Gezi 52 - Sağlik Ve insan Dergisi
Transkript
Gezi 52 - Sağlik Ve insan Dergisi
gezelimgörelim A’DAN Z’YE POLONYA Dr. Bekran SARSILMAZ Polonya hakkında yazılarıma Krakow’dan başladım ancak ülke Krakow’dan çok daha fazlasına sahip. Buraya yaptığım gezilerde, hadi şurayı da görelim, hadi araba kiralayıp baştan başa kat edelim diyerek sadece bir senede herhalde ortalama bir Polonyalı’nın tüm hayatında gördüğünden fazlasını görüp gezmiş oldum. O yüzden kendimi Polonya hakkında atıp tutabilir olarak görebiliyorum bazen :) Daha önce internette ve medyada pek yazılıp çizilmemiş, zaten gezginlerin de hep es geçtiği bu ülkede gördüğüm her yeni yer ve adını bile daha önce duymadığım şehirlere yapılan her gezi beni herhangi bir klasik Avrupa turundan çok daha fazla tatmin etti. Eyfel Kulesi’ni gören 100 milyonuncu kişi olmaktansa arabaya atlayıp Polonya’nın kuzey sahillerine doğru yol gezisi yapmak daha eğlenceli kesinlikle. Daha önce de bahsettiğim gibi Polonya yurtdışı turları arasında öne çıkan ülkelerden değil ama en 74 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2016 büyük temennim zamanla bu güzel ülkenin bilinirliğinin artması ve hak ettiği değerine de kavuşması. VARŞOVA Polonya’nın başkenti, ülkenin siyasal ve ekonomik alanda kalbinin attığı şehri. 2. Dünya Savaşı’ndaki bombardımanlar sonucu büyük oranda yıkıldığı (%85’i yıkılmış ve 1000’e yakın tarihi önemi olan binadan sadece 64’ü ayakta kalmış) için savaş sonrası dönemde adeta sıfırdan inşa edilip 90’lara kadar birbirinin kopyası çirkin, gri komünist tipte bina bloklarıyla dolan Varşova, Sovyetler’in düşüşüyle adeta 180 derece dönüş yaptı ve şehir silüeti günümüzde gökdelenlerle anılır hale geldi. Ana tren istasyonunun çevresi şehir merkezi olarak biliniyor ama bu bölgeyi sembolize eden bir bina var ki, bence tüm Polonya’nın en görkemli binası. Pałac Kultury i Nauki, yani Kültür ve Bilim Sarayı’ndan bahsediyorum. New York’taki Empire State Building’e benzettiğim bina yapıldığında Stalin’e adanmış ancak Rusların gidişiyle hem ismini kaldırmışlar isminden, hem de içindeki heykelini yıkmışlar. 1955’te yapımı Polonya halkına hediye olsun diye tamamen Sovyet kaynakları ve oradan getirilen insan gücü ile tamamlanmış toplam 231 metre uzunluğunda, 42 katlı, 3288 odalı bir dev Pałac Kultury. v09 Yapılışından beridir temel olarak kültür sanat etkinliklerinin düzenlendiği bir yer, 1967’de Rolling Stones buraya gelerek Demir Perde’nin ardında konser veren ilk rock grubu olmuş. Şu anda da çeşitli sergilerin düzenlendiği, ofislerin yer aldığı, büyük bir sinema, iki müze, konser salonu ve yüzme havuzu barındıran, tepesine çıkılıp şehrin en iyi manzarasının izlendiği çok amaçlı bir kompleks. Özel günlerde de akşam olduğunda şahane aydınlatmalar eşliğinde kutlamaların bir parçası olarak kullanılıyor. Varşova halkının büyük kısmı Sovyet dönemini hatırlattığı için binadan nefret ediyor. Bina yıkılsın diye protestolar düzenlenmiş de neyse ki öyle çılgın bir karar almamışlar. Ancak Pekin, Patyk (çubuk), Pajac (palyaço), Rus pastası gibi takma isimler koymaktan