raporun tamamını okumak için linki tıklayınız
Transkript
raporun tamamını okumak için linki tıklayınız
06 NİSAN 2016 HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU ANA BAŞLIKLAR AKP İKTİDARININ KKTC’YE DAYATTIĞI SU TEMİNİ ANLAŞMASI, BİR SÖMÜRGE ANLAŞMASIDIR. KKTC SUYUNU, 34 YIL BOYUNCA BİR ÖZEL ŞİRKETİN TEKELİNE BIRAKMAYI, KÂRI VE RANTI GARANTİ ETMEYİ ÖNGÖREN BU ANLAŞMA, ANAVATAN’IN, TIPKI “KARAMAN OLAYI” GİBİ, YAVRU VATAN’I TACİZİ VE İSTİSMARINDAN BAŞKA BİR ŞEY DEĞİLDİR. HÜKÜMETE YAKIN MEDYADA GÜNDEME GETİRİLEN DARBE İDDİALARI, CUMHURBAŞKANI VE HÜKÜMETİN, SİYASETİ VE BAŞKANLIK SİSTEMİNİ DİZAYN İÇİN, YENİ BİR SENARYOYA GEÇİŞ YAPTIĞINI GÖSTERİYOR! BU DARBE İDDİALARINA NE CUMHURBAŞKANI NE DE BAŞBAKANIN SESİ ÇIKMIYOR. SAVCILAR, YANDAŞ MEDYAYA DARBE SORUŞTURMASI AÇAMIYOR! CUMHURBAŞKANININ 28 MART’TAKİ HARP AKADEMİSİ AÇILIŞ KONUŞMASI, GEÇEN YILKİ KONUŞMASIYLA KARŞILAŞTIRILDIĞINDA, TIPKI ÇÖZÜM SÜRECİ’NDE BİR YIL İÇİNDE AŞAMALI ŞEKİLDE UYGULAMAYA KONULAN KAOS VE ŞİDDETE DÖNÜŞ PLANI GİBİ, TABAN TABANA ZITLIKLAR, TSK ÜZERİNDEN YENİ DİZAYN HAMLELERİNİN İŞARETLERİNİ VERİYOR. CUMHURBAŞKANI İLE BAŞBAKAN ARASINDA YENİ ANAYASA KONUSUNDA GÖRÜŞ AYRILIĞI OLDUĞU ANLAŞILIYOR. KISA SÜRE ÖNCESİNE KADAR YENİ ANAYASA DİYE ISRAR EDEN CUMHURBAŞKANI, ŞİMDİ “ACELEYE GEREK YOK” DERKEN, BU KEZ BAŞBAKAN, YENİ ANAYASANIN AKP TARAFINDAN YAZILIP, MAYIS’TA TBMM’YE SUNULACAĞINI AÇIKLADI. CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN, ABD ZİYARETİ SIRASINDA, GEZİ EYLEMLERİNDE DARBECİ İLAN ETTİĞİ CNN’E ÇIKTI, “YALNIZ BIRAKILDIK” DİYE SIZLANDI. CUMHURBAŞKANI VE HÜKÜMET, “ONURLU YALNIZLIK” DİYE BİR TESELLİ BULMUŞLARDI. ANLAŞILAN ŞİMDİ, “YALNIZLIK BAKİ, ONURU GİTMİŞ” GÖRÜNÜYOR. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 1 PYD’NİN FIRAT’IN BATISINA GEÇMESİNİ KIRMIZIÇİZGİ İLAN EDEN TÜRKİYE AÇISINDAN, DIŞİŞLERİ BAKANI MEVLÜT ÇAVUŞOĞLU’NUN, ABD’DE YAPTIĞI AÇIKLAMALAR, İLGİNÇ! BAKAN ÇAVUŞOĞLU’NUN, “PYD YÜZÜNDEN ABD’YLE KÜSECEK DEĞİLİZ” SÖZLERİ, FIRAT’IN BATISI KONUSUNDA, HÜKÜMETİN İKNA EDİLDİĞİNİN SİNYALİ OLABİLİR. OBAMA’NIN, CUMHURBAŞKANI ERDOĞAN İLE GÖRÜŞMESİNDEN SONRA, YAPILAN YAZILI AÇIKLAMADA, SADECE “IŞİD’LE VE TERÖRLE MÜCADELEYE” VURGU YAPILMASI DİKKAT ÇEKİCİ! OBAMA’NIN CUMHURBAŞKANI İLE İLGİLİ SÖZLERİ İSE ERDOĞAN’IN ABD NEZDİNDE “ÖZGÜL AĞIRLIĞININ” SIFIRLANDIĞINI ORTAYA KOYDU. TÜRKİYE-AB MÜLTECİ ANLAŞMASI UYARINCA YUNANİSTAN’DAN İLK İADE MÜLTECİLER GELDİ. SURİYELİ OLANLAR OSMANİYE VE DİĞER BÖLGELERE, DİĞERLERİ DİKİLİ VE ÇEŞME’DEKİ KAMPLARA YERLEŞTİRİLİYOR. HÜKÜMETİN MÜLTECİ YERLEŞİM PLANLARININ DEMOGRAFİK-ETNİK YAPI KISTASINA GÖRE YAPILACAĞI ANLAŞILIYOR. TÜRKİYE ORTADOĞULULAŞIYOR, İSTANBUL HIZLA BİR ORTADOĞU KENTİNE DÖNÜŞÜYOR. BAŞTA IRAKLILAR OLMAK ÜZERE, SUUDİLERİN, KÖRFEZ BÖLGESİ ÜLKELERİNDEN GELENLERİN, KONUT ALIMLARI HIZ KAZANIRKEN, TÜRK VATANDAŞLARI İSE ABD VE AVRUPA’YA YERLEŞİYOR. ABD’DE TÜRK VATANDAŞLARININ KONUT ALIMLARI 1 MİLYAR DOLARI AŞMIŞ DURUMDA. ÇİN, BEŞ YILLIK KALKINMA PLANI’NDA, BİLİŞİMDEN SONRA, İKİNCİ “BİR NUMARA” OLMA HEDEFİNİ, FUTBOL İÇİN BELİRLEDİ. ÇİN KULÜPLERİ DÜNYA FUTBOL PİYASASINA MİLYONLARCA DOLAR AKITARAK, EN GÖZDE FUTBOLCULARI ÇİN LİGİNE KAZANDIRIYOR. BEŞ YILLIK PLAN DÖNEMİNDE, 5 BİN OLAN FUTBOL OKULLARININ SAYISI 50 BİNE ÇIKARTILACAK. KÜRESEL REKABETTE İDDİALI OLDUĞUMUZ DEMİR-ÇELİKTE DE “NET İTHALATÇI” KONUMUNA GELDİK. HÜKÜMETİN YANLIŞ EKONOMİ VE ENERJİ POLİTİKALARI, YERLİ ÜRETİCİLERİN REKABETTE DESTEKLENMEMESİ, BU SONUCU DOĞURDU. TÜKETİM ARTIP, ÜRETİM AZALIRKEN, YERLİ ÜRÜNDEN DAHA UCUZA GELEN İTHAL ÇELİKLE, ÇELİK İTHALATI KATLANDI. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 2 İHRACAT VE İMALAT GERİLERKEN, 2015’İN YÜZDE 4’LÜK BÜYÜME HIZI, VERİLERİN VE KALEMLERİN ANALİZ EDİLMESİYLE, KALICI SONUÇLAR YARATACAK, ÜLKE EKONOMİSİNİ TOPARLAYACAK BİR GELİŞME OLMAKTAN ÇOK UZAK. TİM VE İSO’NUN VERİLERİ 2016 YILI İÇİN UMUT VERMİYOR! İSOPMİ ENDEKSİ ÖNÜMÜZDEKİ AYLAR İÇİN RİSK SİNYALLERİ VERİYOR! YILLIK YÜZDE 4 BÜYÜME, DEVLET VE HANE HALKI TÜKETİM HARCAMALARI, KAMUNUN SEÇİM DÖNEMİ HARCAMALARI, TERÖRLE ARTAN GÜVENLİK HARCAMALARI VE SURİYELİ MÜLTECİLERE YAPILAN HARCAMALAR SAYESİNDE SAĞLANMIŞ. ÜRETİM, YATIRIM YOK! YÜZDE 5,7’LİK SON ÇEYREK BÜYÜMESİNİ TETİKLEYEN İSE 1 KASIM SEÇİM DÖNEMİ! YÜZDE 4 BÜYÜMEYE RAĞMEN, KİŞİ BAŞINA YOKSULLAŞMA 1.134 DOLAR OLURKEN, BÜYÜMEYE KATKI VEREN HANE HALKI TÜKETİM HARCAMALARININ YÜZDE 66’SI GIDA, ULAŞIM, KONUT VE KİRAYA GİTMİŞ. AİLELER VE BİREYLER, GELİRLERİNİN ÜÇTE İKİSİNİ, EN TEMEL İNSANİ İHTİYAÇLARINI KARŞILAYABİLMEK İÇİN HARCAMIŞ. ÇİN VE İSRAİL’İN “BÜYÜK ORTAKLIK” KARARI, BÖLGEMİZDE YENİ OLUŞUMLARIN VE DENGELERİN HABERCİSİ… İKİ ÜLKE ARASINDA İMZALANAN 13 FARKLI ANLAŞMA İLE BÖLGESEL, SİYASİ, ASKERİ, ENERJİ VE STRATEJİK ORTAKLIKLAR KONUSUNDA ÖNEMLİ ADIMLAR ATILIRKEN, HALEN 8 MİLYAR DOLAR OLAN TİCARET HACMİNİN DE ÜÇE KATLANMASI KARARLAŞTIRILDI. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 3 HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU DETAYLAR AKP’nin KKTC’ye dayattığı su temini anlaşması, bir sömürge anlaşmasıdır. KKTC suyunu, 34 yıl boyunca bir özel şirketin tekeline bırakmayı, kârı ve rantı garanti etmeyi öngören bu anlaşma, Anavatan’ın, tıpkı “Karaman olayı” gibi, Yavru Vatan’ı tacizi ve istismarından başka bir şey değildir. Birinci Dünya Savaşı’nda batılı emperyalistlerin Osmanlı’ya dayattığı imtiyaz anlaşmalarından farkı yoktur ve daha ağırıdır. Anlaşmanın KKTC Meclisinden geçişini kolaylaştırmak için de, AKP’nin bir siyasi operasyon yaparak, yandaşı UBP’ye koalisyonu bozdurması, rant kavgasının büyüklüğünü göstermektedir. KKTC’ye gönderilen suyun satışı, dağıtımı, anlaşma uyarınca bir “özel şirket tekeline” bırakılmaktadır. Bu şirketin şimdiden belirlendiği, anlaşmaya konulan tekelci ve dokunulmazlık içeren, fiyatı belirsiz suyun 34 yıl boyunca “al ya da öde” koşuluyla satışının garanti edilmesini öngören maddelerden anlaşılmaktadır. KKTC’de uzun süredir siyasi krize neden olan Türkiye ile KKTC arasındaki Barış Suyu Projesinde Mart ayında imzalanan anlaşmanın, KKTC meclisine onay için gelmesi öncesinde yaşanan siyasi hükümet krizinin de AKP patentli olduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır. AKP hükümeti, 1 Kasım seçimleri öncesinde açılışı yapılan Anamur-Dragon Çayı-Alaköprü barajı ile KKTC-Girne-Geçitköy barajı arasında inşa edilen boru hattı ile KKTC’ye ulaştırılan içme ve kullanma suyunun, “özelleştirilmesinde, özel şirket tarafından satışı ve dağıtımında” ısrarcı