 31. maddelerinde insan onurunun korunması, özgür ve güven içinde yaşama, düşünceleri açıklama özgürlüğü ve adil çalışma şartları gibi genel düzenlemelerin yanında Roma ve Amsterdam anlaşmalarında da ayrımcılığı yasaklayan genel düzenlemeler bulunmaktadır. Avrupa Birliğinde, salt mobbing ile ilgili bir yönerge bulunmuyor olup 89/391 sayılı “İşçilerin İşte Güvenliklerinin ve Sağlıklarının Korunması Hakkındaki Tedbirlere İlişkin Konsey Yönergesi” 12 işyerinde mobbing ile alakalı çerçeve yönerge kabul 22 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 edilmektedir. Karşılaştırmalı hukukta mobbing olgusuna farklı ülkelerin farklı tanımlar ve düzenlemeler getirdiği görülmektedir. Kıta Avrupa’sında mobbing işçinin onuruna ve haysiyetine yapılan davranış olarak değerlendirilirken, Amerika Birleşik Devletleri’nde konu eşitlik ilkesi ve cinsiyete dayalı ayrımcılık kapsamında değerlendirilmektedir. Türk Hukukunda ise mobbing kavramı henüz çok yeni olup mobbingin önlenmesi ve buna ilişkin yaptırımlar hakkında özel bir düzenleme mevcut değildir. Bu nedenle konu hakkında İş Kanunu, Medeni Kanun, Yeni Türk Borçlar Kanununun ilgili maddelerine başvurulur. Ayrıca 19 Mart 2011 tarih ve 27879 sayı ile Resmi Gazete’de yayımlanan İşyerlerinde Psikolojik Tacizin (Mobbing) Önlenmesine İlişkin Başbakanlık Genelgesi, çalışanların psikolojik tacizden korunması amacıyla düzenlenmiştir. Mobbing kavramı ülkemizde çok yeni olsa da son yıllarda mobbing mağdurları tarafından konu yargıya taşınmaya başlanmış ve mahkemelerce mobbing mağduru işçiler lehine kararlar verilmiştir. Curtis, J.,Bowen, I., Reid, Experiences Of HorizontalViolence. YouHaveCredibility: NursingStudent’s. EducationInPractice, 2007,7, 156-163. Çobanoğlu, Ş., Mobbing, İşyerinde Duygusal Saldırı ve Mücadele Yöntemleri, Timaş Yayınları, İstanbul, 2005. Davenport, N.,Schwartz R. D., Eliot, G. P., Mobbing, İşyerinde Duygusal Taciz. Sistem Yayıncılık, İstanbul, Ocak 2003. Güzel, A., Ertan, E., İşyerinde Psikolojik Tacize (Mobbinge) Hukuksal Bakış, Avrupa Hukuku ve Karşılaştırmalı Hukuk, Legal İş Hukuku ve Sosyal Güvenlik Hukuku Dergisi (Legal İSGHD), S.14, C.4, 2007, 509-551 Hecker, T.,Workplace Mobbing: A DiscussionforLibrarians, TheJournal Of AcademicLibrarianship, Vol. 33, No. 4, 439-445, July, 2007. http://www.eurofound.europa.eu/areas/industrialrelations/dictionary/definitions/ mobbing.htm, October 2007 (Erişim tarihi: Ekim 2011) http://www.turkhukuksitesi.com/makale_1293.htm (Erişim tarihi: Aralık 2011). International LaborOrganization (ILO), Word Of Work, WhenWorkingBecomesHazardous. No. 26, September/October 1998 Kaynaklar Jackson, D. S.,Clare, J. ve Mannix, J. ,“ Whowouldwantto be a nurse? ViolenceIinTheWorkPlace-A FactorInTheRecruimentAndRetention”, Journal of Management, 10,13–21, 2002. Leymann H., Mobbing andPsychologicalTerror at Workplaces, ViolenceandVictims 1990, 5, 2. Sheehan, M., Mobbing InWorkplace, A ProactiveAnswer, The Mobbing Conference, Australia, October, 2004. Tınaz, P., İşyerinde Psikolojik Taciz (Mobbing), Beta Basım Yayın Dağıtım A.Ş., Mart 2006. Charlotte, R.,Hoel, H., A SummaryReview Of LiteratureRelavityToWorkplaceBullying. Journal Of Community&AppliedSocialPsy chology, Vol.7, 1997. * Aralık-Ocak-Şubat 2012-2013 tarihli Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi’nden alıntılanmıştır. kapakkonusu AİLE HEKİMLERİ DERNEKLERİ FEDERASYONU SAĞLIK ÇALIŞANLARINA ŞİDDET RAPORU 2005 de Düzce ile başlayan aile hekimliği önce yavaş yavaş diğer illerde, 13 Aralık 2010 da son kalan 7 ille birlikte tüm Türkiye’de uygulanmaya başladı. Artık ülkemizde her vatandaşın bir aile hekimi var. Yaklaşık 21.500 aile hekimi 75 milyonluk ülke nüfusunun tamamına dokunabiliyor. Bu güce sahip hiçbir başka meslek grubu yoktur. Aile Hekimleri günlük pratiklerinde karşılaştıkları sorunları çözüm bulabilmek ve birbirlerine tecrübelerini aktarmak için illerinde Aile Hekimleri Dernekleri etrafında birleştiler ve sekiz il derneği kurucu dernek olarak 11 Temmuz 2008’de bir araya gelerek Aile Hekimleri Dernekleri Federasyonu; AHEF’i kurdular. Kurumsal geçmiş olarak çok yeni bir tarihi olan AHEF bugün bünyesindeki 65 il derneği ve üyesi 13.110 aile hekimi ile ülkenin kendi alanında en önemli en güçlü 24 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 hekim meslek örgütüdür. Ortak sorunları, ortak çalışma şartları, ortak vizyonu, misyonu ile siyasetten arınmış yapısıyla hekimlerin bir araya geldiği bir çatıdır. Aile Hekimleri asli görevlerinin yanı sıra kendilerine adeta bir yedek kuvvetmişçesine başka hekimlerin görevlerinin verilmesi ile eklenen ölçüsüz iş yükleri nedeniyle sağlıkta son yıllarda iyice su yüzüne çıkmaya başlayan şiddet olgusundan günlük pratiğinde en çok etkilenen hekim grubudur. Sağlık çalışanları arasında en kolay ulaşılabilen, yasal olmayan isteklerle en çok karşı karşıya kalan, en çok sözel saldırıya maruz kalan ve en çok şikayet edilen hekim grubudur aile hekimleri… Aslında buz dağının görünmez kısmıdır aile hekimlerinin maruz kaldığı şiddet. Ve bizce kolay ulaşılabilir hekimlerden başlanan sözel şiddet gün geçtikçe yapan kişilerin ceza almaması nedeniyle dozu ve boyutu artmakta ve ne yazık ki sağlık çalışanlarına fiziksel şiddet olarak gelişmektedir. Bizlerin görüşü sağlık hizmet alan kişilerin hak ve sorumluluklarının bilmemesi ve yasal olmayan istekleri yerine getirilmeyen kişilerin seslerini yükseltmeleri, şikâyette bulunmaları ve bu durumun haklı olarak algılanması nedeniyle aslında küçük suçların ceza görmemesi nedeniyle Sağlık çalışanlarına şiddet gittikçe tırmanmaktadır. İlk yapılması gereken kişilerin hak ve sorumluluklarını bilmelerinin sağlanmasıdır. Ve akabinde küçük suçların, küçük sözel şiddetlerin cezasız kalmamasıdır. Ancak bu şekilde büyük suçları engelleyebiliriz. HEKİME ŞİDDET Son zamanlarda hekime ve sağlık çalışanlarına şiddet olayları dozunu ve miktarını artırarak önemli bir gündem oldu. Aile hekimlerinin çalıştığı aile sağlığı merkezleri sağlık sisteminin hastayla ilk karşılaştığı yer. Aile hekimleri sağlığa açılan kapı ve ilk temas noktası olduğu için bu şiddetten nasibini oldukça fazla miktarda almaktadır Aile hekimine şiddet çoğu zaman sözlü bazen de fiziksel olarak yapılmaktadır. Bunun en önemli nedeni halkın sağlık sistemini nasıl kullanacağı hakkında yeterince bilgilendirilmemiş olmasıdır. SORUNUN NEDENLERİ; 1-Halkın aile hekimliğinin görev tanımının çerçevesini ve aile hekiminin görevinin ne olduğunu tam bilmemesi, aile hekimliği uygulaması hakkında yeterince bilgi sahibi olmaması 2- Sık sık değişen sağlık mevzuatı, uygulama yönetmeliği ve sisteminin aksayan yanlarının hekimlere yansıması 3-Hasta haklarının çok ön plana çıkarılması, SABİM, 184 gibi hatların gerçek amacı dışında sadece şikâyet hattı gibi kullanılması. Buraya yapılan haklı haksız tüm şikâyetlerin ön plana çıkartılarak baskı unsuru olarak kullanılması 4-Hekim gelirlerinin sürekli dile yanlı ve yanlış olarak getirilmesi 5- Vatandaşa kendi sağlık sorumluluğunun yüklenmemesi. Bunun tek taraflı olarak hekimlerin üzerinden yürütülmeye çalışılması. Kanun ve yönetmeliklerin halka yeterince anlatılmaması 6-Şiddet uygulayan kişiler için caydırıcı yaptırımlar olmaması, Şiddetin görmezden gelinmesi, sözlü şiddetin önemsenmemesi, hasta psikolojisi denilerek hafifletilme eğiliminde olunması 7-Hekimlerin ve sağlık çalışanlarının artan iş yüklerinden dolayı oluşan İletişim sorunları asli görevleri koruyucu, tedavi ve rehabilite edici görevleri dışında da eklenmeye çalışılan yapması beklenen birçok görev vardır. Kimi zaman başka hekimlerin yedek gücü olarak görülmekte, adli nöbetlerden, acil nöbetlere kadar kendi görev tanımları ve görev yerleri dışında yeni görevler talep edilmektedir. Kimi yerlerde aile hekimleri defin ruhsatı vermeye zorlanmakta kimi yerlerde alakalı alakasız raporlar vermeye zorlanmaktadır. Bazı yerlerde adli ve yerinde otopsi nöbetleri tutturulurken bazı yerlerde ise acil polikliniklerinde görevlendirilebilmektedir. Bu aile hekimlerinin görevler altında ezilmesine ve ertesi gün kendi hastalarına karşı yorgun, uykusuz, moralsiz ve tükenmiş bir şekilde hizmet sunmasına, iletişim sorunlarına neden olmakta, gereksiz gerginliklere ve sürtüşmelere, sözel şiddetten, fiziksel şiddete varan sorunlara neden olmaktadır. Aile hekimlerinin asli görevleri ve asli görev yerleri dışında ek görevlerin yüklenmesi sağlık çalışanlarına şiddeti artıracaktır. 8- Medyada sağlıkçıları hedef gösteren, bilinçsizce yapılmış haberlerin çokça yer alması 9- Fazla iş yükü, kapasitenin üstünde hizmet talebi. Hastaların aile hekimliğini tam anlayamamış olması ve sadece ilaç yazıcısı gibi görme eğilimi 10-Geri ödeme kurumlarının uygulamalarından kaynaklanan sorunların vatandaş tarafından doktora mal edilmesi SORUNLARIN AÇILIMI 1-Hekime yönelik şiddetin en önemli sebebi halkın aile hekimliği konusunda yeterli düzeyde bilgi edinmemiş olması ve bu sebeple hekimin karşısına olur olmaz isteklerle başvurmasıdır Mesela aile hekimliğine tüm ülkede geçildiğimden itibaren sağlık ocağı sistemine (bölge tabanlı sistem) alışmış olan vatandaş önceki gibi istediği hekime muayene olabileceğini sanıyordu. Bu konuda halka bir bilgilendirme yapılmadığı için aile hekimleri halkla karşı karşıya gelmek zorunda bırakıldı Halk aile hekimini benimsedi, aileden biri gibi görmeye başladı. Bu sefer hayata yayılan bu yakın ilişkiden kaynaklanan, başkasının ilacını bir başkasının karnesine yazdırmak gibi, gerekli gereksiz sınava giremedim, işe gidemedim gibi tıbbi olmayan nedenlerden aile hekimlerine sahte rapor için baskılar başladı 2- Son yıllarda sağlıkta dönüşüm programı kapsamında sağlık sitemlerinde birçok yenilik meydana gelmiştir. Bazı dönüşümler altyapı tam kurulmadan ve halka tam anlamı ile anlatılmadan, çok kısa süre içinde hayata geçirildiği için, sistemde meydana gelen aksaklıklar vatandaş ilk karşılaşma noktası olan hekime yansıtmıştır. Mesela sağlıkta dönüşümün programının en önemli ayaklarından aile hekimliği uygulamasında aile hekimlerinin görev tanımları net olarak belirlenmemiştir. Aile Hekimlerinden yapması gereken Ehliyet raporları ve ağır ve tehlikeli işlerde çalışabilir raporu gibi, teknik bilgi ve ileri derecede görüş alışverişi gerektiren raporlarda hekim emin olmadığı konuda hastaneye sevk ettiğinde, bu da vatandaşlarımız tarafından tepkiyle karşılanıyor . En önemlilerinden biride sınav zamanlarında öğretmenlerimizin öğrencileri ve velileri hekime rapor almaya göndermeleri iş yükünü artırmak bir yana, bu uygunsuz istem yerine getirilmediğinde şiddetin en önemli nedenlerinden biri olarak karşımıza çıkıyor. 3- Hasta hakları son yıllarda medeni tüm ülkelerde olması gerektiği gibi çok fazla ön plana çıkarıldı. Ama bunların ne olduğu ve sınırlarının ne olması gerektiği net olarak ortaya konulamadı. Vatandaş herhangi bir hastalığı olmadan başvursa bile ( mesela özel işi için hastalık raporu istemi, evde bulunsun diye ilaç istemi, güvencesiz yakınının ilacını kendi üstüne yazdırmak gibi) bunların SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 25 yapılması istemini haklı görmekte, bu konuda baskı uygulamakta ve bunu hasta hakkı olarak görmektedir. Hekimin tedavi özgürlüğüne müdahaleyi en doğal hakkı sanmaktadır. Yine 184 şikâyet hattını baskı unsuru olarak kullanmakta, usulsüz istekleri karşılanmayınca psikolojik şiddet malzemesi olarak kullanmaktadır. 4- Hekimlik mesleği en çok fedakârlık gerektiren, en maliyetli eğitime sahip meslektir. Bir hekimin hayata atılması için gereken süre ve bu sürede geçirdiği yoğun süreç yadsınamaz. Ama birçok meslek grubuna göre kıyaslandığında ortalamanın çok az üzerinde bir kazanca sahip olunmasına rağmen medyada ve her ortamda gelirleri çok dillendirildiği ve hekimlerin mesleki düzeltme talepleri hep daha fazla kazanç talebi olarak yansıtıldığı için halkta olumsuz bir bakış açısı oluşmuştur. Öyle bir imaj yaratılmış durumda ki, hekimler kazandıkları parayı oturdukları yerden, hiç hak etmeden kazanmakta ama buna rağmen memnun olmamaktadırlar. Bu da hekimi hedef haline getirerek vatandaşın düşmanca tutumunu ve şiddet eğilimini arttırmakta, her gün “maaşını, benim vergimden alıyorsun, ben veriyorum, istediğimi yapmak durumundasın tavrıyla karşılaşılmasına sebep olmaktadır. 5-Vatandaş hakları olduğunu bilmekte ama sorumluluklarının ne olduğunu, karşısındaki hekiminde hakları olduğunu bilmemektedir. Birçok usulsüz istekle hekimin karşısına gelmekte, bunları çok doğal bulmakta ve isteği yerine gelmediğinde şiddet uygulamaktan çekinmemektedir. Kanun ve yönetmelikler konusunda halk eğitimi eksik kalmaktadır. Suç unsuru olabilecek uygunsuz istem olabilecek bir şeyi istediğinde ve hekim olarak bunun uygunsuz olduğu iletildiğinde dahi, bunu kabullenmemekte, yine de ısrarcı olabilmektedir. Bu 26 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 nokta da caydırıcılık ve caydırıcı tedbirlerin alınması ivedilikle gerekmektedir. 6-- Şiddet sadece fiziksel olmamakta, her gün onlarca tehdit, hakaret içeren sözlü ve psikolojik şiddete de maruz kalınmaktadır. Ne yazık ki hekimler poliklinik odasında yalnız çalıştıkları için çoğunu ispatlamakta mümkün olmamakta, birçok olay yapanın yanına kar kalmaktadır. Şahit olan olsa ve gerekli şikâyetler yapılsa bile uygulanan cezalar çokta caydırıcı olmamaktadır. Herhangi bir çeşit şiddet görsek ve bunu ifade etsek bile ne yazık idarede ve ida- iletişim becerileri, hasta hekim iletişimi ve zor hastayla başa çıkma becerileri konusunda eğitim verilmelidir. 8-Herhangi bir sağlık olayında, medyanın araştırmadan, doğruluğunu sorgulamadan ve birebir uzman değerlendirmesine başvurmadan yaptığı yalan yanlış haberler de hekimleri direk hedef haline getirmektedir. Yine dizilerde, filmlerde hekimlere baskı, şiddet görüntüleri de hekimi insanların gözünde şiddet uygulanabilir kitle haline getirmektedir. Bir çok film ve dizide, hekimler birçok usulsüz işe zorlanmakta ve bunlar olağanmış, hayatın doğal akışına uygunmuş gibi gösterilmektedir. Hemen her dizide kişi yakınını kaybettiği zaman hekimin yakasına sarılıp ‘’doktor hastamı yaşat’’ Yaşatmazsan bende seni yaşatmam’’ diye bağırması çok normal bir acı gösterme şekli olarak gösterilmektedir. ŞİDDET recimizler de hep vatandaşı haklı görme eğilimi mevcut. Psikolojik şiddet, tehdit ve hakaretler hasta psikolojisi kılıfı altına sokularak önemsenmemekte, hafifletilme eğiliminde olunmaktadır. Fiziksel şiddette de hukuksal bir süreç başlatılsa bile ciddi bir yaptırım uygulanmadığı için caydırıcı olmamaktadır 7-İletişim eğitiminin eksikliği, hekimlerin saldırgan tutum karşısında yada zor hastalar karşısında nasıl davranması gerektiği konusunda eğitim eksikliği, kriz anında idare edememesi, gereksiz ajitasyon yada korku göstermesi de şiddeti arttırmaktadır Bu nedenle tıp fakültelerinden yeni mezun olacak meslektaşlarımıza iletişim, 9- Günlük pratiğimizde polikliniklere başvuran hasta sayısının çok olması, bunun yanı sıra koruyucu sağlık hizmetleri, ASM yönetim işleri, veri gönderim, kayıtların tutulması gibi işlerin tek başına aile hekime yüklenmesi. Hastaların ise hekimlerin bu işlerini görmezden gelerek sadece, muayene olacağı ve ilacını yazdırıp gideceği yer olarak görmekten vazgeçmemesi, geldiğinde anında işini gördürüp gitme istemi ile saldırganlaşması sıkça yaşanan sorunlardandır Öyle ki vatandaş hekimin ne kadar hasta baktığına ne kadar yorulduğuna dikkat etmemekte, lavaboya giden hekime bile şiddet uygulamaktan çekinmemektedir. 10-Geri ödeme kurumunun sürekli SUT, ilaç ödeme yönetmeliği değişiklikleri yapması, birçok tedavisini yapabildiğimiz hastalığın ilaçlarını ödememesi ama hastaların bunu biz yazmak istemiyoruz şeklinde algılaması sonucu gereksiz tartışmalar yaşanmaktadır. ÇÖZÜM ÖNERİLERİ Hekime yönelik şiddetin çözümü olarak bizler; kesinlikle kapıya güvenlik görevlisi dikmek veya ASM lerini kameralarla donatmak gibi halkımızla aramıza bariyer olabilecek önlemlerle çözülebileceğine inanmıyoruz. Bu tip yöntemlerle şiddet önlenebilseydi hastanelerde şiddet olgusunun azalması beklenirdi. Bu şiddeti azaltmayacağı gibi, şiddetin uygulandığı mekânı değiştirecek hatta halkı daha da şiddete yöneltecektir 1-Öncelikle halka aile hekimliği uygulamaları hakkında ayrıntılı bilgiler verilmelidir özellikle aile hekiminin görevi nedir? Görev tanımına giren işler nelerdir? Ve bunun yanında “ aile hekiminin görevi ne değildir “anlatılmalı halka yönelik kamu spotları hazırlanmalıdır 2-Aile hekimlerinin görevleri net olarak belirlenmelidir. Mevzuatlarda ve yönetmelikteki herkesin farklı anlayabileceği ve farklı yorumlayabileceği muallâk ifadeler kaldırılmalıdır 3-Vatandaşa hasta hakları doğru bir şekilde anlatılmalı, haklarının yanında sorumlulukları da hatırlatılarak, esas önemli olan noktanın kişinin kendi sağlık sorumluğunu da alması ve sür- dürmesi olduğu, yine kendi haklarının olduğu kadar hekimin de mesleki haklara sahip olduğu bilinci oluşturulmalıdır. 184 hattı ya tamamen kaldırılmalı ya da hasta hakları birimlerinde şikayetleri karşılayan görevli kişilerin kanun ve yönetmeliklere hakim olması sağlanmalı ve gelen şikayetleri ona göre değerlendirip, gereksiz ve usulsüz şikayetlerin hekime yansıması engellenmelidir. Yine usulsüz istemde ve şikâyette bulunan kişiye de gerekli caydırıcı yaptırımlar uygulanmalı, şikâyet mercilerinin gereksiz işgali önlenmelidir. Yani vatandaş bir hekim veya sağlık çalışanı hakkında 184 hattını arayıp usulsüz ihbar yaptığında, yapılan inceleme ve ön değerlendirmede, ihbar eğer usulsüzse, bu kişi hakkında cezai işlem yapılmalıdır 4- Vatandaşa kendi sağlık sorumluluğu yüklenmeli. Vatandaşın kendi sağlığı ile ilgili ihmalinin cezası hekime çektirilmemeli. Yine sahte rapor istemi, usulsüz ilaç yazımı istemi, hasta gelmeden rpt. gibi taleplerin suç olduğu konusunda vatandaş eğitilmeli, bu tür istemlerle gelen kişiler için bir bildirim merci olmalı ve gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır. Vatandaş bunların doğal istekler olmadığı ve suç olduğu bilincine kavuşturulmalıdır ve cezasın olduğunu bilmelidir. Tüm kurumların ve kendilerine ait sorumlulukların açık kapatıcısı olarak hekimin görülmesine son verilmeli, herkes kendi hatasının sorumluluğuna katlanmalıdır. 6-Şiddet sadece psikolojik olmamaktadır. Her gün binlerce hekim sözlü psikolojik tacize de uğramaktadır. Ne yazık ki bunu ispat etmek çok zor olmakta, hatta kişiler kendi uygunsuz istemleri ve işlemlerinde bile haklıymışçasına şikâyet etmektedir. Yapılan soruşturmalar sonucu hastanın yalan beyanda bulunduğu anlaşılsa bile ona bir yaptırım uygulanmamaktadır. Şahit bulunup şikâyetçi olunsa da sonuç çoğu zaman caydırıcı olmaktan uzak olmaktadır. Bu noktada cezaların daha caydırıcı olması, sözlü şiddetin de en az fiziksel şiddet kadar dikkate alınması gerekmektedir. Yine yalan beyan da bulunduğu anlaşılan kişi için, soruşturmayı yürüten üst kurumun, yalan ve yanlış bilgi verilmesi nedeniyle hukuki süreci başlatacak tedbirler alması ve süreci takip etmesi sağlanmalıdır. Verilen cezalar, hem medyada SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 27 hem de farklı platformlarda sıkça dile getirilerek caydırıcı etki sağlanmalıdır Hekimlere yapılan fiziksel şiddet en ağır şekilde cezalandırılmalı ve vatandaş hekime ve sağlık çalışanına sözlü veya fiziksel bir şiddet uyguladığında en ağır cezayı alacağını bilmelidir bununla ilgili şiddet kanunu çıkartılmalı ve bir an önce devreye sokulmalıdır 7-Tıp fakültelerinin eğitim müfredatına mutlaka hekimlere günlük pratiklerinde gerekli iletişim eğitimleri verilmelidir. Hekim mezun olurken sadece hekimlik yapacağını sanmakta ama her türlü usulsüz istekle karşılaşacağını ön görememektedir. Sahadan örneklerle, hekimlere gerekli iletişim eğitimi verilmeli, zor durumlarla ve zor hastalarla nasıl başa çıkabileceği, şiddete eğilimli vatandaşı nasıl bu eyleminden vaz geçirebileceği öğretilmelidir. 8- Medyanın sağlık örgütleri ve sağlık yöneticilerinden görüş alma- dan sağlık konusunda haber yapmasının önüne geçilmeli. Hedef gösteren haberlere ve yayınlara son verilmesi sağlanmalı ve RTÜK tarafından gerekli yaptırımlar uygulanmalıdır. Yine araştırmadan ve teyid edilmeden yayınlanan yalan her haber için bakanlık ve ilgili kurumlar gerekli davaları açarak takipçisi olmalı. Yapılan haberden zarar gören hekimler desteklenmeli. Yine medyaya halkı eğitici kamu spotları konusunda zorunluluk getirilmeli. 