da geri kalmamışlar. Kısacası oldukça tartışmalı bir bina, ancak başkente ilk geldiğimde gördüğüm binaydı ve kolay kolay etkilenmeyen biri olmama rağmen uzun uzun bakakaldığımı hatırlıyorum bu binanın gölgesinde. Varşova’nın asıl güzel tarafı tarihi şehir merkezinin olduğu Plac Zamkowy (Kale Meydanı). Şehir 1596’dan beridir başkent görevi görmüş, Kraliyet Yolu da kralın oturduğu sarayla bu meydandaki Kraliyet Kalesi’ni bağlarmış. Tarihi binaların çoğu yıllar içinde hummalı bir restorasyon çalışmasından geçerek oldukça renkli ve dolaşması keyifli bir semtin oluşması sağlandı. Varşova’ya üç sefer gittim şu ana dek ve her seferinde tarihi merkezde yürüyüp kendimi sokaklarında kaybetmeden dönmedim. Tarihi merkezi tepeden izlemek için 150 basamaklı merdivenden çıkarak vardığınız taras widokowy en güzel manzaraya sahip (giriş 5zl3, 5TL). Özellikle güneşli bir günde günbatımına yakın çıkın ve ulusal stadyumdan Pałac Kultury’e kadar 360 derece keyfini çıkartın şehrin. Her büyük Polonya şehri gibi Wisła (Vistula) Nehri’nin kalbinden geçtiği Varşova’da özellikle nehir kıyısı dolaşıp dinlenmek için en güzel yerler. Krakow kadar kültürel zenginliği olmadığı için Varşova’da çok fazla zaman geçirmeye gerek yok bence. En fazla 3 gün yeterli olacaktır. Savaş tarihine meraklıysanız Varşova Ayak- lanması Müzesi’ne (Muzeum Powstania Warszawskiego) uğrayın. 1944’te büyük acılara sahne olan ve Almanlara karşı yapılan ayaklanma hakkında çok detaylı bilgiler edinebilirsiniz. Kopernik Bilim Merkezi (evet, dünyanın güneş etrafında döndüğünü söyleyen bilimadamı) ve Mayıs’tan Eylül’e her akşam belli saatte yapılan ışık şovlarının büyülediği Park Fontann çocuklu aileler için birebir. Ucuzluğunun rahatlığıyla istediğiniz yerde yiyin için, kötü restauranta denk gelme ihtimaliniz düşük. İlerleyen saatlerde eğlence arıyorsanız seçeneğiniz bol. Konaklama fiyatları da nitekim çok uygun, Plac Zamkowy’de kalenin hemen karşısındaki burjuva evlerinden birinde koca bir daire tutmuştuk (resimdeki yeşil bina hatta), belki de şehrin en pahalı yeriydi ama gecelik 230TL verdik. Ama Varşova’nın Krakow’dan farkı, bir yerden diğerine giderken hep vasıtaya binmek zorunda olmanız. Büyük bir şehir ve tüm cazibe noktalarının toplandığı belli bir bölge yok. O yüzden Krakow’un bolluğu ve rahatlığını bulamıyorsunuz. Şehirde ne yapın edin ama Krakow yazımda bahsettiğim Zapiecek Restaurantları’nın Varşova’daki 8 şubesinden herhangi birine gidip pierogi yemeden dönmeyin. Onun dışında milk bar’lardan çok sayıda bulacaksınız bu şehirde. Genç Var- şovalılarla kaynaşmak içinse Nowy Świat Caddesi’nde sıra sıra dizilmiş isimsiz Speak Easy barlar biçilmiş kaftan. Nehrin hemen karşısındaki Praga semti, eskiden suç oranının çok yüksek olduğu bir yerken şu anda canlanma sürecinde ve şehrin sanat&eğlence merkezi haline gelmeye doğru adım adım ilerliyor. Eski Varşova’nın yaşantısının korunduğu, sokak kültürünün en yoğun hissedildiği bu bölgede eminim ilginç anlar yaşayacaksınız. Akşamları gençler buraya adeta akın ediyor. Mayıs ortasında kutlanan Noc Muzeów, yani