oldu. KKTC’ye bunu kabul ettirmek için uzun süre, çok ciddi baskı uyguladı. Anlaşma, KKTC’de Su Temini, Dağıtımı ve Satışının “özel Şirket” tarafından yapılmasını, Belediyelerin tüm su depolama, dağıtım vb. tesislerinin özel şirkete devredilmesini, ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 4 34 yıl boyunca, KKTC’de su dağıtımı, depolanması, satışı konusunda, başka herhangi bir şirkete izin ve imtiyaz verilemeyeceğini, KKTC’nin yer altı su kaynaklarının da çıkarılması, işlenmesi, dağıtım ve satışının bu şirkete bırakılmasını, suyun satış ve tüketim fiyatının, şirket tarafından performansa göre belirleneceğini, Su bedelinin “al ya da öde” ilkesi çerçevesinde, KKTC Maliye bakanlığınca şirkete, alım ve ödeme garantisi verileceğini, KKTC hükümetine dayatmaktadır. KKTC’ye Türkiye’den giden suyun dağıtım ve satışını yapacak “Müstakbel Tekelci, Müteahhit ya da Şirketin önüne” hükümet taahhütlü, garantili şekilde, “ballı, kelepir, çöpsüz üzüm” altın tepside sunulacaktır. Cumhurbaşkanının, KKTC’den Güney Kıbrıs’a da su verilebileceğini, Rum tarafının talebi halinde, hattın Güney’e uzanacağını söylemesi, “rantın katlanması hevesinin” ifadesidir. Bu anlaşmanın, KKTC Meclisi’nde onaylanmasının hemen öncesinde, Koalisyon hükümetinin, su tartışmasında, AKP’nin “özel şirket” tezine destek veren, AKP’nin “KKTC’deki gölgesi” konumundaki Ulusal Birlik Partisi (UBP) tarafından bozulması, gerek Türkiye gerekse KKTC açısından, bir rant kavgasının varlığını, somut biçimde göstermektedir. Kıbrıs sorununun çözümüyle ilgili müzakereler sürerken, KKTC’nin hükümetsiz kalması, giderek bir erken seçim olasılığının gündeme gelmesi, rant paylaşımı için gözlerin iyice karartıldığını, sudan gelecek paranın, Kıbrıs’ta çözümden daha öncelikli olarak görüldüğünü ortaya koymaktadır. KKTC-Türkiye arasında imzalanan Su Temini Anlaşması yakında TBMM önüne de gelecek. Bu sömürge anlaşmasını, Cumhurbaşkanı ve Başbakanın şimdiden büyük olasılıkla “bildiği” yandaş bir özel şirketin çıkarları için, onaylayıponaylamama konusundaki karar, “TBMM’nin, emperyalistlere karşı mücadele eden, Milli Mücadele ve Kuvay-ı Milliye ruhunun simgelendiği konumu çerçevesinde”, “onur kıstası” olacaktır. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 5 Hükümete yakın medyada gündeme getirilen darbe iddiaları, Cumhurbaşkanı ve hükümetin, siyaseti ve başkanlık sistemini dizayn için, yeni bir senaryoya geçiş yaptığını gösteriyor! Bu iddialara ne Cumhurbaşkanı ne de Başbakanın sesi çıkmıyor. Savcılar, yandaş medyaya darbe soruşturması açamıyor! “TSK Darbe yapacak, Rus uçağını vuran pilotlar, TSK içindeki darbeci terör örgütünün, illegal yapılanmanın elemanları, bunları tasfiye etmezse Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, istifa edip gitmek zorunda kalacak” diye yazan yandaş yazarlar için, savcılar, soruşturma açma gereği duymuyor. Bu darbe iddialarına Cumhurbaşkanı ve Başbakanın da sesi çıkmıyor, itirazları yok. Çünkü anlaşıldığı gibi, kaos ve şiddet senaryosundan sonra, şimdi de darbe senaryosuyla toplumu, TSK’yı baskılama planları devrede. Genelkurmay açıklamasında, “TSK’nın motivasyonunun bozulmaya çalışıldığını, yandaş medya eliyle, TSK’ya karşı “beşinci kol, casusluk faaliyeti” yürütüldüğünü“ açıklamasında dile getirdi. Sonunda Genelkurmay suç duyurusunda bulundu. Demokrasiye bağlılık açıklaması yaptı. TSK’da adli ve idari süreçlerin kesintisiz işlediğini duyurdu. Başbakan Davutoğlu, Genelkurmay açıklamasından bilgisi ve onayı olduğunu söylüyor. Kaos-Şiddet planında ipler elden kaçınca, şimdi darbe senaryosuyla mağduriyet tezgâhı ve Başkanlık yolunun açılmaya çalışıldığı anlaşılıyor. Cumhurbaşkanının 28 Mart’taki Harp Akademisi açılış konuşması, geçen yılki konuşmasıyla karşılaştırıldığında, tıpkı Çözüm Süreci’nde bir yıl içinde aşamalı şekilde uygulamaya konulan kaos ve şiddete dönüş planı gibi, taban tabana zıtlıklar, TSK üzerinden yeni dizayn hamlelerinin işaretlerini veriyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 28 Mart’ta, Harp Akademileri Komutanlığı’nın Eğitim Yılı Açılışı’nda, yaptığı konuşmanın içeriği ve ortaya attığı “Tek Ordu-Tek Komutan” kavramıyla işaretini verdiği önümüzdeki sürece dönük, yeni hedeflerinde TSK’yı da planlarına dahil ettiği anlaşılıyor. Geçen yılın Mart’ındaki konuşmayla, bu yılki konuşma, siyasi ilkesizlik, çıkarcı siyasetin, nasıl şekillendiğini, uygulayıcılarını da nasıl şekillendirdiğini ortaya koyuyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 6 Bir yıl arayla yapılan iki konuşmadaki söylem, siyaset, yaklaşım farklılığı ve zıtlıklarının varlığı somut biçimde ortaya çıkıyor. Darbe söylentilerinin, yorumlarının yoğunlaştığı, Genelkurmay’ın bu iddialara karşı açıklama yapmak zorunda kaldığı bir ortamda Cumhurbaşkanı, Harp Akademileri’nde Kurmay Subaylara konuşurken, “Tek Ordu, Tek Komutan” vurgusu yapıyor. Subaylara, “silah arkadaşlarım, çalışma arkadaşlarım” diye hitap ederek, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’ın da yer aldığı oturumda, TSK’nın “Tek başkomutanının kendisi olduğunu” üzerine basarak vurguluyor. Cumhurbaşkanı, geçen yılki konuşmasında, Çözüm Süreci’nde sona yaklaşıldığını, 40 yıllık bir meselenin kendileri döneminde Çözüm Yoluna girdiğini belirterek, TSK mensuplarından dolaylı şekilde, biraz daha “PKK’ya ve Öcalan’a sabretmelerini” üstü örtülü biçimde içeren ifadeler kullanmıştı. Bunun yanı sıra, Balyoz, Ergenekon, Poyrazköy, Askeri Casusluk vb. kumpas davalarıyla, TSK mensuplarının, haksız yere mağdur edildiğini, bundan dolayı çok üzgün olduğunu belirten Cumhurbaşkanı, kurmay subaylara, “bunun paralel yapının yargı uzantıları tarafından gerçekleştirildiğini, kendisinin de aldatıldığını” söylemişti. Geçen yılın gazete manşetlerine bakarsanız, “Cumhurbaşkanından TSK’ya özür gibi konuşma” manşetlerinin atıldığını görürsünüz. Cumhurbaşkanı geçen yıl Mart ayındaki konuşmasında, ısrarla “TSK’dan Çözüm Süreci’ne destek isteyerek, şehit arkadaşlarının acısını yüreklerine gömmelerini, provokasyonlara gelmemelerini, milletin umudunun tüketilmemesi gerektiğini” ifade etmişti. Kürt Sorununun çözümünde son noktaya varıldığını vurgulamıştı. Cumhurbaşkanı, geçen haftaki konuşmasında ise bu defa, Güneydoğu’daki şehit sayılarını vererek başladı. Bir yıl önce “sonuna geldik sabredin” dediği, Çözüm Süreci’nden hiç söz etmeyen Cumhurbaşkanı, PKK ile mücadele ve Güneydoğu’daki terör olaylarında, geçen yıl Temmuz ayından bu yana 355 şehit verildiğini, 5359 teröristin de etkisiz hale getirildiğini açıkladı. Terörle mücadelenin sonuna kadar süreceğini söyledi. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 7 Bu kez Paralel Yapıdan da “terör örgütü” olarak söz eden Cumhurbaşkanı, darbe söylentilerinin kendisine yakın yazarlarca dillendirildiği bir ortamda, kurmay subaylara geçen yıla göre daha farklı şekilde seslendi; "Her fırsatta söylüyorum, tek millet, tek bayrak, tek vatan, tek devlet. Sizlerin huzurunda buna bir de tek ordu, tek komutan vurgusunu da eklemek isterim. Anayasa’mızın 117. maddesi, 'Başkomutanlık TBMM'nin manevi varlığından ayrılamaz ve Cumhurbaşkanı tarafından temsil olunur' diyor. Buna göre, burada bulunan tüm subaylarımız, Türk Silahlı Kuvvetleri’mizin tüm mensupları, başkomutan sıfatıyla, benim yakın mesai arkadaşlarımdır… Şimdi de diyorum ki buradaki her bir subayımızın benim için öz kardeşimden, öz evladımdan, yakın çalışma ekibimden en küçük bir farkı yoktur. Sizler gibi yiğit, cesur, eğitimli, bilgili, dirayetli ve sadakatli mesai arkadaşlarına sahip olduğum için, ne kadar iftihar etsem azdır.” Bu ifadelerle, Cumhurbaşkanı, “Hepinizin komutanı benim. Anayasa, başkomutanlık TBMM’nin manevi şahsiyetinde Cumhurbaşkanınca temsil edilir dese de, ben manevi değil, fiili komutanınızım. Anayasa ile ilgili diğer pek çok konuda gösterdiğim tavrı, burada da gösteriyorum ve bu düzenlemeyi tanımıyorum.” mesajını doğrudan veriyor. Cumhurbaşkanı ile Başbakan arasında yeni anayasa konusunda görüş ayrılığı olduğu anlaşılıyor. “Yeni Anayasa” diye ısrar eden Cumhurbaşkanı, şimdi “aceleye gerek yok” derken, bu kez Başbakan, yeni anayasanın AKP tarafından yazılıp, Mayıs’ta TBMM’ye sunulacağını açıkladı. TBMM Anayasa Uzlaşma Komisyonu’nu lağvetmeden önce, Cumhurbaşkanı ile görüşen TBMM Başkanı’nın, bu kararı Cumhurbaşkanına danışarak aldığı ve Başbakan Davutoğlu’nun bu konuda bir “emrivaki” ile karşı karşıya kaldığı, açığa çıktı. Şimdi de, Başbakan Davutoğlu’ndan karşı hamle geldi. Başbakan Davutoğlu’nun, yaptığı açıklamada, AKP bünyesinde bir yeni anayasa yazım heyeti oluşturulduğunu ve “Başkanlık sitemine geçişi de içeren” anayasa taslağının yazımına başlandığını duyurması, Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’un da, “Yeni anayasa taslağının, en geç Nisan ayı sonunda, TBMM önüne gelmiş olacağını” açıklaması dikkat çekici. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 8 Hükümet bu adımı atarken, bu kez, Cumhurbaşkanı Erdoğan “Yeni anayasa için acele edilmemesi gerektiğini” açıkladı. Başbakan ve Cumhurbaşkanı, Hükümet ile Saray arasında bir çatlak söz konusu. Baştan itibaren, yeni anayasa ve başkanlık sistemi konusunda, ısrarcı bir tavır sergileyen Cumhurbaşkanının, muhalefet partilerini de, engelleme yapmakla itham etmesine karşın, AKP’nin yeni anayasa taslağını, Mayıs’ta TBMM’ye getireceğini ilan ettiği bir aşamada, “acele edilmemesi” telkininde bulunması, partideki kendi yandaşlarına da mesaj aynı zamanda. Bu arada, Cumhurbaşkanının, kendisine yakın isimlerden Binali Yıldırım’ı, AKP Genel Başkanlığı ve Başbakanlığa hazırladığı, partinin Mayıs ayında “olağanüstü kongreye” götürülerek, Davutoğlu’nun yerine Yıldırım’ın getirileceği yönündeki Cumhurbaşkanına yakın bazı yazarlarca dile getirilen iddialar söz konusu. Kongre için, başka bir isim altında salon kiralandığı ve gün alındığı iddiaları da medyada yer almasına karşın yalanlanmadı. Bu nedenle de Başbakan Davutoğlu’nun, karşı anayasa hamlesini gündeme getirerek, Mayıs ayında TBMM’ye AKP’nin yeni anayasa taslağını sunmayı hedeflediği, bu konuda muhalefetten ve özellikle de MHP’den gelecek 15-20 oyluk bir destekle, 330 sayısını bularak, taslağı sonbaharda referanduma götürmeyi planladığı seziliyor. Böyle bir durumda, yani TBMM’nin sonbaharda referandum kararı alması halinde, olağanüstü kongre girişiminin önünün kesilmiş olacağı hesaplanıyor. Davutoğlu’nun, yeni anayasa konusundaki girişimleri, beklenen ve planlanan şekilde gerçekleşmediği takdirde, bir erken seçimi gündeme alabileceği, AKP’nin daha çok sayıda sandalye ile TBMM’ye gelmesi olasılığını, deneme yoluna gidebileceği beklenebilir. AKP, MHP’de iç çekişmelerin yoğunlaştığı, Bahçeli ve ekibinin muhalif il yönetimlerini tasfiyeye yönelmesi ve şimdi de, olağanüstü kongre için oy veren delegelerin, partiden ihracını gündemine almasıyla, olası bir erken seçimde, MHP’nin dışa dönük enerjisinin en alt düzeye ineceğini ve dağıtılan örgütler nedeniyle, baraj altında kalmasının söz konusu olacağını düşünüyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 9 HDP’de ise, TBMM’ye sevk edilen fezlekeler nedeniyle, başta Eş Başkanlar Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere, Sırrı Süreyya Önder, İdris Baluken, Ertuğrul Kürkçü gibi partinin vitrinindeki önemli isimlerin, dokunulmazlıklarını kaldırarak, yargı sürecine girmesi, AKP tarafından, olası bir erken seçimde, HDP’yi de baraj altına itecek gelişmelerden birisi olarak değerlendiriliyor. Böyle bir tabloda, anayasa referandumu söz konusu olamasa bile, erken seçimin yaşama geçirilmesi durumunda, mevcut konjonktürün, iki partili bir TBMM ve anayasa değiştirebilecek çoğunluğa sahip bir AKP iktidarının yolunu, rahatlıkla açacağının planlandığı anlaşılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, gezi eylemlerinde darbeci ilan ettiği CNN’e çıktı, “yalnız bırakıldık” diye sızlandı. Cumhurbaşkanı ve hükümet, “onurlu yalnızlık” diye bir teselli bulmuşlardı. Anlaşılan şimdi, “yalnızlık baki, onuru gitmiş” görünüyor. Cumhurbaşkanının ABD seyahatinde dile getirdiği itiraf niteliğindeki “yalnızlık” aynı zamanda somut bir gerçek. Dünyanın 54 ülkesinin devlet ve hükümet başkanlarının katıldığı zirvede, Cumhurbaşkanı adeta yapayalnızdı. Obama ile 50 dakikalık zoraki görüşme dışında, dünya liderlerinden “ikili görüşme” talebi gelmedi. Bu Türkiye adına çok üzücü bir tablo! Türkiye Cumhurbaşkanının önemsenmemesi, ciddiye alınmaması, hatta “dışlanması” demek… ABD ziyaretinde ağırlıkla “içeriye oynayan” Cumhurbaşkanının dışa dönük olarak planlanan yegâne PİAR’ı Brookings Enstitüsü’nde yapacağı konuşmaydı. Ancak bu konuşma ve toplantı öncesinde, Cumhurbaşkanı korumalarının gazetecilere, göstericilere, protestoculara dayak atmasıyla bu PİAR da sıfırlandı. Cumhurbaşkanının Brookings konuşmasından çok, bu dayak görüntüleri dünya medyasının ilk sayfalarına oturdu. Korumaları, adeta Cumhurbaşkanından rol çaldı. ABD güvenlik görevlisinin, Cumhurbaşkanı korumalarına gelip “Siz ne yapıyorsunuz burası Amerika” diye fırça atmasını tüm dünya izledi. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 10 PYD’nin Fırat’ın batısına geçmesini kırmızı çizgi ilan eden Türkiye açısından, Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun, ABD’de yaptığı açıklamalar, ilginç! Bakan Çavuşoğlu’nun, “PYD yüzünden ABD’yle küsecek değiliz” sözleri, Fırat’ın batısı konusunda, hükümetin ikna edildiğinin sinyali olabilir. Cumhurbaşkanı “Ey Obama, PYD’mi, biz mi?” diye ABD’yi tercihe zorluyordu. ABD’de Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun “PYD yüzünden ABD ile küsecek değiliz” açıklaması, Fırat’ın batısının da, kırmızı çizginin de bittiğini gösteren bir politika değişikliği işareti olarak değerlendirilebilir. Anlaşılan, Ankara’da ve ABD’de Obama’nın özel temsilcisi Garett McGurk ile yapılan görüşmelerde, PYD konusunda AKP Hükümeti’nin geri adım atmasını sağlayacak talepler gündeme getirilmiş! Yakında, PYD Eş Başkanları Salih Müslim ve Asya Abdullah, yine Ankara’da ağırlanırsa, şaşırtıcı olmaz! Obama’nın, Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşmesinden sonra, yapılan yazılı açıklamada, sadece “IŞİD’le ve terörle mücadeleye” vurgu yapılması dikkat çekici! Obama’nın Cumhurbaşkanı ile ilgili sözleri ise Erdoğan’ın ABD nezdinde “özgül ağırlığının” sıfırlandığını ortaya koydu. ABD Başkanı, Cumhurbaşkanı Erdoğan halen ülkesinde iken kendisine yöneltilen Erdoğan hakkındaki soruları yanıtlarken dile getirdiği, tüm ajansların bire bir metnini geçtiği şu görüşler, Türkiye adına çok incitici: “Türkiye’de, beni rahatsız eden bazı trendlerin olduğu sır değildir ve bu gerçeği direkt olarak kendisine (Erdoğan) de söyledim. Basın özgürlüğüne, inanç özgürlüğüne, hukuk devletine ve demokrasiye güçlü biçimde inanıyorum. Erdoğan’ın üç kez üst üste demokratik yollardan seçildiğine şüphe yok ama basına karşı aldıkları tutum, Türkiye’yi çok sıkıntılı olabilecek bir yola sokabilir. Bunu ona hatırlatmaya devam edeceğiz. Erdoğan’a, ‘demokrasiye söz vererek iktidara geldiğini ve Türkiye’nin, derin İslam inancının modernlik ve açıklıkla, tarihsel olarak yan yana yaşadığı bir ülke olduğunu’ söyledim. Ve basın özgürlüğünü baskı altına alan ve demokratik tartışma ortamını yok eden bir strateji izlemek yerine, izinden gitmesi gereken gelenek de budur.” ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 11 Henüz ülkesinde bulunduğunuz bir devlet başkanı hakkınızda, dünya medyası ve liderlerinin önünde, basın toplantısı yaparak bunları söylüyorsa, o ülke ve dünya nezdinde ciddiye alınmıyorsunuz, ağırlığınız kalmamış demektir. Cumhurbaşkanı, Obama’nın ikili görüşmeleri sırasında, kendisine bunları söylemediğini, gıyabında böyle konuşmasından üzüntü duyduğunu söylerken, Beyaz Saray’dan derhal bir açıklama daha geldi. Başkan Obama’nın “sözlerinin arkasında olduğu” vurgulandı. Siz üzüntü beyan ederken, o devletin başkanı “Sözümün arkasındayım” diyerek, ikinci bir açıklama daha yapıyorsa, tepkinizin ve üzüntünüzün o başkan nezdinde bir karşılığı, etkisi ya da yankısı yok demektir. Dikkat ederseniz, ABD ziyaretinde ve Obama-Erdoğan görüşmesi sonrasında yapılan açıklamada, ne Stratejik Ortaklıktan ne de Türkiye’nin bölgede ve dünyadaki ağırlığından, bölge ülkelerine model olmasından söz edildi. Bu da, ABD yönetiminin, Türkiye’yi artık stratejik ortak olarak görmediğini, Türkiye’deki demokrasi modelini, bir dönem bölgesel düzeyde ılımlı İslam demokrasisi olarak diğer ülkelere telkin ettikleri Erdoğan’lı yönetim modelini de rafa kaldırdığını gösteriyor. Türkiye-AB mülteci anlaşması uyarınca Yunanistan’dan ilk iade mülteciler geldi. Suriyeli olanlar Osmaniye ve diğer bölgelere, diğerleri Dikili ve Çeşme’deki kamplara yerleştiriliyor. Hükümetin mülteci yerleşim planlarının demografik-etnik yapı kıstasına göre yapılacağı anlaşılıyor. Türkiye ile AB arasındaki Mülteci anlaşmasının ilk uygulaması 4 Nisan’dan itibaren başladı. Yunanistan’dan getirilen ilk mülteci kafilesi Dikili’ye vardı. Dikili ve çeşme limanında yapılan kamplara yerleştirilen göçmenler, Pakistan, Afganistan, Libya ve diğer Afrika ülkeleri ile Suriyelilerden oluşuyor. Hükümet Suriyelilerin, Osmaniye’de kurulan kamplara, diğer milliyetlerden olanların, gerekli yasal işlemler Dikili ve Çeşme’de yapıldıktan sonra önce TrakyaKırklareli’ne oradan da ülkelerine gönderileceklerini açıkladı. Türkiye’ye gelen Suriyelilere karşılık da Türkiye’den 16 Suriyeli göçmen Almanya’nın Hannover kentindeki kampa gönderildi. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 12 Bu mülteci takası, Yunanistan’dan alınacaklar için üst sınır oralar belirlenen 72 bine ulaşıncaya kadar devam edecek. Bu işlemler tamamlandıktan sonra, sıra AB ülkelerine yasadışı yollardan gitmiş, 1 milyonu aşkın kaçak göçmenin eleminasyonuna gelecek. Yunanistan’dan alınacak olanlar, AB- Türkiye anlaşmasının bağıtlanmış hükümlerinden birisiydi. Bir sonraki aşamada ise 1 Haziran’dan itibaren Geri Kabul Anlaşması devreye girecek. Burada da geri kabul-vizesiz Avrupa kıstasının nasıl işlediğini, ya da işleyip işlemeyeceğini göreceğiz. AB Bakanı, şayet vize kolaylığı devreye girmezse, Türkiye’nin de Geri kabul Anlaşmasını askıya alacağını söylüyor. Bu durumda, anlaşma da yürürlükten kalkacak demektir. Kanımca, Vizesiz Avrupa’nın işlerlik kazanması oldukça zor… Özellikle, Alman medyasında çıkan haber, yorumlar, televizyonlardaki bazı eleştirel programlara varana kadar Cumhurbaşkanlığının devreye girmesi, Almanya Büyükelçisi’nin Dışişlerine çağrılıp, programların yayından kaldırılması taleplerinin iletilmesi, medya ve ifade özgürlüğü adına tam bir skandal. Nitekim anlaşmanın en büyük taraftarlarından birisi olan Avrupa Parlamentosu’nun başkanı Martin Schulz’un Cumhurbaşkanını eleştirerek, medya, düşünce, ifade özgürlüklerine getirilen kısıtlamalar karşısında suskun kalmalarının söz konusu olamayacağını söylemesi ve AB’yi “Burası demokrasi evi” diye tanımlaması, önemli bir çıkış. Çünkü vizelerin kaldırılması kararının onaylanacağı son merci Avrupa Parlamentosu! Cumhurbaşkanı ve Hükümet, AP’yi bu şekilde karşılarına almaya devam ederlerse, vizelerin kalkması kararının AP’de onaylanması olanaksız. Göçmenlerin iadesi uygulamasının başlaması sonrasında dikkat çeken, bir başka nokta yerleşim planları! Göçmenlerin Dikili, Çeşme, Kırklareli’ye yerleştirilmeleri, Suriyeliler için Osmaniye’de kamp yapılması, İçişleri Bakanının İç Anadolu illerine mülteci yerleştirileceğini açıklaması anlamlı. Yine Kahramanmaraş’ta Alevi ağırlıklı yerleşimlerin bulunduğu bölgelerde yurttaşların karşı çıkmasına, protestolarına rağmen, polis ve jandarma gücüyle, Suriyeli mülteciler için Konteyner Kent kuruluşunun başlatılması dikkat çekici bir başka yerleşin uygulaması. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 13 Türkiye Ortadoğululaşıyor, İstanbul hızla bir Ortadoğu kentine dönüşüyor. başta Iraklılar olmak üzere, körfez bölgesi ülkelerinden gelenlerin, konut alımları hız kazanırken, türk vatandaşları ise ABD ve Avrupa’ya yerleşiyor. ABD’de türk vatandaşlarının konut alımları 1 milyar doları aşmış durumda. Ülkemizdeki mültecilerin, hükümet eliyle kurulan kamplara, konteyner kentlere ve sonrasında kalıcı konutlara yerleştirilmeleri planlaması yapılırken, 2 milyon 720 bin mültecinin sadece yüzde 10-15’lik bölümü, AFAD ve kamu kontrolündeki bu kamplarda kalıyor. Yüzde 85-90’lık mülteci kitlesi başta İstanbul olmak üzere çeşitli illere dağılmış vaziyette. İstanbul’da YusufpaşaTopkapı bölgesi artık “Küçük Suriye” olarak anılıyor. Bu semtlerde dahil olmak üzere, merkezi semtlerden Aksaray’da Suriyeli yerleşimi en üst düzeyde. Emlakçılar, restoranlar, kafeler, çiçekçilere varana kadar Suriyeli esnaf ağırlığı artıyor. Buralardaki Türk vatandaşları evlerini, işlerini kapatarak, İstanbul’un başka semtlerine taşınıyor. Merkez Bankası’nın Konut sektörü fiyat artışları analizine göre, Türkiye genelinde konut fiyatları ortalama yüzde 17,5 artarken, İstanbul’da artış oranı yüzde 22 düzeyine çıkmış durumda. Kiralarda ise artış oranı Gaziantep, Şanlıurfa, Kilis, Hatay, Kahramanmaraş, Adıyaman, Mardin, Bingöl, Bitlis gibi illerimizde yüzde 40-50’ye ulaşırken, İstanbul’da da yüzde 30 ve üzerinde kira artışı yaşanıyor. 110 yıllık bir geçmişi olan dünyanın en büyük Gayrımenkul, Pazarlama, Araştırma Şirketi Knight Frank’ın 2015 Raporu’na göre, Türkiye yüzde 18,4 düzeyiyle, dünyada konut fiyatlarının en yüksek artış hızına sahip ülkesi oldu. Knight Frank’ın 2016 Wealth Report Araştırması da dünya genelindeki konut ve gayrımenkul eğilimlerini yansıtırken, Türkiye gerek konut sektöründe oluşan balon gerek konut fiyatları artışı ve gerekse konut satışları açısından “Ortadoğu’nun gözdesi” konumunda. 2015 raporunda, batı ile doğuyu birleştiren Türkiye’nin Ortadoğulu konut yatırımcıları açısından gayrımenkul yatırımları için “güvenli bir liman” olarak görüldüğü dile getirilirken, 2016 raporunda patlayan terör ve Ankara-İstanbul katliamları sonrasında, ciddi bir düşüş riski belirmiş durumda. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 14 Türkiye İstatistik Kurumu’nun (TÜİK) Konut istatistiklerine göre, 2015 yılında yabancılara konut satışı 2014’e göre yüzde 15 oranında artarak 22 bin 991 adet oldu. Türkiye’de konuta en çok ilgi duyanların başında Iraklılar geliyor. Yabancılara yapılan konut satışlarının dağılımına göre, satılan konutların yüzde 18,4’ü Iraklılar, yüzde 11,8’i Suudiler, yüzde 9,2’si Kuveytliler, yüzde 8,8’i Ruslar ve yüzde 4,6’lık bölümü İranlılar tarafından satın alınmış. 2016’nın Ocak-Şubat aylarında da TÜİK verilerine göre, yabancılara konut satışı 2015’e göre yüzde 15 artmış ve yine en büyük alıcılar sıralamasında Iraklılar, Kuveytliler ve Suudiler yer alıyor. Ortadoğulular, bölgelerindeki ve ülkelerindeki savaştan kaçarak Türkiye’de gayrimenkul yatırımına hız verirken, Türk vatandaşları da benzer kaygılarla, ABD’de konut alımlarına ve yerleşimlere hız vermiş görünüyor. ABD’li konut pazarlama kuruluşu Lennar International’ın Türk vatandaşlarına pazarladığı ve satışını gerçekleştirdiği konut tutarı sadece 2015 yılında 1 milyar dolar düzeyinde. Türk vatandaşları geçen yıl ABD’nin çeşitli eyaletlerinde ve ağırlıkla Teksas başta olmak üzere, Miami, Florida, Orlando gibi kentlerde toplam 1550 daire satın almış durumda ve bu sayı katlanarak artıyor. Diğer yandan Türk vatandaşlarının ABD’de konut alımlarına hız vermesinde bir diğer önemli etken, başta Teksas olmak üzere, bazı eyaletlerin 500 bin dolarlık gayrimenkul yatırımı, konut alımı yaban bir kişiye, ailesi ile birlikte Amerikan vatandaşlığı için başvuru hakkının veriliyor olması. Yani Türkiye’den ABD’ye yönelik bu akının ardında, hem yatırım, hem birikimini değerlendirme ve asıl kendisi ve ailesi, çocukları için terörden uzak, can güvenliği, eğitimi, yaşam kalitesi, ile güvenli bir gelecek arayışı söz konusu. Iraklı, Suriyeliler başta olmak üzere, Ortadoğu’nun savaşından, teröründen kaçanlar aileleri ve çocukları için sığınacak liman olarak Türkiye’yi seçerken, Türkiye’de yaşayanlar ise ABD’yi ve diğer Avrupa ülkelerini tercih ediyor. Giderek öne çıkan ve belirginleşen bu eğilimin farkında olan AB’nin, Türkiye’den gelecek yerleşimcilerin akınına uğrama olasılığını da gözeterek, vizeyi kaldırma yoluna gitmesini de bu çerçevede gerçekçi bir değerlendirmeyle, düşük bir olasılık olarak görmek gerekiyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 15 Çin, beş yıllık kalkınma planı’nda, bilişimden sonra, ikinci “bir numara” olma hedefini, futbol için belirledi. Çin kulüpleri dünya futbol piyasasına milyonlarca dolar akıtarak, en gözde futbolcuları çin ligine kazandırıyor. beş yıllık plan döneminde, 5 bin olan futbol okullarının sayısı 50 bine çıkartılacak. Çin Devlet Başkanı Şi Cinping’in futbol tutkusu ve kendi ülkesindeki takımlar dışında, Manchester United’ın fanatik taraftarlığı, Çin Hükümetini beş yıllık kalkınma planında, sportif başarı ve dünya birinciliğini elde etme konusunda Futbol’u ilk sıraya yerleştirme kararına yönlendirdi. Avrupa kış sezonu, devre arası transferlerde, 379 milyon dolarlık transfere imza atan Çin futbol kulüpleri, bu tutarla, İngiltere Premier Lig, Alman Bundesliga, İtalya Serie A ve ispanya La Liga’yı kat kat geride bıraktı. Çin Süper Lig takımları, son birkaç yıldan bu yana adımları atılmaya başlanan Futbol Devrimi Planlamasıyla, üst üste, Asya Şampiyonlar Ligi’nde şampiyonluğu kazanıyorlar. Çin’in yaptığı son transferler, dünya futbol liglerinde ve transfer piyasasında tüm dengeleri altüst edecek gibi görünüyor. Brezilyalı Alex Teixeria’yı Ukrayna’nın Şakhtar Donetsk takımından 50 milyon euroya alan Jiangsu Suning futbol kulübünün ödediği bu tutar, aynı futbolcuya talip olan Liverpool’un teklif ettiği tutarın, yüzde 60 üzerinde. Jiangsu Suning kulübü, 36 milyon dolara da Chelsea’dan Ramires Santos Nascimento’yu aldı. Çin’in önde gelen sanayi grubu Wanda Group, İspanya La Liga’dan Atletico Madrid’in yüzde 20 hissesini satın aldı. Diğer Çin firmalarının da köklü, ünlü ve dünya çapında taraftarı olan Avrupa Kulüplerinin, tüm hisselerini satın alma, ya da kısmi hisse alarak, kulüplere ortak olma yoluna gitmeleri planlanıyor. Bu bir anlamda, yeni plan döneminde Çin’in Futbol’daki devlet politikası olarak belirlenmiş durumda.