9- Aile Hekimliği sistemi halka doğru şeklide anlatılmalı. Görev tanımı net oluşturulmalı, ilaç yazma, yazdırma diye bir sağlık tanımı olmadığı konusunda halk bilinçlendirilmeli. Yönetmelikte belirtilen, poliklinik ve mesai saatlerimizi kullanma hakkımız sağlanmalı ve poliklinik ve diğer hizmetler için gereken süreleri ayırabilmemiz sağlanmalı. Randevulu çalışma teşvik edilmeli. Yine Aile Hekimi ‘nin her türlü usulsüz isteği yerine getirmek zorunda olan bir hekim anlamına gelmediği de anlatılmalıdır. 10-Geri ödeme kurumunun tebliğlerinde daha tutarlı olması sağlanmalıdır. Yine yapılan değişiklikler ve gerekçeleri halka doğru şekilde anlatılmalı, vatandaşla hekimin karşı karşıya gelmesi önlenmelidir. Geri ödeme kurumunun Aile Hekimlerini hedef alan, bilimsel verilere dayanmayan, ilaç firmaları ile ilişkiler vs. gibi suçlayıcı beyanları ve hekimleri hedef gösteren, sağlık sitemindeki harcamaları ve aksaklıkları hekimlere mal eden beyanlarının önüne geçilmelidir. Sağlık konusunda, hekimlik konusunda bilgisi olamayan kurumların bu tür açıklamalarına izin verilmemelidir. Sonuç olarak hekime ve sağlık çalışanlarına artan şiddetin birçok nedeni vardır ve bu nedenlerin temeline inmeden, altta yatan sebepleri irdelemeden; güvenliğin artırılması gibi alınacak tedbirlerle şiddeti sona erdirmemiz imkansızdır. ÖNERİLERİMİZ 1-Sağlık Sisteminin şiddet sorunu, Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla şiddetin çoğunlukla hastanelerde ve acil servislerde olduğu sanılıyor, oysa birinci basamak sağlık hizmet sunumunda çalışanlar artan oranlarda şiddete maruz kalmaktadırlar. Fiziksel şiddet öncesinde sözel şiddetin daha çok oranda olduğu gerçeğinden yola çıkarak, öncelikle sözel şiddetin ceza-i müeyyide kapsamında değerlendirilmesi gereklidir. Küçük suça ceza daha büyük suçları engelleyecektir. 2-Hastaların haklarını ve sorumluluklarını öğrenmeleri ve doğru kullanmalarının sağlanması Hekime yönelik şiddetin en önemli sebebi halkın sorumluluk ve uyması 28 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 gereken kurallar konusunda yeterli bilgi düzeyine sahip olmaması ve bu sebeple hekimin karşısına yasal olmayan isteklerle başvurmasıdır. Hastalar çoğunlukla uygunsuz ilaç yazdırma ve rapor taleplerini hakları zannetmekte, reddedilince şiddete başvurmaktadır. Uygunsuz olan istemlerin suç teşkil ettiği konusunda farkındalık oluşturulmalıdır, uyarılar ve yasal yaptırımlar ilan edilmeli duyurulmalıdır. 3-Sağlıkta şiddet yasasının çıkartılması ve cezaların caydırıcı olması Sağlık hizmeti, fiziksel koruma önlemlerinin alınmasının olumsuz etkileneceği bir hizmet sunumudur. Bu tür engeller hasta hekim iletişimi bozacaktır. Sağlıkta şiddet yasası bir an önce çıkartılmalıdır. Hukuksal sü- reçler sonunda verilecek cezalar caydırıcı olmalıdır. 4-Hasta – Hekim hakları ve SABİM 184 ; Vatandaşa hasta hakları doğru bir şekilde anlatılmalı, haklarının yanında sorumlulukları olduğu da belirtilmelidir. 184 hattında başvuruları karşılayan kişilerin kanun ve yönetmeliklere hakim olması sağlanmalı ve gelen şikayetleri değerlendirip, haksız yapılan şikayetin hekime yansıması engellenmeli, başvuru sahibine anında haksız olduğu vurgulanacak şekilde bildirim yapılmalıdır. 184 hattına başvurup, usulsüz istemde ve şikâyette bulunarak adeta kendisini ihbar eden kişiye gerekli ceza-i yaptırımlar uygulanmalıdır. 5-Basın yoluyla sağlık çalışanlarına karşı şiddeti özendiren yayınlar için yasal önlemler alınması kı eğitici kamu spotları konusunda zorunluluk getirilmelidir. Televizyon dizilerinde sağlık çalışanlarına şiddet içeren sahneler sıklıkla yer almakta ve özendirilmektedir. 6-Sağlıkta dönüşümün net olarak anlatılması, Uyarılarak para cezası veya sağlık çalışanlarını doğru tanıtan kamu spotlarını yayınlama zorunluluğunun getirilmesi gerekmektedir. Medyanın sağlık konusunda, sağlık profesyonellerinden onay almadan haber yapmasının önüne geçilmelidir. Araştırmadan yapılan her yalan, yanlı haber için bakanlık ve ilgili kurumlar gerekli davaları açarak takipçisi olmalıdır Yapılan haberden zarar gören hekimler desteklenmeli, yine medyaya hal- Geri ödeme kurumunun tebliğler de daha tutarlı olması sağlanmalıdır, sağlık alanında yapılan değişiklikler ve gerekçeleri halka doğru şekilde anlatılmalı, vatandaşla hekimin karşı karşıya gelmesi önlenmelidir. Geri ödeme kurumunun Aile Hekimlerini hedef alan, bilimsel verilere dayanmayan, ilaç firmaları ile ilişkiler vs. gibi suçlayıcı beyanları ve hekimleri hedef gösteren, sağlık sistemindeki harcamaları ve aksaklıkları hekimlere mal eden beyanlarının önüne geçilmelidir. Sağlık alanında sağlık sisteminin işle- yişi konusunda somut ve bilimsel verisi olmayan kurumların bu tür açıklamalarına izin verilmemelidir. 7-Tıp mesleğinin tüm topluma doğru şekilde anlatılması, Tıp mesleğine saygıyı artıracak gerek medyada gerekse ilköğretim okullarından başlayarak bilgilendirme çalışmaları yapılmalıdır. İstediğim ilacı yazdırma diye bir olay olmadığı konusunda halk bilinçlendirilmeli, bilgilendirilmelidir. Yönetmelikte belirtilen, poliklinik ve mesai saatlerimizi kullanma hakkımız sağlanmalı ve poliklinik ve diğer hizmetler için gereken süreleri ayırabilmemiz sağlanmalı. Randevulu çalışma sistemi teşvik edilmeli. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 29 haber HASTANE KALİTESİNE “ŞİDDET” KRİTERİ Sağlık Bakanlığının hastanelerdeki hizmet kalitesinin geliştirilmesine yönelik düzenlemesinde sağlık çalışanlarına yönelik şiddet ve buna karşı alınan önlemler de ölçüt olarak belirlendi Sağlık Hizmetleri Genel Müdürü İrfan Şencan, kısa süre önce yürürlüğe giren Sağlık Hizmeti Kalitesinin Geliştirilmesi ve Değerlendirilmesine Dair Yönetmelik ile ilgili açıklamalarda bulundu. Sağlık hizmetinde kalite standartının hem kamu hem de özel sektör için önem taşıdığını dile getiren Şencan, yeni düzenlemeyle tüm hastanelerin değerlendirmeye tabi tutulacağını bildirdi. Özel hastanelerin puanlamasının Sosyal Güvenlik Kurumunun hizmet alımı, kamu hastanelerinin puanlamasının ise yönetimin izlenmesi ve değerlendirilmesi açısından önemli olduğunu anlatan Şencan, “Bakanlık olarak kalite değerlendirmesinde birçok parametreyi göz önünde bulunduracağız. Hasta bakım, enfeksiyon kontrolü, acil durum ve afet yöneti30 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 mi, poliklinik ve ameliyat hizmetleri gibi ölçütler hastane kalite değerlendirmesinde dikkate alınacak” diye konuştu. “Sağlık Çalışanlarına Yönelik Şiddet de Bir Kriter” Hasta ve çalışan memnuniyetinin de sağlık hizmetinde önemli bir kalite standardı olduğuna dikkati çeken Şencan, “Çalışanı şiddete uğrayan bir hastane için puanlama nasıl olacak” sorusu üzerine şu bilgileri aktardı: “Şiddet olaylarının önlenmesine yönelik tedbirler alınması hastane yönetiminin görevleri arasındadır. Şiddet yaşanan bir hastanede buna yönelik önlem alınıp alınmadığı, önlem alınmışsa etkin olup olmadığı kalite için yapılacak değerlendirmede mutlaka dikkate alınacaktır.” Kalite değerlendirmesinin sağlık kurumuna yönelik bir yaptırımı içermediğini vurgulayan Şencan, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yapacağımız değerlendirme hastanelerin hizmet kalitesini geliştirmesi açısından büyük yarar sağlayacak, bir projeksiyon olacak. Bakanlık olarak bu konuda cezalandırıcı bir tutum izlemek yerine modern bir yaklaşım benimsiyoruz. Değerlendirmeyi hastanelerin dikkatine sunacağız, onlar da bunu kendilerini geliştirmek için kullanabilir.” Türkiye’nin sağlık turizmi açısından büyük bir potansiyeli olduğunu anımsatan Şencan, “Bu kriterler sağlık turizmi için bir ölçü olabilir” dedi. kapakkonusu SAĞLIK BAKANI DR. MEHMET MÜEZZİNOĞLU: “İNSAN HAYATINA HİZMET EDEN SAĞLIK ÇALIŞANLARINA YÖNELİK ŞİDDETİ İNSANLIK DIŞI BULUYORUM” Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu, sağlık çalışanlarına uygulanan şiddeti, göreve geldiği ilk günden bu yana çeşitli vesilelerle en sert biçimde kınıyor. Sağlık kurumlarında sağlık çalışanlarına yönelik şiddete asla müsamaha göstermeyeceklerini ifade eden Bakan Müezzinoğlu tavrını çok net bir biçimde ortaya koyuyor. Kapak Konumuz ile ilgili olarak Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun sağlık çalışanlarına yönelik şiddet hakkındaki net tavrını ortaya koyan demeçlerinden bir çeşitleme yaptık. İşte Bakan Müezzinoğlu’nun sözleri: 32 Bayrampaşa Devlet Hastanesinde hasta yakınları tarafından darp edilen Genel Cerrahi Uzmanını Ziyareti (1 Şubat 2013): SAYED ‘Sağlıkta Yeniden Yapılanmanın Erken Dönem Değerlendirilmesi’ Sempozyumu (16 Şubat 2013): İnsan hayatına hizmet eden sağlık çalışanlarına yönelik şiddeti insanlık dışı buluyorum. Sağlık kurumlarında şiddete asla müsamaha göstermeyeceğiz. Sağlık personeline şiddet uygulayanın yanında bulunanlar; “Bakın bunun bedeli bana, bize dönüyor, senin yaptığın yanlışın bedelini biz ödeyeceğiz. Benim eşim, kızım, evladım SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 ödeyecek” diye bir tavrı ve toplumsal bilinci benimsemezse, biz yasalarla ve tedbirlerle çözüme gitmeye çalışırız. Bu da bizi kısmi başarıya götürür. Dolayısıyla en başta o anda emniyet ve güvenlik gücü gelmeden “Dur kardeşim!” diyebilecek bir şuuru ve bilinçli tavrı, kamuoyu bilincini oluşturmamız lazım. CNN TÜRK Yayını (20 Şubat 2013): Sağlık çalışanına şiddetin önlenmesinde önümüzdeki süreçte Bakanlığımızın da çalışmaları var ve farklı fikirleri ve çalışmaları da değerlendireceğiz. Bir hekimle yüksek sesle konuşan, fiziki müdahaleye yeltenenleri gördüğü zaman; “Bunun bedelini ben ödeyeceğim. Yanlışlara müdahale etmem gerekir” diye ilk müdahaleyi hasta yakınları ve vatandaşlarımızın yapması lazım. BEYAZ TV Yayını (20 Mart 2013): Hekime şiddet konusu, meslektaşlarımızı ve bizi de ciddi düzeyde rahatsız ediyor. Zaman zaman darplar, zaman zaman hakaretler, zaman zaman acile araba sürmeler, zaman zaman da Gaziantep’te Ersin Arslan kardeşimizin olayında olduğu gibi öldürmeye varan olayları yaşıyoruz. Bir defa, burada kamuoyundan bilinçli bir şekilde hekimine sahip çıkmasını arzu ediyoruz. Çünkü az önce söylediğim gibi, zaten hekime ihtiyacımız var. En çok sevdiğimiz kendimizsek, en çok sevdiğimiz eşimizse, evladımızsa, torunumuzsa, annemizse, babamızsa, hiç beklemediğimiz anda onları teslim edeceğimiz hekimlerimizdir. Hekimlerimize, evladımıza değer verdiğimiz kadar, canımıza, ciğerimize değer verdiğimiz kadar değer vermeliyiz. Bu ülkede bir polis memuruna veya bir erimize nasıl herhangi bir hareket yapıldığında rahatsız oluyorsak, tavır koyuyorsak, hekimimize, hemşiremize, sağlık çalışanımıza birileri yüksek sesle konuşmaya başladığı andan itibaren, orada sağlık hizmeti almayı bekleyenler mutlaka çok net tavır koymalılar, çünkü biz hekimle hasta arasına, sağlık çalışanıyla hastamız arasına kanunları veya güvenlik güçlerini koymayı asla arzu etmiyoruz. Bu hekimler bu 75 milyon için var, bu sağlık çalışanları 24 saat gecegündüz bu 75 milyon ülke insanına hizmet ediyor. Tabi ki zaman zaman hataları, eksiklikleri olabilir, ama o zaman da hasta hakları kurullarımız var, yani cezayı kesen noktada olma hakkı asla hiçbir vatandaşımızda yok. Dolayısıyla, şikâyetlerini yapsınlar, şikâyetlerini en üst düzeye taşısınlar, ama cezayı da ben vereceğim noktasına hiç kimsenin gelmeye hakkı yok. ÜLKE TV Yayını (20 Mart 2013): 75 milyon ülke insanımızdan özellikle istirham ediyorum ve kendileri için de doğru olduğuna inandığım bir cümleyi söylemek istiyorum: Kendi canlarını, en çok sevdiklerini, çocuklarını, eşlerini, annelerini, babalarını hiç beklemedikleri bir anda teslim edecekleri hekimlere, hemşirelere, sağlık çalışanlarına kendi evlatlarına sahip çıktıkları gibi sahip çıkmaları gerekir. Çünkü hekim ve sağlık hizmeti sunanlar 24 saat, kesintisiz çalışan, hafta sonu, bayram, seyran demeden ve onun hiç beklemediği anda onun en önemli derdini paylaşan insanlar, çözüm üreten insanlar. Dolayısıyla hekime şiddeti, sağlık çalışanına, hemşireye şiddeti kesinlikle reddediyorum. Bu anlamda da yanlış yapanlara tavrımız çok net olacaktır. Burada yasal düzenlemeye ihtiyaç duymamayı da arzu ediyorum, çünkü hekimle hasta arasında öyle bir kutsal ilişki vardır ki, bu ilişkinin arasına kanunların girmesini istemiyorum. Ama şayet bu şiddet olayında hekimlerimiz ve sağlık çalışanlarımızın mağduriyetleri artarsa mutlaka kanuni tedbirleri de alacağız. Vatandaşlarımız hekimlerine sahip çıksınlar. TRTHABER Yayını (25 Mart 2013): Sağlık çalışanlarını sevdiklerimizi emanet ettiğimiz kişiler olarak görmeli ve önemsemeliyiz. Bu konuyu güvenlik önlemleri ile çözmeyi çok arzu etmiyorum. Öncelikle kamuoyu bilinci oluşması gerekiyor. Hekimlerimizin hukuksal sorunlarına destek vermek de gündemimizde yer almaya devam edecek. MARDİN ZİYARETİ (11 Mayıs 2013) Sağlık çalışanına şiddeti önlemede toplumsal duyarlılığı birinci derecede önemsiyorum. Çünkü vatandaşımız en zor ve en çaresiz anında kendisini, evladını, annesini, eşini ve en yakınını hekime teslim ediyor. O teslim etiğimiz hekim ve hemşireye göz bebeğimiz gibi bakmalıyız ki onun mağduriyeti topluma bir mağduriyet olarak dönmesin. Dolayısıyla hekime ve hemşireye taciz veya saygıyı aşan cümlelere, fiili hareketlere asla toleSAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 33 ransımız, müsamahamız olmaz. Bu anlamda yasal düzenleme çalışmalarımız devam ediyor. Biz hastayla hekim arasına kanunların veya güvenlik güçlerinin girmesini çok arzu etmiyoruz. Çünkü bu meslek öyle bir meslek ki kadınımız eşine söyleyemediğini hekimine söylüyor, evladımız annesine babasına söyleyemediğini hekimine veya hemşireye söylüyor. Dolayısıyla bu kadar yakın iletişimin olması gereken bir mesleğin arasına kanunları veya güvenlik güçlerini koymayı çok arzu etmiyoruz ama bu arzu etmiyoruz dememiz hekimlerimizi veya hemşirelerimizi sahipsiz bırakacağız anlamına da gelmez. Her türlü düzenlemeyi de yapacağız. 4.ULUSLARASI SAĞLIKTA PERFORMANS VE KALİTE KONGRESİ (1 Mayıs 2013): Sağlıkta şiddet konusunda Adalet Bakanlığı ile görüşmelerimiz devam ediyor. Zor hali uygulaması gibi bir çalışma üzerinde çalışıyoruz. Bu, yanlış yapanın o anda emniyette gözetim altında tutulmasını içeriyor. Emniyet 24 saat, 3 gün neyse o sürelerde şahsı gözetim altında tutmalı. Emniyet, onu salarak evine göndermemeli. Bu denge hiçbir tarafa diğer tarafın hak ve hukukuna müdahale etme hakkı tanımamalı. Herkes hakkını yasal zeminde aramalı. Hizmet alıcının bir hemşireye, veznedeki görevliye, hekime yüksek sesle bile konuşma hakkı yoktur ve asla buna toleranslı davranamayız. Nasıl bir hekim ve hemşirenin hastaya gecenin bu saatinde niye geldin deme hakkı yoksa, 34 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 hastanın veya hasta yakınlarının da sağlık çalışanlarına insani değerlerin ötesinde en ufak bir negatiflik hakkı asla olamaz. Biz bunu asla normal karşılamayız. TGRT HABER Yayını (16 Temmuz 2013): Kimsenin bir hemşireyle yüksek sesle konuşma, bir hekime hakaret etme hakkı yoktur. Elbette kişinin kendi hakkını arama hakkı vardır. Orada hasta hakları kurulları vardır, hukuki boyut vardır, şikâyet etme alanları vardır. Ama hakaret etme, yüksek sesle konuşma, şiddete varma noktasına geldiği zaman sıfır hakkı vardır. Hekimimize ve sağlık çalışanlarımıza şiddete asla toleransımız olmaz. Yasal düzenlemelerin çalışmalarını yapıyoruz. Cezai şartlar artacak. MUĞLA ZİYARETİ (17 Temmuz 2013): Sağlık çalışanlarına şiddetin önlenmesinde kamuoyu bilincine ihtiyaç var. Doktor ve hemşirelere kendi evladımız gibi sahip çıkmamız gerekiyor. Çünkü biraz sonra evladımızı o hekime veya hemşireye teslim etmek zorunda kalacağız. Herkesin sağlık çalışanlarına kendi kardeşi ve çocuğu gibi bakması gerekir. Hastanelerde yüzlerce hasta yakını var, sağlık çalışanlarına yönelik olumsuz davranış gösteren kişilere ters bir şekilde baksalar, ne oluyor kardeşim diye sorsalar, birçok hadise önlenmiş olur. Sağlık çalışanlarına şiddet uygulayanlara yönelik yeni torba kanun da çıkartacağız. SAĞLIK-SEN İFTARI (2 Ağustos 2013) Biz hekimle hasta arasında daha çok kanun daha çok güvenlik gücü istemiyoruz. Bunun için, kamu bilinci oluşturmalıyız. Bu milletimizin hekimine, sağlık çalışanına sahip çıkması için bilgilendirme çalışmaları yapacağız. Ancak şiddet uygulayanlara da en ağır cezanın verilmesi için yasal düzenleme yapacağız. Benim sağlık çalışanıma dokunana, hekimlerimizin hukuk yoluyla dokunmaları için yetkilerini artıracağız. Sağlıkta şiddeti sıfırlayamayabiliriz ancak çalışanımızın emniyetini sağlamak zorundayız. Yeter ki biz birbirimize güvenelim. AKŞAM GAZETESİ / Ebru Toktar Röportajı (28 Ağustos 2013): TBMM Sağlık Komisyonunda kabul edilen, ancak TBMM’nin tatile girmesi nedeniyle Genel Kurul gündemine girmeyen tasarıyı yaşanan son olayları dikkate alarak yenileyeceğiz. Tasarıda, özelde çalışan hekim veya sağlık personeli, kasten öldürme, kasten yaralama, tehdit ve hakaret suçlarında, Türk Ceza Kanunu’nun uygulanması açısından kamu görevlisi sayılıyordu. Ancak şiddet olaylarının artarak devam etmesi üzerine bu yasa tasarısına yeni bir madde eklenmesi eğilimine girdik. Adalet Bakanlığı ile görüşüyoruz. Daha da sertleştirebiliriz. Çünkü hekime yönelik saldırılar çok daha ileri bir boyuta ulaştı. Bu yüzden tasarıyı daha da sertleştirmeyi istiyoruz. Verilen cezalar artırılmalıdır. haber TÜRKİYE, CANLIDAN AKCİĞER NAKLİNE HAZIRLANIYOR Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Arif Kapuağası: “Türkiye organ nakli ameliyatlarında çok iyi bir yerde. Ülkemizde, başarılı ve operasyon sonrası sağ kalım oranı yüksek ameliyatlar gerçekleştiriliyor” Hayati önem taşıyan ve canlıdan alınma ihtimali olmayan kalp gibi organların nakillerinin daha az sayıda yapılabildiğini dile getiren Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Arif Kapuağası, Bakanlık olarak ulusal koordinasyon sistemi kurulduğunu, bu sayede elektronik ortamda organların doku uyumuna ve belirlenen puanlama sistemine göre en adil şekilde ihtiyacı olan hastaya dağıtım yapıldığını bildirdi. Kapuağası, “Ayrıca Bakanlık olarak, tüm ulaşım imkânları kullanılarak (3 ambulans uçak, 17 helikopter, 2832 kara ambulansı) en kısa sürede bağışlanan organların zarar görmeden nakil merkezine ulaşımını sağlanmaktadır” dedi. Türkiye’nin her türlü organ ve doku naklini yapabilecek tecrübeli hekim profiline ve altyapıya sahip olduğuna işaret eden Arif Kapuağası, hekimlerin daha başarılı operasyonlara imza atabilmesi için Bakanlığın her türlü desteği sağladığını belirtti. Geçen yıl itibarıyla Türkiye’de bir yılda 2 bin 903 böbrek, bin bir karaciğer, 66 kalp, 25 akciğer, 5 ince barsak olmak üzere toplam 4 bin 8 solid organ ve yaklaşık 2 bin kornea naklinin yapıldığı bilgisini veren Kapuağası, kadavradan organ bağışının yetersiz olması nedeniyle geçen yıl organ nakli bekleyen hastaların ancak yüzde 20’sine organ bulunabildiğine dikkati çekti. “Yurt dışındaki nakil merkezleri akciğer için hasta gönderilmemesini istiyor” Türkiye’de geçmiş yıllarda akciğer nakilleri için hastaların çoğunun yurt dışına sevk edildiğini dile geti- 36 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 ren Kapuağası, 2011’de yurt dışında akciğer nakli yapan merkezlerin “kendilerine artık nakil için hasta gönderilmemesini istemesi” üzerine, nakil hastalarının büyük sıkıntı yaşadığını söyledi. Kapuağası, Türk hekimlerin, akciğer nakli üzerine tecrübe kazanmaları için yurt dışına gönderildiğini hatırlatarak, “Yurtdışına akciğer nakli tecrübelerini artırmak için gönderilen ekiplerimizin yurda dönmesiyle, aktif olan akciğer nakli merkezimiz 1’den 5’e çıkarılmış ve yıllık nakil sayımız ortalama 3’ten 2012 itibarıyla 25 akciğer nakli gerçekleştirilmiştir. Bu naklin ülkemizde uygulamaya geçilmesi için çalışmalar başlatıldı. Bu amaçla, başarılı canlı nakilleri gerçekleştiren Avusturya ve Japonya gibi ülkelere ekiplerimiz giderek operasyonlara katıldı. Yeterli tecrübenin oluşması durumunda gerekli altyapılar en kısa sürede sağlanarak, canlıdan da akciğer nakline başlanması düşünülmektedir” diye konuştu. Türkiye, kompozit doku nakli mevzuatında örnek