Sayı No : 65 PDF İndir
Transkript
Sayı No : 65 PDF İndir
ÇEVRE Prof. Dr. Mikdat Kadoùlu / Prof. Dr. Erdoùan Yüzer Prof. Dr. Derin Orhon Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy - Esra Yazc Gökmen Prof. Dr. Tanay Sdk Uyar Prof. Dr. Lüt Akca - Abdurrahman Ulurmak Can Erel / Prof. Dr. úlhan Tekeli / Ayüe Hasol Erktin Prof. Dr. Leyla Tanaçan Dr. M. Emre Çamlbel - Gülcemal Alhanloùlu - Deniz Uùurlu éstanbul Teknik Üniversitesi Vakf Yayn TEMMUZ - EYLÜL 2014 SAYI 65 úbrahim Çiftçi / Martin Townsend / Prof. Dr. Ayüegül Tank Assoc. Prof. Mohamed Boubekri / Süleyman Akm Doç. Dr. Ahmet Atl Aüc / Emre Hatemoùlu / Prof. Dr. Seval Sözen Prof. Dr. Sinan Mert ûener / Duygu Erten 10numaramantolama.com ma.com / UstasinaSor naSor Kale Mantolama ve Kale Bo Boya, Kalekim markalarıdır. itü vakf dergisi 1 | SAYI 65 İmtiyaz Sahibi: İTÜ Vakfı adına Prof. Dr. Mehmet Karaca Yazı İşleri Müdürü: Hatice Yazıcı Şahinli Yayın Kurulu: Prof. Dr. Yıldız Sey Y. Müh. Naci Endem Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol Prof. Dr. Mete Tapan Kenan Çolpan Kenan Mete Hatice Yazıcı Şahinli Yayın Koordinatörü: Kenan Mete Editör: Hatice Yazıcı Şahinli “Çevre Dosyası” Danışmanı: Mimar, MDS Ayşe Hasol Erktin Reklam ve Halkla İlişkiler: Fahri Sarrafoğlu Grafik Uygulama: Eser Keleş Katkıda Bulunanlar: Zeynep Şahin Tutuk, Gülşah Seyhan, Osman Keskin, Altan Bal, Arzu Eryılmaz, Gözde Çalışır, Yavuz Dürüst, Engin Yıldırım, Ramazan Küçük Yönetim Yeri: İTÜ Vakfı Merkezi İTÜ Maçka Yerleşkesi 80394 Teşvikiye / İSTANBUL Tel: 0212 291 34 75 – 230 73 71 Faks: 0212 231 46 33 Baskı: Azra Matbaacılık Litros Yolu 2.Matbaacılar Sitesi E Blok 1.Bodrum No.11 Topkapı Zeytinburnu / İSTANBUL Tel: 0212 674 10 51 – 612 79 27 Yayın Türü: Yaygın, Süreli E-posta: basin@ituvakif.org.tr www.ituvakif.org.tr Bu dergide yayımlanan imzalı yazılar sahiplerinin görüşünü yansıtmaktadır. Dergiyi ve yayın kurulunu bağlayıcı nitelik taşımaz. İTÜ Vakıf Dergisi’nde yayımlanan yazı ve fotoğraflardan kaynak belirtilmek koşulu ile alıntı yapılabilir. 2 itü vakf dergisi ........................................................................................................................................................................................................................................... VAKFI DERGİSİ TEMMUZ-EYLÜL 2014 99 103 İTÜ Yönetiminin Kampus Planlama Anlayışı ve Yeni Planlama Uygulamaları Prof. Dr. Sinan Mert Şener Kampus Sürdürülebilirliğine Entegre Bir Yaklaşım Duygu Erten Enka İnşaat ve Sanayi A.Ş. Balmumcu, Zincirlikuyu Yolu No:10 Beşiktaş 34349, İstanbul Türkiye itü/ vakf dergisi phone: +90 212 376 10 00 - fax: +90 212 272 88 69 - e-mail: enka@enka.com - web site: www.enka.com 3 BU SAYIDA Değerli okuyucularımız, Dergimizin dosya konusu olarak Üniversitemizde, Türkiye’de, uluslararası ortamlarda ve bilim dünyasında gelişen yeniliklere ve sorunlara açık olmayı ve uzmanların görüşlerine yer vermeyi ilke edinmiş bulunuyoruz. Bu kapsamda Meydanlar, Enerji, Kentsel Dönüşüm, İTÜ ve Gelecek ve diğer sayılarımızla bu ilkemizi sürdürmeye çalıştık. Okurlarımızdan gelen olumlu yansımalar izlediğimiz tutumun doğru olduğuna işaret ediyor. Dünyamızın ve insanlığın yakın gelecekte karşı karşıya kalacağı tehlikenin adı olarak kullanılan “İklim Değişikliği” olgusu son yıllarda çeşitli afetlerle ve beklenmedik doğa olaylarıyla karşımıza çıkıyor. Bilim çevrelerinin araştırmaları bu olaylara karşı alınması gereken önlemleri yayımlayarak ilgilileri uyarıyor. Bu koşullar altında İTÜ Vakfı Dergisi Yayın Kurulu olarak biz de, farklı alanlardan uzmanlara danışarak konu ile ilgili farkındalığımızı artırmayı görev edindik ve 65. sayımızı “ÇEVRE” başlığı altında hazırladık. Konunun, derginin bir sayısı kapsamında kapatılamayacağının bilincinde olarak gelecek sayılarımızda “Çevre” başlığı ile özel sayfalar ayırmayı düşünüyoruz. Derginin ilk iki yazısı olarak Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli’nin (IPCC) 5. Değerlendirme Raporu, iklim değişikliğinin insanlar ve ekosistemler için oluşturduğu büyük riske işaret ederek dünya ölçeğindeki durumunu ortaya koyarken, İklim Risk Yönetimi ve Türkiye yazısı ile ülkelerin ne yapmaları gerektiği konusunu irdeliyor. Birçok ülkenin temel sorunu olan ‘su ve susuzluk’ konusunu çevre koşullarındaki değişmelere bağlı olarak ele alan yazı, geleceğe ilişkin öngörülerle dikkati çekiyor. İstanbul, ekonomik, sosyal , tarihsel ve doğal yapısı ve giderek artan nüfusu ile Türkiye’nin en önemli, fakat en sorunlu kenti. “İstanbul’da Sonun Başlangıcı: Çevrenin Çöküşü” başlıklı yazı, neden tehlike çanlarının çaldığını anlatıyor. Türkiye’de çevre konularındaki sürekli faaliyetleriyle tanınan TEMA Vakfı’nın çalışmalarını anlatan yazı, gönüllülük üzerine kurulan bir organizasyonun başarısını ortaya koyarak, toplumun çevreye sahip çıkabileceğine işaret ediyor. Enerji kaynaklarının, çevre kirlenmesinin ve dolayısıyla iklim değişikliğinin başlıca itici güçleri olduğu artık herkesin farkında olduğu bir gerçek. “ Enerjinin Etkin Kullanımı ve %100 Yenilenebilir Enerji” başlıklı yazı konuya ışık tutarak bizleri aydınlatıyor. 4 itü vakf dergisi Türkiye’nin Avrupa Birliği Çevre Faslı çalışma sürecinde kabul ettiği kriterler, yetkili yazarlar tarafından “Avrupa Birliği Uyum Sürecinde Çevre Politikaları ve Uygulamalar” adlı yazıda ayrıntılı olarak sunuluyor. Bir başka yazı ise Kyoto Protokolü açısından havacılık endüstrisinin çevreye etkilerini inceleyerek önlemleri ele almaktadır. “Çevre” konusunun öneminin tartışılmaz olduğu alan ise hiç kuşkusuz yapma ve doğal çevrenin sürdürülebilirliğidir. Ekolojik tasarım kavramı, çevrenin sürdürülebilirliğinin sağlanması için kent ölçeğinden yapı elemanına ve yapı malzemesine kadar tasarımın hiyerarşik bir sistem içinde ele alınmasını içermektedir. Uzman yazarlar tarafından sunulan yazılar Ekolojik tasarımın kavramsal düzeydeki irdelemelerinden ekonomi politikalarına, mimarlıkta pasif çözümlerden bütünleşik tasarıma, yapı malzemelerinin yaşam döngüsünden binalarda enerji verimililiğine, ekoşehirlere, yenilenebilir enerji kaynağı olarak atıklara ve hasta bina sendromundan gün ışığının mimarlığa ve sağlığa etkisine kadar geniş bir yelpaze oluşturuyor. Yeşil planlama çalışmalarına ilişkin iki proje, konunun uygulamadaki örnekleri olarak dosyamızı sonlandırıyor: İTÜ’nün kampüs planlama anlayışının temelini oluşturan yeşil kampüs ilkesi ve karbon salınımlı eko kampüs hedefi ile Piri Reis Üniversitesi’nin kampus sürdürülebilirliği için entegre yaklaşımı, ileriye dönük çalışmaların öncülüğünü yapıyor. “Çevre” dosyamızın içeriğinin oluşturulması ve hazırlanması sürecinde değerli fikirleriyle katkıda bulunan, çalışmamıza gönüllü danışmanlık yapan Sayın Ayşe Hasol Erktin’e teşekkürlerimizi sunarız. Bu sayımızdan itibaren dergimizde ‘SANAT’ başlığı altında bir sayfa açıyoruz. Bu konuya Prof. Dr. Ayla Ödekan’ın “İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ)’nde Bilim-Sanat İlişkisi ve Bilgi Çağı “başlıklı yazısı ile ilk adımı atıyoruz. Her sayımızda olduğu gibi 65. sayıda da Teknokent Dosyası, Tekno-Girişim, İTÜ’den Haberler ve İTÜ Vakfı’ndan Haberler yer alıyor. 66. Sayıda yeniden buluşmak üzere. Saygılarımızla, Prof. Dr. Yıldız Sey itü vakf dergisi 5 6 itü vakf dergisi ǦȴPU9LUNP+LȘPȴP`VY www.fastercv.com 0850 itü vakf dergisi 7 288 46 36 fastercv ÇEVRE DOSYASI ÇEVRE iitü tü vvakf akfff d ak dergisi errgi giisi ssii 8 it Hükümetleraras åklim Deäiçikliäi Paneli'nin (IPCC) 5. Deäerlendirme Raporu Fotoğraf: http://blogs.fco.gov.uk/nicholasbridge/2013/10/21/climate-change-the-road-to-paris-2015/ åklim Deäiçikliäi 2014: Etkiler, Uyum ve Krlganlk Raporu T úklim Aù, IPCC'nin baüyazarlarndan Greenwich Üniversitesi'nden Prof. Dr. John Morton ve Boùaziçi Üniversitesi Ekonomi Bölümü'nden Doç. Dr. Barü Karapnar ile birlikte, Boùaziçi Üniversitesi'nde düzenlenen toplantda raporu deùerlendirdi: “úklim deùiüikliùi insanlar ve ekosistemler için büyük risk oluüturuyor. Bu riskleri yönetmek için acilen, deùiüen iklim sistemlerine uyumlu politikalarn oluüturulmas gerekiyor!... ürkiye de dâhil olmak üzere IPCC’ye üye bütün ülkelerin üzerinde anlaştığı rapor, net bir gerçekliğin altını çiziyor: İklim sisteminde yaşanan değişikliler insan ürünü! Bu, tarımdan gıda fiyatlarına, insan sağlığı ve altyapı sistemlerine kadar her alanı etkiliyor. Bir an önce önlem alınması gerekiyor. Yakın zamanda alınacak önlemler çok daha etkili ve az maliyetli olacak. Ne kadar geç kalınırsa, maliyetler o kadar yükselecek. İklim Değişikliği 2014: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık Raporu, küresel iklim değişikliğinin çeşitli sektör ve alanlara etkilerini, iklim değişikliğine uyum politikalarını ve ülkelerin iklim değişikliğine kırılganlıklarını ele alıyor. IPCC Raporu, iklim değişikliğinin yalnızca gıda üretiminde düşüş, su ve gıda kıtlığı, yükselen deniz seviyeleri ve insan sağlığına etkilerinden söz etmiyor; aynı zamanda küresel olarak tüm ülkelerin bu etkilere kar- şı ne kadar kırılgan olduğunu ortaya koyuyor. Rapor, iklim değişikliğinin küresel ve ulusal güvenlik politikaları için büyük önem teşkil ettiği yönünde uyarılar içeriyor. İklim Ağı ve Boğaziçi Üniversitesi tarafından düzenlenen toplantıda konuşan IPCC 5. Değerlendirme Raporu’nun başyazarlarından Prof. Dr. John Morton raporla ilgili şunları söyledi: “İklim değişikliği ürün verimlerini, gıda güvenliğini ve kırsal geçim kaynaklarını küresel ve yerel ölçeklerde tehdit ediyor. Bu riskleri yönetmek için bir an önce hem iklim değişikliğine uyum üzerine çalışmamız hem de iklim değişikliğine neden olan sera gazı emisyonlarını azaltmamız gerekiyor.” Raporun başyazarlarından Boğaziçi Üniversitesi Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Barış Karapınar da rapordaki bulguları değerlendirdi.Doç. Dr. Barış Karapınar; “70 ülkeden yaklaşık 300 bilim insanının itü vakf dergisi 9 ÇEVRE DOSYASI binlerce bilimsel çalışmayı değerlendirerek hazırladığı bu rapor, iklim değişikliğinin etkisiyle su kıtlıklarının ve kuraklıkların artacağını, tarımsal verimliliklerin düşeceğini, gıda fiyatlarında dünya genelinde %85’e varan artış gerçekleşebileceğini öngörüyor. Bu olumsuzluklardan en fazla etkilenecek toplumsal grupların başında yoksullar, siyasal, sosyal ve ekonomik olarak dışlanmış sosyal katmanlar, kadınlar ve çocuklar geliyor. İklim değişikliğinin 21. yüzyılın en büyük sosyal adaletsizlik kaynaklarından biri olması bekleniyor. Hükümetlerin bu raporda ortaya konan politika önerilerini dikkatle değerlendirip uygulamaya koymaları gerekir” diye konuştu. Dolayısıyla, artık hükümetler ve karar vericilerin bu tehdidi göz ardı etmeleri için hiçbir geçerli mazeretlerinin kalmadığı görüşündeyiz. Eğer derhal harekete geçersek gidişatı yavaşlatmamız, iklim değişikliğinin yıkıcı etkilerinden kendimizi korumamız mümkün olacaktır. İklim Ağı adına konuşma yapan ve iklim değişikliğine uyumun yanı sıra iklim değişikliği ile mücadele etmemiz gerektiğini de vurgulayan Deniz Ataç: “İklim değişikliğinin etkilerini azaltmanın tek yolu, iklim değişikliğine uyum sağlamaktan geçmiyor. İklim değişikliğinin nedenlerini ortadan kaldırmadan ve iklim değişikliği ile mücadele etmeden, uyum politikaları etkisiz kalabilir. Bir taraftan kısa dönemde iklim değişikliğine uyum sağlama politikalarımızı oluştururken; diğer taraftan da iklim değişikliği ile mücadele politikalarımızı geliştirmemiz gerekiyor” dedi. IPCC süreçlerinde yer alan Türkiye, küresel iklim değişikliği ve getirdiği riskler ile iklim değişikliğiyle mücadelenin önemi ve ivediliğini kabul etmiş oluyor. IPCC raporu, tüm ülkeler ile birlikte Türkiye’nin de iklim biliminin gösterdiği doğrultuda harekete geçmesi için bir uyarı niteliği taşıyor. İklim Ağı, bugün gelinen noktada Türkiye’nin sera gazı azaltım hedefi belirlemesinin yaşamsal bir zorunluluk olduğunun bir kez daha altını çiziyor. Küresel çözümün parçası olmak için iklim değişikliğine uyum politikalarının geliştirilmesi, ülkemizin başta kömür olmak üzere fosil yakıta dayalı enerji vizyonunun ciddiyetle gözden geçirilmesi, enerji verimliliği ve yenilebilir enerji politikalarının etkin bir biçimde uygulanması gerektiğini vurguluyor. IPCC Değerlendirme Raporunda Öne Çıkan Noktalar IPCC tarafından hazırlanan “İklim Değişik- 10 itü vakf dergisi liği 2014: Etkiler, Uyum ve Kırılganlık Raporu”na göre iklim değişikliğinin küresel ölçekte gözlemlenen etkileri şöyle: İklim değişikliğinin yaşanan etkilerinin kanıtları çok açık ve birçok doğal döngü için kapsamlı bir şekilde ortada. Son birkaç on yıl boyunca, iklim değişikliği, tüm kıtalar ve okyanuslardaki doğal sistemler ve insan türü üzerinde etkilerini gösterdi. Dünyada birçok bölgede değişen yağış rejimleri veya eriyen kar ve buzul örtüleri hidrolojik sistemleri değiştirdi; su varlıklarını miktar ve kalite olarak etkiledi. Karada, tatlı suda ve denizde yaşayan birçok canlı türünün değişen iklim koşullarına bağlı olarak coğrafi yaşam alanları, mevsimsel faaliyetleri, göç alışkanlıkları, sayıları ve türler arası etkileşimleri değişti. Farklı bölgeleri içeren çok sayıda çalışmaya göre iklim değişikliğinin tarımsal verim üzerindeki olumsuz etkileri, olumlu etkilerinin üzerinde. İklim değişikliği, buğday ve mısır tohumlarının yetişmesini birçok bölgede olumsuz etkiliyor. Son zamanlarda görülen sıcak hava dalgaları, kuraklıklar, seller, siklonlar ve kontrol edilemeyen yangınlar gibi iklim değişikliğine bağlı oluşan aşırı hava olaylarının etkileri, gerek ekosistemlerin gerekse de beşeri sistemlerin iklim değişikliğine karşı ne denli kırılgan olduğunu ortaya koyuyor. İklim değişikliğine bağlı aşırı olaylar, ekosistemlerde değişim, gıda ve su erişilebilirliğinde sorunlar, altyapı ve yerleşim birimlerinde zarar, hastalık ve ölümlerdeki artış ve zihinsel hastalıklar ile beraber insan refahını etkiliyor. İklim değişikliğine karşı ülkelerin kırılganlıkları çoğunlukla iklim dışı etkenler ile farklı kalkınmışlık seviyelerinin sebep olduğu çok boyutlu eşitsizliklerden kaynaklanıyor. Bu nedenle, iklim değişikliğin etkilerine karşı kırılganlık ülkeden ülkeye farklılık gösteriyor. Dünyanın bazı bölgelerindeki, büyük ölçekli şiddet olayları (iç savaş, ayaklanma vb.), iklim değişikliğine olan kırılganlığı artırıyor. Altyapı, doğal kaynaklar, sosyal sermaye ve yaşam alanlarının iklim değişikliğine uyumunu tehlikeye atıyor. Gelişmişlik düzeyi ne olursa olsun tüm ülkelerde iklim değişikliğinin etkileri ve iklim değişikliğine ilişkin sektörel hazırlıkların eksikliği arasında tutarlı bir ilişki var. Rapora göre, iklim değişikliğinin gelecekte en az % 95 ihtimalle görülmesi beklenen etkileri şöyledir: Kasırga, sel ve deniz seviyesindeki yükselmeye bağlı olarak, Küçük Ada Devletleri, diğer küçük adalar ve kıyı bölgelerinde ölüm, yaralanma ve yerleşim yerlerinin zarar görme riski, Karasal bazı bölgelerde ani sellere bağlı olarak yerleşim yerlerinin zarar görmesi, şehirlerde yaşayan nüfusun ciddi hastalık tehditleriyle karşı karşıya kalması riski, Aşırı hava olaylarına bağlı olarak altyapı sistemlerinin büyük ölçüde zarar görmesi ve/veya ortadan kalkmasıyla elektrik ve su temini ile sağlık ve acil yardım hizmetlerinin düzenli sürdürülememesinden kaynaklanacak sistemik riskler, Sıcak hava dalgalarının yaşanacağı dönemlerde kentsel ve kırsal alanlarda, dışarıda çalışanlar ile kentli nüfusun kırılgan kesimlerinde (yaşlılar, solunum zorluğu çekenler vb.) ölüm ve hastalık oranlarının artması riski, Sıcaklık artışı, kuraklık, seller ve yağış rejimindeki değişiklik ve aşırılıklara bağlı olarak, özellikle yoksul kesimler için gıda temin sisteminin işlemez hale gelmesi ve gıda güvenliğinin tehlikeye girmesi riski, İçme ve sulama suyuna yetersiz erişim ve tarımsal üretimde düşüşe bağlı olarak, özellikle yarı kurak bölgelerde yaşayan geçimlik çiftçi ve köylülerin geçim kaynaklarının azalması riski, Özellikle tropik ve Kuzey Kutup bölgelerinde deniz ve kıyı ekosistemleri ile bu sistemlerin kıyı alanlarında yaşayan nüfusa sağladıkları biyolojik çeşitlilik ve ekosistem hizmetlerinin yok olması riski, Karasal ve tatlı su ekosistemleri ve ile bu alanlarda yaşayan insanların yararlandıkları biyolojik çeşitlilik ve ekosistem hizmetlerinin yok olması riski. IPCC Nedir? Hükümetlerarası İklim Değişikliği Paneli (IPCC) 1988 yılında Birleşmiş Milletler’e bağlı olarak faaliyet gösteren iki uzman kuruluş olan Dünya Meteoroloji Örgütü (WMO) ve Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) tarafından, iklim değişikliği konusunda mevcut bilimsel, teknik ve sosyoekonomik bilgi ve çalışmaların değerlendirilmesi, bilimsel çıktılar ışığında iklim değişikliğiyle mücadele ve iklim değişikliğine uyum konularında karar vericilere yol göstermek amacıyla kuruldu. IPCC, Birleşmiş Milletler ve Dünya Meteoroloji Örgütü’ne üye ülkelerden oluşan, Türkiye’nin de içinde olduğu “IPCC üyesi ülkeler” tarafından belirlenmiş bağımsız süreçlere göre çalışmalarını sürdürüyor. Her 5 ila 7 yılda bir, dünyanın iklim sisteminin bugün geldiği duruma ilişkin derlenen Değerlendirme Raporları basın ve Her 5 ila 7 yılda bir, dünyanın iklim sisteminin bugün geldiği duruma ilişkin derlenen Değerlendirme Raporları basın ve karar vericilerle paylaşılıyor. Bu raporlardan ilki 1990 (FAR), ikincisi 1996 (SAR), üçüncüsü 2001 (TAR) ve dördüncüsü de 2007 (AR4) yılında ya- yınlandı. IPCC’nin 5. Değerlendirme Raporu, Eylül 2013 ve Eylül 2014 tarihleri arasında parçalar halinde açıklanıyor. Küresel iklim değişikliğinin bilimsel temelleri ve geleceğe dair ilgili öngörüleri içeren ilk bölümünün (WG1) ardından; iklim değişikliğinin çevresel, sosyal ve ekonomik etkileri ile iklim değişikliğine uyum için seçeneklerin değerlendirildiği ikinci çalışma grubu raporu (WG2) açıklandı. Üçüncü çalışma grubunun raporu (WG3), iklim değişikliğiyle mücadele için uygulanabilecek stratejiler, politikalar ve araçlara odaklanıyor. Bu raporun ardından, üç çalışma grubunun değerlendirmelerini bir araya getiren Sentez Rapor yayınlanacak. IPCC’nin teknik ve idari kadrosu dışında kalan tüm IPCC yetkilileri ve raporlara katkıda bulunan yazarlar IPCC’ye gönüllü olarak hizmet veriyor. Söz konusu kişiler hükümetler tarafından aday gösteriliyor, son derece zorlu ve şeffaf süreçler sonucunda bilimsel ve akademik niteliklerine göre IPCC sekretaryası tarafından seçiliyorlar. IPCC raporları, IPCC tarafından yetkilendirilmiş bilim insanlarınca hazırladıktan sonra, bağımsız ve ilgili paydaşlar tarafından atanmış uzmanların revizyonundan geçiyor. Bu reviz- yonun ardından, IPCC bünyesindeki editörler tarafından tekrar gözden geçiriliyor ve Türkiye’nin de üyesi olduğu IPCC üyesi ülkelerin heyetleri tarafından tekrar okunarak oylanıyor. Dolayısıyla, IPCC tarafından yayınlanan raporlarda yer verilen bilgiler, hükümetler tarafından da kabul edilmiş ve onaylanmış oluyor. İklim Ağı Hakkında: Türkiye’deki sivil toplum kuruluşları, iklim değişikliği konusunda ortak kaygılarını ve çözüm önerilerini birlikte dile getirmek üzere “İklim Ağı”nı kurdu. İnsan kaynaklı iklim değişikliğinin geri dönülemez noktaya gelmeden önce durdurulması için ortak çalışmalar yürütmeyi amaçlayan “İklim Ağı”, Buğday Ekolojik Yaşamı Destekleme Derneği, Doğa Derneği, Doğa Koruma Merkezi,EUROSOLAR Türkiye (Avrupa Yenilenebilir Enerji Birliği Türkiye Bölümü), Greenpeace Akdeniz, Kadıköy Bilim Kültür ve Sanat Dostları Derneği (KADOS), TEMA, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı, Yeryüzü Derneği,Yeşil Düşünce Derneği, Yeşilist, WWF-Türkiye (Doğal Hayatı Koruma Vakfı), 350 Ankara gibi sivil toplum kuruluşlarının katkısı ile kuruldu. www.iklimdegisikligi.org / www.tema.org.tr itü vakf dergisi 11 ÇEVRE DOSYASI åklim Risk Yönetimi ve Türkiye (1) Prof. Dr. Mikdat KADIOĞLU İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü Türkiye’de insan kaynakl iklim deùiüikliùine baùl olarak sadece büyük üehirlerimizde meydana gelen sel hasarlarnn neden olduùu maddi kayplar, depreme yaklaüt. Sadece yldrmlarn yol açtù can kayb ise son iki ylda yüzlerce kiüiye ulaüt. Dolu hasar ise tarm sigortas ödemelerinde birinci sraya yerleüti. Böylece son yllarda Türkiye’de afetlerden dolay ortaya çkan maddi kayplar hzla artmakta. Bununla beraber, toplumlarn refahn yükseltmek sürdürülebilir kalknmayla mümkündür. Ayrca can ve mal güvenliùini saùlamak, temel bir insan ihtiyac ve toplumun refah için temel üartlardan biridir. 12 itü vakf dergisi 2 1. yüzyılın sonuna doğru Avrupa ve Orta Asya Bölgesindeki ülkelerin beklenen aşırı iklim olaylarına maruz kalma sırasına bakıldığında (Baetting, vd., 2007); sosyo-ekonomik yapısı kadar, ekolojik yapısı da çok hassas ve kırılgan olan Türkiye’nin aşırı hava olaylarına en çok maruz kalacak ülkeler listesinde üçüncü sırada olduğu görülür (Şekil 1). Maalesef şu an ülkemizde iklim değişikliği, kalkınma ve afet risk yönetimi uzmanları faaliyet gösterdikleri kurumlarında genellikle farklı farklı kurumsal düzenlemeler, yönelim, öncelikler ve stratejiler kullanmaktadır. Afet yönetimi, iklim değişikliği ve kalkınma girişimleri için sorumlu kurum ve kuruluşlar farklı ihtiyaçlarına ve önceliklere cevap vermek için tasarlanmıştır. Böylece meteorolojik afetler ile mücadele farklı kurumların gündemleri, kaynakları ve stratejilerini koordine etmek günümüzün büyük sorunlardan biridir. Ayrıca, UNFCCC’de görüşmeler iklim değişikliğine uyum üzerine giderek daha fazla odaklanmaktadır. Afet risklerini azaltma konusunu ele alan uzmanlar ve kurumlar Şekil 1 ise büyük ölçüde risk yönetimi sorunlarıyla ilgilenmektedir. Böylece afet yönetimi, iklim değişikliği ve sürdürülebilir kalkınma ile ilgili politika ve tedbirlerde ulusal ve uluslararası koordinasyon olmadığı için farklı uluslararası politik ve teknik çerçeveler içinde ele alınmaktadır. Bu nedenle, meteorolojik afetlerle mücadele konusuyla ilgili kurum ve uzmanlar arasında şu an sinerji, bilgi ve işbirliği minimum seviyededir. Halbuki ve bilindiği gibi iklim değişikliği tarih boyunca sürüp giden doğal bir olgu olmasına rağmen, hiçbir dönem Şekil 2 bugünkü kadar hızlı gerçekleşmemiş ve insanın tespit edilen etkisi de bu kadar büyük olmamıştır. İklim değişikliği senaryolarına göre ortalama hava sıcaklığında görülebilecek bir-iki derecelik artış, aşırı hava sıcaklıkları ve şiddetli yağışlarda bir kaç kat artış anlamına geliyor. Böylece, son yıllarda dünyanın bir çok bölgesi şiddet, etki, süre ve oluştuğu yer bakımından eşi ve benzeri olmayan çok sayıda hidro-meteorolojik afetlere sahne olmaktadır. Artan bilimsel çalışmalar sonucu son yıllarda aşırı hava olayları, iklim değişikliği ve afetler arasındaki olası ilişki daha iyi anlaşılmıştır. Şekil 2’den de görüldüğü gibi iklim değişikliği aşırı hava olaylarına, aşırı hava olayları da sosyo-ekonomik şartların uygun olduğu yerlerde afetlere neden olmaktadır. Bu nedenle, “iklim değişikliğine uyum” çalışmaları aynı zamanda “afet risklerini azaltılma”ya; afet risklerini azaltma çalışmaları da aynı zamanda iklim değişikliğine uyuma katkıda bulunabilmektedir. Bütün bu nedenlerden dolayı da iklim değişikliğine uyum ile afet risklerini azaltma İklim değişikliği senaryolarına göre ortalama hava sıcaklığında görülebilecek bir-iki derecelik artış, aşırı hava sıcaklıkları ve şiddetli yağışlarda bir kaç kat artış anlamına geliyor. Böylece, son yıllarda dünyanın bir çok bölgesi şiddet, etki, süre ve oluştuğu yer bakımından eşi ve benzeri olmayan çok sayıda hidro-meteorolojik afetlere sahne olmaktadır. çalışmalarının artık birlikte düşünülmesi bir zorunluluk haline gelmiştir. (Şekil 2) Türkiye’de son zamanlarda hızla artan hava ve iklim olaylarının şiddeti, bunlara karşı toplumların zarar görebilirliği ve daha fazla insanın bu olaylara maruz kaldığı hidro-meteorolojik afetlere ait bir çok örnek mevcut. Örneğin, 19502010 yılları arasında Türkiye’de oluşan hidro-meteorolojik afetlerin yıllık toplam sayılarının zamanla değişimi Şekil 3’te gösterilmiştir. Böylece küresel iklim değişikliğinden dolayı son yıllarda dünyada ve ülkemizde artan aşırı hava olaylarının can, mal, çevre, tabi ve doğal kaynaklar, iş ve hizmet sürekliliği için oluşturduğu risklerin önümüzdeki yıllarda çok daha fazla olabileceği konusunda endişe duymalıyız. (Şekil 3) Sonuç olarak, küresel iklim değişikliği nedeniyle Türkiye’de üst tropiklerdeki çöl iklimine benzer sıcak ve kuru bir itü vakf dergisi 13 ÇEVRE DOSYASI Şekil 3 iklim hâkim olmaya başladı. Bunun en önemli nedenlerinden biri, Sahra Çölü gibi bölgelerdeki yüksek basınç kuşağının kuzeye Türkiye’ye doğru kaymasıdır. (Şekil 4) Şekil 5’te görüldüğü gibi böylece yüksek basınç merkezlerinin blokajı ile birlikte soğuk ve sıcak Avrupa kışlarında fırtına yörüngeleri değişiyor (Dronia, 1991). Değişen iklimle birlikte yaşadığımız düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar ve seller; heyelanları, erozyonu ve çölleşmeyi artırıyor. Kuraklıkla birlikte kıtlık, orman yangınları, sıcak hava dalgaları, çekirge istilası, kene, sivrisinek vb. haşereler ve bunlara bağlı olarak yaşanan uzun mesafeli göçler de artıyor. Artan rüzgâr fırtınaları ise şiddetli yağmur, dolu, hortum, yıldırım, ani sel, şehir selleri gibi afetlerin daha sık, daha şiddetli, daha uzun süreli ve her yede etkili olmasına neden oluyor. Değişen iklimle birlikte yaşadığımız düzensiz, ani ve şiddetli yağışlar ve seller; heyelanları, erozyonu ve çölleşmeyi artırıyor. Kuraklıkla birlikte kıtlık, orman yangınları, sıcak hava dalgaları, çekirge istilası, kene, sivrisinek vb. haşereler ve bunlara bağlı olarak yaşanan uzun mesafeli göçler de artıyor. 14 itü vakf dergisi Böylece Türkiye’de insan kaynaklı iklim değişikliğine bağlı olarak sadece büyük şehirlerimizde meydana gelen sel hasarlarının neden olduğu maddi kayıplar, depreme yaklaştı. Sadece yıldırımların yol açtığı can kaybı ise son iki yılda yüzlerce kişiye ulaştı. Dolu hasarı ise tarım sigortası ödemelerinde birinci sıraya yerleşti. Böylece son yıllarda Türkiye’de afetlerden dolayı ortaya çıkan maddi kayıplar hızla artmakta. Bununla beraber, toplumların refahını yükseltmek sürdürülebilir kalkınmayla mümkündür. Ayrıca can ve mal güvenliğini sağlamak, temel bir insan ihtiyacı ve toplumun refahı temel şartlardan biridir (Şekil 5) Bu nedenlerden dolayı IPCC, 2012 yılında kısa adı SREX olan “İklim Değişikliğine Uyumu Geliştirmek için Aşırı Olayların Riskini ve Afetleri Yönetmek” adlı özel bir rapor yayınlamıştır. IPCC SREX’e göre de 21. yüzyılda Türkiye dahil olmak üzere Güney Avrupa’da daha sık, şiddetli ve uzun süreli kuraklıklar, sıcak hava dalgaları ve orman yangınlarının görülmesi beklenmektedir. Ayrıca, kısa süreli fakat şiddetli sağanak yağış görülen günlerin sayısındaki artış ile beraber, ani oluşan sellerde de önemli artışların olması öngörülmektedir. Böylece iklim değişikliği tarım ve su kaynakları üzerinde olumsuz etkilere yol açabilecek ve hidro-meteorolojik afetlere bağlı can ve mal kayıplarını da artırabilecektir. SREX raporunda, dünyanın pek çok yerinde 1950 yılından bu yana toplanan kayıtlara göre, aşırı hava olaylarının istatistiksel anlamda önemli miktarda arttığına dair somut kanıtlar sunulmaktadır. Örneğin, son 30 yılda küresel ölçekte şiddetli Şekil 4 Şekil 5 hava olaylarının neden olduğu sigorta ödemeleri de 20 kat artmıştır. Diğer bir deyişle, şiddetli hava olaylarının neden olduğu kayıpların beklenenden de hızlı büyüdüğü ortaya konulmuştur. Yine IPCC SREX’in ortaya koyduğu gibi Akdeniz Bölgesi’nin güney kuşağında yer alan Türkiye, tahmini iklim değişikliği etkilerine karşı oldukça savunmasız durumdadır. AÇA’na (2004) göre bölgede şiddetli hava olaylarının artması beklenmektedir. Ayrıca, Türkiye dahil olmak üzere Güney Avrupa’daki yağışların azalmasının tarım ve su kaynakları üzerinde önemli etkilere yola açarak daha sık yaşanacak kuraklıklar gibi ciddi etkileri olabileceği belirtilmektedir. Özellikle, 2080 yılı itibarıyla, kuraklık ve şiddetli yağışların daha sık görülmesi beklenmektedir. Rapora göre ayrıca, sıcak hava dalgalarının 21. yüz- yılda daha sık ve daha yoğun bir şekilde ortaya çıkması ve bu sebeple sıcağa bağlı ölümlerin artması beklenmektedir. Diğer yandan, kış süresinin kısalması kış aylarında yaşanan aşırı ölümlerin sayısını azaltabilecektir. Bununla beraber iklim değişikliğinin en yüksek ölüm riski taşıyan seller başta olmak üzere Türkiye’deki aşırı hava olaylarının sıklığı, şiddeti ve etkileme sürelerini artırması beklenmektedir. Böylece iklim değişikliğine bağlı hidro-meteorolojik riskler, diğer doğal afetlerin neden olduğu risklere kıyasla daha büyük olarak değerlendirilmektedir. Örneğin Dünya’da son 50 yılda görülen her 10 doğal afetten dokuzu da şiddetli hava ve iklim olaylarından kaynaklanmaktadır. Şekil 7 Şekil 6 IPCC SREX’e göre 21. yüzyılda Türkiye dahil olmak üzere Güney Avrupa’da daha sık, şiddetli ve uzun süreli kuraklıklar, sıcak hava dalgaları ve orman yangınlarının görülmesi beklenmektedir. Ayrıca, kısa süreli fakat şiddetli sağanak yağış görülen günlerin sayısındaki artış ile beraber, ani oluşan sellerde de önemli artışların olması öngörülmektedir. Maalesef iklim modelleri, can ve mal kayıplarının küresel iklim değişikliğiyle ekstrem hava olaylarının sıklığı, süresi ve şiddetindeki artışa paralel olarak daha da büyüyeceğini öngörmektedir. Bütün bu nedenlerden dolayı, IPCC SREX’in tüm dünyaya tavsiye ettiği temel yaklaşım, artık iklim değişikliği ile mücadelede iklim değişikliğine uyum ve afet risk yönetimini ilişkilendirip birleştirmektedir (Şekil 6). Diğer bir deyişle Şekil 7’de gösterilen iklim değişikliğinin ortaya koyduğu riskleri azaltabilmek için öncelikle sera gazlarını azaltmakla birlikte aşırı hava ve iklim olaylarının tahmin sistemlerini geliştirmek; zarar görebilirliği azaltabilmek için maruziyetin, erken uyarı, aşırı hava şartlarına dayanıklı yerleşimler ve yerleşimlerin yerlerinin değiştirilmesi ile birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma, vb. ile mümkündür. (Şekil 7) Zaten büyüklüklerdeki bazı sayısal farklar olmasına rağmen tüm model simü- itü vakf dergisi 15 Böylece Türkiye’de halkın güvenliği ve refahı için yaptığımız çalışmalardan daha yüksek katma değerler üretilmesi de mümkün olabilecektir. Ayrıca benimsediğimiz uluslararası belgelerdeki hedeflerimize daha kolay ulaşabilir ve uluslararası finans kaynaklarından daha etkin bir şekilde yararlanabiliriz. Kaynakça: AÇA, 2004: Avrupa’nın değişen ikliminin etkileri: Gösterge temelli bir değerlendirme, Avrupa Çevre Ajansı (AÇA) Raporu, 2/2004, Kopenhag. Baetting, M.B., Wild, M., Imboden, D.A., 2007: A climate change index: Where climate change may be most prominent in the 21st century. Geophysical Research LetŞekil 8 lasyonları Türkiye’deki bazı değişiklikler konusunda hemfikirdir. Tüm simülasyonlar Türkiye’de 21. yüzyılda sıcaklıklardaki artışta anlaşmaktadır. Simülasyonlar ayrıca, Türkiye’nin iç ve doğu kesimlerinde daha büyük artışlara işaret etmektedirler. Hemen tüm simülasyonlar Türkiye’nin Akdeniz Bölgesi’nde kış yağışlarında düşüşler olacağında hemfikirdir. Bu simülasyonlar birbirleriyle tutarlı bir şekilde Karadeniz Bölgesi’nde kış yağışlarında artış tahmin etmektedirler. Tüm simülasyonlar Doğu Anadolu’da ilkbahar akışlarında azalma ve kış akışlarında artış kabul etmektedirler (ÇŞB, 2012). Türkiye’nin de, artık İklim Değişikliğine Uyum ve Afet Risk Yönetimi çalışmalarını İklim Risk Yönetimi kapsamında öncelikli hedeflerine dayandırarak, bir bütünün doğru belirlenmiş ve birbirini tamamlayan parçaları şeklinde yapması gerekmektedir. Diğer bir deyişle özünde aynı olan konularda, farklı kurum ve kuruluşlar tarafından kısmen, parça parça ve eksik çalışmalar artık yapılmamalıdır. Bütün bunlar yapılırken kullanılabilecek olan Master Plan anlamındaki bazı yaklaşımlar Şekil 8’de gösterilmektedir. (Şekil 8) Özetle, iklim değişikliğinin hidro-meteorolojik afetlerle birlikte ortaya koyduğu 16 itü vakf dergisi ters, Vol. 34, no. 1. riskleri/afetleri azaltabilmek için öncelikle sera gazlarını azaltmakla birlikte aşırı hidrometeorolojik olaylarının tahmin sistemlerini geliştirmek; hidrometeorolojik afetlerden zarar görebilirliği azaltabilmek için maruziyetin; erken uyarı, hidrometeorolojik afetlere dayanıklı yerleşimler ve yerleşimlerin yerlerinin değiştirilmesi ile birlikte yoksulluğun azaltılması, daha iyi bir bilinçlendirme ve eğitime ilave olarak sürdürülebilir kalkınma, vb. ile mümkündür. Bunun için de Türkiye’de de “afet risk yönetimi stratejisi”yle birlikte “iklim değişimine uyum”, artık tüm politika, plan ve programlarda “İklim Risk Yönetimi” adı altında bütünleşik/birleşik bir şekilde düşünülerek ele alınmalıdır. Diğer bir deyişle, kalkınma, iklim değişikliği ve afet risk yönetimi konularında çalışan kurum ve uzmanların artık “İklim Risk Yönetimi” kapsamında birlikte çalışarak kaynaklarını bütünleşik ve daha etkin bir şekilde kullanması gerekmektedir. Türkiye’de de “afet risk yönetimi stratejisi”yle birlikte “iklim değişimine uyum”, artık tüm politika, plan ve programlarda “İklim Risk Yönetimi” adı altında bütünleşik/birleşik bir şekilde düşünülerek ele alınmalıdır. ÇŞB, 2012: Türkiye’nin İklim Değişikliği İkinci-Beşinci Ulusal Bildirimi, T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, Nisan 2012, Ankara. Dronia, H., 1991: Zum vermehrten Auftreten extremer Tiefdruckgebiete über dem Nordatlantik in den Wintern 1988/89 bis 1990/91. Die Witterung in Übersee 39, 3, 27. IPCC, 2012: Summary for Policymakers. In: Managing the Risks of Extreme Events and Disasters to Advance Climate Change Adaptation [Field, C.B., V. Barros, T.F. Stocker, D. Qin, D.J. Dokken, K.L. Ebi, M.D. Mastrandrea, K.J. Mach, G.-K. Plattner, S.K. Allen, M. Tignor, and P.M. Midgley (eds.)]. A Special Report of Working Groups I and II of the Intergovernmental Panel on Climate Change. Cambridge University Press, Cambridge, UK, and New York, NY, USA, pp. 3-21. Kadıoğlu, M., 2012: Türkiye’de İklim Değişikliği Risk Yönetimi. Türkiye’nin İklim Değişikliği II. Ulusal Bildiriminin Hazırlanması Projesi Yayını, 172 s. 1 Türkiye’nin Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ne İlişkin İkinci Ulusal Bildirimi Hazırlık Faaliyetlerinin Desteklenmesi Projesi” Doäal Yaçamn Olmazsa Olmaz Su Deyince! Prof. Dr. Erdoğan YÜZER İTÜ Jeoloji Mühendisliği Bölümü 2025 ylnda su tüketimi; tarmda % 17, sanayide % 20 ve evsel tüketimde % 70 artacaktr. Su tüketimi çok hzl bir üekilde artarken dünyada çevre kirliliùi ve sanayileümeden dolay kullanlabilir temiz su kaynaklar oransal olarak hzla azalmaktadr… itü vakf dergisi 17 ÇEVRE DOSYASI İlksöz İnsan yaşamı evrensellik kavramı ile birlikte değerlendirildiğinde bunlar arasındaki olmazsa olmaz köprünün ‘Su’ olduğu görülür. Bu nedenle ‘Yaşamın Özü Sudur’ tanımında yeryüzündeki insan varlığının ve oluşan uygarlıkların gelişmesinin ve devamının ne denli suya bağlı bulunduğu, hayatın vazgeçilmez kaynağı olduğu vurgulanmaktadır. Geleneksel uygarlıklarda su aynı zamanda, içerisinde mistik bir arıtma ve temizleme gücü barındıran, saflığın, sadeliğin, bilgeliğin de sembolü olmuş, bütün dinlerde kutsal kabul edilmiştir. Denizler, göller, akarsular, yaşamımıza değişik tad ve sağlık katan sıcak ve soğuk su kaynakları, hayranlıkla izlenen mağara oluşumları, benzersiz görsel zenginlik sunan şelaleler ve buzullar doğa ile suyun gizemli birlikteliklerinin, başka bir deyişle kucaklaşmasının ve Su Deyince! sorgulamasının ilk akla gelenleridir (Şekil 1). Su, özellikle üzerinde yaşadığımız gezegenin doğru kullanılması ve paylaşılması gereken, önemi gittikçe daha duyarlı olarak anlaşılan bir nimetidir. Nitekim, son 50 yılda yoğunlaşan uzay araştırmalarının sonrasında yanıtı merakla beklenen ilk soru ‘Su var mı?’ dır. Biliyoruz ki su varsa yaşam ve yaşanabilir bir ortam vardır. Sadece suya özgü bu ‘farklılık’ nedeni ile 2009 yılında İstanbul’da düzenlenen 5. Dünya Su Formu’nun ana teması, biraz da felsefi, insancıl bir yaklaşımla, ‘ Fa r k l ı l ı k l a r ı n Suda Yakınlaşması’ - ‘Su Biraraya Getirir!’ olarak benimsenmiştir. Bu yaklaşımda suyun hoşgörü kültüründe oynadığı müstesna rol belirtilmek istenmiştir. Şekil 1: Su Deyince! Akla Gelenler 18 itü vakf dergisi Suyun Yeryuvarındaki Öyküsü Yeryuvarı (dünya), evrenin ‘yaşamın vazgeçilmesi’ olarak nitelendirilen ‘su’ya sahip, ayrıcalıklı tek gezegenidir. Katı, sıvı, gaz fazlarında bulunan su, atmosfer ve yerkabuğu arasında sürekli bir çevirim halindedir. Bu sürekli çevirim Hidrolojik Dolaşım olarak bilinmektedir (Şekil 2). Başka bir deyişle gezegenimizdeki yenilenebilir nitelikteki bu zenginliğin miktarı sabit kalmakta, sadece fazları değişmektedir. Yeryüzüne atmosferden yağış (yağmur, kar, dolu v.b) şeklinde düşen meteorolojik kökenli suların bir bölümü yüzeysel akışa geçer, bir bölümü buharlaşır, bir bölümü de yeraltına süzülür. Bu sular, yerkabuğundaki jeolojik ortamın özelliklerine göre yeraltında depolanır (rezervuar) ve değişik sürelerde ‘Su-Kaya etkileşimi’ ile oluşan erimeler sonucunda mineralojik ve kimyasal özellik kazanır. Hidrolojik dolaşımdaki döngü süresi bazen dakikalar içinde tamamlanmakta, bazen de onlarca yıl, hatta termal suların derin dolaşımında olduğu gibi binlerce yıl almaktadır. Dünyada Su ve Susuzluk Dünyadaki su varlığının ancak % 3’ten daha az bir oranının ‘tatlı su’ olduğu, bu oranın % 2 kadarının buzullarda bulunduğu, dolayısı ile yararlanılabilir yeraltı ve Dünyadaki su varlığının ancak % 3’den daha az bir oranının ‘tatlı su’ olduğu, bu oranın % 2 kadarının buzullarda bulunduğu, dolayısı ile yararlanılabilir yeraltı ve yerüstü su varlığının % 1 dolayında olduğu bilinmektedir. yerüstü su varlığının % 1 dolayında olduğu bilinmektedir (Şekil 3). % 1 dolayındaki kullanılabilir tatlı su miktarının, dünyadaki dağılımında da bir eşitlik olmadığı, nüfus ve sahip olunan su kaynağı yüzdelerinin birlikte verildiği Çizelge 1’de izlenmektedir. Yukarıdaki açıklamalar kullanılabilir sınırlı miktardaki tatlı suyun yaşamsal önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Dünya bankası ve Birleşmiş Milletler Çevre Programında (UNEP) bu sorunun sayısal olarak ifade edilmesi için yoğun çalışmalar yapılmaktadır. Bu çalışmalarda elde edilen çarpıcı sorunların bazılarına aşağıda değinilmiştir: • İçinde bulunduğumuz yıllarda 1900 yılına göre su tüketimi dünyada 10 kat artmıştır. Son 50 yılda dünya nüfusu 2.5 kat, su tüketimi ise 4.5 kat artmıştır. Önümüzdeki 20-25 yıl içinde birçok ülkede savaşa dönüşebilecek su krizlerinin doğması beklenmektedir (ŞANLISOY, A., 2006). • Dünya Bankası verilerine göre sağlıklı bir yaşam için yılda kişi başına 36 – 72 m3 suya ihtiyaç vardır. Buna sulama, sanayi ve enerji üretimi eklenince insan hayatı için gerekli olan su miktarı kişi başına yılda 1.000 m3’e yükselmektedir. • 2025 yılında su tüketimi; tarımda % 17, sanayide % 20 ve evsel tüketimde % 70 artacaktır. Su tüketimi çok hızlı bir şekilde artarken dünyada çevre kirliliği ve sanayileşmeden dolayı kullanılabilir temiz su kaynakları oransal olarak hızla azalmaktadır. • Birleşmiş Milletler Çevre Programı (UNEP) ‘nın 2002 yılında yayınladığı 3. Küresel Çevre Raporu’na göre dünyada 1,1 milyar insan güvenli içme suyundan, 2,4 milyar insan ise güvenli atıksu arıtma hizmetlerinden yoksundur. Şekil 2. Hidrolojik Dolaşım • Yukarıda anılan, piyasa koşullarının küresel ölçekteki siyasi, ekonomik ve sosyal koşullara bu şekilde yön vermesinin devam etmesi halinde 2032 yılı itibariyle dünya nüfusunun yarıdan fazlasının ciddi su sıkıntısı ile karşılaşabileceğine dikkat çekilmektedir. • Türkiye’nin Su Varlığı ve Paylaşımı Çizelge 2’de Türkiye’deki su varlığı ve bunun kullanım dağılımı izlenmektedir (DSİ verilerinden derlenerek). Bu veriler Türkiye’de halen kişi başına düşen su tüketiminin 1500m3/yıl dolayında olduğunu, beklenen nüfus artışı ile bu miktarın 2030’lu yıllarda 1000m3/yıl’a kadar ineceğini göstermektedir. Kısaca Türkiye’nin su kaynakları açısından su zengini bir ülke olmaktan çok uzakta bulunduğu ve hızla su fakiri ülkeler sınırına yaklaşmakta olduğu söylenebilir. Bu tablo ülkemizdeki akıllı su politikaları uygulamalarının ve su tasarrufuna yönelik çalışmaların ne denli önemli olduğunu ve bu tasarrufa mutlaka sulamadaki kayıpların azaltılmasına yönelik çalışmalarla başlanmasının kaçınılmazlığını vurgulamaktadır. Su Kullanım Kültürü Suyun miktarı ve dağılımı kadar kullanımındaki alışkanlıkların, zamanla kültüre dönüşen geleneksel uygulamaların da ayrı bir önemi bulunmaktadır. İnsanoğlu su ihtiyaçlarını kolaylıkla karşılayabilmek için önceleri su kaynaklarının bulunduğu yakın çevrelere yerleşmeyi tercih etmiş, suyun yetersiz kaldığı veya yerleşim alanlarına uzak olduğu bölgelerde ise, kaynakları çeşitli malzeme kullanarak oluşturdukları su yapıları ile yerleşim alanlarına taşımışlardır. Bentler inşa ederek suyu biriktirmeyi, bu suyu kemerler ve kanallar ile yerleşim alanlarına taşımayı, su yolları üzerine köprüler inşa etmeyi, sarnıç, çeşme, sebil, şadırvan, kaplıca, hamam gibi su yapıları’nı gerçekleştirerek insanlar ile suyu kavuşturmayı başarmışlardır. Böylelikle her uygarlığın kendine özgü bir ‘su kültürü’ oluşmuştur Anadolu’daki uygarlıkların çok boyutlu analizinde, eski Yunan’dan Roma’ya, Osmanlı döneminden Türkiye Cumhuriyeti’ne uzanan geçiş sırasında yer alan manevi değerler arasında “su kültürü”nün ayrı bir yeri vardır. İlk büyük su uygarlıklarını kurmuş olan Roma İmparatorluğunun bu alandaki gerçek varisi Osmanlı Devletidir. Osmanlılar Romalıların yaptığı su ve sulama sistemlerini, köprü, kemer, sarnıç, ark gibi su yapılarını koruyup, geliştirmişlerdir Okyanuslardaki Tuzlu Su….%97,2 TATLI SU (%2,8) İÇERİĞİ Buzullar:%2,14……..%77,2 Yeraltısuları: %0,61...%22,1 Yüzey Suları: %0,09….%0,3 Toprak Nemi: %0,05……%0,2’dir. Şekil 3. Dünyadaki Su Varlığının Dağılımı (ÇEÇEN, K., 2000). Türkiye, içinde bulunduğu jeolojik kuşağın (Alp-Himalaya Kuşağı) doğal bir sonucu olarak sönmüş genç volkanları ve yoğun tektonizma geçirmiş, kırıklı-faylı yapıların bulunduğu ortamları içerir. Bu ortamlar depremlerin ve çok zengin termomineralli suların oluşumu için uygun koşullara sahiptir. Belirtilen nedenlerle Türkiye’de sıcaklığı 20 °C den fazla olan 300 ü aşkın termal kaynak, erimiş madde miktarı 1000mg/lt’nin üzerinde olan 200 den fazla maden suyu, 75 kadar içmece kaynak grubu (ŞİMŞEK, Ş., 2000) ve 200 dolayında şişelenmekte olan kaynak suyu (memba) dolum tesisi bulunmaktadır. (Şekil-5) Termomineral kaynaklar, sıcaklıklarına, içerdikleri mineral ve kimyasal madde miktarına, debilerine göre sınıflandırılırlar. Bu 1994 yılında İstanbul’a günde yaklaşık 1.0 milyon m3 su verilirken bu miktar 2013 yılında 2.5 milyon m3 düzeyine yükselmiştir. Halen 900 milyon m3/yıl’a ulaşan bu talebin karşılanmasının il sınırları içinde yeterli yerüstü ve yeraltı su kaynakları kısıtlı olan bir kent için yaşamsal önemi bulunmaktadır. Yaşanan bu sorunda, su isale hatlarındaki önlenemeyen su kayıplarının da rolü önemlidir. sular, tarihsel dönemler boyunca ısıtma ve temizliğin yanısıra tedavi(şifa) amaçlı olarak da kullanılagelmiştir. Günümüzde doğal sıcak su bilimi (balneoloji) ve sıcak su ile tedavi bilimi (balneoterapi) olarak bilinen konuların çoğunun kökeni MÖ 400 yıllarında Hipokrat’ın ortaya koyduğu ilkelere dayanmaktadır. Termomineral sulardan temizlenme ve sağlık amaçlı yararlanma, kaynak başına kurulmuş basitten (Ilıca) gelişmişe (Kaplıca) kadar değişen Kapalı Mekanlarda olmaktadır. Tarihsel, özellikle Roma ve Bizans uygarlıkları dönemlerinde termomineral sulardan yararlanmada hayranlık uyandıran özel bir mekan ve kullanma kültürü gelişmiştir. Bu nedenle günümüzde ‘Kaplıca/Hamam Kültürü’ olarak da bilinen geleneğin kökeni bu uygarlıkların hüküm sürdüğü yıllara kadar indirilebilir. Ülkemiz sıcak (termal) su kaynaklar açısından, dünyanın ilk üç ülkesi arasındadır. Kaynak, tesis ve kullanım zenginliği açısından Türkiye, Almanya ve Japonya ile birlikte anılmaktadır. Türk halkına özgü geleneksel kaplıca bilgisi ve kullanım kültürü halen sürmekte, termal kaynakların bulunduğu yörelerimizde çoğu 4-5 yıldızlı ‘termal’ otellere her geçen gün bir yenisi eklenmektedir. Bu yönde, termal su sağlığı ile ilgili bilimsel tıp (balneoloji) çevrelerinin ve yatırımcılarının sıcak su kaynaklarına itü vakf dergisi 19 ÇEVRE DOSYASI (termal hidrojeoloji) ilgisinin artması sevindiricidir. Bu uygulamaların yanı sıra son yıllarda özellikle sıcaklığı 150°C ve üzerinde olan su-buhar karışımlarında (akışkan) kurulu santrallerle elektrik enerjisi üretimi de gittikçe yaygınlaşmaktadır (yenilenebilir jeotermal enerji). Türkiye, jeolojik olarak Alp-Himalaya dağ kuşağı içinde yer almasının doğal bir sonucu olarak dünyanın en zengin mineralli ve jeotermal su kaynaklarına sahip ülkeler arasındadır. Bu sular Anadolu’ya yerleşik uygarlıklar tarafından asırlarca tedavi ve şifa amaçlı olarak kullanılmıştır. Gelenek haline gelen bu yaklaşım, Anadolu’ya ilk yerleşen Türklerden itibaren izlenen hamam ve kaplıca kültürü olarak bilinmektedir. İstanbul’un su ihtiyacı doğal ve yapay göllerde depolanan (rezervuar) sulardan sağlanmaktadır. Bu nedenle göllerin beslenme havzalarındaki kirlenmeye karşı koruma önlemlerinin alınması ve denetiminin titizlikle ve aralıksız sürdürülmesi kaçınılmazdır. Nitekim, koruma önlemlerinin alınamadığı Küçükçekmece Gölü havzasındaki yasadışı yerleşimlerle havzanın tümüyle bu özelliğini kaybedip devre dışı bırakıldığı, Elmalı Barajı havzasının da yakında bu duruma geleceği bir uyarı olmalıdır. İstanbul’un Su Sorunu ‘Su Deyince!’ başlığı altındaki bu makalede ilk akla gelen güncel sorulardan biri de kuşkusuz ‘Ne Olacak İstanbul’un Su Sorunu’ dur. Üç büyük uygarlığa başkentlik yapmış İstanbul Kenti için tarihsel dönemler boyunca içme ve kullanma suyunun sağlanması yaşamsal bir sorun olmuştur. Roma, Bizans ve Osmanlı dönemlerinde Istrancalardan başlayarak İstanbul dışındaki membalar ve yüzey suları kemerlerle taşınmış, yeraltı sarnıçlarında biriktirilmiş, çeşmelerle dağıtılmıştır. İlk kez 1887 yılında Terkos Gölü’ nün suları bir Fransız şirketi (Der saadet) tarafından KITALAR NÜFUS (%) Kuzey Amerika Güney Amerika Avrupa Afrika Asya Avustralya - Antartika SU KAYNAĞI (%) 8 6 13 13 60 1 Çizelge 1: BM Verilerine Göre Su Kaynaklarının Kıtasal Dağılımı TÜRKİYE’NİN SU VARLIĞI Yıllık Yağış Ortalaması 642.2 mm Yıllık Yağış Miktarı Yıllık Buharlaşma Miktarı Yıllık Yüzeysel Akış Yıllık Yeraltı Suyu Yabancı Ülkelerden Giren Su 501x10 m3 271x10 m3 198x10 m3 41x10 m3 6,9x10 m3 Kullanılabilir Yıllık Yeraltı ve Yerüstü Suyu Miktarı 112x10 m3 (14+98 x10 m3) Halen Fiili Yıllık Tüketim 40,1x10 m3 Bu miktarın 29,6x10 m3 sulama 6,2x10 m3 içme-kullanma 4,3x10 m3 sanayide kullanılmaktadır. Kişi Başına Düşen Yıllık Net Su Miktarı 1531 m3 Su Fakiri Ülkelerde Kişi Başına Düşen Yıllık Su Miktarı < 1.000m3 Su Zengini Ülkelerde Kişi Başına Düşen Yıllık Su Miktarı 8.000-10.000 m3 TÜRKİYE SU ZENGİNİ BİR ÜLKE Mİ ? 2030 Yılında Kişi Başına Düşecek Yıllık Su Miktarı ~ 1.000 m3 HAYIR! Çizelge 2: Türkiye’nin Su Varlığı ve Kullanım Dağılımı 20 itü vakf dergisi 15 26 8 11 36 5 ham su olarak şehrin evlerine verilmiştir. Cumhuriyet döneminde, 1926 yılında Kağıthane’de ilk arıtma tesisi kurulmuştur. 1933-1938 yıllarında İstanbul’ un her iki yakasına su veren yabancı şirketler devletleştirilerek bu tarihte kurulan İstanbul Sular İdaresine devredilmiştir. İstanbul’un artan nüfusuna çözüm bulmak üzere, 1950’li yıllarda Elmalı I, Elmalı II daha sonra Alibeyköy ve Ömerli Barajları devreye alınarak iki yakanın su ihtiyacı karşılanmaya çalışılmıştır. 2000’li yılların başında denetlenemeyen nüfus artışı karşısında, il dışındaki komşu illerin kaynaklarının da sistem içine alınması kaçınılmaz olmuştur. Bu anlamda batıda Istrancalardaki derelerin, doğuda Melen Çayı sularının İstanbul’a taşınması, başka bir deyişle İstanbul İçme Suyu sorununun İthal Su’ ya(!) dayalı olarak çözümü gündeme gelmiş ve uygulamaya geçilmiştir. İstanbul’un nüfusu son 20 yılda 8.5 milyondan 14.5 milyona yükselerek yaklaşık % 70 oranında bir artış göstermiştir. Bu artış doğal olarak su ihtiyacını da sürekli yükseltmiştir. 1994 yılında İstanbul’a günde yaklaşık 1.0 milyon m3 su verilirken bu miktar 2013 yılında 2.5 milyon m3 düzeyine yükselmiştir. Halen 900 milyon m3/yıl’a ulaşan bu talebin karşılanmasının il sınırları içinde yeterli yerüstü ve yeraltı su kaynakları kısıtlı olan bir kent için yaşamsal önemi bulunmaktadır. Yaşanan bu sorunda, su isale hatlarındaki önlenemeyen su kayıplarının da rolü önemlidir. Resmi kayıtlara göre, kente verilen suyun % 24 oranında kayba uğradığı ifade edilmektedir. Başka bir deyişle, günde yaklaşık 700.000 m3 su şehir şebekesinde kaybolmaktadır. Bu miktar yaklaşık 5 milyonluk bir nüfusun gerçek su kullanımını karşılayacak düzeydedir (YÜZER, E., SÖZEN, S., 2014). Günümüzde İstanbul’un su ihtiyacı, Avrupa yakasında Istrancalar’daki 6 baraj, Terkos Gölü, Alibeyköy, Sazlıdere ve B.Çekmece, Anadolu yakasındaki Ömerli ve Darlık Barajlarında depolanan, Melen ve Yeşilçay (İsaköy) regülatörlerinden pompalanan yüzey suları ile karşılanmaya çalışılmaktadır. Dolayısı ile İstanbul’un su ihtiyacının güvenilir ve uzun erimli giderilmesinde yapımı süren Melen Barajı ve isale hattının tamamlanmasının önemi açıktır. Yeraltı sularının İstanbul’un su ihtiyacının karşılanmasındaki katkısı toplam ihtiyacın % 4-5 ‘i kadardır. Bu katkının sınırlı kalmasında, İstanbul batısındaki Bakırköy ve Kullanılabilir Su Potansiyeli 112x10 m3 Yerüstü Suları 98x10 m3 Yeraltı Suları 14x10 m3 Halen Bu Suyun %36’sına Karşılık Olan Toplam 40,1x10 m3 Su Kullanılmaktadır. Sulamada İçme-Kullanma Sanayi rının belirlenmesi ve uygulanması ‘Sosyal Havza Yönetimi’ anlayışının kaçınılmaz bir ilkesi olarak gündeme getirilmelidir. 29,6x10 m3 (%74) 6,2x10 m3 (%16) 4,3x10 m3 (%10) Çizelge 3: Türkiye’nin Su Potansiyeli ve Kullanımındaki Oransal Durum göller arasındaki yeraltısuyu akiferlerinin 1960’lardan sonra, yasadışı açılan kuyularda aşırı pompajla tüketilmesinin ve yoğun yerleşimlerle yüzeysel beslenme alanlarının azaltılmasının etkisi vardır. Geri dönüşü ekonomik olarak olanaklı görülmeyen bu akiferlerden yararlanma halen gündem dışındadır. İçinde bulunduğumuz kurak yılda olduğu gibi, özellikle Marmara Bölgesi’ndeki yağışların azalması, yüzey depolarındaki (barajlar) seviyelerin hızla düşmesini doğurmuştur. Bu yıl için umudumuz yağışların yanı sıra Melen ve Sakarya’dan getirilecek suya bağlı görülmektedir. Açıklandığı gibi İstanbul’un su ihtiyacı doğal ve yapay göllerde depolanan (rezervuar) sulardan sağlanmaktadır. Bu nedenle göllerin beslenme havzalarındaki kirlenmeye karşı ko- İTÜ bünyesinde UNESCO desteği ile 1950’li senelerde başlatılan, Rektörlüğe bağlı Hidrojeoloji Araştırma Enstitüsü’nün zaman içinde Maden Fakültesi’nin bölümlerinde eritilerek işlevsiz hale gelmesi üzücüdür. İçinde bulunduğumuz yıllarda suyun tartışılmaz önemini göz önünde bulundurarak İTÜ çatısı altında yüksek lisans düzeyinde eğitim verecek bir Su Kaynakları Araştırma Enstitüsü’ nün kurulmasını çok yararlı görmekteyiz. ruma önlemlerinin alınması ve denetiminin titizlikle ve aralıksız sürdürülmesi kaçınılmazdır. Nitekim, koruma önlemlerinin alınamadığı Küçükçekmece Gölü havzasındaki yasadışı yerleşimlerle havzanın tümüyle bu özelliğini kaybedip devre dışı bırakıldığı, Elmalı Barajı havzasının da yakında bu duruma geleceği bir uyarı olmalıdır. İSKİ yönetmeliğinde açıkça belirtilen koruma önlemlerinin alınarak yasadışı yerleşmelerin ortadan kaldırılması için verilen mücadeleler yerinde ancak çok yetersizdir. Yetki ve güvenlik açısından donatılmış ekiplerin hızla oluşturulması mutlaka gereklidir. Diğer taraftan İstanbul’un su ihtiyacının komşu illerin yüzey suları ile karşılandığı gerçeği göz önünde bulundurularak, bu illerin yönetimleri ile ortak ve adil bir paylaşım için ‘İller arası Su Yönetimi’ esasla- Sonsöz Halen Türkiye su kaynaklarının kullanımında havzalar arasındaki transfer ve küresel su politikaları ile havza yönetimi gündemdedir. Örneğin, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki su sıkıntısının Türkiye’den transfer edilecek su kaynakları ile çözülmesi sonuç aşamasındadır. Bu amaçla yapımı süren Anamur yakınındaki Alaköprü Barajı’nda depolanacak olan su 80 km’si deniz altından olmak üzere toplam 107km’lik boru hattı ile Kuzey Kıbrıs’taki Geçitköy Barajı’na verilecek oradan da ülke içindeki dağılımı sağlanacaktır. Dünyada yankı uyandıracak bu proje, ileride Türkiye ile Ortadoğu ülkeleri arasında benzeri ‘Su Köprüleri’nin başlangıcı olacak önemdedir. Önümüzdeki on yılların esas savaşı su saynakları üzerine olacaktır. Bu açıdan bakıldığında, Dicle ve Fırat nehirlerinin stratejik önemi ortadadır. Eğitim kurumlarımızda su kaynaklarının çok yönlü olarak araştırılmasına odaklan- Mağlova Kemeri Mimar Sinan (1554-1562) itü vakf dergisi 21 ÇEVRE DOSYASI KEMERLERİN SÜLEYMANİYESİ! Sinan, hiçbir yapı yapmamış, yalnız Mağlova Kemerini yapmış olsaydı yine devrinin en büyük mühendis ve mimarı olurdu. Süleymaniye, Selimiye ne değerdeyse Mağlova Kemeri de aynı değerdedir. Prof. Dr. Kazım ÇEÇEN, 2000 Şekil 4. Kanuni Sultan Süleyman döneminde Mimar Sinan tarafından şehre su getiren Kırkçeşme İsale Hattı’nda yapılan kemerlerden biri Mağlova Su Kemeri (ÇEÇEN, K., 2000) mış bir uzman kuruluş bulunmamaktadır. İTÜ bünyesinde UNESCO desteği ile 1950’li senelerde başlatılan, Rektörlüğe bağlı Hidrojeoloji Araştırma Enstitüsü’nün zaman içinde Maden Fakültesi’nin bölümlerinde eritilerek, işlevsiz hale gelmesi üzücüdür. İçinde bulunduğumuz yıllarda suyun tartışılmaz önemini göz önünde bulundurarak İTÜ çatısı altında yüksek lisans düzeyinde eğitim verecek bir Su Kaynakları Araştırma Enstitüsü’ nün kurulmasını çok yararlı görmekteyiz. Konunun olgunlaştırılması ve etraflıca tartışılması için bir platformun oluşturulmasını ve bu amaçla İTÜ Vakfı Dergisinin önümüzdeki sayılarında bir ‘Su Kaynakları Dosyası’nın açılmasını önemsiyoruz. KARAGÜLLE, M., Editör, (2013), Tıbbi Ekoloji ve Hidroklimatoloji, İ.Ü. İstanbul Tıp Fakültesi 185. Yıl Ders Kitapları Serisi, İstanbul. MTA (2005): Türkiye Jeotermal Kaynakları En- Kaynakça vanteri. MTA Envanter Serisi-201, Ankara. ÇEÇEN, K., (2000): İstanbul’un Osmanlı Dö- ŞANLISOY, A., (2006), İstanbul’daki Su Top- nemi Su Yolları. İBB İSKİ Yayını, İstanbul. lama Havzalarında Yaşanan Sorunlar ve Çö- ÇEKİRGE, N. (1982): Kaplıcalardaki Kür ve züm Önerileri, İTÜ Maden Fakültesi, İstanbul. Rekreasyon Birimlerinin Planlanması ve Ta- ŞENTÜRK, H. (2009): Türkiye Mineralli Su sarımı İçin Bir Metod. İTÜ, Mimarlık Fakültesi, Potansiyeli ve Sorunlarımız. Türkiye Jeoter- Doktora Tezi, İstanbul. mal Kaynak Potansiyeli ve Arama Yöntemleri ERGUVANLI, K.,-YÜZER, E. (1973): Yeraltısu- Sempozyumu, İ.