Müze Gecesi’nde tüm müze ve sergilere giriş gecenin sonuna dek ücretsiz. Hava da güzel olunca, elde dondurma müze müze gezip oldukça keyifli zaman geçirebilirsiniz. O döneme denk gelenler kaçırmasın. TORUŃ Toruń Biz Varşova’da geçirdiğimiz birkaç günün ardından araç kiralayıp kuzeye gitmeye karar vermiştik. Yeni kullanıma açılan ve daha benzincisinin bile olmadığı A1 otobanı sayesinde, başkentten kuzey sahillerine varmak en fazla 3-4 saat sürüyor. Ancak yolda dinlenmek isteyenler için Toruń şehrinde birkaç saat mola verip zencefilli kurabiyelerinden (gingerbread) denemek şart. Tarihi şehir SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2016 75 merkezinde sayısız dükkan var, özellikle noel zamanı çok popüler olan bu kurabiyeler Toruń’dan tüm ülkeye dağıtılıyor. Zencefilli heykeller, oyuncaklar, evler, kısaca hayal gücünüzü sınırlayan her şeyi bulabilirsiniz. GDAŃSK Kuzey Polonya’nın en büyük şehri olan Gdańsk aynı zamanda büyük turist yoğunluğuna sahip. Yerlisi dışında çoğunluğu komşu Almanya’dan ve Baltık Denizi’nin ötesinden gelen turistler özellikle yaz aylarında uzun plajlarla çevrili sahillere akın ediyor. Gdańsk’ın güzelliği mimari anlamda tipik kuzey estetiğini Polonya’ya özgü tarihi motiflerle süslemesinden geliyor. Gittiğimde noel arifesiydi ve şehir merkezi özenle işlenmiş birbirinden ilginç evleri ve harika ışıklandırmalarıyla tam Andersen’in masallarından çıkmış gibiydi. Tarihi merkez çok küçük. Ünlü Długa Sokağı’na çıktığınızda ilk göreceğiniz görkemli Neptün Çeşmesi’nin bulunduğu ve Amsterdam’ı çağrıştıran evlerin sıralandığı Długi Targ Meydanı’ndan ilerleyip Brama Złota, yani Altın Kapı’dan geçtiğinizde kendinizi Motława Nehri kıyısında bulacaksınız. g02 Bu tarafta da pastel renkli, Almanların uzun yıllar yönettiği dönemden (Almanlar şehre Danzig ismini vermişti) kalma ahşap tavanlı ve pencereli evler var ancak köprüyü geçince tarihi şehir de son buluyor. Kanal boyunda 76 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2016 bir bina var ki, simsiyah boyası ve kanala doğru yaptığı çıkıntı ile hemen dikkat çekiyor. 15. yüzyılda inşa edilen Żuraw isimli bina esasen tarihte şehre varan gemilerin yüklerini boşaltmak için kullandığı bir vinç ve bu tür yapılardan kuzey Avrupa’nın liman şehirlerinde sık sık rastlanıyor. Şu anda Ulusal Denizcilik Müzesi’ne bağlı olarak turistlere hitap ediyor, 5zl verip içine girebiliyorsunuz. Yine nehir kıyısına demirlemiş, 2. Dünya Savaşı’ndan kalma SS Sołdek başta olmak üzere içine girip gezmelik tarihi gemiler var. Kiliselere meraklı olanlar, burada aradığını fazlasıyla bulabilir. Şehre tepeden bakan ve dünyanın tuğladan yapılma en büyük kilisesi olan St. Mary Bazilikası (Bazylika Mariacka) başta olmak üzere Oliwa Katedrali (Oliwa Park), Kraliyet Şapeli (Kaplica Królewska) gibi birçok güzel yapı var. Ancak Gdańsk’ın en gezilesi tarafı o şatafatlı dönemlerden kalma, özellikle ünlü Flaman mimar Abraham van den Blocke’nin birçoğuna imzasını attığı binalar. Gotik ve Barok estetiğinin buluştuğu Camdaki Hanımefendi Evi (Panienka z okienka), eski