ülke Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Arif Kapuağası, Türkiye’nin gerçek leştirdiği yüz nakli operasyonları ile dünyanın dikkatini üzerine çektiğini belirterek, söz konusu ameliyatların yapılabil- mesi için gerekli mevzuat çalışmaları hakkında da bilgi verdi. Kompozit doku nakli yapılabilmesi için gerekli kriterlerin Sağlık Bakanlığı tarafından belirlendiğini anlatan Kapuağası, operasyonların, mevzuata uygun şartlar olduğunda gerçekleştirilmesi gerektiğini vurgulayarak, “Bu kriterler uygun olduğunda ikinci aşamada üniversitelerin kendi içindeki komisyon, ameliyatın gerekliliğine karar veriyor. Yani, komisyonlar endikasyonlara göre bu kararı alıyor” dedi. Türkiye’nin hazırladığı mevzuat AB yolunda Arif Kapuağası, dünyanın hiçbir yerinde bu konuya ilişkin hazırlanmış özel bir mevzuat olmadığını be- lirterek, “Yüz nakli ve kompozit doku ile ilgili mevzuat, dünyanın hiçbir yerinde yok. Biz, hazırladığımız mevzuatı, İngilizceye çevirdik ve AB’ye gönderdik” diye konuştu. Türkiye’den ekiplerin birçok Avrupa ülkesine giderek, mevzuat hakkında bilgi verdiğini anlatan Kapuağası, “Türkiye, artık bu konuda örnek alınan bir ülke” dedi. Kemik iliği nakli için bağışçı aranıyor Küçük büyük demeksizin, başta lösemi ve lenfoma olmak üzere birçok kan hastalığının tedavisi için gerekli olan kemik iliği naklinde akraba dışı verici önem taşıyor. Yurt dışında özellikle aile dışı verici sayısı yüz binler hatta milyonları bulurken, bu sayı Türkiye’de son kayıtlara göre sadece 36 bin ile sınırlı kalıyor. Sağlık Bakanlığı Sağlık Hizmetleri Genel Müdür Yardımcısı Arif Kapuağası, Türkiye’de 418’i çocuk toplam 663 hastanın kemik iliği nakli sayesinde yaşam şansı kazanabilmesi için mevcut verici sayısının artması gerektiğini söyledi. Son kayıtlara göre, “Türkiye’de kemik iliği nakli için yaklaşık 36 bin gönüllü verici bulunduğunu” belirten Kapuağası, uygun doku taraması için bu sayının yeterli olmadığını ifade etti. Özellikle akraba dışı verici sayısının yükselmesi gerektiğinin altını çizerek, yurt dışında aile dışından gönüllü verici sayısının yüksek olduğunu vurgulayan ve verici olmanın duyarlı bir davranış olduğunu ifade eden Kapuağası, “Bir gün herkesin, ya kendisinin ya da bir sevdiğinin hastalanabileceğini ve kemik iliği nakline ihtiyacı olabileceğini, dolayısıyla, kemik iliği nakli için sıra bekleyenlerden birinin kendimiz olacağını unutmadan hareket etmek lazım” dedi. Herkesin, bu duyarlılıkla gönüllü bağışçı olması gerektiğini dile getiren Kapuağası, “İngiltere’de 815 bin, İtalya’da 215 bin, Almanya’da 4.5 milyon, ABD’de 7.1 milyon gönüllü kemik iliği vericisi var. Bu oran Türkiye’de ise 36 bin” dedi. Avrupa’da allojenik kemik iliği nakillerinin yaklaşık yüzde 55’inin akraba dışı bağışçılardan yapıldığını aktaran Kapuağası, Türkiye’de ise bu oranın ancak yüzde 10 seviyesinde kaldığını ve bunlarında çoğunun yurtdışı kemik iliği bankalarından getirtildiğini söyledi ve nakil sayısının artabilmesi için mutlak bilinçli gönüllü bağışçı havuzunun genişletilmesi gerektiğine işaret etti. “Vericilerin ancak yüzde 15’i ulaşıldığında gerçekten gönüllü verici oluyor” Türkiye’de, çoğu zaman basına yansıyan bir hayat hikâyesi sonrasında bir anda toplumsal duyarlılık geliştiğini ve merkezlere bağış için başvuruların olduğunu anlatan Kapuağası, “Ancak, bu bağış o kişi için yapılmak isteniyor. Önemli olan, bir vakaya ilişkin bağışçı sayısının artması değildir. Her hasta için kullanılmak üzere bağış yapılmasıdır” diye konuştu. Kimi zaman da ileri test yapılması için bağışçıya ulaşıldığında “olumlu cevap alınmamasının” önemli bir sorun olduğunu vurgulayan Kapuağası, şunları kaydetti: “Ülkemizde maalesef, gönüllü vericilerin ancak bir kısmı, ihtiyaç halinde arandığında kemik iliği nakli için onay veriyor; çoğu çeşitli nedenlerle merkeze gelmeyi reddediyor. Vericilerin ancak yüzde 15’i ulaşıldığında gerçekten gönüllü verici oluyor, çoğu vazgeçtiğini belirtiyor. Gönüllünün neye verici olduğunun farkında olması çok önemli. Avrupa’da ret oranı çok düşük; ihtiyaç duyulduğunda bağış yapanların yüzde 80-85’i gönüllü verici olmayı kabul ediyor.” SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 37 haber KAMU HASTANELERİ KURUMU ALİ İHSAN DOKUCU’YA EMANET İstanbul sağlık müdürlüğü görevini 4 yıldan bu yana sürdüren Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu (50), sağlık alanında yapılan düzenlemeler kapsamında kurulan Türkiye Kamu Hastaneleri Kurumu Başkanlığı’na getirildi. Sağlık Bakanı Mehmet Müezzinoğlu’nun görevlendirmesiyle başkanlığa getirilen Dokucu, mesaisinin son gününde birlikte çalıştığı müdürlük çalışanlarıyla vedalaştı. 1963 yılında Niğde’nin Bor ilçesinde dünyaya gelen Dokucu, tıp eğitimini 1988 yılında Kayseri’de tamamladı. 88- 90 arası Yozgat- Boğazlıyan’da mecburi hizmet yapan Dokucu,1990 yılında Dicle Üniversitesi Tıp Fakültesi Çocuk Cerrahisi Anabilim Dalında Uzmanlık Eğitimine başladı.1992 yılında Yüksek Öğretim Kurulu bursuyla uzmanlık eğitimini tamamlamak üzere Paris Üniversitesi’nde görevlendirilen Dokucu,1996 yılında önce çocuk cerrahisi uzmanı sonra yardımcı doçent olarak görev yaptı. Nisan-Ağustos 2002’de Harvard Tıp Fakültesi Çocuk Ürolojisi bölü- 38 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 münde davetli öğretim üyesi olarak çalışan Dokucu, Kasım 2002’de Rotterdam’da yapılan Avrupa Çocuk Cerrahisi Board Sınavını Türkiye’den kazanan ikinci kişi oldu. Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu 2004 yılında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Çocuk Cerrahisi Klinik Şefliği’ne atandı. Ekim 2004 ile Eylül 2005 arasında Paris Necker Hastanesi’nde Başasistan (Chef de Clinique) olarak çalışan Dokucu 2005 yılında Şişli Etfal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Başhekimliği görevine getirildi. Dokucu’nun uluslararası hakemli dergilerde yayınlanmış 42 ve ulusal hakemli dergilerde yayınlanmış 40 makalesinin yanı sıra uluslararası katılımlı bilimsel toplantılarda sunulan 20 ve ulusal bilimsel toplantılarda sunulan toplam 79 bildirisi bulunmaktadır. Prof. Dr. Ali İhsan Dokucu İngilizce ve Fransızca bilmekte olup, evli ve 2 kız çocuğu babasıdır. röportaj Ak Parti Adana Milletvekili TBMM Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İlişkiler Komisyonu Başkanı PROF. DR. NECDET ÜNÜVAR: HEKİMLİK HAYATA BAKIŞ AÇIMDIR Röportaj: Ayşe GÜZELGÖZ • Necdet Ünüvar, 6 Haziran 1960’ta Adana Ceyhan’da doğdu. Babasının adı Halil, annesinin adı Müzeyyen’dir. • Erzurum Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi. • İç Hastalıkları ile Endokrinoloji ve Metabolizma ihtisaslarını Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesinde tamamladı. • Doçent ve profesör oldu. Atatürk Üniversitesi Tıp Fakültesi Endokrinoloji ve Metabolizma Bilim Dalı Başkanlığı görevini yürüttü. 12.12.2002-08.05.2007 arasında Sağlık Bakanlığı Müsteşarlığı yaptı. • 23. ve 24. Dönemde Adana Milletvekili seçildi. 6 Araştırma Komisyonunda görev yaptı: 3’ünde Başkanlık (Uyuşturucu ve Madde Bağımlılığı, Bilişim ve İnternet,Sağlıkta Şiddet), 1 Başkanvekilliği (Kayıp Çocuklar), 2 Üyelik (Muhsin Yazıcıoğlu). • 2 İhtisas Komisyonunda görev aldı: 23. ve 24. Dönem Plan ve Bütçe Komisyonu üyeliği yaptı, 24. Dönemde 31.01.2013 tarihindeSağlık, Aile, Çalışma Ve Sosyal İşler Komisyonu Başkanlığına seçildi. Ayrıca Türkiye-Azerbaycan Dostluk Grubu Başkanı olarak görevi devam etmektedir. • İngilizce bilen Ünüvar, evli ve 3 çocuk babasıdır. 40 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 Hocam, isterseniz çocukluğunuzdan, ailenizden başlayalım; nasıl bir ortamda doğdunuz, hayatınızın ilk yılları nasıl bir çevrede geçti? Necdet Ünüvar ve ailesini konuşalım biraz… Tabii… Adana, Ceyhan doğumluyum. Ceyhan o zaman da tarım açısından Türkiye’nin en önde gelen ilçelerindendi fakat benim ailem tarımla ilgilenen bir aile değildi. Babam inşaat işçisiydi. Hiç okula gitmemişti, okuma-yazma bilmezdi ama bir kulağının üzerinden kurşun kalem eksik olmazdı. Yaşadığımız köyde insanlar ev yaptırmak istediğinde babama gelip tarif ederler, babam da sağ kulağındaki kalemi alıp çimento torbalarının üzerine istedikleri evi çizerdi. Çok çalışkandı, çok konuşmayı sevmezdi. Sıkıntılı zamanları mutlaka olmuştur ama hiç belli etmezdi ve ben şunu biliyorum; babam alacağını bile çok rahatlıkla isteyemeyen birisiydi. Bu dünyadan alacaklı olarak gitmiştir. Biz böyle bir ailede yetiştik. 9 yaşımdayken Mersin’in Arpaçbahşiş beldesinde öğretmenlik yapan dayım, bir okul inşaatı için babamı Mersin’e çağırdı ve oraya taşındık. İlkokulu Arpaçbahşiş İlkokulunda bitirdim. Daha sonra Erdemli’nin Kocahasanlı Kasabasına yerleştik ve liseyi de orada bitirdim. Kocahasanlı’da tek gözlü bir evimiz vardı. Şu anda annemlerin evi var orada, 2 oda, 1 mutfaktan oluşan küçük mütevazı bir ev. O evi yaparken yan tarafta, zannediyorum 3 metreye 10 metre falan uzunluğunda koridor gibi bir yerde 1 yıl kadar yaşadığımızı hatırlıyorum. Daha sonra o ev gecikince biz başka bir yere taşınmak zorunda kaldık. Enteresandır, ben üniversite sınavına girdiğim yıl Kocahasanlı kasabasında bir evde elektrik yoktu, o ev bizim evimizdi. Gaz lambasıyla, pencerenin kenarında çalıştığımı hatırlıyorum. Allah nasip etti, o zaman Tıp Fakültesine girdik. Benim girdiğim yıl Erdemli’den üç kişi sınav kazanmıştı. Ben tıbbiyeyi kazandım, bir arkadaş Hacettepe Kütüphaneciliği kazandı, bir arkadaş da Elazığ Veterinerliği kazandı. Kütüphaneyi kazanan arkadaş şu anda nerede bilmiyorum açıkçası ama veterinerliği kazanan arkadaş veterinerlik profesörü, başarılı bir arkadaş. Sanırım üniversite tercihlerinizde tıp yokmuş aslında, nasıl düşündünüz, nasıl eklediniz tıp tercihini? Şimdi şöyle, 1978 Şubatı, Şubat ayında üniversite sınavları için tercih formlarını alıyorsunuz 18 tercih yapıyorsunuz, dolduruyorsunuz. Bir sınava giriyorsunuz ve o tercihinize göre nereyi kazanmışsanız oraya gidiyorsunuz. Tercihlerimde birinci sırada İstanbul Teknik Üniversitesi Uçak Mühendisliği, ikinci sırada İstanbul Teknik Üniversitesi Gemi İnşaatı Mühendisliği… O zaman bu bölümler çok popülerdi. Kazanma şansınız da neredeyse yok kadar, yani ilk 100’e giren insanların filan kazandığı bir bölüm ki öyle bir şansımız yoktu. Öyle bir şansımızın olmadığını bile bile o zamanki hissiyatım neydi biliyorum, “Bak ben de bunu tercih ettim!” diyebilmek adına herhalde ilk iki tercihe onları yazdım. Sonra üçüncü sırada Bursa tekstil mühendisliği vardı. Babamın hatırına ODTÜ inşaat mühendisliğini de yazmıştım. Daha sonra ODTÜ şehir planlamayı yazdım. Böyle 18 tane tercih yazdık. Babamın arzusu benim inşaat mühendisi olmamdı ama tabii insan kendi durumunu aşağı yukarı biliyor yani… Ben 500 puan civarında bir puan alacağımı düşünüyordum, 1 ve 2 nasıl olsa tutmaz, 3. tercihimi kazanırım diyordum; Bursa tekstil mühendisliğini. Tercih listesini hazırladım, tam Kocahasanlı kasabasından dolmuşa binip Erdemli’ye okula gidip orada teslim edeceğim; bir arkadaşım tercihlerine bir bakalım dedi. Şöyle bir baktı; “Ya tıpsız bir tercih olmaz” dedi. Benim aklımda hiç tıp yoktu, hiç düşünmüyordum. Sonra evden tekrardan o kılavuzu getirdim, baktık. Bir tane tıp koyacağız ya, o zaman zannediyorum 15 civarında filan tıp fakültesi vardı, çok fazla tıp fakültesi yoktu. Tabii o dönem sağ-sol çatışmalarının çok yoğun olduğu 78 dönemiydi. Hem puanı, hem de yaşanabilir şehir olması hasebiyle Erzurum Tıp’ı yazdık. Ben burası nasıl olsa gelmez falan diyorum, hala gönlümden böyle bir şey geçmiyor. Sonra sınava girdik ve 516 puanla ben Erzurum Tıp’ı tutturdum. Büyük bir hayal kırıklığı var, ben ne yapacağım... Ondan sonra 78’de gittim tıbbiyeye başladım. Ben 3. sınıfa kadar, yani birinci ikinci sınıfı okudum, ama hala doktor olacağıma inanmıyorum. Yani, yeniden sınava gireyim, başka bir yeri kazanayım diye geçiyor içimden. Ama başka bir yer de nereyi kazanacaksın, gerçekten okumak da çok zordu. Tıp fakültesindeyken bir sobotta atlasımız vardı, anatomi atlası. Ben bir arkadaşımdan emanet almıştım. O zamanki rakamla 50 bin lira civarındaydı, biz de zannediyorum 2500-3000 lira kadar üç aylık kredi alıyorduk. Yani an az 5 yıllık kredimizle ancak alabilirdik. O atlasa o kadar özenli davranırdım ki, yanında çay bile içmezdim bir şey olur diye. Gözüm gibi bakmıştım, hayatımda bir kitaba o kadar kitaba özendiğimi hatırlamıyorum. Şimdi tabii böyle zor şartlar, bense bir yandan tıpta okumak çelişkisini yaşıyorum, bir yandan da okuyorum. Hafızam güçlü, bir defa okuyorum, sınıfı geçiyorum. Nasıl atlattınız bu zor dönemi? Nasıl intibak ettiniz tıbbiyeli olmaya? Recep Akdağ Bey ile aynı sınıftaydık. Annesi, babasıyla da çok yakından tanışırım, babası rahmetli eski milletvekiliydi Yahya Amca, annesi Nesrin Hanım Teyze. Benim eşimi annesi gidip istemiştir yani ilk, o kadar da yakınız. Üçüncü sınıftayken bir gün cuma namazına gidecektik, abdest alıyoruz. Recep Bey bana, “Bak sen zor şartlarda okuyorsun, tıp’ı da herkes kazanamıyor. Sen kazanmışsın, sen doktor olacaksın, hala farkında değilsin” dedi. Sonra Camide kendi kendime “Ya doğru söylüyor, ben doktor olacağım” dedim. Büyük bir gayretle yeniden sarıldık ve kayıpsız bitirdik fakülteyi. Daha sonra ben anneme bu tercihlerimde tıbbiyeyi niye yazmadım acaba dediğimde, annem; “Çocukluğunda seni bir defa doktora götürdüm, çok fazla doktoru tanımadın, doktorun iğnesini yeseydin o zaman doktor olmak isteyebilirdin” şeklinde bir izahatta bulundu. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 41 Ailenizin yönlendirmesi olmadı yani hiç… Hayır, hiç. Bizim ailemizin hiçbir yönlendirmesi olmadı. Dediğim gibi, annem ilkokul mezunu. Entelektüel biridir aslında, şu andaki müktesebatı o zamankinden çok daha güçlüdür. Şimdi mesela günlük gazete okur, her gün kitap okur, bazen bizim eve geldiği zaman benim kütüphaneye geçer, benim yazdığım kitapları karıştırır, okur, haberler dinler yani şu andaki birikimi fevkalade. Tabii o zaman iletişim imkânları sınırlı, günlük gazete alma imkânı yok. Yani öğretmenlerle diyalog imkânı yok, yönlendirme yok. Babam da okumamış birisi. Babam bir defa okula gelmişti. Lise 1’de Tevfik Sırrı Gür Lisesinde okudum, oradan Erdemli Lisesine geçecektim ve bunun için velinin imzası gerekliydi. Sadece o zaman okula geldi, imza attı. Tıp fakültesindeyken de ailemin yanına gittiğimde babama yardım ederdim. Çalışırken biraz tatlı serttir babam ama işe ara verdiğimizde oturup sohbet ederdik. Bir gün, “Baba sen hiç merak etmiyor musun senin oğlun ne yapıyor, okuyor mu, okumuyor mu?” diye sordum babama. “Benim merak etmeme gerek yok, bana sürekli rapor geliyor” dedi. Ondan sonra öğrendim ki bizim o zamanki Tıp Fakültesi Dekanımız okuyan çocuklarla ilgili ailelerine altı aylık raporlar gönderiyormuş. Benim hakkımda gelen rapor da; çok başarılı, çok disiplinli şeklindeymiş. Siz okurken o günkü sağlık sistemi nasıldı, Erzurum’da, Türkiye’de sağlıkla ilgili neler konuşulurdu? Gelecekle ilgili neler düşünürdünüz? Şunu söyleyeyim, o sistemle ilgili çok böyle ileride şu olsa da bunu yapsak dediğimiz bir şey olmazdı. Ben kendi ailemin durumunu biliyordum, ben doktor olayım, insanlara faydalı olayım, kazandığım parayla da anneme-babama yardım edeyim diye düşünüyordum. Tabii o zaman birçok arkadaşımız bir an evvel doktor olalım, arabamız, evimiz olsun gibi şeyler konuşurdu. Biz arkadaş gruplarımızda hiç böyle ev, araba sohbeti yapmazdık. 42 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 Açıkçası sağlık sistemiyle ilgili eleştirdiğimiz yönler de vardı. Türkiye’nin özellikle ilaçta dışarıya bağımlı olduğunu görüyorduk. Alet-edevatta dışarıya bağımlı olduğunu görüyorduk. Yurt dışındaki sağlık sistemlerinin Türkiye’nin çok daha ilerisinde olduğunu görüyorduk, düşünüyorduk. Türkiye’de o zamanlar doktora erişebilen insan şanslıydı tabii. Doktorun uygun teşhis, uygun tedavi yapmasını bırakın, bir kişi doktora gelebilmişse, yani doktorun muayene odasına veya muayenehanesine gelebilmişse, ulaşabilmişse, o ciddi bir şanstı. Yine, çok yoğun kalabalıkların olduğunu hatırlıyorum. Özellikle üniversite hastanelerine insanların ulaşabilmesinin iyice zor olduğu bir dönemdi. Biz mesela o zaman, maliyet-etkinlik analizi falan bilmezdik. İletişim diye bir şeyin varlığını da çok fazla hesaba katmazdık. İletişim şuydu: doktor otur dediği zaman otur, kalk dediği zaman kalk. Sonuçta vatandaşın zaten o doktorun muayene odasına ulaşabilmesi, doktorun karşısına geçebilmesi şans olduğu için hasta da her denilen şeyi yapmak zorundaydı. Koruyucu hekimlik, o zaman sadece aşıdan ibaretti, aşılamadan ibaretti. Ondandır ki 1984’tü zannediyorum, rahmetli Özal döneminde, Zeki-Metin’in de aşı kampanyasının tanıtım filmlerinde rol aldığı aşı kampanyası yapılmıştı ve bu gerçekten o dönemdeki yapılan en önemli koruyucu hekimlik faaliyetlerinden birisiydi. Aşılama dışında bir koruyucu hekimlik hatırlamıyorum. Tabii o zamandan bugüne baktığınız zaman bugün esasında koruyucu hekimlik kavramının çok daha farklılaştığını, çok daha farklı hastalıkların devreye girdiğini, obezitenin, hareketsizliğin, konforun yol açtığı birtakım rahatsızlıkların daha ön planda olduğunu görüyoruz. Tıp Fakültesini bitirdikten sonra Mardin’de görev yapmışsınız ve Mardin’de bir “Doktor Şehmuz” meselesi var. Bunu sizden dinlememiz mümkün mü? Ben tıbbiyeyi bitirdim, mecburi hizmet kurasını Mardin’e çektim. Mardin’de SSK Dispanserinde 2 yıl çalıştım, çok yoğun bir çalışmaydı. Büyük çoğunlukla tek hekim olarak çalıştım. Daha sonra hekim arkadaşlar geldi ama geldiği zaman mecburi hizmetimin bitme dönemine yakındı. Bize tabi hocalarımız, herkesi sistemik olarak değerlendireceksiniz, önce dinleyeceksiniz, anamnezini alacaksınız, sonra baştan ayağa muayene yapacaksınız, tetkiklerini isteyeceksiniz, kademe kademe teşhis koyacaksınız, sonra takip edeceksiniz, kontrole çağıracaksınız diye öğretmişti. Mardin’de bir yanda çok kalabalık vardı, bir yanda da hocalarımın bana öğrettiği bilgiler var aklımda. Erzurum’da gerçekten usulüne uygun bir eğitim aldığımızı ve vatandaş geldiği zaman onu insan gibi görme, insan gibi anlama ve onun için verebileceğinizin azamisini verme duygusunun geliştiğini rahatlıkla söyleyebilirim. Ben bu duygularla Mardin’e gittim, mecburi hizmete başladım. Fakat çok hasta var, sabah 9’da başlıyoruz, akşam 5 oluyor, 5’te de hasta bitmiyor, sonra 6’ya kadar... Sonra 75’le sınırlamıştık günlük hasta muayenesini artık, çünkü bitmiyor. Yanımda çalışan Celal ve Tayyip diye iki tane kardeş ki hala daha görüşürüm onlarla, beni bayramlarda ararlar, ben zaman zaman onları ararım, telefonlaşırız. Yanımda Kürtçe ve Arapça tercümanlık yapıyorlardı. Celal bir müddet sonra, “Hocam niye Doktor Şehmuz gibi davranmıyorsun?” dedi. “Nasıl?” dedim. “Doktor Şehmuz böyle otururdu masaya, ayaklarını da Amerikalılar gibi uzatırdı, başı ağrıyan 5 kişi, kalbi ağrıyan 5 kişi, tansiyonu olan 5 kişi, karnı ağrıyan 5 kişi diye grup grup çağırırdı. Neyin var? Başım ağrıyor. Al şu ilacı derdi, 9’da başlardı 10’da bitirirdi, ondan sonra Doktor Şehmuz şehirde dolaşırdı, keyif ederdi” diye anlattılar. Bizi gülümsetiyor ama bu aslında trajikomik bir olay. Oradaki hastaların, halkın size ve genel olarak doktorlara yaklaşımı nasıldı? Çok iyiydi, çok saygılıydı, yani Mardin halkı gerçekten çok saygılıdır, terbiyelidir. Ben orada tek hekim olduğum için de, caddeye çıktığım zaman herkes buyurun Doktor Bey diye selam verirdi. Şimdi değişen bir şey var mı sizce bu doktora bakış açısında? Biz de bu sayımızda kapak dosyamızı “şiddet” üzerine hazırladık Hocam. Esasında iletişim çağı insanların daha çok bilgili olmasını, haklarını daha çok savunur olmasını, birtakım şeyleri daha çok irdeler olmasını sağladı. Biraz ondan kaynaklı, biraz fiziki şartlar, iletişim imkânlarının yetersizliği, bazen personel yetersizliği ve çoğu zaman da hasta ve yakınlarının -şiddet anlamında söylüyorum- anlayışsız davranışından kaynaklı, aceleci, anlayışsız, sabırsız ve doktorun, hemşirenin, oradaki sağlık personelinin hak etmediği şekilde davranış şeklinden kaynaklı zaman zaman şiddet hadiseleri olabiliyor. Çok güzel. Şiddet bizim mutlaka çözmemiz gereken bir şey. Yaşla kuruyu da birbirinden ayırt etmemiz lazım. Yani gerçekten çok saygılı davranan insanlarla, çok saygısız, hatta o saygısızlığı fiziksel veya sözel saldırı noktasına taşıyan insanları birbirinden ayırmamız lazım. Asıl tedbirler, birazcık cezai müeyyidelerin arttırılması, etkin hale getirilmesi çabası, şiddet uygulayanlarla uygulamayan çoğunluk arasındaki ilişkiyi kaldırmak adına. Yani büyük çoğunluk çok saygılı gerçekten, ailesinden bir parça olarak görüyor, hekim de insanları ailesinin bir parçası olarak görüyor, ama işte o saldıran insanları bunlardan ayırmak lazım. O şiddet yapanlar tabi ki en ağır şekilde cezalandırılmalı ama vatandaşımızın hala sağlık personeline çok saygılı olduğunu düşünüyorum, yani genel kanaatin saygı esaslı gittiğini düşünüyorum. Şu anda hekim-hasta, sağlık çalışanı-hasta vatandaş ilişki gerçekten aslında saygıya dayalı, saygı esaslı bir ilişki; ama o ilişkiyi maalesef ihlal edenler oluyor. Bunun için Sağlıkta Şiddet Araştırma Komisyonu kuruldu biliyorsunuz, onun Başkanlığını yaptım. Mecburi hizmetten sonra Uzmanlık başladı, sonra da yan dal ve endokrin… Ben Ankara Hastanesinde dâhiliye ihtisası yaptım. Benim düşüncem bir an evvel gidip para kazanıp aileme yardım etmek yönündeydi. Malum fakir bir ailem var. Fakat o ara enteresan bir şey oldu; bizim hocanın baş asistan olarak düşündüğü arkadaşın birisi askere gitti. Bir anda bir boşluk oldu ve hoca benim kalmamı rica etti. Hocam benim gitmem lazım, benim aileme yardım etmem lazım dediysem de hocamın ricasıyla kaldım. Sonra bizim kliniğimiz endokrin kliniği haline dönüştü. Oradan sonra Erzurum’a endokrinoloji yardımcı doçenti olarak gittim ve daha sonra da Ankara Hastanesine endokrin ihtisası için geldim. Endokrinolojiyi o zaman seçtim, yani Ankara’da 2 yıl endokrin yaptıktan sonra tekrardan Erzurum’a dönüp o yıl doçent oldum 96’da... Müsteşar olmadan önce Numune Eğitim Araştırmada Endokrin Şefi miydiniz? Orada bir endokrin kliğini kurduk ve arkadaşlara, bu Türkiye’nin en iyi çalışan endokrin kliniklerinden birisi olacak dedim. Gerçekten Numune Endokrin Kliğini Türkiye’nin en iyi endokrin kliniklerinden birisi şu anda ve bundan da son derece mutluyum. Müsteşarken haftada bir gün gidip orada vizite yapıyordum, hastalarla ilgileniyordum, seminer yapıyordum, arkadaşlar gelip bana bilgi veriyorlardı. Tabi şimdi milletvekili olSAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 43 Sağlıkta Dönüşüm Programı’nı da konuşalım Hocam. Bu kapsamda birçok hizmet başlatıldı, yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Siz bu projenin en başındaki insanlardan birisiydiniz, bu süreçle ilgili aklınızda neler var? Nasıl başladı, nasıl bir çalışma temposu içinde oldunuz? 