Çin şirketlerinin futbola yaptıkları yatırımların ve büyük transferlerin etkisi kulüplerin artan değerlerine de yansımaya başladı. Son iki sezon Asya Şampiyonlar Ligi şampiyonu olan Guangzhou Evergrande kulübünün değeri, 3 milyar 350 milyon dolara yükseldi ve Arsenal, Manchester United, Borussia Dortmund gibi İngiliz ve Alman kulüplerinin yanı sıra pek çok ünlü kulübün değerini geride bıraktı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 16 Avrupa Kulüpleri de Çin futbolunda, liglerinde ve geleceğinde söz sahibi olmak için, devreye girdiler. Bunlar arasında en atak olan, Manchester United. Manchester United’ın, resmi kayıtlı olarak tüm dünyadaki 659 milyon taraftarının, 110 milyonunun Çin’li taraftarlar olduğu belirtiliyor. MANU şimdi, bu olanağı değerlendirerek, Çin’de yasadışı ve kaçak olarak üretilip satılan formalar için, lisanslı satışları artırmayı, naklen yayın gelirlerinden aldığı payı büyütmeyi planlıyor. MANU, Çin’de devlet politikası olarak açılışı hızlandırılan, yerel futbol okullarına da futbol hocaları, antrenörler göndermeyi kararlaştırdı. Çin hükümetinin ilk hedefi, bundan sonraki ilk Dünya Futbol Şampiyonası’nın ev sahipliğini almak. Bu çerçevede, futbol altyapısına yönelik yatırımlara hız verilmesi ve aktarılan kaynağın artırılması kararı alındı. Mart sonunda açıklanan Futbol Eylem Planı’nda ise, ülke çapında, futbolda uzmanlaşan ilk ve ortaokul sayısının, şu anda bulunduğu 5000 seviyesinden, 2020’de 20 bin ve 2025’te 50 bin seviyesine çıkarılması kararlaştırıldı. Bunu aktarmamın nedeni spor politikasının nasıl olması gerektiğini somut olarak ortaya koymak. Doping şampiyonu olan Türk sporunu, altın tüccarlığıyla teşvik yerine, altyapı, uzun vadeli planlama, Spor ve Eğitim bakanlıklarının ortak çalışmalarıyla, küçük yeteneklerin keşfi ve spor eğitimine alınması, en az 5-10 yıllık planlamalar ve hedeflerle, geleceğin spor başarılarının yaratılması, kulüplerin desteklenmesi vb. politikalar gerek. Gençliğin ruh ve beden sağlığı, başarılara imza atması, kazanılması, desteklenmesi ve bunun eğitimle paralel yürütülmesi bu şekilde olur. Aksine sporu siyasallaştırarak, kulüpleri, federasyonları ele geçirmeye çalışarak, taraftarı fişleyerek, spor zevkinden mahrum edip, statlardan uzaklaştırarak, ancak olsa olsa doping şampiyonu olursunuz, kulüplerini mali bünyeleri bozuk olduğu için turnuvalardan, şampiyonalardan dışlanır, men edilir. Önceki değerlendirme raporlarımda, Çin’in Internet Plus adıyla kabul ettiği yeni beş yıllık planında, internette, bilişimde, dijital teknolojilerde, siber ataklarda, uydu-uzay vb. alanlarda dünyanın birinci ülkesi olma hedefinin ayrıntılarını paylaştım. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 17 Bir ülkenin dünya çapında etkin konumda olabilmesi için bilim, yüksek teknolojide üstünlük, gelecek 15-20 yılın hedeflerini bugünden öngörmek ve sağlıklı bir toplum yapısı için, eş zamanlı olarak sporu da paralel şekilde planlayarak her alanda donanımlı bir gençliği, yani ülkenin geleceğini yaratmak bu şekilde olur. CHP olarak, Çin Halk Kongresi’nin kabul ettiği beş yıllık kalkınma planını, Internet Plus ve Futbol Eylem Planlarını, yakından inceleyip, plan ve projelerimizde ülkemiz için uyumlu politikaları saptama konusunda çalışmalar yapılmasının önemli olduğu inancımı paylaşmak isterim. Küresel rekabette iddialı olduğumuz demir-çelikte de “net ithalatçı” konumuna geldik. Hükümetin yanlış ekonomi ve enerji politikaları, yerli üreticilerin rekabette desteklenmemesi, bu sonucu doğurdu. Tüketim artıp, üretim azalırken, yerli üründen daha ucuza gelen ithal çelikle, çelik ithalatı katlandı. Ülkemizin en köklü sanayi dallarından birisi olan ve istihdam içinde de önemli paya sahip demir çelik sektöründe, giderek küresel iddiamızı kaybetme noktasına geldik. İç tüketimin artmasına karşın, üretimin azalması, ithal çelik tercihini ön plana çıkarttı. Çelik tüketimindeki yüzde 27,5 artışa karşılık, üretimin yüzde 7,6 düşmesi, talep açığının Çin, Rusya ve Ukrayna'dan yapılan ithalatla karşılanmasına neden oluyor. Oysa Erdemir, İsdemir, Kardemir gibi köklü ve yüksek kapasiteli demir-çelik üretimine, özel sektörün hurda hammadde işlediği ark ocaklı yüzlerce tesisle bu sektörde, birkaç yıl öncesine kadar net ihracatçı konumundaki Türkiye çelik sektörü, şimdi net ithalatçı durumuna geldi. Çin, Rusya ve Ukrayna’nın dampingli fiyatlarla satışı yanında, 24 saat kesintisiz çalışmak durumunda olan kendine özgü üretim koşullarına sahip çelik sektöründe, yüksek enerji fiyatları, yerli firmalarımızı rekabet edemez hale getirdi. Zararın büyümesini, enerji faturasının ödenemez hale gelmesini önlemek için, üretici şirketler, üretimlerini kızma, kapasitelerini düşürme yoluna gitmek zorunda kaldı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 18 Türkiye Demir Çelik Üreticileri Derneği (TDÇÜD), sektörün son olarak 2012 yılında yüzde 5,2 üretim artışı gerçekleştirdiğini, bu dönem dışında son dört yıldan bu yana çelik üretiminin aşamalı biçimde gerilediğini belirtiyor. Geçen yıl sonu itibarıyla son dört yılda çelik üretimi 34 milyon 107 bin tondan 31 milyon 520 bin tona gerilemiş bulunuyor. Üretimdeki bu azalmaya karşın, çelik tüketimi talebi aynı dönemde yüzde 27,5 artarak yıllık 27 milyon tondan 34,4 milyon tona yükselmiş durumda. Devlet sübvansiyonlarıyla desteklenen Çinli firmalar, üretim maliyetleri düzeyindeki fiyatlarla, Türkiye ve dünya pazarlarına çelik ihracatı yapıyor. Çin’in aynı zamanda, AB ve Avrupa Kömür Çelik Topluluğu ile imzaladığı serbest ticaret anlaşması çerçevesinde, bu ülkenin ürünleri Türkiye’ye oldukça düşük gümrükle girme imkânına sahip. Dolayısıyla sektörün en büyük üreticileri bile Çin çeliği ile rekabet edemez duruma gelirken, ark ocaklı orta ve küçük boy çelik üreticilerinin tamamına yakını ise, vardiya azaltma, işçileri süresiz izne gönderme uygulamasına gidiyor. Bu arada, kapanan, iflas eden çok sayıda irili ufaklı işletmenin var olduğu da TDÇÜD tarafından hükümete, bildirilmiş durumda. 