burjuvazinin ikametgahı Uphagen Evi (Dom Uphagena), tepesi mitolojik heykellerle süslü Altın Ev (Złota Kamienica) ve şövalyelerin, tüccarların, aristokratların buluşma yeri olan Artus Sarayı (Dwór Artusa) bunlardan sadece bir kaçı. Şehrin tarih kokan sokaklarında öylesine yürüseniz bile önemi büyük birçok binaya denk geliyorsunuz, bilgi almak için duvarlardaki plakalara dikkat edin. Gdańsk’ın arabayla yarım saat kadar dışında ise 2. Dünya Savaşı sırasında Polonyalıların en büyük kahramanlıkları anısına dikilen Westerplatte Anıtı var. 1 Eylül 1939’da işgale gelen nazilerin kara ve deniz saldırılarına karşı altı gün boyunca direnmişler ve sonunda teker teker öldürülene kadar da yerlerinden ayrılmayıp korumuşlar topraklarını. Arabanız varsa buraya uğramanızı öneririm. Gdańsk’ta en az bir gün kalıp gündüzünü ve gecesini ayrı görmelisiniz. Tarihi şehir merkezi bir iki saatte gezilebilir. Ama her ara sokakta enteresan sürprizlerle karşılacaksınız, zamanı unutun ve bu dar sokaklarda amaçsızca yürüyün. Eğer Krakow’da ve Varşova’da fazla zaman geçirip deniz ürünlerini özlediyseniz, kanal boyunda şahane restaurantlar var. Bunların arasında Tawerna Dominikańska hiç fena değil. Ancak Alman döneminden kalma, “altın su” diye isimlendirdikleri bitkisel likör goldwasser şehrin resmi içeceği, onu denemeyi unutmayın. Tadı votkaya benzeyen içkinin içinde 22 karat altın parçaları bulunuyor, ismini nereden aldığı malum. Açıkçası Gdańsk şehri beklediğimden daha fazla etkileyici bir yer oldu. Şu anda Krakow’dan sonra Polonya’daki ikinci favori yerim. SOPOT Gdańsk, Gdynia ve Sopot’a topluca Trójmiasto (Tricity) deniyor, Sopot 38000 kişilik nüfusuyla bu üçlünün içinde en küçüğü. Ancak kilometrelerce uzanan tertemiz kum plajı, merkezine kurulmuş Avrupa’nın en büyük iskelesi ve oldukça eğlenceli mekanlarıyla Polonya’nın belki de en ünlü sahil kenti.Kuzeyin sert havası yılın sınırlı sayıda gününde denize girmeye izin veriyor ancak güneşin çıktığı her gün halkın kendini sahile atıp güneşlenmesi için bir bahane. Kışın da boş kalmıyor burası, yürüyüş yapıp denizin dalgaları eşliğinde kafa dinlemek için birebir. Yüzlerce martının, kuğunun eşliğinde huzurun tanımını tekrar yapıyorsunuz, eminim emekliliği gelmiş her Polonyalı’nın hayalidir buraya yerleşmek :) Sopot’un etrafında tahmin edileceği gibi çok büyük beş yıldızlı oteller var. Biz bunların içinde en güzellerinden biri olan Mera Spa Hotel’de kalmıştık (oda fiyatı 220TL idi). Kışın da açık olan ısıtmalı açık-kapalı havuzları ve spa’sı ile otel o dönemde bile tıklım tıklım doluydu. Açık büfe kahvaltısı ise resmen Antalya’daki tüm işletme sahiplerine ders ola- rak gösterilmesi gerekiyor. Pek büyük otel yanlısı biri değilim zaten ama o öve öve bitirilemeyen güzide otellerimizin, son derece kalitesiz ürünlerle hiç hijyenik olmayan koşullarda hazırladıkları yemekleri her öğün tadıcam diye gecesine bayıldığımız yüzlerce lirayı kesinlikle haketmediklerini şahsen bu tür yurtdışı gezilerimde çok daha iyi anlıyorum. 