2002’de Recep Akdağ Bey milletvekili adayı olduktan sonra, biz birlikte işte sağlıkla ilgili neler yapılabilir diye eski bilgilerimizi harmanladık, yani ne olmalı, nasıl olmalı, şu anda da ne var şeklinde düşündük. Bizim açımızdan da kendimizi çok fazla tarttığımız, Türkiye’de sağlık sistemini yeniden keşfettiğimiz bir dönem oldu. PROF. DR. NECDET ÜNÜVAR duktan sonra gerçekten yapmak çok zor... bunu Yine de zaman zaman kütüphanemdeki mesleki kitaplarımı, endokrinolojiyle ilgili, dâhiliyle ilgili kitapları alıp okuduğumu söyleyebilirim. Yani o mesleğin eğitimini aldım ben, hem dâhiliye ihtisas için 4 yıl, endokrinoloji ihtisası için 2 yıl mesleki eğitim aldım. Doçent olduktan sonra 6 yıl öğretim üyeliği yaptım endokrinolojiyle ilgili, konuyla ilgili makaleler yazdım, seminerler verdim, bilimsel çalışmalar yaptım. Dolayısıyla, o mesleği kendi içimde yaşatmam gerekir diye düşünüyorum ve mesleğime olan saygıdan mülhem ara ara kitaplarımı açıyorum Siyasetin düzlemi ve etki alanı, ilgi alanı o kadar geniş ki, çoğu zaman okumaya gerçekten fırsat olmuyor. İnsanın kendisi hakkında çıkan haberleri takip etme imkânı bile çoğu zaman olmuyor. 44 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 Öteden beri birtakım eleştirdiğimiz hususlar da vardı, yani işte insanların daha verimli çalışması, insanların sağlığa daha rahat erişimi, daha kolay erişimi, daha kaliteli bir sağlık hizmeti çabasıyla biz böyle bir çalışmaya başladık Sayın Akdağ’ın adaylık sürecinde. 2 aylık, 2,5 aylık bir çalışmanın neticesinde kapsamlı bir sağlık politika önerisi çıktı ortaya. Sağlıkta yapılması gereken, birinci basamakta, ikinci basamakta, acil sağlık hizmetlerinde, koruyucu sağlık hizmetlerinde, vatandaşın sağlık hizmetine erişiminde, sağlık hizmetini veren insanların ücretlendirilmesinde, onların hak ettiği ücreti almasında filan, birçok şeyi çok detaylı olarak çalıştık ve bir öneri paketi oldu. Daha sonra da Allah nasip etti Sayın Akdağ Sağlık Bakanı oldu, sonra ben Müsteşar oldum ve beraberce çalışmaya başladık. Tabi sağlıkta dönüşüm, esasında sağlık hizmetinin erişimini, ulaşımını kolaylaştıran, sağlık hizmetini veren insanların da hak ettiğini alan, Türkiye’yi sağlıkta en azından hak ettiği noktaya eriştirebilecek bir program oldu gerçekten. Ben 5 yıl Müsteşarlık yaptım, o Müsteşarlık yaptığım dönemde çok önemli şeyler oldu. Sayın Başbakanımızın çok ciddi katkısı oldu, Sayın Başbakanımızın sağlıkta dönüşüme bu kadar desteği olmasıydı asla böyle bir başarı gelmezdi. Çünkü geçmiş hükümetlerin başbakanlarının sağlıkla ilişkisi sadece kendileri hastalandığı zaman veya bir hastane ziyareti esnasında gündeme gelen, bir de 14 Mart’larda mesaj niteliğinde olan bir şeydi. Sayın Tayyip Erdoğan ise gerçekten sağlık hizmetlerinin her zaman öncelikli hizmet olduğunu her fırsatta vurguladı ve hep destek verdi. Bizler de o desteğe layık olmaya çalıştık, yani insanlar bize güvenmiş, bize destek veriyorsa, bizim de bu desteğin karşılığını fazlasıyla vermemiz lazım, vatandaşın sağlık hizmetlerini istenilen noktaya getirmemiz lazım diye çalıştık. Benim hayatımda en fazla çalıştığım dönem Müsteşarlık dönemidir. Her gün sabah 9’a çeyrek kala evden çıkardım, gece saat 1-2 civarında evime giderdim. İlk 1 yıl da sabah 8’de geliyorduk, gece de saat 2 civarında filan gidiyorduk. O dönem gerçekten çok yoğun çalıştığımız bir dönemdi. Geriye baktığımız zaman, o çalıştığım hiçbir şeyden hiç pişmanlığım olmadı. Çalıştık, gayret ettik, ama hamd olsun belli bir noktaya geldi sağlık. Allah tabi çalışanın da yüzüne bakıyor gerçekten, o yoğun mesailerin, çoluğu çocuğu ihmal etmenin olumlu sonuçlarını da fazlasıyla görüyoruz. Ben, emin olun, bir defa küçük kızımın kaçıncı sınıfta okuduğunu bilemedim. Sitemleri oluyor muydu size ailenizin? Sitemleri olmuyordu. Erzurum’da 96’da ben doçent oldum, eşimle 11 yıldır evliyiz. Doçent demek aslında kitabı, defteri falan bir kenara bırakmak, artık profesörlüğe hazırlanmak gibi anlaşılıyordu o zaman. Ben de doçent olunca, işte biz de tatile gideceğiz, bir aylık tatil yapacağız diye düşünüyorlardı. Ama baktılar ki doçent olunca ben yine kitabı, kalemi bırakmıyorum, ondan sonra ümidi kesmişlerdi artık. Benim ailem yaptığım her işe saygılıdır, eşimin gerçekten çok önemli katkıları olmuştur. Gece saat 1’de, 2’de beraber çalıştığımız arkadaşları da alıp eve yemeğe getirirdim. 1’den 3’e, 4’e kadar da orada hem yemek, hem çalışmamız olurdu. Bazen çorbacıya giderdik, bazen eve giderdik. Eşime haber de vermezdim hiç, evde ne varsa onu yerdik. Sağlıkta dönüşümde biz tabii ki kamuoyuyla paylaşırken ailelerimizi hiç konuşmuyoruz. Ama işte bizim Bakanlıkta bir ailemiz vardı, kendi öz ailemizden daha çok fazla mesai sarf ettiğimiz, daha çok konuştuğumuz, daha çok hasbihal ettiğimiz, daha çok paylaştığımız, daha çok sevinip daha çok üzüldüğümüz bir geniş ailemiz vardı. Bir de, dar kapsamlı ailemiz vardı, o dar kapsamlı ailemiz buna destek olmasaydı biz o işi o kadar başarıyla yapamazdık. Sağlıkta dönüşüm gerçekten Türkiye’de vatandaşı dünya ölçeğinde sağlık hizmeti alır hale getiren bir hizmettir. Allah buna destek veren Başbakanımız başta olmak üzere herkese hayırlı, sağlıklı, uzun ömürler versin, gerçekten onlara teşekkür etmek lazım. Sizin yaşamınızda hekimlik, bürokratlık ve siyaset üçlemesi var. Bunların arasındaki bağlantı ya da farkları nasıl yorumlarsınız? Ben üçünü birbirinden ayırt etmiyorum. Yani, hekimliğin aslında çok güzel bir öğretisi vardır. Yani, bir problemle karşılaştığınız zaman, aslında hekim için her hasta bir kriz yönetimidir. Diyelim ki, birisi geldi sağ böğrümde ağrı var dedi. O ağrı aslında bir krizdir ağrıyı çeken için. Hekim mutlaka o krizi daha önce yaşamıştır. Bu ya böbrek taşıdır, ya midesinden kaynaklanan bir şeydir ya da oraya bir travma olmuştur. Şimdi hekim o krizi daha önce görmüştür ve neresi ağrıyor, nasıl ağrıyor, ne zamandan beri ağrıyor diye sorgular. Daha sonra muayene eder, değerlendirir. Sonra birtakım tetkikler ister, tetkikler gelince muayene ve tetkikler doğrultusunda bir teşhis koyar ve sonra tedaviye başlar. İşte bir hafta sonra tekrar gelin der veya telefonla kontrol eder. Şimdi bu aslında bir hekimce bakış. Ben Müsteşarlığımda ve siyasi hayatımda tabi başarı sadece kendi başarımız değil ama o ekibin içindeki ana aktörlerden birisi olarak başardım dediğim şeylere baktığım zaman, aslında hep böyle yaklaştığımız hadiseleri çözdüğümüzü düşünüyorum. Yani işte hekimce sorguluyorsunuz, birtakım incelemeler yapıyorsunuz, sonra bir çözüm önerisi ve sonra takibini yapıyorsunuz. Ben hayata böyle bakıyorum, yani hekimliğin hep böyle bir o kriz yönetimindeki öngörüsüyle bakıyorum hadiselere. Bunu ihmal veya ihlal ettiğimiz zamanlar birtakım hataların olduğunu da görüyorum. O yüzden benim prensibim, herhangi bir iş olduğu zaman, o işle ilgili cebimdeki deftere detaylı olarak notlarını alıp, sonra ilgili noktaları belirleyip sonra bir iş planı haline getirmektir. 1984’te mezun oldum, 84’ten beri hekimlik hayata bakış açımdır. Hep öyle davrandığım için benim açımdan hiç problem çıkmaz. Siyaset de öyle mi yürüyor şu anda? Siyasette de öyle yapmaya çalışıyorum, yani siyasette de ben dinlemenin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Dinlemediğiniz hiçbir problemi çözemezsiniz. Ben dinlerim, not alırım, ondan sonra onun takibini yaparım. Gündeminizdeki konulara hem mesleğinizden hem de kişiliğinizden de kaynaklanan bir hassasiyetle yaklaştığınızı görüyoruz. Komisyon Başkanı olarak sağlıkla ilgili gündeminizi en çok meşgul eden konular neler? Önümüzdeki dönemde neler yapılması planlanıyorsunuz? Şöyle söyleyeyim, biliyorsunuz bi- SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 45 zim komisyonumuz sadece Sağlık Komisyonu değil. Sağlık, Aile, Çalışma ve Sosyal İşler Komisyonu, yani üç önemli bakanlığı ilgilendiren bir komisyon. Bu üç bakanlığın da ortak özelliği, Türkiye’nin 76 milyon insanını, hatta yurt dışında yaşayan insanları da ilgilendirmesi. Sağlıkla ilgili çok önemli bir torba yasa düzenlemesi yaptık, o zaman benim kolum da sakattı ama 8 saat üst üste iki gün çalıştık. İçinde sağlık çalışanlarına şiddeti önleyecek, saldırganın tutuklanmasına dair hükmün de bulunduğu bir torba yasa çalışması yaptık. O çalışma Genel Kurul gündeminde bekliyor. Bu aynı zamanda tam günle ilgili, sağlık çalışanlarını ilgilendiren hususlarla ilgili, sağlıkta şiddeti önlemeye matuf düzenlemelerin de olduğu bir kanun tasarısıdır, bu yasalaşacak. Tabi sağlıkla ilgili öncelikli konu, bu tam gün meselesinin çözülmesidir. Tam gün şu anda bir muamma konumunda, bundan biz de memnun değiliz, Sayın Bakanımız da, sağlık çalışanlarımız da... Belirsizlik var, bu belirsizliğin giderilmesi gerekiyor. Onun dışında, tabi bizim komisyon gündemimizde çalışma hayatıyla ilgili birtakım düzenlemeler gelecek. Belki doğum yapmış kadınların doğum izniyle ilgili bir düzenleme gelecek. İş yeri hekimliğiyle ilgili belki bir düzenleme gelecek. Sağlıkla ilgili esasında mevzuatla ilgili çok ciddi bir eksikliğimizin olmadığını söyleyebilirim. Yani mevzuatla 46 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 ilgili o 663 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname birçok mevzuat eksikliğini gidermiş, o sağlığın teşkilatıyla ilgili, gerek merkezi, gerek taşradaki teşkilat yapısıyla ilgili yapılması gereken şeyleri yapmış bir yasal düzenleme. Ama tabi zaman içerisinde sosyal politikalar, sürekli günün şartlarına ve hitap ettiğiniz kitlenin ihtiyaçlarına göre değişebilen nitelikte düzenlemelerdir. Dolayısıyla zaman içerisinde bir takım düzenlemeler şüphesiz olacaktır. Yani acil gündemimiz, tam gün ve o sağlıkta şiddetin önlenmesiyle ilgili hükümler. Sizin sorunları çözme konusunda iki tane sorunuz var; niye ve nasıl. Bunun hem bürokraside, hem hekimlik hayatınızda, hem siyasi hayatta size yansımaları nasıl oldu? Niye bu sorulara ihtiyaç duyuyorsunuz ve sonuç olarak ne elde ediyorsunuz bundan? Bir şeyi çözmek için yola koyulmuşsanız ve gerçekten o konuda samimi iseniz, iki tane sorunun çok önemli olduğunu düşünüyorum. Birincisi, NİYE? sorusu. Sağlıkla ilgili konuşuyoruz şimdi, diyelim ki, işçiler sadece SSK hastanelerine, memurlar da sadece devlet hastanelerine gidebiliyorlar, ikisi birbirine gidemiyor. Siz bu sorunu çözmek istiyorsanız, niye sorusunu sormanız lazım. Niye işçiler öbürüne gidemiyor, niye memurlar öbürüne gidemiyor? Bu niye sorusunu sorduğunuz zaman karşınıza bir tablo çıkacak. Niye? İşte mevzuat engel, SSK hastanelerinin işte içinde eczane var, o işçilere veriyor diye birçok soruyu beraberinde getirecek o niye sorusu. Sonrasındaysa, çözüm amaçlı da NASIL sorusunu sormamız lazım. Yani o niye’yi sorduktan sonra karşınıza bir tablo çıkmışsa ve o çıkan tabloyu çözmek noktasında kararlılığınız devam ediyorsa, o zaman nasıl sorusunu soracaksınız peşinden. Niye diye sordunuz, işçiler işte mevzuattan kaynaklı devlet hastanesine gidemiyor, memurlar da mevzuattan kaynaklanan sebeplerle SSK Hastanesine gidemiyor. Sonra nasıl sorusu gelecek. Nasıl gidebilir? Mevzuatı değiştireceksiniz, kanunu değiştireceksiniz. Kanunu değiştirdiniz, işçiler devlet hastanesine gidebilir hale geldi, memurlar da SSK hastanesine gidebilir hale geldi. O yüzden, niye ve nasıl sorusunun her reformcu harekette çok önemli olduğunu düşünüyorum. Niye ve nasıl sorusunu sormayanların asla başarılı olamayacağını da düşünüyorum. Biz sağlıkta hep bu niye ve nasıl sorularını sorduk. Mesela ilaç fiyatlarında her ay kümülatif artış oluyordu, yani ilaçlara yüzde 5, yüzde 7 zam geliyordu. Enflasyon aşağıya doğru iniyor, ama hala ilaç fiyatları yükseliyordu. Bir ilaç eskidikçe onun orijinalliği kaybolur ve orijinalliği kaybolmuş ilacın da fiyatı düşer, Batıda da böyledir. Yani orijinal ürün diyelim ki 100 dolara çıkmışsa, Batı için söylüyorum, belli bir süre onların patent ve veri koruması vardır, o ortadan kalktıktan sonra bir anda o ilaç 30 dolara düşer, yani çok ciddi ölçüde aşağı doğru düşer. Ama Türkiye’de o ilaçların fiyatları hiç düşmüyor, hep böyle yükseliyor. Biz ilaçta NİYE böyle oluyor diye sorduk. Sonra gördük ki, o birtakım Batının kullandığı standartları Türkiye kullanmıyor. Nasıl olmalı veya olacak diye sorduk? Şunu söyledik, ilaç sektörüyle uzun görüşmelerden sonra ilaç fiyat kararnamesiyle 5 tane ülkeyi referans aldık, İtalya, Fransa, Portekiz, İspanya ve Yunanistan. Bu 5 ülkede bir ilacın minimum fiyatı Türkiye’de maksimum fiyatı olacak, bunu sektörle de konuştuk ve bir anda ilaç fiyatlarında inanılmaz azalma oldu. O zaman bakın, 2004 rakamlarıyla söylüyorum, Türkiye o yıl 1 milyar dolar kar etti, yani bu indirimden dolayı. Bu şu anlama geliyor: Biz bu işlemi yapmasaydık Türkiye o 1 milyar dolarları her yıl ödemek zorundaydı, yani her yıl 1 milyar doları belki de arttırarak ödemek zorunda olacaktı. Bunun az önce bahsettiğiniz hekimlik sistematiğiyle de yakından alakası var aslında. Tedaviye ulaşmak için araştırmak gerektiği ve belki sancı çekmek gerektiği gerçeği... Yani aslında siz en başta hekimliği çok istememişsiniz ama bunu sonra hayat felsefeniz haline getirmişsiniz. Evet.. Öyle, bir yöneticilik felsefesi haline getirdim. Tabi insan hangi mesleği yaparsa o meslekte ciddi bir emek ve mesai sarf etmişse, bir müddet sonra hayatının bir parçası oluyor gerçekten. Hekimlik bir de hayatın her alanına dokunan bir alan. Belki de sağlıkta dönüşümün ortaya koyduğu en önemli çıktı şudur: Sağlık, sadece Sağlık Bakanlığını ilgilendiren bir alan değil. Sağlık, Maliyeyi ilgilendiriyor değil mi bütçe açısından. Kalkınma Bakanlığını ilgilendiriyor projeler açısından. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığını ilgilendiriyor birtakım araştırma-geliştirme, yeni ürün üretme vesaire açısından. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığını ilgilendiriyor Sosyal Güvenlik Kurumu ve çalışma hayatı açısından. Milli Eğitim Bakanlığını ilgilendiriyor sağlık okur-yazar- lığı, bilinçli vatandaş, sağlık bilincini üst düzeyde elde etmiş vatandaş açısından. İletişimi çok yakından ilgilendiriyor, sosyal politikaları çok yakından ilgilendiriyor, çevresel şartları çok yakından ilgilendiriyor, yerel yönetimleri çok yakından ilgilendiriyor, üniversiteleri çok yakından ilgilendiriyor. Toplumun içinde yaşayan insanların işte toplumsal hadiselerden mülhem sağlıklı ilişkisi sebebiyle STK’ları, meslek örgütlerini çok yakından ilgilendiriyor. Tarım, işte gıdasağlık ilişkisi açısından ilgilendiriyor. Dışişleri Bakanlığını çok yakından ilgilendiriyor, yurt dışı sağlık hizmetleri, yurt dışından Türkiye’ye gelen vatandaşlar açısından, yani sağlık turizmi veya turist sağlığı açısından çok ilgilendiriyor. Kültür ve Turizm Bakanlığını çok yakından ilgilendiriyor, çünkü sağlık turizmi önemli bir ticari gelirdir. Dolayısıyla, her bakanlığı çok yakından ilgilendiren bir alandır sağlık. Belki de sağlıkta dönüşüm bu anlamda bütün bu sektörel ilişki çeşitlenmesi açısından da ortaya yeni bir konsepti koyması açısından son derece önemli. Sizin önemli farklı yanlarınızdan birisi de iletişime, bilişime teknolojik anlamda da, cihaz kullanımı anlamında da önem vermeniz. Bir de sosyal medyayı en iyi takip eden milletvekillerinden, komisyon başkanlarından ya da bürokratlarından birisiniz. Bununla ilgili olarak bize iletişimin, bilişimin sizin için neden bu denli önemli olduğunu anlatır mısınız? İletişim tabi hayatın esaslarından birisi. Hiç iletişimin tarifini yapamayacak insanlar bile esasında iletişimin bir parçası. Yani annenin çocuklarıyla, babanın eşiyle, komşunun komşuyla kurduğu ilişkinin adı iletişimdir. Bu en basit, yani sözlü iletişim. İletişim günümüz şartlarında çok çeşitlilik arz eden bir konumda. Yeryüzündeki ilk iletişim sözlü iletişimdir, insanların sözle, kelimelerle karşısındakine, yanındakine meramını anlatması, daha sonra yazılı iletişim devreye girdi. Daha sonra uzaktan iletişim, uzaktan iletişimde de telefon, sonra radyo, ondan sonra televizyon, sonra görüntülü iletişim devreye girdi. On- dan sonra bu iletişim kaynaklarının daha da çeşitlendiğini gördük. Yazılı iletişimin uzaktakine ve elektronik sistemi kullanarak iletildiğini gördük. Tabi cep telefonlarının çıkması, daha sonra bu telefonların akıllı hale gelmesi, yani insan aklının kullandığı birtakım fonksiyonları kullanır hale gelmesi iletişim imkânlarını iyice arttırdı. Bütün bunlar tabi o çeşitlenmelerin sonucunda sosyal medya dediğimiz, geleneksel medyanın yazıyla veya görüntüyle ilettiği birtakım bilgilerin, kişilerin bizzat herhangi bir editoryal kontrol olmaksızın, denetime tabi olmadan ilişki kurması haline dönüştü. Tabi bizim yaptığımız işin bir parçası da iletişimdir. Özellikle siyasetçinin iletişimi iki açıdan son derece önemli. Bir; toplumu dinlemek, toplumun ne düşündüğünü ve toplumun kendisine önerdiği, teklif ettiği, eleştirdiği, katkıda bulunduğu şeyleri duymak açısından; bir de kişinin yaptığı veya yapmayı arzuladığı, yapmayı düşündüğü şeyi muhataplarına iletmesi açısından... Ben de âcizane o iletişimin bu imkânlarından azami ölçüde istifade etmeye çalışıyorum. Yani elimizde pek çok fonksiyonunu kullanmadığımız cep telefonları var. Birçok insanın ya bu telefonun şu özelliği ne işe yarıyor filan diye sorduğunu görmüşüzdür. Ben bu soruyu en az sorarak, yani elimdeki cihazı en fonksiyonel şekilde nasıl kullanabilirim diye buna mesai sarf ediyorum. Birçok kişinin bazı şeyleri iş olsun diye yaptığını da görüyorum ama ben bunları iş olsun diye yapmıyorum, iş gibi görüyorum, yaptığım işin bir parçası olarak… İletişimi etkileşimle beraber yapmaya çalışıyorum. Yani hem etkilemek amaçlı, hem etkilenmek amaçlı kullanıyorum. Bunu kullanmanın çok gerekli olduğunu da düşünüyorum. Çünkü yaptığımız işin bir parçası hakikaten iletişim, o iletişim imkânlarını azami ölçüde kullanmamız gerekiyor. Ben de hep bu çaba içerisindeyim, bu çaba içerisinde oldum. Hocam, zaman ayırdığınız için çok teşekkür ediyoruz. Ben teşekkür ediyorum. Başarılarınızın devamını diliyorum. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 47 haber BİLİM İNSANLARINDAN ALKOLLÜ İÇKİLERİN ÜZERİNE YAZILACAK UYARI MESAJLARINA “TAM DESTEK” Sigara paketlerinden sonra alkollü içkilerin üzerinde de içkinin sağlığa zararlarına ilişkin uyarı mesajlarının yer almasına ilişkin uygulamanın başlaması, bilim çevresinden destek aldı. Alkolün “zararlı” kullanılması halinde hem içkiyi içen için hem de çevresi için sakınca yaratabildiğini, riskli durumlara yol açabildiğini belirten bilim insanları, bu çalışmalarla toplumun, özellikle de gençlerin alkol kullanımından doğacak olumsuz etkilerden korunmasının amaçlandığını ifade etti. Hacettepe Üniversitesi Halk Sağlığı Enstitüsü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Nazmi Bilir, Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren “Alkol ve Alkollü İçkilerin İç ve Dış Ticaretine İlişkin Usül ve Esaslar Hakkında Yönetmelikte Değişiklik Yapılmasına Dair Yönetmelik”e göre, alkollü içkilerin üzerinde insan sağlığına verdiği zararlara ilişkin yer alması zorunlu hale getirilen uyarı mesajlarıyla ilgili görüşlerini paylaştı. Alkolün “zararlı” şekilde kullanılmasının çeşitli olumsuz etkilere neden olduğunu belirten Bilir, “zarar”dan kast edilenin alkolün bazı durumlarda kullanılması ve fazla miktarda alınması olduğunu söyledi. Alkolün, belirli dozun üzerinde alındığı zaman insanda düşünce sistemini olumsuz etkilediğini, insanın kendi hareketleri üzerindeki kontrol yeteneğinin zayıfladığını ifade eden Bilir, bu nedenle alkollüyken özellikle trafikte araç kullanılmasının hem tüketen kişi için hem de diğer araç sahipleri açısından risk oluşturduğunu dile getirdi. Prof. Bilir, benzer şekilde alkollü olarak herhangi makinenin kullanılmasının da kişinin kendisi ve çevresindekiler açısından risk yarattığına işaret ederek, “Gebelik insan yaşamının çok özel bir dönemidir ve bu dönemde gebelerin her türlü tehlikeden korunması gerekir. Gebe48 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 lik sırasında alkol kullanılması, hem gebenin hem de bebeğin sağlığı açısından sakıncalıdır. Doğumdan sonra da emzirme süresi boyunca alkolden uzak durulması gerekir” diye konuştu. Bütün dünyada alkol kontrolü çalışmalarında çok önemle üzerinde durulan şeyin, gençlerin alkolün zararlarından korunması şeklinde olduğunu vurgulayan Bilir; “Bu amaçla, belirli yaşın altındaki gençlere alkollü içki satılması konusunda yasaklama yapılmaktadır. Ülkemizde de yasa ile 18 yaşından küçüklere alkollü içki satışı yasaklanmıştır. Bu paralelde alkollü içkilerin şişe ve ambalajlarının üzerine bu yönde uyarı mesajı yazılıyor olması da çok uygundur. Bazı kişiler sıkıntılarından kurtulmak amacı ile alkole yönelebilmektedir. Oysa ne alkol ne de bir başka yöntem insanı sıkıntılarından kurtarma bakımından başvurulacak yöntem değildir. Sıkıntının nedeni incelenmeli ve sıkıntıya neden olan olayın çözümü için çaba gösterilmelidir. Bu amaca yönelik olarak uygulama ile birlikte alkolün ‘dost’ olmadığı şeklinde bir uyarı mesajı yazılacaktır. Bu, olumlu bir uygulamadır. Bütün bu çalışmalar ile toplumun, özellikle de gençlerin alkol kullanımından doğacak olumsuz etkilerden korunması amaçlanmaktadır” dedi. “10 ay içinde yönetmeliğe uygun hale getirilmeyen ürünler piyasaya arz edilemeyecek” Alkollü içkilerin şişe ve ambalajlar üzerine hangi uyarı mesajlarının konulması konusunda bir süredir çalışmalar yapan Tütün ve Alkollü İçkiler Piyasası Düzenleme Kurumu (TAPDK), ambalajların üzerine yazılacak 4 mesajı belirlemiş ve basılmasını kararlaştırmıştı. Alınan kararlara göre, mesajlar fotoğraf değil, grafik ve yazılı mesaj şeklinde olacak. Alkollü içkilerin şişeleri ve ambalajlarının üzerinde yer alması konusunda karar verilen mesajlar şöyle: • 18 yaşından küçüklere alkollü içki satışının yasak olduğuna işaret eden grafik • Gebelikte alkol kullanımının bebek ve anne için zararlı olduğuna işaret eden grafik • Alkollü olarak araç sürmenin sakıncalı olduğuna işaret eden grafik • Alkolün dost olmadığını belirten yazılı mesaj Mesajlarla, alkol kullanımının çeşitli zararlarına işaret edilerek, kullanımının azaltılması hedefleniyor. Yönetmeliğe göre, on ay içinde istenilenlere uygunluk sağlanması gerekiyor. Aksi halde uygun olmayan ürünler, bu tarihten itibaren piyasaya arz edilemeyecek. kurumlarımız T.C. Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı TÜRKİYE SAĞLIK SEKTÖRÜ 2023 HEDEFLERİNE DOĞRU HIZLA İLERLİYOR Uluslararası yatırımcıların Türkiye’de yatırım yapmaları için birçok sebep bulunmaktadır. Bunların başında Türkiye’deki siyasi ve ekonomik istikrar gelmektedir. Zira bu siyasi ve ekonomik istikrar sayesinde ekonomik güven sağlanırken, Türkiye sosyoekonomik açıdan çok önemli bir dönüşüm geçirmektedir. Kişi başına düşen milli gelirini çok kısa bir süre M. İlker AYCI T.C. Başbakanlık Türkiye Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı (TYDTA) Başkanı 50 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 içerisinde 3.500 dolar seviyesinden 10.000 dolarların üzerine çıkaran Türkiye, uluslararası yatırımcılara önemli fırsatlar sunmaktadır. Genç ve dinamik nüfus yapısıyla Türkiye son derece cazip bir yatırım yeri olarak uluslararası yatırımcıların ilgisini çekmektedir. Son 10 yılda yatırım ortamının iyileştirilmesi alanında önemli gelişmeler kaydedilmiştir. 2003 yılında çıkarılan Doğrudan Yabancı Yatırımlar Kanunu ile mevzuat son derece uygun bir hale getirilmiştir. Yatırım Ortamını İyileştirme Koordinasyon Kurulu (YOİKK) çatısı altında bir araya gelen kamu ve özel sektör temsilcileri kronik bir hâl alan birçok bürokratik engeli ortadan kaldırarak Türkiye’nin dünyanın en cazip yatırım yerlerinden biri haline getirilmesini sağlamıştır. Türkiye’nin ekonomik kalkınmasında gereksinim duyulan yatırımların artırılması için Türkiye’de yatırım yapılmasını özendirmeye yönelik yatırım destek ve tanıtım stratejilerinin belirlenmesi ve uygulanması amacıyla 2006 yılında 5523 sayılı kanun ile T.C. Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı (TYDTA) kurulmuştur. Ajans, Türkiye’nin sunduğu yatırım olanaklarını küresel iş dünyasına ta- nıtma ve yatırımcılara Türkiye’ye yapacakları yatırımların her safhasında destek verme görevini üstlenmiş tek resmi kuruluştur. Ajansın çalışmalarını ikiye ayırabiliriz; birincisi Türkiye’nin yatırım ortamının tanıtımı, ikincisi ise Türkiye’ye gelecek veya Türkiye’de mevcut yatırımcılara yatırım yapmadan önce, yatırım aşamasında ve yatırımlarını yaptıktan sonra ihtiyaç duydukları bilgilendirme ve yönlendirme hizmetini baş koordinatör olarak ilgili kurum ve kuruluşlarla işbirliği içinde sağlamaktır. Merkezi Ankara’da olan Ajansın İstanbul’da da bir ofisi bulunmaktadır. Aynı şekilde yatırım potansiyeli yüksek belli başlı ülkelerde birlikte çalışılan temsilci niteliğinde danışmanlar bulunmaktadır. “Tek durak ofis” mantığı ile çalışan Ajans’ta, yatırımcılara yatırım öncesinde, sırasında ve sonrasında, yatırım yeri seçiminden bürokratik süreçlerin hızlandırılmasına kadar ihtiyaç duydukları birçok farklı konuda destek sağlanmaktadır. Türkçe ve İngilizcenin dâhil olduğu 12 dilde hizmet verebilen Ajans,web sitesinde Türkiye hakkında genel bilgilerin yanı sıra Türkiye’deki yatırım ortamı ve Türkiye’de yatırım yapmak için atılacak adımlar konusunda ayrıntılı bilgiler sunmaktadır. adet yabancı sermayeli şirket bulunmaktadır. Ülkemiz, Cumhuriyetin 100. kuruluş yılı olan 2023 yılı için belirlediği büyük hedefleri gerçekleştirme yolunda ilerlerken, küresel yatırımcılar Türkiye’de daha çok iş ve yatırım yapma fırsatı bulacaktır. Bu büyük hedeflerden bazıları 2 trilyon dolar tutarında GSYİH ve kişi başına düşen 25.000 dolar ile Türkiye’yi dünyanın en büyük 10 ekonomisinden biri haline getirmektir. Türkiye önümüzdeki dönemde birçok sektöre odaklanacaktır, özellikle Türkiye’nin 2023 yılı hedeflerini gerçekleştirmek için belli sektörlerde yatırımların artırılması gerekecektir. Bu sektörlerin başında enerji, petrokimya, gayrimenkul, otomotiv, tarım, turizm, sağlık ve daha birçok sektör gelmektedir. Ekonomik kalkınmayı insan yaşam kalitesinin yükseltilmesi ile ölçen Türkiye’de, yaşam standartlarının iyileşmesine hayati katkı sağlayan sağlık sektörüne büyük önem verilmektedir. 2003 yılında temelleri atılan “Türkiye Sağlıkta Dönüşüm Programı” ile Türkiye sağlık sektörü büyük bir dönüşüm geçirmiştir. Program, insan odaklı, planlı ve sürdürülebilir özelliği ile Türkiye sağlık sektörüne önemli yapısal değişiklikler getirmiştir. Kurulacak sağlık serbest bölgeleri ile Türkiye, sağlık turizmi açısından bölgesel cazibeye kavuşup adeta bir sağlık üssü haline gelecek, aynı şekilde yabancı sermaye ve yüksek tıbbî teknoloji girişini hızlandırılacaktır. Sağlık işleri ve sosyal hizmetler alanında Türkiye 2002-2012 yılları arasında toplam 1,4 milyar dolar uluslararası doğrudan yatırım çekmiştir. 2012 yılı sonu itibarıyla Türkiye’de sağlık işleri ve sosyal hizmetler alanında faaliyet gösteren toplam 417 Türkiye’de faaliyet gösteren yaklaşık 300 ilaçşirketinin, 134’ü uluslararası sermayelişirketlerden oluşmaktadır. Türkiye, küresel ilaçbilim pazarları arasında dünyada 14., Avrupa’da ise 6. sırada yer almaktadır. Türkiye ilaçbilim sektörü; T.C. Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı organizasyonuyla ABD’nin Şikago kentinde gerçekleşen, dünyanın en büyük ilaçbilim fuarı “Bio Convetion 2013” programında bir araya gelmiştir. Fuarda Türkiye, T.C. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu’nun başkanlığındaki 7 resmi kurum, 20 delege ve ilaç şirketlerinden oluşan heyet ile en üst düzeyde temsil edilmiştir. T.C. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu Bio Convention 2013 Türkiye Standının açılışı sırasında yaptığı açıklamada şunları söylemiştir; “Son yıllara damgasını vuran ekonomik krize rağmen Türkiye son 10 yılda %5,3’luk bir ortalama büyüme oranını yakalayarak önemli bir başarıya imza atmıştır ve bu büyümenin içerisinde sağlık sektöründe atılan adımlar önemli bir yer tutmaktadır. Ülkemizde 18 kadar sektör firması biyoteknoloji ve Ar-Ge çalışmaları yürütüyor. Ar-Ge harcamalarının şirket ciroya oranla en fazla olduğu sektör ilaç ve biyoteknoloji. Bir başka deyişle en fazla bu sektörde şirket geliri geri Ar-Ge yatırımı olarak harcanıyor. Bu durum karşısında ilaç sektörü yatırımları ülkeler açısından ilgi odağı oluyor. Türkiye için de bu durum önemli bir fırsattır. Biyoteknoloji, Türkiye’nin yakın radarındadır. Bu paralelde, stratejik ürünlerin kamu tarafından alım garantilerinin sağlanması, stratejik evliliklerin değerlendirilmesi gerekli. Cihaz teknolojisinin önümüzdeki 10 yılda önemli bir kavşakta olduğunu kanaatindeyim. 2013 önemli bir yıl olacak”. Bio Convention 2013 Türkiye Standı’nın açılışını T.C. Sağlık Bakanı Dr. Mehmet Müezzinoğlu ile birlikte gerçekleştirenT.C. Başbakanlık Yatırım Destek ve Tanıtım Ajansı Başkanı İlker Aycı şunları söylemiştir;“Son yıllarda gerçekleşen hızlı büyüme rakamlarına rağmen, Türkiye bu pazarda hak ettiği noktaya henüz ulaşmamıştır. Toplam Ar-Ge harcamalarının GSYİH’ye oranı sadece yaklaşık %1’e tekabül ederken,2023 yılı hedefleri doğrultusunda bu oranın %3’e çıkarılması planlanmaktadır. Bu plan dâhilinde de önümüzdeki beş yıl içerisinde ilaçbilim sektöründe 60 milyon dolar civarında gerçekleşen Ar-Ge harcamalarının iki katına çıkarılması hedeflenmektedir. Tüm hedeflerin gerçekleştirilmesi doğrultusunda, iki yıl öncesine kadar sadece ziyaretçi olarak iştirak ettiğimiz; dünyanın en büyük biyoteknoloji fuarına kamu ve özel sektörden kilit kuruluşlarımızın temsil edildiği bir standa katılmanın çok önemli bir adım olduğu düşüncesindeyiz.” Türkiye’nin sağlık sektörüne yönelik 2023 yılı hedeflerinden bazıları şunlardır: • Sağlık turizminde Avrupa, Orta Doğu, Afrika, Orta Asya ve Rusya bölgesinin merkezi olmak • Yurt sathında oluşturulacak 29 sağlık bölgesinde, istisnalar hariç, hastaların diğer bölgelere gitmesini gerektirmeyecek seviyede gelişmiş bir hizmet altyapısı sağlamak • Her türlü hazırlığını ve mevzuat altyapısını oluşturduğumuz Kamu-Özel Ortaklığı (KÖO) modeli ile sağlık tesisleri, Ar-Ge birimleri, yüksek teknoloji merkezleri, sosyal yaşam alanları, sağlık bilimleri üniversiteleri ve büyük rekreasyon alanlarının bir arada bulunduğu dev şehir hastaneleri oluşturmak • Toplamda 650 bin olan sağlık sek- töründeki çalışan sayısını 2015 yılında 715 bine, 2019 yılında 853 bine, 2023 yılında ise 1 milyon 100 bine ulaştırmak SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 51 haber SİGARAYA GÖZ YUMAN İŞLETME KAPATILACAK Sağlık Bakanlığı yasa değişikliğinden sonra sigara yasağını ihlal eden işletmelere uygulanacak cezalara açıklık getirdi. Bir yılda yasağı üç kez ihlal eden işletmeler 10-30 gün kapatılabilecek Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Başkanı Turan Buzgan tarafından imzalanan genelgede 11 Haziran’da yürürlüğe giren yasa değişikliğinin kapsamı anımsatılarak, illerde uygulamada gözetilmesi gereken hususlara dikkat çekildi. Genelgede, özel araçların sürücü koltuklarının da taksiler gibi yasak kapsamına alındığı, buralarda da sigara yasağının ihlal edilmesi halinde cezai işlem uygulanması gerektiği bildirildi. Genelgeye göre tütün içersin ya da içermesin, elektronik sigara ve bitkisel nargile gibi tütün ürününü taklit eden her türlü ürün “tütün ürünü” kabul edilecek ve aynı yasaklara tabi olacak. Sigara yasağını ihlal eden işletmeler de yeni düzenleme uyarınca daha ağır yaptırımlarla karşı karşıya kalacak. Sigara yasaklarını ihlal edenlere uygulanacak cazaları ağırlaştıran yasa değişikliğinin yürürlüğe girdiği 11 Haziran sonrası tütün ürünü tüketilmesine göz yuman işletmeler kapatılabilecek. Genelgeye göre ilk ihlalde para cezası, yasanın öngördüğü alt ve üst sınırlar dâhilinde belirlenecek. İhlalin tekrarı halinde yine alt ve üst sınırlar dâhilinde bir ceza miktarı belirlenecek ve ceza bir kat artırılarak tahsil edilecek. İkinci ihlal tekerrüründe belirlenecek yeni temel ceza, kendisinin iki katıyla 52 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 toplanarak tahsil edilecek. Üçüncü ihlal tekerrüründe ise işyeri 10-30 gün süreyle kapatılacak. Bir yılda ihlalin tekrarlanması halinde kapatma cezaları aynı şekilde sürecek. ‘SIFIRLAMA SÖZ KONUSU DEĞİL’ Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Tütün ve Bağımlılık Yapıcı Maddelerle Mücadele Daire Başkanı Sertaç Polat, bir işletmeye kapatma cezası uygulanabilmesi için ilk ihlalin, 11 hazirandan sonra olması gerektiğini belerterek, şu bilgileri aktardı: “11 Haziran’dan önce sigara yasağını ihlal eden işletmeler için yine o zamanki mevzuata uygun kesilen para cezaları tahsil edilecek. Yani ‘cezaların sıfırlanması’ diye bir şey söz konusu değil. Ama 11 Haziran sonrası ihlal olmuşsa, bu işletme artık 3. ihlalde kapatma cezasıyla karşı karşıya kalacak. Bir yıllık süre de ilk ihlalin yapıldığı tarihten itibaren işleyecek. Bu bir yılık sürede sigara yasağı tekrar ihlal edilirse kapatma cezaları uygulanmaya devam edilecek. İlk ihlalin ardından, 365. günden sonra yapılacak ihlal ise o işletmenin kaçıncı ihlali olduğuna bakılmaksızın yine ilk ihlal sayılacak.” TABLETLE ONLİNE DENETİM YAPILACAK Sigara denetimleri sırasında ihbar edilen adresin kolayca bulunması için GPS denilen sistem kullanılıyor. Geçen yılın Eylül ayından itibaren de tablet bilgisayarlarla online denetim sistemine (Dumansız Hava Sahası Denetim Sistemi) geçildi. Sigara yasağının yürürlüğe girdiği Temmuz 2009-Haziran 2013 tarihleri arasında ülke genelinde bin 590 denetim ekibi ile 5 milyon 464 bin 157 denetim yapıldı, 48 milyon 531 bin 138 lira para cezası kesildi, bunun 5 milyon 451 bin 475 lirası tahsil edildi. Dumansız Hava Sahası Denetim Sisteminin (DHSDS) faaliyete geçmesiyle yapılan denetimlerin sayısı ve etkinliği arttı. DHSDS’nin faaliyete geçtiği 17 Eylül 2012 tarihinden sonra ise 1 milyon 411 bin 774 denetim yapıldı, 27 milyon 152 bin 811 lira para cezası uygulandı. HAYAT KURTARAN TEDAVİLER İÇİN YENİLİKÇİ İŞ YAPIŞ YÖNTEMLERİ AstraZeneca, Türkiye’de 2020’de kuvvetli ürün protföyü ve yenilikçi iş yapış yöntemleri ile bilimsel liderliği hedefliyor “Yatırım olanaklarını değerlendirmek, şirketi büyütmek için olanakları araştırmak ve yeni tedavileri sağlığın erişimine en ekonomik ve hızlı şekilde sunmayı sağlayacak başarılı işbirlikleri için birleşmeleri değerlendirmek AstraZeneca’nın temel hedeflerindendir. Türkiye yatırım ve işbirliği olanaklarının çok olduğu bir ülke ve AstraZeneca olarak sadece küresel boyutta değil Türkiye’de de bu olanakları değerlendiriyoruz” diyen AstraZeneca Türkiye Medikal ve Dış İlişkiler Direktörü Dr. Pelin Eriştiren İncesu, Sağlık ve İnsan Dergisi okuyucuları için AR-GE yaklaşımlarını ve yeni dönem AR-GE stratejilerini anlattı: 54 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 ASTRAZENECA’NIN AR-GE YAKLAŞIMI Ar-Ge organizasyonumuz hastalar ve paydaşlar için anlamlı bir fark yaratmak amacıyla yeni ilaçlar keşfetmek ve geliştirmek için sürekli çalışıyor. Bu anlamda hastaların yaşamlarını iyileştirecek etkili çözümler üretmek adına bilimin sınırlarını zorluyoruz. Araştırma ve geliştirme çalışmalarımız, Kardiyovasküler, Solunum, Diyabet, Onkoloji, Gastrointestinal, Merkezi Sinir Sistemi, Enfeksiyon hastalıkları olmak üzere yedi tedavi alanımızda henüz karşılanmamış olan ihtiyaçları hedefliyor. AstraZeneca olarak bu yedi tedavi alanında işbirliği ve ortaklıklar kuruyor, bu alanlardaki hastalıklara çareler üretiyoruz. Lider akademik kurumlar ile çalışmalar yapıyor ve rekabet öncesi araştırma birliklerinde yer alıyoruz. Şirket dışındaki mevcut en iyi bilimsel olanaklardan faydalanmak ve ürün portföyümüzü geliştirip zenginleştirmek adına, yüksek kalite ortaklıklar kurmak ve iş geliştirme fırsatları elde etmek için çalışıyoruz. Bilimsel saygınlığın ancak dürüstlükten ödün vermemeye dayalı bir yaklaşımla kazanılabileceği görüşündeyiz. Gerçekleştirdiğimiz tüm faaliyetlerde en yüksek düzey etik standartları benimsiyoruz. İşbirliği çalışmalarımızla Silico Research tarafından yayınlanan BioPartnering 2010 raporunda, Güven ve İşbir- liği Yönetimi’nde ilk sırada yer aldık. Bu kapsamda 2010 yılından bu yana sektörde üç ödül kazanmış bulunuyoruz: • Riger ile yaptığımız ileri evre an- laşmasıyla SCRIP ‘Yılın Anlaşması’ ödülü • Merck ile gerçekleştirilen ilk evre onkoloji işbirliğiyle SCRIP ‘En İyi Ortaklık İşbirliği’ ödülü • Pennsylvania Üniversitesi ile Alz- heimer Hastalığı için gerçekleştirdiğimiz işbirliğiyle Lisans Yöneticileri Derneği (LES) “Üstün Anlaşma” ödülü Sürekli İnovasyon ile gelen yeni nesil ilaçlar Yenilikçi ilaçlar son 50 yılda sağlığın iyileştirilmesinde önemli bir rol oynadı. Bir zamanlar ölümcül görülen hastalıklar artık yönetilebilir kronik hastalıklara dönüştü. Örneğin kadınlarda göğüs kanserinde 5 yıl yaşama oranı 50 yıl önce yüzde 70’in altındayken bugün yüzde 90’ın üstüne çıktı. Ortalama olarak genel yaşam beklentisi 1960’tan beri 10 yıldan fazla uzadı. Son yıllardaki ilerlemelere rağmen birçok hastalık hâlâ iyi tedavi edilemiyor veya henüz etkili ilaçlar bulunmuyor. Sürekli inovasyon, henüz karşılanmayan ihtiyaçlara hitap eden etkili yeni ilaçların bulunması açısından hayati önem taşıyor. Uluslararası İşbirlikleri Bütün zorlukların üstesinden tek başımıza gelemeyeceğimizi biliyoruz. Kendi Ar-Ge çalışmalarımızın yanı sıra başka firmalarla işbirliği yaparak beceri ve kaynaklarımızı bir araya getiriyor ve başarı, yenilikçi potansiyelimizi artırıyoruz. Son üç yılda 90 ortaklık Yatırım olanaklarını değerlendirmek, şirketi büyütmek için olanakları araştırmak ve yeni tedavileri sağlığın erişimine en ekonomik ve hızlı şekilde sunmayı sağlayacak başarılı işbirlikleri için birleşmeleri değerlendirmek AstraZeneca’nın temel hedeflerindendir. Ocak 2009’dan beri diğer ilaç ve biyo-teknoloji şirketleriyle yaptığımız ortaklıklar başta olmak üzere 90 kuruluşla üretim anlaşması yaptık. Ayrıca, akademik kuruluşlar, devletler ve kâr amacı gütmeyen kuruluşlarla ürün