Ü ve TMMOB Jeoloji Müh. ları Jeolojisi. İTÜ, İstanbul. Odası, İstanbul. ŞİMŞEK, Ş. (2007): Dünya’da ve Türkiye’de Jeotermal Gelişmeler. Ülkemizde Doğal Kaynakların Enerji Üretimindeki Önemi ve Geleceği Sempozyumu, İzmir. ÜLKER, T., (1988), Türkiye’de Sağlık Turizmi ve Kaplıca Planlaması, Kültür ve Turizm Bakanlığı Yayınları, No:106, Ankara. YÜZER, E., (2013), Vuslat, Suların Kayalarla Kucaklaşması, Baki Canik Yeraltısuları Sempozyumu, Aksaray Üniversitesi, Aksaray. YÜZER, E., (2014), Termomineralli Suların Oluşumu ve Dünyadaki Ünlü Kaplıca Şehirlerinden Örnekler, XI. Türk Kaplıca Tıbbi ve Balneoloji Kongresi, Gaziantep. YÜZER, E.,-SÖZEN, S., (2014), İstanbul’un Su Sorunu Nasıl Çözülür. Cumhuriyet Gazetesi Şekil 5. Türkiye’de Genç, Sönmüş Volkanlar ve Tektonik Hatlara Bağlı Olarak Oluşan Sıcak Ve Mineralli Su Kaynaklarının Dağılımı (ŞİMŞEK, Ş., 2001) 22 itü vakf dergisi Sürdürülebilir Yaşam Özel Sayı 22.03.2014, İstanbul. Istanbul’da Sonun Baçlangc: Çevrenin Çöküçü Prof. Derin Orhon Bilim Akademisi Olumsuz geliümeleri sadece sorun olarak görmeye çalümak çok iyimser bir yaklaüm olur. Istanbul’da çevre, doùal yapdan kültürel mirasa kadar tüm önemli unsurlar ile bir çöküü sürecine girmiütir. Bu sürecin baülamasnda yaplmayanlar kadar, birtakm dayatmalarla yaplan yanlülar da ayn ölçüde önemli rol oynamütr… itü vakf dergisi 23 ÇEVRE DOSYASI I stanbul asırlardan beri dünyanın en çekici kentlerinden biri olarak kabul ediliyor. Coğrafi konumu ve eşsiz doğal güzellikleri kadar tarihi ve kültürel zenginliklerine borçlu olduğu bu özelliğini günümüzde de korumaya çalışıyor. Ancak, sürekli teşvik edilerek 14 milyonu aşmış bir nüfus sürekli yeşili kemiriyor, kenti bir beton yığınına çeviriyor ve hoyratça doğayı tahrip ediyor. Yaşamın bir sorunlar yumağına dönüşmüş olmasına rağmen, kenti işgal etmiş olan nüfus bundan etkilenmiyor; bir çevresel intihar sürecini başlatmış olduğunu cehaleti yüzünden farketmiyor; yönetimin umursamaz ve çıkarcı yaklaşımına müdahale etmeyi düşünemiyor Doğanın ve çevrenin geleceği açısından, Istanbul 1200’lü yıllardaki Haçlı işgalinde bile günümüzdeki kadar büyük bir tehdit altında kalmamıştı. Kanal Istanbul, 3. Havalimanı ve 3. Köprü gerçekten de hiç bir bilimsel temeli olmayan çılgın mega projeler; doğrudan kuzey ormanlarının yıkımını hedef alıyorlar. Kuzey ormanları yok olursa kentin nefes alamayacağı kimsenin umurunda değil!.. Belediye yönetimi 2000’li yıllarda, 400 bilim adamını 4 yıl çalıştırarak Istanbul Çevre Düzeni Planı yaptırdı; plan oy birliği ile onaylanarak 2009 yılında yürürlüğe girdi. Bir anlamda Istanbul’un Anayasası!..Planda bu üç proje de yer almıyor. Nasrettin hoca yöntemi ile sormak gerek: Bu üç proje bu kadar gerekliydi de neden Çevre Planı’na dahil edilmemiş? Planda yoksa neden şu anda telaşla uygulanmak isteniyor? ISTANBUL’ UN BÜYÜK SORUNU MEGA PROJELER Kanal - Istanbul projesi Proje çevre açısından bir felaketler zinciri: Kanımca, hazırlanmış olan Istanbul Çevre Düzeni Planında yer almamış olmasının nedeni basit: Projenin bilimsel temeli yok; doğaya aykırı; çevre açısından sürdürülebilir değil. Bilim adamları başta, Karadeniz’in yüksek oranda kirlilik içeren sularının Marmara’ya boşalacağını; kıyı kesiminden başlayarak çözünmüş oksijen düzeyinin giderek düşeceğini ve Marmara’nın, belki de altından kalkamayacağı bir kirlenme sorunu yaşayacağını ifade ediyor. Muhtemelen Boğazdaki akıntı düzeni de etkilenecek. Tuzlu su bütün kanal boyunca sızarak yeraltı su kaynaklarını ve belki de orman örtüsünü etkileyecek. Asıl sorun projenin temel 24 itü vakf dergisi amacı olduğu anlaşılan ve kanal civarında oluşması planlanan yeni yerleşim alanları ve nüfus patlaması!.. Kötü bir film senaryosu bile bundan daha iyi kurgulanır. Üçüncü Köprü Projesi Bu proje Istanbul’un ulaşım sorununu ne ölçüde hafifletecek? Istanbul’a ne getirecek, ne götürecek? Yaygın bilimsel kanıya göre hiçbir şey getirmeyecek, çünkü Istanbul’un asıl ihtiyacı iki yakayı birbirine bağlayacak olan raylı sistemler. Proje, tüm bağlantı yolları ve civarında oluşacak yerleşim alanları ile, kuzey ormanlarından ve Istanbul’un doğasından çok şey götürecek. Konunun uzmanları bu projenin doğaya ve su havzalarına vereceği çok ağır tahribat yanında, özellikle çevre yolları etrafında oluşacak kaçak ve çarpık yapılaşmanın yol açacağı kalıcı zararlara da dikkat çekiyor. O halde proje çok belirgin olumsuz etkilerine karşın, ÇED – Çevre Etki Değerlendirmesi – sürecinden nasıl geçmiş ve onay alabilmiş: Almamış, çünkü, ÇED sürecinden muaf tutulmuş. Bu tür bir yaklaşımın çağdaş çevre anlayışıyla kabul edilebilmesi mümkün değildir. Üçüncü Havalimanı Projesi Bu konuda öncelikle şu soruya cevap verilmeli: Istanbul’da 3. Havalimanının kuzey ormanları içine yapılması gerekli miydi? Kesinlikle değildi...Istanbul Çevre Düzeni Planı 3. Havalimanı için uygun konumun Silivri olduğunu belirlemişti. Neden değiştirildi? Kimse bilmiyor, araştırmıyor!.. Göstermelik ÇED çalışmasının öncelikle bu konum değişikliğini bilimsel gerekçelerle açıklaması gerekirdi. Neden dünyada benzeri olmayan 150 milyon yolcu kapasitesi seçilmiş, o da belli değil. Neden daha uygun bir alternatif planda tanımlı iken yer değiştirmesi ile doğal yapının ve orman örtüsünün tahrip edilmesi hedeflenmiş? Eğer Istanbul’un geleceğinden sorumlu ise bütün bu soruları Belediye yönetiminin cevaplaması gerek... ISTANBUL’UN YEŞİL ALANLARI Terkos gölüne deniz suyu basarak, tuzlu suyu şebekeye vermek ya da Sakarya Nehri’nden kirli suyu getirmek, geçici de olsa kabul edilemez. Şu anda bizlere dağıtılmakta olan suyun kalitesi hakkında hiçbir bilgi ve belgeye sahip değiliz. Istanbul halkı, halen kullandığı suların aşırı tuz, ağır metaller, değişik kimyasallar vb. kirlilik unsurları içerip içermediğini bilmiyor, yazık ki hiç de umursamıyor!.. Halen yürürlükte olduğunu varsaydığımız Istanbul Çevre Düzeni Planı‘nın vazgeçilmez ilkelerinin başında Kuzey Ormanları’nın korunması geliyordu, hemen göz ardı edildi. Istanbul’da yaşayan halk tepkisiz kabullendi; yeterince parkı bahçesi vardı da onun için mi tepki göstermedi, hayır... Konunun saptırılmasını engellemek için aktif yeşil alanın sadece karşıdan bakılacak değil, içinde yaşanacak yeşil alan olarak tanımlandığını hatırlayalım ve bakalım: Kayıtlara göre, aktif yeşil alan kişi başına New York’ta 29 m2, Londra’da 27 m2, Stockholm’de ise 87 m2; 20 yıl sonra Istanbul’un geldiği seviye 2 m2 değil. Neden bu kadar düşük, çünkü yönetim bulduğu her alanı betonla kaplıyor, residanslar, AVM’ler yükseliyor; başka yer bulamadığı için de otoyolların yamaçlarını türlü desenlerde mevsimlik çiçeklerle kaplıyor; sanki millet oralara tırmanacak ve otoyol yamacında piknik yapacak, çocuk oynatacak. Istanbullu bu garabete kaç para harcandığını hiç de merak etmeden sadece karşıdan bakmakla yetiniyor!.. ISTANBUL’UN SU SORUNU Resmi kayıtlara göre Istanbul’un şu anda 14 milyon nüfusun ihtiyacını karşılamak üzere günde 2.5 milyon m3 suya ihtiyacı var; yani yılda yaklaşık 900 milyon m3 su gerek!.. Aslında, Istanbul’un su kaynakları kısıtlı ve yağışlarla oluşan yüzeysel sulardan oluşuyor. Bu amaçla kullanılan göl ve barajların toplam kapasitesi de 900 milyon m3 civarında. Yani, basitçe izah etmek gerekirse, toplanabilen su aynı yıl içinde tüketiliyor. Sürekli yaşanan su sorununun temel nedeni bu...Su toplama kapasitesini artırmayı beceremiyoruz; bu nedenle yeni kaynak için batıda Istrancalar’a, doğuda da Melen çayına kadar uzanılmış. Bu sulara o bölgelerin de ihtiyacı var. Kurtarıcı gözüyle bakılan Melen projesinde de su tutulamıyor; planlanan barajın temeli daha birkaç ay önce atıldı. Istanbul’da yaşanan kuraklık aynı ölçüde Melen için de geçerli.. Su mutlaka tasarruflu kullanılmalıdır. Ancak tasarruf, yerel yönetimin her yıl bıkmadan çözüm olarak sunduğu, telkin ettiği gibi, su sıkıntısının çözümü olamaz. Terkos gölüne deniz suyu basarak, tuzlu suyu şebekeye vermek ya da Sakarya Nehri’nden kirli suyu getirmek, geçici de olsa, kabul edilemez. Şu anda bizlere dağıtılmakta olan suyun kalitesi hakkında hiçbir bilgi ve belgeye sahip değiliz. Istanbul halkı, halen kullandıkları suların aşırı tuz, ağır metaller, değişik kimyasallar vb. kirlilik unsurları içerip içermediğini bilmiyor, yazık ki hiç de umursamıyor!.. Su Havzalarının Geleceği İstanbul bu yıl olduğu gibi, yakın gelecekte de ciddi su sıkıntısı çekecek. Çünkü bu gelişme, değişen iklim koşulları ve küresel ısınmanın doğal sonucudur. Daha önemlisi, Istanbul’un su havzaları hoyratça işgal ve tahrip edilmektedir. Temin edilmesi gereken suyun miktarı kadar kalitesi de çok önemli.. Kirlenmiş suları arıtarak tekrar kul- lanılabilir su haline getirmek mevcut arıtma düzeni ile mümkün değil. Barajların ve göllerin sayısını artırmak bir yana, önemli bir kaynak olan Küçükçekmece gölünün aşırı kirlenmesine engel olamadık ve kaybettik. Aynı tehlike diğer göller için de geçerli. Havzalar sürekli işgal altında ve bu gidiş engellenemez ise gelecekte Istanbul’un felaketi olacak. Melen’den getirilen su Istanbul’un ihtiyacına katkı sağlamakla birlikte, geleceğe dönük güvenli bir destek olarak görülmemeli, çünkü, (i) aynı ilkim koşullarından ve kuraklıktan etkilenmekte; (ii) kirlenmeye karşı korunması Istanbul yönetiminin kontrolü altında değil; (iii) bölgedeki arazi kullanımı ve nüfus artışı ile kirlendiğince, mevcut arıtma düzeni ile kullanılabilir evsaf ve kalitenin sağlanması mümkün değil ve (iv) aynı kaynağa yöresel talep giderek artacak. Çözüm gözümüzün önündedir: Istanbul’u çevreleyen kıyılarımız ve deniz suyu!... Bu nedenle, Istanbul’un artık çevresindeki denizi farkedip, modern teknolojilerle deniz suyundan da yararlanmayı planlaması zamanı gelmiş, ve hatta çoktan geçmiş durumda... Temel sorun sürekli artan nüfusun yarattığı baskıdır. Istanbul Çevre Düzeni Planı’nda Istanbul’un nüfusu için 16 milyon üst limit olarak öngörülmüştür. Son dönemde önerilen projeler adeta bu limite meydan okuyarak doğayı kemirmektedir. MARMARA’NIN EN ÖNEMLİ SORUNU - ISTANBUL Marmara hassas bir iç deniz ve en büyük tehdidi hala atıksularının yüzde 70’inden fazlasını arıtmadan denize vermekte ısrar eden Istanbul... Bu tehdidin azalması ve gelecekte ortadan kalkması için Istanbul’da ileri biyolojik arıtma yaklaşımının uygulamaya konması, kıyı şeridini işgal etmiş olan sanayi faaliyetinin etkili bir biçimde kontrol altında tutulması ve Marmara Belediyeler Birliği’nin akılcı bir ortak eylem birliği içinde olması gerek. Bütün bunlar sağlanabilir mi? Ülkemizde herşeyin tersine gittiği bir ortamda, Marmara’nın geleceğine umutla bakabilmek bilmem ne ölçüde gerçekçi olabilir. Gelişmiş ülkeler arasında, Istanbul halen atıksularını hiç arıtmadan denize vermeye devamda ısrarlı olan tek büyük metropol durumunda: Atıksuların yüzde 72’sini oluşturan günde toplam 2.2 milyon atıksu, 9 değişik noktadan hiç bir arıtmaya tabi tutulmadan Marmara ve Boğaz’ın alt tabakalarına boşaltılıyor. Bu şekilde, günde yaklaşık 1100 ton organik maddeyi, 130 ton azotu, 20 ton fosforu ve bunlarla birlikte tonlarca kimyasal ve tehlikeli maddeyi Marmara ve Boğaz’a atıyoruz. Istanbul’da bu tür atıksu deşarjı nerede yapılmamalıdır diye sorulsa herhalde doğru cevabı Boğaz/Marmara karışım bölgesinde yer alan Kadıköy ve Yenikapı olur. Maalesef, şu anda bu iki noktadan toplam 1.2 milyon metreküp atıksu her gün Marmara’nın alt itü vakf dergisi 25 ÇEVRE DOSYASI tabakasına boşaltılıyor. Deşarj noktalarındaki binalarda sadece ızgara ve kum tutucular var. Bunlar sadece büyük parçaları (taş; bez; kağıt v.b.) ve kum tutuyor. Yenikapı’da, tarihi yarımadanın dokusuna aykırı olmasına karşın büyük bir dolgu alanı yapılmış; toplantı alanı olarak kullanılacakmış. Resmi ifadelere göre arıtma tesisi bu alanının altına dolgunun içine gömülü olarak yapılacak. ITÜ’de konunun uzmanlarına danıştım; dolgu alanının içine gömülü bir tesis için bilimsel esaslara dayalı bir yapılabilirliğin söz konusu olmadığı görüşündeler. Umarım konu Belediye’de daha bilgili bir ekibe tevdi edilmiştir!... Bu suretle, dünyanın en garip ve pahalı arıtma tesisine sahip olacağız. Istanbul gelişmiş bir ülkeye taşınabilse idi, bu konunun gündeme gelmesi ve tartışma konusu olması herhalde hayal bile edilemezdi. Istanbul’un büyük bir kuraklık sorunu yaşadığı bu dönemde, denize atılmak yerine yeterli ölçüde arıtılarak yeniden kullanılabilecek atıksuyun, özellikle civardaki tarım alanlara ne ölçüde büyük bir katkı sağlayacağını dikkate almak gerek. TEHLİKELİ ATIKLAR Tehlikeli atıklar günümüzün en ürkütücü çevre sorunlarına neden olur; öldürür, yakar, kanser yapar, zehirler. Değişik kayıtlara göre, Türkiye genelinde yılda 2 milyon ton civarında tehlikeli atık oluştuğu öngörülmekte. Istanbul’da ne 26 itü vakf dergisi kadar? En azından yılda 500.000 ton… Korkunç bir rakam!.. Kentte yaşayanlar, bırakalım miktarını, tehlikeli atık kavramının bile farkında değil. Tehlikeli atıklar Istanbul’un suyuna, deresine, havasına, toprağına her gün başıboş atılmakta, ancak, bu konuda ciddiye alınacak hiç bir plan yok. Yapıldığı söylenen hazırlıklar hiç bir geçerli bilimsel veriye, bulguya, bilgiye dayanmamakta. Bu korkunç tehdit ne zaman farkedilecek, ne zaman gereği yapılacak.. Biz çevreciler merak ve endişe ile bekliyoruz. TARİHİ VE KÜLTÜREL ÇEVRE Istanbul, asırlardır kültürel özellikleri ile kendini bir küresel merkez olarak kabul ettirmiş olmasına rağmen, şu anda bu eşsiz mirası gözden çıkarmak üzere: Tarihi yarımadanın işgali; kazılarla arkeolojik kalıntıların tahribi; Unesco tarafından Dünya Mimari Mirası listesine alınan Yedikule ve Kara Surlarları’nın kaderlerine terk edilmiş olması ve civarında Kentsel Dönüşüm adı altında yürütülen Barajların ve göllerin sayısını artırmak bir yana, önemli bir kaynak olan Küçükçekmece gölünün aşırı kirlenmesine engel olamadık ve kaybettik. Aynı tehlike diğer göller için de geçerli. Havzalar sürekli işgal altında ve bu gidiş engellenemez ise gelecekte Istanbul’un felaketi olacak. yapılaşmalar; restorasyon niyetine para sarfedilerek yapılan tahribat; daha önce bahsettiğimiz Yenikapı dolgusu; Haliç’te tarihi dokuya tamamen aykırı Boynuzlu Köprü son yıllarda göze batan ve tarihi Istanbul’un bize emanet etmiş olduğu değerlerin ne ölçüde tehlikede olduğunu gösteren ciddi örneklerden bazıları. Başka bir çarpıcı örnek olarak Istanbul meydanlarına bir göz atalım. Beyazıt, Taksim Üsküdar, Kadiköy, Beşiktaş, Eminönü, Aksaray, vb meydanlarını kentin tarihi kimliğindeki imzalar olarak kabul etmek yanlış olmaz. Örneğin, Aksaray meydanı Bizans döneminde kentin en büyük forum alanı, Osmanlı döneminde de saray meydanı olarak ün yapmiş vazgeçilmez bir simge niteliğinde. Bu meydanlar günümüzdeki perişan durumlarını hak ediyorlar mı? 1950’li yıllardan bu yana sürekli keyif alarak geçtiğim, zarif ve çok anlamlı anıtı hep gözlerimi yaşartmış olan Taksim meydanı: Şu anda bomboş bir beton yığını; tek süsü öbek öbek dilenmek zorunda bırakılan mülteciler!.. Bir zamanların muhteşem Üsküdar meydanı: Şu anda o meydanda sadece sağnak yağışlarda vapurlarla minibüsleri birlikte yüzdürmeyi becerebiliyoruz. Bütün bunları Istanbul’un kaderi olarak kabullenemeyiz, çünkü Istanbul tarihi ve kültürü bunları hak etmiyor. SONUÇ Yazıda ancak bir bölümü özetlenebilen olumsuz gelişmeleri sadece sorun olarak görmeye çalışmak çok iyimser bir yaklaşım olur. Istanbul’da çevre, doğal yapıdan kültürel mirasa kadar tüm önemli unsurları ile bir çöküş sürecine girmiştir. Bu sürecin başlamasında yapılmayanlar kadar, birtakım dayatmalarla yapılan yanlışlar da aynı ölçüde önemli rol oynamıştır. Şüphesiz, temel sorun sürekli artan nüfusun yarattığı baskıdır. Istanbul Çevre Düzeni Planı’nda Istanbul’un nüfusu için 16 milyon üst limit olarak öngörülmüştür. Son dönemde önerilen projeler adeta bu limite meydan okuyarak doğayı kemirmektedir. Tüm kaynakların yetmediği, yaşanması eziyet veren bir kent yapısına doğru hızla sürüklendiğimizi yöneticilerimizin ve Istanbul halkının artık fark etme zamanı gelmiştir. TEMA’nn Topraäa Yönelik Çalçmalarnn Çevre Açsndan Deäerlendirilmesi Prof. Dr. Nuran Zeren Gülersoy TEMA Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Esra Yazıcı Gökmen TEMA Vakfı Çevre Politikaları Koordinatörü Yaüamn sürekliliùi için gerekli olan su ve havann dünda toprak da en önemli doùal varlktr. Tüm doùal varlklarda olduùu gibi, toprak da insan aktiviteleri sonucunda zarar görebilmektedir. úçinde ve üzerindeki canllara yaüama imkan sunan bu deùerli varlùa zarar vererek aslnda insanlùn geleceùi tehlikeye atlmaktadr. Erozyon, çölleüme, tarm arazilerinin amaç dü kullanm ve yanlü tarm uygulamalarnn sonuçlarna hzl nüfus artünn da eklenmesi ile birlikte, özellikle geleceùin gda güvenliùi ciddi tehdit altnda görülmektedir GİRİŞ T EMA, Türkiye Erozyonla Mücadele, Ağaçlandırma ve Doğal Varlıkları Koruma Vakfı, Hayrettin Karaca ve A. Nihat Gökyiğit önderliğinde, erozyon ve çölleşme tehlikesine karşı toplumsal duyarlılığı arttırmak ve bu mücadelenin devlet politikası haline gelmesine katkıda bulunmak üzere 1992 yılında kurulmuştur. Kurulduğu yıldan bu yana geçen 22 yıllık sürede TEMA, ülkemizde erozyonla mücadele ve doğal varlıkların korunması konularına özellikle “Türkiye Çöl Olmasın” sloganı ile ilgiyi çeken yönlendirici çalışmalar yapmıştır. Vakıf bugün ülke genelinde 500.000’i aşkın gönüllüsü, 80 il temsilcisi, 231 ilçe gönüllü sorumlusu ve 112 üniversitede bulunan Genç TEMA Topluluğu ile başta toprak olmak üzere doğal varlıkları korumak amacıyla ülke çapında çalışmalarına devam etmektedir. TEMA’nın kuruluş amacı, “ülke topraklarımızı tehdit eden erozyon ve çölleşme tehlikesine dikkat çekmek ve bu mücadelenin bir devlet politikası haline gelmesine katkı sağlamak; toprakla birlikte dünya üzerindeki ekosistemi oluşturan su, orman, biyolojik çeşitlilik gibi tüm doğal varlıkların korunması ve insan kaynaklı iklim değişikliğine dair politikaların ve toplumsal bilincin oluşturulması için çalışmak; kendiliğinden yetişen doğal ormanları korumak, ağaçlandırma çalışmaları yaparak topluma ağaç sevgisi aşılamak; tarım alanları, çayır ve meraları korumak, geliştirmek, amacı dışında kullanılmasını önlemek; doğal varlıkların korunması ve doğru şekilde yönetilmesi için gerekli yasal düzenlemelerin yapılmasına öncülük etmek, destek vermek” olarak belirlenmiştir. Belirlenen amaç doğrultusunda TEMA Vakfı’nın temel çalışma alanları; çevre politikaları, ağaçlandırma ve kırsal kalkınma, eğitim, saha ve gönüllülük çalışmaları ve uluslararası ilişkilerdir. Tüm bu çalışmalarda, yaşamın temel unsurlarından biri olan toprak her zaman ana konu olmuştur. Türkiye’nin toprak varlığı, erozyon, çölleşme, amaç dışı kullanımlar, yanlış tarım uygulamaları gibi tehditlerle karşı karşıyadır. Bu yüzden de, toprağın korunmasını, sürdürülebilir ve akılcı bir şekilde kullanılmasını sağlayacak çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. Kuruluş amacı doğrultusunda da, TEMA Vakfı, bu sorunlarla mücadele etmek, engellemek ve farkındalık yaratmak için çeşitli çalışmalar yürütmektedir. TÜRKİYE’DE TOPRAK SORUNLARI Türkiye’de toprak sorunları, başta erozyon olmak üzere, çölleşme, amaç dışı kullanım, yanlış tarım uygulamaları olarak tanımlanabilir. Genel bir ifadeyle toprak taşınımı olan erozyon, jeolojik erozyon olarak tanımlanan doğal etkiler sonucunda ortaya çıktığında, verimli ovaların da oluşmasına neden olan faydalı bir süreç olarak görülür. İnsan aktiviteleri sonucunda oluşan hızlandırılmış erozyon ise çevresel felaketlere neden olan bir süreçtir. Türkiye, erozyonun her tür ve şiddetinin görüldüğü ülkelerin başında gelmektedir. Örneğin, her itü vakf dergisi 27 ÇEVRE DOSYASI Hayrettin Karaca, Nihat Gökyiğit İTÜ Taşkışla’da Genç TEMA Toplantısı yıl akarsularla en az 500 milyon ton verimli toprak denizlere sürüklenerek gitmektedir (Günay, T. 2008). TEMA Vakfı’nın da üyesi olduğu, “9. Beş Yıllık Kalkınma Planı Toprak ve Su Kaynaklarının Kullanımı ve Yönetimi Özel İhtisas Komisyonu Raporu”na göre, ülke topraklarının %7,22’sinde hafif, %20,04’ünde orta, %36,42’sinde şiddetli ve %22,32’sinde çok şiddetli erozyon yaşanmaktadır (Devlet Planlama Teşkilatı, 2007). Yanlış insan aktiviteleri sonucunda oluşan erozyonun başlıca nedenleri arasında ise, yanlış tarım uygulamaları, yanlış arazi kullanımları, ormansızlaşma ve meraların tahrip edilmesi gelmektedir (Çepel, N., 2000). Çölleşme, bir diğer önemli toprak sorunudur. Dünyanın yaklaşık üçte birini oluşturan kurak bölgelerin büyük kısmını coğrafi olarak çöller oluşturmaktadır. 100 mm’nin altında yağış alan yerler çöl, 100-300 mm arasında yağış alan yerler ise yarı çöl olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’de gerçek anlamda çöl bulunmamakla birlikte, Orta ve Güneydoğu Anadolu’da bazı yöreler (Konya-Karapınar gibi) yarı çöl koşullarına oldukça yakındır (Devlet Planlama Teşkilatı, 2007). Çölleşme ise İklimsel etmenler veya insan faaliyetleri sonucunda meydana gelen kurak, yarı kurak ve yarı nemli bölgelerdeki arazi bozulmaları olarak tanımlanmaktadır. Türkiye’deki çölleşme nedenlerinin başında ise, ormansızlaşma, meraların tahrip edilmesi, aşırı yer altı su tüketimi, yanlış tarım uygulamaları, aşırı otlatma gelmektedir. Amaç dışı kullanım, ülkemizde sıkça rastlanan önemli bir toprak sorunudur. Çeşitli insan faaliyetlerine zemin oluşturan arazinin en önemli bileşeni topraktır. Dolayısıyla, arazi kullanımı ve arazi kullanımlarındaki değişiklikler toprağı doğrudan 28 itü vakf dergisi etkilemektedir. 10. Beş Yıllık Kalkınma Planı, Tarımsal Yapıda Etkinlik ve Gıda Güvenliği Özel İhtisas Komisyonu Raporuna göre, işlenen ve uzun ömürlü bitkilerin yetiştirildiği tarım arazisi 2011 yılı itibariyle 23,6 milyon ha olup, bu da toplam arazinin yaklaşık %30’unu oluşturmaktadır (Kalkınma Bakanlığı, 2014). Bu miktar ise, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı nedeniyle azalma tehlikesi ile karşı karşıyadır. Yanlış tarım uygulamaları, toprağa zarar veren önemli bir insan aktivitesidir. Tarımsal faaliyetler gerçekleştirilirken, bilerek veya bilmeyerek yapılan yanlış uygulamalar çeşitli çevresel sorunlara neden olmakta, tarımsal üretimde verimin düşmesine ve kimi zaman da maliyetin artmasına neden olmaktadır. Zirai ilaç ve kimyasal gübre kullanımı, sulama, toprak işleme gibi konulardaki yanlış uygulamalar toprakta, yeraltı ve yerüstü sularında kirlilik, erozyona neden olmakta, çevre ve insan sağlığını tehdit etmektedir. Örneğin Güneydoğu Anadolu Bölgesinde, aşırı sulamalar sonucunda toprakta tuzlanma gibi sorunlara yol açarak verimin de düşmesine neden olmuştur. Tarımsal üretimin sürdürülebilirliği için uygun tarım yöntemlerinin uygulanması gerekmektedir (Sönmez, İ., Kaplan, M., Sönmez, S., 2008). TEMA bugün ülke genelinde 500.000’i aşkın gönüllüsü, 80 il temsilcisi, 231 ilçe gönüllü sorumlusu ve 112 üniversitede bulunan Genç TEMA Topluluğu ile başta toprak olmak üzere doğal varlıkları korumak amacıyla ülke çapında çalışmalarına devam etmektedir. TEMA VAKFI’NIN TOPRAKLA İLGİLİ ÇALIŞMALARI Türkiye’nin toprak varlığı, doğal nitelik ve yetenekler bakımından sahip olduğu kısıtlarla birlikte, yukarıda özetlenen insan kaynaklı tehditlerle de sıklıkla karşı karşıya kalmaktadır. TEMA Vakfı, toprak sorunlarına ilişkin yönlendirici çalışmaları ile toplumsal farkındalık yaratmayı ve karar vericileri etkilemeyi amaçlamakta, toprağın korunması konusunda örnek projeler yürütmektedir. TEMA Vakfı, Türkiye’de toprakla ilgili sorunlarla mücadele edilmesi ve toprağın korunması amacıyla, çölleşme ile mücadele projeleri, ağaçlandırma ve kırsal kalkınma projeleri, çevre politikaları çalışmaları, eğitim çalışmaları yürütmekte, yalnız ulusal düzeyde değil, uluslararası düzeyde de çeşitli etkinliklere ve projelere katılmaktadır. Çölleşme ile Mücadele Projeleri Türkiye’nin karşı karşıya olduğu en önemli çevre sorunlarından biri olan çölleşme ile mücadele konuları kapsamında, örnek uygulamalar geliştirme, kapasite artırımı, kamuoyu oluşturma gibi amaçlarla özel projeler gerçekleştirilmiştir. Bu projelerin başında, CROP-MAL ve Drynet Projeleri gelmektedir. CROP–MAL Marjinal Kurak Alanların Koruması için Rasyonel Fırsatlar Yaratılması Projesi Konya Karapınar, çölleşme konusundaki duyarlılığı nedeni ile, TEMA Vakfı için her zaman özel bir öneme sahip olmuştur. 2006-2008 yıllarında gerçekleştirilen “Karapınar’dan Dünyaya Çölleşme Çağrısı (I-DESIRE) Projesi” kapsamında, çevresel koşullara, yüzey toprağına, bitki örtüsüne, su kalitesine ve bölgeye ait ürünlerin üretim tekniklerine ilişkin veriler ışığında bölge için sürdürülebilir kalkınma modeli ortaya konmuştur. Bu projenin çıktıları ışığında, 2009-2012 yılları arasında gerçekleştirilen CROP-MAL (Marjinal Kurak Alanların Korunmasına Yönelik Rasyonel Fırsatların Yaratılması) Projesi kapsamında da, Konya Karapınar Mikro Havzası’na odaklanarak sürdürülebilir bir arazi yönetiminin hayata geçirilmesi için gereken arazi kullanım modeli geliştirilmiştir. Geliştirilen modele göre; sulu tarım yerine kuru tarıma odaklanılması, su tüketimi yüksek ürünler yerine kuraklığa dayanıklı ürünler seçilmesi, aşırı su tüketiminden vazgeçilmesi, etkin ve sürdürülebilir sulama tekniklerinin benimsenmesi ve yaygınlaştırılması, tarımda gübre ve kimyasal kullanımının azaltılması, biyoçeşitliliği korumak için mikro havzada biyorezerv alanlarının oluşturulması, mera alanlarının sürdürülebilir yönetiminin sağlanması ve alandaki mevcut geven türlerinin korunması önerilmektedir Drynet Projesi 2007 yılında başlayan ve 15 ülkede kurak alanlarda çalışan Sivil Toplum Kuruluşlarının ortağı olduğu Drynet Projesinin ilk ayağı (Drynet I) kapsamında, 2007-2009 yılları arasında, yerel ağlar oluşturarak kurak alanlarda çalışan Sivil Toplumun kapasitesinin geliştirilmesi, kurak alanlarda çalışan Türkiye’nin toprak varlığı, erozyon, çölleşme, amaç dışı kullanımlar, yanlış tarım uygulamaları gibi tehditlerle karşı karşıyadır. Bu yüzden de, toprağın korunmasını, sürdürülebilir ve akılcı bir şekilde kullanılmasını sağlayacak çalışmalara ihtiyaç duyulmaktadır. bütün paydaşlarla (kamu/ akademi/ sivil toplum) deneyim/ bilgi paylaşımı ve yerel sorunlara uluslararası gündeme taşınarak savunuculuğunun yapılması amaçlanmıştır. Drynet II projesi ise, çiftçi kooperatifleri, sivil yerel gruplar, kadın kuruluşları, sendikalar ve sivil toplum kuruluşlarından oluşan sivil toplum ağlarını doğru bilgilerle donatıp, gerekli iletişim araçlarını kullanarak güçlendirmeye ve arazi bozulumu politikalarını etkileyebilir hale gelmelerine yönelik bir proje olarak 2011-2013 yılları arasında gerçekleştirilmiştir. Ağaçlandırma ve Kırsal Kalkınma Projeleri Ağaçlandırma ve Kırsal Kalkınma Projeleri, TEMA Vakfı’nın en önemli etkinlik alanıdır. TEMA Vakfı, kurulduğu günden bu yana Orman ve Su İşleri Bakanlığı işbirliği ile 11,5 milyon fidanı ve 700 milyon meşe tohumunu toprakla buluşturmuştur. Ayrıca, gönüllü ve destekçilerin fidan bağışları ile de Hatıra Ormanları oluşturulmaktadır. Bugüne kadar gerçekleştirilen 182 adet projenin içinde, çölleşme ile mücadele, biyolojik çeşitlilik konularından başka, kırsal kalkınma ve ağaçlandırma projeleri de bulunmaktadır. Erozyon önleme amaç- Kapama elma bahçesi içerisinde arasında ara tarım olarak brokoli ve kara lahana tarlasından görünüm. TEMA BORUSAN Kırsal Kalkınma Proje Sahası, Afyonkarahisar Mustafa Kazancı, 2012 lı kırsal kalkınma faaliyetleri kapsamında, toprak ve arazi koruma çalışmaları (meyvecilik, yem bitkisi, bakliyat vb bitkisel üretim süreçleri) gerçekleştirilmiş, doğru gübre kullanımı ve toprak yönetimi eğitimleri verilmiştir. Bu kapsamda gerçekleştirilen TEMA – BORUSAN Afyonkarahisar Kırsal Kalkınma Projesi ve TEMA-Nestlé Antepfıstığı Üretiminde Verim ve Kalitenin Artırılması Projesi son dönemde gerçekleştirilen örnek projelerdendir. TEMA – BORUSAN Afyonkarahisar Kırsal Kalkınma Projesi 2010-2014 yılları arasında, Afyonkarahisar-Sinanpaşa Güney ve Tokuşlar Beldeleri ile Kınık, Karacaören ve Çobanözü Köylerinde gerçekleştirilen projede, geleneksel tarımsal üretim alışkanlıkları yerine, pazardaki ihtiyacı karşılamaya yönelik yeni ve çağdaş bir tarımsal üretim sistemi kurularak, bölgede yaşayan insanların gelir düzeyi ve yaşam kalitesini yükseltmek amaçlanmıştır. Proje kapsamında, hayvancılıkla uğraşan çiftçilere yönelik sürdürülebilir mera kullanımı ile ilgili teorik ve pratik eğitimler verilmiş, mevcut tarımsal üretimde geleneksel yöntemlerle yapılan tarla tarımının yerine, meyveciliğin geliştirilmesiyle, yeni üretim deseni oluşturulması amacıyla, yörenin iklimi ve rakımının gerektirdiği koşullara uygun, pazarda satış olanağı olan meyve bahçeleri oluşturulmuş, yem bitkileri üreticiliği gerçekleştirilmiş, doğru ve yeterli gübre kullanımı uygulamaları yapılmıştır. Yem bitkisi (slajlık mısır) hasadından görüntü. TEMA BORUSAN Kırsal Kalkınma Proje Sahası, Afyonkarahisar Mustafa Kazancı, 2013 itü vakf dergisi 29 ÇEVRE DOSYASI Ekolojik Okur Yazarlık Eğitimi TEMA-Nestlé Antepfıstığı Üretiminde Verim ve Kalitenin Artırılması Projesi Antepfıstığının en uygun yetiştirme havzası özelliğine sahip olan Orta Fırat Havzası’nda yer alan Gaziantep’te Yavuzeli ve Araban ilçeleri, Şanlıurfa’da Birecik ilçesi, Adıyaman’da ise Besni ilçesinin bulunduğu bölgede, 2011-2013 yılları arasında gerçekleştirilen projede, antepfıstığı üretiminde esas olarak geleneksel tarım uygulamalarının yaygın olması nedeniyle, projede bilimsel araştırma sonuçlarına dayalı, iyi ve doğru tarım tekniklerinin üreticilere aktarılması, proje uygulama bahçelerinde uygulamalarla verim ve kalite artışına ilişkin görsel örneklerin oluşturulması ve uygulama sonuçlarının yaygınlaştırılması hedeflenmiştir. Proje kapsamında, bahçe yönetimi, bitki beslenmesi, bitki hastalıkları ve zararlılarıyla mücadele, budama, mekanizasyon, sulama, meyve kalite ve hasat uygulamaları ile organik tarım uygulamaları konularında teorik ve uygulamalı olarak eğitimler verilmiş, örnek bahçeler oluşturulmuş, eğimli antepfıstığı bahçelerinde erozyon önleme ve toprak koruma çalışmaları yapılmıştır (www. tema.org.tr). Ağaçlandırma Projeleri Erozyonu önleme ve toprak varlığının korunması amacıyla ağaçlandırma projeleri gerçekleştirilmektedir. Örneğin, 2008 yılında başlayan, 2012 yılı sonu itibariyle dikimleri tamamlanan, 2017 yılı sonuna kadar da bakım, koruma ve tamamlama 30 itü vakf dergisi çalışmaları sürdürülecek olan Türkiye İş Bankası ile birlikte yürüttüğü 81 İlde 81 Orman Projesi kapsamında 1.470 ha orman alanı tesis edilmesi amaçlanmıştır. Bu ve benzeri projelerin, orman varlığının genişletilerek erozyon ile mücadelede etkili olunması, karbon tutumunun artırılması, ormansızlaşma konusuna toplumun dikkatinin çekilmesi açısından önemi vardır. ÇEVRE POLİTİKALARI ÇALIŞMALARI TEMA Vakfı çevre politikaları çalışmalarının amacı; insan faaliyetlerinin doğal varlıklar üzerindeki olumsuz etkilerini gerçekleşmeden önlemek-azaltmak-onarmaktır. Bu kapsamda gerçekleştirilen çalışmaların başında, toprağın korunması ve sürdürülebilir kullanılmasını sağlamak amacıyla, hazırlanmasını ve yazımını gerçekleştirdiği “Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu”nun 2005 yılında yasalaşması gelmektedir. Ayrıca, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımlarının engellenmesi için hukuki çalışmalar da yürütülmektedir. Zirai ilaç ve kimyasal gübre kullanımı, sulama, toprak işleme gibi konulardaki yanlış uygulamalar toprakta, yeraltı ve yerüstü sularında kirlilik, erozyona neden olmakta, çevre ve insan sağlığını tehdit etmektedir. TEMA Vakfı Çaldağ Kampanya Afişleri, 2010 Çevre politikaları çalışmaları kapsamında yürütülen kampanyalar da bulunmaktadır. Örneğin, Manisa Çaldağ’da işletilmesi planlanan nikel madeninin Türkiye’nin en verimli ovalarından biri olan Gediz Ovasında neden olacağı tahribata yönelik 2010 yılında yürütülen kampanya kapsamında yerelde halkı bilgilendirme toplantıları ve eylemler düzenlenmiş, davalar açılmış, imza kampanyası düzenlenmiş, TEMA Vakfı Bilim Kurulu Üyelerince nikel madeninin doğal varlıklar üzerindeki etkilerine yönelik bilimsel rapor hazırlanmıştır EĞİTİM ÇALIŞMALARI TEMA Vakfı’nın eğitim çalışmalarında da her zaman toprak ana konu olmuştur. Bu kapsamda, Ekolojik Okuryazarlık Programı, Minik TEMA Programı ve Yavru TEMA Programları yürütülmektedir. Türkiye’de bir ilk olan ve Milli Eğitim Bakanlığı işbirliği ile hayata geçirilen Ekolojik Okuryazarlık Öğretmen Eğitimi’nde 3 yılda 60 ilden toplam 240 öğretmene eğitim verilmiştir. Milli Eğitim Bakanlığı desteği ve Türkiye Okul Öncesi Eğitimini Geliştirme Derneği işbirliği ile gerçekleşen ve çocukların doğayla erken yaşta tanışmalarının yolunu açan Minik TEMA Doğa Eğitim Programı ise, 2013 yılında İstanbul’da 500 okulda 29 bin 500 çocukla, Türkiye genelinde ise bin okulda 69 bin çocukla buluşmuştur. Milli Eğitim Bakanlığı desteğiyle gerçekleşen Yavru TEMA Doğa Eğitimi Programı ise 1996 yılından günümüze kadar 1.100 okulda, yaklaşık 50 bin öğrenciyle uygulanmıştır. 2013-2014 eğitim-öğretim yılında yenilenerek geliştirilen Doğa Eğitim Prog- ramıyla ortaokul öğrencilerinin ekolojik okur-yazarlıklarınındesteklenmesi amaçlanmaktadır (www. tema.org.tr). Tüm bu programlarda, toprağın yaşamımızı sürdürebilmemiz açısından önemi ile birlikte, özellikleri ve oluşumuna yönelik bilgiler de paylaşılarak, insanların toprağı tanımaları amaçlanmaktadır. SONUÇ Yaşamın sürekliliği için gerekli olan su ve havanın dışında toprak da en önemli doğal varlıktır. Tüm doğal varlıklarda olduğu gibi, toprak da insan aktiviteleri sonucunda zarar görebilmektedir. İçinde ve üzerindeki canlılara yaşama imkanı sunan bu değerli varlığa zarar vererek aslında insanlığın geleceği tehlikeye atılmaktadır. Erozyon, çölleşme, tarım arazilerinin amaç dışı kullanımı ve yanlış tarım uygulamalarının sonuçlarına hızlı nüfus artışının da eklenmesi ile birlikte, özellikle geleceğin gıda güvenliği ciddi tehdit altında görülmektedir. TEMA Vakfı, yürütmüş olduğu ve yürütmekte Manisa Çaldağ’da işletilmesi planlanan nikel madeninin Türkiye’nin en verimli ovalarından biri olan Gediz Ovasında neden olacağı tahribata yönelik 2010 yılında yürütülen kampanya kapsamında yerelde halkı bilgilendirme toplantıları ve eylemler düzenlenmiş, davalar açılmış, imza kampanyası düzenlenmiş, TEMA Vakfı Bilim Kurulu Üyelerince nikel madeninin doğal varlıklar üzerindeki etkilerine yönelik bilimsel rapor hazırlanmıştır. olduğu etkinlik ve projelerle toprağın yaşamsal önemine ilişkin toplumsal bilinç sağlama, günümüzde toprağın karşı karşıya kaldığı tehditlere ilişkin farkındalık yaratma, karar vericileri etkileme ve yönlendirme çalışmalarını 22 yıldır ülke düzeyinde gönüllülük esası ile sürdürmektedir ve sürdürmeye devam edecektir. ULUSLARARASI İŞBİRLİĞİA TEMA Vakfı uluslararası düzeyde çalışmalar da yürütmektedir. Avrupa Çevre Bürosu EEB ve Çevre Kültür ve Sürdürülebilir Kalkınma için Akdeniz Bilgi Ofisi MIO-ECSDE gibi önemli kuruluşların Yönetim Kurulu üyesi ve Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal Konseyi ECOSOC’ta danışman STK statüsündedir. Bunların dışında, Dünya Koruma Birliği IUCN, Küresel Çevre Fonu STK Ağı GEF-NGO, Avrupa İklim Eylem Ağı CAN- Europe kuruluşların üyesidir. Ayrıca Birleşmiş Milletler Çölleşme ile Mücadele Sözleşmesi UNCCD ve İklim Değişik- KAYNAKLAR Çepel, N., 2000. Toprak ile Söyleşi: Tanımı, Sorunları ve Korunma Çareleri, TEMA Vakfı Yayınları, İstanbul. Çevre ve Orman Bakanlığı, 2005. Çölleşme ile Mücadele Türkiye Ulusal Eylem Programı, Ankara. liği ile Mücadele Sözleşmesi UNFCCC akredite STK üyesidir (www. tema.org.tr). Devlet Planlama Teşkilatı, 2007. Toprak ve Su Kaynaklarının Kullanımı ve Yönetimi Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara. Günay, T. 2008. Orman, Ormansızlaşma, Toprak: Erozyon, TEMA Vakfı Yayınları, İstanbul. Kalkınma Bakanlığı, 2014. Tarımsal Yapıda Etkinlik ve Gıda Güvenliği Özel İhtisas Komisyonu Raporu, Ankara. Sönmez, İ., Kaplan, M., Sönmez, S., 2008. Kimyasal Gübrelerin Çevre Kirliliği Üzerine Etkileri ve Çözüm Önerileri, Batı Akdeniz Tarımsal Araştırma Enstitüsü Derim Dergisi, 2008,25(2):24-34 htpp://www.tema.org.tr itü vakf dergisi 31 ÇEVRE DOSYASI Enerjide Çözüm için Enerjinin Etkin Kullanm ve Yüzde100 Yenilenebilir Enerji Prof. Dr. Tanay Sıdkı Uyar Marmara Üniversitesi Enerji Ana Bilim Dalı Başkanı, Dünya Rüzgar Enerjisi Birliği (WWEA) Başkan Yardımcısı, Dünya Biyoenerji Derneği (WBA) Yönetim Kurulu Üyesi, Türkiye Çevre Platformu(TÜRÇEP) Koordinatörü Yenilenebilir enerji yeryüzünde herkese eüit olarak ayrm yapmadan ulaütù için eüitlik, merkezi bir otoriteye baùl olmadan bulunduùunuz her yerde kullanabildiùiniz için özgürlük, hiç kimseyi öldürmeden yararlanabildiùiniz için barü ve yerli iü imkân saùladù için ekonomide çözüm anlamna da gelmektedir… 32 itü vakf dergisi Y aşamın Enerjisi Güneş ve Türevleri Doğa ile ilişkimiz doğumumuzdan itibaren başlıyor. Var olan oksijeni soluyoruz ve çevremizde bulduğumuz gıdalarla beslenmeye başlıyoruz ve doğal yaşamın bir parçası oluyoruz. Atmosferin içinde doğduğumuz yer ve koşullara bağlı olarak yaşamımız kısa veya uzun olabiliyor. Sanayi devriminden sonra hızla genişleyen yerleşim alanları, yollar, sanayi bölgeleri, fabrikalar, barajlar, dev rafineriler, maden ocakları, hızla genişleyen tarım alanları benzeri insan etkinlikleri sonucu doğal çevre tahrip edilmeye başlanmıştır. Dış sıcaklığı eksi 60 derece olan atmosferde asıl enerji kaynağı güneştir. Güneş yaşam çevresini ve buna ek olarak rüzgarı oluşturuyor, fotosentez ile biokütleyi üretiyor, güneşle buharlaşan suya potansiyel enerji kazandırarak canlılara içmek ve tarım için temiz su sağlıyor. Kömür, petrol ve doğal gaz da güneşin enerjisini verdiği ormanlar ve organik canlıların yer altında fosilleşmesi ile milyonlarca yılda oluşuyor. Güneş insanlığın yaşaması için bir umut. Güneşi küçümsemek ve çok az kullanıldığını belirtmek çözümü istemeyenlerin genel yaklaşımı. Aynı yeni doğan bebek gibi. Yeni doğan bebek annesi babası tarafından ufaktır diye yok edilir mi? Edilmez tabi. Çünkü o ufak bebek asıl yaşamı ileriye taşıyacak olandır. Bu nedenle bir şeyi ufaktır diye yok saymak doğru bir yaklaşım değildir. Nasıl yeni doğan bir çocuğun büyümesi engellenemez ise güneş ve türevlerinin dünyanın enerjisinin yüzde 100’ünü sağlaması da engellenemez. Yenilenebilir enerji yeryüzünde herkese eşit olarak ayrım yapmadan ulaştığı için eşitlik, merkezi bir otoriteye bağlı olmadan bulunduğunuz her yerde kullanabildiğiniz için özgürlük, hiç kimseyi öldürmeden yararlanabildiğiniz için barış ve yerli iş imkanı sağladığı için ekonomide çözüm anlamına da gelmektedir. Dünyanın merkezinde var olan 6000 derece sıcaklığında magma, toprak sıcaklığımızın ortalama 15 derece olmasını sağlamaktadır. Atmosferden ısı ve ışığını esirgemeyen güneş, çevresini saran sera gazlarının oluşturduğu battaniye marifetiyle ve onunla adeta bir iş bölümü yaparak atmosferin ortalama sıcaklığını eksi 60 dereceden ortalama artı 16 dereceye getirmektedir. Şu anda kullandığımız geleneksel enerji kaynakları ise yaşamımız için elverişli ortamı sağlamak üzere marjinal bir destek sağlamaktadır. Örneğin, Erzurum'da sıcaklık eksi 30 dereceye düştüğü zaman evimizi artı 20 dereceye getirmek için ısıtıyoruz. Muğla gibi sıcak bölgelerde sıcaklık artı 40 dereceye ulaşınca evimizin sıcaklığını 20 dereceye klima gibi cihazlarla düşürmeye çalışıyoruz. Bu teferruat kısmını fosil yakıtları kullanarak gerçekleştiriyoruz. Kömür, doğalgaz ve petrol enerjinin teferruat kısmıdır. Bugün artık bu teferruat kısmını da yüzde 100 yenilenebilir enerji kaynakları ile sağlamak mümkündür ve bu enerjide tek kalıcı çözümdür Doğal Çevrede İnsan ve Enerji İnsan, yaşamını doğal çevrede sürdürürken ihtiyaçlarını da doğal kaynaklardan sağlıyordu. Kurutmayı ve ısınmayı güneşle, un üretimini rüzgarla yapıyor, bir kandilin ışığıyla aydınlanabiliyordu. Nüfus artıp ihtiyaçlar çeşitlenince, "daha çok" ve "daha hızlı"yı isteyen insan, yeni kaynakların arayışına girdi. Önce buharın keşfinde olduğu gibi kullandığı kaynakları yoğunlaştırarak "daha fazla" enerji elde etti. Güneşin dağınık enerjisini yoğunlaştırarak sıcak su, buhar elde etme yerine daha kolay bir yolu seçti. Yakılmasıyla daha fazla enerjiyi açığa çıkaran yakıtlara yöneldi. Fakat bu yakıtların çevreye ve atmosfere verdiği zarar, sağladığı faydayı gölgeledi. Çok değil, 100 yıl gibi kısa bir sürede fosil yakıtların doğaya ve canlıların sağlığına verdiği zararlar etkisini gösterdi. Kömür, doğalgaz, petrol gibi binlerce yılda oluşmuş kaynaklar "insanlığın gelişmesi(!)" adına tüketildikçe, atıklarıyla hava, su, toprak da tükenmeye başladı. Fosil yakıtlar olarak adlandırılan kömür, petrol ve doğalgazın yarattığı olumsuzluklar sadece yakın çevreyle sınırlı kalmadı; atmosfere de yayıldı. Sonunda bu kirlilik, iklim değişikliğine yol açmaya ve dünya yaşamını tehdit etmeye başladı. 1972'de Stockholm'de toplanan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı, çevre hakkını bir insan hakkı olarak tanıyan bir bildiriyi kabul etti: “İnsan, onurlu ve iyi bir yaşam sürmeye olanak veren nitelikli bir çevre- Tüm dünya ülkelerinin karar vericilerinin 2014 sonunda Lima’da, ve 2015’te Paris’te yapılacak Taraflar Konferanslarında çözümden yana adım atmalarını bekliyoruz. de, özgürlük, eşitlik ve tatmin edici yaşam koşulları temel hakkına sahiptir…” Buna rağmen bugün fosil yakıtların çevre ve insan sağlığı açısından yarattığı olumsuzluklar her geçen gün katlanarak artıyor. Fosil yakıtlar yakıldığında altı sera gazının açığa çıkmasına neden oluyor. Bunlardan en belirleyici olanları karbondioksit (CO2) ve metan. Diğer kirleticiler ise kükürt, partikül madde, azotoksit, kurum ve kül. Yanma sırasında ortaya çıkan karbonmonoksit (CO), oksijenden çok daha hızlı bir şekilde kandaki hemoglobine tutunarak vücuttaki oksijeni bloke ediyor ve baş ağrısı vb. hastalıklara yol açıyor. Kömür ve petrolün yanmasıyla ortaya çıkan, kükürtdioksit (SO2) ise kokusuyla fark ediliyor. Sülfürik aside dönüşerek insan sağlığına ve doğal çevreye onarılmaz zararlar veriyor; kanser ve diğer hastalıklara yol açıyor. Doğalgaz ve diğer fosil yakıtların atmosferde yakılmasıyla ortaya çıkan kokusuz ve gözle görülemeyen azotoksit ise güneş altında reaksiyona girerek nitrata dönüşüyor. Akciğerlerin koruma mekanizmasından geçen nitrat vücutta nitrik asite dönüşüyor. Bu da bağışıklık sistemini çökerten maddelerin başında geliyor. 1850’li yıllardan itibaren atmosferde kömür yakarak enerji üretimi nedeniyle tüm insanlık ölümlü kanser vakalarını yaşamaya başlamıştır ve hala yaşamaktadır. 1970 deki petrol krizi ile birlikte dünya birinci çözüme yani enerjinin etkin kullanımına zorunlu olarak yönelmiştir. Enerjinin etkin kullanımı daha az enerji ile daha çok iş yapmak anlamına gelmektedir. Petrol krizi sonrası ABD başta olmak üzere endüstrileşmiş ülkeler yenilenebilir kaynak ve teknolojilerini gündemlerine aldılar. OECD ülkeleri bir araya geldiler ve enerji bakanlıklarının sağladığı destekle güneş, rüzgar, biyokütle ve jeotermal enerji teknolojilerini geliştirme ve ulaşımda, konutlarda, sanayide gereksinim duyulan proses ısısı ve elektrik enerjisinin temini AR-GE çalışmalarını başlat- itü vakf dergisi 33 ÇEVRE DOSYASI tılar. Merkez kapitalist ülkelerde 1980’li yıllardan itibaren prototipler geliştirilmiş ve çok sayıda ülkede, fosil ve nükleer atık ısı santrallerinin yarattığı sorunlara çözüm olarak güneş, rüzgar, jeotermal ve biokütle kaynaklarından elektrik ve proses ısısı üreten teknolojileri kullanımı, çözümden yana olan karar vericilerin desteği ile, yaygınlaşmıştır. Fosil Kaynakların İklime Etkisi ve Kirli Teknoloji Transferi Kömür, petrol ve doğal gaz gibi fosil yakıtların iklim değişikliğine yol açmasının nedeniyse, yanma sırasında ortaya çıkan CO2 ve metan gibi sera gazlarının bünyelerinde ısı tutma özelliğine sahip olmaları. Güneş, gün doğumundan batımına kadar atmosferin içine ısı ve ışığını veriyor. Doğal döngünün devamı için, bu ısının tekrar uzaya transferi gerekiyor. Oysa fosil yakıtların neden olduğu sera gazları, ısının bir kısmının atmosferde tutulmasına yol açıyor. Böylece dünya, ısınmaya ve iklim değişmeye başlıyor. Küresel ısınma mekanizması esas olarak, atmosferin etrafını saran sera gazları ile güneşin dayanışma ve işbirliği halinde atmosferde insan ve diğer canlıların yaşaması için elverişli ortamı oluşturmasını sağlar. Doğal olarak var olan bu ortam fosil yakıtların atmosferde yakılması ile açığa çıkan ek sera gazlarının 34 itü vakf dergisi Almanya 2050’de yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçeceğini belirtiyor. Bu hedefi de kolaylaştırmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Nükleeri kapatma kararı aldı. Çin 2050’de yüzde 70-80 yenilenebilir enerjiye geçme hedefi koydu. battaniyeyi kalınlaştırması ile bir sorun haline dönüşmekte ve insanlığı tehdit etmektedir. Kalınlaşan battaniye atmosferi ısıtmakta, kutuplardan ve dağlardan eriyen karların suları deniz seviyelerini yükseltmekte, farklı bölgelerde sel felaketleri yaşanmaktadır. Kitlesel ölümler ve salgın hastalıkların dünyayı etkilemesi beklenmektedir. Sorun insanların binlerce yıldır var olan bir küresel dengeyi zorluyor olmalarıdır. Doğa bu dengeyi yeniden sağlayacak güçtedir. İnsanlar ise bu yeni koşullara ayak uydurmada zorlanacak ve kendi kendini yok edecektir. İnsanların başarısı ise doğanın çözümlerine gerek kalmadan insan faaliyetlerini doğal dengelere uyumlu olarak sürdürmek ve enerji ve ekonomi sistemlerini tamamıyla karbonsuzlaştırmaktır. Bu doğaya bir lütuf değil insanların yaşamı için bir zorunluluktur. 1900’lerden günümüze atmosferin ortalama sıcaklığı giderek arttı ve iklim değişikliğinin zincirleme sonuçları artık ya- şamımızı etkiliyor. Su kaynakları kuruyor, çiçekler erken açıyor, erken yağan karlar ürünleri telef ediyor, bitkiler zamansız meyve veriyor ya da hiç vermiyor. Kısa vadede oluşan sonuçlar artık yaşamımızın bir parçası. Sıcaklık arttıkça buzlar ana kütleden koparak eriyor, çığ olayları artıyor, fazla miktarda su dolaşıma giriyor, sel felaketleri, fırtınalar, kasırgalar oluşuyor. Deniz kıyısında yaşayan binlerce kişi sel suları altında kalıp ölüyor. Küresel ısınmanın, uzun vadede öngörülen sonuçları daha vahim; ortalama sıcaklık artışı bu hızla devam ederse, 2020 yılında deniz seviyesi bir metreye kadar yükselecek. Bu, dünyanın en büyük kentlerinin sular altında kalması anlamına geliyor. 1992’de yapılan Rio Zirvesi nin ardından, gelişmiş ülkeler 1992’de Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi’ni imzaya açtılar. Zirveye katılan ülkeler, diğer ülkelerle çözüm bulmak ve sera gazı emisyonlarını 1990 yıllarındaki seviyenin altına çekmek için, ülkelerin uyması gereken kuralları belirlemek üzere bir dizi Taraflar Konferansı (COP-Conference of Parties) düzenlediler. Ancak pek çok ülke yine ekolojik dengeleri ya da insan ve çevre sağlığını değil, kendi ekonomik çıkarlarını gözetince anlaşmada zorlandılar. Türkiye Rio anlaşmasını 2003 yılına kadar onaylamadı. 1997 yılında yapılan Kyoto İklim Zirvesinde ise ABD, Kanada, Japonya, Avustralya gibi bazı ülkeler kendi ülkelerinde sera gazı emisyonlarında indirim yapma sorumluluğunu üstlenmek istemediler. Bir yandan ulusal ve ekonomik çıkarlar gözetilirken, diğer yandan da nükleer enerji dahil olmak üzere petrol, kömür ve doğalgaz gibi fosil yakıtların zararını fark edenler, standart dışı ve pazar değeri olmayan çöp teknolojileri, bunun farkında olmayan ülkelere, aktarmaya başladılar. Bu teknolojileri satabilmek için kredi veren ülkeler, geçmişin sorunlu teknolojilerini başka ülkelere de taşıdı, taşıyor. Bunu yaparken de sorunun, iklim değişikliği ve küresel kirlenme gibi sonuçlarla kendilerine döneceğini hesap etmiyorlar. Tüm dünya ülkelerinin karar vericilerinin 2014 sonunda Lima’da ve 2015’te Paris’de yapılacak Taraflar Konferanslarında çözümden yana adım atmalarını bekliyoruz. Dünyada Mevcut Enerji Politikaları Mevcut enerji planlaması ve politikalarının en sorunlu tarafı, bir ülkede terk edilen sorunlu kirletici çöp teknolojilerle enerji üretiminin diğer ülkelerde sürdürülmesi ve enerji geleceğinin geçmişin kirli teknolojileri ile planlanması ve yürütülmesidir. Atmosferi kendilerinin ve diğer canlıların yaşayabileceği bir şekilde korumak yerine, insanlar dünyayı yaşanası olmaktan çıkaracak her türlü etkinlikte bulunuyorlar. Örneğin kömür üretim ve tüketimi maden işçilerinin ölümüne, çıkarılan kömürün yakılması ise milyonlarca insanın kanser olmasına ve küresel ısınmaya neden olmaktadır. Bu ise, ekonomilerin fosil yakıtlardan kurtarılmasını ve karbonsuzlaştırılmasını ve yenilenebilir enerji kullanımına geçilmesini zorunlu kılmaktadır. Almanya 2050’de yüzde 100 yenilenebilir enerjiye geçeceğini belirtiyor. Bu hedefi de kolaylaştırmak için elinden gelen her şeyi yapıyor. Nükleeri kapatma kararı aldı. Çin 2050’de yüzde 70-80 yenilenebilir enerjiye geçme hedefi koydu. Dünyada da kullanım azaldığı için kömür fiyatları düştü ve tüm dünyaya daha ucuza satılıyor. Türkiye’de ithal kömür kullanılıyor. İthalata bağımlılığı düşürmek için teşvik edilen yerli kömürün önemli bir kısmı vatandaşa dağıtılıyor. Atmosferde kömür Atmosferde kömür yakıldığı zaman hastane masraflarımız, yani toplumsal maliyetlerimiz artıyor. Dünyanın en büyük hastanelerine sahip olmak ya da dünyanın en iyi kanser tedavisinin yapıldığı ülke olmak övünülecek özellikler değil. yakıldığı zaman hastane masraflarımız, yani toplumsal maliyetlerimiz artıyor. Dünyanın en büyük hastanelerine sahip olmak ya da dünyanın en iyi kanser tedavisinin yapıldığı ülke olmak övünülecek özellikler değil. Neden Yenilenebilir Enerji? Yenilenebilir enerji, yani rüzgâr, güneş, jeotermal ve biyokütle enerjisi maliyetleri açısından ucuz. Hem etrafı kirletmiyor, hem yakıt olarak kimseye bağımlı değilsin, hem de teknolojisi ucuz. Toplumsal ve ekolojik maliyetler hesaplanmadığı için kömürün ucuz olduğu sanılıyor. Son yıllardaki teknolojik devrimlerle, toplumsal ve ekolojik maliyetler hesaplanmadan bile, yenilenebilir enerji en ucuz alternatif haline gelmiştir. Merkezi olarak güçlü olmak isteyenler fosil ve nükleer atık ısı santralleri ile tüm toplumu denetim altında tutabilmektedir. Yenilenebilir enerji merkezi otoriteyi zayıflatıp yerellere güç katıyor. Ülkemizde Enerjide Çözümden Yana olan Karar Vericiler Ne yapmalı? Ülkemizin “Ekonomi-Enerji-Ekolojik Karar Destek Modeli” acilen hazırlanıp uygulamaya sokulmalı ve ülke ekonomisinin gelişimi, ekonomik olduğu kadar toplumsal ve ekolojik sürdürülebilirlik ilkeleri etrafında planlanmaya başlanmalıdır. Üyesi olmaya çalıştığımız AB’nin standartlarına ve Kyoto gibi BM kararlarına uyum sağlayacak bir plan yapılmalıdır. Öncelikle AB standartları tüm yeni tesis ve planlamada esas alınmalı, AB standardı altındaki hiçbir yeni yatırım veya uygulamaya izin verilmemelidir. Serbest piyasa adı altında, başka ülkelerde kullanılmayan standart dışı çöp enerji teknolojilerine sahip fosil ve nükleer atık ısı santrallerinden uzak durulması ve en kısa zamanda yüzde100 yenilenebilir enerjiye geçiş için gerekli altyapının oluşturulması ve verimsiz ve kirli teknoloji ithalatının durdurulması gerekir. Yenilenebilir enerjiden dünyada sağlanan istihdam 6.5 milyon kişiye ulaşmıştır. Türkiye’de tüm kömür madenleri kapatılmalı. İşçiler yeşil işlere yerleştirilmeli ve geçiş döneminin tüm masrafları kamu bütçesinden karşılanmalıdır. Fosil çağından yenilenebilir enerji çağına geçiş adil bir geçiş olmalı ve işçiler bu geçişin bedelini ödemeden yeşil işlere kavuşturulmalıdır. Ülkemizde ve dünyada yüzde 100 Yenilenebilir Enerji hedefine ulaşmak için yeterli kaynak ve teknoloji vardır. Bu amaca ulaşmak için gerekli olan tek şey karar vericilerin sorundan değil, çözümden yana davranmasıdır. itü vakf dergisi 35 ÇEVRE DOSYASI Avrupa Birliäi Uyum Sürecinde Çevre Politikalar ve Uygulamalar Prof. Dr. Lütfi Akca Orman ve Su İşleri Bakanlığı Müsteşarı Abdurrahman Uluırmak Orman ve Su İşleri Bakanlığı Su Yönetimi Genel Müdürlüğü Genel Müdür Yardımcısı. Ulusal Çevre Stratejisi (UÇES), 2007-2023 döneminde Türkiye’nin, AB üyeliùi için ön üart olan, AB çevre müktesebatna uyum saùlamas ve mevzuatn etkin bir üekilde uygulanmas amacyla ihtiyaç duyulacak teknik ve kurumsal altyap, gerçekleütirilmesi zorunlu çevresel iyileütirmeler ve düzenlemelerin neler olacaùna iliükin yatrmlar da dahil ayrntl bilgileri içermektedir1. Buna göre, ülkemizde AB’ye uyum kapsamnda çevre iyileütirilmesi amacyla endüstri, tarm ve kentsel altyaplar da içerecek üekilde yaplmas gereken yatrmlarn maliyeti 59 milyar Avro'dur. Çevre alannda ihtiyaç duyulan yatrmlarn yüzde 80’inin kamu sektörü, yüzde 20’sinin ise özel sektör tarafndan yaplmas beklenmektedir. Yatrm maliyetlerine bakldùnda en fazla paya sahip sektör 33 milyar 969 milyon Avro ile su ve atksu sektörüdür… 36 itü vakf dergisi I. GİRİŞ Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyelik süreci, Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun kurulmasından (25.3.1957) çok uzun olmayan bir süre sonra 31 Temmuz 1959’daki ortaklık müracaatıyla başlamıştır. Bu uzun süreçte, 10-11 Aralık 1999’da Helsinki’de yapılan AB Devlet ya da Hükümet Başkanları Zirvesi’nde Türkiye Aday Ülke olarak kabul edilmiştir2. Daha sonra, AB Konseyi tarafından 8 Mart 2001 tarihinde ilk Katılım Ortaklığı Belgesi (KOB) kabul edilmiştir3. Bu belgede katılım kriterlerinin karşılanması yönünde Türkiye’nin kısa, orta ve uzun vadede yapması gerekenler sıralanmaktadır. Türkiye bunun üzerine 19 Mart 2001 tarihinde Avrupa Birliği Müktesebatın Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programı (UP) hazırlamıştır4. Katılım Ortaklığı Belgesi Avrupa Birliği tarafından, 2003, 2005, 2006 ve 2008 yıllarında tekrar gözden geçirilirken, Ulusal Program ise, 2003, 2005 ve 2008 yıllarında güncellenmiştir. Avrupa Birliği'ne üyelik müzakerelerinin açılması için ön şart olan siyasi kriterlerin karşılanmasına yönelik uyum yasası paketleri yoğun bir şekilde Meclisten geçirilmiştir. Temel hak ve hürriyetlerin kapsamını genişleten, demokrasi, hukukun üstünlüğü, düşünce, ifade özgürlüğü ve insan hakları gibi alanlarda mevcut düzenlemeleri güçlendiren ve güvence altına alan reformlara devam edilmiştir. Bu çerçevede 2002-2004 yılları arasında 8 Uyum Paketi, 2001 ve 2004 yıllarında da 2 Anayasa Paketi Meclisten geçirilmiştir5. Bu belgelerde üstlenilmesi gereken müktesebat (Acquis Communautaire) başlıkları yer almaktadır. Bu başlıkların her birisi “Fasıl” (Chapter) olarak adlandırılmaktadır. İlk belgelerde 29 başlık varken “çevre” 22nci başlık idi. Daha sonra başlık sayısı 33 oldu ve çevre de 27’nci başlıkta yer aldı. Çevre Faslı’nda AB müktesebatı aşağıdaki sektörler altında sıralanmaktadır: 1. Yatay Mevzuat: ÇED, SÇD, Bilgiye Erişim, Avrupa Çevre Ajansı 2. Hava Kalitesi 3. Atık Yönetimi 4. Su Kalitesi 5. Doğa Koruma 6. Endüstriyel Kirlilik Kontrolü 7. Kimyasallar 8. İklim 9. Gürültü6 Ulusal Program’da yukarıda sayılan 7 sektörün altında yer alan ilgili AB mevzuatı, bunları karşılayacak ulusal mevzuat, sorumlu kurum ve kuruluşlar ve malî ihtiyaçlar belirtilmektedir. Bununla birlikte, Türkiye ile AB arasındaki Gümrük Birliği ilişkilerinden dolayı, ticarete konu mallarla ilgili mevzuat “Malların Serbest Dolaşımı” faslında yer almaktadır. Nihayet, 16-17 Aralık 2004 tarihlerinde AB’nin Brüksel Zirvesi'nde, Türkiye'nin siyasi kriterleri yeteri ölçüde karşıladığı belirtilerek 3 Ekim 2005'te müzakerelere başlanması kararı alınmıştır. 3 Ekim 2005 tarihinde Lüksemburg'da yapılan Hükümetlerarası Konferans ile Türkiye resmen AB'ye katılım müzakerelerine başlamıştır. II. ÇEVRE FASLI MÜZAKERELERİ Çevre faslına ilişkin müzakere sürecinin ilk aşamasını tarama toplantıları oluşturmuştur. Avrupa Komisyonu tarafından “Tarama Sonu Raporu” hazırlanarak Portekiz Dönem Başkanlığı’nda 03 Ekim 2007 tarihinde ülkemize iletilmiştir. Sözkonusu raporda, çevre faslının müzakerelere açılabilmesi için ülkemizin 2 kriteri yerine getirmesi istenmiştir. “Açılış Kriteri” (Opening Benchmark) olarak adlandırılan bu iki kriter şunlardır: 1.Ulusal, bölgesel ve yerel seviyede gerekli idarî kapasitenin oluşturulması ve gereken finansal kaynaklar için planlar da dâhil olmak üzere, bu fasıldaki müktesebatın iyi koordine edilmiş şekilde kademeli olarak uyumlaştırılmasına, uygulanmasına ve uygulamanın etkili hâle getirilmesine yönelik, aşamaların ve zaman çizelgelerinin de gösterildiği kapsamlı bir strateji sunulması, 2. Türkiye’nin, AB-Türkiye Ortaklık Komitesi’nin (Gümrük Birliği kapsamında yer alan AB mevzuatı) kararlarına uygun olarak, ilgili çevre müktesebatının uygulanmasına dair yükümlülüklerini yerine getirmesi. Bundan sonra, Türkiye olarak (Mülga Çevre ve Orman Bakanlığı’nın koordinasyonunda) her bir sektör için “sektör koordinatörü” ve sektörlerin altında yer alan tüzük ve direktifler için sorumlular belirlenerek açılış kriterleri yerine getirilmeye başlanmıştır. Birinci açılış kriteri kapsamında, “Strateji Belgesi” hazırlanmış6 ve Avrupa Komisyonu’na sunulmuştur. İkinci açılış kriterini sağlamak için; AB-Türkiye Ortaklık Komitesi Kararları kapsamında ilgili AB Çevre müktesebatının uygulanması doğrultusun- da Tehlikeli Kimyasallar Direktifi, Deney Hayvanları Direktifi, Ambalaj ve Ambalaj Atıkları Direktifi, Petrol ve Motorin Kalitesine İlişkin Direktif ve Bazı Sıvı Yakıtların Kükürt İçeriğine İlişkin Direktif için “Uygulama Raporları” (Track Records) hazırlanarak Avrupa Komisyonu’na sunulmuştur. Avrupa Komisyonu tarafından, tarafımızdan hazırlanan “Strateji Belgesi” ve “Uygulama Raporları” temel alınarak “Açılış Kriterleri Değerlendirme Raporu” hazırlanmış ve hazırlanan Rapor Avrupa Konseyi Genişleme Grubu’na sunularak onaylanmıştır. Çevre Faslı, İsveç Dönem Başkanlığı’nda 21 Aralık 2009 tarihinde Brüksel’de gerçekleşen Hükümetler arası Konferans’ta müzakerelere açılmıştır. Çevre Faslı Avrupa Birliği Katılım Müzakerelerinde açılan 12. fasıl olmuştur. Açıklanan AB Ortak Müzakere Pozisyon Belgesi’nde 6 adet Kapanış Kriteri belirlenmiştir. Bunlar: Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği gereğince bazı parametreler için 2014 yılı itibariyle AB sınır değerleri tolerans payı ile uygulanmaya başlanmış olup 2024 yılı itibari ile AB değerleri uygulanmaya başlayacaktır. Hava kalitesi değerlendirilmesine yönelik olarak Ulusal Temiz Hava Eylem Planı (2010-2013) hazırlanmış olup yerel ölçekte hava kalitesi durumları risk taşıyan illerin Temiz Hava Eylem Planı hazırlaması zorunlu tutulmuştur. 1. Türkiye’nin Türkiye-AB Ortaklık Anlaşması Ek Protokolü’nden kaynaklanan yükümlüklerini yerine getirmesi, 2. Türkiye’nin AB’nin yatay ve çerçeve çevre müktesebatının aktarımına yönelik mevzuatı sınıraşan hususları da içerecek şekilde kabul etmesi, 3. Türkiye’nin AB’nin su kalitesi alanındaki müktesebatının aktarımına yönelik mevzuatı özellikle Çerçeve Su Koruma Kanunu’nu kabul etmesi, Nehir Havzası Koruma Eylem Planlarını oluşturması, ayrıca uygulama mevzuatını da kabul ederek sektöre ilişkin yasal uyumlaştırmada kayda değer bir ilerleme sağlaması, 4. Türkiye’nin endüstriyel kirlilik ve risk yönetimi alanındaki AB müktesebatının aktarımına yönelik mevzuatı kabul etmesi, 5. Türkiye’nin faslın geriye kalan sektörlerinde, doğa koruma ve atık yönetimini de içerecek şekilde, Strateji Belgesi doğrultusunda müktesebata uyumu sürdürmesi ve katılım tarihinde AB yükümlüklerinin uygulama ve yaptırımının sağlanması yönünde tamamen hazır olduğunu göstermesi, 6. Türkiye’nin Strateji Belgesi doğrultusunda her düzeyde denetim hizmetlerini de içerecek şekilde idari kapasiteyi geliştirmeye devam etmesi, koordinasyonu geliştirmeye devam etmesi, bu fasıldaki tüm sektörlerdeki müktesebatın uygulama ve yaptırımını sağlayacak şekilde uygun idari yapıların katılım tarihinden yeterli bir süre önce hazır olduğunu göstermesidir. III. AB MALÎ YARDIMLARI III.1. Malî İşbirliği Programları Türkiye’nin 1999 Aralık ayında AB’ye aday ülke olarak kabul edilmesinden sonra her alanda olduğu gibi çevre alanında itü vakf dergisi 37 ÇEVRE DOSYASI da mevzuat uyumlaştırma çalışmaları başlamıştır. İlk dönem projeler, mevzuat aktarımı (transposition) ve uygulama kapasitesinin (kurumsal, yasal, malî ve teknik) artırılmasına yönelik olmuştur. Bu dönemde yürütülen projeler, “Malî İşbirliği Programları”, “LIFE Üçüncü Ülkeler” ve “Hollanda İkili İşbirliği (MATRA/PSO)” gibi malî yardım araçlarından desteklenmişlerdir. 2002 - 2006 arasında Mali İşbirliği Programları düzenlenmiş 2006’dan sonra bu programlar Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (Instrument for Pre-Accession – IPA) olarak adlandırılmıştır. III.2. Katılım Öncesi Mali Yardım Aracı (Instrument for Pre-Accession - IPA) Avrupa Birliği’nde 2007- 2013 yıllarına ait bütçe dönemiyle birlikte aday ve potansiyel aday ülkelere yapılan mali yardımlar IPA adı altında birleştirilmiştir. Avrupa Birliği 2014-2020 dönemine ilişkin malî yardımların hazırlıkları sürdürülmekte olup, bu dönem IPA-II olarak adlandırılmaktadır. 2014-2020 yılları arasını kapsayacak bu yeni döneme ilişkin hukukî esaslar henüz şekillendirilme aşamasındadır. 2014-2020 döneminde, ilgili fasıllardan sorumlu ve süreci ilerletebilecek birer icracı bakanlığın tanımlanması öngörülmektedir. Bu kapsamda “Çevre” faslı ile ilgili icracı Bakanlığın, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı olarak tanımlanacağı düşünülmektedir. Avrupa Komisyonu'nun düzenlediği IPA’nın 2014-2020 yıllarını kapsayacak II. Dönemi ile ilgili düzenlenen IPA Konferansı aday ve potansiyel aday ülkeler ile uluslararası finans kuruluşlarının temsilcilerinin katılımıyla 25 Ocak 2013 tarihinde Brüksel'de gerçekleşmiştir. AB Komisyonu II. Döneme ilişkin yol haritası ve çalışma takvimi aday ülkeler ile paylaşmış, AB Bakanlığı Koordinesinde sektöre ilişkin öncelikleri ve yatırımları içeren Sektörel Operasyonel Programı çalışmaları başlamıştır7. IPA döneminde finanse edilen projeler, daha önceki projelerle mevzuat aktarımı gerçekleştirilmiş sektörlerde uygulamaya dönük ve katı atık ve su altyapı yatırımlarının finansmanı şeklinde yürütülmektedir. Ulusal Çevre Stratejisi (UÇES), 2007-2023 döneminde Türkiye’nin, AB üyeliği için ön şart olan, AB çevre müktesebatına uyum sağlaması ve mevzuatın etkin bir şekilde uygulanması amacıyla ihtiyaç duyulacak teknik ve kurumsal altyapı, gerçekleştirilmesi zorunlu çevresel iyileştirmeler ve düzenlemelerin neler olacağına ilişkin yatırımlar da dahil ayrıntılı bilgileri içermektedir8. Buna göre, ülkemizde AB’ye uyum kapsamında çevre iyileştirilmesi amacıyla 38 itü vakf dergisi endüstri, tarım ve kentsel altyapıları da içerecek şekilde yapılması gereken yatırımların maliyeti 59 milyar Avro'dur. Çevre alanında ihtiyaç duyulan yatırımların yüzde 80’inin kamu sektörü, yüzde 20’sinin ise özel sektör tarafından yapılması beklenmektedir. Yatırım maliyetlerine bakıldığında en fazla paya sahip sektör 33 milyar 969 milyon Avro ile su ve atıksu sektörüdür9 . UÇES'te, su sektörü (içme suyu ve atık su hizmetleri) için yapılan tahminler ile, 2007-2012 yılları arasında ulusal bütçeden yapılan IPA harcamaları ve diğer ulusal harcamalar, farklı yılların kurlarına göre karşılaştırıldığında; IPA Fonu’ndan ulusal bütçeye aktarılarak yapılan harcamalarının ihmal edilebilir düzeyde düşük kaldığı ve diğer ulusal harcamaların ise, UÇES’te tahmin edilen harcamalardan önemli ölçüde yüksekte kaldığı görülmektedir. Ülkemiz su sektöründe, 2006 Yılı Kuru göre, 2007-2012 yılları arasında, IPA harcamaları da dahil olmak üzere, yapılan 2013 yılı sonu itibariyle 25 havza için Havza Koruma Eylem Planları hazırlanmıştır. Ayrıca, ülkemiz su havzalarının ve doğal kaynaklarının korunması, geliştirilmesi ve sürdürülebilir kullanımı ile ilgili orta ve uzun vadeli kararlara ve yatırım programlarına rehberlik sağlamak maksadıyla Yüksek Planlama Kurulu’nda kabul edilen “Ulusal Havza Yönetim Stratejisi” 4.7.2014 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanmıştır. tüm ulusal harcamalar ile UÇES tahmini harcamalarının karşılaştırmasını ve 20132023 yılları arasındaki UÇES tahmini harcamalarını birlikte gösteren grafikler ise aşağıda verilmektedir. IV. ÇEVRE FASLINDAKİ SEKTÖRLERİN UYUM VE UYGULAMA DURUMU 19.06.2011 tarihli 644 sayılı Kanun Hükmünde Kararname (KHK) ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 4.7.2011 tarihli ve 645 sayılı KHK ile Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın kurulması neticesinde çevre faslının koordinasyonu Çevre ve Şehircilik Bakanlığınca yürütülmektedir. Çevre faslının altında yer alan su kalitesi ve doğa koruma sektörü ise Orman ve Su İşleri Bakanlığınca koordine edilmektedir. Çevre Faslı altındaki sektörlerde yer alan AB müktesebatına uyum durumu şu şekildedir. 1.Yatay Sektör Yatay sektör altındaki en önemli direktif, münferit tesislerin yapımı ve işletilmesi sırasında çevreye olan muhtemel etkilerinin değerlendirilmesini öngören Çevresel Etki Değerlendirmesi (ÇED) Direktifi'dir. 2011/92/EU ile kodifiye edilen 85/337/ EEC simgeli ÇED Direktifi'nin sınıraşan hususları hariç olmak üzere, ülkemizde 07.02.1993 yılında yürürlüğe giren ve en son 03.10.2013 tarihli ve 28784 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak güncellenen ÇED Yönetmeliği tam uyumludur. Bu sektördeki bir diğer önemli direktif de, geniş ölçekli plan ve programların çevre üzerindeki muhtemel etkilerini değerlendiren Stratejik Çevresel Değerlendirme Di- Çizelge -1: UÇES'te belirtilen ve gerçekleşen çevresel harcamalar (Kaynak: Orman ve Su İşleri Bakanlığı) rektifi'dir (SÇD). 2001/42/EC simgeli SÇD Direktifi ile uyumlaştırılarak hazırlanan SÇD Yönetmeliği taslağı hazırlanmıştır. Sözkonusu Taslak, sınıraşan hususlar haricinde Direktif ile tam uyumludur. 2. Hava Kalitesi Sektörü Soluduğumuz havada insan sağlığına olumsuz etkileri olan kirleticiler için (SO2, PM10, PM2.5, NO2, O3, ağır metaller) sınır değerler getiren Ortam Hava Kalitesi ve Avrupa İçin Daha Temiz Hava Direktifi (CAFE-2008/50/EC): Direktife uyum 06 Haziran 2008 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği ile gerçekleştirilmiştir. Hava Kalitesi Değerlendirme ve Yönetimi Yönetmeliği gereğince bazı parametreler için 2014 yılı itibariyle AB sınır değerleri tolerans payı ile uygulanmaya başlanmış olup 2024 yılı itibari ile AB değerleri uygulanmaya başlayacaktır. Hava kalitesi değerlendirilmesine yönelik olarak Ulusal Temiz Hava Eylem Planı (20102013) hazırlanmış olup yerel ölçekte hava kalitesi durumları risk taşıyan illerin Temiz Hava Eylem Planı hazırlaması zorunlu tutulmuştur. Hava kalitesinin iyileştirilmesine dönük bir diğer önemli direktif de, Belirli Atmosferik Kirleticiler (SO2, NOx, NH3 ve VOC) İçin Ulusal Emisyon Tavanları Direktifi (2001/81/EC): 2011-2013 yıllarında uyum için bir AB Projesi yürütülmüştür. Proje çıktısı olarak hazırlanan ve Avrupa Çevre Ajansına 2012 yılında raporlanan Hava Kirleticileri Ulusal Emisyon Envanteri, 2013 ve 2014 yıllarında da hazırlanmış ve raporlanmıştır. Hava kirleticileri emisyon kontrolüne yönelik ilgili kurumların işbirliğini sağlayacak Başbakanlık Genelgesi ile İklim Değişikliği ve Hava Emisyonları Koordinasyon Kurulu kurulmuş ve ilk toplantısını 7 Mayıs 2014 tarihinde gerçekleştirmiştir. Bazı Sıvı Yakıtların Kükürt Oranının Azaltılmasına İlişkin 99/32/EC Sayılı Konsey Direktifi’ne uyumu sağlayan Yönetmelik de 6/10/2009 tarihli ve 27368 sayılı Resmi Gazete’ de yayımlanmış olup tüm maddeleriyle birlikte 01/01/2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Ayrıca, hava kalitesi direktifleri uyum sürecinde kurşun ihtiva eden benzin piyasadan kaldırılırken, 10 ppm'den fazla kükürt içeren motorinin de kullanılması yasaklanmıştır. 3. Atık Yönetimi Sektörü Ambalaj atıkları, tehlikeli atıklar, düzenli depolama, atık yağlar, atık elektrik ve elektronik aletlere ilişkin ilgili AB direktifleri uyumlaştırılmış olup 2008/98/EC sayılı Atık Çerçeve Direktifi uyum çalışmaları kapsamında da taslak mevzuat hazırlanmıştır. Atık yönetimine ilişkin AB uyum çalışmaları çerçevesinde yürütülen çalışmaların “Kentsel Atıksu Arıtımı Direktifi” kapsamında yapılan yatırımların artmasıyla birlikte, 2013 yılı sonu itibariyle belediye nüfusunun % 73,1’inin atıksuları, arıtma tesislerinde arıtılmaktadır. Diğer taraftan, kanalizasyon şebekesi ile hizmet verilen nüfusun toplam belediye nüfusuna oranı, 2012 yılında % 92’ye ulaşmıştır. Kanalizasyon şebekesi ile hizmet verilen nüfusun toplam nüfusa oranı ise 2012 yılında %78’e yükselmiştir. sonuçlarına bakılacak olursa: • 2013 yılında belediye birlikleri eliyle yürütülen katı atık düzenli depolama tesisi 69 olup, bu tesisler 903 belediyede 44,5 milyon kişiye hizmet vermektedir. • Tıbbi atıkların bertarafı kapsamında 44 sterilizasyon tesisi ile 79 ile hizmet verilmektedir. • 2017 yılında belediyelerde yaşayan tüm vatandaşlara katı atık hizmeti verilmesi hedeflenmektedir. • Ambalaj atıkları lisanslı toplama-ayırma tesisi sayısı 402’e, geri dönüşüm tesisi sayısı ise 433’ye çıkartılarak, ambalaj atıklarının geri kazanılması sağlanmıştır. • Ambalaj atığı toplama çalışmaları belediyelerin hazırlamış oldukları ambalaj atığı yönetim planları kapsamında gerçekleştirilmiştir. Planı uygun bulunan belediye sayısı 455’e, nüfus ise 40 milyona ulaşmıştır. • Sanayi tesislerinde ortaya çıkan tehlikeli atıklar geri kazanılmakta olup, tehlikeli atık geri kazanım tesisi sayısı 2003 yılında 18 iken, bu sayı 2013 yılında 282’ye ulaşmıştır. Atık yakma beraber yakma tesisi 38’dir. Tehlikeli atık düzenli depolama tesis sayısı ise (1. Sınıf ) 7’dir. 4. Su Kalitesi Sektörü Su kalitesi sektörünün en önemli direktifi, suyun nehir havzası esasında yönetimini öngören 2000/60/EC simgeli "Su Çerçeve Direktifi"dir (SÇD). Sözkonusu direktife uyum çalışmaları 2011 yılında Orman ve Su İşleri Bakanlığı'nın kurulmasıyla birlikte hız kazanmıştır. Bu süreçte, SÇD'yi önemli ölçüde uyumlaştıran “Su Havzalarının Korunması ve Yönetim Planlarının Hazırlanması Hakkında Yönetmelik” 17 Ekim 2012 tarihi ve 28444 sayısı ile Resmi Gazetede yayımlanmıştır. Yönetmeliğin uygulanmasına dönük olarak, su havzalarımızın yerinden ve etkin yönetiminin sağlanması doğrultusunda “Havza Yönetim Heyetlerinin Teşekkülü, Görevleri, Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Tebliğ” 18 Haziran 2013 tarihli ve 28681 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Havza Yönetim Heyetleri, ülkemizin 25 havzası için ayrı ayrı oluşturulmuştur. Bu çerçevede, 2013 yılı sonu itibariyle 25 havza için Havza Koruma Eylem Planları hazırlanmıştır. Ayrıca, ülkemiz su havzalarının ve doğal kaynaklarının korunması, geliştirilmesi ve sürdürülebilir kullanımı ile ilgili orta ve uzun vadeli kararlara ve yatırım programlarına rehberlik sağlamak maksadıyla Yüksek Planlama Kurulu'nda kabul edilen "Ulusal Havza Yönetim Stratejisi" 4.7.2014 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. itü vakf dergisi 39 ÇEVRE DOSYASI Ülkemiz sularının kalitesinin korunması ve izlenmesini amaçlayan "Yüzeysel Su Kalitesi Yönetimi Yönetmeliği" 30 Kasım 2012 tarihinde ve "Yüzeysel Sular ve Yeraltı Sularının İzlenmesine Dair Yönetmelik" 11.02.2014 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Yeraltı sularının korunması maksadıyla da, "Yeraltı Sularının Kirlenmeye ve Bozulmaya Karşı Korunması Hakkında Yönetmelik" 07.04.2012 tarihli ve 28257 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Suların nitrat kirliliğine karşı korunmasını öngören 91/676/EEC sayılı Direktife "Tarımsal Kaynaklı Nitratın Neden Olduğu Kirliliğe Karsı Suların Korunması Yönetmeliği" ile uyum sağlanmıştır. İnsani Tüketimi Amaçlı Suyun Kalitesine İlişkin Yönetmelikle 98/83/EC sayılı Direktif'e ve “Yüzme Suyu Kalitesine İlişkin Yönetmelik” vasıtasıyla da 76/160/EEC sayılı Direktif'e uyum sağlanmıştır. Diğer taraftan, “Kentsel Atıksu Arıtımı Direktifi" kapsamında yapılan yatırımların artmasıyla birlikte, 2013 yılı sonu itibariyle belediye nüfusunun % 73,1'inin atıksuları arıtma tesislerinde arıtılmaktadır. Diğer taraftan, kanalizasyon şebekesi ile hizmet verilen nüfusun toplam belediye nüfusuna oranı, 2012 yılında % 92’ye ulaşmıştır. Kanalizasyon şebekesi ile hizmet verilen nüfusun toplam nüfusa oranı ise 2012 yılında %78’e yükselmiştir. 5. Doğa Koruma Sektörü Avrupa Birliği “Doğa koruma” sektörünün temel iki direktifi olan Habitat Direktifi’nde çıkarılan ilgili mevzuat ile %34, Kuş Direk- 40 itü vakf dergisi tifi’nde ise %75 uyum sağlanmıştır. Kuş ve Habitat Direktiflerinin uyumlaştırılmasında önemli bir aşama olan “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu” yasalaşma sürecinde son aşamada bulunmaktadır. Habitat ve Kuş Direktifi uygulama ve uyumlaştırma çalışmaları kapsamında Natura 2000 Uygulama Stratejisi hazırlanmıştır ve türlerin ve habitatların izlenmesine altlık teşkil edecek Nuh’un Gemisi veri tabanı kurulmuştur. Ülke Genelindeki Korunan Alan Sayısı 2002 yılında 964 iken bu sayı 2013 yılı itibariyle 3049’a çıkmıştır. Korunan alanların Ülke yüzölçümüne oranı %10.11’e ulaşmıştır. 