2011-2015 döneminde toplam 70,3 milyon ton çelik ürünleri ithal edilmiş. Söz konusu dönemde Çin'den yapılan ithalat 6,5 kat artarak, 464 bin 112 tondan 2 milyon 992 bin 553 tona yükselmiş. Aynı dönemde, Rusya'dan yapılan ithalat 2 milyon 140 bin 916 tondan 4 milyon 303 bin 996 tona, Ukrayna'dan yapılan ithalat ise 2 milyon 57 bin 690 tondan 2 milyon 606 bin 93 tona çıkmış. Yurt içindeki enerji maliyetleri de çelik sektörünün üretim yapmak yerine ithalatı tercih etmesinin en başta gelen nedenleri arasında. Çelik üreticilerinden, elektrik tüketim miktarı üzerinden alınan TRT payı, Çevre Katkı Payı gibi ilave kesintiler ve yükler, üretim maliyetlerini ciddi ölçüde artırıyor, rekabeti zorlaştırıyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 19 Bunlar yetmiyormuş gibi, vardiya usulü 24 saat çalışmak zorunda olan yüksek fırınlarda, özellikle gece vardiyasında tüketilen elektrik enerjisine 1 Ocak’tan itibaren yüzde 16 zam yapılması, sektöre adeta “bitirici darbe” oldu. Bu zamlar sonrasında, üreticilerin elektrik faturalarına yansıyan artış yüzde 60-70 düzeyinde. Bu durum çelik üreticilerini de, üretimi sürdürmek ya da artırmak yerine ithalata yönlendiriyor. Petrol fiyatlarının en düşük seviyede olduğu şu dönemde bile elektrik enerjisi fiyatları sürekli zamlanırken, çelik üreticilerinin durumu bu şekilde ise, petrol fiyatları eski seviyelerine gelmeye başladığında en büyük üretim tesislerinin bile kapılarına kilit vurulması kaçınılmaz hale gelecek. Her birisi 10-16 bin işçi arasında istihdama sahip, Erdemir, İsdemir, Kardemir gibi ülke sanayinin ve demir-çelik sektörünün dünya çapındaki kuruluşları yanında, sektörün yüzde 70’ini oluşturan, ark ocaklı özel çelik üreticisi işletmelerin içine girdiği bu darboğaz, otomotiv sanayinden, beyaz eşyaya kadar pek çok önemli sanayi sektörünü de etkileyecektir. Turizmde, yaş sebzemeyve üretimi ve ihracatında gündeme gelen ağır sıkıntılar, bunlara çelik sektörünün de ilavesiyle daha da altından kalkılamaz noktaya varacak, ülke ekonomisini, sanayini çöküş noktasına getirecektir. Kapanan ya da iflas eden işletmeler nedeniyle, artacak işsizlik, iyice çözümlenemez hale gelecektir. İhracat ve imalat gerilerken, 2015’in yüzde 4’lük büyüme hızı, verilerin ve kalemlerin analiz edilmesiyle, kalıcı sonuçlar yaratacak, ülke ekonomisini toparlayacak bir gelişme olmaktan çok uzak. TİM ve İSO’NUN verileri 2016 yılı için umut vermiyor! iso-pmi endeksi önümüzdeki aylar için risk sinyalleri veriyor! Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) Mart ayı ihracat rakamlarını 1 Nisan’da açıkladı. 14 aydan bu yana sürekli düşüşteki ihracat, Şubat ayında bir kıpırdanma gösterdikten sonra, Mart ayında, geçen yılın aynı ayına göre, yüzde 2,6 artışla, 11,5 milyar dolar oldu. 2016’nın Ocak-Mart dönemi üç aylık ihracat toplamı ise, geçen yılın aynı dönemine göre, yüzde 9,8 gerileyerek, 33,4 milyar düzeyinde gerçekleşti. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 20 İhracatın yeniden artışa geçmesinde, özellikle, Almanya, İngiltere, İtalya gibi AB ülkelerine ve Irak’a yapılan ihracatın Mart ayında yüzde 12-15 arasında yükselmesi etkili oldu. Mart’ta, en yüksek ihracat düşüşü, yüzde 22,2 ile Rusya’nın da aralarında bulunduğu Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkelerinde yaşandı. Geçen ay da benzer durum söz konusuydu ve bu durumun, daha da kötüleşerek süreceğini dile getirmiştim. Mart ihracatındaki bu gelişmeye bakarak, ihracattaki gerilemenin durup durmadığı, artışın devam edip etmeyeceği soruları akıllara gelebilir. Bu sorunun yanıtı somut olarak, yine 1 Nisan’da açıklanan, öncü ekonomik göstergelerden, İmalat Sanayi PMİ endeksindeki düşüşle verilmiş oldu. İstanbul Sanayi Odası’nın (İSO), her ay açıkladığı “Türkiye ve İstanbul İmalatı PMI (Satın alma yöneticileri endeksi) Endeksi”, Mart ayında, kritik olan 50 puanın altına inerek, 49,2 puana geriledi. Endeksteki bu gerileme, önümüzdeki aylar için, üretimde, siparişlerde ve ihracatta düşüşün yanı sıra, istihdamda durgunluğun, hatta işten çıkartmaların işaretini veriyor. 1 Nisan’da açıklanan en güncel bu iki ekonomik göstergenin yanı sıra, TÜİK’in 31 Mart’ta açıkladığı 2015 yılı büyüme hızı verileri de, 2016’nın büyüme beklentileri açısından umut vermiyor. TÜİK’in, 2015’in son çeyreği (Ekim-Kasım-Aralık) için yüzde 5,7, yıllık olarak ise yüzde 4 olarak açıkladığı büyüme hızı, piyasaların yüzde 3,8’lik beklentisini aşmış olsa da, büyümenin “kalitesi ve kalemleri” açısından dikkatli olunması anlamına geliyor. Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek, 2015’te, “2 genel seçim ve artan teröre rağmen, yüzde 4 büyüme sağlandığını”, Türkiye’nin, G20 içinde “en hızlı büyüyen dört ekonomiden birisi” olduğunu açıkladı. Oysa, Şimşek ile halef-selef olan Ekonomiden Sorumlu eski Başbakan Yardımcısı Ali Babacan’ın üçüncü çeyrek büyüme hızı açıklandığında bir uyarısı vardı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 21 Babacan “Kaynakları, sanayiye, yatırıma, üretime yatırıma değil, AVM’lere, rezidanslara, inşaata ve toprağa gömdük. Büyümenin yüzde kaç olduğu değil, kalitesi önemli. Ekonomi neyle büyümüş, sanayi, yatırım, ileri teknoloji, ihracat, katma değeri yüksek ürünlerle mi, yoksa tüketim, harcama, vb. başka etkenlerle mi?” demişti. Bu çerçevede, 2015’in son çeyrek ve yıllık büyüme hızının “kalitesine” bakıldığında, AKP’li Babacan’ın söyledikleri AKP hükümetinin ekonomi politikalarının ve KALİTESİZ BÜYÜMENİN “eleştiri hanesine” yazılıyor. Yıllık yüzde 4 büyüme, devlet ve hane halkı tüketim harcamaları, kamunun seçim dönemi harcamaları, terörle artan güvenlik harcamaları ve suriyeli mültecilere yapılan harcamalar sayesinde sağlanmış. üretim, yatırım yok! yüzde 5,7’lik son çeyrek büyümesini tetikleyen ise 1 kasım seçim dönemi! Övünülen yüzde 4’lük 2015 büyüme hızı ile Türkiye, G20 sıralamasında, 18’incilikten, bir basamak daha inerek, 19’unculuğa, Suudi Arabistan’ın da gerisine düşmüş! Türkiye 720 milyar dolar olarak açıklanan 2015 milli gelir toplamı (GSYİH) ile, 889 milyar dolarla 16’ıncı sıradaki Endonezya’nın, 870 milyar dolar ile 17’inci sıradaki Konya’dan küçük Hollanda’nın, 746 milyar dolar ile 18’inci sıradaki Suudi Arabistan’ın gerisinde, 19’uncu! Burada hükümet açısından tek teselli, şu anda 18’inci sırada olan Suudi Arabistan’ın 2015 yılı büyüme hızı ve milli gelirinin henüz açıklanmamış olması. 