geliştirmenin her aşamasında yaptığımız işbirliklerinin sayısını artırmayı amaçlıyoruz. Çeşitli aşamalardaki ürün geliştirme projelerimizin yaklaşık %40’ı ve ileri aşamalardaki projelerin yüzde 75’i dış kaynakla gerçekleştiriliyor. Örneğin; AZ - BMS diyabet işbirliği ile ortaklığımızın büyümesiyle birlikte, diyabet tedavisi alanında hizmetlerimizin kapsamını genişletme potansiyeli elde etmekteyiz. Güçlü diyabet ürün portföyümüze Amylin’in ürün portföyünün eklenmesi, hastalara, sağlık görevlilerine ve geri ödeme otoritelerine daha kapsamlı bir çözüm yelpazesi sunabilmemize imkan sağladı. Yerel Projelere Yatırım AstraZeneca’nın Türkiye’de yürütülen Ar-Ge projesi sayısı son 3 yılda 3 kat arttı. Türkiye yatırım ve işbirliği olanaklarının çok olduğu bir ülke ve AstraZeneca olarak sadece küresel boyutta değil Türkiye’de de bu olanakları değerlendiriyoruz. AstraZeneca tarafından Türkiye de yürütülen Ar-Ge çalışmaları Kardiyovasküler, Diyabet, Enfeksiyon, Onkoloji ve Solunum alanlarında... Dünyada olduğu gibi ülkemizdeki en acil ve karşılanmamış ihtiyaçları belirlemek ve bunlara çözüm üretmek hedefiyle gerçekleştirilen araştırmalarda ve iş süreçlerinde, karar vericiler ve tüm paydaşlarla işbirliği içerisinde çalışıyoruz. Yenilikçi tedavi uygulamalarının yer aldığı Ar-Ge çalışmalarının yanısıra, tedavi alanlarındaki ihtiyaçları anlamak ve güncel tedavi yaklaşımları ile ilgili veri toplamak için gözlemsel ilaç çalışmaları da yapımaya devam ediyoruz. Sonuçları koroner kalp hastalığı (KVH) risk faktörlerinin belirlenmesi, bunlara karşı koruyucu önlemlerin alınabilmesi açısından önem taşıyan, Türkiye’nin metabolik haritasını çıkaran PURE, kalp sağlığına odaklanan TEK HARF ve kalp krizi anında hastaların en hızlı şekilde doğru tedaviye ulaşması için gerekli sistemsel dönüşümleri gerçekleştirmeyi hedefleyen Stent for Life – Hızlı Davran Hayatta Kal gibi çalışma ve projelere destek veriyor, çözüm organizasyonlarında aktif birer oyuncu olarak yer alıyoruz. Sağlık Bakanlığı klinik araştırmalar yönetmeliği Nisan 2013 de yenilendi. Bu yeni yönetmelikteki avantajlar Türkiye’de yapacağımız klinik çalışma sayısının artması ve diğer ülkelerle bu konuda rekabet etmemiz konusunda etkili olacak. Yeni yönetmelikle birlikte özellikle başvuru ve onay sürelerinin hızlanmasının önemi büyük... Ülkemizde diyabet, obezite ve ardından kalp rahatsızlıklarında büyük bir hızla artış görülüyor. Gerek geliştirdiğimiz yenilikçi ilaçlar ve yeni teknolojiler ile gerekse Ar-Ge çalışmaları ve işbirlikleri ile toplum sağlığına katkı sağlıyoruz. Diyabet yüküyle mücadelede hedef liderlik! Büyük yatırım ve atılımlara rağmen bütün zorlukların üstesinden tek başımıza gelemeyeceğimizi biliyoruz. Kendi Ar-Ge çalışmalarımızın yanı sıra başkalarıyla işbirliği yaparak beceri ve kaynaklarımızı bir araya getiriyor ve başarılı inovasyon potansiyelimizi artırıyoruz. YENİ DÖNEM AR-GE STRATEJİSİ AstraZeneca 2010 yılından bu yana yürüttüğü Ar-Ge dönüştürme çalışmalarında önemli ilerleme kaydetti. Şirket içinde ve daha geniş ölçekte sağlık sektöründe karşılaştığımız öngörülmemiş zorlukların üstesinden gelmek için, 2012’de bu dönüşümü hızlandırdık. İlaç sektörü sıkıntılı bir dönemden geçiyor. Fiyatlar ve gelirler baskı altında ve yeni ilaç geliştirme çalışmaları yavaşladı. Diğer yandan Ar-Ge üretkenliğinin ve ürünlerinin azalmasına bağlı olarak, yenilikçilik maliyeti yükseldi. Sağlık sektörünün durumu ve toplumların ihtiyaçları doğrutusunda daha düşük ve esnek bir maliyet bazında, daha tutumlu ve basit ancak daha yenilikçi bir organizasyona ulaşmayı amaçlıyoruz. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 55 • Yeni ilaçlarımızı geliştirme şeklimizi, araştırma ve geliştirme çalışmalarımızın bütün aşamalarına geri ödeme otoritelerinin önceliklerini de dâhil edecek şekilde değiştiriyoruz. • Geri ödeme otoritelerinin, ilaçları- mızın hastalara sunduğu daha iyi ve daha maliyet etkin sağlık hizmetinin değerini anlayabilmeleri için gerek duydukları geniş kapsamlı klinik ve ekonomik kanıtları sağlıyoruz. Amacımız, bütün yeni ilaçlarımız için ödeme yapanların ihtiyaçlarındaki ulusal/bölgesel/yerel farklılıkları tanıyan ve “bu ilaç, mevcut sağlık durumunda hasta sonuçlarında bir iyileşme sağlayacak mı?” ve “bununla bağlantılı ekonomik etki nedir?” sorularına cevap veren kanıtları sunmak. • Hükümetler, geri ödeme otoriteleri Dönüşüm bazında ilerleme 2010’da duyurduğumuz yeni Ar-Ge stratejisinden bu yana, Ar-Ge organizasyonunun dönüştürülmesi sürecinde önemli ilerlemeler kaydettik: Anlamlı ilaçlar sunma Portföy kalitesi ve hızlı ürün sağlama sürecine yönelik yeni stratejimizle 2010’dan bu yana altı ürünü sağlığın erişimine sunmuş bulunmaktayız. Yüksek kalite bir ileri evre ürün hattı oluşturduk. Faz II ve III geliştirme çalışmalarında umut vadeden projelere sahibiz. Ayrıca yukarıda bazı örneklerini verdiğimiz bir dizi şirket ve kuruluşla başarılı ortaklıklar yürütüyoruz. Güçlü bir biyolojik ürün hattı Yatırımlarımızı, büyük oranda küçük moleküllere ağırlık verdiğimiz çalışmalarımızdan daha dengeli bir şekilde büyük ve küçük moleküllere taşıdık. Sonuç olarak biyolojik ürün hattımız şekillenmeye başladı. Gelişmekte olan pazarlardaki faaliyetler Yerel düzeyde yenilikçilik ve teknik bilgi ile desteklediğimiz global deneyimimiz sayesinde, yükselen pazarlarda daha hızlı lansmanlar gerçekleştiriyor ve güçlü bir yaşam döngüsü yönetimi sunuyoruz. 56 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 Dönüşen kültür, liderlik ve çalışan bağlılığı Üst düzey liderlerimizin yaklaşık %60’ı ilaç ve biyoteknoloji sektörlerinde faaliyet gösteren başka şirketlerden aramıza katıldı. Bunun yanı sıra bünyemizdeki üst düzey yetenekleri de şirketimizde tutmayı başarıyoruz. Ar-Ge bünyesindeki çalışan bağlılığı tüm kriterler bazında %8 oranında artış göstermiştir. (Focus Bağlılık Anketi 2011). Geri ödeme otoriteleri ile işbirliği Sağlık hizmetine yönelik talep arttıkça, bunları ödeyenlerin bütçeleri üzerindeki baskılar da artıyor. Sağlık hizmeti için ödeme yapanların (Karar vericiler, hükümetler, sağlık kurumları, vb.), kıt sağlık hizmeti kaynaklarını bir öncelik sırasına koymak zorunda olduklarını ve bunun için de farklı tedavi seçeneklerinin klinik değerini ve bunların finansal etkilerini anlamaya çalıştıklarını biliyoruz. İlaçlarımızın hasta sonuçlarının maliyet etkin bir şekilde iyileştirilmesinde sunduğu değer hakkında geri ödeme otoritelerinin ihtiyaç duyabilecekleri bütün soruları cevaplandırmayı garanti edebilmek için ödeme yapanlarla birlikte çalışma ilkesine bağlıyız. Bunu şu şekillerde gerçekleştiriyoruz: ve sağlık bakım sistemleriyle işbirliği içerisinde çalışıyor ve bunun kıt kaynakların önceliklendirilmesi yönündeki baskılar düşünüldüğünde mevcut zorlu sağlık ortamında çok kritik olduğuna inanıyoruz. AstraZeneca Kimdir? • Global bir şirket • Yaklaşık 50.000 çalışan • 3 kıtaya yayılan araştırmalar • 16 ülkede üretim • 100 ülkede ürün satışları • Araştırma ve Geliştirme Çalışmalarımız • 3 kıtada 10.000 çalışan • Entegre yaklaşım • Yıllık Ar-Ge yatırımı 4 milyar dolar • Planlanan ve yürütülmekte olan projelerin sayısı 90 AstraZeneca AR-GE alanları ve bu hastalık alanlarının dünyaya getirdiği yük • Kanser • 7 milyon can kaybına neden oluyor • Kalp ve damar hastalıkları • 17 milyon ölüm • Enfeksiyon • Mevsimsel grip hastalıklarından 500.000 ölüm • Solunum Yolları Hastalıkları • 300 milyon astım hastası SAĞLIK ALANINDA ÇEVRİMİÇİ HASTA PLATFORMLARININ ROLÜ ARTIYOR Dr. Sertaç DOĞANAY Tek Doz Dijital ve Social Touch Kurucusu Günlük yaşantımızda yüzleştiğimiz zor durumlarla baş edebilmek için bazen sevdiklerimize ihtiyaç duyarız. Ancak konu hastalıklara geldiğinde ailenizin ve arkadaşlarınızın desteği yetersiz kalabilir. Sizlerle aynı durumu yaşayan insanlarla görüşmek isteyebilirsiniz. Hastanın katılabileceği destek grupları, hastanın rahatsızlıkla, kaygıyla, depresyonla ve rahatsızlığın yaratmış olduğu toplumdan soyutlanma hissiyle baş edebilmesinde etken rol oynamaktadır. Hastaların, kendileri ile aynı probleme sahip olan diğer hastalarla iletişime geçebilmesini sağlayan birçok globalplatform bulunmaktadır. Bu 58 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 platformlar, hastaların kendi aralarında tecrübelerini paylaşabildiği, birbirlerine manevi destek verebildiği bir ortam olmasının yanısıra; en son tedavi yöntemlerinin ve klinik araştırmaların da takip edilebilmesine olanak sağlamaktadır. Bu oluşumların sunduğu en önemli kolaylık ise, coğrafi uzaklıkların getirdiği dezavantajları yok etmesidir. Örneğin; Türkiye’de kanserle mücadele eden bir hasta, bu konuda dünyadaki gelişmeleri ve araştırmaları takip ederek pek çok farklı coğrafyadan hasta ile bilgi alışverişinde bulunabilmektedir. Çevrimiçi hasta toplulukları olarak da bilinen bu platformlar, hastalarla birlikte sağlık uzmanlarına ve sağlık kurumlarına da büyük yararlar sağlamaktadır. Tedaviler, ilaçlar ve hastalıkların etkileri üzerinde bilgi alışverişinde bulunan hastalar, ilaç şirketlerinin yararlanabileceği pek çok bilgiyi sunabilmektedir. Hastaların, kendileri gibi diğer hastalarla buluştuğu en başarılı ve ünlü platformlardan biri,2004 yılında bir amyotrofiklateral skleroz (ALS) hastası olan StephenHeywood’un kardeşleri Benjamin ve James Heywood ile arkadaşları JeffCole tarafından kurulan PatientsLikeMe’dir. Kardeşlerine ALS tanısı konduktan sonra çeşitli platformlarda hastalığa dair bilgiler arayan Heywood ailesi, kardeşlerin tecrübelerinden de ilham aldı ve tüm hastaların kendi tecrübelerini paylaşabilecekleri, hastalıklarına dair bilgi bulabilecekleri, en önemlisi de hastaların bu savaşta yalnız olmadıklarını görebilecekleri PatientsLikeMe adlı siteyi kurmuştur. PatientsLikeMe, kullanıcılarına dünyanın dört bir yanındaki hastalarla irtibata geçme ve hastalıkları hakkında bilgi edinme imkânı sağlamaktadır. Hasta ve hastalık hikayelerinin paylaşıldığı bir web sitesi olmasının yanında, hastalıklara ve tedavi esnasında rastlanan yan etkilerin frekans ve şiddetine dair kantitatif verileri de içinde bulunduran eşsiz bir kaynaktır. Örneğin; nadir rastlanan bir hastalık türü olan ALS hastalığı için bir anket çalışması yapılmak istenildiğinde geleneksel yöntemlerle bunu yapmak ciddi bir iş gücü ve zaman gerektiriyorken, PatientsLikeMe üzerinden sadece bir tıkla yüzlerce hastaya ulaşmak mümkündür. Böylece 2 hafta gibi kısa bir sürede anlamlı veriler toplanabilmektedir. Profesyonelce yapılan bu anket çalışmaları uzmanlar tarafından organize edilmekte ve üyeler düzenli olarak değişmektedir. Gelişen mobil teknolojiler ve akıllı cihazlar sayesinde internete ve bu tür platformlara ulaşabilmemiz kolaylaşmaktadır. Tüm dünyada e-hasta kavramı oldukça benimsenir ve gelişirken ne yazık ki ülkemizde durum tam olarak aynı hızda ilerlememektedir. Bu konuda Türkçe içeriğin ve kaynağın kısıtlı olması; hastalıkların tanımları, yan etkileri, tedavi yöntemleri ile ilgili detaylı ve özgün bilgi arayışında olan hastaların hayal kırıklığına uğramalarına sebep olabilmektedir. Türkiye’de belli hastalıklara sahip hastaların bir araya gelerek tecrübelerini paylaşıp birbirlerine destek olabildikleri bir platform olan Motivolog adlı web sitesi de böyle bir arayışın sonucunda kurulmuştur 4 yıl önce Ülseratif Kolit teşhisi konulan Gökhan Sezginer, rahatsızlığı ve hastalığı ile ilgili daha detaylı bilgi edinmek ve diğer hastalarla iletişime geçebilmek için internete başvurduğunda, bu arayışına cevap bulamadı. Bu konudaki ihtiyacını karşılayamayınca, ilk önce kendi rahatsızlığı ile ilgili bir blog açtı ve bu blog sayesinde birçok kişiye ulaşarak bilgi alışverişi sağladı. Sonrasında kurduğu Motivologadlı web sitesiyle kendi tecrübelerini diğer hastalarla paylaşmakta ve onları bu konuda motive eden bir ortam sunmaktadır. Hastaların rahatsızlıkları ile ilgili kendi hikâyelerini paylaşıp bilgi alışverişinde bulunabilmeleri, internet ve sosyal medyanın sağlığımız için bize sunabileceği en yararlı hizmetlerden biridir. Çevrimiçi hasta platformlarının giderek yaygınlaşması, bu tür oluşumların sağlık alanında artan rolünün bir göstergesidir. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 59 haber ICT SUMMIT NOW BİLİŞİM ZİRVESİ’13 Sağlık Sektöründeki Son Teknolojiler Konuşulacak İnterpromedya’nın bu yıl 13.’sünü düzenlediği Bilişim Zirvesi, en eski kültürlerin ve yerleşimlerin beşiği Avrupa, Asya ve Afrika’nın yeniden dünyanın merkezine oturmasına istinaden bu seneyle birlikte “ICT Summit NOW (New Old World)” adını alıyor. Yepyeni bir logo, çarpıcı bir tema ve iddialı bir yaklaşım ile Avrupa, Asya ve Afrika kıtalarının en büyük bilişim zirvesi olmanın yanı sıra dünyanın da en önemli bilişim zirvelerinden birine dönüşüyor. “Daha hiçbir şey görmediniz!” sloganını sahiplenen zirve, üç kıtanın farklı coğrafya ve kültürlerinden iş ve teknoloji liderlerini Vodafone ana sponsorluğunda 24-26 Eylül 2013 tarihlerinde Haliç Kongre Merkezi’nde buluşturacak. 60 ransı”nda HIMSS (Healtcare Information and Management) CEO’su Stephen Lieber Keynote konuşmacı olarak yer alacak. Sağlıkta bilişim denildiğinde, dünyada ilk akla gelen isim olan ve sağlık yöneticiliğinde, hemen her tür kurum ve kademede kazanılmış 30 yıllık benzersiz bir deneyime sahip HIMMS CEO’su Stephen Lieber, sağlık politikaları, sağlıkta bilişim yönelimleri ve uygulama sorunlarıyla ilgili konularda, görüş ve yorumlarına sık sık başvurulan bir duayen… Geleceğin Sağlık Teknolojileri Konuşulacak HIMSS’deki stratejik liderlik görevinin yanı sıra birçok kuruma, kâr amacı gütmeyen örgüt ve gruplara da hizmet veren Lieber, çeşitli ülke hükümetlerinin desteklediği sağlık politikası çalışmalarında da aktif olarak rol alıyor. 25 Eylül 2013 Çarşamba günü gerçekleşecek “E-Sağlık/M-Sağlık Konfe- 25 Eylül Çarşamba günü Sağlık Bakanlığı ve Sağlık Bilişimi Yönetimi SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 Derneği (SABİYED) ev sahipliğinde yapılacak “e-Sağlık:/m-Sağlık Konferansı”na; T.C. Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı Dr. Ekrem Atbakan, Sağlık Bakanlığı Sağlık Bilimleri Sistemleri Genel Müdürlüğü e-Sağlık Daire Başkanı Dr. Ünal Hülür, Sosyal Güvenlik Kurumu Hizmet Sunumu Genel Müdürü Adem Onar, İstanbul Anadolu Kuzey Kamu Hastaneler Birliği Genel Sekreteri Dr. Şuayip Binici, T.C. Sağlık Bakanlığı Sağlık Bilgi Sistemleri Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Mahir Ülgü ve SABİYED Koordinatörü Sami Tataroğlu, konuşmacı olarak katılacaklar. Sisoft ana sponsorluğu ve Acıbadem Mobil, BT Global Services, Tara Sistem ve TNBKEP sponsorluğunda gerçekleşecek konferansta, ”Sağlık sistemlerinde birlikte çalışabilirlik nasıl sağlanabilir?”, “Bilişimle kişisel/mobil sağlık yönetimi nasıl teşvik edilebilir?” gibi başlıklar tartışılacak. SAĞLIKTA VİZYON: SAĞLIKTA İNSAN KAYNAKLARI AÇMAZI Prof. Dr. Sabahattin AYDIN İstanbul Medipol Üniversitesi Rektörü Sağlık insan gücü deyince öncelikle doktor sayısı tartışmaya açılmaktadır. Hâlbuki sağlık hizmetinde takım elemanları ne kadar çeşitli ve yetişmiş olursa, doktorun yükü o denli azalacaktır. Bu yüzden masraflı ve uzun bir eğitim gerektiren tıp eğitimi ile sorunu çözmek yerine, diğer sağlık personelleriyle doktorları desteklemek daha kısa vadede sonuç verecek, daha kolay ve daha az masraflı bir çözümdür. Son dönemde Sağlık Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulu’nun birlikte yaptığı çalışmalar neticesinde doktorluk eğitimine hız verilmekte olduğu biliniyor. Ancak bu çabalar, kısa vadede telaffuz edilen rakamlara ulaşmamızı sağlamayacaktır. 62 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 Başta hemşire olmak üzere diğer sağlık personeline belki daha fazla ağırlık verilmesi gerekecektir. Ayrıca yetişmiş sağlık personeline klinikte doktor tarafından yapılan birçok işin devredilmesi çözümün bir başka parçasını oluşturacaktır. Hemşire, fizyoterapist, anestezi teknisyeni vs. sadece doktorun yardımcıları değildir; hizmet bütünlüğü içinde kendi görev tanımları ve sorumluluk alanları vardır. Eğitimle bu elemanların kalitesi artırıldıkça bu görev tanımları ve dolayısıyla sorumluluk alanlarını genişletmek mümkün olacaktır. Yani bir anlamda görev kayması söz konusudur. Bununla birlikte bugün aşina olduğumuz sağlık personellerinden başka yeni sağlık meslekleri de ihtiyaca göre ihdas edilebilir. Yani bir hizmeti yapmak için ortalama 10 yılı bulan tıp ve uzmanlık eğitimi gerektirmeyecek 2, 4 veya 6 yıllık eğitimlerle yapılabilecek uygulamalar için uygun eğitimli meslekler ihdas edilebilecektir. Mesela direkt röntgen filmi okumak, ultrason yapmak, gözlük muayenesi yapmak, doktorun uygun gördüğü protokollere göre ilacın dozunun ve karışımlarının hazırlanıp uygulanması hatta doktor gözetiminde teşhis ve tedavi hizmetlerinin yürütülmesi gibi birçok husus için uygun tıp meslekleri ortaya çıkarılabilir. Bu ihtiyacı fark edip erken davranan ülkelerde bunların örnekleri görülmektedir. Bütün bunlar doktora duyulan ihtiyacın azalmasına yol açacaktır. Doktor yardımcısı olabileceği gibi, hemşire yardımcısı, eczacı yardımcısı gibi meslekler de aynı şekilde mevcut kısıtlı sayıdaki sağlık personelinin yükünün azalmasına katkı sağlayacaktır. Bütün bu mesleklerin hepsi olmasa da, birçoğunun önümüzdeki günlerde yoğun tartışması içinde olacağımızı, bunun kaçınılmaz bir süreç olduğunu söyleyebilirim. Meslek içi eğitim Gelişen istihdam ortamında onlarca eski meslek kendiliğinden yok olmaktadır. Gelecekte de değişime kurban edilerek yok olmaya aday bugünün meslekleri vardır. Yeni teknolojik gelişmeler bütün iş alanlarında çalışma metotları ve uygulamaları değişikliğe uğratmaktadır. Genelde iş muhtevası geçmişte olduğu gibi manuel ve kas gücüne dayalı olmaktan hızla uzaklaşıp daha zihinsel ve sosyal olmaktadır. Bu yüzden beden gücünden daha ziyade beyin gücüne doğru bir kayış olmaktadır. Gelişen teknoloji ve bilim entelektüel iş gücüne olan ihtiyacı azaltmak şöyle dursun, her geçen gün en basit iş alanlarında bile daha fazla ihtiyaç oluşturmaktadır. Makinaların, robotların ve bilgisayarların yoğun bir şekilde hâkimiyet kurduğu iş dünyamızda çalışmasına en fazla ihtiyaç duyduğumuz makinamız beynimizdir. Bilişim teknolojileri ve makinalar bu ihtiyacı daha da artırmaktadır. Bu yüzden çıraklıkla öğrene geldiğimiz mesleğimizi sadece becerimizi kullanarak sürdürebilmemiz mümkün değildir. Hemen her meslekte güncel gelişmelere bağlı olarak oluşan bilgi yükü ve özellikle zaman zaman baskısı, bilgi-yoğun işlerin kalitesini ve üretkenliğini etkilemektedir. Finlandiya’da bilgi-yoğun iş üzerinde yapılan bir çalışma, insan gücü yılda % 2 oranında yenilenirken bilginin yenilenme hızının % 7 olduğunu göstermiştir. Buna göre söz konusu iş kolunda 10-15 yıl sonra personelin % 70-80’i aynı işini yapmaya devam ederken, işleri ile ilgili bugünkü bilginin % 70-90’ı değişmiş olacaktır. Bu hızlı değişim bütün çalışanların sürekli gelişmeyi yakalamak ve hayat boyu eğitim almak zorunda olduklarını göstermektedir. Başta tıp olmak üzere sağlık alanının ne denli bilgi yoğun bir alan olduğunu belirtmeye gerek bile yok. Yukarıda sözü edilen çalışmanın sonuçları dikkate alındığında sağlık personelinin bilgilerinin sık sık yenilenmesinin gerekliliği açıkça görülmektedir. 