6. Endüstriyel Kirlilik Kontrolü Sektörü Kirletici vasfı yüksek büyük sanayi tesislerinden kaynaklana kirliğin kontrolünü amaçlayan sektörün en önemli direktifi 2010/75/EU simgeli "Endüstriyel Emisyonlar Direktifi"dir. Direktife uyum çalışmaları çerçevesinde, 2011-2014 tarihleri arasında yürütülen Entegre Kirlilik Önleme ve Kontrol Direktifinin Uygulanmasının Avrupa Birliği “Doğa koruma” sektörünün temel iki direktifi olan Habitat Direktifi’nde çıkarılan ilgili mevzuat ile %34, Kuş Direktifi’nde ise %75 uyum sağlanmıştır. Kuş ve Habitat Direktiflerinin uyumlaştırılmasında önemli bir aşama olan “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu” yasalaşma sürecinde son aşamada bulunmaktadır. Desteklenmesi Projesi kapsamında taslak yönetmelik hazırlanmış olup, henüz yayımlanmamıştır. Bu sektördeki bir diğer direktif olan, 2001/80/EC simgeli "Büyük Yakma Tesisleri Direktifi"ni uyumlaştıran yönetmelik 08/06/2010 tarihli ve 27605 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. Yönetmelik hükümleri, yeni tesisler için yayım tarihinde, mevcut tesisler için yayım tarihinden dokuz yıl sonra yürürlüğe girecektir. Bu sektördeki başka bir direktif de "Büyük Endüstriyel Kazaların Kontrolü Direktifi" veya kısaca "Seveso II Direktifi"dir (96/82/ EC). Bu direktifi uyumlaştıran "Büyük Endüstriyel Kazaların Önlenmesi ve Etkilerinin Azaltılması Hakkında Yönetmelik" 30 Aralık 2013 tarihinde Resmî Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı müşterek yürütmekte olduğu yönetmelik gereği şu anda sadece yönetmelik kapsamına giren tesisler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'na bildirimde bulunmaktadır. 7. Kimyasallar Sektörü Hem insan sağlığının korunmasıyla doğrudan ilgili olması hem de ticarete konu ürünler olması hasebiyle, Türkiye ile AB arasında tesis edilmiş olan Gümrük Birliği çerçevesinde değerlendirilen kimyasallar mevzuatının uyumu önem arz etmektedir. bu bakımdan, AB'nin bu sektördeki iki önemli mevzuatından birisi olan 1272/2008/EC simgeli "Sınıflandırma, Ambalajlama ve Etiketleme Tüzüğü"nü uyumlaştıran "Maddelerin ve Karışımların Sınıflandırılması, Etiketlenmesi ve Ambalajlanması Hakkında Yönetmelik" 11/12/2013 tarihli ve 28848 (Mükerrer) sayılı Resmî Gazete'de yayımlanmıştır. Bu sektördeki diğer önemli mevzuat olan 1907/2006/EC simgeli "Kimyasalların Kaydı, Değerlendirmesi, İzni ve Kısıtlaması Tüzüğü"nü uyumlaştıran taslak yönetmelik hazırlanmış olup, henüz yayımlanmamıştır. 8.İklim Değişikliği Sektörü Ülkemizin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Kyoto Protokolü, Ozon Tabakasının Korunmasına Dair Viyana Sözleşmesi ve Montreal Protokolü ile ilgili AB mevzuatı çerçevesinde yürütülen çalışmalar aşağıda yer almaktadır: • Sera gazı emisyonlarının kontrolü ve iklim değişikliğine uyuma yönelik olarak toplam 541 eylem içeren ve 2023 yılına kadar uygulanacak olan İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP) 2011 yılında uygulamaya konulmuştur. • İDEP’te yer alan eylemlerin uygulanmasının izlenmesi ve değerlendirilmesi faaliyetleri 2013 yılında başlatılmıştır. Bu amaçla oluşturulan internet tabanlı İDEP İzleme Sistemi’ne eylemlerin uygulanmasından sorumlu kurumların temsilcileri tarafından girilen bilgiler değerlendirilerek her yıl İDEP İzleme ve Değerlendirme Raporu hazırlanacaktır. 2012 yılına ilişkin İDEP İzleme ve Değerlendirme Raporunun hazırlanması çalışmaları tamamlanmıştır. • Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi uyarınca İklim Değişikliği Altıncı Ulusal Bildirimin hazırlanması çalışmaları başlatılmıştır. • 2001/2 sayılı Genelge ile oluşturulan İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulu, 2013/11 sayılı Başbakanlık Genelgesi ile yeniden yapılandırılarak Hava Emisyonları Koordinasyon Kurulu ile birleştirilmiş ve İklim Değişikliği ve Hava Yönetimi Koordinasyon Kurulu adını almıştır. • 25 Nisan 2012 yılında yayımlanan Sera Gazı Emisyonlarının Takibi Hakkında Yönetmelik ile 2015 yılından itibaren ülkemizin toplam sera gazı emisyonlarının yaklaşık yarısının tesis bazında kayıt altına alınması planlanmaktadır. • Karbon piyasası oluşturulmasına yönelik çalışmalara hız verilmiştir. Türkiye’de Gönüllü Karbon Piyasası’nda 300’e yakın emisyon azaltım projesi geliştirilmiştir. • Gönüllü Karbon Piyasası Proje Kayıt Tebliği 09.10.2013 Tarihli ve 28790 Sayılı Resmi Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Tebliğ ile Ülkemizde sera gazı emisyon azaltımı sağlayan ve karbon sertifikası elde eden projeler kayıt altına alınmaktadır. • Ozon Tabakasını İncelten Maddelerin Azaltılmasına İlişkin Yönetmelik ile Hidrofloroklorokarbon (HCFC) grubu gazlar için sonlandırma takvimi belirlenmiştir. • HCFC grubu gazlardan köpük sektöründe kullanılan maddelerin ithalatına 2013 yılı başı itibarı ile son verilirken, soğutma sektöründe ise servis amaçlı hariç 2015 yılı başı itibarı ile sonlandırılacaktır. 9. Gürültü Sektörü Çevresel gürültünün kontrol altına alınması maksadıyla, AB "Çevresel Gürültü Direktifi" ile tam uyumlu olan "Çevresel Gürültünün Değerlendirilmesi ve Yönetimi Yönetmeliği" 4 Haziran 2010 tarihli ve 27601 sayılı Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe girmiştir. Bu Yönetmelik çerçevesinde gürültü sorununu ortaya koymak ve gerekli tedbirlerin alınmasını sağlamak için yerleşim yerleri, ana karayolları, ana demiryolları ve ana havalimanları için gürültü haritaları ve eylem planlarının hazırlanacaktır. V. DENETİM VE YAPTIRIM Çevre mevzuatının uygulama araçlarından bir tanesi de, mevzuatın yükümlülüklerinin yerine getirilip getirilmediğinin denetlenmesi ve uygunsuzluk tespit edilmesi hâlinde de yaptırım uygulanmasıdır. Denetimler ve müeyyideler "Çevre Kanunu"na göre gerçekleştirilmektedir. Bu konuda ana sorumlu kurum Çevre ve Şehircilik Bakanlığı'dır. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı 2013 yılında yaptığı 37 bin 467 denetimde çevre kirliliğine sebep olan kurum ve kuruluşlara 77 milyon 45 bin TL ceza kesilmiş, 174 tesisin ise faaliyeti durdurulmuştur. 2014 yılının ilk beş ayında yapılan toplam 16 bin 569 denetimde, Çevre Kanunu’na aykırı faaliyet gösteren ve kirliliğe sebebiyet veren işletmelere 28 milyon 337 bin 301 TL idari para cezası uygulanmış, 47 tesisin faaliyeti durdurulmuştur. olan Çevre ve Şehircilik Bakanlığı tarafından UÇES'in, bugüne kadar yapılan yatırımlar ve yeni yatırım ihtiyaçları da dikkate alınmak üzere güncellenmesi gerekmektedir. Ayrıca, UÇES’te, yapılan tahminlerin çok üzerindeki bütçelere gereksinim gösterdiği anlaşılan AB uyum ve katılım sürecinde, su sektörü ile birlikte diğer sektörler için de, günümüze kadar gerçekleşen harcamalar ile cari ve yatırım olmak üzere tüm ihtiyaçlar için yapılması gereken harcamaları da dikkate alarak revize edilmesi gerekmektedir. Ülkemiz, AB çevre mevzuatının neredeyse tamamı, kanun, yönetmelik, tebliğ, genelge olarak milli mevzuatımıza aktarılması gerçekleşmiştir. Çoğunlukla yatırımları içeren uygulamaya dönük çalışmalar da merkezî ve mahallî kurumlar ile özel sektör tarafından hızlı bir şekilde yürütülmektedir. SONUÇ 1999 Aralık Helsinki Zirvesi'nde aday ülke olarak kabul edilen Türkiye, insan sağlığı ve çevrenin korunmasına yönelik hususları içeren nitelik ve nicelik itibariyle fazla olan AB çevre mevzuatının gerekliliklerini yerine getirmeye yönelik çalışmalarını yürütmektedir. 2002 yılı ile birlikte "Mali İşbirliği", 2007 ile birlikte de IPA finansman araçlarından sağlanan finansmanlarla, başlangıçta AB mevzuatının Türk ulusal mevzuatına aktarılması ve kapasitenin artırılmasına yönelik yürütülen projeler, özellikle IPA ile birlikte mevzuatın uygulanmasına ve yatırımların gerçekleştirilmesine matuf yürütülmektedir. AB çevre mevzuatı bir kaç yönden karmaşık yapıya sahiptir. Bunlardan birincisi, çok fazla sayıda ve sürekli güncellenmekte olmasıdır. İkincisi, aşağıda Türkiye için gerekli miktarın da verildiği gibi, uyum maliyetinin yüksek olması; üçüncüsü de, çevre konusunun çok disiplinli yapısından dolayı pek çok kurumun yetki ve sorumluluğunun olmasıdır. Su sektöründe TÜİK verileri dikkate alınarak Orman ve Su İşleri Bakanlığı olarak genel bir değerlendirme yapılmıştır. Ancak, Çevre Faslı'nın koordinatör kurumu Sera gazı emisyonlarının kontrolü ve iklim değişikliğine uyuma yönelik olarak toplam 541 eylem içeren ve 2023 yılına kadar uygulanacak olan İklim Değişikliği Eylem Planı (İDEP) 2011 yılında uygulamaya konulmuştur. REFERANSLAR 1-UÇES, S:1. 2-AB Entegre Çevre Uyum Stratejisi (UÇES) (2007-2023), Çevre ve Orman Bakanlığı, Ankara, 2006, s:1. 3-UÇES, s:1. 4-UÇES, s:1. 5-(Avrupa Birliği Bakanlığı internet sayfası) http://www.abgs.gov.tr/index.php?p=111&l=1 6- İklim daha önce yatay sektörün altındayken sonradan ayrı bir sektör olmuştur. 7-Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın internet sayfası http://www.csb.gov.tr/gm/ab/index.php?Sayfa=haberdetay&Id=7811. 8-UÇES, S:1. 9-UÇES, S:14. KAYNAKÇA AB Entegre Çevre Uyum Stratejisi (UÇES) (2007-2023), Mülga Çevre ve Orman Bakanlığı, Ankara, 2006. Avrupa Birliği Bakanlığı internet sayfası http:// www.abgs.gov.tr/index.php?p=111&l=1 Çevre ve Şehircilik Bakanlığı internet sayfası http://www.csb.gov.tr/gm/ab/index.php?Sayfa=haberdetay&Id=7811. http://www.abgs.gov.tr/files/UlusalProgram/UlusalProgram_2008/Tr/pdf/iv_27_cevre.pdf inter- net sayfası. TÜİK Web Sitesi http://tuikapp.tuik.gov.tr/cevredagitimapp/cevreselharcama.zul İLHAN, Ahmet Rıfat, Türkiye’de Su Sektörüne İlişkin Finansal Boyut Raporu, Orman ve Su İşleri Bakanlığı, Ankara, 2014 itü vakf dergisi 41 ÇEVRE DOSYASI Kyoto Protokolü Içända Havaclk Çevre Etkileri ve Önlemler Can EREL Uçak Mühendisi, İTÜ’82 Küresel ölçekte insan kaynakl CO2 gaz emisyonunun %2'si havaclk kaynakldr ve küresel ulaütrma modlarnda hacmin % 5 ve deùerin % 35 ksmn taüyan havaclk ulaütrmas, ulaütrmada üretilen CO2 gaz emisyonunun %12’sinin kaynaùdr. Havaclùn ürettiùi CO2 gaz emisyonunun %80'lik ksm havaclùn bir alternatinin olmadù 1500 km üzeri menzile sahip hava ulaütrma araçlarna aittir… 42 itü vakf dergisi T .B.M.M. AB Uyum Komisyonu'nda, 11 Aralık 1997 tarihinde Japonya'nın Kyoto kentinde imzalanan, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi'nin Kyoto Protokolü'ne Türkiye'nin katılmasının uygun bulunduğuna ilişkin kanun tasarısı, bugün (27 Haziran 2008) benimsenmiştir. Kyoto Protokolü, küresel ısınma ve iklim değişikliği ile mücadeleye yönelik bir çerçeve olarak, Birleşmiş Milletler İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi içinde imzalanmıştır. Bu protokol, onaylayan ülkelerin 1990'daki sera gazı salınımlarının yeryüzündeki toplam emisyonun %55'ini bulması ile yürürlüğe girebileceği ön şartını taşımaktadır. Bu nedenle 1997'de imzalanmasına rağmen, protokol 2005'te yürürlüğe girebilmiştir. Bu protokolü imzalayan ülkeler, sera etkisi yaratan gazların salınımını belirlenen seviyelerde azaltmaya veya bunu yapamıyorlarsa salınım ticareti (Emissions Trading) yoluyla haklarını arttırma sorumluluğunu da almış olmaktadır. Bu sorumluluk kapsamında; 2008 ile 2012 yılları arasında emisyonlarını 1990 yılına göre %5,2 düşürme, belirlenen seviyeden fazla salım yapacağını anlayan bir şirketin bir şekilde başka yerlerden, oluşan karbon borsası ile “Karbon Kredisi” bulma zorunluluğu mevcuttur. Dünyada Kyoto Protokolünün yürürlüğe girmesi sonrası havacılık kaynaklı CO2 emisyonu miktarının protokol kapsamındaki belirlemelerin üzerinde kalması, konuyu Bu makale, havacılığın çevre etkileri ve bu etkilere yönelik mücadele konusunda temel tespit ve değerlendirmeler değişmediği için Uçak Mühendisi mezunumuz Can EREL tarafından T.B.M.M. AB Uyum Komisyonu'nda Kyoto Protokolü'ne Türkiye'nin katılmasının uygun bulunduğuna ilişkin kanun tasarısının benimsenmesi nedeni ile yayımlanmıştı. 27 Haziran 2008’de yayımlanan makaleyi Türkiye'nin, Kyoto Protokolü’ne katılmasının TBMM Genel Kurulunda 5 Şubat 2009 tarihinde kabul edilerek yasalaştığını ve geçen zaman içinde bazı verilere yönelik oluşan farklılıkları belirterek yeniden yayımlıyoruz. havacılık ve ilgili endüstrilerin dikkatle incelemesini gerekli kılmaktadır[i]. Benzer bir değerlendirmenin enerji endüstrisinin benzer teknolojileri kullanan bölümünde de yapılması uygun olacaktır. HAVACILIK ENDÜSTRİSİ ve ÖNEMİ Havacılık endüstrisi kullandığı kaynaklar ve etkileri bakımından aynı zamanda iklim değişikliği kaynağı kabul edilerek, aynı zamanda en fazla mercek altında olan endüstrilerden biri olmaktadır. • Havacılık dünya ekonomisinin büyümesinde hayati bir rol oynamakta, ekonomide küreselleşme ve turizm talebi artışına dayalı olarak bu rol, her geçen gün daha da hayati bir önem kazanmaktadır. • Turizm sektöründe 2008 yılında 238 milyon insanın (11,9 işten biri) istihdam edilmesi, yılda 5,89 trilyon doları yaratılarak küresel gayrisafi yurtiçi hâsılaların (GSYİH) %9,9 kısmına ulaşılması ve gelecek yıllarda büyümenin sürmesi beklenmektedir[ii]. (2013 yılı rakamlarına göre, turizm her 11 işten biri olmuş, küresel gayrisafi yurtiçi hâsılaların (GSYİH) % 9 kısmını oluşturmuştur) • Turizm sektörü ile ilişkileri nedeni ile bu sektöre paralel gelişme gösteren havacılık endüstrisinde, doğrudan ve dolaylı olarak 28 milyon insan istihdam edilmekte ve yılda 1,4 trilyon dolar yaratılmaktadır. Ekonomistler havacılığın küresel GSYİH katkısının %8 seviyesine çıkabileceğini işaret etmektedir[iii]. (ATAG.org Nisan 2014 verilerine göre, havacılık ve ilgili turizm sektöründe 58 milyon insan istihdam edilmekte ve bunun % 15’i doğrudan havacılık endüstrisinde çalışmaktatır. Aynı veri kaynağı, doğrudan yaratılan 606 milyar dolarlık ekonomik katkısı ile havacılık endüstrisinin GSYİH itibarı ile dünyanın 21’inci ekonomisi olabileceğini belirtmekte ve bu katkının 2016 yılına kadar 1 trilyon dolar hacmine çıkacağı belirtilmektedir.) • Hava taşımacılığında harcanan her 100 dolar ekonomide 325 dolarlık bir fayda, havacılık endüstrisinde istihdam edilen her 100 kişi diğer endüstrilerde 610 kişilik bir istihdam olanağına kavuşulmasını sağlamaktadır [iv]. Çevresel etkilerinin olumsuzluklarına rağmen insanlar uçma ihiyacındadırlar, uçmayı istemektedirler… Sağladığı olanaklar nedeni ile vazgeçilmez olan havacılık endüstrisinde, analitik değerlendirmelerin ışığında mevcut durum tespit edilerek ön- lemler belirlenmekte, duruma bağlı olarak, bu önlem kalemlerinden oluşan karmaların uygulamaya konulması stratejileri ilgili birlikler oluşturulmaktadır. Havacılığın Çevresel Etkileri Hava araçları, doğrudan kullandığı doğal kaynaklar yanında, bu kaynakların kullanımlarının sonucunda oluşan su buharı, karbondioksit, azot oksitler gibi sera gazları, bunların karma sonucu olarak radiyatif zorlama ve gürültü yaratmaktadır. Ancak havacılık kaynaklı sera gazları emisyonunun % 80’inin 1500 km.den daha fazla uçuşlar yapan hava araçları nedeni ile oluştuğunun dikkate alınması gereklidir[v]. (ATAG.org Nisan 2014 verilerine göre, Airbus A380, Boeing 787, ATR-600 ve Bombardier C serisi gibi yeni nesil hava araçlarında 100 yolcu-kilometre başına yakıt sarfiyatı, günümüzde 3 litreden düşük bir seviyeye ulaşmıştır.) Sera Gazları Güneşten gelen kısa dalga radyasyon, yer yüzeyi tarafından absorbe edilmekte ve yer yüzeyini ısıtmaktadır. Daha sonra uzun dalga, radyasyon olarak geri yansımakta ve atmosfer ısınmaktadır. Atmosferde, su bu- Hava taşımacılığında harcanan her 100 dolar ekonomide 325 dolarlık bir fayda, havacılık endüstrisinde istihdam edilen her 100 kişi diğer endüstrilerde 610 kişilik bir istihdam olanağına kavuşulmasını sağlamaktadır. harı ve karbondioksit vs. gibi sera gazları nedeniyle uzun dalga yansımanın bir kısmı tutulmakta ve dünya ortalama sıcaklığı +15°C düzeyine gelmektedir. Atmosferin doğasında olan bir mekanizma olarak sera etkisi gereklidir. Atmosferde sera etkisi olmasaydı, dünya ortalama sıcaklığı -18°C (255K) olurdu. Sera gazlarına sahip atıkları nedeni ile fosil yakıt kullanımındaki artış, sera etkisini artırarak dünya sıcaklığını artırmaktadır. Bugün dünyanın ortalama sıcaklığının bu etki ile 0.6°C arttığı tahmin edilmektedir. Bu nedenle, sera etkisi iklim değişikliği ile birlikte anılır olmuştur [vi]. Karbondioksit (CO2) Yanma reaksiyonlarında maddeler, içermekte oldukları elementlerin oksitlerini oluştururlar. Bir fosil, (mineral) yakıt olarak ham petrol hidrokarbon içerir ve yanma sonucu gaz halde karbondioksit (CO2) ve su (H2O) oluşur. Dolayısıyla içten yanmalı her bir motor CO2 kaynağıdır. Ekonomik gelişim senaryoları ile ham petrol ve jet yakıtı fiyatlarına bağlı olarak yapılan istatistiki analizler, 1995-2050 yılları arasında CO2 emisyonu miktarının 3-6 kat artacağını göstermektedir [vii]. Yeryüzü Dostları (Friends of the Earth, FoE) kaynaklarına göre her yıl 600 milyon ton CO2 gazı yayan uçaklar nedeni ile hava taşımacılığı bugünlerde sera gazı kaynakları arasında en hızlı büyüyeni unvanına sahiptir. Bu miktar Afrika kıtası tarafından yılda yayılan CO2 gazı miktarına eşittir[viii]. Havacılıkta kişi başına ortalama CO2 gazı itü vakf dergisi 43 ÇEVRE DOSYASI emisyonu sıralamasında İngiltere 603 kg., İrlanda 434 kg. ve ABD 275 kg. ile ilk üç sırayı paylaşmaktadır[ix]. Ancak havacılıkla ilgili yapılan tahminler kısa vadede bu durumun değişeceğini, birkaç yıl içinde tüm insanlık tarihinde uçan insan sayısından daha fazla insanın uçuşla tanışarak gökyüzü ile buluşacağını, bu kitlenin çoğunun da Asya kökenli olacağını göstermektedir[x]. Biyoyakıtların hidrokarbon bazlı olmalarına rağmen, atmosferik karbondioksitten elde edilmeleri nedeni ile kullanımları sonucu atmosferdeki net karbondioksit miktarını arttırmazlar. Bu nedenle alternatif yakıt çabaları çok önemlidir. (ATAG.org Nisan 2014 verilerine göre, küresel ölçekte insan kaynaklı CO2 gazı emisyonunun %2'si havacılık kaynaklıdır ve küresel ulaştırma modlarında hacmin % 5 ve değerin % 35 kısmını taşıyan havacılık ulaştırması, ulaştırmada üretilen CO2 gazı emisyonunun %12’sinin kaynağıdır. Havacılığın ürettiği CO2 gazı emisyonunun %80'lik kısmı havacılığın bir alternatifinin olmadığı 1500 km. üzeri menzile sahip hava ulaştırma araçlarına aittir.) Azot Oksitler (NOx) Fosil esaslı yakıt kullanımında yanma sonucu ortaya çıkan ürünlerden biri de NO2 gazıdır. NOx veya azot oksitleri, değişik oranlarda azot ve oksijen iceren ve yüksek oranda reaktif olan gazların jenerik adıdır. NOx en birincil kaynağı, yanmanın olduğu motorlu araçlar, elektrik üretim tesisleri, yakıtın kullanıldığı endüstriyel, ticari ve yerle- 44 itü vakf dergisi Her yıl 600 milyon ton CO2 gazı yayan uçaklar nedeni ile hava taşımacılığı bugünlerde sera gazı kaynakları arasında en hızlı büyüyeni unvanına sahiptir. Bu miktar Afrika kıtası tarafından yılda yayılan CO2 gazı miktarına eşittir. şim bölgeleridir. Hava endüstrisi de sayısı hızla artan hava araçları ve bu araçların yüksek irtifalara çalışarak yayılma ve serpintiye ilave etkisi nedeni ile önemli NOx kaynağıdır[xi]. Pek çok azot oksit türü, renksiz ve kokusuz olsa da, en çok bilinen çevre kirleticilerinden azot dioksit, özellikle sanayi yoğun yerleşim bölgeleri üzerinde, kırmızımsı kahverengi renkte görülür. Azot oksitleri, sera gazları olarak sahip oldukları etki yanında, gaz konsantrasyonu ve temas süresine bağlı olarak, insan sağlığına etkileri bakımından; koku algılama sıkıntısı, solunum yolu direnci ve akciğer diffüzyon kapasitesi azalması, akciğer fonksiyonlarında değişime sebep olur. Girdiği reaksiyonlarla sebep olduğu asit yağmurlarına ve bir sera gazı olarak, küresel ısınmanın artmasına da neden olurlar. Su Buharı ve Radiyatif Zorlama Hidrokarbon içeren yakıtın yanması sonucu ortaya çıkan diğer bir ürün de gaz halindeki sudur. Uçak rotasında yanma sonucu eksozdan çıkan su buharı, yoğuşarak beyaz izler olarak görülen yapıyı oluşturur; bunlar “su buharı izi” veya “contrail” olarak adlandırılır. Buz kristalleri halinde bulunan su buharı, sera gazları ve partiküllere de sahip contrailler troposferin[1] üst katmanlarında yalıtım kabiliyeti yüksek bir bulut örtüsü katmanı oluşturur. Bu bulut katmanı, yapısı ve özellikleri nedeni ile yeryüzünden yansıyan uzun dalga boylu radyasyonu bloke edici etkisi ile güneşten yayılan kısa dalga boylu radyasyon geçisi miktarına izafi bir fazlalık kazandırır. Bu durum, radiyatif zorlama olarak adlandırılır. [2] Birleşmiş Milletler Örgütü’nün Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), günümüz şartlarında contrailler nedeni ile uçak kaynaklı emisyonların ısınma etkisinin sadece CO2 gazı kaynaklı etkilerinin (radiyatif zorlama indeksi) 1,9 katı olduğunu belirlemiştir [xii]. Artan jet uçağı trafiği nedeni ile radyatif zorlama, bir iklim değişikliği tehdidi haline gelmiştir [xiii]. Gürültü Kyoto Protokolü kapsamında olmamasına rağmen, etki alanının çevre olması bakımından, gürültünün de dikkate alınması gereklidir. Hava araçlarında gürültünün değişik kaynakları mevcuttur: • Aerodinamik kaynaklı gürültü, hava akışı ile hava aracının ve aerodinamik yüzeylerinin geometrisi, hava akışı ile temas halindeki yüzeylerin deseni ile oluşur. Hava akımındaki ayrılma ve kopmalar, bu türün en önemli sebebidir. • Mekanik kaynaklı gürültü, daha çok dönme ve kayma hareketi ile sistem elemanları arasındaki sürtünmeler nedeni ile oluşur. • Diğer kaynaklara sahip gürültülerin başında da basınçlandırma ve hava kaçaklarının yarattıkları gelmektedir. Hava araçlarının doğrudan veya dolaylı yarattığı gürültünün, insanlar, yabani ve evcil hayvanlar ve diğer çevre varlıkları üzerinde olumsuz etkileri mevcuttur [xiv]. İnsanlara yönelik etkiler arasında işitme kayıpları, yüksek tansiyon, bağışıklık sisteminde aksaklıklar, nörodermatit (cilt döküntüleri), astım gibi stres artışına bağlı rahatsızlıklar sayılabilir. Bu etki gürültü yaratan havacılık faaliyetlerine yakınlık ile artış gösterebilir. ÖNLEMLER İnsanlık adına ve doğrudan/dolaylı maliyetlerinin minimize edilmesi açısından havacılığın çevre etkilerinin azaltılması konusunda ilk akla gelenler; • Yönetsel olarak; o Uygulanabilir havacılık çevre etkileri ve önlemleri konusunda planlama ve standartların oluşturulması, o Çevreyi koruma maliyetinin genele yayılması yerine, etkiyi yaratana yansıtılmasına dayalı, kendinden denetim sistemleri oluşturulması, o Verimlilik çalışmalarının teşvik edilmesi, o ABD’nin, Kyoto Protokolü imzalamasına rağmen anlaşmayı reddeden durumunu analiz ederek, salınım ticareti ile ilgili olası etki ve faaliyet detaylarının belirlenmesi, o Havalimanı, uçuş işletmeleri, bakım merkezleri mevcut süreçlerin, kaynakların bugün için iyileştirmeler ve yarın için olası gelişmeler dikkate alınarak şekillendirilmesi, • Operasyonel olarak; o Doğrudan uçuşu engelleyen sınırlamaların yeniden incelenerek, doğrudan uçuş rotalarının arttırılması, o Araç filoların verimliliği, yüksek motorlar kullanacak şekilde modernize edilmesi, o Yakıt kullanım verimliliği yüksek motor kullanan ve işletme maliteleri düşük hava araçlarına yönelim, • Doluluk oranlarına göre bölgesel jetlere geçiş, • Menzile göre (800 km ve altı) nispeten kısa uçuşlarda turboprop uçaklara geçiş, o Yakıt kullanan sistemler yerine, temiz enerji kaynakları ile çalışan sistemlerin Fotoğraf NASA Maria Werries www.sciencenewsline.com Birleşmiş Milletler Örgütü’nün Uluslararası İklim Değişikliği Paneli (IPCC), günümüz şartlarında contrailler nedeni ile uçak kaynaklı emisyonların ısınma etkisinin sadece CO2 gazı kaynaklı etkilerinin (radiyatif zorlama indeksi) 1,9 katı olduğunu belirlemiştir. Artan jet uçağı trafiği nedeni ile radyatif zorlama, bir iklim değişikliği tehdidi haline gelmiştir. kullanımının artırılması ve özendirilmesi, • Teknolojik olarak; o Askeri ve sivil havacılık teknolojilerinin ortak kullanımına yönelik planlamalar yapılması ve uygulanması, o Bu kapsamda başlayan ve devam eden ; • Clean Air Engine (CLAIRE), • Geared Turbofan (GTF), • Subsonic Fixed-Wing (SFW), • Gelişmiş yanma odası ve türbin, • Az bakım ihtiyacı, gibi bazıları doğrudan motorların termal, tepkisel ve çalışma verimliliğini artıracak uluslararası faaliyetlere (ilgili kurumların, akademik kuruluşların ve endüstri temsilcilerinin) katılım ve sonuçlarından yararlanılması, o Havacılık sistemlerinde ünite/parçalar arası, ortam kontrollü tesislerde sızdırmazlık çalışmalarının özendirilmesi, şeklinde sıralandırılabilir. Zamanında ve soruna yönelik doğru önlemler alınması için hükümet, havacılık endüstrisi kurum ve kuruluşları, ilgili meslek odaları ve sendikaların katılımı ile topyekun çabalar, yakıt fiyat artışı ile mücadele etmek için de önerildiği gibi, önem ve anlam arz etmektedir. can.erel@canerel.com.tr Referanslar: [1] Troposfer: Ekvator üzerinde 20 kutuplarda 7 km kalınlığa sahip ve (hava dolaşımı, bulutlar ve fırtınalar gibi) meteorolojik olayların hepsinin oluştuğu Atmosferin yere en yakın ilk tabakası. (Troposfer / Stratosfer / Mezosfer / Ekzosfer) [2] Radiyatif Zorlama: Belirli bir iklim yapısı içinde torpoposferdeki yalıtım etkisinin sebep olduğu, birim alan başına gelen radyasyon enerjisi ile, giden radyasyon enerjisi farkıdır. Radiyatif zorlanmanın pozitif değeri (gelenin fazla olması hali) sistemi ısıtan, negatif değeri (gidenin fazla olması hali) sistemi soğutan etkiye sahiptir. Kaynakça: [i] http://www.sciencedirect.com/science?_ ob=ArticleURL&_udi=B6VGP-4281118-2&_ user=10&_rdoc=1&_fmt=&_orig=search&_ sort=d&view=c&_acct=C000050221&_version=1&_urlVersion=0&_userid=10&md5=42ee4a98b60fbe5af8ca36c89fec2ae2 [ii] http://www.wttc.travel/eng/Tourism_Research/Tourism_Satellite_Accounting/ [iii] http://edition.cnn.com/2007/WORLD/asiapcf/11/05/eco.about.planes/index.htm [iv] http://economictimes.indiatimes.com/ News/News_By_Industry/Transportation/Airlines__Aviation/Waiting_on_cusp_of_an_exponential_growth/articleshow/1233294.cms [v] http://www.airbus.com/en/corporate/gmf/ demand-for-air-travel/environmentalresponse/ [vi] http://www.meteor.gov.tr/2006/genel/sorular/iklimnedir.pdf [vii] http://www.sciencedirect.com/science?_ ob=ArticleURL&_udi=B6VGP-4281118-2&_ user=10&_rdoc=1&_fmt=&_orig=search&_ sort=d&view=c&_acct=C000050221&_version=1&_urlVersion=0&_userid=10&md5=42ee4a98b60fbe5af8ca36c89fec2ae2 [viii] http://edition.cnn.com/2007/WORLD/asiapcf/11/05/eco.about.planes/index.htm [ix] http://www.guardian.co.uk/environment/2007/oct/10/carbonemissions.travelnews [x] http://edition.cnn.com/2007/WORLD/asiapcf/11/05/eco.about.planes/index.html [xi] http://www.epa.gov/air/urbanair/nox/ [xii] http://www.campaigncc.org/Howdoesairtravel.doc [xiii] http://www.iht.com/articles/2006/05/02/ news/rbavpolut.php [xiv] http://www.wylelabs.com/services/arc/ documentlibrary/federalandlocalguidanceonoise/faaane.html itü vakf dergisi 45 ÇEVRE DOSYASI ånsann Tasarm Kapasitesi Nesne Tasarmndan Çevre Tasarmna Trmanrken Binalarn çevreyle iliükisini tek tek ele alarak, bunlar denetim altna almakta, yüksek performans teknolojileri kullanlarak, akll binalar olarak yaplan yeüil binalarn sürdürülebilirlik konusundaki yaklaüm ekolojik sistem mantù açsndan yetersiz kalmaktadr. Sürdürülebilirliùin saùlanmasnda bunun ötesine geçilmek istenildiùinde ekoloji mantùn devreye sokmak gerekir. Binann çevreden aldù yenilenebilir enerjiyle yetinerek, diùer girdilerde ise kullanmdan sonra dönüütürülerek tekrar kullanlabilir hale getirmek yoluyla, baz süreçleri bina içine alarak, bir tür ekosistem olarak tasarlamak gerekir. 46 itü vakf dergisi www.artsfield.net/tag/natural-plants Prof. Dr. İlhan Tekeli ODTÜ Mimarlık Fakültesi Şehir ve Bölge Planlama Bölümü T asarım insan aklının, düşünce, sanat, bilim, kuram ve eyleme girişmek gibi farklı ürünlerinden biridir. İnsanın aklının tasarım kapasitesi de, aklın diğer kapasiteleri gibi evrimsel bir gelişme içindedir.1 İnsanlığın nesne tasarımı aşamasından çevre tasarımı aşamasına gelebilmiş olması böyle bir evrimin sonucudur. Ekolojik tasarımda amaç doğa üzerinde dominant bir kontrol sağlamak için değil doğanın süreçlerine yaratıcı bir katkı için bir müdahale olmalıdır.2 Ekosistem tasarımında noosferi biyosferle bütünleşmiş olarak ele almak gerekir. “Noosferin” insanın ürettiği kültür tabakası olduğu söylenebilir. “Noosferin” biosferin bir parçası olarak görülmesi, biliş ve değerlendirme faaliyetlerini de doğanın bir parçası haline getirmektedir. “Noosfer”in varlığı ise kısa erimli çıkar mantıklarının hakim olduğu ortamlarda, yarattığı atıklarla, kirletme etkileriyle, aşırı kaynak kullanımıyla, yarattığı sera gazlarıyla iklim değişikliğine neden olarak, ozon tabakasını eriterek atmosferin koruyucu etkisini azaltarak vb. etkilerle, sürdürülebilirliği tehlikeye atarken, uzun erimli mantıkların egemen olduğu ortamlarda, çevrecilik hareketleri yaratarak, yeni kurumsal düzenlemeler geliştirerek, yeni tüketim ahlakları yaratarak, teknoloji geliştirerek sürdürülebilirliği gerçekleştirmeye çalışacaktır. Bu bağlamda noosfer tasarımı bir öğrenme süreci olarak biyosfere katılır. Bu da sürekli bir evrim içinde olunması sonucunu doğurur. Ama insanlığın şimdiye kadar bu konudaki performansı çok başarılı değildir. İnsanın doğa üzerinde hakimiyet kurmaya yönelmesi halinde ortaya çıkan sonuç eko-kriz olmuştur. Ama bu sonuç insanın tasarım kapasitesindeki zafiyetten çok, ekonomik sistemin işleyişi dolayısıyla doğmuştur. Söz konusu olan tasarım şimdiye kadar olanı tersine çevirmek için yapılacaktır. Bilinçli olarak tasarlanmış ve yönetilmiş ekosistemler, kent süreçleri ile doğal süreçlerin simbiosis’ini gerçekleştirir. Bu tasarımı çevreyi denetleme süreci olmaktan çok, bir öğrenme süreci olarak görmek gerekir. Çevre tasarımında3 sürdürülebilir tasarım bir paradigma sıçraması olarak ortaya konulmaktadır. Yeni paradigmada sorunlar parçalanmış şekilde tek tek ele alınmamakta, bir konnektivite sistemi olarak tasarlanmaktadır.4 Ekolojik tasarım5, bütünleştirici bir tasarım disiplinidir. Yeşil mimari, permakültür, ekolojik mühendislik, ekolojik restorasyon alanlarındaki değişik ve parça parça olan tasarım çabalarını bir araya getirir. Doğal çevreye bilinçli ve dikkatli bir insan müdahalesidir. Ekolojik tasarımın başarısı, sağlıklı, dayanıklı, adil ve varlıklı bir komünite oluşturmasına bağlıdır. Ekolojik tasarım dediğimizde bunu hemen derin ekoloji çizgisine çekmek gerekmez. Bir demokratik toplumda bu çizgiyi izlemek isteyenler istediklerini uygulamakta özgür bırakılmalıdır. Onların getirdiği değerlere saygı gösterilmelidir. Ama eğer etkili bir sonuç alınmak isteniyorsa varlığını korumakta olan kapitalist sistem içinde kalarak yapılabilecek olanları da küçümsememek gerekir. Unutulmamalı ki, bir milat olarak sık sık anılan 1992 yılında Rio’da toplanan Çevre ve Kalkınma Zirvesi temelde kapitalist kalkınma içinde sürdürülebilirliği sağlamaya yönelmiştir. Gelinen noktada, değişik toplum ölçeklerinde, değişik toplumsal aktörler, kendi kavrayışlarının sınırları içinde sürdürülebilirliği sağlamaya çalışıyorlar; bu çeşitlilikten çok yakınmak gerekmiyor. Belli bir duyarlılık oluşmuş bulunuyor. Geçen sürede yapılabilecek en önemli katkıların ancak varolan yaşam tarzlarını değiştirmekten geçtiği de açık hale gelmiştir. Bir tasarımcının bu yönde bir adım atabilmesi için bu konuda bir vizyonun bulunması gerekir. Böyle bir vizyonun geliştiği ve geniş toplum kesimlerince benimsendiği henüz söylenemez. Binalar konusundaki stratejiler geliştirilirken “ömür çevrimi değerlendirmesi” (ÖÇD) yoluyla, yani bir binanın çevreye etkisini hesaplamakta, inşası, kullanımı ve ortadan kaldırılması sırasındaki etkilerinin toplamı göz önüne alınacaktır. Sürdürülebilirlik Stratejileri Sürdürülebilir bir toplum oluşturmakta iki farklı türde strateji önerilebilir. Bunlardan birincisi, ister birey, ister örgüt, ister yerel ya da merkezi yönetim düzeyinde olsun aktörlerin karar vermelerini geliştirmeye dönük stratejilerdir. Bunlar; • Toplumda karar veren aktörlerin yararlandıkları bilgi dayanaklarını geliştirmek, • Toplumdaki aktörlerin karar verirken gözettiği değerler sistemini zenginleştirmek, başka bir deyişle çevre ahlakını geliştirmek, • Tüketim kalıplarını değiştirmek ve yaşam kalitesi anlayışını yeniden tanımlamak, • Toplumda eylemlerine karar veren aktörlerin yararlanacakları, teknolojiyi geliştirme ve oluşmuş bulunan teknolojiden yararlanma kapasitesini oluşturmak, • Toplumda değişik kapasite ve sorumlulukla yer alanların aktörlerin bir vatandaş olarak birlikte yaşama kültürüne sahip olmasını sağlayacak çevre/çevrecilik eğitimini gerçekleştirmek, • Toplumdaki aktörlerin karar verirken hesaba katacakları ödül/maliyet dengelerini sürdürülebilirliğe katkıda bulunmaya ola- itü vakf dergisi 47 ÇEVRE DOSYASI nak verecek şekilde kurumsal düzenlemeler yapmak, olarak sıralanabilir. İkinci türdeki stratejiler değişik toplumsal ölçeklere ilişkin olarak geliştirilecek stratejilerdir. Bunlar en küçük ölçekten en büyük ölçeğe doğru; • Binalar için stratejiler, • Kentsel yerleşmeler için stratejiler, • Toplumsal ve ekonomik ilişkilere dayalı olarak tanımlanan bölgeler için stratejiler, diye sıralanabilir. Ele alınacak Ölçeğe Özgü Birinci Strateji Binalar için olacaktır. Binalar konusundaki stratejiler geliştirilirken “ömür çevrimi değerlendirmesi” (ÖÇD) yoluyla, yani bir binanın çevreye etkisini hesaplamakta, inşası, kullanımı ve ortadan kaldırılması sırasındaki etkilerinin toplamı göz önüne alınacaktır. Binalar konusunda izlenecek temel stratejik hedef, binanın çevreye olan etkisini en aza indirgemek olmalıdır. Bu kaygılarla yapılan binalar çevreci hareket içinde Yeşil Binalar olarak adlandırılmaya başlanmıştır.6 Binalarda yapılabilecek tasarrufların düzeyi konusunda ABD ekonomisinin bazı sayılarına bakmakta yarar vardır. Binalar ABD’de toplam enerjinin yüzde 30’unu, elektrik enerjisinin yüzde 60’ını tüketmektedirler.7 Yapılan bina, içinde yaşayacak olanlara, temiz ve insanın yaşam konforuna uygun sıcaklıkta bir havayı sağlamalı, insanın yaralanacağı bir aydınlatmayı, suyu ve atık suyun uzaklaştırılmasını sağlayacak tesisat sistemiyle donatılmalıdır. Sakin bir yaşamın sürdürebilmesi için sese karşı izole edilmiş olmalıdır. Günümüzde yapılacak 48 itü vakf dergisi binaların gerçekleştirmesi gereken performans düzeyleri yapı yönetmelikleriyle belirlenmektedir. Bir binanın yeşil bina niteliği kazanması için gerekli ilk adımlar tasarım aşamasında atılmaya başlanacaktır. İlk adım bina programının saptanması aşamasında atılacaktır. İnsanlar aşırı tüketim eğilimini en çok binalarında göstermektedir. İyi bir programlama ile bina büyüklükleri küçültülebilir. Bu küçülme binanın yaratacağı çevresel yükleri azaltacaktır. Yeşil bina elde etmekte binanın çevreden aldığı girdiler ve çevreye bıraktığı çıktıların herbirini “check-list mantığıyla” tek,tek azaltmak yaklaşımını başlıca dört konu üzerinde yoğunlaşmaktadır. Bunlar ; enerji kullanımı, su kullanımı ve atık suyun uzaklaştırılması ve yapı malzemeleridir. Ayrıca binalar tasarımında yapıldığı yerin iklim özelliklerinden yararlanmak için iyi yönlendirmeyle ya da gerekli önlemler alınarak, yani bina içinde enerji kapanları kurularak, çevre üzerindeki ayak izi azaltılabilecektir.8 Mimarlık tasarımında bu yaklaşım genellikle güneşten pasif yararlanma diye adlandırılmaktadır. Oysa günümüzde binalarda güneş enerjisinden yararlanma denildiğinde çoğunlukla aktif yararlanma anlaşılmaktadır. Kurulan mekanik düzeneklerle güneş enerjisinden yararlanılmaktadır.9 Yaşam için kaçınılmaz olan su, yenilenebilir kaynak olmasına karşın, gün Yapılan bazı hesaplar kompakt şehrin karbon emisyonunu % 30, enerji tüketimini % 50 azalttığını göstermiştir. geçtikçe kıt kaynak haline gelmekte ve bu nedenle tasarruf edilmesi sürdürülebilirlik açısından kritik bir önem taşımaktadır. Su kullanımındaki tasarruf aynı zamanda atıksu uzaklaştırılmasında da tasarruf yapılması demektir. Su kullanılmasındaki tasarruf büyük ölçüde tesisat tasarımı yoluyla sağlanabilmektedir. Yağmur sularının toplanarak değerlendirilmesi yoluna gitmek de su tüketimini azaltmakta baş vurulan bir yol olabilmektedir. Binaların çevreyle ilişkisini tek tek ele alarak, bunları denetim altına almakta, yüksek performans teknolojileri kullanılarak, akıllı binalar olarak yapılan yeşil binaların sürdürülebilirlik konusundaki yaklaşımı ekolojik sistem mantığı açısından yetersiz kalmaktadır. Sürdürülebilirliğin sağlanmasında bunun ötesine geçilmek istenildiğinde ekoloji mantığını devreye sokmak gerekir. Binanın çevreden aldığı yenilenebilir enerjiyle yetinerek, diğer girdilerde ise kullanımdan sonra dönüştürülerek tekrar kullanılabilir hale getirmek yoluyla, bazı süreçleri bina içine alarak, bir tür ekosistem olarak tasarlamak gerekir. Ölçeğe özgü ikinci strateji kentsel yerleşmeler için olacaktır. İnsanlığın buluşlarının en önemlisinin kent olduğu söylenebilir. İnsanların kentlerde toplu olarak bir arada yaşamaları, uygarlıkların doğmasını kolaylaştırmış/sağlamıştır. Buradaki sürdürülebilirlik tartışması bakımından insanın ürünü olan eko-kenti üç aşamada tartışmakta yarar vardır. Birinci aşama sanayi öncesi dönemin eko-kentidir. Bu aşamada kent insan vücudunun kapasitelerine ve taleplerine göre oluşmuştur. Bu bir yayalar kentidir. İlişki kurma hızı, yerleşmenin büyüklüğü, beslenme gereksinmesinin niteliği, içinde yaşayacağı konutun niteliği hep insan vücudunun niteliklerine göre oluşmaktadır. Bu dönemde kentler küçük yerleşmeler olduğu için doğadan aldıklarının hacmiyle, doğaya bıraktığı atıkların hacmi küçük olduğundan bir ekolojik krizin doğmamakta, doğal süreçler doğaya bırakılan atıkları dönüştürebilmektedir. Bu insan vücudunun kapasiteleriyle uyumlu olan kentin aşılması sanayi devrimiyle gerçekleşmiştir. Bu devrimin getirdikleri temelde insanlara kendi kararlarını kendi vücudunun kapasitelerinin dışındaki kapasitelerle uygulamaya koyabilme olanağını sağlaması olmuştur. Sanayi devrimi kent yapısının oluşumu bakımından iki konuda önemli kapasite artışı getirdi. Bundan biri kent içi ulaşımda geliştirilen teknolojiler, insanın kent içindeki yer değiştirme hızını ve yer değiştirme menzilini artırdı. Çok daha uzaklardan, çok daha büyük miktarlarda kaynaklar nakledilebilir hale geldi. İkinci önemli değişiklik tarım dışı üretiminde organik (insan+hayvan gücü) enerji yerine çoğunlukla fosil yakıta dayanan inorganik enerji kullanılmaya başladı. Bu kentin doğayla ilişkisini çok değiştirdi ve kapitalist sistemin değerleriyle bir araya gelince dünyada eko-krizin doğmasına neden oldu. Bu kentler büyük miktarlarda doğal madde, fosil yakıt kullanmaya başladı. Tüketilen su miktarları, atık su miktarı, kentin yarattığı katı atık miktarları çok arttı. Kentlerin çevre üzerindeki ayak izleri büyüdü, bu ayak izleri kentin yakın çevresinde olduğu gibi çok uzaklara da uzanır hale geldi. Sanayi toplumunun ortaya çıkardığı ekokriz karşısında gelişen çevrecilik hareketi ve sürdürülebilirlik konusunda alınan yol ile dünyanın bilgi toplumuna geçişiyle artan monitoring kapasitesi dolayısıyla, hem kentlerin yapısında, hem de kentlerin sürdürülebilirliği için alınan önlemlerin mantığında önemli bir değişme yaşanmıştır. Bu bakımdan dönüm noktası, 1992 yılında Rio’da toplanan Çevre ve Kalkınma Zirvesi olmuştur. Kentler çok merkezli hale gelerek yeni bir biçim kazanırken, kent içi araçlı yolculuk talebini azaltarak, enerji kullanımını ve olumsuz etkilerini azaltırken, aynı zamanda kentin metabolik sistem olarak temsilinde doğrusal olmayan geri beslemeli döngülere dayanan bir mantık kullanılmaya başlamıştır. Yeniden kullanım gibi döngüsel ilişkiler ön plana geçince, kentin ayak izini küçültmek için adım atılması kolaylaşmıştır. Bu üçüncü aşamada bir kentin sürdürülebilirlik koşulunu sağlamak için altı konuda stratejik tercihler yapmak gerekecektir. Bunlar; • Kentin dokusunun kentin ayak izini küçültecek şekilde tasarlanması, • Kent içi ulaşım sisteminin düzenlenmesi, fosil enerjiye bağımlılığının ve sera gazı üretiminin azaltılması, • Kent atıklarının bir kaynak olarak değerlendirilmesi, • Kent ekonomisinin sürdürülebilirliğe katkı yapacak şekilde geliştirilmesi, • Kentin beslenmesi ve gıda güvenliğinin Sürdürülebilir bir kent için kent içi ulaşımdaki çözümler, temelde iki alana yoğunlaşmaktadır. Bunlardan birincisi kent içindeki yaya yolculuklarında bisiklet kullanımının artırılması, ikincisi ise araçlı yolculuklardaki özel otomobilin payının düşürülmesi ve kamu ulaşım sistemlerinin payının yükseltilmesidir. sağlanmasında ayak izinin küçültülmesi, • Kentlinin doğayla doğrudan ilişkisinin açık tutulması (biophilia) diye sıralanabilir. Sürdürülebilirliğe tasarım tercihleri yoluyla yapılabilecek bir katkı da kentteki binalar grubunun oluşturduğu kentsel dokuya ilişkin olmaktadır. Avrupa kentsel şartı bu konudaki tercihini kompakt kent olarak yapmıştır.10 Yüksek yoğunluklu yerleşmeler % 50 daha az arazi kullanıyor, altyapı harcamaları % 45 azalıyor, hava kirlenmesini % 45, su kullanımını % 35 azaltıyor.11 Yapılan bazı hesaplar kompakt şehrin karbon emisyonunu % 30, enerji tüketimini % 50 azalttığını göstermiştir12. Bu nedenle ABD’nin düşük yoğunluklu kentleri aradolgu (infill) projeleriyle yoğunluklarını artırmaya başlamışlardır.13 Bu projelerle, kentler arazi kullanımlarını yeniden tasarlayarak, işyerlerini, konutları ve hizmetleri artırarak, ayak izlerini küçültmektedirler. Kentte ulaşımın sürdürülebilirliğini artırmak için ilk aşamada, araçların etkinliğini artıran teknolojik çözümlere yönelinmiş, daha az yakıt kullanan araçlar geliştirilmiştir. Bu konuda küçümsenemeyecek yol alınmıştır. Güneş ve hidrojen enerjisiyle çalışan araçlar tasarlanmaktadır. Ama bu yaklaşım bir bakıma dar kapsamlıdır. Daha sonra, daha entegre çözümler önerilmeye başlanmıştır. Yolculuktaki araç türü tercihlerinin yönlendirilmesi, ekonomik özendiricilerin kullanılması, arazi kullanma kararlarının yeniden düzenlenmesiyle uzun mesafe yolculukların azaltılması, kurumsal reformlar ve teknolojik yenilikler kullanılarak yaklaşılmaya başlanmıştır. Sürdürülebilir bir kent için kent içi ulaşımdaki çözümler, temelde iki alana yoğunlaşmaktadır. Bunlardan birincisi kent içindeki yaya yolculuklarında bisiklet kullanımının artırılması, ikincisi ise araçlı yolculuklardaki özel otomobilin payının düşürülmesi ve kamu ulaşım sistemlerinin payının yükseltilmesidir. Günümüzde bir kent metabolizmasından beklenen, kente gelen doğal kaynak akımıyla, bunun kullanım sonrası atıklarının doğaya ne tür bir dönüşüm sonrasında salınacağı, ya da sistem içinde yeniden kullanıma sokulacağını belirlemesidir.14 Atık suyun kentten uzaklaştırılmasında atık su artık bir atık diye değil, kaynak diye değerlendirilmektedir.15 Sanayi toplumunda bu atık sular mekanik ya da kimyasal olarak temizleniyordu. Linear bir mantık hakimdi. Günümüzde doğal döngülerden yararlanarak temizleme yoluna başvurulmaktadır. Bir tür kanalizasyon bataklığı içinde dönüştürülmektedir. Artık döngüsel mantık hakim olmaktadır. itü vakf dergisi 49 ÇEVRE DOSYASI www.nytimes.com, Twigitecture: Building Human Nests Referanslar: Artık kentin su ile ilişkisinin yeniden kurulmasının düşünülmesi noktasına gelinmiştir. Yüzey sularının dinlence ve eğlence için kullanılması, bataklıkların, taşkın ve su depolama bakımından rolünün hesaba katılması, yağışın yeraltı suyu (aquifer) için sızdırılma alanlarının ayrılması, taşkın için açık alanlar bırakılması vb., kent planlarının lejantlarında yer almaya başlamıştır.16 Ev ve sanayinin atıklarının kullanımında geri dönüşüm yoluna gidilmesi atık miktarını azaltmakta ve bu yolla enerji tasarrufu bakımından da önemli bir etki yaparak sürdürülebilirliğe yaklaşılmasını kolaylaştırmaktadır. Başlangıçta zincirleme kullanım düşünülerek yapılacak tasarımlar geri dönüşümü etkinleştirmektedir. Günümüzde katı atıkları geri dönüştürerek, miktarını azaltan ve düzenli çöp döküm yerlerinde çöplerin ayrışırken oluşturduğu CH4 toplanarak enerji üretiminde kullanılmaktadır. Ayrıca eski çöplük alanları zaman içinde yeşil alanlar haline getirilmektedir. Günümüzde katı atık yönetim sistemlerinin etkinleştirilmesinde önemli yol alınmıştır. Kent ve doğayı bir karşıtlık olarak düşünmek yerine bir süreklilik olarak da düşünebiliriz. Bu sürekliliğin bir ucunda kent varken diğer ucunda yaban vardır.17 Yabanda ve kentte aynı doğal süreçler yer almaktadır. Güneş ışığı hem binaları ısıtmakta hem de bitkileri büyütmektedir. Kent doğa dışı değildir. Yabanın insanlar tarafından kendi gereksinmelerini karşılamak için dönüştürülmesiyle ortaya çıkmaktadır. Kent, doğal süreçleri gözönünde tutarak tasarlanmalıdır. MacHarg kentte doğaya ihtiyacımızın kırsal alandaki doğa ihtiyacımızdan az olmadığını söylüyor.Doğadan kopan bir insanın psikolojik sorunlarla karşılaştığı bilinmektedir. Burada söz konusu olan Avrupa’nın manikürlü kent parklarından farklı 50 itü vakf dergisi bir şeydir. Yaban hayatını değerli kılan çeşitlilik düzeyi bitki çeşitliliğiyle orantılıdır. Bu alanların olabildiğince büyük olmasına çalışılır. Bunların arasında yaban hayatı koridorlarının kurulması yaban alanlarının etkililiğini artıracaktır.18 Ölçeğe özgü üçüncü strateji toplumsal ve ekonomik ilişkilere dayalı olan bölgeler için olacaktır. Burada söz konusu olan nodal bölgelerin kent dışı kesimleri için burada ele alacağımız sürdürülebilirlik stratejileri beş konuda yoğunlaşacaktır. Bunlar; • Biyoçeşitliliğin korunması, • Kırsal alanlarda arazi kullanma sorunları, • Biyoçeşitlilik koruma bölgeleri ve sürdürülebilir koridorlar oluşturulması, • Dayanıklılığın (resilience) sağlanması, • Kent ve kırsal alan sürdürülebilirliğin birlikte (co-evolutionary) evrilmesinin koşulları, diye sıralanabilir. Bioçeşitliliğin korunması sürdürülebilirlik koşulunun en önemli öğelerinden biridir. Biyoçeşitlilik 3,5 milyar yıllık evrimin sonrasında oluşmuş çok değerli bir özelliktir.19 Bir çevredeki bioçeşitlilik arttıkça eko sistem hizmetleri artar. Bioçeşitlilikle ekosistemlerin kararlılığı konusunda olumlu bir korelasyon vardır. Dayanıklı bir sistem şoklar karşısında temel işlevlerini koruyarak, dıştan gelen etkilere uyum yapabilecektir. Bu da sistemin self organizasyon kapasitesinin artırılması demek olmaktadır. Sürdürülebilirliğin sağlanması konusunda ölçeğe özgü olan olmayan stratejileri gördük. Sürdürülebilirliğin sağlanması için yapılabilecekler çok çeşitli, toplumun tüm aktörlerine bir sorumluluk düşüyor. Bunların her biri bir demokratik görev. Hepimizin bu demokratik görevleri yerine getirerek, sağlıklı bir çevrede yaşamayı hak etmemiz gerekiyor. 1-Bu konuda bknz. Steven Mithen:Aklın Tarihöncesi,Dost Kitabevi,Ankara,1999. Metin Özbek: Dünden Bugüne İnsan, İmge Kitabevi, Ankara, Temmuz.2000. 2- John Tillman Lyle:Design for Human Ecosystem, Van Nostrand Reinhold, New York, 1985,s.16. 3-Raymonda F. Dasmann, John P. Milton, Peter H.Freeman: Ecological Principles for Economic Development, John Wiley&Sons Ltd. London, Newyork, 1973. 4-Daniel E. Williams, FAIA: Age, Ch.2 5-Ian L. McHarg:Design with Nature, The Natural History Press, 1969. David Orr: Earth in Mind: On Education Environment and The Human Prospect,Island Press,2004. Bill Mollisson and David Holmgren:PermacultureOne Aperrenial Agriculture for Human Setlements, Transworld, Melbourne,1978. 6-Bu konuda Bknz: Daniel E.Williams, FAIA:Sustainable Design, Ecology, Architectue and Planning, John Wiley&Sons Inc. New Jersey, 2007, Ch.5. 7-David Eisenberg and Peter Yost:” Sustainability and Building Codes” from Environmental Building News, 10:9 (2001), Stephan M.Wheeler, Timothy Beatley (editors):The Sustainable Urban Development,Routledge, London,2009. 8-Bu konuda Bknz. Çetin Göksu: Anadolu Güneş Uygarlığı, İmaj Yayınevi, Ankara,2000. 9-Bu konuda Bknz: Philip Steadman: Energy Environment Building, Cambridge University Press, London, 1975. 10-Timothy Beatley:”Planning for Sustainability in European Cities: A review of Practices in Leading Cities”(2003), Stephan M.Wheeler, Timothy Beatley (editors):The Sustainable Urban Development,Routledge, London,2009. 11-Richard Register: Age,ch.4. 12- Douglas Farr: Sustainable Urbanism, Urban Design with Nature, John Wiley& Sons.Inc, Hoboken: New Jersey, 2008.s.44. 13-Stephen M Wheeler: “Infill Development”Smart Infill Creating More Livable Communities in the Bay Area, (2002), Stephan M.Wheeler, Timothy Beatley (editors):The Sustainable Urban Development,Routledge, London,2009. 14-Herbert Girardet: “The Metabolism of Cities” from Creating Sustainable Cities (1999), Stephan M.Wheeler, Timothy Beatley (editors):The Sustainable Urban Development,Routledge, London,2009. 15-John Tillman Lyle: “Waste as a Resource” from Regenerative Design for Sustainable Development (1994), Stephan M.Wheeler, Timothy Beatley (editors):The Sustainable Urban Development,Routledge, London,2009. 16-Ian L.McHarg:” Plight and Prospects”, Design with Nature (1969) 17-Anne Whiston Spirn:”City and Nature” from Granite Garden:Urban Nature and Human Design (1984), Stephan M.Wheeler, Timothy Beatley (editors):The Sustainable Urban Development,Routledge, London,2009. 18-Douglas Farr: Age, s.49. 19-Bu konuda Bknz: İlhan Tekeli vd. Dünya’da ve Türkiye’de Biyoçeşitliliği Koruma, Türkiye Bilimler Akademisi Raporları, Ankara, Nisan 2006. Susan Perkoff Bass and Manuel Ruiz Muller (Editors). Protecting Biodiversity, International Development Research Centre, Ottawa, 2000. TRIAX Headend AKILLI VE ESNEK TRIAX Headend - TDX 75,$;ð+HDGHQGð7';ðð,379ðGHðo|]PQðVRQðQRNWDVÔGÔUð7';ðX\GXð'9%66ðGLMLWDOðNDUDVDOð'9%77ðGLMLWDOðNDEOR'9%&ðYHð,3,1,3ð &&79ð:HEð79ð9/&ð+'0,ðYHð$9ðND\QDNODUÔQGDQðJHOHQðEWQð\D\ÔQODUÔð]HULQGHðLøOH\HELOPHNWHGLU %Xð|]HOOLúLðVD\HVLQGHðPHYFXWðKHDGHQGðNXUXOXPODULðLOHð,379ðo|]PQQð RUWDNðNXOODQÔPÔQGDðWDPðELUð|]JUONðVDúODU 6LVWHPLQð:(%ðDUD\]ðVD\HVLQGHðWPðNXUXOXPODUÔð3&ð]HULQGHQ KHUKDQJLðELUðSURJUDPðNXUPD\DðJHUHNðNDOPDGDQðJHUoHNOHøWLUHELOLU VLVWHPðORJODUÔQDðHULøLPLðYHðPHYFXWðNRQILJUDV\RQðGRV\DVÔ \HGHNOHPHOHULQL]LðUDKDWOÔNODðVDúOD\DELOLUVLQL] +$98=ñ7(.12/2-ü6ü <HQLOLNoLð75,$;ð7';ð,3ð+DYX]XðWHNQRORMLVLð\|QHWLFLVLQHðJLULøðYHðoÔNÔøðVLQ\DOOHULQLQðEDúÔPVÔ]ðRODUDNð VLVWHPHðDWDPDVÔQÔðVDúODUð6LVWHPGHQðHø]DPDQOÔðRODUDNð,379ð$QDORJ3$/ð'9%&ð'9%7ð\D\ÔQODUÔQÔðDOÔSðWHNðPHUNH]GHQðIDUNOÔð5)ðYHð,3ðDúODUDð GDúÔWÔPð\DSDELOLUVLQL]ð+DYX]GDðEXOXQDQðøLIUHOLð\D\ÔQODUðWUDQVSRQGHUODUÔQGDQðEDúÔPVÔ]ðRODUDNðRUWDNðELUð&,ðPRGOð]HULQGHQðo|]OSðVLVWHPHð GDKLOðHGLOHELOLQLU ENDEM êé5.(7/(5å*58%8 *5283å2)å&203$1,(6 endam 0KHQGLVOLNâYHâ0öDYLUOLNâ$õ itü vakf dergisi 51 *D\UHWWHSHâ0Kâ%DöDNâ6NâdDôOD\DQâ$SWâ1Râ'ââââ%HöLNWDöââ÷67$1%8/ 7HOââââââ)D[âââââ LQIR#HQGDPFRPWUâZZZHQGDPFRPWU ÇEVRE DOSYASI Önce “Aklc” Bina... Mimaride Pasif Çözümler Ekoküre, yaşadığımız yerkürenin küçük bir laboratuvar deneyi. Ayşe Hasol Erktin Mimar, MDS HAS Mimarlık Ltd. Sürdürülebilir mimarlk” çoùunlukla yalnzca bir yönüyle ele alnyor. Örneùin, yalnzca geri dönüütürülebilir malzeme yönünden veya yalnzca enerji tasarrufu yönünden ya da salt çevreye ve insan saùlùna etkisi yönünden... Oysa sürdürülebilir tasarm, bunlarn bütününü oluüturuyor... H edef: Ekosistem NASA’nın uzayda sürdürülebilir yaşam araştırmaları sırasında geliştirdiği bu sistem, bir karides, yosun ve su içeriyor. Tamamen kapalı, dışarıdan hiçbir katkı almayan sistemin tek girdisi, güneş ışınları... Sistem, hiçbir atık oluşturmuyor. Besin katkısına gerek yok. Organizmalardan birinin atığı, diğerinin besini oluyor. Fotosentez yoluyla yosunun ürettiği oksijen, karides ve bakterilerin yaşamasını sağlıyor. Bakteriler, karidesin atıklarını parçalıyor. Bu atıklar, yosun ve bakterileri besliyor. Yosunlar ise karidesin besinini oluşturuyor. Dengeli bir ekokürede yaşam yıllarca devam edebiliyor. Ekoküre, yaşadığımız yerkürenin küçük bir laboratuvar deneyi ... Ekokürede sürdürülebilirlik, • Sıfır atık • Atıkların besin haline dönüştürülmesi temelinde sağlanabiliyor. Bu temelde düşünüldüğünde, sürdürülebi- 52 itü vakf dergisi lir yaşamı anlamak çok kolaylaşıyor. Örneğin, fosil yakıtların atıklarını düşünelim. Petrol ürünlerinin veya nükleer atıkların, bırakın yeniden kullanılmasını, atığın kendisinin dahi ölümcül olabileceğini biliyoruz. Buna karşılık, güneş, rüzgâr, toprak gibi kaynaklardan elde edilen enerjiyi dikkate aldığımızda, sürekli bir yaşam döngüsünü izleyebiliyoruz. 21. yüzyılda, yaşamın temellerini bu basit ama yaşamsal ilkeye oturtabilirsek, sürdürülebilirliği sağlamak mümkün. Adım Adım Sürdürülebilirlik “Sürdürülebilir mimarlık” çoğunlukla yalnızca bir yönüyle ele alınıyor. Örneğin, yalnızca geri dönüştürülebilir malzeme yönünden veya yalnızca enerji tasarrufu yönünden ya da salt çevreye ve insan sağlığına etkisi yönünden... Oysa sürdürülebilir tasarım, bunların bütününü oluşturuyor. Konuyu belki de aşamalar halinde hiyerarşik bir biçimde tanımlarsak, en basitinden en karmaşık düzeye dek yapılabilecekler sıralanabilir. Birinci aşamada, doğaya ve insana zarar vermeyecek şekilde hareket etmek gerekiyor. Örneğin binanın atıklarını azaltmak, hatta yeniden kullanmak hedefleniyor. İnsan sağlığına zararlı olan, teneffüs edildiğinde zehirli olan malzemeler kullanılmıyor. Binada kullanılan malzemelerin de üretimleri sırasında doğaya zarar vermemeleri esas alınıyor. Örneğin, bir yapı malzemesinin yalnızca doğal veya geri dönüştürülebilir olması yeterli olamayabiliyor. O malzemenin üretilirken çevreye etkisi, ne kadar enerjiyle üretildiği, ne kadar fosil yakıt tüketerek ne kadar uzaktan taşındığı da aynı derecede önemli. İkinci aşamada, doğayla çatışmaya girmemek gerekiyor. Güneşin ve rüzgarın olumlu etkilerini en üst düzeyde kullanma, olumsuz etkilerden de kaçınma, doğal aydınlatmadan yararlanma gibi, atalarımızın benimsediği doğal yapım mantığı öne çı- Doğaya karşı değil, doğayla uyumlu yerleşim. Aegean Hills, Bodrum kıyor. “Yeşil” binalar, bol günışığı ve doğal havalandırma alacak şekilde tasarlanıyor. Soğuk iklimlerde rüzgarın soğuk etkisinden kaçınırken, sıcak iklimlerde serinletici etki binanın içine alınabiliyor. Üçüncü aşamada, tasarruf etmek önemli. İlk akla gelen ısı yalıtımı uygulamaları. Ancak binayı yalıtırken herhangi bir şekilde yalıtmış olmayı değil; mümkünse hiç ısıtma ihtiyacı olmayacak şekilde yalıtmayı hedeflemek; yani “süper yalıtımlı” binalar yapmak amaç olmalı. Isı geri kazanımlı cihazlar, sayaçlı otomasyon sistemleri, günışığına duyarlı aydınlatma armatürleri ve güneşlikler, su tasarruflu rezervuar ve musluklar gibi teknolojik olanaklar da “yeşil” binaların olmazsa olmazları. Son aşamada ise binanın kendi kendisine yetmesi için enerjisini de kendisinin üretmesi. İşletme maliyetini azaltmaya yönelik olarak, atık suyun geri kazanımı, güneş panelleri, rüzgar türbinleri de dikkate değer. Petrol ürünlerinin veya nükleer atıkların, bırakın yeniden kullanılmasını, atığın kendisinin dahi ölümcül olabileceğini biliyoruz. Buna karşılık, güneş, rüzgâr, toprak gibi kaynaklardan elde edilen enerjiyi dikkate aldığımızda, sürekli bir yaşam döngüsünü izleyebiliyoruz. 21. yüzyılda, yaşamın temellerini bu basit ama yaşamsal ilkeye oturtabilirsek, sürdürülebilirliği sağlamak mümkün. Yukarıdaki “yeşil bina hiyerarşisinin” son aşamalarındaki karmaşık ve “akıllı bina” sistemlerine yönelmeden önce, ilk iki aşamada söz edilen konuların -yani kuşaktan kuşağa aktarılan mimarlık bilincinin- yeniden hatırlanması gerekiyor. Sayısal enerji hesaplarından önce, güneşe ve rüzgara göre yönlenme, arsa topografyasına uyum, su havzalarının korunması gibi geleneksel mimari öngörüler ele alınmalı. Doğayla çatışmayan, inatlaşmayan bu tür tasarım, bakım maliyetlerini de azaltıyor. Bina Formu ve Yerleşimi Binayı yerleştirirken, doğanın olumsuzluklarına karşı önlem alıp, olumlu unsurlara da binayı olabildiğince açmak, yeşil tasarımın ilk ve en önemli adımı... Örneğin, soğuk bir iklimde, cepheleri güneşe olabildiğince açmak; ancak sıcak iklimde de güneşin kavurucu etkisinden olabildiğince kaçınmak gibi... Olabildiğince toprağa gömülen bina, hem ısıtma ve soğutma harcamalarını en alt düzeye indirecek, hem de toprağın eğimine uyumlu, çevresiyle barışık olacaktır. Binayı istenen kota yerleştirmek inadıyla toprağı tutmak için yapılan dayanak duvarları, beton setler hem görsel olarak hem de maliyet olarak anlamsız. Doğaya karşı değil, doğayla uyumlu bir yerleşim, doğanın da hışmını engelleyecektir. Sıcak iklimlerde, binaların ana cephelerini, günün büyük bir bölümünde sürekli yakıcı güneş alan batıya olabildiğince kapatmak, ana cepheleri, doğuya açmak, soğutma giderlerini azaltacaktır. Buna karşılık, soğuk Swissotel Grand Efes, İzmir Foto: Cemal Emden iklimlerde, bunun tam tersini yaparak, ısıtma giderlerini azaltmak mümkün olacaktır. Bina kitlesinin yaygın veya parçalı olması, bina cephelerinden ısı kaybını artıracaktır. Soğuk bölgelerdeki geleneksel yapıların, kompakt ve az pencereli olması, artık unutulmaya yüz tutan basit bir kural. Aynı şekilde, sıcak bölgelerde avlulu ancak kalın duvarlı ve bol gölgelikli binalar da geleneksel mimaride sıkça görülen örnekler. Rüzgarı da gereksinimler doğrultusunda yönlendirmek mümkün. Sıcak iklimlerde, rüzgarın serinletici etkisini çoğaltacak bir yerleşim oluşturmak; soğuk bölgelerde de rüzgara sırtını dönmek mimara kalmış... Günışığı Binaya kontrollu günışığı alınması, hem yapay aydınlatma ve elektrik tüketimini azaltacak, hem de kullanıcıların psikolojik konforunu iyileştirecektir. Bina cephelerinde uygun yerlere gereken boyutta pencereler açılması, gerekirse çatı pencereleri kullanılması, binanın orta noktalarına avlular ve ışıklıklarla günışığı alınması, bunlara karşın hala karanlık noktalar varsa, güneş tüpleriyle günışığının taşınması yöntemleri düşünülmeli. Günışığının insan sağlığı üzerindeki olumlu etkileri bilinen bir gerçek. Öte yandan, yapılan son araştırmalar, günışığı eksikliğinin, depresyon, D vitamini yetersizliği, uyku düzensizliği ve hatta kansere yol açtığını belirliyor.(1,2) Buna ek olarak, binanın içinden, doğayı algılayabilmenin ve dış mekanı görebilmenin psikolojik yararları da “yeşil bina” kriterleri arasına girdi. itü vakf dergisi 53 ÇEVRE DOSYASI Binanın içinden, doğayı algılayabilmenin ve dış mekanı görebilmenin psikolojik yararları da “yeşil bina” kriterleri arasına girdi. Galatasera. Foto: Cemal Emden. Öte yandan, binaların elektrik tüketiminin yarıya yakın bölümü aydınlatmadan kaynaklanıyor. Yapay aydınlatma kullanımını en aza indirgeyebildiğimiz takdirde, elektrik tüketiminde önemli bir kazanç sağlayabileceğiz. Güneş, her zaman gülen yüzünü göstermeyebiliyor. Kızgın batı ışınlarından korunabilmek için, öncelikle binayı konumlandırırken olumsuz yönlerden kaçınmak; bu mümkün olmuyorsa, pencereleri olabildiğince diğer yönlere yerleştirmek; bu da olanaksızsa, pencerelerde güneş kırıcılar veya ışınları yönlendirici mimari elemanlar kullanmak önerilebilir. Böylece, günışığı hem olabildiğince, hem de kullanıcı kontrolunda istendiği miktarda içeri alınmış olacaktır. Yalıtımlı Değil, Süper Yalıtımlı Binalar... Yalıtım, “yeşil tasarım”ın vazgeçilmez koşullarından biri, belki de en önemlisi. Günümüzde, yalıtımı, ısı yalıtım standart- Binaya kontrollü günışığı alınması, hem yapay aydınlatma ve elektrik tüketimini azaltacak, hem de kullanıcıların psikolojik konforunu iyileştirecektir. Anadolu Comfort Hotel . Foto: Serdar Şamlı. 54 itü vakf dergisi Sayısal enerji hesaplarından önce, güneşe ve rüzgara göre yönlenme, arsa topografyasına uyum, su havzalarının korunması gibi geleneksel mimari öngörüler ele alınmalı. Doğayla çatışmayan, inatlaşmayan bu tür tasarım, bakım maliyetlerini de azaltıyor. larında belirtilen değerlerden çok daha ilerisi hedeflenerek detaylandırmak gerekiyor. Buna göre detaylandırılan duvar ve çatı katmanlarının kalınlıkları toplamda 50 cm.leri bulabiliyor. Yatırımcılar için bu kadar kalın duvarlar, alan kaybı anlamına gelmekte. Alan kaybına karşılık elde edilebilecek tasarruflar dikkate alınarak optimum noktalara yaklaşılabiliyor. Hedef, “yeşil tasarım”ın diğer unsurlarında olduğu gibi yalıtımda da sıfır enerji ilkesi. Bugün ılıman iklimlerde, özellikle kışın ısıtma enerjisini sıfıra indirmek sorun olmaktan çıktı. Soğuk iklimlerde ise yazın soğutma enerji gereksinimi en aza indirgenebiliyor. Binanın Isı Yaymasını Engellemek Binanın kızgın güneş ışınlarını bünyesinde biriktirmesi ve çevresini de ısıtması olgusu da dikkate alınmalı. Bina cephesinde açık renkler kullanmak, çatılarda yansıtıcı kaplamalar seçmek veya çatı bahçelerine yönelmek, basit ve bedava önlemler. Yeşil çatılar, hak ettikleri yere henüz kavuşamadılar. Oysa, yeşil çatılar, bir yandan ısı adası etkisini azaltırken diğer yandan ısı yalıtımını artırır. Üstelik dışarıdan gelecek gürültüyü azaltır. Yoğun yağışlarda, yağmur suyunu tutarak kent şebekesine daha az yük getirir. Bütün bunların dışında, yapay kaplamalar yerine yeşil alan kullanarak -hiç değilse- doğal bitki örtüsünü yerine koyma gayreti gösterir. Cephede açık renkler kullanmak, çatılarda yansıtıcı kaplamalar seçmek veya çatı bahçelerine yönelmek. Aegean Hills, Bodrum Yağmur Suyu Kontrolü Su da aynen güneş gibi olumlu özelliklerini kullanıp, olumsuz özelliklerinden kaçınmak için dikkatle yönetilmesi gereken bir “yeşil tasarım” unsuru. Bir yandan suyun boşa gitmesini ve su baskınlarını önlemeye çalışırken, diğer yandan da yağmur suyu ve günlük kullanım suyunu depolayıp yeniden kullanma yönüne kafa yormak gerekiyor. Binanın oturduğu arsada sert kaplamalardan olabildiğince kaçınmak, yağmur suyunun toprak altına engelsiz geçmesini sağlayacak; yeraltı suyu dengesini koruyacaktır. Sert kaplamalar ayrıca yazın fazla ısınmaya neden olacağından, sert kaplamadan vazgeçilmesiyle, gereksiz yüzey ısınması da önlenmiş olacaktır. Çatıya ve arsaya düşen yağmur suyunun ve mümkünse binanın kullanım suyunun arıtılarak yeniden kullanılması tasarımda ele alınmalı. Bu önlem hem binanın su açısından kendi kendine yetmesini sağlayacak, hem de ağır yağışlarda kent su şebekesine yoğun girişleri engelleyecektir. Bahçede kullanılan bitkilerin de yerel ve sulama gerektirmeyen bitkilerden seçilmesi önemli. Bunun için mümkün olduğunca Binayı yerleştirirken, doğanın olumsuzluklarına karşı önlem alıp, olumlu unsurlara da binayı olabildiğince açmak, yeşil tasarımın ilk ve en önemli adımı... Örneğin, soğuk bir iklimde, cepheleri güneşe olabildiğince açmak; ancak sıcak iklimde de güneşin kavurucu etkisinden olabildiğince kaçınmak gibi... mevcut bitki örtüsünü kullanmak; yeni bitkilendirme için de bakım ve sulama gerektirmeyen yerel bitkilerden yararlanmak tasarımda dikkate alınmalı. Bina “Akıllı” Olduğu Kadar “Akılcı” da Olmalı Hedef, “ekoküre” örneğinde olduğu gibi kendi kendine yeten, “sürdürülebilir” binalar... Mekanik ve elektronik sistemlere güvenerek, geleneksel sorumluluklarımızdan kaçmaya hakkımız yok. Doğaldır ki tasarruflu elektrik ve su armatürleri kullanmak gerekecek; özellikle büyük binalarda, enerji kullanımını optimize etmek için otomasyon sistemleri kullanılacaktır. Ancak, basit Sert kaplamalardan olabildiğince kaçınıp, yağmur suyunun toprak altına engelsiz geçmesini sağlamak gerekiyor, Swissotel Grand Efes, İzmir. Foto: Cemal Emden Bitkilerin de yerel ve sulama gerektirmeyen bitkilerden seçilmesi önemli. Ekoyapı/İTÜ ve bedava önlemleri de unutmamak gerekiyor. Binalar, öncelikle “akılcı”, daha sonra “akıllı” olmalıdır. Referanslar 1- Boubekri, Mohamed, 2008, Daylighting Architecture and Health, Elsevier, UK 2- Pechacek, Christopher S., , Andersen, Marilyne, Lockley, StevenW., Prospective evaluation of the Circadian Efficacy of (Day)Light in Rooms, LEUKOS – The Journal of the Illuminating Engineering Society of North America, vol. 5, num. 1, p. 1- itü vakf dergisi 55 ÇEVRE DOSYASI Yap Malzemesi Yaçam Döngüsü Deäerlendirmesi Prof. Dr. Leyla Tanaçan İTÜ Mimarlık Fakültesi 1. GİRİŞ Yap malzemelerinin yaüam döngüsü deùerlendirmesini esas alan ürün sertikalarnn olmas, üreticilerin ürettikleri ürünün pazardaki alternatif ürünler arasnda hemen fark edilmesini saùlar. Ayrca, performans kyaslamasna, tedarik zincirinin anlaülmasna, eksikliklerin ve ürünün çevre etkisinin belirlenerek düzeltilmesine yardmc olur. Ürün üartnamesi hazrlayan mimar, uzman ya da tüketicilerin, piyasadaki “ekolojik malzeme” olarak iddia edilen malzemelerin performansn, çevre etkisi ve performans bilinen malzemeden ayrt edebilmesine olanak saùlar… 56 itü vakf dergisi 1992 de Rio’da gerçekleştirilen “Dünya zirvesi”, ya da Birleşmiş Milletler Çevre ve Kalkınma Konferansı, Türkiye’nin de içinde bulunduğu 175 ülkenin katılımıyla gerçekleştirilmiştir. Dünyada soğuk savaşın bitmesinin ardından, sermayenin askeri harcamalardan dünyanın fakir ülkelerine yönlendirilmesi konusundaki geniş çapta yapılan baskılar sonunda gerçekleştirilen bu toplantı dünya tarihinin en büyük ve en önemli zirvesidir. Toplantıda biyolojik çeşitlilik, ozon tabakasının delinmesi, dünya ormanlarının yok olması, küresel ısınma ve iklim değişikliği gibi çevre konuları ele alınmış ve 1993 yılında imzalanmak üzere önemli anlaşmalar yazılmıştır. Sürdürülebilirlik kavramı ilk kez Norveç eski Başkanı Gro Harlem Brundtland tarafından 1986’da basılmış “Our Common Future (Ortak Geleceğimiz) isimli kitapta tanımlanmıştır. 