746 milyar dolarlık tutar, S. Arabistan’ın 2014 milli geliri. Dolayısıyla, geçen yıl bütçesi 93 milyar dolar açık veren Suudi Arabistan’ın milli gelir toplamı 720 milyar doların altına inerse, Türkiye ile yer değiştirmesi, Türkiye’nin bir sıra yükselmesi söz konusu olabilecek. Son çeyrekte (Ekim-Kasım-Aralık) yüzde 5,7 olan büyüme hızı, yıllık büyüme hızının da yüzde 4’e yükselmesinde, en önemli etken olmuş. Ancak son çeyrekte, büyümeye katkı veren kalemlere bakıldığında, hane halkı tüketim harcamaları ile devletin tüketim harcamalarının, başı çektiği görülüyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 22 Hane halkı tüketim harcamalarındaki artış yüzde 11,4 olurken, devletin tüketim harcamalarındaki artış, yüzde 14,3 olarak gerçekleşmiş. Yani en büyük harcamayı devlet yapmış. Bunun yanı sıra, yatırım harcamaları açısından bakıldığında, özel sektörün yatırım harcamaları yüzde 1,7 düzeyinde artarken, devletin yatırım harcamalarındaki artış yüzde 9,9 düzeyinde gerçekleşmiş. Burada, 2 seçim nedeniyle yapılan harcamaların, devletin ve partilerin seçim harcamalarının rolü ortaya çıkarken, Temmuz ayından sonra artan terör, on binlerce asker, polisle, tanklar ve zırhlı araçlarla yürütülen operasyonlar için yapılan, devletin güvenlik harcamalarındaki olağanüstü artışı da dikkate almak gerek. Temmuz ayındaki Suruç saldırısından sonra ivme kazanan terör olayları ve terörle mücadele sonrasında, Türkiye’nin çeşitli illerinden binlerce özel tim görevlisi, asker, jandarma özel harekât mensupları, tanklar, zırhlı araçlar bölgeye gönderildi. Sadece Cizre’de, Silopi’de 14 Aralık’ta başlayıp kesintisiz süren operasyonlar ve abluka için 10 binin üzerinde asker ve polisle üç ayı aşan operasyon yapıldı. Bu süre içersinde, bu güvenlik görevlilerinin, yeme, içme, silah, mühimmat, araçların akaryakıtı vb. pek çok kalem için daha önce gündemde olmayan olağanüstü harcamalar yapıldı. Bunların tutarı, bu operasyonların maliyeti, yapılan harcamalar ne kadar bilmiyoruz. Bunun yanı sıra, 2 milyon 720 bin Suriyeli mülteci ve bunların kamplarda kalan 290-300 bin kişilik bölümü için yapılan devlet harcamalarının tutarı da bilinmiyor. Yani 2015 büyümesinde ana etken olan kamu harcamaları içersinde, bakanın söylediğinin aksine, “2 seçim ve teröre rağmen” değil “2 seçim ve terör sayesinde” yüzde 4’lük büyüme sağlanmış görünüyor. Acı olan bu büyümede terörle mücadelede canını veren şehitlerimizin kanının da büyük katkısı var! ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 23 Yüzde 4 büyümeye rağmen, kişi başına yoksullaşma 1.134 dolar olurken, büyümeye katkı veren hane halkı tüketim harcamalarının yüzde 66’sı gıda, ulaşım, konut ve kiraya gitmiş. Aileler ve bireyler, gelirlerinin üçte ikisini, en temel insani ihtiyaçlarını karşılayabilmek için harcamış. Büyüme hızındaki bir başka üzücü ve dikkate alınması gereken nokta, devlet harcamalarının büyümeye katkısı kadar, hane halklarının yani ailelerin bireylerin tüketin harcamalarının da yüzde 11 düzeyinde büyümeye katkı sağlaması. Ancak bu harcamaların dağılımına baktığımızda, hane halkları 1 trilyon 277 milyar lira olan 2014 yılı tüketim harcamalarını, 1 trilyon 415 milyar liraya çıkartırken, artan enflasyondan, zamlardan ötürü yükselen bu harcamaların yüzde 26,2’sini gıdaya, yüzde 21,7’sini ulaşıma, yüzde 18,1’ini de konut ve kiraya harcamışlar. Hane halklarının sadece bu üç kalem için, yani yene, yaşamda kalma, işe gitme, barınma için yaptıkları harcamalar, toplam harcama tutarlarının yüzde 66’sını oluşturmuş! Hane halkları, aileler, bireyler, geçen yıl eğitime sadece yüzde 1,3, sağlıklarına ise sadece yüzde 3,3 düzeyinde harcama yapabilmişler. Bu da kişi başına 1134 dolar yoksullaşan Türkiye insanının sadece insani ihtiyaçları için, yani hayatta kalabilmek için para harcadığını, bu üç kalemdeki harcamaların, gelirinin üçte ikisini götürdüğünü, tasarrufa, entelektüel ihtiyaçlarına, ailesiyle eğlenceye, sosyalleşmeye, harcayacak parası kalmadığını gösteriyor. Çin ve İsrail’in “büyük ortaklık” kararı, bölgemizde yeni oluşumların ve dengelerin habercisi… İki ülke arasında imzalanan 13 farklı anlaşma ile bölgesel, siyasi, askeri, enerji ve stratejik ortaklıklar konusunda önemli adımlar atılırken, halen 8 milyar dolar olan ticaret hacminin de üçe katlanması kararlaştırıldı. Geçen hafta, İsrail ile Çin arasında atılan adım, yalnızlıktan yakınan Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Türkiye’nin düşürüldüğü konuma karşın, bölgemizde, yeni dengelerin, oluşumların harekete geçirildiğini ortaya koyuyor. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 24 İki ülke arasında, serbest ticaret anlaşması imzalanması için görüşmelere başlanırken, iki ülke arasındaki yaklaşık 8 milyar dolar olan mevcut ticaret hacminin de, anlaşmanın hayata geçmesinin ardından ikiye ya da üçe katlanması hedefleniyor. İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu ile Çin Başbakan Yardımcısı Liu Yandong arasında gerçekleşen görüşmenin ardından, iki ülke arasında serbest ticaret anlaşması imzalanması için müzakerelere başlanmasının kararlaştırıldığı duyuruldu. AB’nin Çin ile imzaladığı STA nedeniyle, Gümrük Birliği anlaşması uyarınca, pazarını Çin mallarına otomatik olarak açmak zorunda kalan Türkiye’ye karşılık, İsrail bu anlaşma ile Çin’den önemli avantajlar elde edecek. Serbest ticaret anlaşması görüşmelerinin başlamasının çok önemli bir gelişme olduğunu ve anlaşmayı bir an evvel hayata geçirmeye hazır olduklarını belirten İsrail Başbakanı Netanyahu, "Birlikte yapabileceğimiz çok şey var. İnsan gayreti ile olan her alanda İsrail ve Çin arasında yapılacak işbirliği muazzam neticeler verebilir. İsrail'in, Çin için mükemmel bir ortak olacağına inanıyoruz” dedi. Çin Başbakan Yardımcısı Liu da İsrail ile serbest ticaret anlaşması için görüşmelere başlanmasından memnuniyet duyduğunu dile getirerek, ülkesinin iki halkın çıkarları için işbirliğine hazır olduğunu belirtti. İsrail'in, dünya çapında inovasyonla tanınan bir ülke olduğunu kaydeden Liu, Çin ve İsrail'in büyük ortak projelere doğru yol aldığını söyledi. İki ülke arasında STA müzakereleri yanında, inovasyon, bilişim, gıda teknolojileri, enerji, nano teknoloji, tıbbi teknoloji vb. olmak üzere 13 alanda işbirliğini ve ortak yatırımları öngören anlaşmanın imzalandığı açıklandı. ERDOĞAN TOPRAK, CHP İSTANBUL MİLLETVEKİLİ HAFTALIK DEĞERLENDİRMELER ve BİLGİ NOTU | 06 NİSAN 2016 25