2016 turizm krizinde büyük yara alan ve almaya devam edecek işletmelerimizin yerli turiste karşı yıllardır sergiledikleri düşmanca fiyat politikasını gözden geçirmesi ve hizmet kalitesini artırması için çok güzel bir zaman aslında. Bunun hakkında söylenecek çok şey var ama konudan sapmayalım :) Sopot’un merkezi çok küçük ve gündüz alışveriş yapmak için, gece de barlarına gitmek için tercih ediliyor. Yoğun bir genç nüfus var Sopot’ta ve ülkenin zengin kesmine hitap eden bir yer olduğu için mekanlar da son derece lüks. Diğer şehirlerdeki gibi tarihe yolculuk yapma imkanı bulamayacaksınız belki ama ilginç binalardan nasibini almış. “Yamuk Ev” olarak geçen ev, Bohaterow Monte Cassino Sokağı’nda bulunuyor, farketmemeniz imkansız :) Bunun dışında ana meydandaki deniz fenerine çıkıp Sopot iskelesi ve marina başta olmak üzere çok güzel bir manzaraya tanık olma şansına kavuşabilirsiniz. POZNAŃ Poznań Wrocław ve Krakow gibi renkli binalarla çevrili meydanlardan daha fazla görmek istiyorsanız batıya doğru ilerleyip Poznań’a gidin. Poznań aslında ülke tarihinin en eski yerleşim yerlerinden biri olduğu için birçok kişi tarafından Polonya ulusunun beşiği olarak anılıyor. Stary Rynek ve çevresinde dolaşıp müzelerine girmek, her saat başı kafa çarpıştıran keçilerin bulunduğu saat kulesinin başında beklemek, akşam da oldukça canlı gece hayatına kendini bırakmak için ideal bir yer burası. Yurtdışında pek bilinen bir yer olmamasına rağmen, Ryanair ve Wizzair başta olmak üzere Avrupa’nın birçok noktasından kolaylıkla ulaşılabiliyor. Berlin-Moskova tren hattındaki duraklardan biri olduğu için birçok maceracı gezginin aslında Polonya’daki ilk durağı Poznań. Buradan Berlin’e geçmesi sadece 3 saat sürüyor ve 20€ ücreti var. İki yere de daha önce gitmediğim için ikisini birleştirip tur yapması şart. Bu arada Avrupa’nın ayakta kalan son buharlı trenine ev sahipliği yaptığını söylesem daha fazla ilgisini çeker miyim okuyucularımın ama belirtmeden edemedim. Poznań Główny Tren İstasyonu’ndan sabah 8:15’te kalkan bu trene binip Wielkopolska Ulusal Parkı’na kadar gitmesi çok keyifliymiş. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2016 77 CZĘSTOCHOWA Częstochowa (Çeustohova diye okunuyor) aslında turistlerin pek tercih ettiği bir şehir değil. Ünlü Jasna Góra Manastırı sayesinde ülkenin dini merkezi olarak daha çok kutsal günlerde dindar halkın çevre illerden gelip ziyaret ettiği bir yer görevi görüyor. Katolik Polonya’da genç ve yaşlılar büyük oranda aktif olarak kiliseye gidiyorlar (%65). Tüm Avrupa’da dine bağımlılık her geçen sene düşerken Polonya’da ateizm %8 gibi düşük bir rakamda kalmış. Aga’nın memleketi olması dolayısıyla ziyaret ettiğimizde yılın en önemli dini törenlerinden birine denk gelmiştik, ülkenin her tarafından binlerce insan şehre akın edip manastırın bahçesinde toplanmış, şezlonglara yayılıp dini liderlerinin kendilerini kutsamasını bekliyordu. Bir müzik festivalini andırıyordu aslında ama tek farkı eğlence çadırları yerine kürtaj karşıtı propaganda yapıp imza toplayan gençlerin olduğu tezgahlar ve müzik grupları yerine dini sembolleri üzerine bastıkları