10-15 yıl bilgisini yenileyememiş bir sağlık çalışanının mesleğinin tamamına yakınını kaybetmiş olduğunu söylemek fazla iddialı olmayacaktır. Bu yüzden meslek içi eğitim bu mesleklerin vazgeçilmez unsuru olmak zorundadır. Sağlık alanında bilgi ve teknolojinin her geçen gün geometrik olarak artışı, sağlık çalışanlarının gittikçe artan sorumluluğu ve gittikçe değişen mesleki rolleri meslek içi eğitim sıklığının da o denli artırılması ihtiyacını doğurmaktadır. Bu eğitimi sürekli alamayan personel işini, çalışanlarına bu eğitimi sürekli veremeyen bir kurum devamlılığını koruma şansına sahip olmayacaktır. Sağlık personelinin göçü Dünyada başta hemşire ve doktorlar olmak üzere sağlık personelinin gelişmekte olan yoksul ülkelerden gelişmiş varlıklı ülkelere göçü, önemli bir problem oluşturmaktadır. Yoksul ülkeler kaynaklarını tüketerek yetiştirdikleri kalifiye insan gücünün, kaynak sıkıntısı çekmeyen varlıklı ülkelere kaçmasını, göç etmesini önleyememektedir. Bu durum, küresel anlamda sağlıkta adaletsizliğin oluşmasına önemli derecede katkı yapmaktadır. Bir yandan toplum sağlığı adına bunun önlenmesi uğraşları verilirken, diğer yandan bireylerin seyahat ve çalışma özgürlüğünün kısıtlanamayacağı iddiaları ileri sürülmektedir. Ülkemiz şu anda sağlık sistemimizi etkileyecek tarzda bu göçün etkisi altında değildir. Belki bu yüzden Türkiye’de sağlık insan göçünün doğurduğu sorunlara ilişkin yoğun tartışmalara rastlamıyoruz. Belki yurt içindeki göçün etkilerine dikkat çekebiliriz. Zira sağlık personelinin yıllar içinde ülkenin batı bölgelerine kayması önlenememiş ve sağlık hizmetlerine erişimde hakkaniyet kaybının nedeni olmuştur. Hatta temel sağlık göstergelerimizin ülkemizin farklı taraflarında büyük farklılıklar göstermesinin önemli sorumlularından biri de, bu sağlık personeli dengesizliğidir. Cumhuriyet tarihi boyunca zaman zaman gel-gitler olsa da, hekimlere zorunlu hizmet uygulaması hep olagelmiş ve bu sorunu çözme aracı olarak kullanılmıştır. Ne var ki, bu sorun sadece doktor istihdamında değil, gittikçe artan oranda SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 63 hemşire ve diğer sağlık personeli istihdamında da kendini göstermektedir. Sağlık Bakanlığı bu durumu dengeleyebilmek için doktorlara zorunlu hizmet uygulamasını tekrar devreye koymakla birlikte, bunun yetersizliğini görmüş ve “Personel Dağılım Cetveli”ne dayalı sıkı atama ve nakil politikaları ile bütün sağlık personelinin ülkede dengeli dağılımı için çaba sarf etmiştir. Büyük oranda başarılı da olmuştur. Ancak bu durum küresel planda yürütülen tartışmalardaki gibi özgürlüğün kısıtlanması bağlamında Bakanlığın eleştirilmesine yol açmaktadır. Toplum sağlığı temelli bakış ile ise takdir alan bir uygulama olmuştur. Sağlık personeli göçüne bir de, kamu ve özel kesim arasında, ya da üniversite hastaneleri, devlet hastaneleri arasındaki geçişler açısından bakabiliriz. Son dönem sağlık politikaları ile hizmete erişim kolaylaştırılıp hizmet arzı artırıldıkça sağlık personeline duyulan ihtiyaç da artmıştır. Bilhassa özel hastanelerin sektörde önemli yer tutmaya başlaması ve Sağlık Bakanlığı’nın hastanelerinde iyileştirme yapması, sağlık personelinin hızla absorpsiyonuna yol açmıştır. Ancak bundan sonradır ki, doktor ve hemşire yetersizliği konusunda toplumsal bir mutabakat oluşmuştur. Bu süreçte üniversite hastanelerinin mevzuat kıskacından çıkamamış olması, özel hastanelerin kamu kadar iş güvencesi oluşturamaması, Bakanlık hastanelerinde ise bir yandan kamu güvencesi sağlanırken diğer yandan performansa göre ödeme çerçevesinde kıyaslanabilir iyi ücret politikasının uygulanması, sektör paydaşları arasında hemşire göçünü hızlandırmış oldu. Bu durum, aynı sektörde hizmet veren kuruluşların eşit şartlarda rekabetinin engellemesi yönünden önemli bir tartışma konusudur. veya kurumlarının karşı direnci sayesinde hukukun oluşmasını kolaylaştıracaktır. Hukukun, tazminatın zenginleşme aracı olamayacağı yönündeki yaklaşımı bir nebze koruyucu olabilmekte ise de, hâkimlerin doktoru suçlu bularak tazminata mahkûm etmesi bazen uçuk olabilmekte ve manevi tazminat çoğu zaman doktorun altından kalkabileceği sınırları aşmaktadır. Bu itibarla oluşan hukukla birlikte manevi tazminata bir tavan getirecek kanuni düzenleme yapmak gerekecektir. Aksi takdirde yeni yasalaşan zorunlu mesleki sigortasının hekimleri koruması yetersiz kalacaktır. Ya da yüksek primli sigortalara ihtiyaç duyulacaktır. Primin yüksek olması için hekimlerin gelirlerinin de yüksek olması gerekir. Bu sağlanamazsa kısır döngüye yine girilir ve sigortanın koruyuculuğu kalmamış olur. Muhtemeldir ki, aynen Dünya Sağlık Örgütü gündemine sık sık getirildiği gibi, önümüzdeki yıllarda ülkemizde de, “sağlık personelinin etik istihdamı” konulu yoğun tartışmalar ve bu yönde arayışlara şahit olacağız. Buradaki kısır döngüye dikkat çekmek isterim. Kötü hekimlik uygulamasına karşı hastayı korumak için hukuki düzenleme yapılıyor, tazminat ödemeye gücü yetmeyen hekimin uygulamadan kaçmaması için, yani hastayı ve hekimi korumak için sigorta getiriliyor, sigorta primi hekimin geliri ile orantısız olursa yine başa dönülmüş, hekim uygulamadan kaçırılmış oluyor. Kısacası hasta ve hekim korunmamış oluyor. Bu yüzden ne alanın sorumsuzca denetimsiz bırakılması, ne de malpraktise karşı hastayı koruma adına hekimin linç edilmesi hastanın lehine değildir. Bu kısır döngü içinde iyi yönetilemeyen sigorta da çare olmaktan uzaktır; sağlık harcamalarını artıran bir başka unsur olmaktan başka bir fonksiyonu olmayacaktır. Tıbbi hatalı uygulama (malpraktis) Her tıbbi tedavinin istenmeyen yan etkileri olabilir; her ameliyatta istenmeyen problemli sonuçlar ortaya çıkabilir. Bunların literatür bilgisi ile izah edilebilecek makul oranlarda olması normaldir. Bunun malpraktis adı verilen hekimlik kötü uygulamalarıyla ilgisi yoktur. Son yıllarda malpraktis konusu hekimlerin ve kamuoyunun gündemini işgal etmektedir. Hatalı uygulamanın komplikasyondan ayrılması gerekir. Aksi takdirde komplikasyondan korkan hekim hastasını tedavi edemez hale gelir. Ülkemizde henüz bu ayırımların yapılması ve kötü uygulamaların cezası konusunda yeterli örnek oluşturulamamıştır. Bu da daha fazla tereddütlere yol açmaktadır. Bu tereddüt ve korkulardan yararlanmak isteyen çok sayıda avukat, dava açma yolları aramaktadır. Bu da ayrıca panik oluşturmaktadır. Önümüzdeki yıllarda bu yönde açılan davaların neticelenmesi, kıyaslanabilir hukuki durumun oluşmasına katkı sağlayacaktır. Sigorta kurumu 64 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 Bu yüzden gelecekte, malpraktisin tanımı, hekimlere zorunlu tutulan meslek sigortasının kapsamı yanında cezaların sınırı daha fazla tartışılacaktır. Sorunlu alanımız bununla kalmayacak, sağlık hizmetinin sadece hekimle sınırlı bir hizmet olmadığı anlaşıldıkça diğer sağlık personelleri de itham edilecek ve onlar için de sigorta arayışları olacaktır. * Aralık-Ocak-Şubat 2012-2013 tarihli Sağlık Düşüncesi ve Tıp Kültürü Dergisi’nden alıntılanmıştır. kampus DOĞUNUN YÜKSELEN YILDIZI HARRAN ÜNİVERSİTESİ TARİHİN VE MEDENİYETİN BAŞLADIĞI YERDEN YÜKSELEN BİLİM VE KÜLTÜR ÜNİVERSİTESİ Harran Üniversitesinin yer aldığı Şanlıurfa, günümüzden on bir bin yıl öncesine dayanan tarihiyle Anadolu’nun en eski kentlerinden biridir. Arkeolojik kaynaklarda Bereketli Hilal olarak adlandırılan bölge üzerinde yer alan Şanlıurfa, zengin Anadolu kültürü ile Mezopotamya kültürünün kesişme noktasında bulunduğundan engin bir kültür birikimine sahiptir. Üniversiteye adını veren tarihi Harran ise Şanlıurfa’nın 44 km. güneydoğusunda yer alan, tarihte önemli olaylara sahne olmuş bir kent merkezidir. Bir dönem Emeviler’e başkentlik de yapan Harran’ın asıl önemi İslamiyet öncesinden bu yana önemli bir bilim merkezi olmasından kaynaklanmaktadır. Döneminin üniversitesi sayılan Harran Okulu’nda astronomi, tıp, matematik felsefe ve din alanlarında önemli çalışmalar yapılmıştır. Harran günümüzde de bir turizm beldesi olarak ilgi çekmeye devam etmektedir. Şanlıurfa’nın bir diğer özelliği de dünyanın en büyük bütünleşmiş bölgesel kalkınma projelerinden biri olan Güneydoğu Anadolu Projesinin (GAP) merkezinde yer almasıdır. Şanlıurfa, bu projenin tam olarak hayata geçmesiyle birlikte önemli kazanım66 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 lar elde edecektir. Harran Üniversitesi Türkiye’nin yüksek öğrenim ve bilimsel araştırma standartlarını yükseltmeyi amaçlarken, aynı zamanda GAP’ın başarıya ulaşmasında da son derece önemli bir misyon üstlenmektedir. Bu misyonun unsurları; sosyal ve kültürel değişime öncülük etmek, bilimsel çalışmalar aracılığıyla bölge kalkınmasını desteklemek, bölge dinamiklerinin rasyonel değerlendirilmesine olanak sağlayan bir platform oluşturmak olarak sıralanabilir. Dünyanın İlk Üniversitesi Olan Harran Üniversitesinin Kuruluşu Şanlıurfa’da kurulan ilk yüksek öğretim birimi “Şanlıurfa Meslek Yüksekokulu”dur (1976). Daha sonra, Dicle Üniversitesine bağlı Ziraat Fakültesi (1978), Mühendislik Fakültesi İnşaat Mühendisliği Bölümü (1984) ve Gaziantep Üniversitesine bağlı İlahiyat Fakültesi (1988) kurulmuştur. Bu birimler 09.07.1992 tarih ve 3837 sayılı kanunla Harran Üniversitesine bağlanmıştır. Ayrıca Fen-Edebiyat, Tıp Fakültesi, Şanlıurfa Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Sosyal, Fen ve Sağlık Bilimleri Enstitüleri kuruluş kanununda yer almıştır. 1994 yılında Siverek, Hilvan, Suruç, Birecik, Viranşehir ve Bozova Meslek Yüksekokulları; 1995 yılında ise Veteriner Fakültesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ile Akçakale ve Ceylanpınar Meslek Yüksekokulları; 1997 yılında da Sağlık Yüksekokulu ve Kahta Meslek Yüksekokulu kurulmuştur. Ancak, Kahta Meslek Yüksekokulu 01.03.2006 tarih ve 5467 sayılı kanunla kurulan Adıyaman Üniversitesine bağlanmıştır. 29.07.2007 tarih ve 26597 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu kararına göre Eğitim Fakültesi, Güzel Sanatlar Fakültesi ve Turizm ve Otel İşletmeciliği Yüksekokulu kurulmuştur. Son olarak, 05.12.2007 tarih ve 26721 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanan Bakanlar Kurulu’nun 02.11.2007 tarih ve 2007/12786 sayılı kararına göre Beden Eğitimi ve spor Yüksekokulu kurulmuştur. Üniversite bugün 10 fakülte, 5 yüksekokul, 1 Devlet konservatuarı 11 meslek yüksekokulu, 3 enstitü, 10 araştırma uygulama merkezi ve 20 bine ulaşan öğrencisiyle faaliyetlerini sürdürmektedir. FAKÜLTELER • Fen-Edebiyat Fakültesi • İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi • İlahiyat Fakültesi • Mühendislik Fakültesi • Tıp Fakültesi • Veteriner Fakültesi • Ziraat Fakültesi • Eğitim Fakültesi • Güzel Sanatlar Fakültesi • Mühendislik ve Doğa Bilimleri Fakültesi ENSTİTÜLER • Sosyal Bilimleri Enstitüsü • Fen Bilimleri Enstitüsü • Sağlık Bilimleri Enstitüsü YÜKSEKOKULLAR MESLEK YÜKSEK OKULLARI • Şanlıurfa • GAP Araştırma ve Uygulama Merkezi (HÜGAP) Teknik Bilimler Meslek Yüksekokulu • GAP Bölgesi El Sanatları Araştırma Yüksekokulu • Güneş Enerjisi Araştırma ve Uygu- • *Şanlıurfa Sosyal Bilimler Meslek ve Uygulama Merkezi lama Merkezi • Şanlıurfa Sağlık Hizmetleri Meslek • Sağlık Uygulama ve Araştırma Yüksekokulu Merkezi (SAĞUMER) • Akçakale Meslek Yüksekokulu • Türk Dünyası stratejik Araştırmalar • Birecik Meslek Yüksekokulu Merkezi • Bozova Meslek Yüksekokulu • Ceylanpınar Meslek Yüksekokulu EĞİTİM - ÖĞRETİM Ülkenin ilerlemesini sağlayacak ileri• Hilvan Meslek Yüksekokulu ci, yaratıcı, demokrat, Atatürk ilke ve • Siverek Meslek Yüksekokulu Devrimlerinin takipçisi, bilimi kendine ilke edinmiş aydın insanlar yetiş• Suruç Meslek Yüksekokulu tirmeyi hedeflemiş olan Harran Üniversitesi, eğitim-öğretim, araştırma • Viranşehir Meslek Y.Okulu UYGULAMA ve ARAŞTIRMA MERKEZLERİ • Atatürk İlkeleri ve İnkılâp Tarihi Araştırma ve Uygulama Merkezi • ATA Su Ürünleri Araştırma ve Uy• Şanlıurfa Sağlık Yüksek Okulu gulama Merkezi • Beden Eğitimi ve Spor Yüksek • Bilgi İşlem Araştırma ve Uygulama Okulu Merkezi (HÜBİM) • Turizm ve Otelcilik Yüksek Okulu • Bilim ve Teknik Araştırma ve Uygu• Viranşehir Sağlık Yüksek Okulu lama Merkezi (HÜBİTAM) • Yabancı Diller Yüksek Okulu • Fıstık Araştırma ve Uygulama Merkezi • Devlet Konservatuarı ve uygulamada sürekli iyileşme ve gelişmeyi amaçlamaktadır Harran Üniversitesinde eğitim-öğretim dili Türkçedir. Öğrencilerin her yarıyılda alacakları dersler zorunlu ve seçmeli olmak üzere iki gruba ayrılmaktadır. Öğrenciler, kayıtlı bulundukları bölümün zorunlu derslerini almakla yükümlüdürler. Ancak, Üniversite Senatosunca belirlenen dersler için açılan muafiyet sınavında başarılı olan öğrenciler, o derslerden muaf olurlar. Harran Üniversitesine bağlı meslek yüksekokullarında iki yıllık ön lisans programı, fakülte ve SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 67 yüksekokullarında ise dört yıllık lisans programları uygulanmaktadır (Tıp Fakültesinde eğitim süresi altı, Veteriner Fakültesinde eğitim süresi beş yıldır). Ayrıca, Sosyal Bilimler, Sağlık Bilimleri ve Fen Bilimleri Enstitülerine bağlı ana bilim dallarında yüksek lisans ve doktora eğitimi yapılmaktadır. Harran Üniversitesinde bir eğitimöğretim yılı, güz ve bahar yarıyılı olmak üzere iki dönemden oluşmaktadır. Tıp ve Veteriner Fakültelerinde eğitim programı yıllık dönemler şeklinde yapılmaktadır. ÖSYM tarafından Harran Üniversitesi bölümlerine ve programlarına yerleştirilen yeni öğrencilerin kayıt işlemleri, Üniversitemiz tarafından ilan edilen tarihler arasında Öğrenci İşleri Dairesi Başkanlığının gözetiminde yapılmaktadır. Ara sınıflardaki öğrenciler ise her yarıyıl başında, akademik takvimde belirtilen süre içinde kayıtlarını yenilemek zorundadırlar. İlgili bölüm başkanlığının önerisi ile fakülte veya yüksekokul yönetim kurulu kararıyla her sınıfa bir akademik danışman atanır. Akademik danışman, öğrenci mezun olana kadar ders alma, sınıf 68 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 geçme, sınavlar, üniversite ile ilgili yönetmelikler ve eğitim-öğretim ile ilgili çeşitli konularda öğrencilere danışmanlık yapar. Ayrıca Üniversitemizde uzman elemanlar tarafından öğrencilere yönelik psikolojik danışmanlık hizmeti de verilmektedir. Öğrenciler her yarıyılda en az iki ara sınav ve her dönem sonunda yarıyıl sonu sınavına tabi tutulurlar. Öğrenciler, eşdeğer eğitim programları uygulayan yüksek öğretim kurumları ve kurum içindeki bölüm/ programlara “Yüksek Öğretim Kurumları Arasında Önlisans ve Lisans Düzeyinde Yatay Geçiş Esaslarına İlişkin Yönetmelik” uyarınca, eğitim-öğretim başlamadan önce yatay geçiş için başvuruda bulunabilir. Üniversitede öğrencilerin eğitim-öğretim ve sosyokültürel ihtiyaçlarının karşılanmasına ilişkin görüş ve önerilerinden yararlanmak amacıyla oluşturulan öğrenci konseyi, her yıl öğrencilerin seçimiyle yenilenmektedir. Öğrenci Konseyi Başkanı, Rektörün çağrısı üzerine zaman zaman Üniversite Senatosu ve diğer kurullara katılarak öğrencilerin görüş ve önerilerini sunar. TIP FAKÜLTESİ Vizyon; Ulusal ve uluslararası düzeyde akademik sağlık hizmetlerinde tanınan, yüksek kaliteli, toplumun değişen sağlık bakım hizmetleri için çözümler üreten fakülte olmak. Misyon; Yörede sağlık standartlarını yükselten, öğrenci ve asistanlarını en iyi şekilde eğitip yetiştirerek, öğretim üyelerinin gelişmelerini dinamik bir süreç içinde sürdürmelerini ve araştırmalar yoluyla yöre ve ülke sorunlarına ışık tutmalarını sağlayan, uluslararası standartlarda tıp eğitimi vermeyi hedefleyen, tıp bilimine evrensel düzeyde katkıda bulunan ve yine aynı düzeyde bilgi üreten, sürekli gelişen, etik ve deontolojik kurallara saygılı her türlü sağlık sorunlarına etkili ve modern çözümler sunmaya çalışan, insanlığa yararlı olan, örnek ve bilgili hekimler yetiştiren bir tıp fakültesi olmak. Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi Resmi Gazetenin 11 Temmuz 1992 tarih ve 21281 sayılı nüshasında yayınlanan 07.07.1992 tarih ve 3837 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile kurulmuştur. 1992 yılında kuruluşunu müteakiben, Sağlık Bakanlığı ile yapılmış olan bir protokol çerçevesinde, Devlet Hastanesinin bir kısmının, öğrenci eğitimi için Araştırma ve Uygulama Hastanesi olarak kullanılmak üzere Tıp Fakültesine tahsisine karar verilmiş, onarım ve yenileme çalışmalarından sonra 1994 yılında poliklinik ve yataklı tedavi hizmetleri verilmeye başlanmıştır. 1995 yılında 20 öğrenci alarak eğitim ve öğretime başlamış olan Fakülte, 2001 yılında ilk mezunlarını vermiştir. Fakültenin öğrenci kontenjanı 2005 2006 yılında 40’a yükseltilmiştir. Fakültenin 2007-2008 eğitim - öğretim yılına kadar 118 mezun öğrencisi ve halen öğrenimine devam eden 229 öğrencisi bulunmaktadır. Eğitim - öğretim için gerekli olan tüm alt yapı Harran Üniversitesi Tıp Fakültesinde mevcuttur. Öğretim, 1. 2. ve 3. sınıflarda ders kurulları şeklinde; 4. 5. ve 6. sınıflarda ise staj esasına dayalı olarak yapılmakta, eğitim ve öğretimde halen sınıf geçme sistemi uygulanmaktadır. 2008 yılı mart ayı itibariyle 99 araştırma görevlisi ihtisasını tamamlamış, 159 araştırma görevlisi ise halen ihtisas eğitimi görmektedir. 600 Yatak Kapasiteli, Bölgenin En Büyük Hastanesi Temelinde hayal gibi görünen 2015 yılında tamamlanacak araştırma ve uygulama hastanesi faaliyete geçtiğinde bölgenin sağlık sorunlarını bitirecek. Osmanbey Yerleşkesinde 1996 yılından bu yana devam eden tek inşaatın Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi olduğuna dikkat çeken Rektör, Prof Dr. İbrahim Halil Mutlu, şu bilgileri veriyor: “Bittiğinde bölgenin sağlık alanında bir çok eksikliklerini gidecek olan hastane bir yandan şehrin o istika- Rektörden Harran Üniversitesinin yer aldığı Şanlıurfa, günümüzden on bir bin yıl öncesine dayanan tarihiyle Anadolu’nun en eski kentlerinden biridir. Arkeoloji literatüründe “Bereketli Hilal” olarak adlandırılan bölge üzerinde yer alan Şanlıurfa, zengin Anadolu kültürü ile Mezopotamya kültürünün kesişme noktasında bulunduğundan engin bir kültür birikimine sahiptir. 1992 yılında Türkiye’nin güzel köşelerinden biri olan Şanlıurfa’da kurulmuş olan Üniversitemiz, adını tarihteki en eski okullardan biri olan Harran Okulu’ndan alarak, “Bin yıl kadar köklü” sloganı ve bilimden aldığı güçle geçmiş ve gelecek arasında bir ışık olma sorumluluğunu üstlenmiştir. Akademik araştırma ve yayınları ile uluslararası ölçekte kabul gören bilim insanlarımız, Üniversitemizi uluslararası bir yükseköğretim kurumu yapma yolunda kararlı bir şekilde gayret göstermektedir. Bugün Türkiye Cumhuriyet’inin çağdaş bir üniversitesi olan Harran Üniversitesi’nin, gelecekte çok daha iyi yerlerde olacağına olan inancım tamdır. Ana hedefimiz Ülkemizin ve bölgemizin gelişim hedefleri doğrultusunda, akademik özgürlüklerin tüm bilim insanlarınca yaşandığı, demokratik, katılımcı, çağdaş ve rekabetçi bir dünya üniversitesi yaratmak olacaktır. Çağdaş bakışımız ve verimlilik merkezli hedeflerimiz, bilgiyi sevgiyle kaynaştırarak, Atatürk İlke ve Devrimleri ışığında, Demokratik ve Laik Cumhuriyetimizin kazanımlarından aldığımız huzur, güven ve kıvançla Üniversitemizin yarınını şekillendirecektir. Geleceğimizin teminatı gençlerimizi, birlikte geleceğin Türkiye’sini yaratmak üzere “On Yıl Kadar Genç Bin Yıl Kadar Köklü” Harran Üniversitesine davet ediyorum. Prof. Dr. İbrahim Halil Mutlu Harran Üniversitesi Rektörü SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 69 metine açılmasını sağlarken, bir yandan da şimdiki hastane ve poliklinik binalarında daha kaliteli, branş hizmetlerinin verilmesine imkân sağlanacaktır. Bütçe bulunmadığı için bizden önceki dönemlerde Rektörler tarafından ertelenen 600 Yataklı Hastanemiz için yaklaşık iki ay önce ikmal ihalesine çıkıldı. İşi üstlenen firmaya yer teslimini yaptık. Şu anda yüklenici başta ısı santrali olmak üzere içerideki düzenlemeler ve diğer çalışmaları Sağlık Bakanlığından aldığımız ruhsat doğrultusunda yürütüyor. İhale tarihinden itibaren 22 ayda bitireceklerini taahhüt ettiler. Dolaysıyla Şanlıurfa ve bölgenin en büyük hastanesi 2 yıl içinde, en geç 2015 yılı Ocak veya Şubat aylarında bize teslim edilecektir. Önce binayı bitireceğiz. Sonra içerisinin modern cihazlarla donatılması için Kalkınma Bakanlığından bütçe talep edeceğiz. Hastanemizdeki mevcut cihazları yeni binaya taşıyacağız. Eksik kalan diğer cihazları temin edip, iç donanımını tamamlayıp, tam teşekküllü, bölgeye ve yakın komşu illere hizmet verebilecek bir hastaneyi halkımızın hizmetine sunacağız.” YERLEŞKELER Harran Üniversitesi, Şanlıurfa il merkezi ve ilçelerinde bulunan çok sayıda binada faaliyetlerini sürdürmektedir. 