1987’de Brundland Komisyonu olarak da anılan Dünya Çevre ve Kalkınma Komisyonu, “Sürdürülebilir Gelişme” yi şöyle tanımlar: “Gelecek nesillerin gereksinmelerini tehlikeye atmadan bugünün gereksinmelerini karşılayan gelişme”. Buna göre, sürdürülebilir gelişme hem çevrenin korunmasını hem de yönetimini içermektedir. Young, sürdürülebilirliği üç ayaklı bir tabureye benzetmiş; ekosistem, ekonomi ve toplum olan bu ayaklardan herhangi birinin eksikliğinde, bu kavramların birbirleriyle olan karmaşık ilişkisinden ötürü “sürdürülebilirlik taburesi”nin kararlılığını yitirebileceğini vurgulamıştır. Sürdürülebilirliğin ölçümünde, çevrenin varlığını sürdürmesi ve aynı zamanda ekonominin gelişmesi ve sosyal gereksinmelerin tatmin edilmesi için mutlaka bireysel ve müşterek faaliyetler birleştirilmelidir. Elkington (1), sürdürülebilirliği, kurumsal yapıda ve sürdürülebilir gelişme ile bağlantılı olarak kullanılabilecek şekilde sosyal, çevresel ve finansal olmak üzere üçlü bir denge içinde ele almıştır. Sürdürülebilirliğin bu üç boyutlu tarifinden ayrı olarak sürdürülebilir gelişme PICABUE olarak da adlandırılan dört ayrı ilke ile tarif edilmiştir (2): Eşitlik, gelecek, çevre ve halkın katılımı. Eşitlik ilkesi, bir nesilde mevcut olan yerel ve küresel ölçekteki fırsat eşitliğini; gelecek ilkesi minimum çevresel sermayenin dahi gelecek nesiller için korunmasının sağlanarak nesiller arası eşitliği; çevre ilkesi insan yaşamı için gerekli doğal süreçlerin tahrip edilmemesi ve biyolojik çeşitliliğin korunması için ekosistemin bütünlüğünün korunmasını; halkın katılımı ilkesi ise, halkın kendilerini ilgilendiren kararlarda ve sürdürülebilir gelişme sürecinde katılımının önemini vurgulamaktadır. Kohler, diğerlerinden farklı olarak sürdürülebilir binanın ekolojik, kültürel ve ekonomik sürdürülebilirlik olmak üzere üç boyutunun olduğunu vurgulamıştır. Yani, binaların sürdürülebilir gelişme çerçevesinde değerlendirilmesinde belirli bir kültürel beklentiyi ortaya koyması beklenir (3). Görüldüğü gibi, binaların sürdürülebilir gelişme açısından değerlendirilmesi konusu çok boyutludur ve farklı yönler içerir. Tasarım kararlarında üç boyutlu “sürdürülebilir gelişme” ilkeleri önemli rol oynamaktadır. Bu amaçla çeşitli bina değerlendirme araçları geliştirilmiş olmasına rağmen, tek boyutlu ya da kredi ile ödüllendirme gibi yaklaşımlar binaların sürdürülebilir gelişme ile uyumlu tabiatını değerlendirmede yetersiz kalabilmektedir. İnşaat sektörü sürdürülebilir gelişme açısından ana sektörler arasındadır. Ancak alan kullanımından, malzemelerin doğadan çıkarılmasına, enerji tüketimine kadar geniş bir aralıkta çevre ve doğal kaynaklar üzerinde olumsuz etkileri de beraberinde getirmektedir. İsveç’te yapılmış bir araştırmaya göre binalar toplumun toplam enerji ihtiyacının %3040’ını, üretilen toplam malzemenin yaklaşık %44’ünü kullanmaktadır (4). Avrupa Birliği verilerine göre, inşaat sektörünün çevreye olan etkisi önemli bir paya sahiptir: Avrupa doğal kaynaklarının %50’den fazlasını tüketmekte, büyük bir atık oluşumuna neden olmakta, biyolojik çeşitlilik ve toprağa olumsuz etki yapmaktadır. Bir yapı ürünü olarak binalar Avrupa’da birincil enerji tüketiminin %40’ından, karbon ayak izinin %30’undan fazlasından sorumludur (5). Ülkelerin gelişmişlik seviyesine göre değişmekle birlikte OECD ülkelerinde toplam enerji kullanımının %25-40’ı binalarda gerçekleşmektedir. Ülkemizde de 2010 yılı verilerine göre enerji tüketiminin %32’si (28.3 mTEP) bina ve hizmetler sektöründe gerçekleşmiştir (6). Türkiye İstatik Kurumu (TUİK) verilerine göre, 2013 yılı üçüncü çeyreğinde Gayri Safi Yurtiçi Hasıla gelişme hızları incelendiğinde inşaat sektörü %8.7 ile en hızlı büyüyen sektör olmuştur. 2010 yılında küresel inşaat hacminin sektörlere göre dağılımında; konut inşaatları %40 ile ilk sırayı almakta; bunu %32 ile alt yapı ve %28 ile konut dışı binalar izlemektedir. Öte yandan binaların çevre olan ile olan ilişkisinde insan sağlığı da önemlidir. Dolayısıyla yapma çevrenin sağlık üzerindeki etkileri gün geçtikçe artan düzeyde önem kazanmaktadır (7). Toplumun “ekolojik” açıdan sürdürülebilir gelişmesi, bu etkileri minimize edecek bina tasarım çözümleri ile olanaklı olabilir. Bu amaca yönelik olarak “Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi (YDD)” yöntemi geliştirilmiştir. Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi yöntemi yapım sektöründe dört sistem seviyesine adapte edilebilir (Şekil 1): Malzeme, Ürün; Bina; Endüstri. Malzeme ve Ürün seviyesindeki YDD bilgisi mimarlar tarafından malzeme ve ürün seçimi aşamasında kullanılır. Ürün seviyesinde, malzemelerin bir araya getirilmesiyle oluşturulan bileşenlerin YDD hesabı yapılır. Bu aşamada Gabi, Binaların sürdürülebilir gelişme açısından değerlendirilmesi konusu çok boyutludur ve farklı yönler içerir. Tasarım kararlarında üç boyutlu “sürdürülebilir gelişme” ilkeleri önemli rol oynamaktadır. Bu amaçla çeşitli bina değerlendirme araçları geliştirilmiş olmasına rağmen, tek boyutlu ya da kredi ile ödüllendirme gibi yaklaşımlar binaların sürdürülebilir gelişme ile uyumlu tabiatını değerlendirmede yetersiz kalabilmektedir. Şekil 1. YDD yönteminin yapım sektöründe ele alındığı sistem seviyeleri SimaPro gibi genel amaçlı YDD yazılımları kullanılır. Bina seviyesindeki YDD bilgisini mimar kendisi üretebilir. Bu süreçte, mimarlar, ürettikleri projenin çevre etkisini ortaya koyabilmek amacıyla binalar için özel olarak hazırlanmış Athena Bees gibi YDD yazılım araçlarını kullanabilirler. Endüstri düzeyinde üretilen YDD bilgisi daha ziyade kanun koyucu ya da planlamacılar tarafından kullanılır. Her bir üst seviye bir alt seviye üzerine kurulmaktadır. Her sistem çekirdekte yer alan malzemeden itibaren genişler. 2. MALZEMEDE YAŞAM DÖNGÜSÜ DEĞERLENDİRMESİ Tasarımcı, tasarlayacağı yapıda kullanacağı yapı malzemelerinin yapının tüm çevresel yüküne etkisini daha ön tasarım evresinde iken tahmin edebilmek için, piyasada mevcut alternatif yapı malzemelerini/ürünlerini, söz konusu malzemelerin insan sağlığı ve çevre üzerindeki etkilerini göz önünde bulundurarak karşılaştırabilmeli ve alternatifler arasından en uygununu seçebilmelidir. Bugün malzemeler hakkında daha şeffaf bilgiye sahip olmak pek çok öncü mimarlık firmasının önceliği haline gelmiştir. Ancak yapı malzemesi/ürünü seçimine yönelik karar alma sürecinde estetik, işlevsel ve ekonomik kriterlerin yanında malzemelerin ekolojik özelikleri genellikle yok varsayılmakta ya da çok önem verilmemektedir. Bunun nedeni, konunun çok karmaşık olmasında ve buna bağlı olarak karşılaşılan enformasyon eksikliğinde yatmaktadır. Bu durumda, seçilecek olan yapı malzemesi/ ürünü alternatiflerine ilişkin ekolojik özelliklerin mevcut ve uygulamaya yönelik olarak sunulmuş olması gerekli olmaktadır. Ayrıca, pek çok pilot çalışma ile sınandığı gibi, ekolojik olan bir çözüm aynı zamanda eko- itü vakf dergisi 57 ÇEVRE DOSYASI nomik de olmaktadır. Malzemelerin ekolojik özellikleri ISO 14040 serisi uluslararası standartlarında tanımlanan Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi – YDD (Life-Cycle Assesment – LCA) yöntemine göre belirlenmektedir. YDD yöntemi, malzemelerin/ ürünlerin üretilmesinden yok edilmesine kadar olan yaşam döngüsü süreci içinde, çevre ve sağlık üzerinde neden oldukları farklı etkilerin analizinin yapılmasına ve bu etkilerin miktarının belirlenerek etki değerlendirmesinin tek bir bütünsel çerçeve içinde ele alınmasına yardımcı olmaktadır. Yaşam döngüsü sürecinin tüm aşamalarını kapsayan bu bütünleşik yaklaşım, yaşam döngüsü sürecinin herhangi bir aşamasında oluşabilecek çevre etkisinin, sürecin diğer aşamasını dolaylı olarak etkilememesini sağlamaktadır. ISO 14040 standardına göre; YDD yönteminde döngünün her aşamasında enerji, su ve hammadde tüketilirken, karşılığında çevreye ısı, gaz, sıvı ve katı atıklar atılır. “Ekolojik gerilim etkeni” denilen bu salımlar farklı seviyelerde çevre etkisi oluşturur (CO2 salınımı, sera gazı etkisi, küresel ısınma, bölgesel iklim değişikliği gibi) (Şekil 3). Sistem girdilerinin ve çıktılarının miktarı hakkında bilgi toplandığı “Envanter Analizi” sonrasında yapılan etki değerlendirmesi aşamasında elde edilen veriler insan sağlığı ve çevre için yarattığı öneme göre değerlendirilir. Örneğin bazı atıkların kanserojen olduğu veya çevre için zehirli olduğu saptanır ya da örneğin atmosfere olan etkinin suya olan etkiden daha önemli olmadığına karar verilir. Ortaya konacak parametreler için yazılmış standart bir şartname olmaması, çevre etkisinin her durum için ayrı olarak saptanmasını gerektirmektedir. Dünyada yapılan çalışmalarda her bölge, öncelikli çevre etkisini belirlemektedir: Etkinin, içinde bulunduğu coğrafi bölgeye göre önemi (küresel/yerel); etkinin sebep olduğu tehlikenin şiddeti (tehdit edici boyutta olması/zararsız olması); etkiye maruz kalma derecesi (sürekli/ara sıra etkili olma) gibi parametrelere göre değerlendirme yapılabilmektedir. Öte yandan etkinin oluşmasına neden olan üretimde kullanılan 58 itü vakf dergisi malzeme ve teknolojinin, tüketilen birincil enerji türünün, ürünün/sürecin elde edildiği bölgenin, iklimin, coğrafyanın, ülke kaynakları ve olanaklarının farklılaşmasının da malzemenin çevresel performansı üzerinde etkisi olduğu kaçınılmazdır. Bunların dışında, ülkelere ait ekonomik, kültürel, sosyal ve hukuki altyapıdaki farklılıklar, ülkeye özgü birincil risk faktörleri, çevre etkisinin boyutunu değiştirebilmektedir. Şekil 2. Malzemenin Yaşam Döngüsü: dünya rezervlerinden çıkarılan cevher ya da hammadde malzeme olarak üretilmek üzere işlemden geçirilir. Bunlar, fabrikalarda ürünlere dönüştürülür. Yaşamlarının sonunda atılır. Belki bir kısmı yeniden geri dönüşüme girebilir, diğer bir kısmı yakılabilir ya da araziye doldurulur. Döngünün her bir aşamasında enerji, malzeme ve su tüketilir. Karşılığında CO2 , SOx, NOx ve diğer salımlar ısı, gaz, sıvı ve katı atık olarak çevreye atılır. Bunlar Yaşam Döngüsü Analizi tekniği ile değerlendirilir (8). Toplumun “ekolojik” açıdan sürdürülebilir gelişmesi, bu etkileri minimize edecek bina tasarım çözümleri ile olanaklı olabilir. Bu amaca yönelik olarak “Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi (YDD)” yöntemi geliştirilmiştir. 2.1. YDD Yönteminde Adımlar: YDD yöntemi ISO 14040 standardına göre dört evreden olusmaktadır. Bunlar: Amaç ve kapsamın tanımlanması; Yasam döngü- sü envanteri (YDE) analizi; Yasam döngüsü etki değerlendirmesi (YDED) ve yorumlama evreleridir. • Amaç ve kapsamın tanımlanması: Değerlendirilecek ürün, ürünün hangi işlevsel birim üzerinden yaşam döngüsünün değerlendirileceği ve detaylandırma derinliği tanımlanır. Analiz tipi, değerlendirmede dikkate alınacak etki kategorileri, ve toplanması gereken bilgiler bu aşamada tanımlanır. • Envanter Analizi: Bu aşamada ürünün yaşam döngüsünün tüm evrelerinde kullanılan hammadde ve enerji ile atmosfer, su ve toprağa atılan salımların miktarı hesaplanır. Böylece ürünler ve işlemler envanter analizi ile kıyaslanabilir ve değerlendirilebilir. Envanter analizi sonuçları tatmin edici ise bir sonraki aşama olan çevre etkisi değerlendirmesine gerek kalmaz. Envanter analizi aşamasında yazılım araçları ve veritabanları önemlidir. Bir ürünün beşikten mezara yaşam döngüsü değerlendirmesinin her yapılışında her bir ürünün envanter analizinin yapılması olanaklı değildir. Onun yerine, basit yazılım araçları geliştirilmiştir. Örneğin, sadece malzeme miktarlarının girilebildiği tablolar içeren yazılımlar mevcuttur. • Etki Değerlendirme: Bir üründen çıkan salımların insan ve yeryüzü ekosistemine olan etkisine dönüştürülme aşamasıdır. Bu etkilerin anlaşılabilmesi için, kaynak kullanımı ve atılan salımlar gruplandırılır, belirli sayıda kategoriye indirgenir. Bunlar daha sonra önem derecelerine göre ağırlıklandırılabilir. Diğer bir deyişle envantter analizinden gelen veri birinci aşamadaki kapsam doğrultusunda belirlenen etki kategorilerine atanır. Bu aşamadan çıkan sonuç ya her bir etki kategorisi için ayrı bir değerdir ya da ağırlıklandırma uygulanmış tek bir değerdir. Yaşam döngüsü değerlendirme araçlarının etki değerlendirmeleri farklılıklar gösterir. Ancak örneğin BEES, etki değerlendirmesinde geniş bir seçenek aralığı sunar ve kullanıcının değer yargısına göre seçmesine olanak tanır. Bu konuda ülkelerin kendi koşullarını dikkate alan etki de Şekil 3. Çevre etkisi zinciri. ğerlendirme yöntemleri oluşturulmaktadır (9). • Yorumlama: Yaşam döngüsü analizi sonuçları, bilginin en iyi şekilde aktarılmasını sağlayacak şekilde sunulur. Ürünün veya servislerin çevre etkisini minimize edecek gereksinme ve fırsatları sistemli bir şekilde değerlendirilir. Bu aşamanın sonucunda elde edilen bilgi, çevre dostu kararlar alınmasına doğrudan yarar sağlar. Yaşam Döngüsü değerlendirmesi yinelenen bir işlemdir. Sonuç olarak, YDD’nin yorumlanması sonucunda önerilen tasarımda değişikliklere gidilebilir ve ikinci aşama olan envanter analizi tekrar edilebilir. 2.2. YDD ile ilgili Zorluklar: Yaşam döngüsü değerlendirmesi yöntemi bir ürünün çevre etkisini analiz etmek için kullanılan en iyi yöntem olmasına rağmen, yöntemin kendisi ve verileri halen gelişme halindedir. Ağırlıklı olarak envanter verilerinin elde edilebilirliğine, eksiksiz olmasına ve YDD araçlarının kullanılması sırasında malzemenin tablolaştırılmasına dayanan karmaşık bir yöntemdir. Mimar ve YDD kullanıcıları için tüm binanın YDD’sinin performansını ölçmede dört öncelikli alan zorluk oluşturur. Bunlar: • Veri toplama: Nitelikli envanter eksikliği, kolay kullanım için envanter bilgilerinin toplanmasının, tablolaştırılmasının gerekliliği. • Veri kalitesi: Bir tek üreticiden toplanan verilerin güvenilir olmaması; verilerin üçüncü taraflarca onaylanmasının gerektiği, • Etki değerlendirme yöntemleri: YDD gelişmekte olan bir bilimdir. Envanter sonuçlarını çevre etkisine dönüştüren yöntemler etki kategorisine göre değişebilmektedir. • Ağırlıklandırma: Envanter sonuçları farklı etki kategorileri için farklı sayılar verir. Ağırlıklandırma kararının verilmesi sıklıkla kullanıcıya bırakılır. Sonuçları tek bir sayıya döndürmek tahmin ve genellemelerin yapılmasını gerektirir. Genellikle ağırlıklandırma yapılmaz, her bir etki kategorisi için etkiler ayrı ayrı raporlanır. • Binalarınn kıyaslaması: YDD si yapılmış olan projeler arasında performans kıyaslaması yapılması gerekmektedir. Bu kıyas ya geçmş verilerle, ya endüstrinin belirlediği yerleşik ortalama bir performans ölçütüyle, ya da en iyi örnek ile yapılabilir. 2.3. Eko Etiketleme ve Ürün Bildirimleri: Tasarımcılar, yapı malzemesi üreticileri gibi yapım sektöründe rol alan kişiler satın aldıkları ürünün çevre etkisi hakkında, karşılaştırmaya da olanak sağlayacak şekilde belirli formatta bilgiyi talep etmektedirler. Bu amaca yönelik olarak birtakım etiketleme sistemleri geliştirilmiştir. Çevre Ürün Bildirimleri bir ürünün ömrü boyunca çevreye verdiği etkiyi listeler. Bunlar, gıda ürünleri üzerinde verilen besin bilgisine benzemektedir. Uygulamayla uyumlu, tarafsız, tahkik edilebilir, kesin bilgi olmalıdır. Bunu sağlamak üzere ISO 14020 serisi standartları uyarınca üç tip çevresel etiket ve bildirim geliştirilmiştir (Tablo1). BS EN 15804, tüm yapı malzemeleri ve servisleri için temel bir “Ürün Kategori Kuralı” sağlamaktadır. Ürün Kategori Kuralı (ÜKK) bir ürün grubu için hazırlanacak olan Tip 3_Çevre Ürün Bildirimi için gerekli olan bilginin özgün kurallarını ve esaslarını sunar. Binaların çevre performansının değerlendirilmesinde, kullanılan ürünle, uygulanmasıyla ilgili ya da binayı kullananların sağlıkları ile doğrudan ilişkili olabilecek en doğru teknik bilgi veya senaryonun oluşturulmasını sağlar. Bu sayede alternatif yapı malzemeleri arasında bir karşılaştırma olanağı doğar (Şekil 4). Ürün Kategori Kuralı (ÜKK), Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi’ (YDD) nin nasıl yapılacağını söyler. Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi, Çevre Ürün Bildirimi ‘nin (ÇÜB) içinde özetlenir. Ürün kategori kuralı, ürün kategorisini belirler; üreticinin hangi etkileri paylaşması gerektiğini ortaya koyar; bu etkileri nasıl ölçeceğini detaylandırır. Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi (YDD), bağımsız bir YDD uygulayıcısı tarafından yapılır; ürünün nasıl yapıldığını anlatır; her bir çevre etkisini açıklar ve nasıl ölçüldüğünü izah eder. Çevre Ürün Bildirimi (ÇÜB) YDD sonuçlarını kısa olarak yazarak gösterir; Belirli sınırlar içinde YDD’den gelmeyen verileri katabilir; ürünleri kıyaslamaz, ancak kıyaslama yapmayı kolaylaştırır. Burada her üç aşamada da dikkat edilmesi gereken hususlar vardır: Ürün Kategori kurallarının oluşturulmasında endüstride rol alanların etkisine dikkat etmek gerekir; Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi her zaman Ürün Kategori Kurallarından gelmeyebilir; Çevre Ürün Bildirimleri, olması gerekenden daha kapsamlı olabilir. BS EN 15804’e göre bir ürünün Çevre Ürün Bildirimi (ÇÜB)’inde YDD’nin her bir aşamasında verilmesi gereken “Enformasyon Modülleri” bulunur. Bu modüller o ürüne ait “Ürün Kategori Kuralları” ile uyum içinde olmalıdır. Özellikle yapı malzemelerine ait bir çevre ürün bildirimi binanın yaşam döngüsünün tüm aşamalarını içinde barındırdığı zaman anlamlı hale gelir (Şekil 5). Beşikten kapıya, beşikten şantiyeye ve beşikten mezara şeklinde üç tip olarak ele alınan çevre profillerinde, eğer olanaklı ise en azından olası servis ömrü ve yaşam sonrası senaryolar oluşturulmalıdır. Genel bir kural olarak bir ürünün Çevre Ürün Bildiriminde “beşikten kapıya” olan ilk aşamada üç yılı geçmeyecek şekilde ürün cinsine ait özgün bilginin daha fazla verilesine izin verilir. Daha sonra gelen yaşam döngüsü aşamaları hakkında verilen bilgi tercihen ayrı olarak sunulmalıdır. Bu sayede gelecekte bu bildirimi kullanan kişilerin farklı senaryolar oluşturmasına olanak sağlanmış olur. Bir çevre ürün bildiriminde yaşam döngüsü değerlendirmesine dayanılarak verilen enformasyon modülleri, kabul edilen çevre profiline göre aşağıdaki gibidir: 1. Beşikten-Kapıya çevre profili kapsamında yer alan enformasyon modülleri: A1. Hammadde edinimi ve işlenmesi, ikincil üretim girdilerinin işlenmesi (örn. Geri dönüşüm işlemi); A2. Fabrikaya nakil; A3. Üretim. Bu profilde YDD, birim ürün başına yapılır ve ÇÜB’e yansır. 2. Beşikten-Kapıya seçimli: Beşikten-Kapıya çevre profili, ürünün yaşam döngüsündeki ileri evrelerinden biri veya birkaçını değerlendirmeye dahil edebilir. Bu durumda profil “Beşikten Kapıya-seçimli” (Cradle to Gate with optional) olur ve diğer evrelerin gerektirdiği enformasyon modüllerini de kapsar. Bu profilde YDD, döngünün diğer aşamalarını da kapsayabileceği için ürünün işlevsel birimi başına yapılır ve ÇÜB ona göre oluşturulur. 3. Beşikten-Mezara çevre profili: Yaşam döngüsü değerlendirmesinde tanımlanan sistem sınırına göre ürün, yapım, kullanım ve yaşam sonrası aşamadan oluşan ve A1’den C4’e kadar tüm enformasyon mo- itü vakf dergisi 59 ÇEVRE DOSYASI Avrupa, doğal kaynaklarının %50’den fazlasını tüketmekte, büyük bir atık oluşumuna neden olmakta, biyolojik çeşitlilik ve toprağa olumsuz etki yapmaktadır. Bir yapı ürünü olarak binalar Avrupa’da birincil enerji tüketiminin %40’ından,karbon ayak izinin %30’undan fazlasından sorumludur. düllerini zorunlu olarak içeren bu profilde D modülü seçimli olarak dahil edilir. D modülü ürünün yaşam döngüsünün dışında kalan tamamlayıcı ek bilgiyi sunar (BS EN 15804). Bu profilde, yaşam döngüsünün tüm evreleri zorunlu olarak değerlendirilir; ürünün işlevsel birimi üzerinde değerlendirme yapılır ve çevre ürün bildirimine veri aktarılır. Enformasyon modülleri YDD’nin yapım evresinde A4-A5 (taşıma, yapım/uygulama); Kullanım evresinde B1-B7 (kullanım, bakım, onarım, değişim, yenileme, işletme enerjisi kullanımı, işletme suyu kullanımı); Ürünün ömrünü tamamlaması sonrası evresinde ise C1-C4 (Yapı söküm/yıkım, nakliye, atık işleme, bertaraf) enformasyon modüllerini içermelidir. D Modülü, ürünün yeniden kullanım, geri dönüşüm ve yenileme potansiyelini belirler. Tablo 1. Çevre etiketleme ve bildirim türleri. (*) Sahip olduğu ürüne sertifika alan şirket ve sertifika veren arasındaki bağımsızlık derecesini belirleyen seviyelerdir. (**) 1. Taraf: Ürün sağlayıcı; 2. Taraf: Satın alan müşteri; 3 Taraf: işle ilgisi olmayan bağımsız kişi ve kuruluşlar. Tip 1 ve Tip 3 türü etiketleme için Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi (YDD) gereklidir. 60 itü vakf dergisi 2.4. Sağlık Ürün Bildirimi: Yapı endüstrisi, malzeme seçimi ve şartnamesinin hazırlanması sırasında, sadece enerji ve çevre etkisi gibi kriterleri göz önünde bulundurmanın ötesinde tüm tedarik zinciri sürecinde malzemenin neden olduğu canlı sağlığı ve etkilerini göz önünde bulundurma durumuna gelmiştir. Dolayısıyla endüstrinin, ürettiği malzemelerde yer alan kimyasalların insan sağlığı üzerinde yarattığı etkilerin farkında olması, malzeme kullanıcılarının ise satın aldığı ürünlerin içeriğini bilinçli bir şekilde kontrol edebilmesi gerekir. USGBC bu konuda, yani malzemelerin insan sağlığı ve çevre etkisi konusunda rehber olabilecek bir kaynak sunmuştur (10). Bilindiği gibi her geçen gün piyasaya gittikçe artan sayı ve çeşitte farklı kimyasallar sunulmakta ve bu kimyasallar yapı ürünleri içinde de yer almaktadır. Bunların içeriği nedir ve insan sağlığını nasıl etkilemektedir? Bu soruların yanıtını bulmak bazen güçtür, çünkü gerek bilimsel bilgi, gerek tedarik zinciri konusunda bilgi eksikliğimiz bulunmaktadır. Bazen yanıt oradadır ancak entelektüel düzeyimiz algılamaya yeterli değildir. Çeşitli organizasyonlar, etiketleme Şekil 4. ÜKK, YDD ve ÇÜB arasındaki ilişki. programları ya da ilkeleri bu bilgiyi damıtmaya çalışmaktadırlar, ancak sonuçta karmaşık yapıda pek çok araç, kısaltma ortaya çıkmaktadır. Bu konuda Green Science Policy Institute, piyasada mevcut en zararlı ya da riskli kimyasalları altı kimyasal aile içinde gruplandırmıştır. Örneğin, Amerika’da piyasada bir kerede kaydedilen 80 bin üzerinde kimyasalın her birini incelemek yerine, yapı malzemeleri ve tüketim ürünlerinde bulunabilecek en riskli maddeleri bu altı grup içinde incelemektedir. Bu yaklaşım, aynı aileden olan kimyasalların benzer zehirli etkilerinin olabileceği yaklaşımı ile henüz yeterli düzeyde test edilmemiş ve değerlendirilememiş kimyasalların potansiyel sağlık riskini açığa çıkarmaya yaramaktadır. Bu altı kimyasal sınıf üretimde, satışta, hükümette rol alan karar vericileri eğitmekte, daha güvenli yeşil kimyanın keşfedilmesini sağlamakta, daha sonradan pişmanlık uyandırabilecek alternatiflerin kullanılmasını engellemektedir (11). Ürüne ilişkin diğer çevre beyanları gibi (örn. Çevresel Ürün Bildirimi) Sağlık Ürün Bildirimi (SÜB) (HPD-Health Product Dec- laration) (12) ürünün içerdiği kimyasallar ve onların sağlık üzerindeki etkileri hakkında kapsamlı bilgi sunar. Böylece ürünün estetik ve performansa yönelik ölçütleri yanısıra sağlık konusundaki ölçütlerine de şeffaf bir şekilde ulaşılmış olur. 3. SONUÇ Malzemeye ilişkin kararların binanın yaşamı boyunca neden olduğu çevre etkisi üzerindeki etkisi ancak bütünsel bir yaklaşımla ele alınan bina ölçeğinde yaşam döngüsü değerlendirmesi ile olanaklıdır. O nedenle YDD, kapsamı, uygulanması, uygulamada kullanılan araçlar ve kapasiteleri gibi bilgilerin mimarlar tarafından takip edilmesi uygun olacaktır. Binalar ve bu binalarda kullanılan ürünler uzun tedarik zincirleri içeren karmaşık bir yapıdadır. Ancak sürdürülebilirlik ve LEED ya da BREEAM gibi yeşil bina değerlendirme araçları şeffaflık için baskı yapmakta; tedarik zincirinde yer alan birimlere gittikçe artan miktarda bilgi sorulmaktadır. Yaşam Döngüsü Değerlendirilmesi ile bu bilginin Beúikten mezara: bir binaya taklan 1m2 elemann 60 yl ömründeki çevre performans Şekil 5. Yaşam Döngüsü Değerlendirmesinin farklı evrelerini kapsayan Çevre Profilleri. Yapı endüstrisi, malzeme seçimi ve şartnamesinin hazırlanması sırasında, sadece enerji ve çevre etkisi gibi kriterleri göz önünde bulundurmanın ötesinde tüm tedarik zinciri sürecinde malzemenin neden olduğu canlı sağlığı ve etkilerini göz önünde bulundurma durumuna gelmiştir. gerek tedarik birimleri arasında gerek son tüketiciye yansıması sağlanır. Yapı malzemelerinin yaşam döngüsü değerlendirmesini esas alan ürün sertifikalarının olması, üreticilerin ürettikleri ürünün pazardaki alternatif ürünler arasında hemen fark edilmesini sağlar. Ayrıca, performans kıyaslamasına, tedarik zincirinin anlaşılmasına, eksikliklerin ve ürünün çevre etkisinin belirlenerek düzeltilmesine yardımcı olur; Ürün şartnamesi hazırlayan mimar, uzman ya da tüketicilerin, piyasadaki “ekolojik malzeme” olarak iddia edilen malzemelerin performansını, çevre etkisi ve performansı bilinen malzemeden ayırt edebilmesine olanak sağlar. KAYNAKLAR 1. Elkington, J., “Cannibals with Forks: The Triple Bottom Line of 21st Century Business, Capstone, Oxford, 1997. 2. Mitchell, G., May, A., McDonald, A., “PICABUE: A methodological framework for the development of indicators of sustainable development”, International Journal of Sustainable Development and World Ecology 2, 1995, 104–123. 3. Ding, F. C. G., “Sustainable construction—The role of environmental assessment tools”, Journal of Environmental Management 86, 2008, 451–464. 4.Erlandsson, M., Borg, M., “Generic LCA-methodology applicable for buildings, constructions and operation services—today practice and development needs”, Building and Environment 38, 2003, 919 – 938. 5.European Commission: Joint Research Center: http:// susproc.jrc.ec.europa.eu/activities/emas/construction. html 6. TMMOB Makine mühendisleri odası: Dünyada ve Türkiye’de enerji verimliliği, Oda Raporu, Genişletilmiş 3. Baskı, Nisan 2012, Yayın no: MMO/589: http://www.mmo.org.tr/ resimler/dosya_ekler/fa34c3c2eb9b729_ek.pdf 7. AIA: http://www.aia.org/practicing/materials/index.htm. 8. “CES EduPack 2007-Architecture and the Built Environment Edition”, University of Cambridge, Massachusetts Institute of Technology and Granta Design, Mike Ashby, John Fernandez and Aileen Gray. 9. Oztas Karaman S., Tanacan L., “Development of Local Weighting Factors in the Context of LCIA”, International Journal of Advanced Materials Research, Vol. 935, 2014, pp. 293-296. 10. The Green Building Information Gateway: http://insight.gbig.org/standardization-and-classification-two-pieces-of-the-safer-materials-puzzle/) (http://www.sixclasses. org) 1.8.2014: 11. http://insight.gbig.org/standardization-and-classification-two-pieces-of-the-safer-materials-puzzle/ 12. HPD-Health Product Declaration: Health Product Declaration Collaborative (HPDC): http://hpdcollaborative.org. itü vakf dergisi 61 ÇEVRE DOSYASI Türkiye’de Yeni Yaplacak Konut Projelerinin Enerji Verimliliäi åle Elde Edilecek Tasarruf ve Bu Tasarrufun Ulusal Enerji åhtiyacn Ne Seviyede Azaltacaänn Analizi Ulusal Enerji Verimliliäi Hedefimize Katk Dr. M. Emre Çamlıbel SOYAK Holding Gülcemal Alhanlıoğlu-Deniz Uğurlu SOYAK Yapı Bu makaleye konu çalümann amac; Türkiye’de yeni yaplacak konut projelerinde enerji verimliliùi ile elde edilebilecek tasarrufu ortaya koymak, bu tasarrufun ülkemizin enerji ihtiyacmz ne oranda azaltacaùn analiz etmektir. Çalüma kapsamnda uluslararas yeüil bina sertikas LEED Gold aday olarak enerji verimli tasarlanan gerçek bir konut projesi Enerji Modellemesi ile simüle edilip, baz bir binaya göre elde ettiùi enerji tasarrufu tespit edilerek bu tasarrufun Türkiye’de üretilecek tüm yeni konutlarda saùlanmas ile önümüzdeki 10 ylda ne kadar enerji tasarrufu yaplabileceùi hesaplanmütr. Elde edilecek toplam tasarruf miktarnn ülke enerji ihtiyacnn ne kadarna karülk gelerek ulusal enerji verimliliùi hedemize katks saysal olarak ortaya konmuütur. 62 itü vakf dergisi D ünya Enerji İstatistikleri Raporuna göre yıllık enerji tüketimi 2010’da dünyada % 5.6, OECD ülkelerinde % 3.5, gelişmekte olan ülkelerde % 7.5 artarken, Türkiye’de % 9.8 artmıştır. Enerji tüketiminde gözlemlenen bu yükselmenin, gelecek dönemde de artarak devam etmesi beklenmektedir. Buna göre, 20092035 döneminde küresel birincil enerji talebinin % 40 artacağı tahmin edilmektedir. Türkiye, enerjide büyük ölçüde dışa bağımlı bir ülkedir ve enerji ihtiyacı hızla artmaktadır. Dünya Enerji Konseyi’nin Türk Ulusal Komitesi’ne göre, önümüzdeki on yıl içinde Türkiye’nin yıllık enerji tüketiminin iki katından fazla artması beklenmektedir. Türkiye’nin 2002 yılında enerji ithalatının toplam ithalatındaki payı %12 iken, bu oran 2009’da %21’e çıkmıştır. Enerji tüketiminde yaklaşık 2/3’ü teşkil eden doğalgaz ve petrolde dışa bağımlı olması Türkiye’nin enerji stratejisinin belirlenmesinde çok önemli bir role sahiptir [1]. Türkiye karbondioksit salımı açısından değerlendirildiğinde %1.3’lük payla dünyada 13. sırada yer almaktadır. 1990 yılında atmosfere yıllık olarak 200 milyon ton karbondioksit bırakırken, CO2 salımı 2004 yılında yaklaşık 350 milyon ton, 2010 yılında ise 400 milyon tona ulaşmıştır. Bu artış hızıyla, Türkiye OECD ülkeleri arasında en yüksek salım artışına sahip ülke durumundadır. Sera etkisine yol açan karbondioksit emisyonunun büyük bir kısmı enerji üretimi ve tüketiminde fosil yakıtların kullanılmasından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle fosil yakıt kullanımını ve fosil kaynaklar yerine çevreye zarar vermeyen Resim 1. Binanın temsili termal modeli yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımı ve enerji verimliliği hedeflenmelidir [1]. Enerji verimliliği ve CO2 salımı inşaat sektörü için özellikle önem taşımaktadır. AB ülkelerinde binaların toplam enerji tüketiminin %40’ından, toplam CO2 salımının ise %36’sından sorumlu oldukları tahmin edilmektedir. Diğer yandan, UNEP (Birleşmiş Milletler Çevre Programı) tarafından hazırlanan rapor, dünyadaki toplam enerji tüketiminin üçte birinden fazlasının binalarda tüketildiğini, bunun çoğunlukla ısınma, aydınlatma, havalandırma gibi binaların sürekli ihtiyaçlarından kaynaklandığını ifade etmektedir. Raporda, inşaat malzemeleri üretimi, inşaat ve bina yıkımı gibi faaliyetlere ayrılan enerjinin binalar tarafından harcanan enerjinin ancak %1020’sine eşit olduğu vurgulanmaktadır [2]. Türkiye’de enerjinin yaklaşık %40’ı binalarda tüketilmektedir. Binalarda tüketilen enerjinin büyük bir kısmı (yaklaşık %7080) ısıtma ve soğutma amaçlı, geriye kalan kısmı (yaklaşık %20-30) ise aydınlatma ve elektrikli cihazlarda kullanılmaktadır. Benzer şekilde, Türkiye’de tüketilen toplam elektriğin yaklaşık %43’ü binalarda, %25’i konutlarda kullanılmaktadır ve binalar enerji tüketiminde sanayi sektöründen sonra ikinci sırada yer almaktadır [3]. Türkiye’de son yıllarda enerji verimliliği başta olmak üzere iklim değişikliği konusunda büyük adımlar atılmıştır. Binalarda Isı Yalıtım Standardı TS 825 ile 2000 yılında başlayan süreç; Enerji Verimliliği Kanunu (2007), Enerji Kaynaklarının ve Enerjinin Kullanımında Verimliliğin Arttırılmasına Dair Yönetmelik (2008), Binalarda Isı Yalıtımı Yönetmeliği (2008), Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği (2008) gibi yasa ve yönetmeliklerle ivme kazanmıştır. Kyoto Protokolüne katılmamızı müteakip 2010 yılında “Ulusal İklim Değişikliği Strateji Belgesi 2010-2020” yayınlanmıştır. 2011 yılında yayımlanan, küresel iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaya yönelik enerji, binalar, atık, ulaşım, sanayi, tarım gibi pek çok sektörde eylem planları ve hedefler belirleyen “İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı 2011-2023”ün bina sektöründeki 2023 hedefi; binalarda yenilenebilir enerjiyi arttırmak ve 2017’ye kadar tüm binalara Enerji Kimlik Belgesi verilmesidir. 2012 yılında yayınlanan “Enerji Verimliliği Strateji Belgesi 2012-2023”te ise binaların enerji taleplerini ve karbon emisyonlarını azaltmak; yenilenebilir enerji kaynakları kullanan sürdürülebilir çevre dostu binaları yaygınlaştırmak, kamu kuruluşlarında enerjiyi etkin ve verimli kullanmak amaçlanmaktadır. Hedeflerden biri, “2023 yılına kadar enerji verimliliği ve yenilenebilir enerji kaynakları alanlarında, yurt içinde gerçekleştirilen AR-GE sonuçlarına dayanarak üretime aktarılmış özgün tasarım ve/ veya ürün sayısı en az elli (50) olacaktır” şeklindedir. Ayrıca Enerji Verimliliği Strateji Belgesi’nde, 2023’te Türkiye’nin GSYİH başına tüketilen enerji miktarının 2011 yılı değerine göre en az %20 azaltılması hedeflenmektedir. Hedeflerden bir diğeri de, 2010 yılındaki yapı stokunun en az dörtte birinin 2023 yılına kadar, sürdürülebilir yapı haline getirilmesidir. Türkiye karbondioksit salımı açısından değerlendirildiğinde %1.3’lük payla dünyada 13. sırada yer almaktadır. 1990 yılında atmosfere yıllık olarak 200 milyon ton karbondioksit bırakırken, CO2 salımı 2004 yılında yaklaşık 350 milyon ton, 2010 yılında ise 400 milyon tona ulaşmıştır. Bu artış hızıyla, Türkiye OECD ülkeleri arasında en yüksek salım artışına sahip ülke durumundadır. Devletin öncülüğünde başlamış olan yukarıdaki gelişmeler, özel sektör ve sivil toplum örgütlerinin de konu ile ilgili çalışmalarını hızlandırmasını sağlamıştır. Yasa ve Yönetmeliklerce uyulması zorunlu sistemlerin yanı sıra uluslararası yeşil bina sertifikasyon sistemleri ve Çevre Yönetim Sistemleri (ÇYS) vb. standartlar gibi gönüllü sistemler de hem bina yapım aşamaları süresince hem de bina yaşam ömrü boyunca enerji verimliliği ve çevre konularında uyulması gereken uygulamaların hayata geçmesini sağlamaktadır. Ülkemizde LEED, BREEAM, DGNB başta olmak üzere gönüllü uluslararası yeşil bina sertifikalarını almaya hak kazanan ve bu sertifikaları almak üzere kayıt yaptıran bina sayısı her geçen gün artmaktadır. Bugün gelinen noktada ise artık yerli bir sertifikanın kaçınılmaz olduğu anlaşılmış ve devletin desteği ile Türkiye’ye ait yerel bir Yeşil Bina Sertifikası oluşturulma çalışmaları başlatılmıştır. Amaç ve Yöntem Bu makaleye konu çalışmanın amacı; Türkiye’de yeni yapılacak konut projelerinde enerji verimliliği ile elde edilebilecek tasarrufu ortaya koymak, bu tasarrufun ülkemizin enerji ihtiyacımızı ne oranda azaltacağını analiz etmektir. Çalışma kapsamında uluslararası yeşil bina sertifikası LEED Gold adayı olarak enerji verimli tasarlanan gerçek bir konut projesi Enerji Modellemesi ile simule edilip, baz bir binaya göre elde ettiği enerji tasarrufu tespit edilerek bu tasarrufun Türkiye’de üretilecek tüm yeni konutlarda sağlanması ile önümüzdeki 10 yılda ne kadar enerji tasarrufu yapılabileceği hesaplanmıştır. Elde edilecek toplam tasarruf miktarının ülke enerji ihtiyacının ne kadarına karşılık gelerek ulusal enerji verimliliği hedefimize katkısı sayısal olarak ortaya konmuştur. Türkiye’de Yeni Yapılacak Konut Projelerinde Enerji Verimliliği ile Elde Edilecek Tasarruf Miktarı İzmir’de yaklaşık 62.691 m2 kapalı alanda yer alan 814 dairelik bir konut projesinin uluslararası yeşil bina sertifika sistemi kapsamında enerji performansının ölçülebilmesi için Amerikan Binalarda Enerji Verimliliği Standardı ASHRAE Standardı 90.1 – 2007 Ek G’ye göre (Performance Rating itü vakf dergisi 63 ÇEVRE DOSYASI Termal modeldeki temsili bir kat planı aşağıda yer almaktadır. Resim 2. Bina termal modelinin temsili kat planı – 2.-12. Katlar Method) enerji modellemesi yapılmıştır [4]. Çalışma kapsamında gerçek bina, mimari özelliklerine uygun olarak modellenen baz bir bina ile karşılaştırılarak enerji performansı değerlendirilmiştir. Baz bina ASHRAE Standard 90.1 – 2007 Ek G’deki kriterlere göre modellenmiş, gerçek bina ise tasarım proje ve dokümanlarından hareketle modellenmiştir. Çalışmada yapının üç boyutlu modeli DesignBuilder (v.3) programı ile oluşturulmuş ve daha sonra bu modeller EnergyPlus (v7.1) programına aktarılarak simule edilmiş, gerçek ve baz bina tasarımlarının analizinde girdi olarak kullanılmıştır [5] [6]. Projenin mimari çizimleri, kat planları, kesitleri ile gerçek ve baz binanın termal modeli geliştirilmiştir. Ayrıca binada tasarlanan aydınlatma ve HVAC (ısıtma, havalandırma ve soğutma) sistemleri de gerek gerçek bina gerek de baz bina modellemelerinde girdi ol- Tablo 1. Enerji Modeli Parametreleri 64 itü vakf dergisi muştur. Modellerde bina elemanlarının ısı transfer ve ısı depolama yüzeyleri belirlenerek bunlara ve diğer aydınlatma, HVAC gibi sistemlere bağlı olarak bina termal zonlara ayrılmıştır. EnergyPlus programı ısı dengesini simule ederek hesaplamıştır. Termal modelde bina ölçüleri binanın mimari projelerinden alınmıştır, ayrıca cam ve cephe oranları ve büyüklükleri de mimari çizimlere göre modellenmiştir. Binanın geliştirilen temsili termal modeli aşağıda yer almaktadır. Gerçek bina ve baz bina için oluşturulan termal modellere diğer tasarım koşulları, set sıcaklığı, hava sızdırmazlığı vb. girilerek her iki bina için genel birer enerji modeli oluşturulmuştur. Buna göre ASHRAE Standardından ve bina tasarımdan gelen model parametreleri Tablo 1’de özetlenmiştir. Amerikan ASHRAE (Amerikan Isırma Havalandırma ve Soğutma Mühendisleri Birliği) Standard 90.1 – 2007 standardına göre geliştirilen baz bina enerji modeli kabulleri ve gerçek bina enerji modeli girdileri ve ilgili parametreler aşağıda yer almaktadır. 1. Bina Kabuğu a. Zemin Üstü Duvarlar i. Gerçek Bina: %30’luk yansıtıcı yüzey ile U değeri (ısı iletkenlik katsayısı) 0,58 W/ m2K dir. ii. Baz Bina: U değeri 0,365 W/m2K dir (Kaynak: Tablo 5.5-3: Building Envelope Requirements of Climate Zone 3ABC of Standard 90.1) b. Zemin Altı Duvarlar i. Gerçek Bina: U değeri 0,58 W/m2K dir. ii. Baz Bina: Zemin altı duvarlar için Conductivity Factor C değeri (Yer altında kalan alan ısıl iletkenlik katsayısı) 6,473 W/ 2011 yılında yayımlanan, küresel iklim değişikliğinin etkilerini azaltmaya yönelik enerji, binalar, atık, ulaşım, sanayi, tarım gibi pek çok sektörde eylem planları ve hedefler belirleyen “İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı 2011-2023”ün bina sektöründeki 2023 hedefi; binalarda yenilenebilir enerjiyi artırmak ve 2017’ye kadar tüm binalara Enerji Kimlik Belgesi verilmesidir. m2K dır. (Kaynak: Tablo 5.5-3: Building Envelope Requirements of Climate Zone 3ABC of Standard 90.1) c. Çatı SRI (Güneş Yansıtıcılık Endeksi) Değeri i. Gerçek Bina: SRI değeri 0,30 dur. ii. Baz Bina: SRI değeri 0,30 olarak modellenmiştir. (Kaynak: Tablo G3.1 Modeling Requirements for Calculating Proposed and Baseline Building Performance Standard 90.1) d. Çatı i. Gerçek Bina: %30’luk yansıtıcılık ile Çatı U değeri 0,34 W/m2K dir. ii. Baz Bina: U değeri 0,273 W/m2K dir. (Kaynak: Tablo 5.5-3: Building Envelope Requirements of Climate Zone 3ABC & Tablo G3.1 (#5,e) Roof Albedo of Standard 90.1) 2. Pencereler ve Gölgeleme a. Dikey Pencere Alanı (Duvar Alanı %’si) i. Gerçek Bina: Bina cam/cephe oranı %26,18 dir. Kuzey cam/cephe oranı %28,06, Batı cam/cephe oranı %19.63, Güney cam/cephe oranı %23.53, Doğu cam/cephe oranı ise %33,76 dır. ii. Baz Bina: Gerçek bina ile aynı olarak modellenmiştir. b. Pencere Tipi i. Gerçek Bina: Binanın dört yöndeki pencere boyutları ve adetleri girilmiştir. Camlar çift cam ve low-E kaplamalıdır. ii. Baz Bina: Gerçek binanın dört yöndeki pencere boyutları ve adetleri modellenmiştir. Baz Bina’da gölgeleme olmadığı kabulü yapılarak modellenmiştir. (Kaynak: Tablo 5.5-3 Building Envelop requirements of Climate Zone 3C ve Tablo G3.1 #5. Pencere tipi kriterleri kabul edilmiştir.) c. Pencere U Değeri i. Gerçek Bina: Pencere U değeri 2,0 W/ m2K dir. ii. Baz Bina: U değeri 3,69 W/m2k dir. (Kaynak: Tablo 5.5-3: Building Envelope Requirements of Climate Zone 3C ve Tablo G3.1 #5.) d. Pencere SHGC (Güneş Isısı Kazanım Katsayısı) i. Gerçek Bina: Pencereler için SHGC katsayısı 0,42 dir. ii. Baz Bina: Tüm yönler için SHGC katsayısı 0,25 tir. (Kaynak: Building Envelope Requirements of Climate Zone 3C ve Tablo G3.1 #5.) e. Pencere Görsel Işık Geçirimi i. Gerçek Bina: Pencere Görsel Işık Geçirim (VLT) oranı %69’dur. ii. Baz Bina: Pencere Görsel Işık Geçirim (VLT) oranı %50 dir. f. Gölgeleme Elemanları i. Gerçek Bina: Zemin kat teraslarındaki gölgeleme elemanları modellemeye dahil edilmiştir. ii. Baz Bina: Modellemede gölgeleme elemanı yer almamaktadır. (Kaynak: Tablo G3.1 #5(c) ) g. Binanın Kendini Gölgelemesi i. Gerçek Bina: Binanın şeklinden dolayı kendini gölgelemesi modellemeye dahil edilmiştir. ii. Baz Bina: Gölgeleme modellenmemiştir. (Kaynak: Tablo G3.1 Modeling Requirements for Calculating Proposed and Baseline Building Performance Vertical Fenestration. (c.), baseline building performance) h. Bina Oryantasyonu ve Şekli i. Gerçek Bina: Bina oryantasyonu, konumu ve şekli ile modellenmiştir. ii. Baz Bina: Bina oryantasyonu 3 kez 90 derecelik açı ile çevrilerek modellenmiştir. (Binanın tüm yönlerdeki performansını değerlendirmek amacı ile modelleme metodolojisinde yer almaktadır – ASHRAE 90.1 – 2007 Ek G). Bina şekli Gerçek Bina ile aynı kabul edilmiştir. 3. Aydınlatma a. İç Ortam Aydınlatma Güç Hesaplamaları Metodu i. Gerçek Bina: Binanın Aydınlatma Planları referans alınmıştır. ii. Baz Bina: Space by Space Metodu ASHRAE 90.1-2007 Aydınlatma Güç Yoğunluğu Değerleri (LPD) kullanılmıştır. (Space by Space Metoduna göre LPD değerleri bina ortak alanlarına ve bina tipine özel alanlara göre ayrı ayrı çıkartılmış ve tablolaştırılmıştır.) b. İç Ortam Aydınlatma Güç Yoğunlukları (W/m2) 814 dairelik bir konut projesinin baz bir binaya göre yılda 1.580.931 kWh tasarruf ederek %20 enerji verimliliği sağladığı ortaya konmuştur. Buradan hareketle 10 yıl içinde üretilecek 6.635.000 adet konutta yıllık 12,9 milyar kWh (12.886.335.608 kWh) tasarruf edileceği sonucuna ulaşılabilir. i. Gerçek Bina: Binanın tüm iç ortam alanları için gerçek aydınlatma güç yoğunlukları modellenmiştir. ii. Baz Bina: Modellemeye dahil edilen aydınlatma güç yoğunlukları şu şekildedir: • Konutlar = 12 W/m2 • Koridor = 5 W/m2 • Tuvalet = 10 W/m2 • Merdiven boşluğu = 6 W/m2 • Lobi = 12 W/m2 • Kafeterya = 23 W/m2 • Teknik odalar = 16 W/m2 (Kaynak: Tablo 9.6.1 Lighting Power Densities Using Building Space by Space Method) c. Cihaz Güç Yoğunlukları (Priz Yükleri) i. Gerçek Bina: Baz Bina ile aynı kabul edilmiştir. ii. Baz Bina: Toplam bina enerji tüketimini maliyetinin en az %25'i kabul edilmektedir (LEED EAp2 Modeling Guidelines [7]). Bu nedenle gerçek ve baz bina için 595,6 kW kabul edilmiştir. 4. Kullanım Suyu Isıtması a. Kullanım Sıcak Suyu Ekipman Tipi i. Gerçek Bina: Evsel sıcak su sistemi merkezi kazanı ii. Baz Bina: Gerçek Bina’daki gibi kabul edilmiştir. b. Kullanım Sıcak Suyu Depolama Tankı Kapasitesi i. Gerçek Bina: Baz Bina’daki gibi kabul edilmiştir. ii. Baz Bina: Ortalama 50 m3 olarak kabul edilmiştir. c. Kullanım Sıcak Suyu Kazan Isıtma Gücü i. Gerçek Bina: 100 kW olarak kabul edilmiştir. ii. Baz Bina: 100 kW olarak kabul edilmiştir. d. Cihaz Verimliliği i. Gerçek Bina: Cihaz verimliliği %93’tür. ii. Baz Bina: %80 olarak kabul edilmiştir. (Kaynak: ASHRAE 90.1 – 2007 Tablo 7.8 Performance Requirements for Water Heating Equipment) e. Boyler Çıkış Sıcaklığı i. Gerçek Bina: 54oC olacağı kabul edilmiştir. ii. Baz Bina: 54oC olarak Gerçek Bina değeri alınmıştır. 5. HVAC (Hava kısmı) a. Birincil HVAC Sistem Tipi i. Gerçek Bina: Isıtma için sıcak su kazanı itü vakf dergisi 65 ÇEVRE DOSYASI (kaskad tipi) ve radyatör sistemi. Soğutmada yüksek verimli değişken hızlı ısı pompalı soğutma üniteleri (klima) yer almaktadır. ii. Baz Bina: System Type: 1 – PTAC (Paket Tip Klima Sistemi) (Kaynak: As per TABLE G3.1.1A & G3.1.1B of Standard 90.1.) b. Soğutma Verimliliği i. Gerçek Bina: Mevsimsel Enerji Verimlilik Oranı (SEER) 16,50 dir. ii. Baz Bina: Performans katsayısı (COP) 2,7 - 3,2 arasındadır. (Kaynak: TABLE 6.8.1 A Electronically Operated Unitary Air Conditioners and Condensing Units-Minimum Efficiency Requirements) c. Fan Sistem İşletmesi i. Gerçek Bina: Baz Bina gibidir. ii. Baz Bina: Mekanlar dolu olduğundan fanların sürekli çalışır durumda olduğu ve ısıtma ve soğutlama yüklerini sağladığı kabul edilmiştir. d. Hava Akışı Oranları (Soğutulan Ortamlar için) i. Gerçek Bina: Maksimum hava akışı 144,60 m3/s dir. ii. Baz Bina: Maksimum hava akışı 119.90 m3/s dir. (Kaynak: Section G3.1.2.8 Design Air Flow Rates.) e. Toplam Sistem Fan Gücü i. Gerçek Bina: Fan Gücü 91,9 kW dır. ii. Baz Bina: Fan gücü 76.2 kW’dır. (Kaynak: G3.1.2.9 Supply Fan Power, TABLE G3.1.3.15 Part-Load Performance for VAV Fan Systems) 6. HVAC (Su kısmı) Gerçek Bina’da Su Soğutmalı soğutma sistemi (chiller vb.) olmadığından (Soğutucu akışkanı kullanan DX Bataryalı Klima Santrali bulunmaktadır.), HVAC Su kısmı modellemeye dahil edilmemiştir. Yukarıda verilen ASHRAE Standard 90.1 -2007 EK G kriterlerine uygun olarak oluşturulan Baz Bina farklı oryantasyonlar için (0, 90, 180 ve 270 derece) simule edilmiştir. Dört sonucun ortalaması hesaplanmış ve Baz Bina’nın enerji performansı olarak ortaya konmuştur. Tablo-2 ‘de EnergyPlus ile oluşturulan Baz Bina’nın ortalama enerji performansı yer almaktadır. Gerçek Bina ve Baz Bina arasındaki enerji tüketim farkı başka bir deyişle Gerçek Bina’nın Baz Bina’ya göre enerji tasarrufu Tablo-4 ve Grafik-1’de analiz edilmiştir. Buna göre, Gerçek Bina kendisiyle paralel Baz Bina’ya göre %20 enerji tasarrufludur. Tablo-4 ve Grafik-1’de görüldüğü üzere, Gerçek Bina’daki en önemli enerji verimliliği kalemleri şunlardır: • Isıtma ve Soğutma (özellikle bina kabuğu, camlar ve yük- Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği uyarınca yeni binalar en az C sınıfı olmak zorundadır. Ancak binalarda enerji verimliliği ile ilgili pek çok mühendislik uygulaması yasa ve yönetmeliklerde tariflenmesine rağmen uygulamada çoğu zaman standart sistemler kullanılarak daha yüksek enerji sınıflarına ulaşılamamaktadır. 66 itü vakf dergisi Tablo 2. Baz Bina Yıllık Enerji Tüketimi Aşağıdaki tabloda (Tablo-3) ise EnergyPlus ile simule edilen Gerçek Bina’nın yıllık enerji tüketimi yer almaktadır. Tablo 3. Gerçek Bina Yıllık Enerji Tüketimi sek verimli ısıtm/soğutma cihazları nedeni ile) • İç Ortam Aydınlatma (özellikle düşük güç yoğunluklu yüksek verimli aydınlatma armatürleri nedeniyle) • Yüksek verimli kazan (boyler) ve buna bağlı düşük Kullanım Suyu Isıtma Enerjisidir. Yeni Konut Projelerinde Elde Edilebilecek Tasarruf Miktarının Türkiye için Genellenmesi ve Ulusal Enerji İhtiyacını Karşılama Oranı Türkiye’de konut ihtiyacı her yıl iç göç, nüfus artışı, kentleşme, hanehalkı yapısındaki değişimler, kentsel dönüşüm ve yenileme kaynaklı olarak olarak artmaktadır. Bu artışa bağlı olarak Türkiye’de her yıl ortalama 600.000 – 700.000 konut ihtiyacı olduğu gayrimenkul sektörünce kabul edilmektedir [8]. Türkiye’de konut ihtiyacı öngörüleri 2023 yılına kadar ve üç ayrı ihtiyaç temelli olarak hesaplanmaktadır. Bunlar nüfus artışlı kentleşme kaynaklı, kentsel dönüşüm kaynaklı ve yenileme kaynaklı konut ihtiyacıdır. Türkiye’de artan kentleşme oranları, iç göç ve kentli hanehalkı büyüklüğünün küçülmesi ile kentsel dönüşüm nedeni ve yenileme ile 2023 yılına kadar toplam yaklaşık 6,6 milyon konut ihtiyacı olacağı öngörülmektedir. (Tablo-5) Türkiye’nin konut ihtiyacından hareketle, önümüzdeki 10 yıl boyun- Tablo 4. Gerçek Bina ve Baz Bina Enerji Tüketimi Karşılaştırması edileceği sonucuna ulaşılabilir. T.C. Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ve enerji sektöründen uzmanların yaptığı değerledirmelere göre Türkiye’nin 2013 yılı enerji tüketimi yaklaşık 250 milyar kWh olup, yıllık yaklaşık %6,8 oranında artmaktadır ve bu artış oranı devam ederse Grafik 1. Gerçek Bina ve Baz Bina Yıllık Enerji 2023 yılında yaklaşık 500 milyar kWh’e Tüketimleri Farkı (kWh) ulaşacağı tahmin edilmektedir [9 – 12] Yıllar bazında yeni konutlardan elde edica 6.635.000 adet konut üretileceği kabul lecek enerji tasarrufu miktarı, ülkemizin edilmektedir. Buna göre, yıllara göre üreenerji ihtiyacı ve tasarrufların ihtiyacı kartilecek konut adedinin kümülatif tablosu şılama oranı Tablo-7’de gösterilmektedir. aşağıdaki gibidir. (Tablo-6) Tablo-7 göstermektedir ki, önümüzdeki Çalışmanın bir önceki kısmında 814 daire10 yıl boyunca yeni yapılacak konutların lik bir konut projesinin baz bir binaya göre enerji verimli üretilmesi ile 2023 yılına gelyılda 1.580.931 kWh tasarruf ederek %20 diğimizde 12,9 milyar kWh enerji tasarrufu enerji verimliliği sağladığı ortaya konmuşile ulusal enerji ihtiyacımızın %2,67’sinin tur. Buradan hareketle 10 yıl içinde üretikarşılanabilme fırsatı bulunmaktadır. Ululecek 6.635.000 adet konutta yıllık 12,9 sal enerji stratejileri ve 2023 hedefleri göz milyar kWh (12.886.335.608 kWh) tasarruf önüne alındığında, 2023’te Türkiye’nin GSYİH başına tüketilen enerji miktarının 2011 yılı değerine göre en az %20 azaltılmasının hedeflendiği görülmektedir. Sonuç ve Öneriler Türkiye’de yeni yapılacak konut projelerinde enerji verimliliği ile elde edilebilecek tasarrufu ortaya koyTablo 6. Önümüzdeki 10 Yılda Üretilecek Konut Adedi Tablo 5. Önümüzdeki 10 Yılda Toplam Konut İhtiyacı mak, bu tasarrufun ülkemizde enerji ihtiyacını ne seviyede karşılayacağını ve ulusal enerji ihtiyacımızı ne oranda azaltacağını analiz etmek amacıyla; uluslararası yeşil bina sertifikasına Gold seviyesinden aday ve enerji verimli olarak tasarlanan gerçek bir konut projesi Enerji Modellemesi ile simule edilip, baz bir binaya göre elde ettiği enerji tasarrufu tespit edilerek bu tasarrufun Türkiye’de üretilecek tüm yeni konutlarda sağlanması ile önümüzdeki 10 yılda elde edilebilecek enerji tasarrufu hesaplanmıştır. Elde edilecek toplam tasarruf miktarının ülke enerji ihtiyacının ne kadarına karşılık gelerek ulusal enerji verimliliği hedefimize sağladığı katkı sayısal olarak ortaya konmuştur. 814 dairelik bir konut projesinin baz bir binaya göre yılda 1.580.931 kWh tasarruf etmesinden hareketle, önümüzdeki 10 yılda Türkiye’de üretilecek 6.635.000 adet yeni konutta yıllık 12,9 milyar kWh (12.886.335.608 kWh) tasarruf edilebileceği ve bunun 2023 yılına geldiğimizde yaklaşık 500 milyar kWh olacak enerji ihtiyacımızın %2,67’sinin karşılanabileceği ortaya konmuştur. Türkiye’nin ulusal enerji verimliliği hedefleri ile artan enerji ve konut ihtiyacı birlikte değerlendirildiğinde yeni yapılacak konutları enerji verimli olarak yapmanın gerekliliği ortadadır. Türkiye’nin Avrupa Birlliği standartlarına uyum çalışmaları çerçevesinde hazırlanan Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği binalarda enerji verimliliği ile ilgili AB direktifleri ile uyumlu olup binalarda enerji verimliliği konusunda ülkemizde atılmış en önemli adımdır. Binalarda Enerji Performansı Yönetmeliği itü vakf dergisi 67 ÇEVRE DOSYASI Tablo 7. Yeni Konutlarda Yapılacak Enerji Tasarrufunun Enerji İhtiyacını Karşılama Oranı larda 6 kat daha verimli olabilmektedir [13,14]. Dolayısıyla mevcut binalarda yapılabilecek enerji verimliliği iyileştirmeleri bir an önce tespit edilmeli, tespit edilen iyileştirme kalemleri arasından optimizasyon/önceliklendirme yapılarak maliyet/ yatırım dengesi gözetilerek en uygun iyileştirmeler, belirlenmiş sürelerde hayata geçirilmelidir. Bu sayede fonlar en etkin şekilde kullanılarak, harcanan tutara karşılık mümkün olan en fazla enerji tasarrufu elde edilmelidir. İlaveten, mevcut binalar için de bir enerji sınıfı hedefi verilerek bu enerji hedefe ulaşma konusunda yaptırım için ceza verilmelidir. Mevcut binalarda enerji verimliliği iyileştirme uygulamalarının yapılması için teşvik ve fon ayrılmalıdır. Bu fonun kullandırılmasında optimizasyon yapılarak etkin bir finansal model oluşturulmalı ve fonun en doğru şekilde kullanılması sağlanmalıdır. Kaynaklar Grafik 2. Yeni Konutlardan Elde Edilecek Enerji Tasarrufu Miktarı ve Ülkemizin Enerji İhtiyacı uyarınca yeni binalar en az C sınıfı olmak zorundadır. Ancak binalarda enerji verimliliği ile ilgili pek çok mühendislik uygulaması yasa ve yönetmeliklerde tariflenmesine rağmen uygulamada çoğu zaman standart sistemler kullanılarak daha yüksek enerji sınıflarına ulaşılamamaktadır. Bu nedenle, bina tasarımcıları, uygulayıcılar ve mühendislerin bilinç düzeyi arttırılmalıdır. Devlet, enerji verimliliğine yönelik mühendislik uygulamalarının hayata daha fazla geçirilebilmesi için destek ve teşvik sağlamalı gerekirse yönlendirme ve kısıtlamalarda bulunmalıdır. İlaveten devlet, enerji verimliliği konusu- Yapılan akademik çalışmalar göstermiştir ki, mevcut binaları enerji verimli hale getirmek, yeni enerji üretim santrali yapmaktan bazı durumlarda 6 kat daha verimli olabilmektedir. 68 itü vakf dergisi nu imar ve kentsel dönüşüm mevzuatlarında da ele alarak ilgili teşvik mekanizmaları oluşturmalı, fon ayrılmalıdır. Bu fonun kullandırılmasında etkin bir finansal model oluşturulmalı ve fonun en doğru şekilde kullanılması sağlanmalıdır. Mevcut bina stokunun fazlalığı ve enerji verimsizliği düşünüldüğünde sadece yeni binalarda değil, mevcut binalarda da enerji verimliliği konusuna ivedilikle yatırım yapmak gerekmektedir. İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı 2011-2023”ün bina sektöründeki 2023 hedefi; binalarda yenilenebilir enerjiyi arttırmak ve 2017’ye kadar tüm binalara Enerji Kimlik Belgesi verilmesidir. Ancak bu hedef yeterli olmamalıdır, mevcut binalar için de bir an önce enerji kimlik belgesi hazırlanması gerekmektedir. Yapılan akademik çalışmalar göstermiştir ki, mevcut binaları enerji verimli hale getirmek, yeni enerji üretim santrali yapmaktan bazı durum- 1. Koç Üniversitesi, 2012. ”Türkiye’nin Enerji Verimliliği Haritası ve Hedefler”. 2.TÜSİAD ve İMSAD, 2012. “İnşaat Sektöründe Sürdürülebilirlik: Yeşil Binalar ve Nanoteknoloji Stratejileri”. 3.Alhanlıoğlu, G. ve Çamlıbel, M.E., 2012. ”2023 Yılında Türkiye’de Yeşil Konutlar”. EkoYapı Dergisi, Sayı no: 10, Çevre Dostu Yeşil Binalar Derneği. 4.https://www.ashrae.org/standards-research--technology/standards--guidelines 5.http://apps1.eere.energy.gov/buildings/energyplus/energyplus_about.cfm 6.http://www.designbuilder.co.uk/content/ view/144/223/ 7.http://www.usgbc.org/Docs/Archive/General/ Docs5546.pdf 8.Gyoder, “2023 Vizyonunda Gayrimenkul Sektörü”, 2012. 9.http://www.enerji.gov.tr/yayinlar_raporlar/ Dunyada_ve_Turkiyede_Enerji_Gorunumu.pdf 10.http://www.enerji.gov.tr/yayinlar_raporlar/2013_faaliyet_raporu.pdf 11.http://www.hayat-enerji.com/haberler002. html 12.http://www.aksam.com.tr/yazarlar/turkiyenin-elektrik-tuketimi-2023te-iki-katina-cikacak-soru-su-enerjimiz-yeter-mi/haber-199283 13.Çamlıbel, M.E., 2011. “An Integrated Optimization Model Towards Energy Efficiency For Existing Buildings - A Case Study For Boğaziçi University Kilyos Campus” Doktora Tezi. 14.Çamlıbel, M.E. ve Otay, N.E., 2011. “An Integrated Optimization Model Towards Energy Efficiency For Existing Buildings - A Case Study For Boğaziçi University Kilyos Campus”, 10th International Congress on Advances in Civil Engineering, 17-19 October 2012, Middle East Technical University, Ankara, Turkey. TÜRKåYE’nin Taraf Olduäu Uluslararas Çevre Sözleçmeleri SÖZLEŞME ADI ANTARKTİKA ANTLAŞMASI AVRUPA PEYZAJ SÖZLEŞMESİ AVRUPA'NIN YABAN HAYATI VE YAŞAM ORTAMLARINI KORUMA SÖZLEŞMESİ AKDENİZ'İN DENİZ ORTAMI VE KIYI BÖLGESİNİN KORUNMASI SÖZLEŞMESİ BALİNA AVCILIĞININ DÜZENLENMESİ SÖZLEŞMESİ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER BİYOLOJİK ÇEŞİTLİLİK SÖZLEŞMESİ BİRLEŞMİŞ MİLLETLER İKLİM DEĞİŞİKLİĞİ SÖZLEŞMESİ DENİZDE KARA KAYNAKLI KİRLİLİĞİN ÖNLENMESİ SÖZLEŞMESİ DENİZLERİN GEMİLER TARAFINDAN KİRLETİLMESİNİN ÖNLENMESİNE AİT SÖZLEŞME DÜNYA KÜLTÜR VE TABİAT MİRASININ KORUNMASI HAKKINDA SÖZLEŞME GIDA VE TARIM İÇİN BİTKİ GENETİK KAYNAKLARI ULUSLARARASI ANTLAŞMASI KALICI ORGANİK KİRLETİCİLERE İLİŞKİN STOCKHOLM SÖZLEŞMESİ KARADENİZİN KİRLİLİĞE KARŞI KORUNMASI SÖZLEŞMESİ NESLİ TEHLİKE ALTINDA OLAN YABANİ HAYVAN VE BİTKİ TÜRLERİNİN ULUSLARARASI TİCARETİ SÖZLEŞMESİ OZON TABAKASININ KORUNMASINA DAİR SÖZLEŞME ÖZELLİKLE AFRİKA’DA CİDDİ KURAKLIK VE/VEYA ÇÖLLEŞMEYE MARUZ ÜLKELERDE ÇÖLLEŞME İLE MÜCADELE İÇİN BİRLEŞMİŞ MİLLETLER SÖZLEŞMESİ ÖZELLİKLE SU KUŞLARI YAŞAMA ORTAMI OLARAK ULUSLARARASI ÖNEME SAHİP SULAK ALANLAR HAKKINDA SÖZLEŞME PETROL KİRLİLİĞİNDEN DOĞAN ZARARIN HUKUKİ SORUMLULUĞU İLE İLGİLİ ULUSLARARASI SÖZLEŞME PETROL KİRLİLİĞİ ZARARLARININ TAZMİNİ İÇİN BİR FONUN KURULMASIYLA İLGİLİ ULUSLARARASI SÖZLEŞME TEHLİKELİ ATIKLARIN SINIRÖTESİ TAŞINIMININ VE BERTARAFININ KONTROLÜNE İLİŞKİN SÖZLEŞME UZUN MENZİLLİ SINIRÖTESİ HAVA KİRLİLİĞİ SÖZLEŞMESİ Kaynak: T.C. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı itü vakf dergisi 69 ÇEVRE DOSYASI Nükleer Enerji ve Yenilenebilir Enerjilerin Maliyet Açsndan Kyaslanmas İbrahim Çiftçi Finans Kampanyası Sorumlusu Greenpeace Akdeniz Yenilenebilir enerji kurulum maliyetleri teknolojik ilerlemeler sayesinde eksponansiyel olarak düümekte, nükleer enerji kurulum maliyetleri ise, yenilenmesi gereken güvenlik sistemleri, uranyum madenciliùindeki maliyet artülar ve benzeri sebeplerle daha pahal hale gelmektedir. Dünyadaki genel eùilime baktùmzda nükleer enerji sektörünün düüüüte olduùunu görüyoruz… K aynaklarına göre enerji üretimini kıyaslamak son yıllarda oldukça merak edilen, üzerinde konuşulan ancak bir o kadar da zor bir inceleme süreci olmuştur. Özellikle yenilenebilir enerjilerin kıyaslanması; yenilenebilir enerjilerin çalışma prensipleri bakımından doğalgaz, kömürlü termik, nükleer enerji gibi baz yükü enerji üreten sistemlerden oldukça farklı oluşu nedeniyle zorlaşıyor. Bu yazıda nükleer enerji ile yenilenebilir enerjilerin bir kıyaslamasını yapmaya çalışacağız. Kıyaslama yapılırken öncelikli olarak bu sistemlerin çalışma prensiplerine dikkat edilmesi gerekmekte. Bu sebeple incelemeyi üç ana başlıkta toplayabiliriz: Çalışma prensipleri Reaktörün İnşa Maliyeti Sonuç Çalışma prensipleri Öncelikle dikkat edilmesi gereken ilk husus bu iki enerji tipinin çalışma prensibi olarak birbirinden farklı sistemler olma- 70 itü vakf dergisi larıdır. Nükleer enerji, adına “baz yükü” denilen, düzenli enerji üreten bir sistemdir. Bu sistem sonsuz olmayan bir kaynak kullandığından, yakıt tedariğinde bir sıkıntı yaşanmadığı sürece üretime devam eder. Hele ki fizyonla çalışan nükleer enerji teknolojisinde operatörün ana problemi üretim yapabilmek değil, Fukushima’da olduğu gibi üretimi durdurabilmektir. Rüzgar ve güneş gibi yenilenebilir enerjiler, düzenli olmayan kaynaklardan yararlanarak enerji ürettiklerinden sürekli çalışmazlar. Jeotermal-biyogaz ve bir diğer ‘’yenilenebilir ” kaynak olan hidroelektrik ise sürekli olarak çalışabilmektedir . Nükleer enerjinin sabit bir üretimle aralıksız faaliyet gösterme gerekliliği ve “baz yükü” kavramı nükleere ilişkin temel sorunlardan biridir. Her şeyden önce, üretim maliyetle- rini azaltmak amacıyla olabildiğince fazla elektrik üretmek için enerji şebekesindeki asıl ihtiyaçtan bağımsız, kalıcı bir enerji üretim biçimine ihtiyaç duyulur. Bu yüzden “baz yükü” stratejisi teknik olmaktan çok ekonomik bir kavramdır. Elektrik şebekesindeki değişken talebe, saniyeler içinde tepki verebilen modern gaz türbinlerinin aksine nükleer enerji istasyonları talep eğrisine tepki vermekten acizdir ve talep, nükleer enerji santrallerinin işletim yöntemini izlemek zorundadır. Bu durum, elektriğin israf edilmesine yol açar. Kışın ısınma talebi olan neredeyse her ülkede nükleerin enerji karışımındaki payı, verimi çok düşük olan elektrikli ısıtma sistemlerinin yayılımıyla da paraleldir. Örneğin ülkenin enerji karışımının % 80’inin nükleerden karşılandığı Fransa’da, 2012 yılı Şubat ayının soğuk geçen bir günündeki toplam enerji talebi 101 GW iken, enerji karışımının % 20’si nükleer enerjiden oluşan Almanya’da, aynı soğuk günün enerji talebi 50GW’ın biraz üstünde olmuştur . Almanya’daki evler çok daha iyi yalıtımlıdır ve elektrikli ısıtma sistemleri çok düşük bir paya sahiptir. Tesis Kurulum Maliyeti Elektrik enerjisinin maliyetinden bahsederken sıklıkla Levelised Cost of Energy(LCOE) kavramı kullanılır. LCOE kavramı üzerine, fiyat değişimlerini inceleyen bir- çok çalışma bulunmasına rağmen, Citi Grup’un son dönemde yaptığı çalışmalar Şu anda inşa halinde bulunan ve 2020 yılında işletmeye alınması planlanan 67 reaktör göz önüne alındığında, bu reaktörlerin yaşlandığı için veya nükleerden çıkış kararı nedeniyle kapatılan nükleer santrallerin yerini dolduramayacağı ve toplam kurulu gücün 2020 yılı itibariyle 7,5GW düşeceği söylenebilir. ilginç sonuçlar vermektedir. Citibank’ın yaptığı çalışmaya göre , yenilenebilir enerji santrallerinin kurulum maliyetleri bu teknolojilerin kullanılmaya başlandığı zamandan bugüne eksponansiyel bir düşüş göstermiştir. Önümüzdeki yıllarda özellikle güneş enerjisi teknolojisinin her sene ortalama %11 oranında ucuzlaması bekleniyor. Bu durum 5 yıl içerisinde %45’lik bir düşüşe tekabül ediyor. Güneş panellerinde kullanılan modül, polisilikon ve yonga seti fiyatları yıllardır düşüş gösteriyor. Bunun yanında güneş paneli teknolojisindeki ilerlemeler ile panel yüzeyine düşen güneş ışınları gittikçe artan bir oranda yakalanıyor, böylece aynı kurulu güçten üretilen elektrik miktarında da artış yaşanıyor. Rüzgar türbini maliyetleri geçtiğimiz sene içerisinde stabil seyretse de 2008’den bu yana % 25’lik düşüş gösterdi. Özellikle büyük rüzgar tarlalarında türbin maliyetlerinin daha düşük olduğu gözlemleniyor. 100 MW üstü tarlalarda türbin maliyetleri 100 MW altı tarlalara göre ~% 11 daha düşük gerçekleşiyor. Sonuç olarak, büyük türbinlere olan yönelim devam ettikçe fiyatların daha da düşeceği bekleniyor. Ayrıca, endüstri yenilik getirmeye ve türbin fiyatlarının ekonomikleşmesi için agresif yatırımlar yapmaya devam ediyor. Nükleer enerji yatırım maliyetleri ise, yenilenebilir enerjilerin aksine ters bir öğrenme eğrisi izliyor. Yenilenebilir enerjilerin teknolojik öğrenme eğrisindeki gelişmeleri, kullanılan malzemelerin teknolojik ilerlemeler sayesinde ucuzlaması belirlerken; tehlikeli bir sistem olan nükleer enerjideki gelişmeler, teknolojik ilerlemeler ve güvenlik açıklarının daha iyi analiz edilmesi sayesinde mevcut santrallere yahut tasarımlara yeni sistemler eklenmesi şeklinde gerçekleşiyor. Bu durum haliyle yeni maliyetlerin doğması anlamına geliyor. Aşağıda en fazla nükleer reaktöre sahip iki ülke olan Fransa ve Amerika’da ortalama min./maks. yıllık kurulum maliyetlerinin kümülatif kurulu güce göre değişimi görülebilir. Grafikten de görüleceği üzere her iki ülkede de maliyetler yukarı doğru bir eğri izlemekte. 