t-shirt’leri satma derdindeki gençlerdi. İlginç bir yerdi açıkçası, özellikle manastırın içine gezmek için girdiğimizde karşılaştığımız kalabalığın ortasında ezilme tehlikesi atlatıp dünyaca ünlü Siyah Meryem tablosunu görebildikten sonra (sadece özel günlerde gösteriyorlar) şehri 78 SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2016 izlemek için kulesine çıkmaya koyulduk. Manastırda birçok bina var, eski hazinelerin sergilendiği müzesiydi katedraliydi derken saatler geçirilebilir burada. Częstochowa’nın 12km kadar dışında Olsztyn Kalesi var, kaleden kalan yıkıntılar desek daha doğru olur aslında. Kalenin bulunduğu tepenin etrafında çok güzel restaurantlar ve parklar var, ismini kaleye veren kasaba da oldukça şirin. Arabası olanlar bu ve benzeri kaleleri görmek için Kartal Yuvası Yolu denilen ve Krakow ile Częstochowa arasında toplam 25 kaleyi içeren rotayı takip edebilir. Bu arada İstanbullu gezginlerin dikkatini çekmiş olabilir, İstanbul’daki Polonezköy’de de Częstochowa Kilisesi var. Siyah Meryem’i görmek için buraya da gidebilirsiniz. WROCŁAW Wrocław (Breslau) ülkenin en renkli şehri, vırotslav diye okunuyor. Mecazi anlamda söylemedim, gerçekten sokaklarına ve binalarına baktığınızda renklerin her tonunu görebileceksiniz. Özellikle Market Square (Rynek) etrafındaki tarihi evlerin hepsi tam kartpostallık, burada elimizde kamera durmadan fotoğraf çekmekle geçti zamanımız. w03 Rynek’in ortasındaki muhteşem Belediye Binası (Ratusz), şehrin orta çağ mirasını yaşatan 600 yıllık John ve Margaret Evleri (Jaś i Małgosia), bir mimarlık harikası olan Wrocław Üniversitesi ve Kraliyet Sarayı (Pałac Królewski) ilk göze çarpan yerler. Genel olarak da çok şirin bir yer Wrocław, mesela şehrin çeşitli yerlerine kimisi gizlenmiş, kimi açıkça sergilenmiş 300 tane cüce heykeli var. İlk olarak anti-komünist Turuncu Hareketi’nin sembolü olarak 2001’de şehrin meydanına konulan bir heykelcikle başlanıp zamanla ilgi çekince sürekli yenileri eklenmiş, hepsi de birbirinden farklı karaktere bürünmüş. Şu anda internetten ya da telefonunuza uygulama indirip bu heykellerin peşine düşebiliyorsunuz, birçok turist de aslında sırf bu cüceler için geliyor şehre. Yine ana meydanda heykeller hakkında bilgi veren Cüce Müzesi var. Biz herhalde toplamda 50 tanesine falan denk geldik, bazen şehrin dışında bile hiç beklenmedik yerden cüceler çıkıyor. İlginç ama turistik olarak bir şehre marka değeri katmak için sınırsız seçenek olduğunun en güzel örneklerinden biri. Wrocław’da görülecekler tarihi merkezle sınırlı değil. Polonya’nın bu 4. en büyük şehri oldukça büyük bir alanı kapsıyor ve yer yer tramvaya binmeniz gerekebilir. Śródmieście’de bulunan Katedral Adası (Ostrów Tumski) şehrin ortasındaki Oder Nehri üzerinde bulunan birbirinden güzel adacıklara toptan verilen isim. Adaya girişteki, aşıkların kilitler taktığı Tumski Köprüsü’nden geçtikten sonra geçmişi 900’lü yıllara kadar uzanan bu dini binalar kompleksine varıyorsunuz. Savaş zamanı büyük yıkıma uğramış ve son yıllarda tamamen yenilenmiş bu bölgenin yıldızı tabi ki