70 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 Osmanbey Yerleşkesi Şanlıurfa- Mardin Karayolu’nun 18. Kilometresinde 27.000 dönümlük bir arazi üzerinde inşaatı devam eden Harran Üniversitesi merkez yerleşkesinde, Fen-Edebiyat, Mühendislik, İktisadi ve idari Bilimler, Eğitim, Ziraat, İlahiyat Fakülteleri ile Beden Eğitimi ve Spor Yüksekokulu eğitim-öğretim vermektedir. Alt yapı çalışmalarını tamamlanmış, Türkiye’nin en büyük üniversite yerleşkelerinden biri olan ve içerisinde bir yapay göl barındıran Osmanbey Yerleşkesinde Atatürk Arberetumu, beş bin kişilik merkezi kafeterya, on dört oda ve 29 yataklı misafirhane, Sosyal Tesisler, Amfi Tiyatro, lojmanlar, Üniversitenin kültür faaliyetlerinde kullanılan Feyzullah konağı ve Olimpik Kapalı Yüzme Havuzu inşaatları tamamlanmış olup, diğer fakülte binaları ile sosyal tesislerinin inşaatı hızla devam etmektedir. Yenişehir Yerleşkesi Şanlıurfa merkezinde bulunan Yenişehir Yerleşkesi 48.000 m2lik bir alanda kurulu olup, Rektörlük hizmet binası ve Harran Üniversitesi Araştırma Hastanesi Poliklinik binalarını barındırmaktadır. Ayrıca, öğrenci ve personel yemekhanesi, kantin, kafeterya ve bahçeler yer almaktadır. Eyyübiye Yerleşkesi Şanlıurfa-Akçakale Karayolu’nun 5. kilometresinde 982.000 m2 alan üzerine kurulu olan Eyyübiye Yerleşkesinde ise, Veteriner Fak, Şanlıurfa Teknik ve Sosyal Bilimler Meslek Yüksekokulu, öğrenci yurdu, Üniversite Basımevi, açık ve kapalı spor tesisleri, öğrenci kafeteryası, sosyal tesisler, uygulama alanları, süt ve hayvancılık işletmeleri ile seralar ve lojmanlar yer almaktadır. Diğer Tesisler Harran Üniversitesi Araştırma ve Uygulama Hastanesi, Şanlıurfa Sağlık Yüksekokulu, Şanlıurfa Sağlık Hizmetleri Meslek Yüksekokulu, Mediko-Sosyal Merkezi, Makine Fabrikası, Üniversiteye ait kız öğrenci yurdu, öğrenci ve personel sosyal tesisleri ve Harran Üniversitesi Kültür Evi, üniversite yerleşkeleri dışında yer alan diğer birimleri oluşturmaktadır. Yabancı Dil Olanakları: Harran Üniversitesinin tüm birinci sınıflarında İngilizce dersleri servis dersi olarak verilmekte. İlahiyat Fakültesinde Arapça hazırlık dersleri verilmekte, ayrıca bu yıl yabancı diller yüksek okulu kurulmuş olup, altyapısı tamamlanınca öğrenci alacaktır. Burs Olanakları: Devlet Bursunun yanında üniversitemiz gönüllüler grubunun vermiş olduğu burs mevcuttur. Yurt Olanakları: Kredi yurtlar kurumuna bağlı 2000 öğrenci kapasiteli kız ve erkek öğrenci yurdu ve Üniver- siteye bağlı 80 kişilik kız yurdu bulunmaktadır. technical universty in Poland, Polonya, Mühendislik Fakültesi Kampus Olanakları: Osmanbey Ana yerleşke olmak üzere Yenişehir ve Eyyubiye yerleşkeleri ile 3 yerleşke bulunmaktadır. 13.Technical Universty Of Sofia Bulgaristan, Mühendislik Fakültesi Erasmus, Farabi Değişim Programı Ülke ve Üniversiteleri 14.University of Renne Fransa, Mühendislik Fakültesi 15.Universitia di Blogna İtalya, Ziraat Fakültesi 1. Klaipedos Üniversitetas Litvanya, Fen-Edebiyat Fakültesi 16. Universitatea Alexandru loan Cuza Romanya, Mühendislik Fakültesi 2. Agricultural Üniversty of Athens Yunanistan, Ziraat Fakültesi 17. Nicolaus Cupernicus University Polonya, Sağlık Yüksekokulu 3. Hochschule Neubrandenburg Almanya, Ziraat Fakültesi 18.Medical University Plovdiv, Bulgaristan, Tıp Fakültesi 4. Üniversitat Leipzig Almanya, Ziraat ve Fen Edebiyat Fakültesi 5. Üniversidad del Paris Vasco İspanya, Ziraat Fakültesi 6. Akedemia Rolnicza Polonya, Ziraat Fakültesi 7. Üniversitat de Lleida İspanya, Ziraat Fakültesi 8. The Technological Educational Institute of Kalamata Yunanistan, Ziraat Fakültesi 9. Universita delgi Studi di Sassari İtalya, Ziraat Fakültesi 10.Universytet Technologiczno Prozyrodinzcy, Polonya Ziraat Fakültesi 11.Bialystok Üniversity of Technology Polonya, Mühendislik Fakültesi 12.Technical Universty of Lodz, 4th ÖĞRENCİ YAŞAM MERKEZİ Hastane ile birlikte Öğrenci Yaşam Merkezi de Harran Üniversitesinin öncelikleri arasındadır ve projesi bir ay içerisinde şekillendirilip, yapımı başlatılacaktır. Böylece öğrenciler yurdun yanı sıra sosyal alanlarıyla çok arzuladıkları bir ‘Yaşam Merkezine kavuşmuş olacaklardır. KÜTÜPHANE İNŞAATI Önümüzdeki dönem içerisinde yeni binalara sahip olacağız. Kütüphane binası onlardan biri. İnşaatı hemen hemen bitmek üzere. Merkezi dersliğimiz de tamamlanma aşamasına geldi. Öğrenci sayımız sürekli arttığı için öğrencilere ders vereceğimiz yeterli mekânlar yok. Bu bina önemli bir ihtiyacı karşılaşacak. GAP-YENEV Harran Üniversitesi Rektörü Prof. Kutlu GAP-YENEV’i ve önemini şu sözlerle anlatıyor: “GAP Bölgesinde bulunan tüm üniversite, sanayi, kamu ve özel kuruluşlar ile potansiyel girişimcilerin yararlanabileceği bir ‘Yenilenebilir Enerji ve Enerji Verimliliği Merkezi (GAP-YENEV) kurmayı amaçlıyoruz. Nitelikli eğitim imkânlarının, yeni teknolojik buluşların gelişmesine destek verecek, yatırımları cazip kılacak ve yerel ve uluslararası firmalar ile araştırma merkezleri arasında işbirliği fırsatları yaratacak bu Merkez vasıtasıyla, bölgenin zengin yenilenebilir enerji potansiyeli ve henüz bakir sayılabilecek enerji verimliliği olanakları, bölge için önemli bir fırsata dönüşebilecektir. Merkez bünyesinde termal güneş enerjisi ve fotovoltaik laboratuvardan, GAP Bölgesi’nde rüzgâr kaynaklarını ölçen rüzgâr araştırmalarına, Türkiye ve Orta Doğu bölgesi için “Temiz teknoloji” danışmanlık hizmetlerine kadar çeşitli laboratuar ve araştırma birimleri kuracaktır. Kısacası güneş enerjisinden tam anlamıyla faydalanacağız. Teknopark bölgenin bir hayaliydi. Teknoparkı kurarak yönetim kurulunu oluşturduk. Çalışmalar son surat devam ediyor. Yeni isimlendirdiğimiz Şair Nabi Yerleşkesinde modern bir bina yapıyoruz. Bitme aşamasına geldi. Teknoparkın bölgede tarımın gelişmesine olumlu yönde katkılar sağlayacağına inanıyorum. “ SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 71 haber ALKOL VE UYUŞTURUCU BAĞIMLILARINA SINIRSIZ TEDAVİ HAKKI Sağlık Bakanlığı ve Sosyal Güvenlik Kurumu (SGK), alkol ve uyuşturucu madde batağına düşenleri tedavi etmek için çifte teşvik paketini devreye sokuyor. SGK, daha önce alkol ve madde bağımlılığı tedavisi için sağlık kuruluşlarına yaptığı ödeme protokolünü değiştirdi Yeni süreçte kanser ve organ nakli hastalarında olduğu gibi hizmet başı ödeme modeline geçildi. Bugüne kadar maliyeti sınırlı ölçüde karşılanan bağımlının tedavisinde ne kadar masraf çıkarsa hepsi ödenecek. Bu durum sayıları yetersiz olan AMATEM’lerin (Alkol ve Madde Bağımlılığı Tedavi ve Eğitim Merkezleri) dışında kamu ve özel hastanelerin de bağımlılıkla mücadeleye katılmasını sağlayacak. Tedavi sürecinin meşakkatli, gelirin az olmasından dolayı kamu, üniversite ve özel hastaneler bu tedaviyi tercih etmiyordu. Diğer yandan Sağlık Bakanlığı Bağımlılık Yönetmeliği’nde de sona yaklaşıldı. Yönetmelikle AMATEM’lerde mevcut bir aylık arındırma ve ilaç tedavisine ek olarak 15 ay devam edecek sosyal rehabilitasyon ve ömür boyu takip yapılacak. Söz konusu hamlelerle hastanelere, “Yeter ki bağımlıyı kurtarın, tüm tedavi masrafları ödenecek” mesajı veri- 72 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 liyor. Türkiye’de bir yılda 200 binden fazla kişi AMATEM’lere bağımlılık tedavisi için başvuru yapıyor. Özellikle alkol ve madde bağımlılarının tedavilerinde hizmet başı ödeme sisteminin getirilmesi 2. ve 3. basamak özel ve kamu hastanelerinin bu hastalara daha çok yönelmesini sağlayacak. Mevcut durumda bağımlıların tedavileri 2 özel ve 22 AMATEM’de yapılmaya çalışılıyor. Tedavi sürecinin meşakkatli, maddi gelirinin az olmasından dolayı kamu, üniversite ve özel hastaneler bağımlılık tedavisini çok fazla tercih etmiyor. Yeni süreçte hastaneler kendilerine gelecek her bağımlı için yapacağı tüm test, tahlil, ilaç tedavisi gibi uygulamaları ayrı ayrı faturalandırabilecek. Bu da hastanelerin hastaları kabul etmelerini ve bunlar için yatırım yapmalarını kolaylaştıracak. Devlet özellikle bu hastaların tedavilerine başlamama ve başladıkları tedavileri yarıda bırakma gibi problemlerini ortadan kaldırmak istiyor. Hastanelere, “Yeter ki bağımlıyı kurtarın, tüm tedavi masrafları ödenecek.” mesajı veriyor. Sağlık Bakanlığı’nın üzerinde birkaç yıldır çalıştığı ‘Madde Bağımlılığı Tedavi Merkezleri Yönetmeliği’nde ise sona yaklaşıldı. Madde bağımlılara ‘ömür boyu tedavi desteği’ sağlayacak yönetmelikle hastalar tedavi sonrası da takip edilecek. Yönetmelikle AMATEM’lerde mevcut bir aylık arındırma ve ilaç tedavisine ek olarak 15 ay devam edecek sosyal rehabilitasyon süreci ve ömür boyu takip başlayacak. Yönetmelikle hem bağımlı hem de ailesi sürece dâhil edilecek. Kişi hastalığını tanıyıp korunmanın yollarını öğrenirken, aileye de ‘hastalığın süreci, bağımlıya nasıl davranılması gerekir’ gibi bilgiler verilecek. Bağımlının maddeyi bıraktıktan sonra sosyal ve özel yaşamında oluşan boşluk en aza indirilecek. Türkiye Uyuşturucu ve Uyuşturucu Bağımlılığı İzleme Merkezi’nin (TUBİM) uyuşturucu madde bulundurma-kullanma suçlarıyla ilgili yüz yüze görüşme tekniği ile yaptığı çalışma insanların yeterli tedavi görmediğini gösteriyor. 2010 yılında yapılan ve 2 bin 594 kişiyi kapsayan anket çalışmasına göre madde kullanıcılarının yüzde 84,4’ü ‘Daha önce tedavi gördünüz mü?’ sorusuna hayır cevabı veriyor. Sağlık Bakanlığı verilerine göre tedavi merkezlerine başvuranların yüzde 57,14’ü önceden tedavi gördüğünü, yüzde 41,38’i ise daha önce hiç tedavi görmediğini belirtiyor. Türkiye’de yılda 200 binin üzerinde insan alkol ve madde bağımlılığı tedavisi görüyor. TUBİM verilerine göre bu zamana kadar tedavi gören en küçük bağımlının yaşı 11, en büyüğü ise 65. Türkiye’de tedavi görenlerin yüzde 11,67’si maddeyi 15 yaşından daha küçükken kullanıyor. gezelimgörelim BRATİSLAVA Slovakya’nın başkenti Bratislava, Avusturya’nın başkenti Viyana’nın 50 km kadar doğusundadır. Parlamentosu, devlet binaları, üniversiteleri, müzeleri ve tiyatroları ile Slovakya’nın siyasi, ekonomik ve kültürel merkezi konumundadır. Tuna Nehri kıyısında yer alan Bratislava’nın hem Avusturya’ya hem de Macaristan’a sınırı vardır. Bu özelliği ile Dünyada iki devlete sınırı iki başkentten biridir. Almanlar, Macarlar, Avusturyalılar, Çekler, Yahudiler ve tabii ki Slovakların etkisiyle şekillenen bir kültür ve tarih mirasına sahiptir. Sofistike restoranları, geleneksel eğlence mekânları ve cazdan operaya kadar değişen geniş müzik yelpazesi ile Avrupa’nın en dinamik şehirlerinden biridir. Geçmişte Mozart, Haydn, Beethoven, Rubinstein, Hummel gibi pek çok müzisyene ev sahipliği yapman şehir, hala müziğin merkezi olarak kabul ediliyor. Tiyatro ve opera sanatçılarıyla da meşhur olan şehirde Slovak Ulusal Tiyatro binası ve Slovak Filarmonik Orkestra binası sosyal aktiviteler için hala kullanılmaktadır. Oldukça ufak ve kendi halinde bir şehir olan Bratislava, güne erken başlamak kaydıyla 1 günde yürüyerek gezilebilecek bir şehir. Şehri keşfetmeye eski kaleyi ziyaret ederek başlayabilirsiniz. Eski kale şehrin tepesinde kurulmuştur ve dolayısıyla Bratislava’nın muhteşem manzarasını önünüze serer. Buradan şehri fotoğraflayabilirsiniz. Şehrin önemli coğrafi güzelliklerinden biri olan Tuna Nehri üzerinde yürüyebilir, kafelerde veya banklarda oturarak, yerel halkın günlük koşuşturmasına şahit olabilirsiniz. Chatam Sofer müzesini gezerek Yahudi Kültür mirasını yakından görebilir, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu zamanında soylular tarafından inşa edilmiş sarayları ziyaret edebilirsiniz. 18. yy.’da inşa edilen ve diğer adı Grassalkovich Sarayı olan Başkanlık sarayı, önündeki su havuzu ve içindeki dünya heykeliyle ilginizi çekecektir. Bu sarayın bahçelerinde siz de 74 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 Bratislava’nın yerel halkı gibi yürüyüşlere çıkabilirsiniz. 1452’de yapılmış olan St. Martin Katedrali de Bratislava’da mutlaka görülmesi gereken yerlerden. Kulesi 85 metre olan bu katedralde 1 metre yüksekliğinde ve 300 kg ağırlığında, Macaristan Kraliyet tacının bir replikası gibi yapılmış büyük taç turistler tarafından oldukça ilgi görür. Mavili Kilise olarak da bilinen St Elizabeth Kilisesi bembeyaz dış cephesi ve mavi iç duvarları ile Bratislava’da mutlaka görülmesi gereken yerler arasında… Yürüyerek rahatlıkla gezip, şehrin sıcaklığını hissedebileceğiniz Bratislava’da küçük city buslar da şehri gezmek için diğer bir alternatif. Bu tur araçları, 1,5 saati araç içinde, 30 dakikası yürüyüş olacak şekilde bir rehberlik hizmeti sunuyor. Bratislava’da eski şehrin (Old Town) çevresi her zaman çok kalabalık ve hareketlidir. Eski şehir meydanın- da kurulan ufak stantlardan her biri Slovakya’ya özgü yerel hediyelik eşya satın alabilirsiniz. bir şeyler satıyor. Bu meydan Hlavne Namestie Meydanı olarak da biliniyor. Meydanın tam ortasında 1572 senesinde yapılmış olan Maximilian çeşmesi var. Bu meydandaki en önemli yapı ise “Church of Saint John of Matha and Saint Felix of Valois” olarak da bilinen Trinity kilisesi’dir. Bratislava’da neredeyse her sokakta farklı farklı bronz heykeller bulunuyor. “Cumil” adı verilen, logar kapağından çıkan sadece kolları ve kafası görünen heykel ise en önemlisi. Tiyatro Binası, Ganymede çeşmesi ve Slovakların en ünlü şairinin heykelini aynı meydanda bir arada görebilirsiniz. Eğer Bratislava’da konaklıyorsanız ve rotanızda Viyana yoksa, Tuna nehri üzerinden hızlı feribotlar ile Viyana’ya giderek günü birlik Viyana’yı da dolaşabilirsiniz. SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 75 haber TIBBİ CİHAZ SEKTÖRÜNÜN ÜRETİCİ VE TEDARİKÇİ GÜCÜ İSTANBUL’DA BULUŞUYOR Tıbbi Cihaz Sektörünün Üretici ve Tedarikçileri 6-8 Kasım tarihleri arasında V. Ulusal ve II. Uluslararası Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçileri Kongresinde bir araya geliyor. Sağlık Bakanlığı, SEİS, TÜMDEF, TOBB ve ilgili kurum ve kuruluşların iş birliği ile “V. Ulusal ve II. Uluslararası Tıbbi Cihaz Üretici ve Tedarikçileri Kongresi 6-8 Kasım tarihleri arasında İstanbul Pendik Green Park Otel’de gerçekleştirilecek. 6-8 KASIM 2013 GREEN PARK PENDİK OTEL- İSTANBUL Kongrede Sağlık Bakanlığı yetkilileri, tıbbi cihaz sektöründeki üretici ve tedarikçi firmaların temsilcileri, sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, özel hastaneler ve sağlık kuruluşları ve kamu hastane birlikleri yöneticileri, sağlık sektöründeki gelişim ve değişimleri değerlendirmek üzere bir araya gelecekler. EŞZAMANLI OLARAK YAPILACAKTIR Sektörün güncel meseleleri, yatırım planlamaları, tıbbi cihaz üreticilerinin ve tedarikçilerinin deneyimlerinin paylaşılacağı kongre; yeni oluşumlar için çözüm önerileri ile birlikte sektörün ulusal ve uluslararası tüm paydaşlarına hitap edebilme ve bu alanda çalışma yapmak isteyen katılımcılar için de cazip fırsatlar oluşturmayı amaçlanıyor. EŞZAMANLI OLARAK YAPILACAKTIR M BİLGİLERİ EL SEKRETERYA: 6-8 KASIM 2013 GREEN PARK PENDİK OTEL- İSTANBUL ve İNSAN / EYLÜL 2013 76 •SAĞLIK ATAR salim.satar@yahoo.com ERVAN • drukervan@yahoo.com EŞZAMANLI OLARA film Hazırlayan: 11’e 10 Kala Canan KESERGEN Bu sayıda 2009 yapımı, izlemekte geç kaldığımı düşündüğüm “11’e 10 Kala” filmini sizlerle paylaşmak istiyorum. Filmin yönetmeni ve senaristi, başrol oyuncusu Mithat Esmer’in yeğeni Pelin Esmer. Pelin Esmer’in ilk uzun metraj kurmaca filmi ‘11’e 10 Kala’, İstanbul Film Festivali’nin Jüri Özel Ödülü’nü aldı, Altın Koza Film Festivali’ndeyse En İyi Film Ödülü’nü Aslı Özge ile paylaştı. 11’e 10 Kala, tutkulu bir koleksiyoncu olan Mithat Beyin (Mithat Esmer) gerçek hayattan alınan öyküsü. Filmin başrol oyuncusu, koleksiyoncu Mithat Esmer 83 yaşında müthiş bir oyunculuk sergiliyor. Film, Mithat Beyin ‘İstanbul Ansiklopedisi’nin 11. sayısını aramasıyla başlıyor. Mithat Bey kitap ve ansiklopediler dışında gazete, şişe, piyango 78 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 bileti, gömlek, pul, saat, kaset gibi birçok koleksiyona sahip ve hayattaki tek isteği koleksiyonunu rahat ve huzurlu bir şekilde tamamlayabilmek olan bir koleksiyoner. Bu duruma karşı çıkan ilk kişi, eski eşi Cahide Hanım olur. Cahide Hanım koleksiyonun kalabalığından sıkılarak kocası Mithat Beye ‘Ya koleksiyonun ya ben’ der ve Mithat Bey koleksiyonunu seçer. Bunun üzerine Cahide Hanım evi terk eder ve bir daha dönmez. Mithat Bey yıllar yılı koleksiyonunu geliştirerek büyütür. İstanbul Beşiktaş’ta yaşadığı apartman dairesinde artık hareket edecek yer kalmaz. Apartmanın diğer sakinleri de Mithat Beyi koleksiyonu konusunda rahat bırakmaz. Apartman yöneticisi Ruhi Bey bir gün Mithat Beyin tavanından akan suyun tamiri için geldiğinde, koleksiyon nedeniyle evin tıka basa dolu olduğu- nu görür ve belediyeye şikâyet eder. Belediye görevlileri gelir, Mithat Beyi evini temizlemesi için uyarır. Mithat Bey o günden sonra dışardaki işlerini apartman görevlisi Ali’ye (Nejat İşler) belli bir ücret karşılığında yaptırır. Kendisi de evinde koleksiyonunu kolilemekle meşgul olur. Apartman görevlisi Ali, Çorum’dan İstanbul’a çalışmak için gelmiş iyi niyetli bir gençtir. Oturduğu kapıcı dairesi rutubetli olduğundan eşini ve kızını memleketinden getiremez. Kapıcı parasıyla da yeni bir eve çıkabilmesi mümkün değildir. Bu nedenle Mithat Beyin dışardaki özel işlerini ücret karşılığında yapmayı kabul eder. Koleksiyonun devamlılığı için başlayan ilişkileri, Mithat Bey’in Ali’ye İstanbul’u devretmesiyle farklı bir boyuta geçer. Ali, İstanbul’u ve İstanbul’a ayak uydurmayı öğrenir. kitap SON SEFARAD Yazar: Beyazıt Akman Yayınevi: Epsilon Yayınları Yayın Tarihi: 2012 Sayfa Sayısı: 656 1492. Endülüs medeniyeti katlediliyor. Tüm dünya seyirci kalıyor, bir Osmanlı sultanı hariç… Endülüs’teki Osmanlı ajanı Kara Davud, karısı Elif’in hasretiyle yanıp, kendi topraklarına dönmeyi beklerken hayatının en zorlu göreviyle karşı karşıya kalır. Granada İslam İmparatorluğu’nun çökmesiyle birlikte Katolik Avrupa’nın önündeki tek engel artık Sefaradlar, yani Endülüs Yahudileri’dir.Engizisyon her gün binlerce kitap yakmakta ve tarihin en büyük barbarlık suçunu işlemek üzeredir. İnancını saklamak zorunda kalan yüz binlerce Yahudiden biri olan David Marrano, Endülüs’ün eski kültürünü devam ettirmeye çalışırak gizlice İbranice ve Arapça kitaplar çoğaltır. Ne var ki, Engizisyon, David’in ve aşkı Esther’in de izini bulmuştur. Beyazıt Akman’ın Fatih’i anlatan ilk romanı Dünyanın İlk Günü büyük beğeni toplamış, tarihi yapımlara ilham kaynağı olmuştu. Amerika’da Dünya Edebiyatı alanında öğretim üyesi olan genç yazarın ikinci romanı Son Sefarad hem Endülüs’e yakılan bir ağıt, hem de 21. yüzyılda bile eksikliği hissedilen bir insanlık dersi sunuyor. MUCİZELER DÜKKÂNINA DÖNÜŞ “İsteyince, her sorunun bir çözümü olduğunu anlıyor insan. Aşkın ve arkadaşlıkların filizlenerek çoğaldığı, zamanla sımsıcak ilişkilere dönüştüğü bir sokak hayal edin. Her iki yanında kapısını çalabileceğiniz, bir bardak çay eşliğinde sevdiklerinizle sohbet edebileceğiniz, içinizi ısıtan dükkânların dizili olduğunu düşünün. Aydınlığa açılan umut dolu bir dünyaya girmenin, hüzün ve mutluluğun bir arada sunulduğu, doyumsuz yaşam öykülerine tanıklık etmenin vakti gelmiş demektir. Yazar: Debbie Macomber Çevirmen: Ozan Aydın Yayın evi: Martı Yayınları Yayın Tarihi: 2012 Sayfa Sayısı: 528 Dili: Türkçe Debbie Macomber, Mucizeler Dükkânına Dönüş adlı romanıyla iyi-kötü her yaşanmışlığın bir tecrübe olarak bizlere geri döndüğünü bir kez daha kanıtlıyor.” SATRANÇ New York’tan Buenos Aires’e giden bir yolcu gemisinde yolcular arasında bulunan bir milyoner, dünya satranç şampiyonu Mirko Czentovic’e, ücreti karşılığında, bir parti satranç oynamayı teklif eder. İkisinin oyununu izleyen Avusturyalı bir göçmen, Dr. B., oyun sırasında kendini tutamayıp onlara karışınca şampiyonla karşılaşması önerilir kendisine. Gestapo tarafından bir otel odasına kapatılan ve uzunca bir süreyi bu odada, tek başına ve oyalanarak hiçbir şeyi olmadan geçiren, yalnızca sorgulama için odadan çıkarılan Dr. B., bir gün rastlantıyla eline geçirdiği bir satranç kitabı sayesinde bu oyunun inceliklerini öğrenmiştir. Satranç tahtası ve taşları olmamasına rağmen, önce ekmekten yaptığı satranç taşlarıyla sonra da tümüyle zihninden oynayarak kuramsal bir satranç ustası olup çıkar. Ancak bu tutkusu yüzünden sinir krizine, beyin ateşine yakalanır. Tedavi olur, arkasından da serbest bırakılır. Yirmi yıldır eline satranç taşı almamış olsa da, Dr. Yazar: Stefan Zweig B., gemide satranç şampiyonuyla oynadığı oyunu inanılmaz bir biçimde kazanır. Çevirmen: Ayça Sabuncuoğlu Kendini olayın heyecanına kaptırarak maçın rövanşını oynamayı isteyince şaşırtıcı Yayınevi: Can Yayınları bir son bekler onu. Stefan Zweig’ın büyük bir ustalıkla kaleme aldığı kısa, ama yoğun Yayın Tarihi: 2013 romanı, “Satranç”, gerilimli kurgusu, kahramanının ruhsal gelgitlerinin incelikle Sayfa Sayısı: 85 işlendiği dokusuyla bir solukta okunuyor. 80 80 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013 SAĞLIK ve İNSAN / EYLÜL 2013