2007 öncesinde Amerika’da nükleer tesis kurulumu için $4000/kw fiyat tahmini yaygın iken, Ekim 2007’de Moody’s, yayımladığı yatırımcı raporunda nükleer tesislerin kurulum maliyetlerinin $5.000 - $6.000/ kw şeklinde gerçekleşeceğini öngördü . Aynı sene büyük nükleer şirketlerinden itü vakf dergisi 71 ÇEVRE DOSYASI ‘’Florida Power and Light’’, Florida Kamu Kurumlarına toplam 2.200MW kurulu güçte iki üniteden oluşan yeni nükleer santrali için detaylı maliyet raporunu sundu ve maliyetlerin $5.500 – $8.100/kw şeklinde gerçekleşeceğini öngördü. Aynı sene kurulum sürecine başlanan başka nükleer santraller de “Moody’s”in öngörülerini doğrular nitelikte maliyetlere sahip olduklarını açıkladılar. Fransa’da yatırım tutarlarının tarihsel değişimine dair veriler her ne kadar ulaşılabilir olmasa da, Arnulf Grubler’in Fransız nükleer enerji maliyetlerini incelediği çalışma benzer sonuçlar vermektedir . Nükleer enerjiyle kıyaslanması açısından yenilenebilir enerji teknolojilerinin klasik öğrenme eğrileri olduğunu belirtmek gerekir. Örneğin aşağıdaki grafikte güneş enerjisi santrallerinin vat başına maliyetinin yıllara göre değişimi görülebilir : Görüleceği üzere kıyaslanan iki teknolojide öğrenme eğrileri tam ters yönde ilerleme kaydetmektedir. Sonuç Yenilenebilir enerji kurulum maliyetleri teknolojik ilerlemeler sayesinde eksponansiyel olarak düşmekte, nükleer enerji kurulum maliyetleri ise, yenilenmesi gereken güvenlik sistemleri, uranyum madenciliğindeki maliyet artışları ve benzeri sebeplerle daha pahalı hale gelmektedir. Dünyadaki genel eğilime baktığımızda nükleer enerji sektörünün düşüşte olduğunu görüyoruz. Temmuz 2013’de dünyanın 31 ülkesinde 364GW kurulu güçte toplam 427 reaktör bulunuyordu. Fukushima kazasından sonra Japonya’da kapatılan nükleer reaktörler (Temmuz 2012’de işletmeye alınan iki re- 72 itü vakf dergisi aktörü saymazsak) bir yıldan fazla süredir işletmede değildir. Bunlar “Uzun Dönemli Devre Dışı” nükleer santraller olduğundan Temmuz 2014 itibariyle dünyada 333GW kurulu güçte 388 reaktörün işletmede olduğu ortaya çıkmaktadır. Nükleer enerji reaktör sayısı 2002 yılında 458 nükleer reaktör ile en yüksek seviyesinde bulunmaktaydı. En yüksek nükleer kurulu güç ise 2010 yılında 367GW’a tekabül etmekteydi. Nükleer enerji üretiminin küresel elektrik üretimindeki payının ise 1996 yılında ulaştığı %17,6 seviyesinden %10,8 seviyesine gerilediğini görüyoruz. Ayrıca, şu anda inşa halinde bulunan ve 2020 yılında işletmeye alınması planlanan 67 reaktör göz önüne alındığında, bu reaktörlerin yaşlandığı için veya nükleerden çıkış kararı nedeniyle kapatılan nükleer santrallerin yerini dolduramayacağı ve toplam kurulu gücün 2020 yılı itibariyle 7,5GW düşeceği söylenebilir. Yenilenebilir enerji ise son 25 sene içinde etkileyici bir oranda gelişme kaydetmiştir. Yenilenebilir enerjinin en önemli iki kaynağı olan rüzgâr ve güneş enerjisi, 2000 yılından beri çift rakamlı büyüme oranlarına imza atarak enerji sektöründe diğer tüm dallardaki gelişimi aşmıştır. Yalnızca 2011 yılında 30GW gücünde yeni rüzgâr ve gü- Yenilenebilir enerjinin en önemli iki kaynağı olan rüzgâr ve güneş enerjisi, 2000 yılından beri çift rakamlı büyüme oranlarına imza atarak enerji sektöründe diğer tüm dallardaki gelişimi aşmıştır. Yalnızca 2011 yılında 30GW gücünde yeni rüzgâr ve güneş kapasitesi elektrik ağına dâhil edilmiştir. neş kapasitesi elektrik ağına dâhil edilmiştir. Greenpeace Küresel Enerji Devrimi senaryosu, yenilenebilir kaynaklardan elde edilen enerjinin, küresel enerji talebinin 2020 yılına kadar %38’ini, 2050 yılına kadarsa %95’ini karşılayabileceğini gösteriyor. Yenilenebilir enerji, nükleer enerjinin yerini almanın yanı sıra, enerji ve ısınma sektörlerinde kullanılan fosil yakıtların %90’ından fazlasının 2050 yılına kadar aşamalı olarak kullanımdan kalkmasını sağlayabilir. Ulaşım sektöründeki fosil yakıt kullanımıysa şu andaki %98’lik orandan %30’a indirilebilir. Ülkeler, yenilenebilir enerji kaynaklarına dayalı, yerelde üretilmiş enerji tedarik biçimleri yaratabilir ve böylece enerji satın alma masraflarından tasarruf edebilirler. Yenilenebilir enerjinin yakıt maliyeti bulunmadığından, 2030 yılına kadar yakıt maliyetinden elde edilen tasarruf yılda 282 milyar ABD Doları’nı bulabilir ve bu miktar 2030-2050 yılları arasında yaklaşık 964 milyar Dolar’a ulaşabilir. Referanslar 1.Hidroelektriğin yenilenebilir oluşu tartışmalı bir konudur. 2.Birçok hidroelektrik santrali-özellikle kanal tipi, pik saatlerdeki talebi karşılamak üzere dengeleme santrali olarak kullanılır ve düzenli üretim yapmaz, ancak bu stratejik bir karardır. Kaynaklar: I. “Monitoring / Benchmark Report 2012” Bundesnetzagentur für Elektrizitat, Gas, Telekommunikation, Bundesnetzagentur. II. Cost of electricity by source http://en.wikipedia.org/wiki/ , Last accessed 04.08.2014. III. The Age of Renewables is Beginning – A Levelized Cost of Energy Perspective (LCOE) Citigroup, Mart 2014. IV. New Nuclear Generation in the United States: Keeping Options Open vs Addressing An Inevitable Necessity, Moody’s Corporate Finance, Ekim 2007. V. Arnulf Grubler, “The costs of the French nuclear scale-up: A case of negative learning by doing, Energy Policy Volume 38, Issue 9, Aralık 2010. VI. Solar Technologies Market Report, DOE NREL, Ocak 2010. VII. The World Nuclear Industry Status Report 2014, a Mycle Schneider Consulting Project; Paris, London, Washington, D.C.; July 2014 VIII. The Energy (R)evolution, A sustainable world energy outlook, Greenpeace International, 2012. Düçük Karbon åzli Eko-Kentlerdeki Sorunlara Dikkat Çekmek åçin Tümdengelim Yaklaçm Martin Townsend Direktör (BRE) BREEAM standartlarnn en önemli hedeerinden biri piyasay karbon kullanmn düüürmek üzere bilinçlendirmek, bunun gerektirdiùi özeni göstermelerini saùlamak ve düüük karbon saùlanmas istenen bölgeye yeüil teknoloji getirebilmektir. Bu, sürdürülebilirliùin saùlanmas için çok önemli bir faktördür… İ yi kentsel tasarım uygulamaları hakkında daha fazla bilgi edindikçe, bu bilgileri kentleşme ile ilgili olumsuz ekolojik ve sosyal etkileri sıkça şehirlerle bağdaştırılan ekonomik büyüme sorunlarını çözmek için kullanabiliriz. Kentsel ölçek dahilinde, kentleşme ile ilgili sorunlar önemlidir. Dünya çapındaki deneyimler göstermiştir ki; şehirler değişim açısından hem esnek, hem de son derece kırılgan olabilir. Uluslararası en iyi uygulamalar ve piyasa başarısızlıklarından feyz alarak, enerjik, ekonomik olarak başarılı ve yaşanılır sürdürülebilir topluluklar oluşturmak önemlidir. İstanbul Teknik Üniversitesi'nin üç ayda bir yayınlanan dergisi için hazırlanmış bu makale, bu sürdürülebilir toplulukların ve bunları oluşturan esasların, şehir ölçeğinde uygulanabilirliğini Düşük Karbon izli Eko-Kentlerin girişiminin oluşumunu izleyerek, mevcut faktörleri dikkate ala- rak ve bu girişimin gelişimine olanak tanımak adına bazı sorunları ele alarak değerlendirecektir. Bizler BRE'de uzun bir süredir bu alanı göz önünde bulundurarak, diğer benzer fikirli imarcılar, şehir belediye başkanları ve toplum grupları ile birlikte nasıl daha etkin bir rol oynayarak, Eko-Kent’e duyulan tutku ve potansiyeli tanımlamak üzere yenilikçi, Düşük Karbon izli çözümler sunarak sürdürülebilirliği devreye sokabileceğimizi düşünüyoruz. Ben de bu sayede BREEAM Topluluklar Çerçeve'sini de tanıtmak istiyorum. Şehirlerin Peyzaj Değişimi Çevresel yıkım, yetersiz altyapı, yoğun nüfus, sosyal eşitsizlikler ve şehirsel yayılma kentleşmenin en büyük sıkıntıları arasında yer almaktadır. Ancak kentselleşmenin tarihsel dönemlerinden pek çok şey öğrenebiliriz; özellikle de iyi planla- itü vakf dergisi 73 ÇEVRE DOSYASI ma örnekleri ve yenilikçi ev tasarımları sunan Avrupa'dan. İngiltere'de bulunan Letchworth, 1903 tarihinde bile kentsel gelişimin olumlu vizyonunu sergilediği için iyi bir örnekti. Burada bölgesel çalışma fırsatları yaratılmış, çevre bölgelerle doğal ekoloji bağı kurulmuş ve şehir tasarımına sürdürülebilirlik prensipleri dahil edilmiştir. Ne var ki günümüzde; kentselleşmenin artan hızı ve ölçeğinden kaynaklanan bir çok ek sıkıntı ortaya çıkmıştır. Büyük şehirlerde sadece daha çok insan yaşamakla kalmıyor, Birleşmiş Milletler’in tahmini bu küresel eğilimin süreceği ve önümüzdeki 40 yıl içinde beklenen nüfus artışını şehirlerin daha da içine çekeceği yönünde (UN DESA). Bu eğilim giderek sayıları artan "Megaşehirlerin" (yaşayan nüfusu 10 milyonun üzerinde olan şehirler) doğmasına sebep olmakta ve ayrıca bu megaşehirlerde yaşayan insanların 2025'e kadar ikiye katlanması bekleniyor (UN DESA, 2012). Bahsi geçen nüfüs artışının neredeyse üçte birinden sorumlu olan Çin ve Hindistan'ın da dahil olduğu bir avuç ülke bu eğilime yön veriyor. Ulusal Çin İstatistik Bürosu 2011'de, Çin tarihinde ilk olarak kentsel nüfusun kırsal nüfustan daha fazla olduğunu bildirdi 74 itü vakf dergisi (UNDP, 2013). Bu büyümenin bir sonucu olarak, çevresel yıkım son 20 yılda büyüyen bir sorun haline geldi. Böylelikle reklam, eğitim ve uluslararası çevre anlaşmaları aracılığı ile çevre bilincini yayma programlarını desteklemeye daha fazla çaba sarf edilmeye başlandı. Bu da doğal kaynakların çevre dostu teknolojilerle birlikte daha etkili biçimde kullanılmasını sağlıyor (Mol ve Carter, 2007: 2). Çin'de, bu taahhütlerden biri Ulusal ve Sosyal Gelişim için 12. Beş Yıllık Planın 2011 senesinde açıklanması ile oldu. 2015 yılına kadar enerji kullanımında %16 ve Gayrisafi Milli Hasıla (GSMH) birimi başına karbon emisyonunda %17'lik bir düşüş amaçlanıyordu (Baumler et al, 2013). Şu anda şehirlerin dünya enerji tüketiminin %75'inden ve karbon emisyonunun %80'inden sorumlu olduğu tahmin edilirken (Nan Zhou, 2012), şehirlerdeki nüfus artışı süphesiz ki en büyük problemlerden birini oluşturuyor. BREEAM Toplulukları, gelişim üzerine konsantre olmuş bir çerçevedir ve birden fazla etkili yolu bir araya getirerek, en iyi sonucu elde edebilmek üzere oluşturulmuştur. Düşük Karbon İzli Eko-Kent Konseptinin Evrimi Problemlerden fırsatlar doğar. Kentsel alanların büyümesi, şehirlerin nasıl daha az kaynak kullanarak daha ekoloji dostu yollarla işleyebileceğini gösteren bir platform oluşmasına sebep oldu. Geçtiğimiz yüzyılda, şehir planlaması taraftarları kentleşmenin ekolojik ve geniş çevre sağlığı açısından mutlaka olumsuz sonuçları olmadığını da gösterdi. Kentsel büyüme aynı zamanda kullanılmayan ve kirlenmiş alanların iyileştirme yöntemi ile kullanıma kazandırılmasını da sağlar. Aynı zamanda buna ek olarak, sosyo-ekonomik yararları da vardır. Zenginleşmiş yeni iş sahaları, eğitim ve sağlık hizmetlerinin sağlanması, günlük ihtiyaçlar için uzun mesafelere gitme gereksiniminin ortadan kalkması, ve eğlence amaçlı toplum kaynaklarının sayısal ve kalite olarak artırılması bunlardan bazılarıdır. Ancak bu yararların gerçekleştirilebilmesi için şehirlerin sürdürülebilir yollarla planlanıp tasarlanması gerekmektedir. Eko-Kentler girişimi bu tip fırsatları içerir. İlk olarak 1987 yılında, şehir ekolojisti Richard Register Eko-Kenti "ekolojik olarak sağlıklı" şehir olarak tanımlamıştı. Daha yakın zamanlarda Dünya Bankası Eko-Kentlerleri "doğal sistemler ile uyumlu olarak işleyen ve kendi ekolojik varlıklarına ve hayatımızın bağlı olduğu bölgesel ve küresel ekosistemlere değer veren şehirler" olarak tanımladı, yani sonuç olarak bu şehirler "yerel ve global çevreye verilen net zararı çok büyük ölçüde bir şekilde azaltırken aynı zamanda vatandaşlarının ve yerel ekonomisinin genel iyiliğini geliştirir" (Suzuki et al, 2010: xvii). 1987'de Brutland Komisyonu'nun (Ortak Geleceğimiz) raporu ve onu takip eden 1992'de Birleşmiş Milletler Ekonomi, Çevre ve Kalkınma Konferansı'ndan doğan Gündem 21, siyasi arenada sürdürülebilirliğin belirleyicisi oldu. Bu rapor ve konferansın amacı, ekosistemimizin uzun ömürlülüğünü sağlamak ve insan yaşamına yerel, ulusal ve küresel seviyelerde sürdürülebilir yaklaşımları yerleştirmek ve bu konulara dikkat çekmekti. Sürdürülebilir kalkınma terimi bu süreçle beraber kabul edilip yaygın olarak kullanılmaya başlandı. Eko-Kent kavramı Gündem 21 sonrasında ortaya çıktı ve sürdürülebilirliğin ekolojik yönlerini vurguladı. Emekleme sürecinde, konsept büyük ölçüde kavramsaldı ve Roseland tarafından, "kentsel planlama, ulaşım, sağlık, barınma, ekonomik kalkınma, doğal alanlar, kamusal katılım ve sosyal adalet konusunda fikir koleksiyonu…' (1997: 197) olarak ifade edildi. 90'lı yıllara kadar büyük ölçüde arzu duyulan bu kavramlardan bazıları ancak bu tarihten sonra gerçekleşti ve kentsel alanlarda uygulanmaya başladı. Son yıllarda Eko-Kent kavramı, artan karbon emisyonu konuları, kaynakların verim- Son yıllarda Eko-Kentler kavramı, artan karbon emisyonu konuları, kaynakların verimliliği ve çevre dostu uygulamaların yanı sıra ekonomik büyümeyi engellemeyecek şekilde dikkate alınarak, Düşük Karbon izli şehirler konsepti ile birleştirilmiştir. liliği ve çevre dostu uygulamaların yanı sıra ekonomik büyümeyi engellemeyecek şekilde dikkate alınarak, Düşük Karbon İzli Şehirler konsepti ile birleştirilmiştir: Düşük karbon izli dönüşüm yapma yolunda olan şehirler daha yaşanabilir, verimli, rekabetçi ve dolayısıyla sürdürülebilir olacaktır. Düşük karbon büyümesi ancak Çin şehirlerindeki hızlı gelişme kaygılarını çözmeye başka acil bir zorunluluk daha ekler“ (Baeumler et al., 212: xxxix) Bu evrim, zorlukları artırır ancak kentsel ölçekteki sürdürülebilirliği daha kollektif yaklaşımlarla entegre ederek, pratik uygulamalar ve prensip algılarının kaynaşmasından yola çıkıp küreselleşme ve kent planlama kavramlarını modernize etme ihtiyacını temsil eder. The European Commission’s Eco-City Project (www.ecocity-project.eu), the International Ecocity Framework and Standards Initiative (www.sustainabledevelopment.un.org), The International Eco-Cities Initiative (www.westminster.ac.uk/ecocities) ve The Clinton Climate Cities Programme (www.clintonfoundation.org) son yıllarda Düşük Karbon İzli Eko-Şehirler üzerine araştırma yapan kamuoyunun iyi tanıdığı örgütler ve akademik kurumlardır. Büyük Ölçekli Sürdürülebilirliği Destekleyen Bir Çerçeve Sürdürülebilirlik çerçevesi belki de aradığımız cevap olabilir. Düşük karbon izli eko-şehirlerle ilgili işlerin çoğunluğu ya enerji, su ve ulaşıma (Nan Zhou, 2012) dayalı göstergeleri ya da girişimleri kapsayan kategori formülasyonu üzerine odaklanmıştır. Bu bölümde BREEAM Toplulukları yukarıda vurgulanan sorunları gidermek için alternatif bir sürdürülebilirlik çerçevesinde, toplu çözüm amacıyla alternatif bir yaklaşım olarak sunulacaktır. BREEAM Toplulukları, büyük ölçekli projelerde imar planı aşamasını kapsar ve (aşağıdaki resme bakınız) geniş BREEAM ailesinin bir parçası olarak var olur. BREEAM, binalar için dünyanın ilk çevre değerlendirme yöntemi olarak 1990 yılında ortaya çıktı. Binasal seviyedeki başarısının ardından BREEAM Toplulukları, ilkeleri, mahalle ölçeğine uygun şekilde uyarlanmıştır. Uluslararası sertifikalı 250.000'den fazla binanın sürdürülebilir yapı ve tasarımını yürütüp, bina seviye düzenleri ardında yer alan sağlam bilimsel Bu çerçeve; sosyal, ekonomik ve çevresel sürdürülebilirllik ve büyük ölçekli kalkınmaların tasarım ve planlaması entegrasyonunu eşit ve bütünsel olarak destekler. Ayrıca düşük karbon tasarımı ve teknolojilerinin entegrasyonuna olanak tanır. Kirlilik problemlerini ele alarak bir bölgenin ekolojisinin tanınmasına, geliştirilmesine yardımcı olur ve bölgenin endüstriyel aktivitelerden zarar görmemesini sağlar. Göstergeler ve çerçeveler arasındaki en büyük fark, göstergelerin belirli unsurları tanımlayarak nicelemesidir ve farklı sosyal bağlamlarda uygulaması özellikle zordur; bu durumda bu kentsel sürdürülebilirlik oluyor. Göstergeler detaylı bilgi sağlar ama gerçekten gelişim sağlar mı? Diğer bir taraftan çerçeveler, hedefler ve göstergeleri bütünleştirilmiş bir yaklaşımla ortak bir süreçte birleştirir (Joss, 2012). Bu anlamda göstergeler bir nevi tümdengelim yaklaşımını desteklerken çerçeveler de tümevarım yaklaşımını destekler. Bu makale, göstergeleri eleştirmek veya Eko-Kent kurmak adına BREEAM Topluluklarını yüceltmek için yazılmamıştır. Şimdiye kadar bahsettiklerimizden belli olduğu üzere, "mükemmel" Eko-Kenti kurmak için tek bir yol olmadığını görebiliyoruz. Fakat BREEAM Toplulukları, gelişim üzerine konsantre olmuş bir çerçevedir itü vakf dergisi 75 ÇEVRE DOSYASI ve birden fazla etkili yolu bir araya getirerek, en iyi sonucu elde edebilmek üzere oluşturulmuştur. (Kitapçığın elektronik bir kopyası için bakınız www.breeam.org/ communities) BREEAM Topluluklarının yaklaşımı, ölçümü zor olmasıyla nam salmış sosyal konularla ilgili olarak sürdürülebilirliği destekler. Ne var ki toplumun sosyal düşüncelerini bir araya getirerek, öncelikleri ve ihtiyaçlarını anlayarak, bu sürece dayalı çerçevede, sosyal uyum ile ekonomik gelişmeyi ve çevresel korumayı dengeleyen temeller inşa edebiliriz. Eko-Kentler ve Yeşil Gruplar, Eko-Kent kurabilmek adına 3 önemli faktörün altını çiziyor; yerleşim planlaması, ekonomik zenginlik, iklim değişiklikleri ve kaynak muhafazanın göz önünde bulundurulması. Binalardaki "enerji verimi ve yararlılığının" ise en önemli faktörlerden biri olduğunu da ekliyorlar. Verimli Eko-Kentler kurulamamasının en önemli nedenlerinden biri enerji kullanımının sosyo-ekonomik şartlara uygun olmamasından kaynaklanır. Bu (Hongling Liua, 2014) nin de aralarında bulunduğı pek çok yazar tarafından teyit edilmiştir. Ona göre, ekoloji dostu kentsel yapılanmalar için daha bütünsel çalışmalar yapılması gerekir. Ayrıca Wong and Yuen (2011:140), daha önce değinilmeyen sorunlar ile başa çıkabilmek için yeşil ile dost toplu taşıma ve enerji veriminin doğru sağlandığı binalar ve alt yapıların inşa edilmesinin şart olduğunu belirtmiştir. BREEAM Toplulukları, çerçevesi sadece yukarıda belirtilen amaçlara yönelik çalışma yapmaz, kuruluş amacına uygun olarak, bina aşamasında daha büyük sürdürülebilirlik amaçlar. BREEAM Toplulukları'nın yararları fark edildikçe, topluluğa olan ilginin de arttığı görülmektedir. BREEAM, düşük karbon seviyeleri adına talebi düşürerek, etkin enerji kullanımını pek çok yönden ele alır. Bunlar; alan planlaması, doğal havalandırma ve rüzgar yönetimi ve en uygun düşük veya sıfır karbonlu bir dağıtım sistemidir. Böylelikle BREEAM , düşük karbonlu yaşamı toplumun ihtiyacına göre ve alana uygun bir yaşam biçimi haline getirmektedir. Karbon emisyonları ayrıca materyallerde ve ulaşımda bulunan karbon olarak da ele alınır. BREEAM standartlarının en önemli hedeflerinden biri piyasayı karbon kullanımını düşürmek üzere bilinçlendirmek, bunun gerektirdiği özeni göstermelerini sağla- 76 itü vakf dergisi Yeşil yaşam ve sağlıklı Eko-Kentler kurabilmek için ne kadar bilinçli olabilirsek, sosyal ve ekonomik dengeleri bozmadan, hatta geliştirerek o kadar fazla yeşil yerleşim alanları oluşturabiliriz. Bugün verilmiş bir karar, gelecekte bütün ülkeler için daha temiz bir yaşamın temelini oluşturacaktır. Kaynaklar: -Baeumler, A., Ijjasz-Vasquez, E., & Mehndiratta, S. (Eds.). (2012). Sustainable Low-Carbon City Development in China. World Bank-free PDF. Available online: http://siteresources.worldbank.org/EXTNEWSCHINESE/Resources/3196537-1202098669693/4635541-1335945747603/low_ carbon_city_full_en.pdf -Baeumler, A., Chen, M., Dastur, A., Zhang, Y., Filewood, R., Al-Jamal, K.,. & Pinnoi, N. (2009). Sino-Singapore Tianjin ecocity: A case study of an emerging eco-city in China. Technical Assistance Report, World Bank, Washington DC. -Building4Change (2013). Available online: http://www.building4change.com/page.jsp?id=2117. Last accessed 28/01/2014. -BREEAM Communities (2014). BREEAM Communities Webpa- mak ve düşük karbon sağlanması istenen bölgeye yeşil teknoloji getirebilmektir. Bu sürekliliğin sağlanması için çok önemli bir faktördür. BREEAM Toplulukları, Caofeidian Eko-Şehrinde olduğu gibi toplumu dış dünya ile izole eden bir sistem oluşturmamıştır. Joss and Molella'ya göre sürdürülebilir kalkınmaya farklı yaklaşımlar sergileyen Caofeidian ve iç bölgesinde potansiyel bir kopukluk vardı. Sonuç olarak çevresel yararlar tamamen gerçekleştirilemedi. Bu, Dünya Bankası'nın Tiajin Eko-Kent analizinde de yinelenmiştir. Dünya Bankası'ndan Axel Baeumler'e göre, “şehrin sürdürülebilir özelliklerini daha büyük bölgesel ve ekonomik bağlamdan uzak tutarak ve dışardan etkilere kapatarak izole etmek risk almaktır.” BREEAM toplulukları bu bağlamda en ileri görüşlü eko-şehir girşimlerini çevredeki alan ile bağlantısını koparmadan desteklemek için kullanabilir. ge. Available online: http://www.breeam.org/page.jsp?id=372. Last accessed 30.01.2014. -Clinton Climate Initiative. C40-CCI Cities (2014). Available online: http://www.clintonfoundation.org/our-work/clinton-clima- te-initiative/programs/c40-cci-cities. Last accessed 24/01/2014. -Eco-City Builders (2014). Available online: http://www.eco- citybuilders.org/why-ecocities/the-solution/guidelines-for-ecocity-development/. Last accessed 26.01.2014. -Hongling Liua, G. Z. (2014). Analysis of sustainable urban development approaches in China. Habitat International , 24-32. -Joss, S. (2009) Eco-cities: a global survey. WIT Transactions on Ecology and the Environment, 129, pp. 239–250, 2010. -Joss, S (2011). Eco-cities: the mainstreaming of urban sustainability; key characteristics and driving factors. International Journal of Sustainable Development and Planning, 6 (3): 268-285. -Joss, S., Tomozeiu, D. & Cowley, R. (2012). Eco-city indicators: governance challenges. WIT Transactions on Ecology and the Environment, 155: 109-120. -Joss, S., & Molella, A. (2013). The Eco-City as Urban Technology: Perspectives on Caofeidian International Eco-City (China). Journal of Urban Technology, 20 (1): 115-137. -Joss, S., Kargon, R. & Molella, A. (2013). Eco-Cities in Pan-Asia: International Discourses, Local Practices. From the Guest Editors. Journal of Urban Technology, 20 (1): 1-5. -Joss, S., Cowley, R. & Tomozeiu, D. (2013). Towards the ‘ubiquitous eco-city’: an analysis of the internationalisation of eco-city policy and practice. Journal of Urban Research & Practice. -Mol, A. P. J. (2001). Globalization and Environmental Reform: The Ecological Modernization of the Global Economy. Cambridge: MIT Press. -Mol, A. P. J. & Carter, N. T. (2007). China’s environmental governance in transition. In N. T. Carter & A. P. J. Mol (Eds.), Envi- Sonuç Bu makale, Eko-Kentler bakış açısının ne kadar değiştiğini ve daha verimli Eko-Şehirler kurabilmek adına atılması gereken adımların bütünsel olmasının önemini bir kez daha göstermiş oluyor, bu da sürdürülebilir kalkınmanın çok daha iyi anlaşılmasını sağlar. Önümüzdeki sıkıntılar açıkça ortada; şehirlerin ekonomik büyümelerini desteklerken, yeşil kentlere dönüşebilmeleri adına gereksinimler hızlıca karşılanmalı ve bunun için gerekli teknolojileri şehirlere getirebilmeliyiz. Yeşil yaşam ve sağlıklı Eko-Kentler kurabilmek için ne kadar bilinçli olabilirsek, sosyal ve ekonomik dengeleri bozmadan, hatta geliştirerek o kadar fazla yeşil yerleşim alanları oluşturabiliriz. Bugün verilmiş bir karar, gelecekte bütün ülkeler için daha temiz bir yaşamın temelini oluşturacaktır. ronmental governance in China (pp. 1–22). London: Routledge. -Nan Zhou, G. H. (2012). China’s Development of Low-Carbon Eco-Cities and Associated Indicator Systems. Berkeley Lab. -Prudham, S. (2009). Pimping climate change: Richard Branson, global warming, and the performance of green capitalism. Environment and planning. A, 41(7), 1594. -Roseland, M. (1997). Dimensions of the eco-city. Cities, 14(4), 197-202. -The CONCERTO Initiative (2014). Available online: http://www. ecocity-project.eu/TheConcertoInitiative.html. Last accessed 24.01.2014. -United Nations, Department of Economic and Social Affairs (UN DESA), Population Division (2012). World Urbanization Prospects: The 2011 Revision. Available online: http://esa.un.org/unup/ pdf/WUP2011_Highlights.pdf. Last accessed 27.01.2014). -United Nations Development Programme (UNDP), 2013. China National Human Development Report 2013 Sustainable and Liveable Cities: Toward Ecological Civilization. Available online: http://www.undp.org/content/dam/china/docs/Publications/ UNDP-CH_2013%20NHDR_EN.pdf. Last accessed 21.01.2014. -University of Westminster, International Eco-Cities Initiative (2014). Available online: http://www.westminster.ac.uk/csd/funded-research/international-eco-cities-initiative. Last accessed 24.01.2014. -United Nations Sustainable Development Knowledge Platform (UN SDKP). Available online: http://sustainabledevelopment. un.org/index.php?page=view&type=1006&menu=1348&nr=66. İngilizceden çeviren: Ebru Yetiş Last accessed 24.01.2014. Hasta Bina Sendromu Prof. Dr. Ayşegül Tanık İTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü Hasta Bina Sendromu (HBS), modern yaüamn yeni hastalù olarak tanmlanmaktadr. Çarpk kentleümeyle baülamü bir çeüit psikolojik rahatszlktr. HBS kiüinin çalüma alan ile iliükili üikâyetlerinin bileükesidir. Son teknolojiyle donatlmü bir binann havalandrmasnn yetersiz olmasyla elektronik cihazlarn oluüturduùu manyetik enerji ve radyasyondan oluüan yorgunluk; HBS hastalù olarak bilinmektedir. Dünya Saùlk Örgütü'nün (WHO) raporuna göre, dünyada yeni ve tadil edilmiü binalarn % 30'una yakn, bu sendromlar oluüturuyor olabilir. Yine ayn rapora göre, günümüz insan zamannn ortalama %70’ini iü, %20’sini ev ortamnda olmak üzere toplam %90’n kapal mekânlarda geçiriyor (WHO, 1984). Hasta Bina Sendromlar genellikle havalandrma sistemlerindeki kusurlarla baùlantldr ve dü hava beslemesi orann artrarak tedavi edilebilmektedir. HBS'nun diùer etmenleri, bina yap malzemelerinden szan kirleticiler veya iç ortamda kullanlan haf endüstriyel kimyasallar olarak belirlenmiütir… H asta Bina Sendromu (HBS) -Sick Building Syndrome (SBS) kavramı 1980’li yıllarda petrol krizi ve enerji darboğazının gündeme gelmesi ile ortaya çıkmıştır. Bu dönemde enerji tasarruflarından dolayı iş merkezlerinden hastanelere kadar tüm binalarda iç hava sirkülasyonu en az düzeye indirilmiş, yeterli havalandırma yapılamamıştır. Sağlıksız inşaat malzemesi kullanımı, rutubet ve kötü havalandırma sistemi, binaları mikrobiyolojik oluşumlara açık hale getirmiştir. Sonuç olarak insanlarda kapalı ortam hava kalitesi ile ilişkili olan ve HBS olarak adlandırılan sağlık sorunları görülmeye başlanmıştır (Barçın, 2005). HBS, modern yaşamın yeni hastalığı olarak tanımlanmaktadır. Çarpık kentleşmeyle başlamış bir çeşit psikolojik rahatsızlıktır. HBS kişinin çalışma alanı ile ilişkili şikayetlerinin bileşkesidir. Son teknolojiyle donatılmış bir binanın havalandırmasının yetersiz olmasıyla elektronik cihazların oluşturduğu manyetik enerji ve radyasyondan oluşan yorgunluk; HBS hastalığı olarak bilinmektedir. Dünya Sağlık Örgütü'nün (WHO) raporuna göre, dünyada yeni ve tadil edilmiş binaların % 30'una yakını, bu sendromları oluşturuyor olabilir. Yine aynı rapora göre, günümüz insanı zamanının ortalama %70’ini iş, %20’sini ev ortamında olmak üzere toplam %90’ını kapalı mekânlarda geçiriyor (WHO, 1984). Hasta Bina Sendromları genellikle havalandırma sistemlerindeki kusurlarla bağlantılıdır ve dış hava beslemesi oranını arttırarak tedavi edilebilmektedir. HBS'nun diğer etmenleri, bina yapı malzemelerinden sızan kirleticiler veya iç ortamda kullanılan hafif endüstriyel kimyasallar olarak belirlenmiştir. İstatistiklere göre her gün % 20 oranında insan bu hastalığa yakalanmaktadır. Hava kirliliği nedeniyle her geçen 10 yılda astım oranı %50 artmaktadır. Astım yıllık 14,5 milyon kayıp işgücü ve 14 milyon kayıp eğitim gününe neden olmaktadır. Amerika Birleşik Devletleri'nde bulunan binaların % 60’ı HBS içermektedir. Bu binalarda çalışanların % 20’si ilgili sendrom nedeniyle iş verimlerinin azaldığı belirlenmiştir. Çalışanların % 20’si yüksek çalışma potansiyellerini hava kirliliği nedeniyle açığa çıkaramamaktan şikayetçilerdir (Zeydan vd., 2009). Günümüzde Türkiye nüfusunun 2008 yılı istatistiklerine göre % 32’lik bir kısmı 15 yaş ve üzeri işgücü potansiyelidir. Bu işgücünün % 19,5’lik kısmı da sanayide çalışmaktadır. Sanayide çalışan nüfusun da günde ortalama 8 saati işyerinde geçmektedir (Akal, 2013). İşyeri ortamları da tıpkı evler ve diğer iç ortamlarda olduğu gibi (hastane, toplu taşıma, restoran vb., eğlence yerleri vs.) kişilerin temel sağlık gereksinimlerini karşılayacak kalitede olmalıdır diye belirlenmesine rağmen birçok itü vakf dergisi 77 ÇEVRE DOSYASI sanayi kuruluşunda, üretilen malzemenin üretim sürecindeki prosesler gereği, kullanılan kimyasallar, temizlik malzemeleri, boya malzemeleri, iş makineleri vb. işyeri iç ortam havasını olumsuz etkilemektedir. Dolayısıyla konu ülkemiz açısından da büyük önem taşımaktadır. Bu makalede HSB kaynakları, semptomları, HBS’dan korunmak için alınması gereken önlemler, yalıtımın etkisi, iç ortam hava kirleticileri ve emisyonları tanıtılarak korunma önerilerine değinilecektir. HBS Kaynakları • Enerji tasarrufu sağlamak için iyi izole edilen ve çok az havalandırılan alanlar, • Pencere ve duvarların izolasyonunda kullanılan materyaller, yapıştırıcılar, duvar boyaları, halılar, • Havada gaz halinde bulunan bina materyalleri, • Halı veya mobilyalardan gelen formaldehit, toz, kurşun, vs. • Fotokopi makinelerinden veya diğer ofis makinelerinden havaya yayılan ozon, • Kitaplardan, havalandırma sistemlerinden, halılardan gelen bakteriler, küfler. • Radon gibi kokusuz, gözle görülmeyen ve iç ortamlarda doğal olarak oluşan maddeler, vs. • Bakteriler ve mantarlar gibi mikroorganizmalar. Uygun nem, besin ve büyüme koşullarında 1 mikroorganizma 18 saatte 1 milyara ulaşabilir. Evler ve ofisler mikroorganizmaların üremesi için ideal ortamlardır. Varlıklarını koku, tavan ve döşemelerdeki lekelenmeler, halıların bozulması ile gösterirler (Zeydan vd., 2009). HBS Semptomları Yapılan araştırmalarda belirtiler daha çok kadınlarda ve 30–50 yaş arasındaki bireylerde görülmektedir. Sendromun teşhisinde kullanılabilecek bir görüntüleme yöntemi ya da laboratuar testi henüz yoktur. Solunan hava kuru ise, burun içindeki hafif ıslak dokular da kurur, kabuklanma ve tıkanıklık hissine yol açar. Bu doku tahriş olur ve aşırı salgı yapmaya başlar. Böylece kaşıntı, akıntı ve tıkanıklık gibi alerjik burun nezlesini düşündüren şikayetler ortaya çıkar. Burundaki bu değişiklikler, burun ve sinüs bölgelerinde enfeksiyon gelişme riskini artırır ve daha önceden sorunları olan hastalarda kendisini sinüzit olarak gösterir. İhmal edilir ve tedavisi aksatılırsa cerrahi operasyona kadar giden sinüzit olgularıyla karşılaşmak mümkündür. Boğaz ve gırtlak dokusunun, solunan hava nedeniyle kuruması sonucunda kuruluk, boğazda yaban- 78 itü vakf dergisi cı cisim hissi, ağrı, ses kısıklığı ve kronik kuru bir öksürük ortaya çıkabilir. Bu reaksiyonlar bazen o kadar ağırlaşabilir ki, her yutkunmada boğazda yırtılırmışçasına ağrı hissedilir (Kahraman, 2012). Burun, boğaz ve akciğer gibi üst solunum yollarındaki belirtilerden başka deri-cilt problemleri, baş ağrısı ve dönmesi, göz problemleri, aşırı duyarlılık, yorgunluk hali, histeri ve stres gibi psikolojik belirtiler de görülebilir (Özyaral ve Keskin, 2007) HBS’na karşı alınması gereken önlemler Son 10 yıldır gündeme daha çok gelen HBS konusundaki çalışmalar kesin bir sonuç ortaya koyamasa da; çalışanlar için en iyi verim, 19-200C 'de alınmaktadır. Alınması gereken önlemler ise aşağıda sıralanmaktadır (Soysal, 2008; Özçimen, vd., 2012). • Duvardan duvara halı kullanımının önlenmelidir. • Camlar açılmıyorsa hava temizleyen aletlerden yararlanılmalıdır. • Sürekli bilgisayarla çalışan personelin vardiya saatlerinin ayarlanması gibi önlemler alınmalıdır. • Duvarlar ve hava, yılda bir kez profesyonel olarak temizlenmelidir. • Havalandırma sistemi havanın bina içinde dolaşımını artırmak için temizlenmelidir. Hava filtresi kullanılmalı, filtre temiz ve kuru olmalıdır. İçeri hava alınan bölge yükleme ya da park alanlarından uzak olmalıdır. Hava filtreleri düzenli olarak değiştirilmelidir. • Havadaki nem oranı asla % 60'tan fazla olmamalıdır. İşyeri ortamları da tıpkı evler ve diğer iç ortamlarda olduğu gibi (hastane, toplu taşıma, restoran vb., eğlence yerleri vs.) kişilerin temel sağlık gereksinimlerini karşılayacak kalitede olmalıdır diye belirlenmesine rağmen birçok sanayi kuruluşunda, üretilen malzemenin üretim sürecindeki prosesler gereği, kullanılan kimyasallar, temizlik malzemeleri, boya malzemeleri, iş makineleri vb. işyeri iç ortam havasını olumsuz etkilemektedir. • Üreticinin belirttiği direktiflere tam olarak uyulmalıdır. • Bilgisayarlar her altı ayda bir bilgisayar ve elektronik donanım temizleyicileri tarafından temizlenmelidir. • Bina içinde sigara içilmesi yasaklanmalıdır. • Fayanslardaki rutubetli bölgeler değiştirilmelidir. • Halılar nemden arındırılmalıdır. • Sürekli eğitim verilmelidir. • Ortamda bulunan bireylerle iletişim geliştirilmelidir. • Elektronik cihazlar gereken sayıdan fazla olmamalı, satın almada insan sağlığına en uygun olanlar tercih edilmelidir. • Yerleşim planları sağlık koşulları gözetilerek yapılmalıdır. • İş stresini azaltmaya yönelik önlemler alınmalıdır. Yalıtımın HBS üzerindeki etkisi • Su Yalıtımı: Sağlıklı yapılmamış bina temelinden, ıslak hacimlerden ve çatıdan gelen su sızıntıları ortam neminin artmasına neden olmaktadır. • Isı Yalıtımı: Binalarda ısı yalıtımının yetersiz olması ya da doğru buhar akımının sağlanmadığı ısı yalıtım sistemleri duvarlarda yoğuşma problemleri yaratmakta, duvar yüzeyindeki yoğuşmanın yarattığı ıslanmalar nedeniyle nem düzeyi artmaktadır. • Isı Yalıtım Sistemleri: Doğru buhar akımının sağlanması yani katmanların buhar difüzyon direnç katsayısının, içeriden dışa doğru azalacak şekilde düzenlenmeleri akımı kolaylaştırmakta ve böylece yapı sağlıklı nefes alan dış duvarlara sahip olunmaktadır. İç Ortam Hava Kirleticileri ve Emisyon Kaynakları Bu kaynaklar gazlar ve biyoaerosollar olarak ikiye ayrılmaktadır. Bunlara örnekler aşağıda verilmektedir (Zeydan vd., 2009). Gazlar • CO2: Yanma işlemleri, garaj egzozu, sigara dumanı • CO: Yanma işlemleri (ısıtıcılar, sobalar, şömine), garaj egzozu, sigara dumanı • NO2: Yanma işlemleri, garaj egzozu, sigara dumanı • O3: Fotokopi makinesi, yazıcı • SO2: Gaz sobaları • Formaldehit: Ahşap mobilyalar, halılar, duvar ve tavan boyaları, izolasyon malzemeleri, reçineler, yapıştırıcılar, laminant parkeler, döşemelikler, dezenfektanlar • UOB: Mobilyalar, halılar, vernikler, çözücüler, oda parfümleri, deterjanlar, yapıştırıcılar, yanma işlemleri, boyalar, yer ve duvar kaplamaları, laminant parkeler, kuru temizleme ile temizlenen elbiseler, böcek ilaçları • Radon: Topraktan difüzyon yolu ile. Biyoaerosollar ise, • Alerjenler: Ev tozları, evcil hayvanlar, böcekler, polenler • Mantar sporları: Bitkiler, gıda maddeleri • Bakteriler, virüsler: İnsanlar, evcil hayvanlar, bitkiler, havalandırma cihazları • PAH: Yanma işlemleri ve sigara dumanı'dır. Rutubetli binalarda küf ve toksik madde oluşumları da HBS'nu tetikleyen önemli etkenlerdir. Bu ortamlar daha kolay küflenir. Rutubet oranının artmasına neden olan kaynaklar, aynı zamanda küf gelişimini destekler. Bazı coğrafi, iklim ve çevresel faktörlerin binalar üzerinde etkili olduğu bir gerçektir. Bu nedenle mimari yapı tarz ve malzeme seçimi bina ile ilgili olarak rutubet faktörünü doğrudan bağlamaktadır. Rutubetli binalarda sıklıkla rastlanan küfler arasında ilk sırayı penicillium (%96), cladosporium (%89), ulocladium (%62), Ge- omyces pannorum (%57) ve Sistronema brinkmannii (%51) tutmaktadır (Özyaral ve Keskin, 2007). Stachybotrys’lerin ortamda bulunma oranı %12.8 örneklerde görülme sıklığı ise %4.5 olmasına rağmen diğer bütün küflerden çok daha büyük risk ve önem taşımaktadır. Stachybotrys selüloz varlığında hızla gelişir. Stachybotrys gelişimi kadar selülozun varlığı cladosporium, penicillium ve aspergillus türlerinin de gelişimini destekler. Stachybotrys’in binalardaki gelişiminde duvarın kendisi üzerinde penicillium ve Aspergillus versicolor ve ikincil olarak cladosporium gelişimi izlenir. Stachybotrys özellikle boru sistemleri, alçı taşı, cam elyafı ilaveli duvar kağıdı ve alüminyum folyo üzerinde görülmektedir. Su tarafından hasar görmüş evlerin %30’unda Rutubetli binalarda küf ve toksik madde oluşumları da HBS'nu tetikleyen önemli etkenlerdir. Bu ortamlar daha kolay küflenir. Rutubet oranının artmasına neden olan kaynaklar, aynı zamanda küf gelişimini destekler. Bazı coğrafi, iklim ve çevresel faktörlerin binalar üzerinde etkili olduğu bir gerçektir. Bu nedenle mimari yapı tarz ve malzeme seçimi bina ile ilgili olarak rutubet faktörünü doğrudan bağlamaktadır. Stachybotrys’e rastlanmaktadır. Aynı şekilde Fusarium türlerinin oluşturduğu mikotoksinlerde ortamdan yakalanabilmektedir. Mevsimlere bağlı olarak sene içerisinde pencerelerin açık olduğu süreç içerisinde cladosporium, alternaria, aureobasidium türleri dış ortam havasında bulunan türlerle karşılaştırılabilinir. Böyle dönemlerde iç ortamlarda toprak kaynaklı suşlar ile penicillium türlerinin oranında artış izlenir. Toksik mantarlardan P. viridicatum, Trichoderma viride, P. decumbens ve A. versicolor önem kazanır. Ev tozlarında, bir odada gerçekleştirilen aktivitelere bağlı olarak iç ortam atmosferinde bulunan küf ve maya miktarında artış görülür. Mantarların oluşturduğu toksinlerin gelişiminde çok değişik faktörlerin rolü vardır. Yeterli besleyiciler ve gereksinim duyulan şartlar sağlandığı süre içersinde küflerin ikincil metabolitleri olan toksinleri gelişir. Isı, bağıl nem, rutubet ve gelişim için gerekli olan şartlar toksin sentezlenmesini sağlar. Yapının fiziksel konumunun yanısıra ortamda bulunan O2, CO2, çinko ve bakır konsantrasyonu Aspergillus’ların özellikle A. fumigatus ve A. flavus gelişiminin yanı sıra onların aflatoksin üretimini destekler. Havanın tükenmesi okratoksin oluşumu, belli oranda nitrojen patulin gelişimi, fosfat varlığı ise ergot sentezlenmesi ile doğrudan ilgilidir. A. parasiticus’un oluşturduğu toksinlerin varlığı ise ısı ile bağlantılıdır. Fusarium tricintum’un oluşturduğu toksin miktarını ısı şiddetle etkiler (Özyaral ve Keskin, 2007). Mikotoksinler 15°C’de sentezlenirken, daha yüksek ısılarda oluşumda azalma görülür. Bina içi ortamında her zaman küflere rastlamak mümkündür, çünkü onlar her türlü ortamda gelişebilir ve yayılabilirler. Küflerin kendileri kadar oluşturdukları toksinleri insan sağlığı için bir tehdit yaratmaktadır. Mikotoksin olarak tanımladığımız toksinlerini uygun ortam şartlarında yaratan küfler arasında özellikle Stachbotrytis chartarum ciddi sorunlar yaratmaktadır. Yaşanılan ortam havasında küflerin bulunma miktarı ile ilgili bir kayıt yoktur, 1 m3’te bulunan/ölçülen koloni oluşturan birim (KOB) şeklinde varlıkları saptanır. Solunan hava- itü vakf dergisi 79 ÇEVRE DOSYASI nın m3’ünde 106 oranında küflere ait organ yapıları bulunduğunda solunum sisteminde ciddi sorunlar yaratırlar. Bilinen küflerin hepsi insan için alerjik etkilidir. Herhangi bir şekilde kullanılan dezenfektan ile ortamdaki küflerin öldürülmesi yeterli değildir. Canlı olmayan küflere ait organ yapıları ile sporlarının solunması aynı şekilde alerjik etkidedir. Ayrıca toksinlerinin aktivitesi onların ölmesi ile kaybolmaz, etkinliğini korur. Küfler HBS’nun tetikleyicileri arasında ilk sırada yer almamalarına rağmen ciddi sorunlar yaratırlar. HBS’den Korunma Önerileri Anlaşılması zor ve oldukça karmaşık olan bu sendromun nedenleri araştırılırken hastadan detaylı bilgi alınmalı ve yaşadığı/ çalıştığı ortamın nitelikleri ayrıntılı bir şekilde sorgulanmalıdır. Bu sorgulamaların sistematik yapılabilmesi için kontrol listeleri oluşturulmalıdır. Çalışanlara iş ortamına bağlı stresörlerden uzak durulmasını sağlamaya yönelik stresle baş etmeye yönelik eğitimler verilmelidir. HBS oldukça kompleks bir sorun olduğu için çözümü farklı disiplinlerden uzmanların ortak çalışmasını gerektirmektedir. HBS’ye bağlı semptomların önlenmesi için mimarlar, mühendisler (çevre, makine vb.) ve sağlık personeli (hekim, hemşire, çevre teknikeri) işbirliği halinde çalışmalıdır. Semptomlar bina içinde girildikten belli bir süre sonra başlar ve iç ortamın terk edilmesiyle düzelme eğilimindedir. HBS’nun nedenleri araştırıldığında sorunun oldukça kompleks olduğu ve fiziksel ortam koşullarıyla, kimyasal ve biyolojik iç ortam kirleticileri ile kişisel faktörlere bağlı olduğu belirtilmiştir. Hasta bina sendromuna bağlı gözlenen semptomların önlenebilmesi için iç ortamda uygun iklimlendirme koşulları sağlanmalı ve bina içerisinde iç ortam kirleticilerinin emisyon- 80 itü vakf dergisi www.hydro-x.co.uk, Indoor Air Quality Sunveys Çalışanlara iş ortamına bağlı stresörlerden uzak durulmasını sağlamaya yönelik stresle baş etmeye yönelik eğitimler verilmelidir. HBS oldukça kompleks bir sorun olduğu için çözümü farklı disiplinlerden uzmanların ortak çalışmasını gerektirmektedir. HBS’ye bağlı semptomların önlenmesi için mimarlar, mühendisler (çevre, makine vb.) ve sağlık personeli (hekim, hemşire, çevre teknikeri) işbirliği halinde çalışmalıdır. Parametre Önerilen seviye Isı 19-23°C Bağıl nem (BN) %40-70 Havalandırma Tabandan ısıtılan elektrostatik şoklama yapılmış halı kaplı binalarda %55’ten daha fazla BN ihtiyaç vardır. Sigara içilmeyen normal bir kapalı ortam için: en az 8 litre/su/kişi Sigara içilen bir kapalı ortam için: 16 litre/su/ kişi Çok yoğun sigara içilen kapalı ortam için: 25 litre/su/kişi Toplam hava gereksinimi Saatte 4-6 kez hava değişimi Havanın hızı Saniye’de 0.1-0.3 m’dir, <0.1 m/sn havada boğukluk/tıkanıklık yaratır. >0.3 m/sn hava cereyanı yaratır. 0.1 m/sn’lik hava akımı havanın ısısını yükselterek havanın hareketliliğini sağlar. Ses 46 dBA çalışma ortamındaki üst sınırdır. Işıklandırma Genel bir çalışma ortamı için 500 lüks. Detaylı plan çalışmaları, laboratuar, dikim, çizim, pansuman vs. 750 lüks. Küçük cerrahi ameliyatlar için >450 lüks tercih edilir Tablo 1. Hava Kalitesi Uygun Aralık Değerleri (Özyaral, 2003) ları azaltılmalıdır. Solunan hava kalitesi için önerilen değerler Tablo 1'de verilmektedir. Kaynaklar - Ağca, B. (2005). İç Hava Kalitesi ve Hasta Bina Sendromu, TC Dışişleri Bakanlığı, Uluslararası Ekonomik Sorunlar Dergisi, Sayı XVI, Ankara. - Akal, D. (2013). İç Ortam Hava Kirliliği ve Çalışanlara Olumsuz Etkisi, TC Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çalışma Dünyası Dergisi, Cilt 1(1), s.112-119. - Özyaral, O., Keskin, Y. (2007). Hasta Bina Sendromu, Türkiye Tekstil Sanayi İşverenleri Sendikası, 414 s. - Özyaral (2003). Hasta Bina Sendromu. http://simad55. tripod.com/kitap2003/02.htm - Zeydan, Z. E., Zeydan, Ö., Yıldırım, Y. (2009). Hasta Bina Sendromu, IX. Ulusal Tesisat Mühendisliği Kongresi, 06–09 Mayıs 2009, Bildiriler Kitabı, 587–595. - WHO (1984). Indoor Air Quality Research, Euro Report and Studies, No:103, 1984. - Özçimen, D., Terzioğlu, P., Yücel, S. (2012). Human Health Effects of Air Conditioners, Journal of Engineering and Natural Sciences, Sigma 30, 56–65. - Kahraman, M. (2012) HBS nedir? www.bilgiustam. com/hasta-bina-sendromuhbs-nedir/ - Soysal, F. (2008). HBS, www.hurriyet.com.tr/saglik/9027838.asp Günçä Aydnlatma Mevzuat åçin Saälk Açsndan Bir Argüman Assoc. Prof. Mohamed Boubekri Illinois University, Urbana-Champaign İ www.thearthole.co.uk/hole/index.php/portfolio/britishmedicaljournal, Illustrator Rob White - Daylight and healt Günlük yaüammzda doùru üùa yeterince maruz kalmamann pek çok saùlk sorununa yol açabileceùini ve üùn, saùlk sorunlarnn üstesinden gelmek için tedavi amaçl olarak, hatta belki koruyucu ilaç iülevinde dahi kullanlabileceùini gösteren bol miktarda delil mevcuttur. Bu bilgiye raùmen, inüaat sektörü ve sektördeki düzenleme ve denetleme kurumlar bu sorunu henüz önemine uygun bir yaklaümla ele almamaktadr. Bina aydnlatma kurallar ük-saùlk iliükisini göz önünde bulundurmamakta, üklandrma konusunda temel olarak görsel performans kriteriyle ilgilenmektedir… nşaat Sektöründeki Aydınlatma Standartlarının Mevcut Durumu Görsel performansın uygun aydınlık seviyelerini belirlemede tek ölçüt olarak kullanılması, aydınlatmanın meskun olmayan binalarda yüksek enerji tüketimine sebep olmasına ilişkin kaygılar ve daha verimli teknolojilerin geliştirilmesi, önerilen aydınlık seviyelerinin son beş veya altı yıl içerisinde düşmesine yol açmıştır. (IES, 1958; 1980). Bununla beraber, ne aydınlatma tasarımı prensipleri ne de aydınlık standartları ışık ve binayı kullananlarla ilgili sağlık meselelerini göz önünde bulundurmakta. Halbuki ışığın insan sağlığının bazı yönleriyle ilişkili olduğunu gösteren çok sayıda bilimsel delil mevcut. Mevsimsel duygudurum bozuklukları ve depresyon ile mücadele etmek, fotosentez için gereken ışık seviyelerini temin etmek, insan vücudunda D vitamini salgılanmasını kolaylaştırmak gibi amaçlarla kullanımda gereken, yani çeşitli hastalıklar için tedavi edici olarak kabul edilen ışık seviyeleri, iç mekanlar için tavsiye edilen aydınlık seviyelerinin katbekat üzerindedir (Boubekri, 2004). Öncelikle şunu belirtmekte fayda var: Herhangi bir günışığı aydınlatma mevzuatının etkili olması için sadece belirli bir odada yeterli miktarda günışığı olması şartını koşması yeterli değildir. Buna ilaveten günışığının süresi de mevzuatta belirtilmelidir. Günışığı dinamik ve devamlı surette değişkendir. Aydınlatma ile ilgili kural ve şartlar odanın işlevsel gereksinimlerine, mevsimsel değişimlere, binanın bulunduğu konumdaki coğrafi ve iklimsel koşullara ve kullanıcıların ihtiyaçlarına uygun olarak belirlenmelidir. İnsanların açık havada yaptıkları aktivitelerde yeterli derecede güneş ışığına maruz kaldıkları iddia edilebilmektedir; ancak, yapılan çalışmalar bu varsayımın her zaman doğru olmadığını göstermektedir. Bir çalışmada, San Diego Kalifor- itü vakf dergisi 81 ÇEVRE DOSYASI niya’daki 40 ila 60 yaşlarındaki bir yetişkin popülasyonun günışığına maruziyet derecesi incelenmiştir. Yapılan bu çalışma, San Diego’lu bu popülasyonun ılıman San Diego ikliminde dahi açık havada günışığı altında çok az zaman geçirdiğini göstermektedir. (Espiritu, 1994). Espiritu’nun bu verileri, insanların yeterli miktarda günışığına maruz kalmadığı iddiasını destekleyen geçmiş araştırmalarla (Campbell ve ark., 1988; Kripke ve ark., 1989; Okudaira ve ark., 1983; Savides ve ark., 1986) paralel sonuçlara işaret etmektedir. İnsanların iç mekanlarda, açık havada geçirdikleri zamandan çok daha fazlasını geçirdiğinin farkına vardıktan sonra, iç mekanlarda insanların yeterli miktarda günışığına maruz kalabilmesi ve binaların bu miktarları sağlayabilir olması bir olmazsa olmaz haline gelir. Binalarda pencerelerin salt mevcudiyetinin yeterli günışığını temin edeceğini varsaymak da doğru bir yaklaşım değildir. Zira pencerelerin yeterli miktarda günışığı sağlayıp sağlayamayacağı onların boyutlarına, konumlarına ve günışığı geçirgenliklerine bağlıdır. Işık ve Sağlık Günışığı ile bazı türden hastalıklardan ötürü hastanede yatan hastaların iyileşme süreleri arasında yakın bir bağ bulunduğunu tespit eden çalışmalar bulunmaktadır. Bu çalışmalardan birinde 415 unipolar ve 187 bipolar yatılı depresyon hastasından oluşan bir örneklemin hastanede kalma süresi takip edilmiştir. (Benedetti ve ark., 2001) Söz konusu çalışmada, doğu yönüne bakan odalarda bulunan ve dolayısıyla sabah güneşine maruz kalan bipolar hastaların ortalama hastanede kalma sürelerinin, batı yönüne bakan odalardaki hastalara oranla 3,67 gün daha az olduğu saptanmıştır. Aynı çalışmada unipolar hastalarda ise hiçbir etki tespit edilmemiştir. Bir başka çalışmada da, bir psikiyatri birimindeki yatılı hastaların yarısı güneş ışığına maruz bırakılırken diğer yarısı ise maruz bırakılmamıştır. (Beauchemin ve Hayes, 1996). Bu çalışmaya göre, güneş alan odalarda bulunan hastaların ortalama hastanede kalış süresi 16,8, gün ışığı almayan odalarda kalan hastaların ortalama kalış süresi ise 19,5 olmuştur. Ofis binaları için yapılan pek çok kullanım sonrası değerlendirme ve anket, insanların pencereleri olan ortamlarda çalışmayı penceresiz ortamlarda çalışmaya tercih ettiklerini göstermektedir. Güneş ışıldadığın- 82 itü vakf dergisi ışığın pozitif veya “iyi hissettiren” etkilerinin tüm psikolojik sebeplerini bilmesek veya anlayamasak da, tıp bilimi ışık ile insan sağlığının bazı fiziksel yönleri arasındaki nedensel ilişkilere ışık tutan çok sayıda bilgiye ulaşmıştır. da insanlar kendilerini genel olarak daha enerjik, neşeli ve iyi bir ruh hali içerisinde hissetmektedir. Aynı şekilde, kapalı veya bulutlu günlerde insanlar kendilerini keyifsiz hissetmekte, hatta bazıları depresif dahi olmaktadır. Genel olarak da insanların günışığı koşullarında kendilerini daha iyi hissettikleri kabul edilmektedir. İnsanlar genellikle evlerine çatı pencereleri yaptırarak daha fazla doğal ışık temin etmeye çalışmaktadır. Mimarlar da hem kendi kişisel deneyimlerine hem de başka insanların söylediklerine dayanarak, insanlar için günışığının (güneş ışığı) elektrik kaynaklı ışıklara göre daha sağlıklı olduğunu varsayarlar. Henüz doğal Ofis binaları için yapılan pek çok kullanım sonrası değerlendirme ve anket, insanların pencereleri olan ortamlarda çalışmayı penceresiz ortamlarda çalışmaya tercih ettiklerini göstermektedir. Güneş ışıldadığında insanlar kendilerini genel olarak daha enerjik, neşeli ve iyi bir ruh hali içerisinde hissetmektedir. Aynı şekilde, kapalı veya bulutlu günlerde insanlar kendilerini keyifsiz hissetmekte, hatta bazıları depresif dahi olmaktadır. Işık ve D Vitamini Sentezi D vitamini, insan vücudunun kalsiyum ve fosfor emilimini ve kullanımını düzenlemeye yardımcı olur. Bu da hem normal büyüme hem de kemik ve diş gelişimi için hayati önem taşır. Ayrıca bağırsak emilimini ve böbreklerdeki geri emilimi uyarır, kandaki kalsiyum ve fosfor seviyelerinin düzenlenmesine yardımcı olur. Kalsiyum birikmesini arttırmak suretiyle kemiklerin ve dişlerin sertleşmesini sağlar, bunların yanı sıra kalsiyumun vücut hücre zarları arasındaki hareketine de yardımcı olabilmektedir. Cilt, UV-B radyasyonuna maruz kaldığında (290–315 nm dalga boyu), 7-dihidrokolesterol’ü (ciltte bulunan pro-hormon formu) D vitaminine dönüştürür. Bu bileşik, karaciğere gider ve burada depolanma formu olan 25-dihidroksivitamin D’ye (25-OHD) dönüştürülür (Glerup, 2000). 25-OHD, kan serumu içinde bulunur ve vitamin D seviyelerini değerlendirmek için test edilen bileşiktir. Değerlendirmelere göre normal koşullarda cilt, vücudun gereksinim duyduğu D vitamini miktarının %80 ila 100’ünü üretebilmektedir. (Glerup, 2000). Yiyecekler ise vücudumuzdaki D vitamini miktarına katkıda bulunan ikinci kaynaktır. Günümüzde D vitamininin Tavsiye Edilen Günlük Alım Miktarı (RDA) günde 5 ug veya 200 IU’dur (uluslararası birimler); bununla beraber, çok sayıda kişi bu miktarın çok daha yüksek olması gerektiğini düşünmektedir. Bu düşük olduğu şüphesi duyulan RDA standardına göre bile, ABD’de yaşayan sağlıklı insanların çoğunluğu D vitamini eksikliği yaşamaktadır. (Fuller, 2003) Mevcut delillere göre, güneş ışığına sınırlı ölçüde maruz kalan insanların günlük D vitamini alımı 20 ila 25 ug (800–1000 IU) olmalıdır. (Glerup, 2000). Buna ilaveten, insanlar yaşlandıkça D vitaminini daha verimsiz kullanırlar, dolayısıyla gereken günlük D vitamini alımı seviyeleri yaşla birlikte yükselmelidir. Klinik D vitamini yetersizliği gelişiminin sebebi genellikle günışığına yetersiz miktarda maruz kalınması ve beslenme yoluyla alımın düşük olmasıdır. Çoğu gelişmiş ülkede uzun zamandır bir sorun olmaktan çıkmış olan raşitizm, hala bazı tropik ülkelerde görülmektedir. Bunun sebebi, bu ülkelerde bebeklerin kundağa sarılması ve kadınların eve hapsolmuş durumda olmalarıdır. Hareket edebilmek için kendisine bakan kişinin yardımına ihtiyaç duyan yaşlılar, yatalak hastalar, penceresiz ortamlarda yaşayan veya çalışan insanlar ve çok yoğun alanlarda sınırlı güneş ışığı maruziyetiyle yaşayan veya çalışan insanlar güneş ışığına yetersiz maruziyet ve D vitamini eksikliği riskleri taşımaktadırlar. Avustralya’daki bir tıbbi araştırmada, Tazmanya bölgesindeki yaşlı ve pek fazla hareket etmeyen hastalardan oluşan bir örneklemde mevsim değişikliği, yüksek kalça çatlaması insidansı ve D vitamini seviyeleri arasındaki ilişki incelenmiştir. (Inderjeeth ve ark., 2002). Bu hastalardan %68’i ya bir kurumda bakım görmekte, ya da hareket etmek için bir bakıcıya bağımlı durumdadır. Bu hastalardan %48’i, haftada birden daha az bir sıklıkta dışarı çıkabilmektedir. Araştırmanın sonuçlarına göre söz konusu hastaların D vitamini konsantrasyonları, mevsime bağlı olarak istatistiksel açıdan anlamlı düzeyde değişiklikler göstermemektedir. Bu da hastaların çoğunlukla yatalak veya evden çıkamayan hastalar olması durumuna bağlanmaktadır. Bu Avustralya kökenli araştır- ma, güneş ışığının insan hayatı için mutlak surette zaruri olduğunu vurgulamaktadır. Bu hastaların beslenme alışkanlıkları nasıl olursa olsun, D vitamini eksikliğinin üstesinden gelmeye yetmemiştir. Bu eksiklik de hastalarda kemik zayıflığının sebebini Pineal bezi, aldığı ışık sinyaline tepki verir ve insanın günlük biyoritmini ışığa göre ayarlar. Serotonin ve melatonin gibi güçlü hormonlar üretir. Farklı melatonin seviyeleri vücudumuzdaki enerji ve aktivite seviyelerini belirler. Düşük ışık düzeyleri söz konusu olduğunda melatonin salgılanması artar ve mahmurluk veya uykulu olma belirtileri ortaya çıkar. Günışığı, melatonin üretimini baskılar ve serotonin salgılayarak zihnin tetikte olmasını sağlar. Bu hormonal düzenleyicinin adı suprakiazmatik çekirdektir. İnsanlarda sirkadiyen veya içsel saati düzenler. teşkil etmiştir. İnsan vücudunda D vitamini üretimi için güneş ışığının besin takviyelerinden daha etkili olup olmadığına ilişkin tartışma, geçmişte iki farklı araştırmada incelenmiştir. Bunlardan birisi ABD’de, diğeri ise İsveç’te yapılmıştır. Amerika’da yapılan araştırmanın (Webb ve ark., 1990) sonuçları, Avustralya’da yapılan araştırmanın sonuçlarıyla uyum içerisindedir. Webb’in araştırmasına göre, serum 25 (OH)D konsantrasyonlarındaki (D vitamini) güneş ışığı maruziyeti kaynaklı mevsimsel değişiklikler, serbest yaşayan hastalarda en yüksek derecede olup, daha az hareketli hastalarda, D vitamini içeren besin takviyeleri alımından bağımsız olarak önemli ölçüde azalmaktadır ve bu azalma daha az hareketle orantılı biçimde gerçekleşmektedir. İşveç’teki araştırma da (Landin-Wilhelmsen, ve ark., 1995) bu bulguları doğrulamaktadır. Bu araştırmada belli ölçüde yararlı olsalar da besin takviyelerinin günışığının insan vücudundaki D vitamini seviyelerine etkisini tamamen ikame edemeyeceği ve insanların, özellikle de az hareket edebilen veya açık hava aktiviteleri minimal düzeyde olanların güneş ışığına erişimini teminat altına almaya yönelik yeterli ölçüde tedbir alınması gerektiği sonucuna varılmıştır. D vitamini eksikliği, kemik zayıflığının yanı sıra başka ciddi hastalıklarla da bağlantılıdır. D vitaminin, kan basıncındaki sert değişimler ve renal osteodistrofi (kronik böbrek yetmezliğinin sebep olduğu bir hastalık) üzerinde doğrudan bir etkisi bulunmaktadır. Bir başka çalışma da diyaliz ve böbrek nakli hastaları popülasyonlarının kan basıncı değişimlerinde mevsimsel düzenlilikler tespit etmiştir (Prasad ve ark., 2001). Hastalarda kan basıncı kışın yaza oranla daha yüksek olmuş ve hastaların günışığına maruz kalma sürelerinin uzunluğu, kan basıncı seviyelerini anlamlı ölçüde etkilemiştir. Günışığına daha uzun süre maruz kalındıkça kan basıncı daha normal seviyelerde gerçekleşmektedir. itü vakf dergisi 83 ÇEVRE DOSYASI Işık ve İnsanlarda Endokrin Sistemi İnsan vücudunun yaşamını sürdürmesini sağlayan işlevlerden çoğu hipotalamus tarafından kontrol edilmektedir. Hipotalamus, beynin vücudumuzdaki enerji ve sıvı dengesi, büyüme ve olgunlaşma, dolaşım ve solunum, duygusal denge, üreme, ısı regülasyonu ve aktivitesi ve uyku alışkanlıkları gibi bir takım süreç ve işlemlerden sorumlu olan bir bölgesidir. Hipotalamusta yer alan ve insan endokrin sisteminin bir bileşeni olup, hem metabolizmanın hem de her bir vücut hücresindeki kimyasal reaksiyonların fiziksel ve kimyasal süreçlerini yöneten pineal bezinin hormon salgılaması için günışığı bir katalizör görevi yapmaktadır. Pineal bezi, aldığı ışık sinyaline tepki verir ve insanın günlük biyoritmini ışığa göre ayarlar. Serotonin ve melatonin gibi güçlü hormonlar üretir. Farklı melatonin seviyeleri vücudumuzdaki enerji ve aktivite seviyelerini belirler. Düşük ışık düzeyleri söz konusu olduğunda melatonin salgılanması artar ve mahmurluk veya uykulu olma belirtileri ortaya çıkar. Günışığı, melatonin üretimini baskılar ve serotonin salgılayarak zihnin tetikte olmasını sağlar. Bu hormonal düzenleyicinin adı suprakiazmatik çekirdektir. İnsanlarda sirkadiyen veya içsel saati düzenler. Bu döngü, başka şeylerin yanında, isabetli bir şekilde zamanlanmış hormonal ve metabolik değişiklikleri içerir. Sıklıkla kuzey enlemlerinde yaşayan insanlarda görülen ve genellikle Mevsimsel Duygudurum Bozukluğu veya MDB (İng.: SAD) olarak adlandırılan mevsimsel depresyon fenomeni, ışığın insanlardaki endokrin sistemine ilişkin yaygın olarak bilinen etkilerinden bir başkasıdır. Yaklaşık olarak on milyon Amerikalının bu hastalıktan mustarip olduğu tahmin edilmektedir. Araştırmalar, insanların MDB vulnerabiliteleri ile doğal ışığa ve güneş ışığına maruziyetleri arasında pozitif bir korelasyon bulunduğunu ortaya koymaktadır. Genel kanıya göre, daha az bir süre güneş ışığına maruz kalmaktan kaynaklanan yüksek melatonin seviyeleri de bu hastalığa katkıda bulunmaktadır. MDB hastaları, yılın hangi zamanında olursa olsun gökyüzünün kapalı olduğu ve/ veya iç mekan aydınlatmasının azaldığı zamanlarda depresyonlarının daha da kötüye gittiğini belirtmektedir. (Nayyar ve ark., 1996). Kuzey enlemlerinde yaşayan MDB hastaları, kış depresyonlarının kuzeye gittikçe daha da ciddileştiğini belirtmiştir. (Lam ve ark., 2001). 1980 tarihinde ışık terapisi ilk defa MDB te- 84 itü vakf dergisi davisinde kullanılmıştır (Rosenthal, 1984). Tedavisi yapılan hasta, bahar geldiğinde beklenmedik bir şekilde ortadan kalkan bir kış depresyonundan mustariptir ve bu rahatsızlığın geçmişi 13 yıla dayanmaktadır. İlk deneysel tedavide öncelikle benimsenen yaklaşım, sabah 6 ile 9 arasında ve akşamüstü 4 ile 7 arasında hastayı parlak ışığa maruz bırakarak kış günlerini “uzatmak” olmuştur. Bununla beraber, bu ışık tedavisi yalnızca ışık parlak olduğunda etkili bir antidepresan olabilmiştir; loş ışığın hiç ama hiç etkisi olmamıştır (Rosenthal, 1984). İlk gün ışığı simüle eden tam spektrumlu ışık kutusu versiyonları 2500 lux ışık vermekteydi. Bu da insanların iç mekanlarda elektrik kaynaklı ışıklardan aldığının 4 veya 5 katına denk geliyordu. Daha sonraki araştırmalar ışık tedavisinin etkili olmasının sadece ışığın yoğunluğuna değil aynı zamanda da maruziyetin süresine ve ışığın spektral kalitesine bağlı olduğunu gösterdi. (Wirz-Justice, 1998, Graw ve ark., 1998). Örneğin, günde iki saatliğine 2500 lux ışık verilerek yapılan bir tedavinin Mevcut durumda, hukuken mimarların binalara doğal ışık sağlama zorunluluğu yoktur. Çoğu oturmaya elverişli binada pencere bulunması bir zorunluluktur; ancak, bina kurallarında pencere zorunluluğuna büyük ölçüde yangın güvenliği ve tahliye açısından yer verilmiş, ortama doğal ışık sağlama kaygısı güdülmemiştir. antidepresan etkisi, günde 30 dakikalığına 10000 lux ışık verilerek yapılan bir tedavinin antidepresan etkisine eşit olabilmektedir. Işık tedavisi sebebiyle ortaya çıkan serotonerji artışının, hastalara parlak ışık terapisinin iyi gelmesini sağlayan ana mekanizma olduğu saptanmıştır. (Durlach ve ark., 2002). Şimdilerde bu türden bir tedavinin MDB hastalarının %80’inde etkili olabileceği düşünülmektedir. Işığın Spektral Kalitesi Güneş ışığının sağlığa başka faydaları da bulunmaktadır ve bunların kaynağı güneş ışığının metabolizmamız üzerinde etkili olan karaciğer metabolitine yaptığı etkidir. Doğal ışığa maruziyet, karaciğer metabolitinin salgılanmasını uyarır (Neer, 1977); ancak, doğal günışığının spektral bileşimine sahip olduğu takdirde, yapay olarak simüle edilmiş günışığı da sağlığa bazı olumlu etkiler yapabilmektedir. Neer’in araştırması, kışın iç mekanlarda tutulan ve yapay olarak simüle edilmiş yüksek yoğunluktaki (normalde çoğu binanın içerisinde elek trik kaynaklı aydınlatma ile elde edilenden çok daha yüksek olan 5000 lux’e ulaşan seviyelerde) günışığına maruz bırakılan sağlıklı erkeklerin barsaklarındaki kalsiyum emiliminde artışların görüldüğünü tespit etmiştir. Bu sonuçlar, kesin delil içermeseler de, insan sağlığına böyle benzersiz bir biçimde katkı yapan şeyin, güneş ışığında bulunan ışık spektrumunun doğası olduğunu göstermektedir. Çoğu elektrikli ışık kaynağı, güneş ışığının spektrumunu üretemez. Dahası, güneş ışığının spektral bileşimi mevsimlere ve günün bölümlerine göre değişmektedir (Diffey, 2002). Tetikte olma durumunu teşvik veya inhibe eden kimyasal reaksiyonların yalnızca bir UV eşiği aşıldığında gerçekleştiği varsayıldığında, bu değişim döngüsü insanlardaki sirkadiyen ritmin ardında yatan temel sebep olabilir. Tartışma ve Günışığı Aydınlatma Mevzuatına İlişkin Yaklaşım Aydınlatmanın tüm psikolojik ve fizyolojik etkileri üzerine yapılmış tüm araştırmaları kapsamlı bir şekilde özetlemek mümkün olmayabilir; ancak, bu makalede yer aldığı gibi kısa bir özet dahi, gün ışığının binalarda zaman geçiren insanların sağlıkları üzerindeki bilinen ve psikolojileri üzerindeki potansiyel etkileri açısından ilginç bir genel değerlendirme sunmaktadır. Örneğin, ışığın ruh halini etkilediği net olarak bilinmektedir, ancak bu etkinin mekanizmaları iyi bir şekilde tanımlanamamıştır ve kesinlikle çok boyutludur. Temel psikolojik seviyede bakıldığında, ışık uyarılmayı doğrudan etkiler; bu şekilde de ruh halinde değişimlere sebep olur. Aynı zamanda da tetikte olmaya ilişkin hormonal seviyeleri etkileyen sirkadiyen ritmi düzenler. Bu, ruh hali ve duyguların belirleniminde çok önemli bir bileşendir. Günlük yaşamımızda doğru ışığa yeterince maruz kalmamanın pek çok sağlık sorununa yol açabileceğini ve ışığın, sağlık sorunlarının üstesinden gelmek için tedavi amaçlı olarak, hatta belki koruyucu ilaç işlevinde dahi kullanılabileceğini gösteren bol miktarda delil mevcuttur. Bu bilgiye rağmen, inşaat sektörü ve sektördeki düzenleme ve denetleme kurumları bu sorunu henüz önemine uygun bir yaklaşımla ele almamaktadır. Bina aydınlatma kuralları ışık-sağlık ilişkisini göz önünde bulundurmamakta, ışıklandırma konusunda temel olarak görsel performans kriteriyle ilgilenmektedir. 