St. John Katedrali. Tepesinde her zamanki gibi mükemmel bir manzara bekliyor. Katedralin ardından Arnavut kaldırımlı sokaklarında ilerleyip görkemli malikeneler ve yemyeşil bahçelerle süslü sokaklarında dolaşmanızı kesinlikle tavsiye ediyorum. Şehrin biraz dışında, merkezden 2, 4 ve 10 no’lu tramvaylar ile varabileceğiniz çok güzel bir dinlenme alanı var: Bir tarafta hayvanat bahçesi bir tarafta da Japon Bahçeleri (Ogród Japoński) ile çevrelenmiş Hala Stulecia binası ve önündeki 10, 000 metrekarelik dev süs havuzu. Burası halkın akın edip, özellikle Nisan’dan Ekim’e kadar aralıksız düzenlenen ışık ve su şovlarını hayranlıkla izlediği gerçe- küstü bir yer. 1913’te yapımı tamamlanan, kubbesi İtalya’daki Pantheon ile yarışır Hala Stulecia zamanının en büyük binalarından biriymiş. Şu anda bile oldukça etkileyici bir izlenim uyandırıyor insanda, zaten UNESCO da kültür mirası listesine hemen dahil etmiş. Yeme-içme konusuna gelince, bu şehirde seçenek sınırsız. Hayatımda yediğim en lezzetli bagel’leri birbirinden farklı peynir ve soslarla hazırlayan Central Cafe, tarihi bir Gotik su kulesi binasının altında konuşlanmış ve görür görmez insanı şaşkına çeviren Wieża Ciśnień Bistro, kahvaltısı mükemmel Giselle ya da uzakdoğu mutfağı arıyorsanız sizi pek memnun edecek Szajnochy 11. Şaşılacak kadar çok sayıda birbirinden kaliteli restaurantlara sahip Wroclaw. Moa Burger de yeni bir şube açtı, aklınızda olsun :) Akşamın çökmesiyle neon ışıklarla çevrili, şu an daha çok açık hava sergisi işlevi gören Galeria Neonów’da oturup birşeyler içmek şart. Graciarnia Pub da içindeki antikalarla çok ilginç bir yer. Havalar güzelse ve dışarıda oturup halkla kaynaşabileceğiniz bir sokak arıyorsanız Pasaż Pokoyhof’da birçok mekan var, yer bulmak zor olabilir yalnız. Wrocław aynı zamanda 2016 yılı Avrupa Kültür Başkenti. Eminim uluslararası bilinirliği bu sayede hızla artacak ve zamanla kıtanın en gözde turist noktalarından biri haline gelecektir. ZAKOPANE Zakopane Polonya’nın güneyinde Tatra Dağları’nın eteklerindeki Zakopane, yazın doğa gezileri, kışın da kayak için Polonyalıların bir numaralı tercihi. Gitmedim, ama şu anda Polonya’da en çok görmek istediğim yerlerin başında geliyor. Özellikle kış aylarında gidip kayak keyfi yapmak şart :) Yazın da büyüleyici dağ manzaları eşliğinde uzun yürüyüşlere katılabilirsiniz (Slovakya sınırına yakınsanız “denizin gözü” Morskie Oko Gölü’ne mutlaka uğrayın). “Zakopane stili mimari” ile inşa edilmiş ahşap dağ evleri bölgeye kültürel değer katıyor, özellikle Zakopane’nin merkezindeki Krupówki Caddesi etrafında çok sayıda bulunan bu evleri komple kiralayıp mükemmel bir kış tatili geçirebilirsiniz. Krakow’dan günde beş tren gidiyor Zakopane’ye, fiyatı da 25zl (19TL) ve yol üstündeki küçük kasabaların bir kısmında duruyor. Ya da 15zl verip otobüslerle 2 saat gibi kısa sürede direk gidebilirsiniz, Polonya’da şehirlerarası ulaşım gerçekten sudan ucuz. Zakopane hakkında şu an yazabilecek çok şeyim yok haliyle ancak deneyimledikten sonra burayı güncelleyeceğim. SAĞLIK ve İNSAN / NİSAN 2016 79