1500 ila 2500 lux ışık melatonin salgılanmasını baskılarken 500 lux ışığın bu etkiyi yapmaması, veya 5000 lux ışığın karaciğer metabolit salgılanmasında iyileştirici tedavi yöntemi olarak kullanılabilmesi gibi bilgilerin, bina içlerine ilişkin ışık kuralları ve düzenlemelerinde ciddi oranda göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Buna ilaveten, gün ışığının spektral dağılımına sahip parlak ışık tedavisinin mevsimsel duygudurum bozukluğunu tersine çevirebileceği bilgisi de, önemli olanın sadece ışığın yoğunluğu değil, aynı zamanda da spektral özellikleri olduğu görüşünü desteklemektedir. Günışığı aydınlatmasının önemine ilişkin bu farkındalıklar, özellikle de günışığının sadece bol değil aynı zamanda da “ücretsiz” bir kaynak olduğu göz önüne alındığında, daha da önemli hale gelmektedir. Bununla beraber, bu konuda önerdiğim türden düzenlemelere gitmek, hem mimarların hem de binalarla ilgili mevzuatları belirleyenlerin mekansal planlama yapmak suretiyle sağduyulu biçimde ve enine boyuna düşünerek yürütmeleri gereken bir süreçtir. Tedavi amaçlı olarak önerilen aydınlık seviyeleri, çoğu bina türünde görsel işlem yapabilme performansı için gereken stan- itü vakf dergisi 85 ÇEVRE DOSYASI İklim, mevsim, bölge koşulları, pencere düzenlemesi özellikleri ve diğer olası kriterler ışığında, olması gereken aydınlık seviyelerini karşılayacak bir pencere düzenlemesi sistemi tasarlamak mimarın inisiyatifindedir. Binalarımızda etkin bir günışığı aydınlatması ancak ve ancak pencereler gerçek anlamda günışığı kaynakları haline dönüştürüldüğünde yapılabilir. dartların birkaç kat üzerindedir. Kış süresince tekrarlanan bir biçimde parlak ışığa maruz kalmak, sağlıkla ilgili yaşam kalitesi artışında ve psikolojik sıkıntının dindirilmesinde etkilidir. Kuşkusuz, maliyet ve enerji tüketimi açısından bakıldığında binaların elektrik kaynaklı ışıklarla böylesi yüksek seviyelerde aydınlatılması pek makul değildir. Halbuki doğal ışık, özellikle de mevcut olduğu zamanlarda güneş ışığı, çoğu mevsimde ve coğrafi konumda bu gereken yüksek aydınlık seviyelerini birkaç saatliğine ve neredeyse sıfır maliyetle tedarik edebilir. Bununla beraber, yapılan araştırmalara göre insanlar her zaman yüksek günışığı aydınlığı seviyelerine gerekli miktarda maruz kalma imkanı bulamamaktadırlar. Üstelik çoğu insan zamanının yüzde 80 ila 90’ını iç mekânlarda geçirmektedir. [Evans et al., 1998] Dolayısıyla, bina içlerinde gerekli miktarlarda günışığı aydınlatması yapılması bir olmazsa olmaz haline gelmektedir. Bu çalışmanın göstermeye çalıştığı gibi, tıbbi araştırmalar insanların yaşamak için günışığına ve güneş ışığına ihtiyaç duyduğunu göstermektedir. Günışığı aydınlatma mevzuatları, aydınlatma standartlarını belirlerken yalnızca görsel performansa dair gereksinimleri değil, aynı zamanda da sağlık ve genel refah kriterlerini göz önüne almalıdır. Mevcut durumda, hukuken mimarların binalara doğal ışık sağlama zorunluluğu yoktur. Çoğu oturmaya elverişli binada pencere bulunması bir zorunluluktur; ancak, bina kurallarında pencere zorunluluğuna büyük ölçüde yangın güvenliği ve tahliye açısından yer verilmiş, ortama doğal ışık sağlama kaygısı güdülmemiştir. Pencerelerle ilgili düzenlemelerde ölçüt, pencerelerin boyutlarından ziyade, odaya ne miktarda ve ne kadarlık bir süre zarfında ışık sağladıkları olmalıdır. Günışığının dinamik ve daimi surette değişken olduğu göz önüne alındığında, günışığı seviyelerine maruziyet süresi önemlidir. İklim, mev- 86 itü vakf dergisi sim, bölge koşulları, pencere düzenlemesi özellikleri ve diğer olası kriterler ışığında, olması gereken aydınlık seviyelerini karşılayacak bir pencere düzenlemesi sistemi tasarlamak mimarın inisiyatifindedir. Binalarımızda etkin bir günışığı aydınlatması ancak ve ancak pencereler gerçek anlamda günışığı kaynakları haline dönüştürüldüğünde yapılabilir. Günışığı, bina ortamlarında günışığı yetersizliği sonucunda ortaya çıkabilen çeşitli hastalıklar için uygun maliyetli bir koruyucu tıp yöntemi olma potansiyeline kesin olarak sahiptir. İngilizceden çeviren: Kerem Geçmen Referanslar -Beauchemin, K. M., Hays, P. (1996) Sunny hospital rooms expedite recovery from severe and refractory depressions. J. Affective Disorder 40: 49–51. -Benedetti, F., Colombo, C., Barbini, B., Campori, E., Smeraldi, E. (2001) Morning sunlight reduces length of hospitalization in bipolar depression. J Affective Disorder 62(3): 221–223. -Boubekri, M. (1999) On the issue of Illuminance requirement as a design criterion. J. Human-Environment System 3(1): 71–76. -Boubekri, M. (2004) An overview of current daylighting legislation. J. Human-Environment System 7(2): 58–63. -Campbell, S. S., Kriptke, D. F., Gillin, J. C., Hrubovcak, J. C. (1988) Exposure to light in healthy elderly subjects and Alzheimer’ patients. Physiol. Behav. 42: 141–144. -DeMarin, D. I., Melissa, M. Shelton, L., Stankowski, L. F. Jr. (1995) Mutation spectra in Salmonella of sunlight, white fluorescent light, and light from tanning salon beds: Induction of tandem mutations and role of DNA repair. Mutation Res. 327: 131–149. -Diffey, B. L. (2002) Sources and measurement of ultraviolet radiation. Methods 28(1): 4–13. -Durlach, J., Pages, N., Bac, P., Bara, M. Cuiet-Bara, A. (2002) Biorhythms and possible central regulation of magnesium status phototherapy, darkness therapy and chronological forms of magnesium depletion. Magn. Res. 15: 49–66. -Espiritu, C. R., Kriptke, F. D., Ancoli-Israel, S., Mowen, M. A., Mason, J. W., Fell, L. R., Klauber, R. M., Kaplan, J. O. (1994) Low illumination experienced by San Diego adults association with atypical depressive symptoms. Biol. Psychiatry 35: 403–407. -Evans, G. W., McCoy, J. M. (1998) When buildings don’t work: The role of architecture in human health. Env. Pschy. 18: 85–94. -Fuller, K. (2003) Sad to the bone. Nursing Homes Long Term Care Management 44. February. -Graw, P., Hans-Joachim, H., Georg, L., Wirz-Justice, A. (1998) Sleep deprivation response in seasonal affective disorder during a 40-h constant routine. J. Affective Disorders 48(1): 69–74. -Glerup, H., Mikkelsen, K., Poulsen, L., Hass E., Overbeck, S., Thomsen, J., Charles, P., Eriksen E. F. (2000) Commonly recommended daily intake of vitamin D is not sufficient if sunlight exposure is limited. J. Internal Medicine 247(2): 260–268. -Illuminating Engineering Society (1958) IES Lighting Handbook 53(8): 422. -Illuminating Engineering Society (1980) Selection of Illuminance value for interior lighting design (RQQ report no. 6). I-lluminating Engineering Society of North America (1999) IESNA Recommended practice of daylighting (RP-599). -Inderjeeth, C. A., Barett, T., Al-Lahham, Mulford, J., Nicklason, F., Reberger, C. (2002) Seasonal variation, hip fracture and vitamin D levels in Southern Tasmania. New Zealand Med. 26(1152): 183–185. -Kriptke, D. F., Mullaney, D. J., Savides, T. J., Gillin, J. C. (1989) Phototherapy for nonseasonal major depressive disorders. In: Seasonal Affective Disorders and Phototherapy, eds. by Rosenthal N. E., Blehar N. C. The Guilford Press, New York. pp. 342–356. -Lam, R. W., Tam, E. M., Yathan, L. N., Shiah, I. S. (1995) Seasonal depression: the dual vulnerability hypothesis revisited. J. Affect Discord 63: 123–132. -Landin-Wilhelmsen, K, Wilhelmsen, L, Wilske, J., Lappas, G., Rosen, T., Lindstedt, G., Lundberg, P. A., Bengtsson, B. A. (1995) Sunlight increases serum 25(OH) vitamin D concentration whereas 1,25(OH) 2D3 is unaffected: Results from a genral population study in Goteborg, Sweden (The WHO MONICA Project). Eur. J. Clin. Nutr. 49(6): 400–407. -Nayyar, K., Cochrane, R. (1996) Seasonal changes in affective state measured prospectively and retrospectively. J. Psychiatry 168(5): 627–632. -Neer, R. M. (1977) In: Vitamin D: Biochemical, Chemical, and Clinical Aspects Related to Calcium Metabolism, eds. by Norman, A. W., Schaefer, K., Coburn, J. W., DeLuca, H. F., Fraser, D., Grigoleit, H., von Herrath, D. Walter de Gruyter, Berlin. -Okudaira, N., Kriptke, D. F., Webster, J. B. (1983) Naturalistic studies of human light exposure. Am. J. Physiol. 245: R613–R615. -Parasad, G. V., Nash, M. M., Zaltman, J. S. (2001) Seasonal variation in outpatient blood pressure in stable renal transplant recipient. Transplantation 72(11): 1792– 1794. -Prasko, J., Horaceck, J., Klascha, J., Kossova, J., Ondrackova, I., Sipek, J. (2002) Bright Light Therapy and/or mipramine for inpatients with recurrent non-seasonal depression. Neuroendocrinal Lett. 23(2): 109–113. -Rosenthal, N., Sack, D., Gillin, J. (1984) Seasonal affective disorder: A description of the syndrome and preliminary findings with light therapy. J. General Psychiatry 41: 72–80. -Savides, T. J., Messin, S., Senger, C., Kriptke, D. F. (1986) Natural light exposure of young adults. Physiol. Behav. 38: 571–574. -Veitch, J. A., McColl, S. L. (2001) A critical examination of perceptual and cognitive effects attributed to fullspectrum fluorescent lighting. Ergonomics 44(3): 255– 279. -Webb, A. R., Pillbeam, C., Hanafin, N., Holick M. F. (1990) An evaluation of the relative contribution of exposure to sunlight and of diet to the circulating concentration of 25-hydroxyvitamin D in an elderly nursing home population in Boston. Am. J. Clin. Nutr. 51(6): 1075–1081. -Wirz-Justice, A. (1998) Melatonin: New advances in sleep research and treatment. Eur. Neuropsychopharmacol. 8(2): S 92. Bütünleçik Tasarm neksel tasarım yöntemiyle böyle bir yapının inşasının ne kadar zor olduğu ortadır. Sertifika almasa bile hepimizin sürdürülebilir binalarda yaşaması bir zorunluluk haline gelmiştir. Yatırımı yapan, yapıyı üreten ve kullanacak olan bütün paydaşların tasarım süresinde bir arada olmalarına “bütünleşik tasarım” denilebilir. Projeye başladığım ilk yıllarda ozalitçilerin duvarlarında gördüğüm sağdaki karikatür, bütünleşik tasarımın gerekliliğini çok güzel anlatıyor. Süleyman AKIM Akım Mühendislik Binalarn tasarm aüamasndan itibaren ömürleri boyunca çevreye vedikleri zararlarn günümüzde tehlikeli boyutlara ulaümas tüm dünyada az kaynak tüketen, konforlu ve saùlkl yüksek performansl binalarn yapmn zorunlu klan bütünleüik tasarm sürecini gündeme getirmiütir. D ünyamız Hasta! Dünyamız hasta! Kendini korumaya çalışan her organizma gibi kendine zarar veren canlılardan kurtulmak için ateşi yükseliyor. Bilindiği gibi, fosil yakıtlardan enerji üretmek, bu hastalığın en önemli sebeplerinden biri. Doğa dostu enerji üretimi yeteri kadar gelişmediği ve yaygınlaşamadığı için enerjiyi mümkün olduğu kadar tasarruflu kullanmak zorunda olduğumuz herkesin bildiği gerçektir. Üretilen enerjinin % 40’ının binaları ısıtmak, soğutmak, aydınlatmak için kullanıldığını düşünürsek yapı tasarımı yapanların ne kadar sorumluluk altında olduğu ortadadır. Küresel ısınma, susuzluk, çevre kirliliği ve doğal kaynakların hızla tüketilmesi gibi bütün bu sebepler yapı sektöründe çevre dostu binaların yapılmasını gündeme getirmiştir. Çevre dostu bina tanımıyla yeşil bina olarak tabir edilen yapılar ortaya çıkmıştır. Belli standartlar getirilerek sertifikalanmakta olan yeşil binalar yapı sektöründe daha değerli, doğaya saygılı, ekolojik, konforlu ve enerji tüketimini azaltan binalar olarak yeni bir yönelim ortaya çıkarmıştır. Yeşil bina diye tanımlanan binaların ne kadar yeşil olduğunu derecelendiren kriterleri sıralayacak olursak; -Arazinin seçimi; yapılacak yapının çevresine olacak etkileri, -Binaya ulaşım, -Malzeme seçimi, -İnşası sırasında çevreye olan etkileri, -Hem şantiye sırasında hem de binadaki yaşam sırasındaki atık yönetimi, -Binanın kullanımı sırasında harcayacağı enerji, -Su tüketimi, -İç hava kalitesi, -Yaşam döngüsü maliyeti, -Devreye alma, -İşletme ve bakım, -Yenilikçilik başlıkları altında sıralanabilir. Farklı disiplinlerin oluşturduğu tasarım ekiplerinin birbirlerine müdahale etmeden kendi konuları ile ilgili en doğru çözümleri bulmaya çalışması şeklinde işleyen gele- Bütünleşik Tasarım Nedir? Bütünleşik Tasarım; 2012 yılında yapılan TTMD (Türk Tesisat Mühendisleri Derneği) nin hazırladığı mimar ve mühendislerin katılımıyla oluşan bir çalıştayda; “ Farklı disiplinlerdeki tasarımcıların bilgisayar ortamında üç boyutlu bir model üzerinde; Yapının kullanımı sırasında ne kadar enerji tüketeceği, İnşasının nasıl yürütüleceği, Hem şantiye hem de kullanımı sırasında çevresi ve doğa ile olan ilişkisinin nasıl olacağı, Yatırım ve işletme maliyetlerinin ne kadar olacağı, Bakımının nasıl yapılacağı gibi konuların önceden belirlenmesi için yapılan çalışmalardır” şeklinde tanımlanmıştı. Ancak “Bütünleşik Tasarım”a; yatırımcı, uygulamacı, kullanıcı ve işletmeci gibi bina ile ilgili diğer paydaşların da katılması gerektiği daha sonraki çalışmalarda ortaya çıkmıştır. Bir çok yerde yayınlanmış olan aşağıdaki şema, özet olarak anlatmaktadır. Neden Bütünleşik Tasarım? Binaların tasarım aşamasından itibaren ömürleri boyunca çevreye verdikleri zararların günümüzde tehlikeli boyutlara ulaşması tüm dünyada az kaynak tüketen, konforlu ve sağlıklı yüksek performanslı binaların yapımını zorunlu kılan bütünleşik tasarım sürecini gündeme getirmiştir. Tasarım sürecinde yapının inşası ile ilgili bütün problemleri görmek, çözüm bulmak, inşa süresini ve maliyeti azaltmak için bütünleşik tasarım yapmak gereklidir. Aynı zamanda tasarımı en az revizyonla itü vakf dergisi 87 ÇEVRE DOSYASI tamamlayarak kendi enerjimizi daha verimli kullanmak için bütünleşik tasarım yapmamız gerekir. Yapı işinin paydaşlarını yatırımcı, tasarımcı, uygulamacı ve kullanıcı olarak gruplarsak, tasarım süresince bütün bu grupların birlikte çalışmaları sonucu doğayla uyum içinde, enerji etkin, ihtiyaca uygun, sürdürülebilir binalarda yaşamamız mümkün olacaktır. Yapı yapmak için tarım veya orman alanlarına zarar verilmesi, suyun gereksiz tüketimi gibi konular da doğaya karşı sorumluluklarımızı bir kat daha artırmaktadır. Doğaya mümkün olduğu kadar zarar vermeden yaşayabilmek için, yaşama alanlarımızı inşa ederken, çok duyarlı davranmamız gerektiği ortadadır. Sürdürülebilir, ekolojik, yeşil v.s. binalara ne isim verirsek verelim, yapıları tasarlarken; yatırımcı, kullanıcı, tasarımcı, uygulayıcı, malzeme üreticisi, işletmeci v.s. bütün disiplinler mümkün olduğu kadar birbirlerine yakın ve uyumlu çalışmak zorundadır. Geleneksel Tasarım Sürecinde, inşaat ruhsatı almak için çizilen mimarilerle başlayan tasarımlarda, binanın enerji ihtiyacını en aza indirecek çözümler yeteri kadar araştırılmadan tesisat projeleri hazırlanmaktadır. Enerji Sertifikası için yapılan çalışmalar ise ruhsat projesinin ek belgesi olarak düşünülmektedir. Uygulama projeleri safhasında mimariyi etkileyecek öneriler ise çok sınırlı olmaktadır. Ruhsat projesi ayrı uygulama projesi ayrı kavramı ortadan kaldırılmalıdır. Bütünleşik tasarım nasıl yapılmalı ? Kullanıcıların konforu ve iç hava kalitesinden ödün vermeden yüksek performanslı bina yapmanın ön şartı, bütünleşik tasarım ve yapım sürecinin izlenmesidir. Alman Hoai standartı tasarım için süreçlerini dokuz adımda tanımlamaktadır. İlk iki adımı projelere başlamadan önceki yatırım danışmanlığı hizmetleri veren firmalar tarafından hazırlanan raporlar oluşturmaktadır. Tasarımın avan, ruhsat, uygulama ve ihale dosyası aşamalarından sonra şantiyede kontrollük, devreye alma aşamaları ve işletmenin ilk yıllarında, sistem düzenli çalışıncaya kadar devam eden hizmetleri de kapsamaktadır. Bu uygulamanın ülkemizde de yaygınlaş- 88 itü vakf dergisi ması ve hak ettiği değeri alması gerektiğine inanıyorum. BIM (Building Information and Modeling) Yapı Bilgi Sistemi, tasarım aşamasından başlayarak yapının ömrünü tamamlayıncaya geçen sürecin modellemesini bilgisayar ortamında sağlayan bir yazılım sistemidir. Bütünleşik tasarımın çalışma ortamını oluşturmak için geliştirilmektedir. Yazılımların sadece çizim programı olması dönemi kapanmaktadır. Bütün disiplinle- Yapı işinin paydaşlarını yatırımcı, tasarımcı, uygulamacı ve kullanıcı olarak gruplarsak, tasarım süresince bütün bu grupların birlikte çalışmaları sonucu doğayla uyum içinde, enerji etkin, ihtiyaca uygun, sürdürülebilir binalarda yaşamamız mümkün olacaktır. rin bir arada çalıştığı bir model oluşturarak tasarım yapmaya yönelik bilgisayar programlarından, yapının kullanımı sırasında da faydalanılması hedeflenmektedir.Bir çizim programı olmasının yanı sıra, yapı geometrisi, malzemeler, spesifikasyonlar, yasal gereklilikler, montaj prosedürleri, fiyatlar, üreticiler, tedarikçiler vb. bilgileri de saklama ve tasarım aşamasında kullanma imkanı verir. Yapıyı tasarlarken, enerji sarfiyatının, ömür boyu maliyet analizinin de hesaplanabildiği bir modelleme imkanı sağlamaktadır. Bu programların kullanımı yaygınlaştıkça ihtiyaçlara göre çok daha fazla gelişecektir. Uluslararası Projelerde Rekabet Edebilecek Multi Disiplinli Tasarım Ofisleri Oluşturmak ve Kümelenme Ülkemizde, mimar, inşaat mühendisi, makina mühendisi, elektrik mühendisi, altyapı mühendislerinin bir arada çalıştığı çok disiplinli tasarım ofislerinin oluşması ihtiyacı vardır. Tasarım koordinasyonu sağlanması ve kurumsal bir yapı oluşturması nedeniyle daha kaliteli ve daha az maliyetli projeler üretmek mümkün olabilecektir. Deneyimlerini birleştirerek oluşacak güçle uluslararası bir teknik müşavirlik firması olarak da dünya ölçeğinde rekabet şansı artacaktır. Türkiye’deki tasarım ofisleri genel olarak 2-5 kişinin çalıştığı aile şirketleri şeklinde oluşmuştur. 50-60 kişilik ofisler olsa da çok disiplinli kurumsal firmalar oldukları söylenemez. Küçük proje ofislerinden çok disiplinli teknik müşavirlik firmaları oluşturmak için çözümler bulmalıyız. TTMD nin düzenlediği bir seminerde, farklı disiplinlerdeki büroların ortak olarak kurdukları şirket üzerinden aldıkları işlerin çok daha verimli bir çalışmayla tamamladıkları örneği üzerinde konuşulmuştu. Bu tip örneklerin çoğalması bütünleşik tasarımı daha da geliştirecektir. Öncelikle mekanik ve elektrik mühendisliği gruplarının birlikte çalışması teşvik edilmeli ve zamanla diğer disiplinlerin de katılımı sağlanmalıdır. Uluslararası tasarım ofisleriyle rekabet edebilmek için aynı disiplindeki tasarım ofisleri de kendi aralarında birleşerek daha kurumsal bir yapıya dönüşmelidir. Birlikte davranmak hem pazarı genişletecek hem de daha kaliteli ve maliyeti daha az olan projeler üretilecektir. Bütünleşik Eğitim Mimarlık eğitimi sırasında yapılan atölye çalışmalarının mühendislik eğitimi alan öğrencilerle birlikte yapılması gerekmektedir. Böylece Mimar ve mühendisler okuldan mezun olmadan birlikte nasıl çalışabileceklerini öğrenebileceklerdir. Tesisat Mühendisliği açısından durum çok daha üzücüdür. Makina Mühendisliği eğitimi fabrikada imalatta çalışacak mühendis yetiştirmek üzerine kuruludur. Mekanik tesisat tasarım ofislerindeki stajı kabul etmeyen üniversiteler vardır. Yapı ve tesisat ile ilgili daha fazla eğitim verilmeli ve mimarlık öğrencileriyle ortak projeler üretilmelidir. Mimari, statik, elektrik, meka- nik tasarım ofislerinin nezaretinde atölye çalışmaları yapılmalı. Proje yarışmaları düzenlenmeli hatta öğrencilerin, firmaların destekleriyle yurtiçi ve dışı teknik gezilere katılmaları sağlanmalıdır. Yurtdışı pazarlar ve Üniversite Sanayi işbirliği Yapılan son anketlerde, tesisat sektöründeki yerli üreticilerin, yurt dışındaki projelerin teknik şartnamelerinde yer alamamaları nedeniyle hak ettikleri yere gelemedikleri ortaya çıkmıştır. Ekonomi Bakanlığı da bu nedenle, yerli üretimin yurt dışı pazarlarda daha fazla yer alması ve ülke ekonomisine katkı sağlaması için teknik müşavirlik firmalarının desteklenmesi için bazı teşvikler oluşturmuştur. Bu firmalar yurtdışına hazırladıkları projelerde yerli malzemeyi teknik şartnamelerinde yazacakları için Türk malı ürünlere ihracat imkanı doğacaktır. Teknik müşavirlik kuruluşları yerli üretimi de dünya pazarlarında saygın bir yere taşıyacak standartları oluşturmaya başlayacaktır. Üniversite ve sanayi işbirliği de bu noktada önem kazanacaktır. Üniversitelerin üretici ve tasarımcı firmaların ihtiyaçlarına yönelik araştırmalar yaparak üretimi yönlendirmesiyle, hem teknolojik açıdan ülkemize itibar sağlayacak hem de ekonomik açıdan ciddi bir kazanç olacaktır. Ülkemizde, mimar, inşaat mühendisi, makina mühendisi, elektrik mühendisi, altyapı mühendislerinin bir arada çalıştığı çok disiplinli tasarım ofislerinin oluşması ihtiyacı vardır. Tasarım koordinasyonu sağlanması ve kurumsal bir yapı oluşturması nedeniyle daha kaliteli ve daha az maliyetli projeler üretmek mümkün olabilecektir. Bütünleşik Tasarıma Bir Örnek Bütünleşik tasarım ve yeşil bina örneği olarak İTÜ kampüsü içerisinde tasarlanan EKOYAPI projesi her ne kadar inşa imkanı bulamamış olsa da Türkiye’de yapılan ilk bütünleşik tasarım çalışmasıdır. Bu projenin başlangıcından itibaren bütün disiplinler bir arada çalışarak, enerji analizleri yapılmış ve binanın gerek arazideki yerleşimi ve yönü gerekse mimari ve tesisat dizaynında değişiklikler yapılarak en ideal tasarıma ulaşılmaya çalışılmıştır. Bütünleşik Tasarımın gelişmesi ve yaygınlaşması için yapılacak çok iş var. itü vakf dergisi 89 Ekonomi Politikalarna Sürdürülebilirlik Açsndan Bir Bakç Doç. Dr. Ahmet Atıl Aşıcı İTÜ İşletme Mühendisliği Bölümü 2003-2009 yllar arasnda hzlanmü olmasna sevindiùimiz ekonomik büyüme bize daha yüksek cari açk, daha çok doùal kaynak tahribat ve kirlilik olarak geri dönmüü. Son yllarda hzlanan ölümlü iü kazalarnda (ki istatistiklere baktùmzda Türkiye’nin Avrupa’da ilk, dünyada ise 4. srada olduùunu biliyoruz) artün bir sebebi de büyümeyi srtlayan sektörlerden baùmsz deùil… 1 3 Mayıs 2014’te Soma’da 301 işçinin hayatına mal olan maden faciası hepimizin yüreğini yaktı. Bir daha böyle acılar yaşamamak için bu faciayı ortaya çıkaran ekonomi politikaları ve kurumsal yapı üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Zira, Soma Faciası madenlerdeki çalışma koşullarıyla açıklanamayacak kadar farklı birçok faktörü içinde barındırıyor. Bir ucu giderek kuralsızlaştırılan piyasa ekonomisinin işleyişine, bir tarafı ekonomi ve enerji politikalarına değiyor. Türkiye buradan daha yaşanabilir, daha sürdürülebilir bir yöne evrilecekse değerlendirmelerin daha bütüncül bir bakış açısıyla yapılması gerekiyor. Böylesi bir Türkiye’ye, salt madenlerdeki 90 itü vakf dergisi çalışma koşullarını iyileştirmek suretiyle ulaşmak mümkün değil. Zira, sürdürülebilir olmayan bu ekonomik yapı içinde emek ve çevre standartlarından feragat etmeden hızlı büyümeyi yakalamak mümkün değil. Böylesi bir büyüme modelinin birtakım maliyetleri var, bunlar Soma’da kaybolan insan hayatı, İstanbul’da kuzey ormanlarının, Karadeniz’de vadilerin yokolması olarak karşımıza çıkıyor. Büyüyor olmak, tüketimin artıyor olması iyi de, bu maliyetleri ne yapacağız, gözardı ederek devam etmek mümkün mü? Sürdürülebilirliğin Üç Bileşeni Sürdürülebilirlik, ekonomik, toplumsal ve ekolojik sürdürülebilirlik gibi üç bileşenden oluşur. Yaşanılan hayatın insanları mutlu edebilmesi için sistemin uyması gereken kriterler olarak da görebiliriz bu unsurları. Bunlardan herhangi birinin eksikliği sürdürülemez bir yapıya işaret eder. Günümüzde giderek popülerliği artmış bir kavram haline gelmiş olan sürdürülebilir kalkınma, birçoğumuzca, büyürken çevrenin korunması anlamına gelse de, bu kadar basit değildir. Büyürken çevrenin korunması, hatta çevre kalitesinin artırılması kadar, toplumsal yapının da sürdürülebilir olması gerekir. Bu da ülke içinde üretilen gelirin ne kadar adil dağıldığı, hangi gelir grubunda doğarsa doğsun fırsatlara ve kamu hizmetlerine erişimin ne kadar eşit olduğuyla ilgilidir. Toplumsal ve ekolojik sürdürülebilirlik de ekonomik sürdürülebilirlikle, dolayısıyla yürütülen ekonomi politikalarıyla çok yakından ilişkilidir1. Yani, Türkiye’deki yapı sürdürülebilir mi? diye sorulduğunda bakılacak ilk yer uygulanan ekonomi politikaları olmalıdır. Sürdürülebilirliğin Neresindeyiz? Ekonomik sürdürülebilirlik maddi refahın istikrarlı biçimde korunmasına ve yükseltilmesine işaret eder. Yolda kalmak istemeyen şoför nasıl düzenli aralıklarla arabasına bakım için birtakım harcamalar yapmak zorundaysa, ülke GSMH’sını yaratan üretim araçlarının da yenilenmesi, miktarının artırılması gerekir. Bu harcamaları borçlanarak sürdüremezsiniz, kazanılan gelirin bir kısmının tasarruf edilmesi gerekir. Ne yazık ki, Türkiye ekonomisinin son yıllardaki en büyük kırılganlığı tasarruf eksikliğidir. Bunun en büyük sebebi de ekonomik yapının içine girmiş olduğu bozuk yapıdır. Bu bozuk yapı içinde büyümeye çalışmak ancak cari açık vererek mümkün olmakta, öyle ki, açıklanan son verilere göre Türkiye’nin cari açığı GSMH’sının % 7.4’ü gibi 1994 ve 2001 krizleri öncesini aratır bir düzeye gelmiştir. Bu bize ekonomik yapının sürdürülebilir olmadığını gösteriyor. Ekonominin büyürken cari açık verdiren dışa bağımlı yapısının değiştirilmesi gerekiyor. Bu yapı 1980’lerde henüz olgunlaşmamış bir ekonomik yapıdayken geçilen ihracata dayalı büyüme modelinin bir mirası ancak geçen onca zamana, günümüzde uygulanan onca stratejiye rağmen düzeltilebilmiş değil. Ekonomik olarak sürdürülemez bir yapı içinde büyüme inadı toplumsal ve ekolojik sürdürülebilirliğe en büyük zararı vermekte. Nasıl? Katma-değeri düşük, yani 1000 TL’lik üretim için 600 TL’lik hammadde, enerji ithal etmek durumunda kalan sektörler eliyle büyüyorsa ekonomi, sektörel karlılık ancak maliyeti artıran mevcut emek ve çevre standartlarının düşürülmesiyle ya da uygulanmamasına göz yumarak artırılabiliniyor demektir. Türkiye’de, ne kadar eksik olsa da, birtakım çevre ve emek düzenlemeleri var ancak, bunların uygulanmasında sorunlar yaşanıyor. Kaza olmasın diye otobanda hız sınırını 90 km’ye düşürüp radar ve polis kontrolü olmadan sürücülerin kurallara uymasını beklemek ne kadar nafile ise, denetlenmeyen düzenlemelerden fayda beklemek de o kadar nafile. Dünya Ekonomik Forumu’nun Harekete geçirdiği sektörlerle beraber düşünüldüğünde Türkiye’de inşaat sektörü son 10 yılın parlayan yıldızı. İnşaat için demir-çelik ve çimento, onları üretmek için oldukça fazla enerji ve hurda demir-çelik gerekiyor. Sadece demir-çelik ve çimento sektörünün Türkiye’de üretilen elektriğin yarısından fazlasını tükettiğini kaçımız biliyor? her yıl yaptığı bir anket çalışmasının sonuçları Türkiye’deki vahim tabloyu göz önüne seriyor. “Ülkenizde çevresel düzenlemeler ne kadar sıkı?” sorusuna verilen cevaplara göre Türkiye 145 ülke arasında 85. sırada. “Düzenleme tamam da uyulup uyulmadığı ne kadar ciddi denetleniyor?” sorusuna verilen cevaplarda Türkiye bu sefer 67. sırada yer alıyor. Çevre standartları yerlerde sürünürken varolan düzenlemelerin denetimi de orta halli. Emek ve diğer alanlarda durumun daha olumlu olduğunu düşündürecek bir veri de yok elimizde ne yazık ki. Aksine, madenlerde taşeron sisteminin yasak olmasına, onca denetime rağmen bu uygulamanın engellenememesi, iş güvenliğinin en temel şartlarının gözardı edilmiş olması, cihazlar zehirli gazı tespit ederken işçilerin yeraltında çalışmaya devam ettirilebilmiş olması, bırakın Türkiye’nin yıllardır imzalamaya yanaşmadığı ILO 176 no’lu sözleşmeyi, varolan düzenlemelerin bile bu büyüme hırsına nasıl kurban edildiğinin en açık göstergesi. Buraya nasıl geldik? En baştan beri söylediğimiz, sürdürülemez bir ekonomik yapıda ısrar etmekten. Biraz açalım: Cari açığın bileşenlerine baktığımızda en önemli kalem olarak dışarıdan ithal ettiğimiz enerji ve hammaddeleri görüyoruz. Türkiye enerjide dışa bağımlı, bunu kabul etmemiz gerekiyor denilebilir ancak, işin detayına girdiğinizde bunun bir çaresizlikten çok vizyon eksikliğinden kaynaklanan bir durum olduğunu görüyoruz. Nasıl? 1995-2009 yıllarına ait Girdi-Çıktı tablolarına dayanarak 1995-2002 ve 2003-2009 dönemlerini karşılaştırdığım bir çalışmanın sonuçlarına göre son dönemde (20032009) Türkiye ekonomisinde büyümeyi sırtlayan sektörlerin ilk döneme göre; • İthalat bağımlıklarının daha yüksek, • Daha çok enerji ve doğal kaynak kullanan, • Daha kirletici (CO2, Nox ve SOx) sektörler olduğunu görüyoruz. Yani, 2003-2009 yılları arasında hızlanmış olmasına sevindiğimiz ekonomik büyüme bize daha yüksek cari açık, daha çok doğal kaynak tahribatı ve kirlilik olarak geri dönmüş. Son yıllarda hızlanan ölümlü iş kazalarında (ki istatistiklere baktığımızda Türkiye’nin Avrupa’da ilk, dünyada ise 4. sırada olduğunu biliyoruz) artışın bir sebebi de büyümeyi sırtlayan sektörlerden bağımsız değil. Bu sektörlerden biri var ki, son dönemde artan can kayıpları ve doğa yıkımı ile oldukça ilgili. Kendi başına ekonomik itü vakf dergisi 91 ÇEVRE DOSYASI büyümeye katkısı ortalama olsa da, harekete geçirdiği sektörlerle beraber düşünüldüğünde Türkiye’de inşaat sektörü son 10 yılın parlayan yıldızı. İnşaat için demir-çelik ve çimento, onları üretmek için oldukça fazla enerji ve hurda demirçelik gerekiyor. Sadece demir-çelik ve çimento sektörünün Türkiye’de üretilen elektriğin yarısından fazlasını tükettiğini kaçımız biliyor? Bu enerjinin çoğunu da dışardan aldığımız doğal gaz ve kömürden sağladığımızı bir kenara not edelim. Ancak bununla bitmiyor. Türkiye’de kaliteli demir rezervi bulunmadığından demir-çelik için yurtdışından hurda demir-çelik ithal etmemiz gerekiyor. 2013 yılında 100 milyar dolayında gerçekleşmiş dış ticaret açığının % 56’sı enerji, % 9’u hurda demir-çelik ithalatından kaynaklanmış. Yani, 65 milyar doları, başta inşaat olmak üzere, enerjiyi oldukça hoyrat kullanan bu sektörleri beslemek için yurtdışına aktarmışız. Üstüne, bu inşaatlar için oldukça tartışmalı imar değişiklikleri, doğa yıkımları ve kentsel dönüşüm ile birtakım halk kesimlerini 92 itü vakf dergisi mağdur etmek pahasına. Türkiye’nin geleceğine ilişkin Vizyon 2023, 10. Kalkınma Planı gibi stratejik belgelere baktığımızda, Türkiye’nin dünyada söz sahibi olmak istediği sektörlerden birinin demir-çelik olarak seçildiğini görmek oldukça kaygı verici. Bu kadar dışa bağımlı olduğumuz bir sektörde dünya liderliğini hedeflemek ne kadar gerçekçi? Ekonomi yönetiminin, bu sorunu Girdi Tedarik Sistemi ve Yeni Teşvik Yasası ile aşmayı düşündüğünü görüyoruz. Bu da bizi Türkiye’nin hesapsız kitapsız enerji politikalarına getiriyor. Enerjide dışa bağımlılığı azaltmak için Soma başta olmak üzere Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki yerli linyit kaynaklarının “değerlendirilmesi” için teşvikler veriliyor. Bu kömürü kullanıp elektrik üretecek termik santraller teşvik ediliyor. Kimsenin aklına ekonomik büyüme için bu kadar elektrik üretmeye ihtiyacımız var mı? diye sormak gelmiyor. Türkiye’nin elektrik açığı var mı? Sonda söyleyeceğimizi başta söyleyelim. Hayır yok! Sadece ürettiği elektriği daha akıllıca ve verimli kullanmaya ihtiyacı var. Peki Türkiye’nin daha fazla elektiriğe ihtiyacı olduğu savı nereden kaynaklanıyor? Abartılı talep tahminlerinden! Türkiye’nin, gerçekçi bulamadığımız, Vizyon 2023 hedefleri uyarınca kişi başı 25 dolar gelir düzeyine ulaşmak için yılda ne kadar büyümesi gerektiği, bunun için ne kadar elektriğe ihtiyaç duyacağı hesaplanıyor. Örneğin, 10. Kalkınma Planı, elektrik enerjisi talebinin 2018’de 341 bin GWh’ye çıkacağını, yani 2012’ye göre %41 artacağını, bunun için de elektrik kurulu gücünün 57 bin MW’den 78 bin MW’ye çıkması gerektiğini öngörüyor. Oysa Ümit Şahin’in de belirttiği gibi “bu Devletin kurumu TEİAŞ’ın rakamlarına göre Türkiye, mevcut santrallerinde 320 GWh düzeyinde elektrik üretebilecek kurulu kapasiteye sahiptir ki, bu miktar 2018 yılında ulaşacağı beklenen talep tahminine oldukça yakın. 320 GWh kapasiteye rağmen 2013 sonunda gerçekleşen talebin 245 GWh’de kalmış olduğu da eklenirse “Türkiye’nin daha fazla elektriğe ihtiyacı vardır” savının ne kadar gerçek dışı olduğu anlaşılacaktır. tip öngörüler Türkiye tarihinde her zaman abartılı olmuş, yapılan abartılı tahminler de başta kömür ve nükleer olmak üzere gereksiz yeni enerji santrallarının kurulması için gerekçe olarak kullanılmıştır. Örneğin bir önceki, yani 9. Kalkınma Planı’nda 2013 için öngörülen elektrik enerjisi talebi 295,5 bin GWh olduğu halde, 2013’de bu rakam 245 bin GWh olarak gerçekleşmiş, yani tahmin edilenin % 20 altında kalmıştır2.” Devletin kurumu TEİAŞ’ın rakamlarına göre Türkiye mevcut santrallerinde 320 GWh düzeyinde elektrik üretebilecek kurulu kapasiteye sahiptir ki, bu miktar 2018 yılında ulaşacağı beklenen talep tahminine oldukça yakın. 320 GWh kapasiteye rağmen 2013 sonunda gerçekleşen talebin 245 GWh’de kalmış olduğu da eklenirse “Türkiye’nin daha fazla elektriğe ihtiyacı vardır” savının ne kadar gerçek dışı olduğu anlaşılacaktır. Türkiye’de halen kömürle çalışan 22 adet ve yapım aşamasında olan 7 termik santral bulunurken, bu abartılı tahminler gerekçe gösterilerek, bir kısmı ÇED sürecinde olan yaklaşık 80 yeni kömürlü termik santralin yapımı planlanmıştır. Mevcut 22 santralin toplam kurulu gücü 13 bin MW iken kurulmak istenen yeni santrallerin toplam kurulu gücü 59 bin MW civarındadır. Türkiye’nin mevcut kurulu gücünün 65 bin MW olduğunu gözönünde tutarsak bunun ne derece gerçekdışı yüksek bir hedef olduğu, bir kere daha, görülecektir. İçine girmeye çalıştığımız en büyük 10 ekonomi, bir birim gelir üretmek için harcanan enerji miktarı olarak tanımlanan, enerji yoğunluklarını hızla düşürmüşken, Türkiye’de yıllar içinde enerji yoğunluğu artmış. Dünyanın gelişmiş ekonomileri daha düşük enerji ve hammadde gerektiren, katma-değeri yüksek ürünlere yöneliyorken Türkiye’nin bunun tersi bir istikamet izleyip aynı grup içine girebilmesi pek gerçekçi görünmüyor. Daha hızlı büyüme için daha çok inşaat, onun için daha çok demir-çelik ve çimento, bunlar için daha çok elektrik üretimi dolayısıyla dışarıya akan milyarlarca dolara çare olarak yerli kömüre ve termik santral inşasını teşvik etmek Türkiye’yi giderek yaşanılmaz kılacak fasit bir dairedir. Peki başta belirttiğimiz piyasa sisteminin işleyişinden kaynaklanan sorunlar resmin neresinde duruyor? Geçtiğimiz son 10 yıl içinde hızlanan özelleştirme sürecinde madencilik ve enerji üretimi hızla özel sektöre devredildi. Soma’daki maden devlete aitken tonu 140 dolara mal edilen kömür, özel sektör elinde tonu 24 dolara çıkarılmaya başlanmıştı. Kullanılan teknolojide gözle görülür bir gelişme olmadığı halde maliyetlerin bu derece düşürülebilmesinin tek bir açıklaması var, o da emeğin ve doğanın haklarının gasp edilmiş olmasıdır. 24 dolara mal edilen kömürün içinde onu içinde barındıran doğanın hakkı, onu çıkaran işçinin hakkı yoktur. Kilosu 10 TL’ye kıyma nasıl olmazsa tonu 24 dolara kömür de olmaz. Sadece kömür değil bugün kullandığımız birçok ürün gerçek maliyetleri yansıtmamakta. Dünyada hızla yaygınlaşan “Adil Ticaret” sistemlerinin yapmaya çalıştıkları şey tam da bu. Eğer doğanın ve emeğin hakkını gaspetmeyeceksek muza, kahveye, t-shirt’e daha fazla ücret ödemeye razı olmalıyız. Bunun yolu da düzenlemelerin daha da sıkılaştırılmasından geçiyor. Doğanın ve emeğin hakkını koruyacak olan, yapacağı düzenlemelerle devlettir. Oysa, başta da belirttiğimiz gibi Türkiye’nin mevcut düzenlemelerinde bırakın bir iyileşmeyi, gideren artan bir geriye gidiş gözlemek Çevre-emek hakları ve ekonomik büyüme birbirleriyle çatışan kavramlar değildir. İlk ikisinden feragat etmeden üçüncüsü sağlamak mümkündür. Çevrenin ve emeğin haklarını koruyan düzenlemeleri, ekonomik büyümeyi düşüren ve ilk fırsatta değiştirilmesi gereken engeller olarak görmek oldukça miyopik bir tavırdır. mümkün. Çılgın olarak adlandırılan büyük projelerin ÇED süreçlerinden muaf tutulması, 3. Havalimanı’nın önünde engel olarak görülen Sulak Alanlar Yönetmeliği’nin değiştirilmesi ve buna benzer sayısız örnek Türkiye’nin geleceği için pek bir iyimserlik bırakmıyor. Başka türlü bir ekonomik büyüme mümkün mü? Büyürken doğayı tahrip etmeyen, işçilerini öldürmeyen, daha fazla istihdam yaratan sektörler eliyle de büyümek mümkün. Bu bir tercih meselesi. Ancak daha çok çalışmayı gerektirdiği de ortada. Ya işin kolayına kaçıp maliyetlerine gözümüzü vicdanımızı kapatacağız, ya da bu çıkmaz yoldan dönüp ekonomik yapıyı dönüştüreceğiz. Bunun için kaynak nereden bulunacak, diye sorulabilinir. Ödediğimiz vergiler tam da bu iş için var. Farkında olsak da olmasak da ödediğimiz vergiler birtakım sektörleri teşvik etmek üzere oldukça cömert biçimde zaten harcanıyor. 2008 küresel krizini izleyen dönemde her ülke gibi Türkiyede ekonomiye verdiği desteği artırmıştı. Açıklanan yedi kurtarma paketi için harcanan miktar yaklaşık 50 milyar dolar olarak hesaplanıyor. Bunun çoğunu otomotiv ve dayanıklı eşya sektörü aldı. Ekonomi canlandı canlanmasına ama işsizlikte kayda değer bir düşüş yaşanmadı. Enerji tüketimi ve kirlilik artmaya devam etti. Oysa aynı yıllarda Güney Kore, açıkladığı 35 milyar dolarlık paketi yeşil sektörleri desteklemek için kullanmış, 1 milyondan fazla istihdam yaratmanın yanısıra, enerji üretiminden ulaştırma sistemine daha yaşanılabilir bir ülke yaratmayı başarmıştı3. Bugün Güney Kore’nin ihraç ettiği ürünlerin başında gelen akıllı telefonların kilosu 1500 dolarken, Türkiye’nin dünya lideri olma hevesinde olduğu demir-çeliğin kilosu 0.75, çimentonun ise 0.065 dolar olması sanırım bir tesadüf değil. Son söz olarak, çevre-emek hakları ve ekonomik büyüme birbirleriyle çatışan kavramlar değildir. İlk ikisinden feragat etmeden üçüncüsü sağlamak mümkündür. Çevrenin ve emeğin haklarını koruyan düzenlemeleri, ekonomik büyümeyi düşüren ve ilk fırsatta değiştirilmesi gereken engeller olarak görmek oldukça miyopik bir tavırdır. Aksine, standartlar yükseltildikçe özel sektörün önünde yeni fırsatların açılacağını unutmamak gerekir. Oldukça dinamik bir görünüm arzeden Türkiye özel sektörü, kısa vadede maliyetlerini artıracak bu yönelimi fırsata dönüştürebilecek kapasiteye sahiptir. Tercih bizim, mevcut politikalarla devam edip doğamızı tahrip etmeye, işçilerimizi insanlık dışı koşullarda çalıştırmaya devam edebiliriz. Ama, ekonomi büyürken cari açık veren bu yapı altında sürdürülebilir bir gelir artışının mümkün olamayacağını da bir kenara not etmemiz gerekir. Ya da, doğanın ve emeğin kendinden menkul haklarına sahip çıkıp bunları maliyetlere yedireceğiz ve daha yaşanılabilir, her açıdan sürdürülebilir bir Türkiye’ye yöneleceğiz. Referanslar: 1-http://risk.gtb.gov.tr/istatistikler/istatistikler/dis-ticaret-istatistikleri/dis-ticaret-istatistikleri-ozet-tablolari 2- Ümit Şahin (2014) Türkiye’nin Kömür Tuzağı, http:// www.yesillervesolgelecek.org/belgeler/raporlar/soma-raporu#.U8fJ0JSSySo 3- HSBC 2009. A Climate for Recovery. Climate Change Global. http://www.globaldashboard.org/wp-content/uploads/2009/HSBC_Green_New_Deal.pdf itü vakf dergisi 93 ÇEVRE DOSYASI Finans Sektöründe Çevresel ve Sosyal Kredi Politikalar Emre Hatemoğlu Garanti Bankası Proje ve Satınalım Finansmanı Birim Müdürü Kredilerin çevresel ve sosyal etki deùerlendirmesi konusunda en önemli kurumlardan birisi, üüphesiz Dünya Bankas. Bankann bu konudaki politika ve prosedürleri, çevresel ve sosyal etkilerin tespit edilmesini, anlaülmasn, önlenmesini veya azaltlmasn kapsyor. Bu prosedürlere göre projeler risk düzeyine göre A, B, C ve FI (Finansal Kurum) olarak kategorize ediliyor. Önerilen koruma önlemleri ise çevresel, sosyal, hukuki politikalar ile bilgiye eriüim olmak üzere 4 ana baülkta izleniyor. Alnmas gereken önlemler, projenin risk kategorisine göre belirleniyor. Örneùin A ve B kategorilerindeki tüm projelerde “halkn katlm” zorunlu. A kategorisindeki projelere ise Çevresel ve Sosyal Yönetim Plan hazrlanmas üart bulunuyor... 94 itü vakf dergisi G aranti Bankası için sürdürülebilirlik, çevreye ve topluma yansıyan olumsuz etkileri en aza indirmenin yanında, paydaşlarımızla uzun vadeli değerleri paylaşarak, gelecek için güçlü ve başarılı bir iş modeli yaratmak anlamına geliyor. Banka olarak finans sektörünün, özellikle bizim gibi ticari bankaların, sürdürülebilir kalkınmanın sağlanması ve toplum genelinde sürdürülebilirlikte ilerleme kaydedilmesi için çok önemli bir sorumluluk taşıdığının farkındayız. Çünkü kredi sağlayıcı kurumların, yarattıkları kaldıraç etkisi sebebiyle, tüm ekonomik aktörler üzerinde yaptırım gücü bulunuyor. Bu gücü sorumlu ve doğru kullanmak çok önemli. Bu sebeple sürdürülebilirlik kavramının finans sektörünün karar verme mekanizmalarına ve iş süreçlerine derinlemesine işleyerek, içselleştirilmesi gerekiyor. Ancak bu şekilde bankacılığı sürdürülebilir kılabilir ve diğer ekonomik aktörler üzerindeki etkimizi faydaya dönüştürebiliriz. Biz, sürdürülebilir bankacılığa giden yolda daha sistematik çalışmak amacıyla ilk önemli adımımızı 2010 yılında attık ve Sürdürülebilirlik Komitesi’ni kurduk. Konuyla ilgili tüm faaliyetlerimizi koordine eden Komite aracılığıyla, attığımız adımları merkezi olarak izleyebiliyor ve yönetebiliyoruz. Komiteye düzenli raporlama yapan tam zamanlı Sürdürülebilirlik Ekibimiz ise alınan kararların uygulamaya geçirilmesi için çalışıyor, sürdürülebilirlik bileşenlerinin banka operasyonlarına ve karar verme mekanizmalarına entegrasyonu için diğer departmanlarımızla işbirliği yapıyor. Projelere sağladığımız krediler aracılığıyla oluşan çevresel ve sosyal etkileri yönetmek konusunda duyduğumuz sorumlulukla; 2011 yılında sistematik bir yaklaşımla Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirme Sistemi’ni kurduk. Sistemi kurarken uz- man bağımsız danışman firmalarla çalıştık ve uluslararası iyi uygulama örneklerini gözettik. Sistemimiz, Dünya Bankası, International Finance Corporation (IFC), European Bank for Reconstruction and Development (EBRD) gibi sürdürülebilir finans alanında lider kurumların çevresel ve sosyal değerlendirme sistemlerine paralel bir yapı içeriyor. Kredilerin çevresel ve sosyal etki değerlendirmesi konusunda en önemli kurumlardan birisi, şüphesiz Dünya Bankası. Bankanın bu konudaki politika ve prosedürleri, çevresel ve sosyal etkilerin tespit edilmesini, anlaşılmasını, önlenmesini veya azaltılmasını kapsıyor. Bu prosedürlere göre projeler risk düzeyine göre A, B, C ve FI (Finansal Kurum) olarak kategorize ediliyor. Önerilen koruma önlemleri ise çevresel, sosyal, hukuki politikalar ile bilgiye erişim olmak üzere 4 ana başlıkta izleniyor. Alınması gereken önlemler, projenin risk kategorisine göre belirleniyor. Örneğin A ve B kategorilerindeki tüm projelerde “halkın katılımı” zorunlu. A kategorisindeki projelere ise Çevresel ve Sosyal Yönetim Planı hazırlanması şartı bulunuyor. Dünya Bankası’nın ayrıca Çevre, Sağlık, Güvenlik Kılavuzları (World Bank Group Environmental, Health, and Safety Guidelines) adlı, konu ve sektör bazında kredi borçlusunun projede alması gereken önlemlere yönelik tavsiyeleri içeren yayınları da mevcut. Bu tavsiyeler aynı zamanda, finans sektörü için iyi uygulama rehberi niteliği taşıyor. Dünya Bankası grubu üyesi olan ve Türkiye’de aktif faaliyet gösteren IFC ise sektör açısından ikinci önemli oyuncu. IFC’nin, Dünya Bankası’nın kılavuz önerilerine sadık kalacak şekilde, çevresel ve sosyal etki değerlendirme sürecine yönelik detaylı bir dizi düzenlemesi bulunuyor. IFC Performans Standartları olarak bilinen ve 8 başlıkta toplanan ilkeler bütünü, IFC’nin finansman sağladığı projelerde izlenecek çevresel ve sosyal etki değerlendirme sürecini yönetiyor. IFC Performans Standartları oldukça detaylı ve kapsamlı düzenlemeler. Gelişen teknoloji, toplumsal beklentiler ve hassasiyetler, yasal zemin gibi pek çok etkene bağlı olarak sürekli güncelleniyor. Bu ilkeler IFC’nin doğrudan kredi sağladığı yatırımlarda uygulandığı gibi, ticari bankalar açısından da bağlayıcı rol oynuyor, çünkü IFC aynı zamanda finans kurumlarına fonlama sağlayan bir kurum. IFC’den kredi alan bankalar, kendi müşterilerine sağladıkları kredilerde IFC’nin kriterlerini gözetmek zorunda. Ticari bankaların gönüllülük esasıyla oluşturduğu Ekvator Prensipleri de bu standartları gözetiyor ve Dünya Bankası’nın uygulamasına benzer bir risk kategorizasyonu sistemiyle, projelerin çevresel ve sosyal etkilerinin ölçümlenmesini ve yönetimini hedefliyor. Bankamızın sisteminde, global iyi uygulama örneklerine benzer bir dizi düzenleyici ana ilke yer alıyor. Bu ilkeler, Yönetim Kurulumuz tarafından onaylanmış Çevresel ve Sosyal Kredi Politikaları kapsamında ele alınıyor. 2011 yılında yürürlüğe giren ve Bankamızın tüm kredilerini kapsayan bu politikalar, bizim açımızdan “olmazsa olmaz” çizgileri belirliyor. Örneğin, finanse ettiğimiz projelerin çevresel ve sosyal faydalarının azami seviyede olmasını gözetiyoruz ve biyoçeşitliliğin korunmasını destekliyoruz. Öte yandan bazı kurum ve faaliyetleri kredilendirmiyoruz. Örneğin, insan haklarına aykırı hareket ettiği tespit edilen kişi ve kurumları finanse etmiyoruz veya Uluslararası Öneme Sahip Sulak Alanlar’da (RAMSAR) yapılan faaliyetleri kredilendirmiyoruz. Politikalarımızın önemli bir unsuru da 20 milyon doların üzerindeki yatırımların finansmanı öncesinde, bu yatırımların Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirme Modeli kapsamında incelemeye tabi tutulması. Sürdürülebilirlik kavramının finans sektörünün karar verme mekanizmalarına ve iş süreçlerine derinlemesine işleyerek, içselleştirilmesi gerekiyor. Bu model bize, finansman talebinde bulunan projelerin çevresel ve sosyal risklerini sistematik şekilde değerlendirme, ölçme ve gerekli önlemleri alma imkânı veriyor. Şöyle ki, uzman ekibimizle projeleri öncelikle niteliksel olarak değerlendirip, bir risk kategorisi belirliyoruz. Modelimiz bize, incelenen proje için bir risk notu veriyor. Bu kategori ve notun örtüştüğü matrikse göre, projenin ek inceleme ve izleme ihtiyaçları belirleniyor, alınacak önlem önerileri oluşturuluyor ve kredi komitemize sunuluyor. Bu önlemler, daha sonra kredi sözleşmelerine de entegre ediliyor. Risk derecelendirme yaklaşımı, Dünya Bankası başta olmak üzere IFC, EBRD gibi uluslararası finans kurumları tarafından benimsendiği gibi, uluslararası ticari bankaların gönüllülük esasıyla katıldığı Ekvator Prensipleri oluşumunun da temelinde yatıyor. Yapılan derecelendirmenin nesnel ve analitik bir yöntemle gerçekleştirilmesi, projelerin riskinin tarafsız ve doğru olarak ortaya konmasını sağladığı için, Ekvator Prensipleri kapsamında ve uluslararası finans kurumlarının düzenlemelerinde “iyi uygulama” olarak benimsenmiş bulunuyor. Yapılan değerlendirmenin sonuçlarının belirli aksiyonlara dönüştürülmesi, hem bizim sistemimiz hem de uluslararası uygulamalar açısından çok önemli. Dolayısıyla krediye konu işin sektörü, doğan etkinin niteliği ve niceliği, önlemlerin uygulanabilirliğine bağlı olarak yatırım öncesi, yatırım dönemi ve faaliyet dönemini kapsayacak itü vakf dergisi 95 ÇEVRE DOSYASI aksiyon planları oluşturulması, sistemimizin temel taşlarını oluşturuyor. Değerlendirmemiz doğrultusunda; ek çevresel ve sosyal incelemeler, projenin dizaynıyla ilgili değişiklikler ve yatırım döneminde bağımsız danışmanlar tarafından düzenli olarak izlenmeyi talep edebiliyoruz. Örneğin, rüzgar santrallarının kuş göç yollarına etkisi, önemli bir risk yoğunluk noktasını oluşturuyor. Bu sebeple rüzgar santralı projelerinde ornitolojik değerlendirme ve izleme çalışması talep ediyoruz. Öte yandan, hidroelektrik santralı projelerinin, bulundukları havzanın ekosistemine olumsuz etkide bulunmamasına önem veriyoruz. Bu olumsuz etki, inşaat döneminde hafriyattan kaynaklanabildiği gibi, operasyon döneminde nehir yatağına bırakılan cansuyu miktarının yetersizliğinden de doğabiliyor. Dolayısıyla HES projelerinde finansman şartı olarak, mutlaka cansuyu yeterliliğini detaylı olarak inceliyoruz. Projenin dizaynı, ekosistem değerlendirmesinin öngördüğü asgari cansuyu miktarından daha az cansuyunun nehir yatağına bırakılmasını gerektiriyorsa, daha az enerji üretimine yol açacak bile olsa, proje dizaynının değiştirilmesini talep ediyoruz. Gözettiğimiz konular ve talep ettiğimiz önlemler, sadece enerji projeleriyle sınırlı değil. Tüm projelerimizde mevzuat ve iyi uygulama gerekliliklerinin yerine getirildiğini gözetmek amacıyla, uzman mühendislerimiz tarafından rutin saha ziyaretleri düzenleniyor. Böylece oluşabilecek sorunları önceden tespit etme ve müşterimizi doğru yönlendirme imkânımız da oluyor. İş Sağlığı ve Güvenliği (İSG) konusunda, son 1 yıldır sistematik olarak daha kapsamlı değerlendirme ve önlemler talep ediyoruz. Firmalarımızın İSG konusunda yönetim planı oluşturmasını ve uygulamasını teşvik 96 itü vakf dergisi ediyoruz. Yüksek riskli projelerde, müşterimiz tarafından alınan iş sağlığı ve güvenliği önlemlerini, uzman ekiplerimizin düzenli saha ziyaretleriyle yerinde izliyoruz. Son dönemde, Çevresel ve Sosyal Etki Değerlendirme Süreci’nin bir adım ötesine geçerek, doğrudan karbon salımına sebep olan veya ağaç kesimi nedeniyle iklim değişikliği etkisi doğurabilecek projelerimizde, bu etkinin bertarafı için belirli çarpanlarda ağaç dikilmesini talep etmeye başladık. Bu talebimiz, müşterilerimiz tarafından da memnuniyetle karşılanıyor. Örneğin, bir projemizde 10 yıl boyunca yılda 1 milyon yeni ağaç dikimi konusunda müşterimizle mutabık kaldık. Öncü rol üstlendiğimiz bu konunun, ulusal ve uluslararası alanda en iyi uygulamalardan biri olacağına inanıyoruz. Sistemimiz, çevresel ve sosyal konularda olumsuz etkilere yönelik önleyici tedbirler almamıza imkân veriyor. Ancak, özellikle enerji sektöründe, olumsuz etkilerin azaltılması kadar olumlu gelişmelerin desteklenmesi de çok önemli. Yerel ve çevre dostu enerji kaynaklarının desteklenmesini, ülkemizin geleceği ve sürdürülebilir Kredilerin çevresel ve sosyal etki değerlendirmesi konusunda en önemli kurumlardan birisi, şüphesiz Dünya Bankası. Bankanın bu konudaki politika ve prosedürleri, çevresel ve sosyal etkilerin tespit edilmesini, anlaşılmasını, önlenmesini veya azaltılmasını kapsıyor. kalkınması açısından son derece önemli görüyoruz. Bu sebeple, yenilenebilir enerjinin sektördeki tüm paydaşlar tarafından desteklenmesi gerektiğini düşünüyoruz. Garanti Bankası olarak, Türk bankacılık sektöründe yenilenebilir enerjinin önemini ve potansiyelini gören ilk bankalardan biriyiz. Artan yatırımlarla Türkiye’nin enerji üretiminde pay almaya başlayan rüzgar santrallarının yaklaşık %35’ine finansman sağladık. Her 3 rüzgar projesinden birini finanse etmiş olmanın gururunu yaşıyoruz. Yenilenebilir enerji projelerine aktardığımız toplam kaynak ise 3 milyar doları aştı. 2014 yılında yenilenebilir enerjiye destek için attığımız adımlara bir yenisini ekleyerek, lisanssız güneş enerjisi yatırımlarının finansmanına yönelik kredi ürünümüzü sunduk. Bu ürünle, özellikle KOBİ’lerimizin kendi elektriğini üretmesine finansman sağlıyoruz. Bina çatılarına bile kurularak elektrik üretebilen güneş panelleri, elektriğin daha pahalı olduğu gündüz saatlerinde üretim yapacağı için, işletmelere ciddi bir tasarruf imkânı sağlayabiliyor. Dolayısıyla, özellikle sanayi ve büyük ticarethaneler açısından cazip bir alternatif oluşturuyor. Nisan ayında lansmanını yaptığımız ürünle, KOBİ’lerin lisanssız güneş enerjisi sistemlerinin kurulumunu destekliyoruz. Türkiye gelişmekte olan bir ülke ve birçok alanda yatırıma ihtiyacımız var. Ancak ekonomik büyümenin tek başına yeterli olmadığını ve sürdürülebilir kalkınmanın bir parçası olması gerektiğini hepimiz biliyoruz. İhtiyacımız olan yatırımların çevreye ve topluma duyarlı şekilde hayata geçirilmesi çok önemli. Garanti olarak ana faaliyet konumuz olan kredi sağlanması sürecinde, sürdürülebilir kalkınmayı sekteye uğratmayacak, çevreye ve topluma sağladığı kazanımları olumsuz etkilerinin ötesine geçirecek proje ve faaliyetlerin desteklenmesini temel sorumluluk olarak kabul ediyoruz. Bu sorumluluğumuzu yerine getirirken, müşterilerimizden çevresel ve sosyal alanda talep ettiğimiz önlem ve iyileştirmelerin, projeyi daha güçlü ve sağlıklı kılacağına inanıyoruz. Çünkü, projenin çevresel ve sosyal etkilerine bağlı olarak ortaya çıkabilecek olumsuzluklar bankaların ve yatırımcının riskini teşkil ediyor. Bu riski ne kadar iyi yönetirsek, ülke olarak hem finans sektörünü ve yatırımcıyı korumuş, hem de sürdürülebilir kalkınma yönünde önemli bir adım atmış oluruz. Yenilenebilir Enerji Kaynaä Olarak Atk Prof. Dr. Seval Sözen İTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü Sfr atk prensibi hammadde, enerji ve insan gücü kaynaklarn maksimize ederek en yüksek verimle kullanlmasn saùlayacak bilimsel ve teknolojik uygulamalar yönlendirir. Bu yeni yaklaüm kirletici kaynaklarda oluüan atklarn- üimdiye kadar uygulandùndan farkl olaraksadece bertarafna yönelik deùil, yenilikçi teknoloji uygulamalar ile kaynak ve/veya enerji olarak deùerlendirilmesi yönündedir. Bu yaklaüm ayn zamanda kaynak kullanm ayak izi ile birlikte atk oluüumu ayak izinin de azaltlmasna yönelik bilimsel ve teknolojik uygulamalarn ortaya konmasn gerektirir… A B mevzuatına uyum sürecinde çevre ve enerji korunmasına yönelik ulusal mevzuat yeniden şekillendirilmiştir. İlke olarak benimsenen 3R (reduce/recycle/ reuse: atık azaltma/geri kazanma/yeniden kullanma) prensibi uyarınca tüm kirletici kaynakların “atık” olarak değil “kaynak” olarak değerlendirilmeleri öngörülmektedir. Bu çerçevede kirletici kaynakların öncelikle kaynağında temiz teknolojiler kullanılarak azaltılması, akım ayrımı yapılarak veya boru ucunda arıtma uygulamaları ile geri kazanılması veya yeniden kullanılması beklenmektedir. Bu yeni yaklaşım tüm kirletici kaynakların bir Entegre Kaynak Yönetim Sistemi çerçevesinde mümkün olabildiğince “sıfır atık” oluşumuna yönelik en uygun çevre ve enerji teknolojilerinin kullanılmasını gerektirmektedir. Sıfır atık kavramı sürdürülebilir kalkınma ve temiz üretim kavramlarının bir uzantısıdır, sürdürülebilir yaşam döngüsünde atık üretimini azaltan veya önleyen, kaynak ve enerji yönetimini ön plana çıkartan bir yaklaşımdır. Bu yaklaşım bugüne dek uygulanan, atığın üretildikten sonra bertarafını benimseyen atık yönetiminden farklılık göstermektedir. Sıfır atık prensibine yönelik Entegre Kaynak Yönetim Sistemi sürdürülebilir yaşam döngüsünde çevresel etkileri de ortaya koyacak şekilde evsel/kentsel ve endüstriyel kirleticiler gibi noktasal kaynakların yanı sıra tarımsal kullanım, ulaşım ve benzerleri ölçeğinde yayılı kaynakları da kapsayacak şekilde tanımlanmalıdır. Bu yönetim sistemi bu kaynaklara ait atıksu, katı atık, tehlikeli atık, arıtma çamurları, hava kirletici emisyonlar gibi çeşitli kirleticileri sıfır atık prensibi ile mümkün olduğunca enerji üretimine yönelik şekilde kaynak olarak değerlendirilmesini gerektirir. Atık oluşturan bir faaliyetin ve/veya üretim prosesinin özellikle daha planlama aşamasında yer seçimi ve arazi kullanımının da dahil olduğu bir değerlendirme ile yaşam döngüsüne olan çevresel etkilerinin belirlenmesinde bu yaklaşım büyük önem taşımaktadır. Sıfır atık prensibi hammadde, enerji ve insan gücü kaynaklarını maksimize ederek en yüksek verimle kullanılmasını sağlayacak bilimsel ve teknolojik uygulamaları yönlendirir. Bu yeni yaklaşım kirletici kaynaklarda oluşan atıkların- şimdiye kadar uygulandığından farklı olarak- sadece bertarafına yönelik değil, yenilikçi teknoloji uygulamaları ile kaynak ve/veya enerji olarak değerlendirilmesi yönündedir. Bu yaklaşım aynı zamanda kaynak kullanımı ayak izi ile birlikte atık oluşumu ayak izinin de azaltılmasına yönelik bilimsel ve teknolojik uygulamaların ortaya konmasını gerektirir. Geri kazanılabilen atıklar Enerji eldesine yönelik olarak potansiyelinden yararlanılan atıklar genelde evsel katı atıklardır. Evsel katı atıkların bertarafı doğrultusunda ülkemizde yaygın olarak kullanılan yöntem düzenli depolamadır. Avrupa Birliği ülkelerinde evsel katı atıkların enerji potansiyelinin değerlendirilmeden depolama sahalarına gönderilmesi hususu gerek enerji azlığı gerekse depolama alanlarının arazi gereksiniminin yüksek olması nedeniyle verilen belirli bir takvim dahilinde terk edilmektedir. Kişi başına üretilen katı atık miktarının günde yaklaşık 1 kg olduğu öngörüsünden hareketle, Türkiye’de yılda yaklaşık 26 milyon ton katı atık üretildiği söylenebilir. Bu atıkların %50’sinin organik atık olduğu kabul edildiğinde önemli miktarda enerji potansiyelinin düzenli depolama sahalarında bertaraf edilmesi yerine geri kazanılması büyük önem taşımaktadır. Son yıllarda evsel atıksu arıtma tesislerinden kaynaklanan arıtma çamurlarının da ilgili mevzuatın getirdiği sağlanması mümkün olmayan kısıtlar nedeniyle düzenli depolama sahalarına gönderilmesinde sorunlar yaşanmaktadır. Bu nedenle yüksek oranda kurutulduktan sonra sadece çimento fabrikalarında yakılarak çözüm aranan arıtma çamurları bertaraf sorunu da aynen katı atıklar için ön- itü vakf dergisi 97 ÇEVRE DOSYASI görülen yaklaşım gibi yenilenebilir bir enerji kaynağı olarak değerlendirilmek suretiyle çözümlenebilmelidir. Enerji üretim teknolojileri Atıkların bertaraf edilirken enerji potansiyelinin değerlendirilmesi için biyokimyasal ve termokimyasal yöntemler kapsamında anaerobik çürütme, yakma, gazlaştırma, piroliz gibi farklı teknolojiler kullanılmaktadır. Biyokimyasal yöntem olarak bilinen anaerobik çürütme veya biyometanizasyon organik atıklardan anaerobik çürütme neticesinde enerji eldesi yöntemidir. Organik atıkların fermentasyonu sonucu kalorifik değeri yüksek biyogaz (metan gazı) açığa çıkmaktadır. Burada esas olarak evsel katı atıkların organik kısımları ayrılarak enerji elde edilmektedir. Katı atıklar içerisinde yer alan organik madde miktarının yaklaşık %50 ve bunun içerisindeki biyolojik olarak ayrışabilen kısmının %70 olması öngörüsüyle enerji eldesinin mümkün olacağı porsiyon, atık miktarının tamamının yaklaşık %35’i mertebelerindedir. Enerji elde edilebilmesi için kojenerasyon ünitesinde yakıt olarak kullanılacak biyogazın ısıl değeri, içeriğindeki metan muhtevasına bağlı olarak değişiklik göstermektedir. Bu değer tipik bir anaerobik çürütücü sonrasında 4700-6000 kcal/m3 biyogaz aralığında yer almaktadır. Buna göre 1 m3 biyogazın yakılması ile açığa çıkan enerji (kalorifik değer) ortalama 5500 kcal olarak kabul edilebilir. Evsel katı atıkların düzenli depolama sahalarında depolanması sırasında da, depolama sahası yaşına bağlı olarak biyolojik ayrışma neticesinde biyogaz üretilir. Ancak katı atıkların organik kısmının anaerobik çürütmeye tabi tutulmasının, düzenli depolama ile karşılaştırıldığında en önemli avantajı, anaerobik çürütme sonucunda ortaya çıkan biyogazın kojenerasyon (birleşik ısı ve güç) teknolojisi ile elektrik ve ısı enerjisine dönüştürülebilmesidir. Elektrik ve ısı enerjisi toplamı olarak 1 ton organik atık başına 0,60 MWh enerji üretilebilmektedir. Dolayısıyla Türkiye genelinde üretilen evsel katı atıkların organik kısımları ayrılarak enerji kazanımı sağlandığında yılda yaklaşık 7800 GWh’lik bir üretim söz konusu olacaktır. Ayrıca düzenli depolamaya gönderilen organik katı atıkların ayrılmasıyla gerekli depolama hacminin azalmasının yanı sıra, sızıntı suyu oluşumu da ortadan kalkmış olacaktır. Sızıntı suyu organik atıkların içerdiği yüksek su muhtevasından kaynaklanmakta ve içerdikleri yoğun kirlilik nedeniyle arıtımı çok zor ve maliyetli olmaktadır. Termokimyasal yöntemler esas olarak katı madde içerisindeki organik katı maddelerin oksitlenmesi neticesinde karbondioksit, su ve küle dönüsülmesi temel prensibine dayanmaktadır. En yaygın olarak kullanılan yöntem, atığın stokiyometrik oksijen ihtiyacından 98 itü vakf dergisi fazla oksijen ile islenmesi prensibine dayanan yakma yöntemidir. Yakma teknolojisinin en büyük avantajı atığın ağırlıkça ve hacimce büyük oranda azalması ancak en önemli dezavantajı da oluşan baca gazı emisyonlarının arıtılmasının yüksek maliyetidir. Gazlaştırma da bir yakma işlemi olup, klasik yakma işleminden farkı kullanılan oksijen miktarının az olmasıdır. Atıklar 7000C’den daha sıcak ortamda parçalanır, atık hacmi yaklaşık %90 azalır ve nihai ürün syngas olarak adlandırılan karbon monoksit ve hidrojen gazından oluşan bir sentetik gaz açığa çıkar. Piroliz, yakma ve gazlaştırmadan farklı olarak oksijensiz ortamda termal parçalama işlemidir. Atıklar yüksek sıcaklıklarda ısı ile parçalanır, syngas ve bir miktar katı atık oluşur. Oluşan sentetik gaz, kojenerasyon ve ısı/elektrik dönüşüm teknolojileri ile enerjiye çevrilmektedir. Yönteminin konvansiyonel yakma yöntemine göre en önemli avantajı dioksin ve furan emisyonlarının önemli ölçüde azaltılmasıdır. Katı atıklar dışında önemli bir enerji kaynağı da atıksulardır. Oluşan 1 m3 atıksuyun kimyasal enerji değeri organik madde içeriği dolayısıyla yaklaşık 1700 kcal’dir. Kişi başına bu değer yaklaşık 0,3 kWh/gün olup, kullanılan yöntem ve teknolojiye bağlı olarak bu enerjiden yararlanma oranı ve biçimi değişebilir. Evsel atıksulardan enerji eldesinin bir diğer yöntemi ısısından yararlanmaktır. Atıksuların arıtıldıktan sonra deşarjları öncesinde ısı değiştiriciler vasıtasıyla sıcaklığının yaklaşık 5oC değiştirilmesi öngörüldüğünde 1 m3 atıksudan 5000 kcal eşdeğeri enerji elde edilmesi mümkündür. Bu enerji seviyesi iyi bir kömürle neredeyse eşdeğer olup, kişi Gerek katı atıklar gerekse atıksular alternatif enerji kaynağı açısından değerlendirildiğinde potansiyel olarak kişi başına günde 2,5 kWh’lik enerji üretimi gerçekleştirilebilir. Bu değerler ürettiğimiz atıklarla kullandığımız enerjinin yaklaşık 1/3’ünü geri kazanmadan attığımızı göstermektedir. başına günde yaklaşık 1 kWh enerji üretimi anlamına gelmektedir. Değerlendirme Yenilenebilir enerji kaynağı olarak atığın/atıksuyun kullanılması hem nüfus artışına parallel olarak artan atık miktarının azaltılması hem de atığın kaynak olarak kullanılarak enerji döngüsüne pozitif katkısı açısından büyük önem taşımaktadır. Atık sorununun etkin bir şekilde çözümlenmesi yeni teknoloji arayışlarını beraberinde getirmektedir. Sözü edilen enerji üretim teknolojilerinden hangisinin, hangi atık türleri için uygulanabileceği detaylı fizibilite çalışmaları gerektirir. Evsel kullanımlardan kişi başına günde oluşan 1 kg katı atığın yaklaşık % 50’si enerjisinden yararlanılabilecek nitelikte organik madde içeriğine sahip mutfak atıkları olup, diğer kısım ise ekonomiye kazandırılabilecek şekilde büyük ölçüde geri dönüştürülebilir / geri kazanılabilir atıklardan oluşur. Sadece mutfak atıklarının ayrı toplanması ile kişi başına 1,2 kWh/gün enerji elde edilebilir. Gerek katı atıklar gerekse atıksular alternatif enerji kaynağı açısından değerlendirildiğinde potansiyel olarak kişi başına günde 2,5 kWh’lik enerji üretimi gerçekleştirilebilir. Bu değerler ürettiğimiz atıklarla kullandığımız enerjinin yaklaşık 1/3’ünü geri kazanmadan attığımızı göstermektedir. Bugünkü teknolojilerle bu enerjinin yaklaşık %30-40’ı kullanılabilir enerji olarak geri kazanılabilir. Teknolojilerin geliştirilmesi ile kullanılabilir enerji miktarının artırılması mümkün olabilecektir. Örneğin, İstanbul’da yıllık elektrik tüketiminin yaklaşık 40 milyar kWh olduğundan hareketle, bu enerjinin en azından %15’inin atık enerjisi ile karşılanması söz konusu olduğunda yılda 2 milyar TL’lik bir enerji geri kazanımı yapılabilmesi olasıdır. Aslında bu geri kazanım kişi başına yılda 140 TL’nin sokağa atılmaması anlamını taşımaktadır. Dolayısıyla iyi bir atık yönetim modeli ile atığı atık olarak uzaklaştırmak yerine ekonomik bir kaynak olarak değerlendirip hem yerel hem ulusal ölçekte katma değere dönüştürmek çevresel sürdürülebilirliğin temel ilkesi olmalıdır. åTÜ Yönetiminin Kampus Planlama Anlayç ve Yeni Planlama Uygulamalar Prof. Dr. Sinan Mert Şener İTÜ Mimarlık Fakültesi Dekanı İTÜ Yapı İşleri Koordinatörü Ayazaùa’da Prof. K.Ahmet Aru zamannda yaplmü orjinal kampus dokusunun temel ilkelerini bozmadan, onunla ahenkli, onun eksiklerini tamamlayan yeni bir yaplaüma sistematiùi, kampuslarmzn planlanmasnn temel ilkesi olarak kabul edilmiü ve uygulamaya konmuütur. Bu kapsamda temel yaplaüma ilkemiz; varolan yaplar strüktürel olarak güçlendirerek onlar enerji etkin binalar haline getirecek önlemler almak, yeni binalar da ayn master planlama anlayüna uygun olarak inüa etmektir. Böylelikle kampustaki yaplar ykp yeniden yapmaya çalüan ve kampusu dev inüaat alanlar haline getirecek yenileme modelleri yerine, çaùdaü sürdürülebilirlik ilkesini daha fazla gözeten, daha minimalist müdahaleler ile kampus yaplarnn ve genel planlamann, enerji etkin ve karbon salnm düüük bir örnek yerleükeye dönüütürülmesi hedeenmektedir… İ stanbul Teknik Üniversitesi yeni yönetiminin öncelikli konularından biri olarak; yaşanabilir, çevresi ile de öğrencilerine öğretici olabilen sağlıklı, huzurlu, doğa ile barışık bir kentsel çevre sunmak hedef olarak seçilmiştir. Bu nedenle öncelikli olarak tüm kampüslerde yaya ve bisiklet odaklı, engelsiz ve taşıt ulaşımının ikinci plana alındığı, en az karbon salınımlı, enerji etkin binalardan oluşan bir yeşil kampüs ilkesi yeni yönetim döneminin birinci öncelikli konusu olarak seçilmiştir. İstanbul Teknik Üniversitesi Yapı İşleri ve Teknik Daire Başkanlığı’ndan sorumlu Rektör Danışmanı olarak Ağustos 2012 tarihinde başladığım görevimde ve hali hazırda da ‘Yapı İşleri Koordinatörü’ ve Dekan olarak görev yaptığım iki yılı aşkın dönemde, başlangıçtan beri Rektörümüz tarafından oluşturulan kampus planlama komisyonu ile bir yandan planlama bir yandan da icra ve yapım kontrollüğü bu koordinatörlük tarafından sürdürülmektedir. Yılda en az iki kere Rektörümüz Başkanlığında kampüslerimizde yaşayan, yürüyen, spor yapan, yerleşkede oturan, lojmanda yaşayan, araç kullanan, doğayı gözleyen akademisyen, araştırmacı, memur, öğrenci, teknokent kullanıcıları ve dikkatli ve takipçi tüm paydaşlar ile açık toplantılar yaparak itü vakf dergisi 99 ÇEVRE DOSYASI onlarla etkileşim içinde eleştiri ve yol göstericiliklerinde planlama ve icraat devam ettirilmektedir. Bu yönetimin, kampus planlama anlayışının belki de en önemli ayırdedici özelliği olarak görülebilir. Ayazağa’da Prof. K. Ahmet Arû zamanında yapılmış orijinal kampus dokusunun temel ilkelerini bozmadan, onunla uyumlu, onun eksiklerini tamamlayan yeni bir yapılaşma sistematiği, kampuslarımızın planlanmasının temel ilkesi olarak kabul edilmiş ve uygulamaya konmuştur. Bu kapsamda temel yapılaşma ilkemiz; varolan yapıları strüktürel olarak güçlendirerek onları enerji etkin binalar haline getirecek önlemler almak, yeni binaları da aynı master planlama anlayışına uygun olarak inşa etmektir. Böylelikle kampustaki yapıları yıkıp yeniden yapmaya çalışan ve kampusu dev inşaat alanları haline getirecek yenileme modelleri yerine, çağdaş sürdürülebilirlik ilkesini daha fazla gözeten, daha minimalist müdahaleler ile kampus yapılarının ve genel planlamanın, enerji etkin ve karbon salınımı düşük bir örnek yerleşkeye dönüştürülmesi hedeflenmektedir. Bilindiği gibi İTÜ beş kampusu olan bir üniversitedir. Şehiriçi kampuslarındaki tarihi yapıların konservasyonu ve restorasyonu da yeni kampus planlama anlayışının vazgeçilmez bir parçasıdır. Bu kapsamda Taşkışla Binasının konservasyon ihalesi 2012’de tamamlanarak hızla inşaata başlanmıştır. Çalışma önümüzdeki 18 ay içinde bütünü ile tamamlanmış olacaktır. Diğer yandan restorasyon ve konservasyon projesi yüksek lisans öğrencilerimiz tarafından yapılan Maçka Silahhane binasının proje çalışmaları da sürdürülmektedir. Bu yönetim dönemi içinde rölöve, restitüsyon ve restorasyon projelerinin Anıtlar Koruma Kurulu’ndan tasdikini takiben 2015 yılı içinde hızla ihalesinin yapılması planlanmaktadır. Yürütülmekte olan bu devasa planlama sürecinin yönetilmesi dışında; tüm yapısal ve mekânsal gelişimin İTÜ vizyonu- 100 itü vakf dergisi na uygun şekilde planlamasında kampuslarımızın kentsel tasarım, mimari planlama, ekolojik hesaplamalar, trafik planlaması, peyzaj tasarımı, konularında bir grup öğretim üyemiz özellikle Mimarlık Fakültesi öğretim üyeleri ile birlikte sürece aktif destek vermektedir. Bilimsel çalışmalar ve proje bazlı faaliyetlerin yönetimimiz tarafından teşvikinin yanı sıra İTÜ adına yakışır, öncü ve örnek Üniversite kampusu çalışmalarımızın inşaasına da planlamayla eşgüdümlü olarak hızla devam edilmektedir. Eğitim ve öğretimde lider bir üniversitenin bu statüsünü koruyabilmesi için unutulmaması gereken hususlardan en önemlisi de kuşkusuz mimari ve doğal çevrenin de öğrenciler için Yeşil kampüs projesi uygulaması ile daha çok yürüyen, bisiklete binen, engelli bireylerin de kampuslarda engelsiz yaşadığı, geri dönüşüm duyarlılığının üst düzeye çıktığı, karbon salınımının en aza indirilmeye çalışıldığı İTÜ kampüslerini yakında göreceğiz. önemli bir eğitim aracı olduğudur. Bu bakış açısı ile Türkiye’nin en yüksek bilimsel performanslı öğrencilerini her yıl bünyesine katan İTÜ’nün, kampuslarındaki mekânsal kalite performansının da onların eğitimine katkı sağlayacağı açıktır ve bu konu yönetimimiz açısından birinci öncelik sırasına alınmıştır. Planlama ve projelendirmedeki bu yeni dönemin önemli çalışmalardan biri olarak Yeşil Kampus Projesi ile İTÜ’lülerin hem doğayı hem bireysel sağlıklarını koruyacakları bir üniversite yaşamı modelinin uygulamasını yapmaktayız. Yeşil kampüs projesi uygulaması ile daha çok yürüyen, bisiklete binen, engelli bireylerin de kampuslarda engelsiz yaşadığı, geri dönüşüm duyarlılığının üst düzeye çıktığı, karbon salınımının en aza indirilmeye çalışıldığı İTÜ kampuslarını yakında göreceğiz. Diğer yandan şehir içi tarihsel değere haiz kampuslarımızın restorasyonunun tamamlanması, Ayazağa ve Tuzla kampuslarımızın ise, “yeşil kampüs – eko kampus” anlayışı ile tamamen, yaya – bisiklet ile erişilebilir, elektrikli servis araçları ile güncel teknoloji ile iç içe tasarlanıp uygulanması ve kullanımı ile hayata geçirilmesi hedeflenmektedir. Böylece “sürdürülebilir”, “yeşil ve yaya” odaklı, taşıt sirkülasyonundan arındırılmış, yaya taşıt ayrımlarının çağdaş normlarda kurgulandığı, tarihi eserleri bakımlı ve sahiplenilmiş, korunmuş kampuslar yönetimimizin temel hedefleri arasındadır. Ülkenin en köklü üniversitesinin, tarihi mirasına sahip çıkmasının bir parçası da kuşkusuz tarihi kampusları sahiplenmek onları yaşatarak korumaktır. Öğrencilerimizin, özellikle yaya sirkülasyonunun hedeflendiği Ayazağa kampusunda sürekli dolaşan elektrik tahrikli mekik midibüsümüzün hizmete girmesi çok yakındır. Ayrıca Kampus Planlaması ile ilgili en önemli bir yenilik de önümüzdeki yılda Bedri Karafakioğlu Bulvarı ile SDKM Stadyum istikametindeki birbirine dik iki aksın tamamen yaya öncelikli hale getirilerek, günün belirli saatlerinde servis yolu niteliğindeki yaya promenadlarına dönüştürülmesidir. Diğer yandan trafik sirkülasyonunun, içte yayalaştırılmış yeşil ve özgür hareket edilen kampus yeşil iç mekanının dışında biri iç, bir dış çevre yolu üzerinden gerçekleştirildiği nihai planlama kararımız adım adım gerçekleştirilmekte ve uygulamaları da tamamlanmaktadır. Planlama kapsamında bütünü ile yenilenen İTÜ giriş kapılarının yakınlarında planlanan katlı garajlar ile de tüm trafik yolları kenarlarındaki yasa dışı ve çirkin görünümlü parklanmalar engellenerek, trafik akışının kampusun derinliklerine fazlaca girmesi önlenecektir. Yaya ulaşımının teşviki için kuşkusuz yaya erişimi ve normu çok önemlidir. Artık yeni yaya yolu normumuz eskiden olduğu gibi 1/5 yükseklikte (yani 5 cm) ve eski kaldırımlarımızın eninin 3 misli (yani 320 cm) genişlikte planlanmış ve artık bu şekilde uygulanmaktadır. Tüm İTÜ giriş kapılarının yenilenmesi, sayısal ölçümlere dayalı trafik modellemeleri pik saatlerdeki ölçümlere göre ve bilimsel verilere dayalı hesaplamalı olarak yapılmıştır. Bu kapsamda Enerji Kapısı’nın ihalesi tamamlanarak uygulamasının eylül başında bitirilmesi sağlanacak ve yeni yarıyılda hizmete açılması gerçekleştirilecektir. Kapılarda da bilimsel ölçümlere göre önce trafik genişletme ve otomasyonu yapılıp daha sonra İTÜ kimliğini oluşturacak özgün mimari projeler İTÜ’lü mezunlar tarafından tasarlanarak Yapı İşleri Daire başkanlığı tarafından inşa edilmektedir. Bu kapsamda Akademik yaya giriş kapısı da İTÜ’ye yakışan bir kimliğe uygun form verilerek yakın geçmişte hizmete açılmıştır. Trafik planlamasındaki bir diğer önemli konu ise bisiklet yollarının Ayazağa kam- Sürdürülebilir”, “yeşil ve yaya” odaklı, taşıt sirkülasyonundan arındırılmış, yaya taşıt ayrımlarının çağdaş normlarda kurgulandığı, tarihi eserleri bakımlı ve sahiplenilmiş, korunmuş kampuslar yönetimimizin temel hedefleri arasındadır. pusunun her noktasına ulaştırılmasına öncelik verilmesidir. Bu husus da “sıfır karbon salınımlı eco kampus” hedefinin bir adımı olarak değerlendirilebilir. Kuşkusuz spor yapan, daha sağlıklı bir gençlik için de, bu bisikletli ulaşım teşviki dolaylı ve pratik bir spor teşviki olarak görülmektedir. Diğer yandan, Ayazağa kampusundaki mevcut binaların asansörleri, yangın kaçışları ve engelli erişimi açısından yeniden güncellenmesi işlerine de hız verilmiştir. Bunlara ek olarak, enerji etkin cephe yenileme uygulamalarına da başlanmıştır. Bunun için hesaplamalar yapılarak öncelikle cephelerin güneş kontrolü ve estetik kalitesinin yükseltilmesi için inşaa süreci hızlandırılmıştır. Hiç bir yalıtım endişesi ve güneşlenme kontrolü bugüne kadar düşünülmemiş binalarımızda, cephelerde uygulanmaya başlanan önlemler hep düşük karbon salınımı ve enerji etkin kampus hedefinin birer parçası olarak görülmelidir. Bu kapsamda yeni ve dinamik yapıya kavuşturulan Yapı İşleri ve Teknik Daire Başkanlığı, üniversitemizin yapım, onarım, altyapı ve destek hizmetleri de bu doğrultuda hızla gerçekleştirecek bir yapıya kavuşturulmuştur. Yapılacak her türlü harcamanın yaklaşık maliyeti, ihale evraklarının hazırlanması, işin her türlü kontrolü, hakediş, kabul işlemleri Yapı İşleri ve Teknik Daire Başkanlığı tarafından ve KİK denetimine açık olarak eskisine göre en az iki misli hızda yapılmaktadır. Sonuç olarak çağdaş bir üniversitenin en belirgin göstergesinin, çağdaş kentsel peyzaj ve mimari kaliteye sahip nitelikli bir çevre olduğu görüşü ile Üniversitemizin yönetimi, öğretim üyeleri ve öğrencileri ile birlikte hızla bu kalite artışını sağlamaya çalışmaktadır. itü vakf dergisi 101 ÇEVRE DOSYASI YEŞİL KAMPUS İTÜ’DE DÜNYA BİYOÇEŞİTLİLİK GÜNÜ Dünya Biyoçeşitlilik Günü için İTÜ Ekoloji Kulübü tarafından düzenlenen fotoğraf gezisi, renkli kareler ortaya koydu. Ayrıcalıklı bir yerleşime sahip olan, hem İstanbul’un merkezinde bulunma hem de doğayla bütünleşme niteliğini koruyan İTÜ Ayazağa Yerleşkesindeki bitki ve hayvan varlığı, uzmanlar ve öğrenciler tarafından görüntülendi. “Alanın temiz kalması, izole olması, doğal yaşamın korunması, kuşların şehirde sığınacakları çok az alanlardan biri olan İTÜ Ayazağa kampusunun önemini artırıyor.” “İTÜ Ayazağa Kampusu Gölet Vadisi doğallaşmış yaşam alanı içinde geniş bir biyoçeşitlilik içeriyor… Geniş maki toplulukları ve fundalıklar arasında binbir çeşit canlıyı barındıyor.” Gezi sonrası Biyolog Esra Ergin ve Kuş Gözlemcisi İhsan Eroğlu tarafından kaleme alınan yazı şöyle: “İTÜ Ayazağa Kampusu Gölet Vadisi doğallaşmış yaşam alanı içinde geniş bir biyoçeşitlilik içeriyor… Geniş maki toplulukları ve fundalıklar arasında binbir çeşit canlıyı barındıyor. Alandaki ibreli ağaç türlerinden karaçam, sahil çamı, ladin, ve servi türleri ile eğrelti otları geniş bir topluluk oluşturuyor. Ağaç sınırlarında mavi, beyaz ladenler, sarı çiçekleri ile katır tırnakları, pembe renkleri ile kuşburnu çiçekleri ve beyaz renkleri ile geyik dikenleri alana girerken güzel kokuları ile karşılıyorlar. İçerilere doğru kıvrıldıkça biraz daha farklı ağaç türleri çınar, gladiçya, akçakesme, defneler, kocayemişler çitlembik, menengiç ve dişbudaklar, çeşitli akasya türleri, palmiye ağacı göze çarpıyor. Bodur ağaçlar kermes meşeleri, fundalar, fındık diğer çalı ve bu türlerin altında otsu türler kekik ve karabaş otları, baklagiller ailesinin üyeleri, hardalgiller ve buğdaygillerden birçok tür karşımıza çıkıyor. Özellikle nemli ve gölgelik alanları seven orkideler yol kenarında, ağaçların altında gösterişli çiçekleri ile hemen dikkat çekiyorlar. Gölete doğru inerken kılcal bir su akıntısı etrafında yükselen kuzukulağı, pazı otları, çeşitli hardal otları ve böğürtlenlerin oluşturduğu bariyer ile koridorların ardından ilerde kamışlar, hasır otları ve sazlıklarla birleşiyor. Sazlıklardan aşağı doğru kavak ve söğütlerin eşliğinde gölete ulaşılıyor. Alanın sahip olduğu her bir bitki türü, toprak ve kaya yapısı diğer canlıların dağılımını belirlerken her biri için de yiyecek ve barınak oluyor. Gölet vadisindeki kuş ve kelebek türleri de ayrıca dikkat çeken canlılar. tü vak vakf aak kff d dergisi ergisii 1102 10 02 iitü Fotoğraf: Nurgül Tekeli Fotoğraf: İhsan Eroğlu Doğa gezileri sırasında karşılaştığımız kuş türleri arasında yeşil papağan, iskender papağanı, erguvani, ak gövdeli ebabil, saksağan, kırlangıç ve daha bir çokları yer alıyor. Şu ana kaydedilen 82 kuş türünde ötücüler geniş yer kaplıyor. Düzenli yapılacak gözlemlerle bu sayının 100’ü aşacağı kesin. Barındırdığı bitki çeşitliliği ve göl, kuş çeşitliliğini de artırıyor. Alanın temiz kalması, izole olması, doğal yaşamın korunması, kuşların şehirde sığınacakları çok az alanlardan biri olan İTÜ Ayazağ kampusunun önemini artırıyor. Yeşil papağan, çıtkuşu, saksağan, bülbül gibi üreyen türlerin yanı sıra ilkbahar ve sonbahar aylarında yoğun ötücü göçüne rastlanıyor. Ayrıca kampus üzerinden yırtıcı ve leylekleri de bu zamanlarda gözlemlemek mümkün. Sinekkapanlar, ötleğenler, ispinozgiller, balıkçıllar, doğanlar ve atmaca görülen türlerden bazıları…” YEæåL KAMPÜS Kampus Sürdürülebilirliäine Entegre Bir Yaklaçm: Piri Reis Üniversitesi Dr. Duygu Erten Piri Reis Kampüsü Sürdürülebilirlik / BREEAM Danışmanı Türkiye’nin ilk ve tek denizcilik ihtisas üniversitesi olan Piri Reis Üniversitesi kampüs binaları, 2011 yılında BREEAM International Bespoke 2008 kriterleri doğrultusunda değerlendirilerek entegre tasarım süreciyle yapıldı. Ü niversite kampusleri Türkiye’de ve dünyada artık birer şehir gibi yönetilmeye ihtiyaç duyar hale geldiler ve kampuste yapılan her aktivite direk olarak çevreyi etkiliyor. Eğer bundan böyle, kampusler planlanırken organizasyonel ve teknik önlemleri sürdürülebilirlik kriterleri gözeterek alırsak, çevre kirliliği, enerji ve malzeme tüketimi, eğitim ve araştırma aktivitelerinin sonucu olan karbon salımını da azaltmış olacağız. Ancak bu çalışmaların sistemli ve sadece kampus içi değil kampusün bulunduğu bölgelere entegre olarak yapılması gereklidir. Bu nedenle çevre yönetim sistemleri başta olmak üzere, yerel halkın katılımcılığı, sosyal sorumluluk ve çevre sertifikalarının uygun olarak yaşamasına özen gösterecek bir yönetim şekli benimsenmelidir. PİRİ REİS Projesi, Türkiye’de ilk defa bir üniversite kampusünün sürdürülebilirlik çabalarını güçlendirme maksadıyla tasarlanıp inşaa edilmiş ve öğrenciler, okul idari personeli ve öğretim görevlilerinin görüşleri de alınarak planlanan bir üniversite kampusüdür. Binaların doğal çevre, ekonomi, sağlık ve verimlilik üzerinde derin etkileri vardır. Son yıllarda giderek üzerinde durulan yeşil binalar alanında, bu binalarda kullanılan teknolojiler ve işletimi konularında da devrimsel bir değişime tanık olunmaktadır. Planlanan bu kampuste, tasarımcılar ve kullanıcılar binaların hem kurulum ve kullanımda ekonomiyi, hem de çevresel performans faktörünü en üst düzeye çıkarma olanağı bulacak yaklaşımlar ve teknolojiler kullanılmıştır. Dünyada bina ve yapım sektörünün, bina işletiminin sürdürülebilirlik açısından düzenlenmesi amacıyla değerlendirme sistemlerini kullanma yaklaşımları son yıllarda giderek artmaktadır. İngiltere’de BREEAM itü vakf dergisi 103 (Building Research Establishment Environmental Assessment Method / Bina Araştırma Kurumu Çevresel Değerlendirme Yöntemi) denilen bir değerlendirme sistemi geliştirilmiştir. Söz konusu sistem dinamiktir ve zamanla geliştirilen stratejilere bağlı olarak yeni versiyonları oluşturulmaktadır. Bunun yanı sıra sistemler, aynı binada geliştirmeler yaparak tekrar değerlendirmeye alınmasına olanak vermektedir. İşte, Piri Reis Üniversitesini başarılı kılan master planın ilk aşamasında enerji verimliliği, makro pasif tasarım ve güneşe açıklık gibi konuların yanısıra malzeme seçimi, atık azaltma ve ayrıştırma gibi konularda sürdürülebilirlik danışmanı liderliğinde BREEAM kriterleri doğrultusunda günlerce süren BREEAM Charratte toplantılarıyla tartışmaya açılmıştır. BREEAM Sertifika Süreci Türkiye’nin ilk ve tek denizcilik ihtisas üniversitesi olan Piri Reis Üniversitesi kampus binaları, 2011 yılında BREEAM International Bespoke 2008 kriterleri doğrultusunda değerlendirilerek entegre tasarım süreciyle yapıldı. Bütünsel bir düşünce kurgusuyla yapılaşmanın kaçınılmaz bir parçası olan yaklaşım, işverenin de sürekli işin içinde olmasını gerektiriyor. Tasarım ve inşaat tamamlandığında ‘Very Good’ sertifikası alarak Türkiye’de ilk çevreye duyarlı yeşil kampus özelliği taşıyan üniversite olan Piri Reis Üniversitesi kampus blokları; malzeme, enerji, su, sağlık ve konfor, arazi kullanımı ve ekoloji, atık yönetimi ve ulaşım kriterlerine göre değerlendirilmiştir. Yine yeşil kampuslerin vazgeçilmez parçası olan yürüme ve bisiklet yolları kampuste karbon ayak izini azaltan bir ulaştırma ağı sağlamaktadır. Bu doğrultuda yapılan çalışmalar aşağıda yer almaktadır. Toplu taşıma hizmetlerine yakın olması ve çalışan ve öğrencilerin alternatif ulaşım araçlarından yararlanabilmeleri için sağlanan 175 adet bisiklet park yerleri ve bunla- 104 itü vakf dergisi ra uygun sayıda hazılanan duş ve soyunma odaları ile ulaşımdan kaynaklanan CO2 salımının azalması amaçlanmıştır. Bina ısıtma ve soğutma enerji ihtiyacı, trijenerasyon sistemi ile karşılanmaktadır. ‘Absorbsiyonlu chiller’, ‘heat pump chiller’ ve trijen gaz motorları için gerekli kondenser suyu, klasik soğutma kuleleri ile değil, doğrudan denizden alınan su ile temin edilmektedir. Böylelikle elektrik ihtiyacından % 40 tasarruf elde edilmektedir. Domestik soğuk su, ‘Reverse osmos’ ve gerekli arıtma işlemlerinden geçirilen deniz suyundan sağlanmaktadır. Sıcak suyun temini güneş kollektörleri ile sağlanmaktadır. Böylelikle enerjiden %12 tasarruf elde edilmektedir. Binada bulunan tüm lavabo, duş teknesi, duş teknelerinden toplanan gri su, yerinde arıtma ile rezervuarlarda kullanılmaktadır. Böylelikle gri suyun yeniden kullanımı sağlanmaktadır. Çatı yağmur suları toplanıp arıtma işlemlerinden geçirilerek bahçe sulamada kullanılmaktadır. Üniversitenin gün ışığından maximum seviyede yararlanması amaçlanmıştır. Aydınlatma seviyeleri, tasarruflu bir biçimde en iyi görsel performans ve konforu sağlayacak şekilde standartlara uygun olarak tasarlanmıştır. Uygulanan çevresel / sürdürülebilir satın alma politikası ile zararlı uçucu organik bileşik içermeyen malzemelerin kullanılmasıyla sağlıklı ve konforlu çalışma ortamları sağlanmıştır. Enerji ve su tüketimleri Bina Yönetim Sistemi ile izlenip kaydedilerek bu doğrultuda tasarruf çalışmaları yapılmaktadır. Geri dönüştürülebilir atıkların ayrı toplanıp depolanması ile bu atıkların döküm sahasına veya yakılmaya gönderilmesi önlenmiştir. Düşük seviyede su tüketimi sağlayan ürünlerin kullanılması ile suyun verimli kullanılması sağlanmıştır. Bloklara ait BREEAM skorları aşağıda sıralanmıştır: A Blok: %68,89 Very Good B Blok: %64,46 Very Good C Blok: %62,37 Very Good UDEM: %67,22 Very Good SONUÇ: Sürdürülebilir kampus planlamasında üniversitenin çevre yönetimi, yeşil binalar, yeşil taşıtlar ve ulaştırma gibi konularındaki duyarlılığının yanında, engellilere hareket kabililiyeti ve eşitlik gibi sosyal adalet ve öğretim malzemelerinin içeriğine de sürdürülebilirlik teması oturmuştur. Bu üniversite, sürdürülebilir olmak için çevreyi koruyan, ekonomik büyümeyi tetikleyen ve yerel kalkınmayı destekleyen bir zihniyetle kurulmuştur. SANAT åstanbul Teknik Üniversitesi (åTÜ)’nde: Bilim-Sanat åliçkisi ve Bilgi Çaä Prof. Dr. Ayla Ödekan İTÜ Güzel Sanatlar Bölümü Bilim de sanat da aynı gerçeklikle uğraşır, ancak yöntemleri farklıdır. Sanat gerçeği estetik imgelerle betimler ve sergiler, doğanın sırlarını sezdirir, bilim ise açıklar. Akıl yoluyla anlatmaya çalışır ve bunu ispatlar. Bilim de sanat da gerçeğe aynı noktada varmaya çalışır. Sanat ve bilim birbirini tanımlayan etkinliklerdir. Bilim kavramsal yorumlar, sanat sezgisel yorumlar. Gerçeği daha iyi ve çok boyutlu görmemize katkıda bulunurlar… Res. 1 Kültür kavramı ana öğeler ve kültür haritası (Güvenç, 1970:107) B u yıl İTÜ Güzel Sanatlar Bölümü (GSB), 30. yılını 13. Mayıs’ta bir toplantı düzenleyerek kutladı. Bölüm’e katkıları olmuş kişileri bir araya getirerek belleği tazelemenin yanısıra, kanımca Bölüm’ün İTÜ’ndeki misyonunu gözden geçirerek eğitim açısından değerlendirmesini yapmak için fırsat yaratmış oldular. Yüksek Öğretim Kanunu’nun üniversite öğrencilerinin güzel sanatlar alanında ilgi ve becerilerini geliştirme amacını taşıyan 5.1 maddesi uyarınca 6 Kasım 1981’de kurulmuş olan GSB, öğretime 1983-1984 Akademik Yılında başlamıştır ve Türkiye’de bu alandaki ilk bölüm olma özelliğini taşımaktadır. Bölümde Resim, Seramik, Özgün Baskı, Tiyatro, Fotoğraf, Müzik gibi uygulamalı derslerle Sanat Felsefesi, Sanat Sosyolojisi gibi kuramsal dersler programa alınmıştır. 1995-1996 ders yılında 14 adet dersle 3725 öğrencinin sanatla buluşması sağlanmıştır. 1997 yılında “Teknik Olmayan Seçime Bağlı Ders“ bölümden kaldırılmış, 1997-2000 yılları arasında 2 kredilik ders alması gereken öğrenciler dışında öğrenci kalmamıştır. 2000-2001 ders yılından itibaren “Mühendislik Tasarımı ve İnsan Toplum Bilimleri Seçme Ders “ kategorisinde 3 kredili dersler verilmeye başlanmıştır. Bir teknik eğitim kurumu olarak İTÜ’nün yasayı uygulamada öncü olmasının nedenini kuşkusuz bilim-sanat ilişkisi açısından belli bir geleneğe sahip olmasında aramak gerekir. Geçmişe şöyle bir baktığımız zaman İTÜ’nün sanatla ilişkisinin yeni olmadığını görüyoruz. 1950’lerde İTÜ’de Sanat 1920-30’larda okumuş mühendislerin o dönemin okulunu anlatırken şöyle dediklerini anımsıyorum: “Okulda yatılıydık. Hayatımız orada geçerdi. Dersler zaten çok yoğundu. Derslerin bitiminde kafamız hayli yorgun olurdu. Akşamüstüne doğru çıkar, Gümüşsuyu’ndan Beyoğlu’na yürürdük. Orada dolaşmak, sinemaya, tiyatroya, sergilere, kitapçıya gitmek bizi dinlendirirdi. Ne de olsa Beyoğlu kentin kültür, sanat merkeziydi. Hatta tekti. Kentteki, hatta ülkedeki her şey orada oluşur, orada sergilenirdi.” Tabii bu Mühendis Mektepli, Teknik itü vakf dergisi 105 åTÜ›DE SANAT Üniversiteli gençlerin kültüre ve sanata sağlam bir açılım kazanmalarını sağlamıştı. Bu ortamın zamanla yarattığı birikimin, 1950’lere doğru öğrencileri izleyici olmanın daha da ötesine, etken ve yapıcı biçimde sanat ve kültür olayları için kol sıvamaya götürdüğünü görüyoruz. İkinci Dünya Savaşı’nın sıkıntılı ve kısıtlayıcı ortamı bitmiştir artık. Ülke rahatlamıştır. Türkiye toplumu hızla değişmektedir. Bir dinamizm gelmiştir. Bu değişim de en fazla gençler arasında gözlenmektedir. Ve tabii, İTÜ öğrencilerinde. Gençler 1950’nin ilk yıllarında üniversite idaresinden bağımsız, yalnızca öğrenci girişimine dayanan, okul idaresinden yalnızca mekân talebinde bulunmakla yetinen bir Sanat Kulübü kurarlar. Kültür ve sanatın çeşitli dallarını kucaklayan bir dernek. Gümüşsuyu’ndaki konferans salonu konserlere, konuşmalara, tartışma toplantılarına ev sahipliği yapmaya başlar. Kulüp piyasada da satılan ve “Diyelim” adını taşıyan bir sanat ve düşün dergisi yayımlamaya başlar. Yazarların çoğu öğrencilerdir, ama ülkenin tanınmış imzaları da görünür bu yayında. Kulüp 1955’te İstanbul kültür yaşamında önemli bir iz bırakan, yalnızca öğrencilerin yürüttüğü bir tiyatro da kurar. Bunda bazı önemli yazarların ülkede bilinmeyen oyunları oynanır. İstanbullu kültürsevenler ve aydınlar bu gösterimleri merakla izlerler. Bir sinema kulübü de faaliyete geçer. Taşkışla’nın koridorlarında keman çalınır, haftanın bir günü klasik müzik dinletileri düzenlenir. Gümüşsuyu ve Taşkışla bu yıllarda Beyoğlu’nun kültür merkezlerinden biri gibidir. Öğrenciler arasında, üniversitenin derslerinden buldukları fırsatlardan yararlanarak İstanbul konservatuvarında tiyatro derslerini takip edenler olur. Hatta gene konservatuvarda şan dersleri alıp daha sonra operacı olan kişiler de görülür. Bu hızlı ve dinamik gelişmeyi bazı öğretim üyeleri yadırgasalar da, “Bunların mühendislikle ne ilgisi var?” deseler de, genelde gençlerin bu yan çabaları üniversite içinde destek bulur. Kamuoyunda “Mühendis dediğin, teknik kişi bildiğin adam kuru, tek boyutlu, rakamlardan başka bir şey bilmeyen kişidir.” yargısı hızla silinir. Eğitim programında da Mimarlık Fakültesi’nde tasarıma katkı açısından uygulamalı 106 itü vakf dergisi Res. 2 (httpwww.brainpickings.orgindex. php20120425e-o-wilson-on-art) resim ve heykel çalışmalarına önem verilirdi. 1950’lerde dönemin önemli sanatçıları Ercüment Kalmık ve Şadan Bezeyiş, Rudolf Belling ve Yavuz Görey resim ve heykel derslerine giriyorlardı. 1970’lerde de Tezcan Sağlam ve Teoman Südor grafik ve resim derslerine katıldılar. Sanat alanında hareketli bu yıllara ait değerli bir belge de kuzey-batı kulesinin merdiven duvarında Nurullah Berk ve Abdurrahman Öztoprak’ın imzasını taşıyan duvar resmidir. Bu Res. 3 Kitsou Dubois, Gravity Zero (httpwww. jbf.dial.pipex.comart_tech_ec_fileskitsou_dubois.htm) Bir teknik eğitim kurumu olarak İTÜ’nün yasayı uygulamada öncü olmasının nedenini kuşkusuz bilim-sanat ilişkisi açısından belli bir geleneğe sahip olmasında aramak gerekir. Geçmişe şöyle bir baktığımız zaman İTÜ’nün sanatla ilişkisinin yeni olmadığını görüyoruz. duvar resminde sanatçılar mühendislik mesleğini sanatlarıyla yorumlamışlardır. Uygulamalı dersler dışında, kültürel bilgi kazandırmak amacıyla sanat tarihi derslerinin programda ağırlığı vardı ve Sabahattin Eyüboğlu’nun Anadolu Kültürleriyle ilgili derslerini öğrenciler büyük bir ilgiyle izlerlerdi. Kuramsal dersler Anadolu gezileriyle desteklenirdi. Tüm bu kıpırdanışların etkilerini o yılların öğrencilerinin mezuniyet sonrası yaşamlarında da izlemek olası. Kimileri, üniversitede amatörce başladıkları tiyatro, sinema, karikatür, fotoğraf, resim, heykel, müzik vb. alanlarda sanatsal meraklarını profesyonel olarak seçmiş, kimileri de, mesleklerini profesyonel olarak sürdürürken, ilgi duydukları sanat alanını bir yan uğraş olarak uygulamışlar ve başarılı sonuçlar elde etmişlerdir. Bilgi Çağı 1950’li yıllarda, hem Avrupa’da hem de Amerika’da bilim ve sanat ilişkisinde önemli gelişmelerle karşılaşırız. Bu gelişmelerin sonucunda, 1910’ları olduğu gibi, 1960’ları da sanatta bir geçiş dönemi olarak nitelemek doğru olur. Sanatın yeniden sorgulandığı ve sanatçıların ‘sınırları aşma’ çabası içinde oldukları ve yeni söylem, yeni malzeme ve biçimlerle geleceğe dönük ipuçlarının arandığı bir dönemdir. Teknoloji ve bilimsel araştırma giderek sağlık, iletişim, yönetim, ev yaşantısı, eğitim, eğlence gibi gündelik yaşamın her alanına yayılıyor. Ticaret ve endüstri yenileniyor, yeni yaşam alanları geliştiriliyor. Zaman, uzaklık ve mekân kavramları değişiyor. İletişim teknolojisi eski düşünceleri sarsıyor. Evren ve insan davranışları hakkında yeni bilgiler üretildiğini izliyoruz. Bilgi, modernitenin sunduğu ‘gerçek reçetesi’yle ilgili kuşku yaratıyor. Bilgisayar teknolojisi yirminci yüzyılda büyük bir devrim gerçekleştirdi; yeni bir çağ açtı, bilgi çağı yarattı; ardından biyolojideki hızlı gelişmeler geldi. Kimilerine göre organik dünyaya açılmamızı sağlayan yirmi birinci yüzyıl biyoloji çağı olacak. İnsanın varlığı ve biyolojik yapının ifade alanları gibi kimi sorular ve bunların kültürel boyutları yanıt bekliyor. DNA gibi yapılar estetik biçimler ya da organizmaların yaşam süreçleri açısından ilgi alanı. Gelecek yaşamın genetik temeli genom Res. 4 Karl Sims, Galapagos (httpen.wikipedia.orgwikiKarl_Sims (Galapagos)Kitsou Dubois, Gravity Zero (httpwww.jbf.dial.pipex.comart_tech_ec_fileskitsou_dubois.htm) haritası, genetik mühendislik, genetik işaretleri kodlamada aranıyor. Kişilik, kader, yaratıcılık, gövdenin sınırları, cinsel güç, zekâ gibi kavramlar yeniden tanım bekliyor. İnsanın dünyasının dışında bilinmeyen dünyaların içine dalınıyor. Örneğin bakteri ve virüslerin dünyasıyla karşılaşılıyor. Bu iki dünyanın ilişkisinin kurulmasına çalışılıyor. Önce insanın gözüydü yaşam mekânını tanımlayan, sonra mikroskop görme alanını açtı; hücre ve atom dünyasının gizemleri çözümlendi. Mikroskobu daha sonra birçok teknolojik araç izledi ve bu alan giderek genişledi. Günümüzde ise, insanın gözünün yetersizliği bir gerçek, mekân sonsuzluğa açılıyor. İlaç, beyin, üreme, mikrop, protez ve dirimkurgu konularında bilim/teknolojide ilerlemeler yeni kültürel sorunlar yarattı. Erkek/ dişi, yaşam/ölüm, doğal/yapay, ben/öteki, özerk/tutsak, canlı/cansız gibi karşıtlıklar arasında sınırlar giderek belirsizleşti. Acı, açlık, cinsel tatmin, yorgunluk, hastalık gibi kavramlar gerçeklikten uzaklaştı, kültürel olgulara dayanan düş ürünlerine dönüştü. 1950’lerda bilim ve teknoloji alanındaki ilerlemelerle birlikte eş zamanlı olarak sosyal bilimlerde de tartışmalar sürmekteydi. 1959 yılında İngiliz fizikçi ve roman yazarı C.P. Snow (1905-1980) Cambridge’de verdiği “The Two Cultures/İki Kültür” adlı konferansında modern toplumda fen bilimleri ve sosyal bilimler arasındaki iletişim yokluğunun dünyadaki belirli soruların çözümü için önemli bir engel olduğu görüşünü tartışmaya açtı. Snow’a göre, bilim insanları kendi alanları dışında kültürü oluşturan çeşitli birimler hakkında bilgiden yoksundur; örneğin bilim insanları Charles Dickens’ı okumamıştır, sanatçı aydınlar da bilimsel konulardan habersizdir. ‘İki Kültür’ kavramı sosyal bilimlerde 60’ların ilgi odağı oldu. Bu gelişmeler sanatta da yansımasını buldu. Susanne Sontag “One Culture and the New Sensibility/Bir Kültür ve Yeni Duyarlılık” (1966) adlı makalesinde Snow’un bilim ve teknolojinin dinamik, sanatın ise statik olduğu görüşüne karşı çıkıyor ve sanatın işlevinin değişmesi gerektiğini vurguluyordu. Ona göre kültürün her bir öğesi birbirine yansır ve birbirini etkiler; sonuçta ayrışmaz, birlikte değişir. (Res.1) Bu nedenle, Sontag’a göre, günün sanatının doğruluk Eğitim programında da Mimarlık Fakültesi’nde tasarıma katkı açısından uygulamalı resim ve heykel çalışmalarına önem verilirdi. 1950’lerde dönemin önemli sanatçıları Ercüment Kalmık ve Şadan Bezeyiş, Rudolf Belling ve Yavuz Görey resim ve heykel derslerine giriyorlardı. 1970’lerde de Tezcan Sağlam ve Teoman Südor grafik ve resim derslerine katıldılar. ruhu ve araştırmaya ve sorun çözmeye yaklaşımı geçmiş sanat anlayışından daha fazla bilimsel olmalıdır. Yirminci yüzyılın ikinci yarısında kültür alanındaki çalışmalar yeni yorumların gelişmesine neden oldu. Sanat, sosyal konular ve bilimin ayrı ayrı incelenmesine karşı görüşler gelişti; yüksek kültür, popüler kültür, ideoloji, sosyal sınıflar, gerçeklik, ırk, cinsiyet, kimlik ve gövde kavramları tartışmaya açıldı, sınırların kırmızı çizgileri belirsizleşti. İnsanın bilgi dağarcığı derinlemesine genişledi. Bu ortamda sanatçı bilgisayar, internet, ve başka bilimsel/teknolojik gelişmeleri göz önüne almadan sınırlı malzeme ve ifade ilişkileriyle yetinebilir mi sorusu önem kazandı. Sanat bunlardan nasıl ayrı kalabilir? Bilim ve teknolojinin giderek değer kazandığı ve günlük yaşantımızın her anını olumlu ve olumsuz etkileyecek düzeye vardığı bir ortamda sanatın amacı, anlamı ve değeri aynı kalabilir mi? Doğa yeterli olabilir mi? Yeni açılımlar sanatçının mühendislerle ve teknik insanlarla ilişkiye girmelerini zorunlu kıldı ve giderek disiplinlerarası yakınlaşma ve işbirliğine zemin oluştu. Sanatçılar çevre, mekân, kamu alanı gibi kavramlarla ilgili yeni ilişkiler içine girdi. Sanat yapıtının bir nesne değil, bir sistem analizinde olduğu gibi, birbirleriyle ilişkili parçalardan kurulu bir bütün olduğu düşüncesi egemen oldu. Gerçeği tekillikten çıkarıp ilişkiler içinde kavrama düşüncesi yaygınlaştı ve Information Art, Sciart gibi sanat akımları oluşmaya başladı. Sanat, kabaca ister bireysel ister toplumsal insana yaşam konusunda bir fikir vermekte ve insanı bilgilendirmektedir. Sanat bir bilgi üretme sürecidir diyebiliriz. (Res. 2) Bu özelliğiyle bilimle ilintilidir. Bilim de sanat ta aynı gerçeklikle uğraşır ancak yöntemleri farklıdır. Sanat gerçeği estetik imgelerle betimler ve sergiler, doğanın sırlarını sezdirir, bilim ise açıklar. Akıl yoluyla anlatmaya çalışır ve bunu ispatlar. Bilim de sanat da gerçeğe aynı noktada varmaya çalışır. Sanat ve bilim birbirini tanımlayan etkinliklerdir. Bilim kavramsal yorumlar, sanat sezgisel yorumlar. Gerçeği daha iyi ve çok boyutlu görmemize katkıda bulunurlar. İnsan denen varlık tanımlarından biri “İnsan bilen varlıktır” dır. Sanat çağdaş eğitimin temel taşlarından biri. Bireysel yeteneğin her boyutta gelişmesi, köklü ve tutarlı bir sanat eğitimi, yaratıcılık yolunu açabilir. Bu yüzyılda düşünüyle, bilimiyle, teknolojisiyle ve sanatıyla kendini yenileyen bir kültür oluşturulmaya çalışılmaktadır. itü vakf dergisi 107 åTÜ›DE SANAT Sanat; 1.Düşünmeyi öğrenmeyi 2. Kişiliğin gelişmesini 3.Kişinin yaratıcılık yolunun açılmasını sağlayan en önemli etmen Düşünce üretme sürecinde duyu organlarının geri plana atılmaması gerek. Düşünme ve algılama akıl ve duyular karşılıklı alışveriş içinde belleğe işlenmelidir. Duyuları eğitilmemiş olan çevreye duyarsız kalır. Bakar görmez, işitir duymaz. Duyular arasında önce bizi dünyaya tanıtan göz gelir. Göz ve beyin birlikteliğine elin katılmasıyla örneğin tasarımda yaratıcılığın ufku genişler. Her ne kadar bilgisayar tasarım alanına egemen olsa da desen aracılığıyla göz, beyin ve el senkronizasyonuna gereksinim vardır. Eğitimde amacın, ezbere dayalı bilgi depolamak değil, algı ve düşünme edimlerini birleştirmeyi öğretmek olmuştur. Vurgu, düşünceyle bütünlenmiş görmeyi elde etmektedir. Sanata Yansımalar 1950 sonrası sanat ve bilimin birlikteliği konusunda gelişmeler sanatçıları yeni deneyimlere yönlendirdi ve bir bilim adamı yaklaşımıyla ürünlerini çözümlediler. Birlikteliğin ürünleri özellikle görsel sanatlarda çarpıcı ürünler vermekte. (Res. 3, 4, 5, 6) Örneğin, Kitsou Dubois, koreografilerinde gövdenin yer çekimiyle olan ilişkisini sorguluyor. Yer çekimi olmayan bir mekânda dans ederken insan hareketinin sınırlarını inceliyor. Çalışmalarını dans, anatomi, fizyoloji, psikoloji ve mekân bilimi araştırmaları sonucunda gerçekleştiriyor. Algoritma değişik uygulamalarda sanatçıların başvurdukları bir sanat üretim aracı. Karl Sims, Galapagos’ta izleyiciler monitörlerin önünde yerde duran fare altlıklarına basarak beğendikleri grafikleri seçiyorlar ve gelişmelerini istedikleri grafik biçimlere katkıda bulunuyorlar. Proje Darwin’in Galapagos Adaları’ndaki mistik yaratıklarına gönderme yapıyor. Yves Amu Klein, canlı heykeller üzerine çalışıyor, Octofungi’de olduğu gibi. Sinirsel ağ sistemine bağlı sekizgen bir poliüretan heykel tasarlamış. Çevreyi tarayacak, anlayacak ve ona göre gelişecek bir sanal varlık yaratmak istiyor. Sistem çevredeki değişiklikleri algılıyor ve ona göre davranarak hareket ediyor. Hubert Duprat, doğa, bilim ve sanat birlikteliğiyle melez nesneler yaratmayı deniyor. Larvayı altın, inci ve değerli taşlardan oluşmuş koza içine yerleştirerek yeni yaratılar oluşturmakta. Bu işi yapabilmesi için böceğin yaşam sürecini bilimsel olarak incelemesi gerekiyor. 108 itü vakf dergisi Res. 5 Yves Amu Klein, Octofungi(www.livingsculpture.comworksoctofungi) Res. 6 Hubert Duprat, Caddisfly (httpwww.leonardo.infogallerygallery314duprat.html) İTÜ’de Güncelleşme “Çağdaş bir araştırma üniversitesi olarak ulusal ve uluslararası düzeyde bilim, teknoloji ve sanatta önder çalışmaların odağı olmalı özgörüşü”nü benimsemiş bir üniversite olan İTÜ’nde, “araştırmacı müzik uzmanları yetiştirmek, müzikal araştırmalar gerçekleştirmek ve sonuçlarını yaymak amacıyla” İleri Müzik Araştırmaları Merkezi (MİAM)’ın 1999 yılında kurulmasıyla çağdaş bilim-sanat birlikteliğini kurmada ve Yeni açılımlar sanatçının mühendislerle ve teknik insanlarla ilişkiye girmelerini zorunlu kıldı ve giderek disiplinlerarası yakınlaşma ve işbirliğine zemin oluştu. Sanatçılar çevre, mekân, kamu alanı gibi kavramlarla ilgili yeni ilişkiler içine girdi. Sanat yapıtının bir nesne değil, bir sistem analizinde olduğu gibi, birbirleriyle ilişkili parçalardan kurulu bir bütün olduğu düşüncesi egemen oldu. bütünselliğini geliştirmede önemli bir adım atılmış oldu. Görsel sanatlarda, İTÜ Maslak Yerleşkesi’nde Mehmet Aksoy’un “ Bilimin ışığında yükselen ‘bin fenli’ Hezarfen’ heykeli çağdaş bir yapıt olarak İTÜ’de bilim-sanat buluşmasını simgelemektedir (heykelin açılışı: (23 Mayıs 2014) . Sanat eğitiminde de yeni arayışlara girilmiştir. 1983 yılında İTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsü (SBE)’üne bağlı olarak GSB elemanlarının katılımıyla Görsel ve Çevresel Sanatlar Anabilim Dalı kurulmuş ve 1999 yılına değin eğitim sürdürülmüştür. 2000 yılında GSB’nde lisans ders programında ‘computer art’ ve ‘photoshop’ dersleri açılmış ve ayrıca küreselleşmeye uyum sağlamaya çalışan ülkemizde ‘Hyper-Media-Kimlik ve Sunum’ tezsiz yüksek lisans programı kurma çalışmaları yürütülmüştür. 30. Yıl toplantısında ise, Bölüm’ün bilim-teknoloji-sanat yüksek lisans programının açılmasının önerildiği açıklanmıştır. Bu girişim gerçekleştiğinde, bilgi çağının birikimleri ve güncel bilgisayar teknikleriyle donatılmış uygulamalarla ülkemizde sanatsal üretim, kuşkusuz, yeni bir boyut kazanacaktır. TEKNOKENT DOSYASI io Çevre Çözümleri Ltd. Çevreye ve ånsana Saygl Akll Çözümler Üniversite-Sanayi arakesitinde yer alan bir Ar-Ge firması olan İo Çevre Çözümleri Ltd., İTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ethem Görgün tarafından 2004 yılında kurulmuş. Firma, su-atıksu yönetimi, kentsel altyapı sistemleri, atık yönetimi, iklim değişikliğinin çevresel değerlendirmesi, koku yönetimi, hava kalitesi yönetimi, enerjiçevre yönetimi ve çevresel durum değerlendirmesi üzerine uzmanlaşan çalışma grupları ile, İTÜ ARI Teknokent’inde çevre için yararlı çözümler üretiyor… io Çevre Çözümleri Araştırma Geliştirme Ltd. Şti., konusunda lider uzmanların bilgi birikimlerini ve tecrübelerini değerlendirerek çevre teknolojileri konularında doğru, çağdaş ve bilimsel, çevreye ve insana saygılı çözümler üretmektir. Su-atıksu yönetimi, kentsel altyapı sistemleri, atık yönetimi, iklim değişikliğinin çevresel değerlendirmesi, koku yönetimi, hava kalitesi yönetimi, enerji-çevre yönetimi ve çevresel durum değerlendirmesi üzerine uzmanlaşan çalışma gruplarına sahiptir. Çevreye Pozitif Katkı Problemin tanımlanmasından çözüm üretimine giden tüm adımlarda io Çevre Çözümleri, disiplinler arası koordinasyon sağlayarak akıllı çözümler bulmayı hedefleyen, üniversitenin bilgi birikimini, deneyimini ve altyapı olanaklarını ihtiyaç sahibine taşıyarak teknoloji transferini sağlayan bağımsız ve güvenilir bir araştırma şirketidir. Bilgiyi, bilimi ve teknolojiyi müşterilerimizin mem- itü vakf dergisi 109 TEKNOKENT DOSYASI üzerine danışmanlık hizmeti io Çevre Çözümleri tarafından sunulmaktadır. Yurtdışı Faaliyetler io Çevre Çözümleri olarak Türkiye dışında yurtdışında da faaliyet göstermek için uluslar arası proje ihalelerini takip etmekteyiz. Irak’ta içme suyu arıtma tesisi tasarım kontrolü ve projelendirilmesi konusunda danışmanlık hizmeti verilmiştir. Nahcivan’daki 7 Rayona ait altyapı tesislerinin uygulama projeleri tarafımızca hazırlanmıştır. Kuzey Kıbrıs’ta su ve atıksu yönetimi projeleri tasarlanmıştır. Tükmenistan’da 2014 yılında başlayan altyapı optimizasyon projemiz devam etmektedir. Ayrıca geçtiğimiz yılın son çeyreğinden bu yana uluslar arası finansmanlı projeleri yakından takip etmekte olup konsorsiyum, ortaklık gibi oluşumlar içerisinde bulunarak birçok IPA, Dünya Bankası, Avrupa Yatırım Bankası, vb. projelerinde gerek ön yeterlik gerekse teklif aşamasında çok verimli çalışmalarımız oldu ve halen devam etmektedir. Bu tip projelerde hedefimiz uluslar arası “know-how”ın ülkemize gelmesine katkıda bulunmak ve yabancı menşei firmalarla bilgi alışverişimizi arttırarak kapasitemizi güçlendirmektir. nuniyeti için birleştirip akıllı çevre çözümleri sunarak çevreye pozitif katkılar sağlamak ve dinamik, genç, gelişime açık yapımız ile yenilikleri bir adım önden takip etmek sektörde farklılık yarattığımız yönlerimizden biridir. Üniversite-sanayi ara kesitinde yer alan bir Ar-Ge firması olarak; yenilikçi fikirleri iş planlarına dönüştürme, bilgiyi, tecrübeyi ve teknolojiyi kullanarak çevre için yararlı çözümler üretme ve probleme özel çözümler geliştirme çabalarımız ve katkılarımız sektörde farklılık yaratmaktadır. Teknik üniversite kadrosuna ve altyapı imkanlarına daimi erişim sayesinde, akademi ile özel sektör arasında köprü kurabilmekte ve teori ile pratiği harmanlayabilmekteyiz. Sürdürülebilir Çevre Yaklaşımı Bakanlıklarda, belediyelerde, organize sanayi bölgelerinde ve özel firmalarda sürdürülebilir çevre yaklaşımı doğrultusunda atıksu ve atık yönetimi konusunda danışmanlık hizmeti sunmaktadır. Geri kazanım ve tekrar kullanım yaklaşımı ile teknolojik gelişmeler takip edilmekte ve müşterilerimize yenilikçi sistemler önerilmekteyiz. Müşterilere sunulan danışmanlık hizmeti ile kaynak kullanımında sürdürülebilirlik ve verimlilik, geri kazanım/yeniden kullanım olanağı yaratılarak kaynak ve işletme gideri tasarrufu sağlanmaktadır. Tesislerden kaynaklanan katı, sıvı ve gaz emisyonlarının yürürlükte olan ulusal ve uluslar arası mevzuat çerçevesinde değerlendirilmesi yapılmakta ve çevre kirliliğinin kontrolü için mevcut en iyi teknolojiler 110 itü vakf dergisi (BAT) araştırılmaktadır. Tesislerde işletme giderlerinde, kaynak kullanımında ve enerji harcamalarında tasarruf sağlanması için özellikle atıksu arıtma tesisleri optimizasyon ve rehabilitasyon çalışmaları yürütülmektedir. Tesislerde oluşan atıksuların kirlilik karakterizasyonu yapılarak, uygun proses seçimi için arıtma alternatifleri sunulmaktadır. Tesislerde oluşan atıkları geri kazanma alternatifleri araştırılmaktadır. Buna ek olarak, arıtma çamurlarının, enerji üretim potansiyelinin değerlendirilmesi İTÜ ARI Teknokent’in Kolaylaştırıcı Rolü ve İTÜ’nün Araştırma Altyapısından Yararlanma İTÜ ARI Teknokent, İTÜ öğretim elemanları tarafından Ar-Ge şirketi kurulmasına ve Üniversite Yönetim Kurulu onayı alınarak üniversite öğretim üyelerinin ticari Ar-Ge faaliyetlerinde yer almasına olanak sağlamaktadır. İTÜ Çevre Mühendisliği bölümü öğretim üyesi olan Prof. Dr. Erdem Görgün tarafından 2004 yılında kurulan io Çevre Çözümleri, farklı branşlarda uzmanlaşan İTÜ Akademik kadrosunu Ar-Ge faaliyetleri yürütmek için bir araya getirmektedir. Teknokent’in kampüs içinde yer alması İTÜ akademik kadrosu ile irtibata geçilmesini kolaylaştırmakta ve İTÜ laboratuvarlarından ve diğer altyapı imkanlarından faydalanmada erişim kolaylığı sağlamaktadır. İTÜ çeşitli mühendislik konularındaki yetkin akademik kadrosuyla, fakültelere ait akredite ve donanımlı laboratuvarlarda ArGe çalışmaları yürütebilmekte ve yenilikçi fikirleri hayata geçirebilmektedir. İTÜ kütüphanesi ulusal ve uluslar arası bilimsel yayınlara ulaşım kolaylığı sağlamaktadır. io Çevre Çözümleri, mevcut kadrosunda bulunan İTÜ öğretim görevlileri vasıtasıyla İTÜ’ye ait çeşitli imkanlardan yararlanabilme ayrıcalığına sahiptir. Çevre Mühendisliği, İnşaat Mühendisliği, Kimya Mühendisliği, Meteoroloji Mühendisliği ve Geomatik Yeni Hedefler, Projeler Türkiye’nin, öncelikli Avrupa Birliği ve tüm dünya ile bütünleşmesi sürecinde çevre teknolojilerinde gereksinim duyduğu bilimsel ve teknolojik araştırma – geliştirme faaliyetlerinde önderlik etmek ana hedefimizdir. Horizon 2020 2014-2015 çağrılarına sunmak üzere çalışmakta olduğumuz olgunlaşma çağında farklı fikirlerimiz mevcuttur. Bu fikirlerin gerçek birer projeye dönüştürüp sonuçlarını görebilmek için H2020 çatısı altında uluslar arası konsorsiyumlarda yer almak istiyoruz. Sadece bizim fikirlerimiz değil uluslararası firma ve araştırma kurumlarının proje fikirleri içerisinde yer alıp bilgi dağarcığımızı hem paylaşmak hem de arttırmayı hedefliyoruz. Mevcut durumda şirketimiz farklı yabancı fonlar için uluslarası konsorsiyumlarda kendisine yer edinmekte ve H2020 altında yer almak önümüzdeki 2 senenin hedeflerinden en önde gelenler arasındadır. Fikir aşamasında olan projelerimizden bazılarının ana başlıklarını şöyle listeleyebiliriz: • İklim değişikliğinin su kaynakları üzerine etkisinin modellenmesi • Gri Su Kullanım Potansiyelinin ve Ekonomisinin modellenmesi • Ekolojik Açıdan Minimum Su Kotunun Belirlenmesi İçin Model Çalışması Projesi • Sektörel Su Ayak İzlerinin Belirlenmesi için Model Çalışmaları • Su kalitesi modelleme çalışmaları • Entegre katı atık yönetimi çalışmaları • Geleceğin şehirleri için inovatif alt-yapı sistemlerinin geliştirilmesi ve tasarlanması Mühendisliği bölümleri ve Enerji Enstitüsü başta olmak üzere İTÜ akademik kadrosu vasıtasıyla disiplinler arası koordinasyonu sağlayarak, ihtiyaç sahiplerine üniversitenin bilgi, tecrübe ve altyapı kaynaklarını sunmaktadır. İTÜ Öğretim Üyeleri ve Öğrencileriyle İşbirliği io Çevre Çözümleri toplam 40 kişilik kadrosunda 7’si İTÜ’den mezun toplam 16 çevre mühendisi, İTÜ’den mezun 2 meteoroloji mühendisi, 2’si İTÜ’den mezun 3 inşaat mühendisi, İTÜ’den mezun 1 elektrik mühendisi olmak üzere 22 mühendis, İTÜ Çevre Mühendisliği Bölümü’nde olan 6 öğ- retim üyesi, İTÜ’de Hidrolik Bölümü’nden 1 öğretim üyesi, İTÜ’de Geomatik Mühendisliği Bölümü’nden 2 öğretim üyesi, İTÜ’de Meteoroloji Mühendisliği Bölümü’nden 3 öğretim üyesi olmak üzere toplam 13 öğretim üyesi bulunmaktadır. İTÜ öğretim üyeleri ve öğrencileriyle proje bazlı olarak işbirliği yapılmaktadır. İş birliği çalışmaları ile proje kalitesi arttırılarak, katma değeri yüksek bilimsel bir temele oturan projelerin ortaya çıkması sağlamaktadır. Özellikle Çevre Mühendisliği bölümünde okuyan öğrencilere staj yapma ve başarıyla mezun olan Ar-Ge projelerine ilgi duyan çevre mühendislerine ise iş olanağı sunulmaktadır. io’nun mitolojik anlamı: io Anadolu mitolojisinde nehir tanrısı İnahos'un kızıdır. Bir hikayeye göre; io’dan hoşlanan Zeus, onu eşinden gizlemek amacı ile bulutlar arasına saklar, fakat Hera şüpheleri sebebiyle olay yerine gelir. io’yu Hera’dan korumak isteyen Zeus kendisini beyaz bir buluta io’yu ise bir ineğe çevirir. Fakat Hera buna aldanmaz ve ineğe dönüşmüş olan io’yu sürekli rahatsız etmesi için bir sinek yollar. io kaçıp İstanbul Boğazı’nı geçerken buraya buzağılar geçidi anlamına gelen “Bosphorus” adını vermiştir. Bu sırada Hera’nın peşine taktığı sinekten rahatsız olduğu için kafasını hızla sallar ve boynuzu İstanbul boğazının çıkışında karaya saplanır. Burada açılan boşluğa sular ve güneşte sırtları altın gibi parıldayan palamut balıkları dolar. Bu nedenle bu boşluk o günden sonra “Altın Boynuz” olarak anılır. itü vakf dergisi 111 TEKNOKENT DOSYASI Çevrenin ‘enerjik’ ad ENVIS Atık üreten üretim prosesi sahibi tüm sektörlere yönelik projeleri ile çevre ve enerji pazarında örnek teşkil eden Envis, 2008 yılından bu yana İTÜ ARI Teknokent’te faaliyetlerini sürdüren akademik bir firma. Kurucuları Prof. Dr. Derin Orhon ve Prof. Dr. Seval Sözen, Envis’in en önemli amacını, “gelecek nesillere daha güzel bir dünya bırakmak için şu anda kullandığımız enerjiyi yenileyebilmek ve bu enerjinin sürdürülebilirliğini sağlamak” olarak ifade ediyorlar… 112 itü vakf dergisi Çevre ve enerji, sadece Türkiye’nin değil tüm dünyanın en fazla yoğunlaştığı konulardan. Gelecek nesillere daha güzel bir dünya bırakmak anlamında şu anda kullandığımız enerjiyi yenileyebilmek ve bu enerjinin sürdürülebilirliğini sağlamak İTÜ ARI Teknokent’de faaliyet gösteren ENVIS’in en önemli amaçlarından. Projeleriyle çevreyi korumayı ilke edinen ENVIS, bünyesinde bulunan öğrencilere de önemli fırsatlar sunuyor. Ürettiği projelerle çevre bilincini yerleştirmeyi, çevre denetim ve yönetimini yaymayı amaçlayan ve insan sağlığını da yakından ilgilendiren hayati konularda önemli adımlar atan ENVIS, çalışmalarını ‘temiz enerji’ sloganıyla sürdürüyor. Çevre ve Enerji Pazarında Fark Yaratan Çözümler ENVIS Çevre ve Enerji Sistemleri Ar-Ge Ltd. Şti. olarak çevre ve enerji teknolojileri alanında çözüm üretmeye yönelik AR-GE pro- jeleri geliştiriyor ve uyguluyor, üniversitenin uzman görüşü, bilgi birikimi ve deneyiminden hareketle teknolojik fikirleri hayata geçiriyoruz. Çalışma alanlarımız içerisinde; kaynak geri kazanımı ve tekrar kullanımı, yenilikçi teknolojiler, deneysel analiz ve arıtılabilirlik, endüstriyel kirlenme kontrolü ve arıtma tesisi iyileştirilmesi, atık ve arıtma çamurlarının yönetimi, çevresel etkilerin belirlenmesi ve risk değerlendirmesi, atıksu yönetimi ve arıtma tesisi tasarımı, arıtma tesisi yönetimi, işletmesi ve bakımı, karbon envanteri ve enerji yönetimi, çevresel denetim ve yönetim bulunmaktadır. Ürettiğimiz bilginin endüstri ve sanayi işbirliği ile teknoloji ve ekonomik değere dönüşmesi temel ilkemiz. AR-GE firması olarak ortaya koyduğumuz teknolojik çözümler ile gerek kamu sektörü gerekse özel sektör ile ortaklık içerisinde sürdürülebilir çevre politikaları uyarınca yenilikçi yaklaşımlar ortaya koyuyoruz. Zengin portföyümüz ve Prof. Dr. Derin Orhon endüstri deneyimine sahip uzman ekibimiz ile müşterilerimize sorunlarını yerinde çözme imkanı sunuyoruz. Son yıllarda AB mevzuatına uyum sürecinde çevre ve enerji alanında ulusal mevzuatın yeniden şekillenmesi ile ilke olarak benimsenen 3R (reduce/recycle/reuse; atık azaltma/geri kazanma/yeniden kullanma) prensibi uyarınca tüm kirletici kaynakların atık olarak değil kaynak olarak değerlendirilmeleri öngörülmektedir. Biz de bu yaklaşım doğrultusunda, ENVIS olarak, gerek membran ve ileri oksidasyon teknolojileri ile hammadde ve su geri kazanımınına; gerekse yakma, anaerobik çürütme, gazifikasyon, piroliz ve benzeri yöntemler ile organik atıklarından (arıtma çamurları, katı atık, hayvan atıkları) enerji geri kazanımına yönelik sıfır atık prensibine dayalı araştırma geliştirme çalışmalarımız ile sektörde fark yaratıyoruz. Projelerimizin hedef kitlesi atık üreten üretim prosesi sahibi tüm sektörlerdir. Her bir atık kaynağı için spesifik olarak getirilecek çözüm diğer atık kaynakları için de çekici bir alternatif olarak ortaya çıktığından her bir proje sonucu ülke genelinde yaygın kullanım alanı bulmaktadır. Dolayısıyla, proje çıktılarımız ile çevre ve enerji pazarında örnek teşkil etmekteyiz. İTÜ ARI Teknokent ve İTÜ Araştırma Altyapısının Kolaylaştırıcı Rolü ENVIS, 2008 yılından bu yana İTÜ ARI Teknokent bünyesinde faaliyetlerini sürdüren akademik bir firmadır. Tüm projelerimizi İTÜ’nün akademik kadroları ile birlikte altyapı olanaklarını da kullanarak gerçekleştiriyoruz. Bu yapı bir ARGE firması için bulunmaz bir şans. Üniversite bünyesinde yer alan bir firma olmamız bize üniversite ve sanayi arasında köprü olma sorumluluğunu da yüklüyor. Teknokentin sunduğu bu Prof. Dr. Seval Sözen kolaylaştırıcı yapı ile sorumluluğumuzu en iyi şekilde yerine getirmeye gayret gösteriyoruz. İTÜ’nün ileri gelen üniversitelerden biri olması, araştırma olanakları ve kaynaklarının çok geniş bir yelpazeye sahip olması, bize çalışmalarımız kapsamında gerekli araştırma-geliştirme imkanlarını sağladı. İTÜ, araştırma altyapısı ve bilimsel birikimi ile Türkiye’nin AR-GE potansiyeline ve teknoloji üretebilme yeteneğine katkıda bulunan öncü üniversitelerden biridir. Uluslararası ölçekte pek az üniversitede bulunabilen donanım ve deneyime sahip İTÜ Çevre Mühendisliği laboratuvarının tüm imkanlarını kullanabilmekteyiz. ENVIS olarak üniversite-sanayi işbirliğini sürdürülebilir kılarak üniversitenin araştırma altyapısını ve bilgi birikimini yeterince ekonomik değere dönüştürebildiğimizi düşünüyoruz. Bununla birlikte AB projeleri, TÜBİTAK, TEYDEB projeleri ve çeşitli kalkınma ajanslarından elde edilen destekler ile üniversite laboratuvarlarındaki sarf malzemesi, makine teçhizat gibi eksiklikleri gidererek iki yönlü destekle projelerimizi sürdürülebilir hale getiriyoruz. Öğretim Üyeleri ve Öğrencilerle İşbirliği Projenin gerektirdiği uzmanlık alanlarına bağlı olarak İTÜ öğretim üyeleri ile işbirliği yapıyoruz. Projelerin büyük bir kısmına öğrencileri de dahil ederek çalışma gruplarını genişletiyoruz. Böylece yürütülen konu ve kapsama bağlı olarak farklı disiplinlerden bir çok uzmanı bir araya getirerek öğretim üyelerimizin gerek birbirleri ile beyin fırtınası yapmalarına gerekse yaratıcı fikirlerini ortaya koyarak katma değer yaratacak proje ortaya koymalarına fırsat tanıyoruz. Bu da çalışma gruplarında yer alan öğrencilerimize bir AR-GE projesinin fikir-uygu- lama sürecinin tüm adımlarını gözlemleme ve dahil alma fırsatı veriyor. Çalışılan sektör ve yürütülen projeler dahilinde öğrencilere staj imkanı sağlıyoruz. Faaliyet gösterdiğimiz alanlar ile ilgili olarak mühendislik bölümlerinde okuyan 3. ve 4. sınıf öğrencilerini tercih ediyoruz. Öğrencilere kariyerlerini yapılandırmaları için gelişim fırsatı sunmakla birlikte bitirme ödevlerini, yüksek lisans ve doktora tezlerini bizimle işbirliği içerisinde tamamlama şansı tanıyoruz. Bu sayede öğrencilerimiz, sadece teorik olarak değil uygulama alanında da deneyim kazanmaya başlıyorlar. Staj olanaklarının yanı sıra öğrencilerimiz bizimle yarı zamanlı veya tam zamanlı olarak çalışabiliyorlar. Böylece henüz öğretim hayatı devam ederken sektörü tanıma ve mesleki tecrübe edinme ayrıcalığına sahip olabiliyorlar. Yeni Hedefler ve Projeler Sanayici çevre ve enerji projelerini hayata geçirmek istemiyor. Firmaların çevre yatırımlarına yönelik maliyeti yüksek ancak getirisi olmayan yatırım algısı, uzun vadede kendilerine sağlayacakları kazançları öngörmekten kaçınmalarına sebep oluyor. Şirketimiz, atığa yönelik “bertaraf etmekle yükümlü olunan, işe yaramaz malzeme” yaklaşımını, “ekonomik değer haline getirebilecekleri kaynak” felsefesi ile değiştirme temel hedefini benimseyerek çalışmalarını sürdürmektedir. Bu hedef doğrultusunda gerek kamu kuruluşlarında gerekse özel sektörde bu felsefeyi yaygınlaştırıcı yeni projeler geliştirmek istiyoruz. Bunun yanı sıra işletmelerde üretim prosesleri ve arıtma tesislerinin uzman bakış açısıyla incelenmesinin verimliliğin arttırılması açısından önemi konusunda işletmecileri bilinçlendirmeyi amaçlıyoruz. itü vakf dergisi 113 TEKNOKENT DOSYASI AåM Enerji’den Yerli Üretime Katk Enerji Depolama Teknolojileri Yeni ve yenilenebilir enerji teknolojileri konusunda ürün ve teknoloji geliştirmek üzere çalışmakta olan AİM Enerji’nin, Ar-Ge çalışma konuları olan batarya yönetim sistemleri tasarımı ve buna bağlı enerji depolama teknolojileri alanında yaptığı çalışmalar, Türk Ar-Ge firmaları arasında da yeni çalışmaya başlanılmış konular olup tasarlanan prototiplerin çıktıları yerli üretim için önemli katkılar sağlayacaktır. AİM Enerji, Kasım 2011’de, İTÜ Arı Bünyesinde Teknokent’de kurulmuştur. AİM Enerji; yeni ve yenilenebilir enerji teknolojileri konusunda ürün ve teknoloji geliştirmek üzere çalışmaktadır. Şirketimizin Ar-Ge çalışma konuları olan batarya yönetim sistemleri tasarımı ve buna bağlı enerji depolama teknolojileri alanında yapılan çalışmalar Türk Ar-Ge firmaları arasında da yeni çalışmaya başlanılmış konular olup tasarlanan prototiplerin çıktıları yerli üretim için önemli katkılar sağlayacaktır. Şirketimiz kurulduğu günden beri İTÜ Enerji Enstitüsü ile yaptığı çalışmaları ile farklı platformlarda yürüttüğü birçok projede iş birlikleri gerçekleştirmiş ve devam etmektedir. Yapılan iş birlikleri sonucu firmamızda İTÜ’de Y..Lisans ve 114 itü vakf dergisi Doktora öğrencisi olan birçok arkadaşımız şirket personeli olarak görev almakta olup bu öğrenciler İTÜ içerisinde yeni oluşturulmuş bir çalışan modeli olarak “Endüstri Destekli Araştırma Görevlisi” konumu ile şirketimizin projelerinde görev almaktadırlar. Ayrıca firmamızın çalışma alanına uygun olarak İTÜ Elektrik Elektronik bölümü 3. ve 4. Sınıf lisans öğrencileri içinden uzun dönem stajyerleri firma bünyemizde çalıştırmaktayız. İTÜ Arı Teknokent içerisinde firmamızı kurmuş olmamızdan dolayı hem bilgiye, hem de bilgili personele hızlı şekilde ulaşabilmekteyiz. Bu bağlamda yapılan iş birliklerini İTÜ Arı Teknokent’in de destekleyici oluşu yeni kurulmuş şirketler için önemli bir destek niteliği sağlamaktadır. Batarya Sistemi Projeleri Öncelikli olarak enerji depolama teknolojilerine odaklanan AİM Enerji 2012 yılı başında, Tofaş-Fiat’dan alınan “LFP (Lityum Ferrit Fosfat) batarya tabanlı elektrikli araç batarya izleme ve dengeleme sistemi” proje tasarımına katkılarda bulunmuş olup proje 2012 Temmuz ayında tamamlanarak çıktıları Tofaş-Fiat’a teslim edilmiştir. LFP Araça Batarya İzleme Devresi AİM Enerji ayrıca 2012 yılında başladığı “LFP tabanlı 48V DC Telekom tipi batarya sistemi” projesinin tasarımını KOSGEB’in Ar-Ge İnovasyon desteğini de almak suretiyle Şubat 2014'de başarı ile tamamlamıştır. Tasarlanmış olan 48V tabanlı lityum demir fosfat batarya sisteminin öncelikli pazarı GSM operatörleri olmakla birlikte, güneş enerjili saha uygulamalarında enerji depolama sistemi olarak veya dizel jeneratör kullanılan elektrik hattının çekilemediği sahalarda yakıt tasarufuna yönelik tampon enerji depolama sistemi olarak kullanım uygulamaları vardır. Batt-Lion 48V/100Ah LiFePO4 Batarya Paketi Lityum İyon Tabanlı Enerji Depolama Sistemlerine Aktif Dengelemeli Batarya Yönetim Sisteminin Tasarımı" projesi devam etmektedir. Bununla birlikte, Lityum tabanlı enerji depolama sistemleri ile güneş enerjili aydınlatma ve flaşör sistemlerinin birleştirildiği bir enerji yönetim sistemi tasarımı alanındaki çalışmalar 2013 yılı içersinde başlatılmış, bu bağlamda yurt içinden İSBAK firması ile işbirliği yürütülmekte olup tasarlanmakda olan sistemler, onların bazı uygulamaları için de test edilmektedir. miştir. Bu kapsamda 1. Reklam filminde bisiklete binen öğrencilerin ürettikleri elektrik enerjisinin akülerde depolanması ve bu enerji ile reklam filminin çekilmesi projesi 2012 yılında gerçekleştirilmiştir. 2013 yılında çekilmiş olan 2. Reklam filminde de çikolatanın “piroliz reaksiyonu” çerçevesinde hidrokarbonlarına ayrılarak bir yakıta dönüştürülmesi sonucu bu yakıtla gidebilecek bir motorsiklet tasarımı gerçekleştirilmiştir. İTÜ Enerji Enstitüsü ile İşbirliği Projeleri Ayrıca firmamızın alt yüklenici olarak tamamlamış olduğu bir diğer proje de güneş enerjili sokak aydınlatma sistemi projesidir. Bu projede güneş panellerinden üretilmiş olan enerji 24V’luk Lityum akülerde depolanmış, sonrasında gece olduğunda yine kendi tasarımımız olan LED armatürleri beslemekte kullanılmıştır. Örnek prototipler İTÜ Enerji Enstitüsü bahçesine konumlandırılmış durumdadır. AİM Telekom Batarya Yönetim Sistemi Solar/LED LİTYUM BATARYALI Flaş Sinyal Lambaları Şirketin enerji depolama alanındaki edinmiş olduğu tecrübeden yararlanarak GSM operatörlerine yönelik kurşun asit aküler için batarya yönetim sistemi tasarlanmış saha uygulamalarına geçilmiştir. Tasarlanan kurşun asit akü yönetim sistemi ile GSM baz istasyonlarında kullanılan kurşun asit akülerin kullanım ömürleri uzatılabilmekte olup ve bu sayede sahada akülerin sık değiştirilme gerekliliği sonucu oluşan kurşun atıkların azaltılmasında fayda sağlanmaktadır. Tasarlanan akü yönetim sistemi ile kurşun asit akülerin daha az değiştirilmesi sonucu GSM operatörlerinin saha işletim giderlerinde kayda değer tasarruf sağlandığı yapılan projeksiyonlarla görülmüş, ürün ile ilgili yeni siparişler alınmıştır. 2013 yılı başında TÜBİTAK TEYDEB 1511 programı tarafından desteklenmeye başlayan "Hibrit ve Elektrikli Otomobiller İçin Metro enerji Testi -1 Metro enerji Testi -2 Güneş Enerjili Sokak Aydınlatma Sistemi Bu projelerle birlikte Ülker Metro Çikolata reklam filmleri olan Metro Enerji Testi 1 ve 2’de kullanılan enerji üreteç veya depolam a sistemlerinin teknik alt yapı tasarımı projelerini de firmamız İTÜ Enerji Enstitüsü ile yaptığı işbirliği çerçevesinde gerçekleştir- İTÜ’de Y.Lisans ve Doktora öğrencisi olan birçok arkadaşımız şirket personeli olarak görev almakta olup bu öğrenciler İTÜ içerisinde yeni oluşturulmuş bir çalışan modeli olarak “Endüstri Destekli Araştırma Görevlisi” konumu ile şirketimizin projelerinde görev almaktadırlar. Firmamızın yakın hedeflerinden bahsedecek olursak AİM Enerji, İTÜ Enerji Enstitüsü'nde bulunan, Triga Mark-II Nükleer Eğitim ve Araştırma Reaktörü’nün Elektronik ve Elektromekanik kontrol sistemlerinin modernizasyonunu kapsayan ve 36 ay sürmesi planlanan proje ihalesinin ilk fazını kazanmış bulunmaktadır. İTÜ TRIGA MarkII Reaktörü, 11 Mart 1979 tarihinde devreye alınmış (kritik yapılmış) ve Dünya’daki TRIGA reaktörlerinin 54'üncüsü olarak işletmeye açılmıştır. Reaktör yıllar içerisinde çeşitli modernizasyon revizyonları geçirmekle birlikte özellikle elektronik ölçüm ve kontrol altyapısı modern elektronik imkanlarına göre eski model kalmış yapılacak iyileştirmelerle kullanım ömrünün uzatılması hedeflenmektedir. itü vakf dergisi 115 TEKNOGåRåæåM Boylam Mühendislik: Çevresel Yükümlülüklere Yenilikçi Katk İTÜ Teknogirişim Atölyesi’nde faaliyetlerini sürdüren Boylam Mühendislik, ülkemizdeki çevre sorunlarının çözümünde ve çevre mevzuatı gereklerinin yerine getirilmesinde ihtiyaç duyulacak mühendislik çalışmalarına yenilikçi katkılar sunarak bu alanda kalıcı bir yer edinmeyi hedeflemektedir. 2 012 yılından itibaren İstanbul Teknik Üniversitesi Teknogirişim Atölyesi’nde faaliyet gösteren Boylam Mühendislik; kamu ve sanayi sektöründeki çevre yatırımlarının tasarımı, projelendirilmesi, işletilmesi ile tesislerin çevresel değerlendirmesi konusunda danışmanlık hizmeti vermektedir. Çevre kirliliğini oluşturan kaynakların çözümlenmesi, kontrol edilmesi ve oluşan kirliliğin arıtılması, çok yönlü bir planlama konusudur. İTÜ Çevre Mühendisliği Lisans ve Çevre Biyoteknolojisi Yüksek Lisans mezunu olan Burak Erginbaş tarafından kurulan Boylam Mühendislik, ülkemizdeki çevre sorunlarının çözümünde ve çevre mevzuatı gereklerinin yerine getirilmesinde ihtiyaç duyulacak mühendislik çalışmalarına yenilikçi katkılar sunarak bu alanda kalıcı bir yer edinmeyi hedeflemektedir. Bu doğrultuda Belediyelerin ve özel işletmelerin başta atıksu ve katı atık yönetimiyle ilgili olmak üzere tüm çevresel yükümlüklerinin yerine getirilmesine yönelik birçok proje geliştirilmiştir. Bu projelere örnek olarak “Endüstriyel Atıksulardan Renk Giderimine Yönelik Özgün Arıtma Modellerinin Geliştirilmesi Projesi” Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan Teknogirişim Sermaye Desteği almıştır. Bu- 116 itü vakf dergisi nun dışında özellikle atık yönetimi alanında Bölgesel Kalkınma Ajansları tarafından desteklenen projeleri başarıyla yürütmüştür. Örnek olarak Doğu Akdeniz Kalkınma Ajansı tarafından desteklenen Osmaniye’de Katı Atık Aktarma Merkezlerinin Fizibilite Etütleri ve Hatay Samandağ’da Katı Atık Toplama ve Geri Kazanım Sisteminin İyileştirilmesi projeleri gerçekleştirilmiştir. Ülkemizde fırsata dönüştürülebilecek atık türlerinden olan hayvansal atıklardan biyogaz ve enerji elde edilmesi konusunda ise Ardahan’da bir fizibilite çalışması gerçekleştirilmiş ve bu proje de Serhat Kalkınma Ajansı tarafından desteklenmiştir. “Endüstriyel Atıksulardan Renk Giderimine Yönelik Özgün Arıtma Modellerinin Geliştirilmesi Projesi” Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan Teknogirişim Sermaye Desteği alan Boylan Mühendislik, özellikle atık yönetimi alanında Bölgesel Kalkınma Ajansları tarafından desteklenen projeleri başarıyla yürütmüştür. Saha Numune Laboratuvar Deneyim Haritası Bunların dışında Atıksu Arıtma ve Entegre Katı Atık Geri Kazanım ve Bertaraf Tesislerinin tasarımı ve projelendirilmesine yönelik hizmetler de sunan Boylam Mühendislik, Trabzon ve Osmaniye Katı Atık Bertaraf Tesislerinin yanı sıra Sivas Atıksu Arıtma Çamuru Bertaraf Tesisini de projelendirmiştir. İTÜ kökenli bir firma olarak İTÜ’de yaratılan bilgi birikimini Türkiye’nin her bölgesinde uygulamaya geçirme hedefiyle hareket ediyoruz. Projelerimizi yürütürken özellikle İTÜ Çevre Mühendisliği Laboratuvarı ile işbirliğine özel önem veriyoruz. Bölgesel olarak edindiğimiz tecrübeleri de genellikle İTÜ bünyesindeki bilimsel kongrelerde sunarak, bilgi akışı döngüsünü kartopu misali sürekli büyütmeye çalışıyoruz. itü vakf dergisi 117 TEKNOGåRåæåM Enbia Enerji: Yenilenebilir Enerji ve Çevreci Teknolojiler Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Teknogirişim Sermaye Desteği ile kurulan Enbia Enerji, Hidrojen Yakıt Pilleri başta olmak üzere yenilenebilir enerji ve çevreci teknolojiler alanında sahip olduğu bilgi birikimini, takım ruhuyla harmanlayarak yüksek teknoloji transferi adına ülkemize katma değer kazandırmaya çalışmaktadır. E nbia Enerji, 2012 yılında İTÜ Kontrol Mühendisliği Bölümü mezunu Murat Boyar tarafından Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Teknogirişim Sermaye Desteği ile kurulmuştur. Enbia Enerji ekibi, Hidrojen Yakıt Pilleri başta olmak üzere yenilenebilir enerji ve çevreci teknolojiler alanında sahip olduğu bilgi birikimini takım ruhuyla harmanlayarak yüksek teknoloji transferi adına ülkemize katma değer kazandırmaya çalışmaktadır. Enbia Enerji ekibi, Hidrojen teknolojileri üzerine çeşitli üniversite ve TÜBİTAK projelerinde görev ve sorumluluk almış mühendislerden oluşmaktadır. Firma danışmanı İTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü mezunu ve YTÜ Elektrik Mühendisliği Bölümü’nde Araştırma Görevlisi Enes Uğur proje AR-GE süreçlerine aktif destek sunmaktadır. Enbia Enerji, İTÜ TGA içerisinde yer alan AR-GE ofisinde İTÜ’lü olmanın avantajlarını yaşama motivasyonuyla okulumuzun değerli akademisyen ve öğrencileri ile geleceğe dönük yoğun bir etkileşim hedeflemektedir. Bununla beraber her biri kendi alanında yenilikçi iş fikirlerini hayata geçirmek üzere faaliyet gösteren İTÜ TGA bünyesindeki diğer firmalar ile ortak çalışma ve projelerde rol almayı planlamaktadır. Ticari ürün olarak lanse edilecek Bilim, 118 itü vakf dergisi Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Te k n o gi r i ş i m Sermaye Desteği kapsamında geliştirilen Hidrojen yakıt pili modül prototipi “YPM01” ilk ve tek yerli üretim, kullanıcı dostu modüler yazılım, kolay entegrasyon, sessiz çalışma, yüksek verim (%93 H2 verimi, tam yükte 66 g/kWh H2 tüketimi), 0.45 kW - 3.6 kW arasında değişen güç seçenekleri ve geleneksel fosil yakıtlı jeneratörler ile karşılaştırıldığında sıfır karbon salınımı özellikleriyle çevreci teknolojiler alanında ülkemize hidrojen çağına doğru büyük bir ivme kazandıracak temiz, sessiz ve kesintisiz bir güç modülüdür. Enbia Enerji satışa hazırladığı bir diğer ürünü YPM LAB KIT hidrojen teknolojileri eğitim modülünü üniversite ve liselerin hizmetine sunmak üzere geliştirme çalışmalarını aralıksız sürdürmektedir. Enbia Enerji tecrübeli kadrosuyla hidrojen, güneş ve batarya teknolojileri üzerine deniz, kara (otomobil, forklift), hava (İHA) araçları ve telekomünikasyon güç sistemleri için entegrasyon hizmetleri sunmaktadır. market.enbia.com. tr e-ticaret sayfasını hayata geçirmeye ha- zırlanan Enbia Enerji bu girişimi ile üniversite ve enstitü laboratuvarlarının ölçme ve test aletleri ihtiyaçlarını geniş çaplı teknik destek ile birlikte tek adresten sağlamayı planlıyor. Enbia Enerji; Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı Teknogirişim Sermaye Desteği Programı çerçevesinde 1 yıllık proje kapsamında kullanılan 100.000 TL hibeyi İTÜ TGA ofisinde kurduğu atölye altyapısı ve prototip üretimi için en verimli şekilde kullanarak 2013 yılı sonunda İstanbul’da gerçekleştirilen 3. Teknogirişim Zirvesi’ne katılımcı olarak yer almıştır ve Teknogirişim başarı hikayeleri arasına adını İTÜ mezunları olarak yazdırmış olmanın haklı gururunu yaşamaktadır. Hidrojen yakıt pili modül prototipi “YPM01”, ilk ve tek yerli üretim, kullanıcı dostu modüler yazılım, kolay entegrasyon, sessiz çalışma, yüksek verim (%93 H2 verimi, tam yükte 66 g/kWh H2 tüketimi), 0.45 kW - 3.6 kW arasında değişen güç seçenekleri ve geleneksel fosil yakıtlı jeneratörler ile karşılaştırıldığında, sıfır karbon salınımı özellikleriyle çevreci teknolojiler alanında ülkemize hidrojen çağına doğru büyük bir ivme kaza ndıracak temiz, sessiz ve kesintisiz bir güç modülüdür. åTÜ YERLEæKELERå “Gelenekten geleceäe…” åTÜ-Kuzey Kbrs Eäitim Araçtrma Yerleçkeleri Kuzey Kbrs Türk Cumhuriyeti’nin Gazimaùusa üehir merkezinde konumlanan ve 2010 ylnda eùitim faaliyetlerine baülayan úTÜKKTC Eùitim Araütrma Yerleükeleri; Gemi únüaat ve Gemi Makineleri Mühendisliùi, Gemi Makineleri úületme Mühendisliùi ile Deniz Ulaütrma úületme Mühendisliùi olmak üzere toplam 3 lisans programnda eùitim vermektedir. 2 40 yılı aşkın eğitim-öğretim tecrübesine sahip olan İstanbul Teknik Üniversitesi’nin (İTÜ) uzantısı olan İTÜ-KKTC Eğitim Araştırma Yerleşkeleri, modern, çağdaş ve yenilikçi eğitim vizyonu ile İTÜ’nün geleneksel yapısını öğrencilerine bir arada sunmayı hedefleyen özel yasa ile kurulmuş bir devlet üniversitesidir. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Gazimağusa şehir merkezinde konumlanmış ve 2010 yılından itibaren eğitim faaliyetlerine başlayan İTÜ-KKTC Eğitim Araştırma Yerleşkeleri, üç program ile öğrenci kabulüne başlamış bulunmakta, ileriki yıllarda birçok programda lisans eğitimi vermeyi amaçlamaktadır. İTÜ-KKTC Eğitim Araştırma Yerleşkeleri; Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühen- disliği, Gemi Makineleri İşletme Mühendisliği ile Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği olmak üzere toplam 3 lisans programında eğitim vermektedir. 1 yıl Yabancı Diller Okulu ve 4 yıl lisans eğitiminden oluşan lisans programlarında kullanılan eğitim dili İngilizce’dir. Öğrencilerimiz, İTÜ merkez kampustaki öğrencilere sağlanan tüm ulusal ve uluslararası imkanlara sahip olup, mezun öğrencilerimiz ise tüm hak ve yetkileri ile İstanbul Teknik Üniversitesi diplomasına denk olan İTÜ-KKTC Eğitim Araştırma Yerleşkeleri’ne ait diploma alacaklardır. Üniversitemizin TAM BURSLU (%100) kontenjanlarına yerleştirilen öğrenciler, 1 yıl Yabancı Diller Okulu ve 4 yıl lisans eğitimi olmak üzere toplam 5 yıl öğretim ücreti ödemeyeceklerdir. %50 BURSLU kontenjanlara yerleştirilen öğrenciler ise bu oranda öğrenim ücretinden muaf tutulacaktır. Burssuz kontenjanla üniversitemize kabul edilen öğrenciler için eğitim ücretlidir. Üniversitemizde, öğrencilerin kişisel yetenek ve becerilerini desteklemek, mesleki gelişimlerine katkıda bulunacak her türlü sanatsal, kültürel etkinlikleri organize etmek ve yürütmek için çeşitli öğrenci kulüpleri kurulmuştur. Gazimağusa Yerleşkesi’ne 10 dakika yürüyüş mesafesinde olan 3 adet özel öğrenci yurdu bulunmaktadır. Kentin diğer bölgelerinde yer alan yurtlarda konaklayan öğrencilerimiz için ücretsiz otobüs servisimiz mevcuttur. itü vakf dergisi 119 TÜ YERLEKELER damları Sınav Merkezi'nce düzenlenen "Uzakyol Vardiya Zabiti" sınavlarına girmeye hak kazanmaktadırlar. Bu programdan mezun olanlar, Türk ve Yabancı Bayraklı gemilerde, tersanelerde ve denizcilik işletmelerinde görev alabilirler. LİSANS PROGRAMLARI GEMİ İNŞAATI VE GEMİ MAKİNELERİ MÜHENDİSLİĞİ Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühendisliği Programı’nda 1 yıl İngilizce Hazırlık ve 4 yıl lisans eğitimini takiben mezunlar, İTÜ-KKTC Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühendisliği Lisans Diploması almaya hak kazanırlar. Gemi İnşaatı ve Gemi Makineleri Mühendisliği mezunları temel matematik ve mühendislik formasyonu ile güncel dizayn ve üretim tekniklerini veren, sürekli gelişim prensibine dayalı bir eğitim programı ile gemi inşaatı ve gemi makineleri eğitimine katkı sağlayacaktır. Öğrenciler ek olarak alacakları Eğitim-Öğretim (Gemiadamları Yönetmeliği’nde belirtilen Sözleşmenin öngördüğü A-III/1 müfredat programı) ve gereken koşulları sağlamaları durumunda Uzakyol Vardiya Mühendisi sınavlarına girmeye hak kazanmaktadır. GEMİ MAKİNELERİ İŞLETME MÜHENDİSLİĞİ Gemi Makineleri İşletme Mühendisliği Programı’nda 1 yıl İngilizce Hazırlık ve 4 yıl lisans eğitimini takiben mezunlar, İTÜ-KKTC Gemi Makineleri İşletme Mühendisliği Lisans Diploması almaya hak kazanırlar. Eğitim, Gemiadamları Yönetmeliği’nde belirtilen Sözleşmenin öngördüğü A-III/1 ile A-III/2 müfredat programlarını içermektedir. Ulusal ve uluslararası düzeyde denizcilik sektöründe ihtiyaç duyulan Uzakyol Vardiya Mühendisi - Uzakyol Başmühendis için gereken koşullarda eğitim-öğretim verilmektedir. Program öğrencileri 4 yıl teorik ve uygulamalı eğitimlerine ek olarak, 12 ay süreli uygulamalı deniz eğitimi alarak; TC Ulaştırma, Denizcilik 120 itü vakf dergisi ve Haberleşme Bakanlığı Gemiadamları Sınav Merkezi'nce düzenlenen "Uzakyol Vardiya Mühendisi" sınavına girmeye hak kazanmaktadır. Bu programdan mezun olanlar, Türk ve Yabancı Bayraklı gemileri, tersanelerde, denizcilik işletmeleri ve fabrikalarda görev alabilirler. DENİZ ULAŞTIRMA İŞLETME MÜHENDİSLİĞİ Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Programı’nda 1 yıl İngilizce Hazırlık ve 4 yıl lisans eğitimini takiben mezunlar, İTÜ-KKTC Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisliği Lisans Diploması almaya hak kazanırlar. Eğitim-Öğretim, Gemiadamları Yönetmeliği’nde belirtilen sözleşmenin öngördüğü A-II/1 ile A-II/2 müfredat programlarını içermektedir. Ulusal ve uluslararası düzeyde denizcilik sektöründe ihtiyaç duyulan Uzakyol Vardiya Zabiti - Uzakyol Kaptanı için gereken koşullarda eğitim verilmektedir. Program öğrencileri 4 yıl teorik ve uygulamalı eğitimlerine ek olarak, 12 ay süreli uygulamalı deniz eğitimi alarak; Gemia- İTÜ-KKTC YABANCI DİLLER HAZIRLIK OKULU İTÜ-KKTC Eğitim Araştırma Yerleşkeleri 2011-2012 Akademik Yılı’ndan itibaren deneyimli akademik kadrosu, uluslararası standartlarda eğitim veren üniversiteler ile eşdeğer İngilizce dil eğitim seviyesi ve tam zamanlı ders programı ile öğrencilerini, tercih ettikleri lisans programlarına en iyi şekilde hazırlamaktadır. Her akademik yılın başında gerçekleştirilen İngilizce yeterlilik sınavında başarılı olan veya denklik komisyonunun onaylayacağı eşdeğerliliği kabul edilmiş bir sınavdan yeterli puan alan öğrenciler, kazanmış oldukları programın 1. sınıfına kayıt yaptırabilmektedir. Bir yıllık İngilizce Hazırlık Programı'nı tamamlayıp yeterlilik sınavında başarılı olan öğrenciler programların birinci sınıfına başlama hakkı kazanmaktadır. Fakülte eğitimi sırasında öğrencilerimize Yabancı Diller Yüksekokulu tarafından kredili İngilizce dersleri de verilmektedir. 1 yıl Yabancı Diller Okulu ve 4 yıl lisans eğitiminden oluşan lisans programlarında kullanılan eğitim dili İngilizce’dir. Öğrencilerimiz, İTÜ merkez kampustaki öğrencilere sağlanan tüm ulusal ve uluslararası imkanlara sahip olup, mezun öğrencilerimiz ise tüm hak ve yetkileri ile İstanbul Teknik Üniversitesi diplomasına denk olan İTÜ-KKTC Eğitim Araştırma Yerleşkeleri’ne ait diploma alacaklardır. åTÜ’DEN HABERLER åTÜ’nün 241. Yl Gururu İTÜ’nün 241. Kuruluş yılı, Ayazağa Yerleşkesinde düzenlenen ve iki gün süren Geleneksel İTÜ Günü etkinlikleriyle kutlandı. İTÜ Günü’nde meslekte 40. 50. ve 60. yılını geride bırakan mezunlarla, İTÜ’de 30. 40. ve 50. Hizmet yılını tamamlayan akademik ve idari personele plaket verildi; İTÜ’ye destek veren kişi ve kuruluşlara Altın Arı ve Gümüş Arı ödülleri sunuldu. Ü niversitemizin geleneksel etkinliklerinden olan, meslekte ve İTÜ’de belirli süreleri dolduran mezun ve mensupları bir araya getiren “İTÜ Günü” kutlamaları 23-24 Mayıs’ta Ayazağa Yerleşkesinde gerçekleştirildi. Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde düzenlenen iki ayrı törenle, meslekte 40, 50 ve 60. yılını geride bırakan mezunlarımız ile İTÜ’de 30. 40. ve 50. hizmet yılını tamamlayan akademik ve idari personelimize plaketleri verildi. Ayrıca, İTÜ’ye destek veren kişi ve kuruluşlara, teşekkürün simgesi olarak Altın Arı ve Gümüş Arı ödülleri verildi. Törende, İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Sinem Özdemir bir konser verdi. Ardından mezunlarımıza hitap eden Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, “Sadece İTÜ Rektörü olarak değil, bir İTÜ mezunu olarak üniversiteme duyduğum sevgi ve bağlılık, her gün heyecanımın taze- lenmesini ve yeni başarılara imza atma gücünü kendimde bulmamı sağlıyor” dedi. Karaca, İTÜ’nün geleceğe yönelik hedeflerini anlatırken,ancak bununla yetinmiyor; kültür, sanat, spor ve sosyal sorumluluk üzerine dikkat çeken adımlar atıyoruz” diye konuştu. ‘İTÜ’ye çok şey borçluyuz’ İTÜ’de yapılan ve yapılması planlanan yakın ve orta vadeli çalışmalar hakkında bilgi veren Karaca, mezunlarımızdan üniversitede daha çok zaman geçirmelerini de istedi: “Son on yıllardaki mezunlarımızın üniversiteleri ile zayıflayan bağlarını yeniden kuvvetlendirmek hepimizin elinde. Hatırlamamız gereken tek şey ise üniversite sıralarında geçen günlerimiz ve İTÜ’ye aslında ne kadar çok şey borçlu olduğumuz... Dünyanın en iyi üniversitelerine bakın, mutlaka kuvvetli bir mezun bağı ve üniversitelerinden fiziken itü vakf dergisi 121 , åTÜ DEN HABERLER kopmamış mezunlar göreceksiniz. İTÜ’lü olan birinin ruhen İTÜ’den kopması mümkün değil; bunu çok iyi biliyoruz. Ancak biz fiziken de İTÜ’den kopmamanızı istiyoruz. En büyük dileğim, İTÜ’lü gençlerle İTÜ’nün her yaştan mezunlarının bir arada olduğu; mezunlarımızın gençlerin bakış açısından ve enerjisinden, öğrencilerimizin de mezunlarımızın deneyimlerinden ve bilgilerinden yararlandığı bir üniversite ortamı inşa edebilmek. İTÜ’lülük bir kültürdür; nesilden nesile zenginleşerek aktarılan bir kültür… Bu kültürü yeni kuşaklara benimsetmek, İTÜ’lü olmanın ayrıcalığını anlatmak için sizlerin rol model olduğunuzu düşünüyor; bu bilincin aşılanmasında sorumluluk almanız gerekti- 122 itü vakf dergisi Rekör Karaca: “İTÜ artık 250. yaşına doğru geri sayıma geçen ve önüne büyük hedefler koyan bir üniversite. İTÜ’yü, İTÜ adına ve ayrıcalığına yakışır yüksek başarılarla 250. yılına ulaştırmak en büyük gayemiz. Bu gayeyi gerçekleştirebilmek için de güçlü adımlar atıyoruz. Tarihimizdeki ilklere ve teklere yenilerini eklemek için çalışıyor, bilimin merkezi, tekniğin ve teknolojinin üssü olma niteliğimizi pekiştiriyoruz.” ğine inanıyorum. Bunun için İTÜ mezunlarını üniversitelerini sık sık ziyaret etmeye, ortak yaşam alanlarını kullanmaya, gençlerle bir arada olmaya davet ediyorum. Üniversitenizin kapıları sizlere her zaman açık. Gelin ve lütfen kütüphanelerimizi, spor alanlarımızı kullanın, yerleşkelerimizi gezin. Tüm bunları yaparken, İTÜ’nün zamanı ne kadar iyi kullandığını, değişerek güzelleştiğini fark edin. Kampüslerimizin çevre düzenlemesinde doğa dostu, engelli dostu, sağlıklı yaşam dostu bir yaklaşımın benimsendiğini gördükçe gurur duyacağınızdan şüphem yok.” Karaca, İTÜ’lülerin Türkiye’nin dününde ve bugününde olduğu gibi geleceğinde söz sahibi olacağını belirterek, “Mezunlarımızın Altın Arı ve Gümüş Arı Ödülleri İTÜ’nün geleneksel hale gelen Altın Arı 2014 Ödülünün sahibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi oldu; İBB Park, Bahçe ve Yeşil Alanlar Daire Başkanlığı Birimlerine İTÜ’nün Yeşil Kampüs Projesine sağladığı katılarından dolayı teşekkür plaketi sunuldu. Gümüş Arı Ödüllerini ise mezunumuz Dr. Y. Mak. Müh. Keskin Keser, Birkökler Vakfı, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği, İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, Mega Danışmanlık Temsilcilik Dış Tic. A.Ş., Sabancı Vakfı, Türk Eğitim Vakfı, Ufuk Güldemir Gazetecilik Eğitim, Kültür ve Doğa Vakfı ile Vehbi Koç Vakfı aldı. öğrencilik yıllarından başlayan ve bilim sevgisiyle yurt sevgisini birleştiren azimkâr uğraşları hem üniversitemizi hem de ülkemizi daima ileriye taşımıştır. Ülkemizin dört bir yanında, değerli olan, kalıcı olan, güzel olan ne varsa orada mutlaka bir İTÜ’lünün eli vardır... Öncülük eden, örnek alınan sayısız işe baktığımızda hepimizin duyduğu gurur aynıdır; çünkü orada mutlaka bir İTÜ’lünün adı vardır…” diye konuştu. ‘Mühendis olarak insanların hayatını kolaylaştırdık’ Mezunlar adına konuşma yapan İTÜ’54 İnşaat Mezunu Yüksek Mühendis Nurhan Motugan İTÜ’deki anılarından kesitler de paylaştı. Mühendis kökenli müteahhitlerin başarısından bahseden Motugan “Hayata geldiğimizde hepimizin görevi insanlığa yardım etmektir. Bizler mühendis olarak insanların hayatını kolaylaştırarak yardımda bulunduk” dedi. Motugan, bir ülkedeki kalkınmanın eğitimle başlayacağını, bu bağlamda üniversitelere maddi ve manevi destek olmanın öneminin altını çizdi. Plaketlerin takdiminin ardından mezunlar otobüsle yerleşke turu yaparak, hem anılarını yad etti hem de yerleşkede yapılan çalışmalar hakkında bilgi edindi. İTÜ Gününün vazgeçilmezleri arasında yer alan mezun yemeği Süleyman Demirel Kültür Merkezinde (SDKM) Petek Restoranda ve 75. Yıl Yemekhanesinde verildi. Gökyüzünden Soma’ya Selam İTÜ Günü her yıl olduğu gibi geleneksel Uçurtma Şenliği ile sona erdi. 7’den 70’e İTÜ’lüleri buluşturan şenlikte, aileler güzel havanın tadını çıkardı. Ülkemizin her köşesinde acısı hissedilen Soma’daki facia da unutulmadı. Soma’da yaşamını yitiren madencilerimiz anısına 301 siyah balon ve siyah bir uçurtma gökyüzüne bırakıldı. itü vakf dergisi 123 , TÜ DEN HABERLER HEZARFEN AHMET ÇELEBİ HEYKELİ AÇILDI Üniversitemizin Ayazağa Yerleşkesinde yer alan ve uzun soluklu bir çalışma sonucu tamamlanan Hezarfen Ahmet Çelebi Heykelinin açılışı 23 Mayıs günü, 241. İTÜ Günü etkinlikleri kapsamında gerçekleştirildi. Açılış törenine, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, önceki Rektörlerimizden Prof. Dr. Faruk Karadoğan, Heykeltraş Mehmet Aksoy ve üniversitemiz mensupları ile mezunları katıldı. Aksoy: “O benim kahramanımdı” Hezarfen Ahmet Çelebi Heykelinin açılışında konuşan eserin sahibi heykeltraş Mehmet Aksoy, sözlerine uzun bir aradan sonra heykelin açılmasına vesile olan Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca’ya teşekkür ederek başladı. Hezarfen Ahmet Çelebi’nin kendisini bilime, ilime adamış ve bu yolda hayatını riske etmiş bir isim olduğunu, heykelini yaparken bizzat kendisinden ilham aldığını söyledi. Aksoy, “O benim kahramanımdır. Bu heykel, bilimin ışığında yükselen ‘bin fenli’ Hezarfen için yapıldı. Tarihsel süreçten günümüze kadar Hezarfen’in onuru iade edilmemiştir. Bu heykel ile belki burada sağlanmış olacak” dedi. Heykelin bağışçısı olan mezunumuz Yüksek Makine Mühendisi Keskin Keser de eserin İTÜ’ye kazandırmasındaki süreçten bahsetti. 2006 yılının sonunda başlayan heykelin yapım sürecinin tamamlanmasının 7,5 yılı bulduğunu söyleyen Keser, eserin üniversitemize kazandırılmasında rolü olan önceki dönem Rektörlerimizden Prof. Dr. Faruk Karadoğan ile Prof. Dr. Muhammed Şahin’e ve Rektör Prof. Dr. Mehmet Karacaya bu sürece sundukları katkıdan dolayı teşekkür etti. Hezarfen Heykeli en çok İTÜ’ye yakışırdı Rektör Prof.Dr. Mehmet Karaca da konuşmasında İTÜ’nün ana yerleşkesinin sanatla buluşmasının önemli simgelerinden birinin açılışının gerçekleştirildiğini belirterek, “Gördüğünüz bu eser uzun soluklu bir çalışmanın ürünü olarak üniversitemize seçkin bir sanat eseri olarak kazandırıldı. Bu eserin tamamlanması bize nasip olduğu için kendimi şanslı hissediyorum” dedi. Karaca, şunları kaydetti: “Hezarfen Ahmet Çelebi, uçmayı başaran ilk Türk insanıdır. Bu vizyon ve başarıya sahip bilim insanına ithafen yapılan bir heykele sahip olmak da en çok İTÜ’ye yakışırdı. 241 yıldır öncü ve örnek olan üniversitemiz bilimin, tekniğin ve teknolojinin uluslararası 124 itü vakf dergisi Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Mehmet Aksoy’a teşekkür plaketi sundu. Dr. Y. Müh. Keskin Keser Hezarfen Ahmed Çelebi merkezlerinden biridir. Böylesi anlamlı bir eserin üniversitemize kazandırılmasında pay sahibi olan bağışçımız Keskin Keser’e,eserin sahibi Mehmet Aksoy’a, çalışmaya destek sunan önceki dönem rektörlerimize ve Genel Sekreterliğimize teşekkür ediyorum.” 17. Yüzyılda Osmanlı’da yaşamış Müslüman Türk bilgin. Kendi geliştirdiği takma kanatlarla uçmayı başaran ilk insan oldu. 1623-1640 yılları arasında, uçma tasarısını gerçekleştirmesinden ve geniş bilgisinden ötürü halk arasında, “bin fenli” yani “çok şey bilen” manasına gelen Hezarfen adıyla anıldı. DOKTORA, SANATTA YETERLİK VE YÜKSEK LİSANS DİPLOMA TÖRENİ İstanbul Teknik Üniversitesi 2013-2014 Akademik Yılı Doktora, Sanatta Yeterlik ve Yüksek Lisans Mezuniyet Törenleri Süleyman Demirel Kültür Merkezi’nde düzenlenen törenle gerçekleştirildi. Üniversitemizden bu yıl 156 öğrenci doktora derecesini, 943 yüksek lisans öğrencisini mezun ederek yeni yaşamlarına uğurladı. Doktora ve Sanatta Yeterlilik Diploma Töreni Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca’nın konuşması ile başladı. Rektör Karaca, 250. yaşına doğru ilerleyen bir üniversite olarak İTÜ’nün ana hedefini “bilginin, bilimin ve teknolojinin uluslararası merkezi” olmak diye tanımladı. Bu hedefe ulaşmayı sağlayacak en önemli belirleyicilerden birinin lisansüstü eğitimde nicelik ve nitelik açısından yüksek bir çıtayı yakalamak olduğunu söyleyen Karaca “ İTÜ gerek yüksek lisans gerekse doktora programları ile markalaşmış bir kurum. Açtığımız ve açmayı planladığımız programlarla bu marka değerini giderek artırıyoruz. Siz İTÜ mezunları, alacağınız diplomalarla bu değeri yükseltme görevini de edinmiş olacaksınız. İTÜ’lü olmanın farkını ve aldığınız güçlü eğitimi göstereceğinizden eminim.” dedi. Farklı disiplinlerde çalışmış olsanız da İTÜ çatısı altında lisansüstü eğitim görmenin sizlere sağladığı vizyon ve donanım ortak paydanız olsun diyen Karaca sözlerini şöyle noktaladı: İTÜ’lü olmak bir ömür boyu taşınacak gururdur. Bu gururu edinen sizleri, verdiğiniz emek nedeniyle kutluyorum. Başarılarla dolu bir kariyer diliyor, hepinizi sevgiyle selamlıyorum. Törene davetli konuşmacı olarak katılan İTÜ’84 Endüstri Mühendisliği Mezunu Tekfen Holding Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Reha Yolalan, ise yeni mezunlarla tecrübelerini paylaştı. Yolalan, “ Bugün sizler iki çok önemli ve ayrıcalıklı günü bir arada yaşarken bizler de bu çok özel ve güzel güne tanıklık etme şansına, mutluluğuna sahip olduk. Bu heyecanlardan birincisi varlık nedenini bilim, teknoloji ve sanatta bilginin sınırlarını genişletmek ve uygulamalarıyla toplumun ihtiyaçlarına cevap vermeyi misyon edinmiş her geçen gün sanatla da bütünleşen 241 yıllık çok ama çok köklü bir kurumsal yapı olan İstanbul Teknik Üniversitesi’nden mezun olmak ayrıcalığıdır. Türk bilim, iş, siyaset ve sanat hayatına sayısız değer yetiştiren daha da ötesi Türkiye’nin her köşesine gelişim yönünde dokunuşu olan bu yüce kurumun mezunu olmak emin olun ki hayatınız boyunca en çok gurur duyacağınız özelliklerinizden biri olacaktır. Bu- gün yaşadığınız ikinci ayrıcalık doktora ve sanatta yeterlilik diploması almaya hak kazanmış olmanızdır. Bu diploma sizin yaklaşık 25 yıllık bir öğrencilik döneminizi tamamladığınızın belgesidir. Şuanda öğrencilik döneminizin zirvesine ulaşmış durumdasınız.” diye konuştu. Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Reha Yolalan’a konuşması anısına bir teşekkür plaketi verdi. Doktora töreni 2013 Yılı En Başarılı Tez Ödüllerinin verilmesi ile devam etti. Dr. Sevil Yazıcı, Dr. Perihan Selcan Güngör Özkerim, Dr. Ali Erçin Ersundu, Dr. Ertuğrul Başar, Dr. Çiğdem Karataş, Dr. Gamze Toydemir, Dr. Berk Onat ve Dr. Deniz Bozkurt “En Başarılı Tez Ödüllerinin ”sahibi oldu. Doktora mezunları adına Dr. Akif Kutlu bir konuşma yaptı. Doktora çalışması sürecinde bağımsız bir şekilde araştırma yapabilme, bilimsel konuları derinlemesine inceleyip yorum yapabilme ve yeni sonuçlar elde edebilmek için kendilerini yetiştirmeye çalıştıklarını ifade eden Kutlu şöyle devam etti. “Bugün burada teslim alınacak diplomalar aslında yalnızca bizlerin değil, tüm hocalarımızın, ailelerimizin, üniversitemizin her kademesindeki idari ve teknik elemanlarında gayret ve başarısını ifade etmektedir. Bizleri bu uzun ve zorlu yolda yalnız bırakmayan, başta ailelerimiz olmak üzere, arkadaşlarımıza ve İTÜ mensubu olan tüm çalışanlara, araştırmacılara, göstermiş oldukları sabır ve güler yüz için gönülden teşekkür ediyorum. Enstitü Müdürleri adına konuşma yapan Fen Bilimleri Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. İsmail Yılmaz, “Ülkemizin lisansüstü öğrenci sayısı gelişmiş ülkelerle kıyaslandığında beklenen seviyede olmadığını önümüzdeki dönemde doktoralı mezun sayılarının ciddi oranda artırılması gerektiğini söyledi. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı Solisti Yrd. Doç. Dr. Ayşegül Aral Altıok’un bir konserle ayrı bir renk kattığı tören, diplomaların verilerek toplu fotoğraf çekilmesiyle sona erdi. Yüksek Lisans Mezuniyet Töreni Yüksek Lisans Mezuniyet Töreni, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca’nın konuşması ile başladı. Karaca, bugünün dünyasının alanında uzmanlaşmayı zorunlu kıldığını, bu nedenle lisansüstü eğitimin akademik kariyer hedefinin parçası olmaktan öte anlam taşıdığını ifade etti. İTÜ’nün gerek yüksek lisans gerekse doktora programları ile otorite kabul edilen bir kurum olduğunu söyleyen Karaca, “Açtığımız ve açmayı planladığımız programlarla da bu değerimizi giderek artırıyoruz, sizler de İTÜ’nün yüksek lisans mezunları olarak, alacağınız diplomalarla bu değeri yükseltme görevini edinmiş olacaksınız. İTÜ’lü olmanın prestijini ve aldığınız güçlü eğitimi yansıtacağınızdan eminim. Farklı disiplinlerde çalışıyor olsanız da İTÜ çatısı altında lisansüstü eğitim görmenin itü vakf dergisi 125 , åTÜ DEN HABERLER Prof. Dr. İsmail Yılmaz sizlere sağladığı vizyon ve yüksek donanım, ortak paydanız olsun” diye konuştu. Yüksek lisans eğitimi, uzmanlık sağlamasının yanı sıra çalışılan alanda dar bir çerçeveye hapsolmayı ve rutinleşmeyi engellemesi açısından önemli diyen Karaca, ülkemizin ve dünyanın günümüzde ortaya çıkan ihtiyaçlarına yönelik İTÜ’nün yaptığı çalışmaları ise şöyle sıraladı: “Dünyada raylı ulaşım eğiliminin artması ve ülkemizde bu alanda yapılan yatırımlara ağırlık verilmesine paralel olarak Raylı Sistemler Mühendisliği Yüksek Lisans Programımızı açtık. Havacılık alanındaki yeni yatırımlar ve bu alanda uzmanlaşmış işgücüne duyulan ihtiyaç nedeniyle Hava Taşımacılığı Yüksek Lisans Programını, THY ve Boeing işbirliğiyle hayata geçirdik.” Törene davetli konuşmacı olarak katılan Sosyal Bilimler Enstitüsü 2012 yılı mezunlarımızdan İstanbul Avrupa Korosu Şefi Burak Burak Onur Erdem Onur Erdem, yüksek lisansın bir gönül işi olduğunu ve kendini adamayı gerektirdiğini vurguladı. REZONANS isimli koronun kurucusu olan Burak Onur Erdem, dünya standartlarında bir koro olabilmek için planlar yaptıklarını ve Türkiye’de koro müziğini en kaliteli biçimde yaşatmak üzere Koro Kültürü Derneği’ni kurarak ülkemizin koro müziğini uluslararası koro dünyasıyla birleştiren bir platform olduğunu belirtti. Türk Musikisi Devlet Konservatuarı tarafından icra edilen mini konserin ardından yüksek lisans mezunları adına konuşma yapan İkbal Bozkaya ise İTÜ’nün sosyal bilimler alanında hızla yükselen bir ivmeye sahip olduğunu belirterek akademiyi hem gaye hem iş edindiklerini ifade etti. Bozkaya “Bu yolculukta bizlere sonsuz destek olan ailelerimize, İTÜ’yü İTÜ yapan değerli birikimlerini ve tecrübelerini bizlere aktaran hocalarımıza, eğitimimize, eğitim aldığımız ortama, ilimi ve hayatı bir- Prof. Dr. Ertuğrul Karaçuha leştirip dengeleyebilmemize katkıda bulunmuş olan İTÜ’nün öğretim, yönetim ve çalışan kadrosuna teşekkür ederim. ”dedi. Törende enstitü müdürleri adına Bilişim Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Ertuğrul Karaçuha genç araştırmacılarla tecrübelerini paylaştı. Sağlık, ekonomi, ulaşım ve hareketlilik, güvenlik ve yerellik gibi alanların şu anda üzerinde yoğun bir şekilde çalışıldığının ve yakın gelecekte de çalışılacağının altını çizen Karaçuha, Ar-Ge için insan gücü ve kaynak kullanımını seferber ederek, her zaman gündeme getirilen “üniversite-sanayi işbirliğini” fiili olarak hayata geçirilmesi gerektiğini belirtti. Konuşmaların ardından yüksek lisans mezunlarına belgeleri verildi. Tören mezunların hep birlikte keplerini havaya fırlatarak mezuniyet sevincini arkadaşları, aileleri ve akademisyenlerle paylaşmaları ile sona erdi. DENİZCİLİK FAKÜLTESİ MEZUNİYET TÖRENİ İTÜ Denizcilik Fakültesi 2013-2014 Akademik Yılı Mezuniyet Töreni, 1 Temmuz Denizcilik ve Kabotaj Bayramında gerçekleştirildi. İTÜ’nün yeni mezunları, beyazla mavinin buluştuğu ve gurur veren görüntülere sahne olan bir törenle uğurlandı. İTÜ Tuzla Yerleşkesinde yapılan törene, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı Deniz ve İç Sular Genel Müdürü Cemalettin Şevli, Deniz Ticaret Odası Baş- 126 itü vakf dergisi kanı Metin Kalkavan, SUNY Maritime Collage'den Kathy Olszewski, denizci sivil toplum kuruluş temsilcileri, İTÜ Öğretim Üyeleri ve mezunlarımızın aileleri katıldı. Fakülte Dekanı Prof. Dr. Nil Güler’in milli mücadele ve deniz şehitleri anısına Tuzla sahilinden çelenk bırakması ile başlayan törende, Dekan Güler ile Deniz ve İç Sular Düzenleme Genel Müdürü Cemalettin Şevli birer konuşma yaptı. Konuşmaların ardından yemin törenine geçildi. Deniz Ulaştırma ve İşletme Mühendisliği Bölümünde Bölüm Başkanı Yrd. Doç. Dr. Cemil Yurtören, Gemi Makineleri İşletme Mühendisliği Bölümünde ise Bölüm Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Metin Çelik tarafından yeminler okutuldu. Flama devir teslim merasiminden sonra fakülteyi birincilikle bitiren Hüseyin Kılçık yaş kütüğüne anı plaketi çaktı. Fakülte, Deniz Ulaştırma İşletme Mühendisi Bölümünden 68 (9’u uluslararası ortak lisans programı), Gemi Makinaları İşletme Mühendisliğinden 51 (4’ü uluslararası ortak lisans programı) olmak üzere 119 öğrenci mezun oldu. , åTÜ DEN HABERLER 2013-2014 AKADEMİK YILI’NDA 1830 MEZUN DİPLOMA ALDI İTÜ’nün 2013-2014 Akademik Yılı mezunları, 20 Temmuz Pazar günü Ülker Sports Arena’da gerçekleştirilen görkemli törenle diploma aldı. Fakültelerin kuruluş sırasına göre anons edildiği ve mezunların salonu selamladığı törende, yeni mezunlar için sürpriz olarak hazırlanan film izlendi. İTÜ’nün kuruluş ve gelişim aşamalarının aktarıldığı ve 241 yaşında bir bir bilim yuvası olarak mezunlara seslenilen film büyük beğeniyle izlendi. Törende, İTÜ öğrencileri adına İşletme Mühendisliği Bölümü Mezunu Deniz Oker bir konuşma yaptı. Ardından Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca mezunlara seslendi. Tüm bölümlerden dereceyle mezun olan öğrencilerin takdim edildiği törende, çok sayıda kurum, kuruluş ve kişilerden başarılı öğrencilere ödül ve hediyeler verildi. İTÜ Vakfı her yıl olduğu gibi tüm bölüm birincilerine ödül verdi. Derece ile mezun olan öğrencilerin takdimini takiben, İnşaat, Mimarlık, Makine, Elektrik-Elektronik, Maden, Kimya-Metalurji, İşletme, Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri, Fen-Edebiyat, Uçak ve Uzay Bilimleri, Denizcilik, Tekstil Teknolojileri ve Tasarım, Bilgisayar ve Bilişim Fakülteleri ile Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı’nın tüm bölümleri; fakülte dekanı, bölüm başkanı, öğretim üyeleri ve öğrencileriyle birlikte sahneye davet edildi. Renkli görüntülere sahne olan bölümlerin takdiminde, öğrenciler gururu ve mutluluğu birlikte yaşadı. Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Ali Fuat Aydın’ın okuduğu Mezuniyet Yeminini eden öğrencilerin coşkuyla keplerini havaya fırlattılar. Mezunlarımıza mutlu ve başarılı bir gelecek dileriz. itü vakf dergisi 127 REKTÖR PROF. DR. MEHMET KARACA'NIN 2013-2014 AKADEMİK YILI LİSANS MEZUNLARINA MESAJI İTÜ’nün Sevgili Mezunları ve Onların Kıymetli Aileleri, Değerli Öğretim Üyelerimiz, Yaşayan 100 binden fazla mezuna sahip çok büyük bir aileye, bugün yeni bireyler katılacak. İTÜ’deki yolculuğunu başarıyla tamamlayarak, yeni bir hayata ve yeni başlangıçlara adım atacak binlerce ışıldayan göz, gülümseyen yüz görüyorum. Mutluluğunuzun, başarınızın daim olması dileğiyle sizleri selamlıyorum. Üniversitemizin 2013-2014 Akademik Yılı Lisans Mezuniyet Törenine hepiniz hoş geldiniz… Değerli İTÜ’lüler, Bugün yeni bir başlangıç; artık birer üniversite mezunusunuz ve meslek sahibi bireylersiniz. Elinizde bir lise diploması, aklınızda onlarca hayalle girdiğiniz tarihi kapıdan, ideallerine doğru emin adımlarla ilerleyen birer ışık parçası olarak ayrılıyorsunuz. Her yeni parça ışıkla daha da parlayan İTÜ güneşine katılmaya doğru yola çıkıyorsunuz. Öyle bir güneş ki 241 yıldır dünyayı bilimle aydınlatıyor. Karanlıkta kalmış zihinler, Platon’un mağarasındaki gibi suretleri asıl zannederek yaşamaya mahkumdur. Sırtını güneşe dönmüş gölgeleri izleyen ve duyduğu sesleri gölgelerin sesi zannedenler, aslına ulaşma çabasını göstermeyenler, hapsoldukları tek boyutlu dünyada yaşarlar. Siz karanlıkta oturmanın rahatlığını tercih edenlerden olmayın. Bilim, çalışkanlık ve dürüstlük rehberiniz olsun. Bugün kazandığınız ışığı yitirmeyin, daha fazla parlayın, aydınlanın ve aydınlatın… Çünkü siz İTÜ’lüsünüz… Üniversite kurumunun kökleri binlerce asır öteye dayanır. O günden bugüne korunan gerçek ise üniversitelerin özgür aklın yuvası oluşudur. Farklılıklar üniversite çatısı altında buluşur, kendini ifade etme olanağı bulur ve kaynaşır. Eğitiminiz süresince kazandığınız tüm değerleri kendi değerlerinizle harmanlarsanız, üniversite sadece meslek eğitimi aldığınız yer olmaktan çıkar. Değerli İTÜ’lüler, 10 yıl sonra hanginiz nerede olacaksınız, bugünü, üniversitenizi, İTÜ’de geçen yıllarınızı nasıl hatırlayacaksınız bilinmez. Steve Jobs’un dediği gibi hayatımızdaki noktaları geriye doğru birleştirebiliriz, ileriye doğru birleşmez ancak yaşadıkça görürüz. Siz de 10 yıl sonra hayatınızdaki noktaları geriye doğru birleştirdiğinizde, eğer İTÜ’ye adım attığınız günü yaptığınız en iyi şey olarak hatırlarsanız, burası size bir diplomadan çok daha fazlasını kazandırmış demektir… Hiçbir zaman ne kadar önemli bir kültürün parçası olduğunuzu unutmayın. Sizler teknik üniversitelisiniz… Baktığınız her yerde bir izini, bir işaretini göreceğiniz 241 yıllık uzun bir yürüyüşün yeni 128 itü vakf dergisi üyelerisiniz. En önde, 1773’te Haliç kıyılarında çağdaş mühendislik eğitimi almaya başlayan Mühendishane-i Bahr-i Hümayun’un mezunları var… O yürüyüşte; cumhurbaşkanları, başbakanlar, efsane basketbolcular, büyük sanatçılar, tasarımcılar, iş adamları, bürokratlar var… Aranızda daha niceleri oturuyor, biliyorum. Bugün keplerini coşkuyla havaya fırlatacak olanların, yarın ülkesinde hatta dünyada söz sahibi olacağına, İTÜ’ye yeni gururlar kazandıracağına inanıyorum… Ben sizlere güveniyorum, çünkü sizler İTÜ’lüsünüz… Sevgili Mezunlar, Sıradanlaşmayı kendiniz için en büyük tehlike olarak görün. Yeniyi denemekten, farklı olanı düşünmekten korkmayın. Karl Duncker’ın ünlü mum deneyi aklınızın bir köşesinde olsun. Size sunulanı sunulduğu gibi kabullenmek en kolayı fakat en vasatıdır. Daha yararlısını, daha iyisini, daha başarılısını nasıl yapabileceğinizi düşünmek ise emek gerektirir. Hata yapabilirsiniz, yanılabilirsiniz; bundan sakın çekinmeyin. Hatalarınız en iyi öğretmeniniz olabilir, çünkü yanıldıklarınızdan öğrendiklerinizi unutmazsınız. Sabırla ve emekle çalışın; kendiniz için, mesleğiniz için, idealleriniz için, ülkeniz için ve ayrım gözetmeksiniz tüm insanlık için… Size küçük görünen kim bilir nerede, nasıl büyük bir adımın itici gücü olur; bunu düşünün… Hayal gücünüzün kısırlaşmasına izin vermeyin aksine büyütün, besleyin. İdealist olmak yalnızca gerçekçilikten geçmez. Önce hayal ederek başlayın. Sınırları gerçekte yok etmek zordur ama hayal gücünüzün sınırlarını çizecek kalem yalnızca sizdedir. O kalemi hiç kullanmamak, sınırlar koymadan üretmeye çalışmak da yine sizin elinizdedir. Özgür düşünmek ve yaratıcılık en çok size yakışır, çünkü siz İTÜ’lüsünüz… Sevgili Gençler, Siz ülkemizin ilk mühendislerini yetiştiren bir okulun mezunlarısınız. Adı başarıyla anılanların, unutulmaz eserler bırakanların çatısı altında yetiştiniz. İTÜ bir ekoldür... İTÜ bir çınardır… İTÜ bir dünyadır... Her yeni mezunla daha da gençleşir, yaş alır ama yaşlanmaz, her yeniyle yenilenir… Böyle bir dünyanın parçası olduğunuz, emeğiniz ve başarınızla daimi üyesi olmaya hak kazandığınız için aileleriniz ve bizler sizinle gurur duyuyoruz. Siz de kendinizle gurur duymalısınız… Nice başarılarla, nice güzel günler görmeniz, mutlu bir ömür sürmeniz dileğiyle; hepinizi yürekten kutluyor, sevgiyle selamlıyorum… Prof. Dr. Mehmet Karaca Rektör INTEL’İN TÜRKİYE’DEKİ İLK AR-GE MERKEZİ İTÜ ARI TEKNOKENT’TE AÇILDI Intel Türkiye, bilim kurgu olduğu düşünülen teknolojileri Türkiye’de gerçeğe çevirmek üzere önemli bir yatırıma imza attı. • Intel Türkiye Ar-Ge Merkezi nesnelerin interneti, giyilebilir teknolojiler ve eğitim teknolojileri alanlarına odaklanacak. • Ar-Ge Merkezi yenilikçi açık Ar-Ge modeli ile sektör iş ortakları, üniversiteler, kamu kurum ve kuruluşları ile birlikte çalışacak. • Ar-Ge Merkezi, Türkiye’nin kendi fikrî mülkiyet projelerini yaratmasında ve dünyaya teknoloji ihraç etmesinde önemli rol oynayacak. • Intel, Türkiye Ar-Ge Merkezi ile 5 yıl içinde 40 Milyon Amerikan Doları değerinde yatırım planlıyor. Intel, Türkiye’deki yüksek teknoloji yatırımları kapsamında ilk Ar-Ge Merkezi’ni İTÜ Arı Teknokent’te hizmete açtı. Ar-Ge Merkezi, Türkiye, Ortadoğu ve Afrika Bölgesi’nin önde gelen araştırma merkezlerinden biri olacak. Ülkemize yüksek teknoloji tasarımına yeni bir yaklaşım getiren merkez, Türkiye’nin ilk “kreatif Ar-Ge merkezi” olma özelliğini taşıyor. Dünya üzerindeki 7 milyar insanın 7 milyar farklı beklentisini karşılayacak ürünler sunma amacıyla hareket eden Intel, bu girişimiyle Türkiye’de ilk defa “Kullanıcı deneyimi odaklı Ar-Ge” faaliyetlerinin gerçekleştirilmesini sağlayacak. Günümüzde ülkelerin ekonomik kalkınmasında Ar-Ge faaliyetlerinin büyük önemi olduğunu hatırlatan Intel Türkiye Genel Müdürü Burak Aydın, yeni açılan Ar-Ge Merkezi ile hedeflerinin Türkiye’nin dünyada önemli bir teknoloji üssüne dönüşmesine katkıda bulunmak olduğunu vurguladı. Aydın, “Intel, yeni Ar-Ge Merkezi ile yüksek teknoloji ge- Açılış törenine Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, INTEL Türkiye Genel Müdürü Burak Aydın, ARI Teknokent Genel Müdürü Kenan Çolpan ile INTEL’den yetkililer ve İTÜ’lü akademisyenler katıldı. liştirme alanında global deneyim ve birikimini Türk ekosistemi ile paylaşmayı, Türkiye’den dünyaya teknoloji transferinin artmasına katkıda bulunmayı amaçlıyor. Intel Türkiye Ar-Ge Merkezi yenilikçi açık Ar-Ge modeli ile sektördeki iş ortakları, üniversiteler, kamu kurum ve kuruluşlarıyla ortak Ar-Ge çalışmalarını hayata geçirecek. Merkezde sosyal bilimciler, tasarımcılar, uygulama geliştiriciler gibi farklı disiplinlerden uzmanlar bir arada çalışacak, kullanıcı deneyimi odaklı projeler gerçekleştirecekler. Türkiye’nin kendi fikrî mülkiyet projelerini yaratmasına ve ülkemizin patent sayısın artırılmasına katkıda bulunmak, AB fonlarından daha fazla yararlanabilmesini sağlamak öncelikli hedefler arasında” şeklinde konuştu. Nesnelerin İnterneti’nde Türkiye önemli sıçrama yapacak Intel Ar-Ge Merkezi’nin önemli odak noktalarından biri, “Nesnelerin İnterneti” olacak. Intel Labs Avrupa’nın yürüttüğü “Nesnelerin İnterneti Laboratuarı” projesinin önemli bir ayağını oluşturan merkez, Türkiye’de bu alanda teknolojilerin üretilmesine ciddi bir ivme kazandıracak. Giyilebilir Teknolojileri hedefleyen Galileo ve Edison platformları üzerinde geliştirmeler yapan Intel Ar-Ge Merkezi, bu kapsamda ilk etapta 32 üniversite ve 1000’in üzerinde geliştirme platformuyla çalışmalar başlatacak ve hızla liselere de genişletiyor olacak. Aynı zamanda eğitim teknolojileri alanına odaklanan dünyadaki tek Intel laboratuarı olan Intel Ar-Ge Merkezi, insan hareketlerini algılayan ve kullanıcıyla daha doğal iletişim kurmaya olanak tanıyan “Intel RealSense™ teknolojisi”ne dayanan geleceğin öğrenme ortamı (Adaptive Learning Environment) projesi üzerinde de çalışmalar sürdürecek. Bunun yanı sıra, Fatih Projesinin Ar-Ge yatırım ihtiyaçları için de öncü niteliği taşıyan merkezde, proje kapsamında silikon tasarımına dokunan ve Türkiye’de fikrî mülkiyet hakkı geliştirilmesine yönelik eğitimde yüksek teknoloji Ar-Ge çalışmaları da yapılması planlanıyor. İTÜ’de kapılarını açan Intel Türkiye Ar-Ge Merkezi’nin, 5 yıl içinde iş ortakları ile başarılı projeler gerçekleştirerek 40 Milyon Amerikan Doları değerinde yatırıma ulaşması hedefleniyor. Intel Labs Avrupa Başkan Yardımcısı Brian Quinn, “Teknolojik inovasyon ülkeler için önemli bir rekabet avantajı sağlıyor. Amerika Birleşik Devletleri’nde 1945 yılından bu yana ülke büyümesinin %75’i teknolojik inovasyondan geliyor. Son dönemde, dünyanın en büyük teknoloji şirketlerinin ekosistem ile hareket ettiği ve açık inovasyona yöneldiği önemli bir gerçek. Bu nedenle Türkiye ArGe Merkezi’nde de açık inovasyon modelini benimseyerek yerel ekosistemi desteklemeyi, Türkiye’den global oyuncular çıkmasına yardımcı olmayı amaçlıyoruz. Türkiye genç nüfusu, yetenekli mühendisleri ve yaratıcı iş ortakları ile çok önemli bir ülke. Türkiye uzun zamandır Intel’in Orta Doğu, Türkiye ve Afrika Bölgesinin merkezi durumunda iken, bugünden itibaren bölge için önemli bir açık Ar-Ge Merkezi konumuna da geldi.” diye konuştu. itü vakf dergisi 129 , åTÜ DEN HABERLER CENEVRE KALKINMA ENSTİTÜSÜ ARAŞTIRMACILARI İTÜ’DE İstanbul Kalkınma Ajansı’nı ziyaret eden Cenevre Kalkınma Enstitüsü Kalkınma Programı yüksek lisans öğrencileri ve öğretim üyeleri, İTÜ'ye konuk oldu. İSTKA tarafından desteklenen “Kovanımı İzliyorum” projesi hakkında bilgi almak üzere üniversitemizi ziyaret eden heyet için, Kimya Metalurji Fakültesi Gıda Mühendisliği Bölümü “Arı Platformu”nda tanıtım toplantısı düzenlendi. Toplantıda, öğrencilere ve öğretim üyelerine, proje yönetimi, gelinen aşamalar ve finansal konularda bilgilendirme yapıldı, deneyimler paylaşıldı. Konuk heyet, toplantının ardından proje yürütücüsü öğretim üyeleri eşliğinde, Ayazağa Yerleşkesindeki İTÜ Arıcılık Araştırma Geliştirme Merkezini ziyaret etti. İTÜ PETROL VE DOĞALGAZ SEMİNERİ Maden Fakültesi Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Bölümü tarafından her yıl düzenlenmekte olan “İTÜ Petrol ve Doğalgaz Semineri” bu yıl 24. kez gerçekleştirildi. İhsan Ketin Konferans Salonunda düzenlenen seminer, uzmanları bir araya getirdi. Seminere, Rektör Prof.Dr. Mehmet Karaca, Maden Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatma Arslan, Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Abdurrahman Satman, TMMOB PMO Başkanı Mehmet Kul, MTA Genel Müdürü Mehmet Uzer, öğrenciler, mezunlar ile enerji alanında faaliyet gösteren kamu ve özel sektör temsilcileri katıldı. Petrol, doğal gaz ve jeotermal enerjinin endüstri–üniversite ilişkileri çerçevesinde ele alındığı seminerde, sektördeki yenilikler ve üniversite bünyesinde yapılan ar-ge çalışmaları masaya yatırıldı. Sergide ise sektörün önde gelen firmaları açtıkları stantlarda öğrencilere çalışma alanları ve staj olanakları hakkında bilgiler verdi. Seminerin açılış konuşmasını yapan Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ’nün iddialı olduğu alanların “malzeme, havacılık ve enerji” olduğunu, bu alanlarda önemli adımlar atıldığını bunlardan birinin Enerji Teknokenti kurulması olduğunu söyledi. Bölümün en büyük sorununun kontenjan 130 itü vakf dergisi sayısının fazlalığı olduğunu belirten Karaca, petrol ve doğalgaz sektöründe hızlı bir gelişim olduğunu, mezun olan öğrencilerin sektör tarafından istihdam edilmesi nedeniyle öğretim üyesi kadrosunun yetersiz olduğunu vurguladı. Karaca, konuyu YÖK ile görüştüklerini ve kontenjan küçültme talebinde bulunduklarını ifade etti. Maden Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Fatma Arslan ise enerjinin elde edilebilirliğinin zor bir süreç olduğunu belirterek, kısa süre önce Soma’da yaşanan maden faciasını hatırlattı. Petrolün ülkelerin sınırlarını değiştirecek öneme sahip bir kaynak olduğunu vurgulayan Arslan “Ülkemizin konumu petrol kaynaklarına yakın bir mesafede Türki Cumhuriyetler, Ortadoğu tüm bu bölgeye mühendis yetiştiriyoruz. O açıdan bizim verdiğimiz eğitimin çok önemli olduğunu düşünüyorum” dedi. Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Abdurrahman Satman da dünyada ve Türkiye’de petrol ve doğal gaz sektörünün gelişmekte olduğunu belirterek, İTÜ Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Bölümü hakkında bilgi verdi. Satman, petrol ve doğal gaz sektörünün üniversite-endüstri-devlet üçgeninde ilerlemesi gerektiğinin altını çizerken, sektör temsilcilerine daha fazla destek çağrısı yaptı. Petrol Mühendisleri Odası PMO Başkanı Mehmet Kul, 1982 yılında İTÜ Petrol Mühendisliği Bölümünden mezun olduğunu ifade ederek üniversite sanayi arasındaki işbirliği için PMO olarak her zaman çalışmaya hazır olduklarından söz etti. İki gün süren, 16 farklı kuruluştan 18 konuşmacının katıldığı seminer kapsamında, 25 yıl önce Petrol ve Doğal Gaz Mühendisliği Bölümünde eğitim hayatına başlayan İTÜ’lülere anı plaketi sunuldu. ‘YENİLİKÇİ FİKİRLER’ İTÜ GİNOVA’DA HAYAT BULACAK Yenilikçi fikirlerin hayat bulmasını desteklemek, girişimcilik ruhunu güçlendirmek ve yaymak amacıyla üniversitemize kazandırılan İTÜ Girişimcilik ve İnovasyon Uygulama Araştırma Merkezi’nin (İTÜ GİNOVA) açılışı Ayazağa Yerleşkesi Mustafa İnan Kütüphanesi’nde düzenlenen törenle gerçekleştirildi. Merkezin açılış programına, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik, Genel Sekreter Doç. Dr. Tayfun Kındap, 1963 Yılı İTÜ Mezunu ve Beyaz Nokta Vakfı Kurucusu Tınaz Titiz, İTÜ’lü öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. Açılışta konuşan İTÜ GİNOVA Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Şebnem Burnaz, İşletme Mühendisliği Bölümü öğretim üyelerinin bilgi birikimleriyle uzmanlık ve deneyimlerinin İTÜ GİNOVA’nın kurulması fikrinin ortaya çıkmasında en önemli etken olduğunu belirtti. Bu birikimin İTÜ’nün girişimciliğe ve yenilikçiliğe verdiği artan önem ve değerle örtüşmesinin İTÜ GİNOVA’nın hayata geçmesini sağladığını vurgulayan Prof. Burnaz, “Öncelikli hedefimiz kampüs içerisinde inovasyona dayalı girişimcilik kültürünü geliştirmek ve yaygınlaştırmak. Uzun vadede ise İTÜ’deki inovasyona dayalı girişimcilik eko sistemimizde bizce eksik gördüğümüz kampüs içi halkayı oluşturmayı hedefliyoruz.” dedi. Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ise “241 yıllık bir üniversite olarak birçok siyasetçi, sanatçı akademisyen ve bilim adamı yetiştirdik. Fakat bu kadar büyük potansiyele sahip olmamıza rağmen girişimci mezunlarımız nispeten daha az sayıda. Bu açıdan böyle bir merkezin bizim için önemi büyük.” şeklinde konuştu. Prof. Karaca, İTÜ GİNOVA’nın faaliyete geçmesinde pay sahibi olan akademisyenlere teşekkür etti. Programa, davetli konuşmacı Tınaz Titiz tarafından verilen “Girişimcilik ve İnovasyon- da Öğrenme Ortamı Olarak Üniversite” konulu seminer ile devam edildi. Girişimcilik ve inovasyonun Türkiye’nin kalkınması için önemine değinen Titiz üniversitelerin bu alanda yapacağı çalışmaların büyük önem taşıdığını ifade etti. Seminerin ardından Rektör Karaca, Tınaz Titiz’e plaket sundu. Açılışın ardından davetliler, İşletme Fakültesi öğrencilerinin inovatif projelerinin sergilendiği stantları ve Mustafa İnan Kütüphanesi giriş katında açılan İTÜ GİNOVA ofisini ziyaret ettiler. İTÜ Ginova Hakkında: İTÜ-GİNOVA Girişimcilik ve İnovasyon Uygulama ve Araştırma Merkezi, İTÜ’de girişimcilik kültürünü yaymak; yenilikçilik, yaratıcılık ve teknolojiye dayalı girişimler kurmaları için İTÜ öğrencilerini ve akademisyenlerini cesaretlendirmek, beceri ve yetkinliklerini geliştirmek ve girişimlerinin başarılı olması için gerekli bağlantıları sağlamak; bunları gerçekleştirirken bir yandan girişimcilik ve inovasyon konularında bilginin sınırlarını geliştirecek araştırmalar yapmak için vardır. İTÜ’de girişimcilik ve inovasyona ilgi duyan kitleyi bir araya getirmek aynı zamanda bu kitlenin sayısını da artırmayı hedefleyen merkezin bir diğer amacı ise İTÜ’de bölümler arası etkileşimi artırarak farklı alanlarda öğretim gören öğrencilerin birbirlerini bulmalarına ve birlikte fikirler geliştirip bu fikirleri hayata aktarmaya destek olmaktır. itü vakf dergisi 131 , åTÜ DEN HABERLER HARVARD UNİVERSİTESİ BİRİNCİSİ ‘TÜRK DAHİ’ Mezunumuz Oğuz Alpöge’nin oğlu Levent Alpöge, dünyanın en önemli okullarından biri olarak kabul edilen Harvard Üniversitesi’nden 4 üzerinden 4 not ortalaması alarak ‘Valedectorian’ derecesiyle mezun oldu. Başarısı ile Harvard Üniversitesi tarihine adını yazdıran Alpöge, Cambridge’de yüksek lisans, Princeton’da doktora yapacağını belirtiyor. Dünyanın en prestijli okullarından Harvard Üniversitesi’nin 2014 yılı birincisi Levent Alpöge (22), aynı anda fizik ve matematik dallarından 4 üzerinden 4 puanla mezun oldu. Başarılarla dolu bir öğrenim hayatına sahip Alpöge, 2010’da henüz lise son sınıf öğrencisiyken ABD çapında adayların katılımı ile gerçekleştirilen Intel Bilim Yetenekleri Yarışması’ndaki başarısı ile, ABD Başkanı Barack Obama ve senatörler tarafından kutlanan 40 genç finalist arasına girdi. Bu başarı sonucunda, “Ivy League” olarak ve akademik mükemmelliği ile tanınmış ABD’nin en iyi sekiz üniversitesi tarafından kabul edildi. Alpöge, bu üniversiteler arasında Harvard’ın matematik ve fizik bölümlerini seçti. Sayısız ödülü var Sayısız prestijli ödülü ve bursu bulunan Alpöge; American Mathematical Monthly, Journal of Combinatorial Theory, Journal of Number Theory, International Mathematics Research Notices dergilerine yazılar yazıyor; Harvard College Mathematics Review İTÜ geleneği ile yetişmiş bir ailenin üyesi Levent Alpöge, Yüksek Mühendis Mektebi 1931 mezunu Rıfat Alpöge’nin torunu, İTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi mezunu Oğuz Alpöge’nin oğlu, İTÜ inşaat Fakültesi mezunu Atila Alpöge ile İTÜ Mimarlık Fakültesi emekli öğretim üyesi Prof. Dr. Ayla Ödekan’ın ise yeğeni. Fotoğrafta, Levent Alpöge mezuniyet töreninde annesi Simay ve babası Oğuz Alpöge ile. dergisinin de editörluğünü sürdürüyor. Alpöge, Winston Churchill bursu ile İngiltere’deki Cambridge Üniversitesi’nde matematik alanında yapacağı yüksek lisans için hazırlıklarını sürdürüyor. Daha sonra yine Ivy League okullarından gelen dokto- TÜBA'DAN ÖĞRETİM ÜYELERİMİZE ÖDÜL Türkiye Bilimler Akademisi (TÜBA) tarafından verilen Telif ve Çeviri Eser Ödülü (TEÇEP) bu yıl 2013 ve 2014 yılları için bir seferde ilan edildi. Mühendislik Bilimleri alanında İTÜ öğretim üyeleri Prof. Dr. Mehmet Omurtag ve Prof. Dr. İsmail Toröz’ün kitapları ödül aldı. Prof. Dr. Mehmet H. Omurtag, "Dinamik-Mühendislik Mekaniği, 2. Baskı 2013" ve "Dinamik Çözümlü Problemleri-Mühendislik Mekaniği, 2. Baskı 2013" adlı eserleri ile ödüle değer görüldü. Prof. Dr. Omurtag, 4. kez TÜBA Telif ve Çeviri Eser Ödülü’nün sahibi oldu. Editörlüğünü Çevre Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. İsmail Toröz’ün 132 itü vakf dergisi yaptığı “Çevre Kimyasında Temel Kavramlar: Problemler ve Çözüm Notları İlaveli, 2013” adlı eser de ödüle değer bulundu. Prof. Dr. Toröz’ün editörlüğünü yaptığı bir başka eser “Çevre Mühendisliğine Giriş” ise 2012 Yılı Kayda Değer Eser olarak Mansiyon’a layık görülmüştü. ra kabullerinin içinden Princeton’ı seçerek öğrenimine devam edecek. Alpöge ailesi ile birlikte New York eyaletinin Long Island bölgesinde yaşıyor. Akademik başarılarının yanı sıra maratonlara katılan Alpöge koyu bir Beşiktaş hayranı. İTÜ ENGELSİZ TEKSTİL PROJESİ’NE “KIRMIZI ÖDÜLLER” 2003 yılından bu yana basın reklamlarında yaratıcılığın artırılmasını özendirmek ve ödüllendirmek amacıyla düzenlenen "Hürriyet Kırmızı Ödülleri", 11. kez sahiplerini buldu. İTÜ'nün "Engelsiz Tekstil" projesi, "En İyi Mobil Uygulama" ve "En Başarılı Dergi Uygulaması" olmak üzere 2 kategoride ödül aldı. Uygulamalar, Alice BBDO tarafından hazırlanmıştı. "Engelsiz Tekstil" projesi, "Engelsiz İTÜ" çalışmalarının önemli parçalarından biri. 2014 SPE INTERNATIONAL AWARD ELECTION İTÜ Maden Fakültesi Petrol ve Doğalgaz Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyelerinden Prof.Dr. Mustafa ONUR, Uluslararası Petrol Mühendisleri Cemiyeti SPE tarafından 2014 Uluslararası SPE Distiguished Membership Award’a layık görülmüştür. Kendisini kutlar, başarılı çalışmalarının devamını dileriz. PROF.DR.ORHAN KURAL'A BENİN DEVLET NİŞANI İTÜ Maden Fakültesi Maden Mühendisliği Bölüm Başkanı ve 22 Eylül 2003’ten beri Benin Cumhuriyeti Fahri Konsolosluğu görevinde bulunan Prof. Dr. Orhan KURAL’a, 24 Haziran 2014 tarihinde Benin Cotonou kentinde Benin Devlet Nişanı merasimle takdim edildi. Kendisini kutlarız. MADEN MÜHENDİSLİĞİ ÖĞRENCİSİ MERVE BULUT’A TÜBİTAK’TAN BİTİRME PROJESİ ÖDÜLÜ TÜBİTAK 2241/B Sanayi Odaklı Lisans Bitirme Projeleri Yarışması” BİRİNCİLİK ödülünü Maden Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü öğrencisi Merve Bulut aldı. TÜBİTAK Bilim İnsanı Destekleme Daire Başkanlığı (BİDEB) tarafından düzenlenen, 1007 proje başvurusu alınan ve ön değerlendirme sonucu finale kalan 105 proje ile 23-25 Haziran tarihleri arasında ATO Congresium Uluslararası Kongre ve Sergi Sarayı Ankara’da gerçekleştirilen “2241/B Sanayi Odaklı Lisans Bitirme Projeleri Yarışması” nda Maden ve Doğal Kaynaklar Kategorisi’nde İstanbul Teknik Üniversitesi Maden Fakültesi Maden Mühendisliği Bölümü öğrencisi Merve Bulut BİRİNCİLİK ödülü almıştır. Çalışmanın akademik danışmanlığı Doç. Dr. Ömür ACAROĞLU ERGÜN ve sanayi danışmanlığı Atlas Copco Kaya Delici Sarf Malzemeler Bölüm Müdürü Bahadır ERGENER tarafından gerçekleştirilmiştir. Projede optimum sondaj matkabı seçimi ile başta sahada çalışma yapan firmalar ve sondaj matkabı üreten şirketler olmak üzere sektöre katkıda bulunması amaçlanmıştır. Sondaj makinalarıyla delik delme işleminde en fazla sarfiyat kayaçla sürekli kontak halinde olan matkaplarda olduğu görülmektedir. Sondaj matkapları genellikle yurtdışından getirilmekte olup, dönem dönem maliyetlerinin çok fazla arttığı gözlemlenmektedir. Yapılan proje çalışmasında optimum sondaj matkabı seçimi ile efektif kazı yapabilen, uzun süre dayanabilirlik özelliğine sahip matkapların seçilmesine ve maliyetlerin doğrudan azaltılmasına katkı sağlanabilmektedir. itü vakf dergisi 133 , åTÜ DEN HABERLER İTÜ’LÜ MODEL UYDU ARISAT DÜNYA BİRİNCİSİ İTÜ ARISAT Model Uydu Takımı, Amerika’da düzenlenen “CanSat Competition”da Dünya Birincisi oldu. Farklı ülkelerden 59 takımın yer aldığı yarışmada, bu yıl kendi enerjisini kendi üretebilen uydular yarıştı. İTÜ, 2011 ve 2012’de de yarışmadan birincilikle dönmüştü. CanSat Competition, Amerika Astronomi Topluluğu (AAS), Amerika Havacılık ve Uzay Bilimleri Enstitüsü (AIAA), NASA gibi havacılık ve uzay bilimleri alanında dünyanın en güçlü kuruluşlarının ve şirketlerinin işbirliği ile düzenleniyor. Bu yıl 16. kez gerçekleştirilen yarışmaya, 8’i Türkiye’den olmak üzere 59 takım katıldı. İTÜ ARISAT’ın sponsorluğunu Turkcell Superonline üstlendi. Kendi Enerjisini Üreten Uydu CanSat Competition, gerçek uydu sistem- lerinin yapım prosedürlerinin aynen uygulandığı model uydular tasarlanmasını hedefliyor. 2014 için yarışmaya yeni bir koşul eklenerek, takımların kendi enerjisini üretebilen uydu tasarlaması istendi. ARISAT Model Uydu Nasıl Yarıştı? Uydu yaklaşık 670 metreden serbest bırakılarak paraşüt ile yavaşlatıldı ve hızı saniyede 12 metreye düşürüldü. 500 metreye geldiğinde iki parçaya ayrılan uyduda ikinci parça, pasif bir yavaşlama sistemi olmaksızın saniyede 10 metrenin altında bir hızda tutuldu. Aynı zamanda kendi enerjisini üretmeye başlarken, iniş sırasında basınç değerini, sıcaklığı ve ürettiği voltaj değerini paket veri olarak yer istasyonuna iletti. ARI TEKNOKENT’E 2 ÖDÜL TÜBİTAK, Türkiye Teknoloji Geliştirme Vakfı (TTGV) ve TÜSİAD işbirliğiyle düzenlenen “Türkiye Teknoloji Ödülleri ve Kongresi” bu yıl 11. kez gerçekleştirildi. Teknoloji alanındaki seçkin organizasyonlar arasında yer alan ve aday kabul edilmenin dahi önemli olduğu yarışmada, İTÜ ARI Teknokent bünyesindeki firmalar 2 dalda ödül kazanarak büyük bir başarıya imza attı. Greenway Güneş Sistemleri Enerji Üretim Sanayi Tic. A.Ş., Büyük Ölçekli Firma Süreç Kategorisi Ödülünü, “Kule Tipi Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi Sistemi” projesi ile aldı. Akış Isı ve Yanma Teknolojileri Tic. ise “Endüstriyel Seri Üretimlerde Uygulanan Nitrürleme Sürecinin İyileştirilmesi” projesi ile Mikro Ölçekli Firma Süreç Kategorisi Ödülünü kazandı. Türkiye’nin teknoloji geliştiren ülkeler arasında yer almasını sağlamak ve yenilikçi ürünleri teşvik etmek amacıyla yapılan yarışma, bu yıl 198 başvuru ile tarihindeki en yüksek katılıma ulaştı. Projelerden 150’si değerlendirmeye alınırken, 29’u finale kaldı ve bunlardan 7 tanesi ödüllendirildi. Teknoloji Ödülleri kapsamında finale kalan 29 proje arasından ödül alanlar: Teknoloji Büyük Ödülü – Aselsan Elektronik San. A.Ş. / Avcı Kaska Entegre Kumanda Sistemi 134 itü vakf dergisi Büyük Ölçekli Firma Ürün Kategorisi Ödülü – Durmazlar Makine Sanayi ve Ticaret A.Ş. / Raylı Toplu Taşıma Sistemi Tasarımı ve İmalatı Büyük Ölçekli Firma Süreç Kategorisi Ödülü – Greenway Güneş Sistemleri Enerji Üretim Sanayi Tic. A.Ş. / Kule Tipi Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi Sistemi Orta Ölçekli Firma Ürün Kategorisi Ödülü Arkel Elektrik Tic. LTD. ŞTİ/ ARCODE Bütünleşik Asansör Kontrol Sistemi Küçük Ölçekli Firma Ürün Kategorisi Ödülü – Elmed Elektronik ve Medikal Sanayi ve Ticaret A.Ş. / Fleksible Üreteroskopi İle Böbrek Taşı Kırma Robotu Mikro Ölçekli Firma Ürün Kategorisi Ödülü – Novitas Yapı Tekn. Müh. ARGE Bilişim Yazılım Taah. ve Tic. Ltd. Şti. / Jeodezik Afet Evi Tasarımı ( Jeodezik Kubbe ve Serbest Formlu Yapı Sistemleri). Mikro Ölçekli Firma Süreç Kategorisi Ödülü – Akış Isı ve Yanma Teknolojileri Tic. / Endüstriyel Seri Üretimlerde Uygulanan Nitrürleme Sürecinin İyileştirilmesi DÜNYACA ÜNLÜ BİLİM İNSANI PAUL WEISS İTÜ’DEYDİ Nano-bilim alanında dünyaca tanınan bilim insanı UCLA (University of California, Los Angeles) Öğretim Üyesi Prof. Dr. Paul S. Weiss, İTÜ’ye konuk oldu. Weiss, Remzi Ülker Konferans Salonunda, "The Ultimate Limits of Miniaturization: Exploring and Controlling the Nanoscale World in Science, Engineering and Medicine" konulu seminer verdi. Üniversitemizin Bilim, Sanat ve Teknoloji Seminerleri serisi kapsamında İTÜ’ye gelen Paul Weiss’in seminerine İTÜ’lü genç araştırmacılar, öğretim üyeleri ve öğrenciler katıldı. İzleyiciler, Atomik Kuvvet Mikroskopu (AFM) ve Taramalı Tünel Mikroskopu (STM) kullanımı ile malzeme yüzeylerinin özgün ve yeni özelliklerin kullanımı konusunda güncel bilgilere ulaşma imkânı buldu. Weiss atomların ve moleküllerin kimyasal bağ mesafesinden biraz daha uzak olma durumlarında nasıl etkileşimlerde bulunduğu konusunda bilgi verdi. Özellikle, SAM (self-assembled monolayer) organik moleküllerin kullanılması sonucunda tekil moleküllerin izolasyonu ile elektron iletiminin incelenmesi ve bu yaklaşımın geliştirilmiş nanoüretimde kullanılmasından bahsetti. Soru cevap şeklinde geçen ve İTÜ’lü öğretim üyelerinin katkılarıyla zenginleşen oturumlar, meslektaşlar arası fikir alışverişi niteliği taşıdı. Dr. Weiss, seminer sonrası ITU-Nano ArGe Merkezini ve Dr. Orhan Öcalgiray Moleküler Biyoloji-Biyoteknoloji ve Genetik Araştırmalar Merkezini gezdi, çalışmalar hakkında bilgi aldı. Prof.Dr. Paul S. Weiss: Nano-bilim alanında dünyaca tanınan saygın bilim insanlarından biri olan Paul Weiss, UCLA’da atomikölçekte yüzey kimyası ve fiziği, moleküler aygıtlar/sistemler, nano-lithografi, biofizik ve nörobilim konularında çalışma yürütüyor. California Nanosistemler Enstitüsü Müdürlüğü yapan Weiss, Fred Kavli NanoSistem Bilimleri Kürsü sahibi. Kariyeri boyunca çok farklı ödüller alan bilim adamı, ABD Ulusal Bilim Vakfı Genç Araştırmacı Ödülünün de sahibi. Weiss American Vacuum Society, IEEE, American Physical Society, American Chemical Society, ve American Academy of Arts and Sciences gibi çok seçkin bilim topluluklarında “fellow” ünvanına sahip. İTÜ, EUROSTAT ARAŞTIRMA KURUMU OLDU İTÜ, araştırmacılar için önemli bir veritabanı olan Eurostat nezdinde araştırma kurumu olarak resmen tanındı. Birey ve kurumlar düzeyinde sosyal ve ekonomik mikroverilerin bulunduğu Avrupa Birliği'ne ait Eurostat veri tabanı, özellikle bu alanlarda çalışanlar için araştırma zenginliği ve derinliği açısından büyük öneme sahip. Mikroveriler, çoğu teorinin daha hassas test edilmesi için önemli olurken, bazı teoriler ise sadece mikroverilerle test edilebiliyor. Eurostat nezdinde araştırma kurumu olarak tanınmayan kurumlardaki araştırmacıların, bu veri tabanına erişimi 8 Temmuz 2013'ten itibaren kaldırıldığı için, resmi araştırma kurumu olarak tanınmak ayrıca önem taşıyor. Akreditasyon sürecinde, İTÜ hakkında ve üniversitemizin bilgi işlem altyapısının güvenliğine ilişkin detaylı bir bilgilendirme yapıldı. Ekonomi Bölümümüzde yürütülen “HM-PP” projesi çerçevesinde, tüm süreç Doç. Dr. Sencer Ecer ile proje asistanı Mine Durmaz tarafından koordine edildi. İTÜ Rektörlüğü, Bilgi İşlem Daire Başkanlığı, Avrupa Birliği Proje Ofisi, Stratejik Planlama ve Geliştirme Daire Başkanlığı da sürece katkı sağladı. Mikroverilere erişim için İTÜ’lü tüm araştırmacılar projelerini sunarak başvuruda bulunabiliyor. İTÜ, Türkiye’de bu akreditasyona sahip iki üniversiteden biri. itü vakf dergisi 135 , åTÜ DEN HABERLER GEMİSYON PROJESİ EĞİTİMLERİ Kalkınma Bakanlığı’nın koordinasyonunda İstanbul Kalkınma Ajansı’nın 2012 Yılı 2. Dönem ‘Kâr Amacı Gütmeyen Kuruluşlara Yönelik Bilgi ve İletişim Teknolojileri Odaklı Ekonomik Kalkınma’ mali destek programı kapsamında desteklenen Gemisyon ‘Gemi Kaynaklı Hava Kirliliği ve Kontrolü’ konusunda verilen eğitimler sona erdi. Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nde, 21 Nisan ve 6 Mayıs 2014 tarihleri arasında düzenlenen 2 günlük 4 eğitim programına, Ulaştırma Denizcilik ve Haberleşme Bakanlığı, Çevre ve Şehircilik Bakanlığı gibi değişik bakanlıklar ile İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Liman Başkanlıkları, Klas kuruluşları gibi değişik kamu ve özel sektör kuruluşları ve değişik üniversitelerden yaklaşık 100 kişi katıldı. Gemi Kaynaklı Hava Kirliliği Mevzuatı, Gemi Kaynaklı Emisyonların Oluşumu, Gemi Kaynaklı Emisyonların Çevreye ve İnsan Sağlığına Etkileri, Gemilerde Emisyon Azaltım Metodları, Gemi Kaynaklı Emisyonların Kontrol ve Denetimi ve Gemilerde Emisyon Ölçüm Metodları başlıca eğitim konuları arasında yer aldı. Ayrıca, Gemisyon Projesi ile İSTKA Gemi Emisyonları Laboratuvarı’nın Emisyon Ölçüm yetenekleri de sunuldu. Eğitim programı sonunda Proje Koordinatörü Prof. Dr. Selma Ergin tarafından katılımcılara Gemison Projesi ‘Katılım Belgesi’ verildi. RİSKİN UZMANLARI İTÜ’DE BULUŞTU Risk analizi ve yönetimi konusundaki en prestijli etkinliklerden biri olan “Society for Risk Analysis – Europe Conferance”, İTÜ’de gerçekleştirildi. Bugüne kadar Avrupa’da farklı kentlerin ev sahipliği yaptığı ve risk alanında çalışan bilim insanlarını, genç araştırmacıları ve sektör profesyonellerini bir araya getiren “Society for Risk Analysis – Europe Konferansları” serisinin 2014 yılı toplantısına İTÜ Mimarlık Fakültesi ev sahipliği yaptı. Doç. Dr. Seda Kundak başkanlığında Taşkışla Yerleşkesinde gerçekleştirilen konferans, risk analizi, yönetimi, algısı ve iletişimi konularında akademi, kamu ve özel sektör temsilcilerinin buluşturan bir tartışma ve paylaşım ortamı sundu. Bu yıl “Sınırların Ötesine Geçebilen Risklerin Analizi ve Yönetimi” olarak belirlenen uluslararası konferansa, farklı ülkelerden yaklaşık 250 kişi katıldı. Her Yönüyle Risk İstanbul Valiliği İl Afet Acil Durum Müdürlüğü, İstanbul Proje Koordinasyon Birimi, TÜBİTAK ve DASK’ın destek verdiği dört günlük konferansta, şu konular ele alındı: “Kapsayıcı Risk Yönetimi İçin Dayanıklılık, 136 itü vakf dergisi Toplumun İklim Değişikliği Algısı, Artan ya da Yavaş Gelişen Katastrofik Risklerin Yönetimi, Riskler Temel Kavramlardan Avrupa Risk Radarına - Yeni Teknolojilere Bağlı Riskler Üzerinde Uygulamalar, Küçük Adalar, Büyük Riskler, Risk İletişimi ve Siber Güvenlik, Risk Temelli Güvenlik Politikaları, Etkin Kriz Yönetimi Stratejileri Temelinde Veri Analizi, ABD ve Almanya’da Enerji Dönüşümünün Yönetimi: Yönetişim, Altyapı Planlaması ve Toplumsal Kabul.” Uzmanlar Bir Arada Yayınladığı çok sayıda kitapla riskin anlaşılmasında ve değerlendirmesinde öncü rol üstlenen Prof. Dr. Ortwin Renn, risk alanında sistem yaklaşımının öncülerinden Prof. Dr. Louise K. Comfort, doğal ve teknolojik risklerin kentler üzerindeki etkileri ve zarar azaltımı konularında önemli projelere imza atan Prof. Dr. Scira Menoni, deprem mühendisliği ve deprem riski konularında sadece Türkiye’de değil, dünyada da önde gelen bilim insanları arasında yer alan Prof. Dr. Mustafa Erdik, yapmış olduğu çalışmalarla, risk algılamada bugün tartışılan konuların ve araştırma yöntemlerinin temelini hazırlayan Prof. Dr. Richard Eiser, bölgesel ölçekteki doğal riskler kapsamında, küresel iklim değişikliği, risk bilgi sistemleri ve iletişim bilimi konularında uzman Dr. Juergen Weichselgartner'ın açılış konuşmalarını yaptığı konferans, Türkiye’de risk azaltılması konusunda geliştirilmiş yöntemlerin ve en iyi uygulamaların tanıtımına da katkı sağladı. SATRANÇ TAKIMININ İSTANBUL DERECESİ İTÜ Satranç Takımı, “İstanbul Üniversiteler Arası Satranç Turnuvası"nda 2. oldu. Takımımız, FMV Işık Okulları 9. Satranç Takım Turnuvasında ise üniversiteler kategorisinde 5.'lik elde etti. Sporcularımız Emre Hasgüleç ve Egemen Karakaş ise masa derecesi yaptı. ARAŞTIRMA GÖREVLİSİ SADİYE HALİTOĞLU’NA ÇİN’DEN ÖDÜL Kimya Mühendisliği Bölümü Araştırma Görevlisi Sadiye Halitoğlu, 20-25 Temmuz 2014 tarihleri arasında Çin - Suzhou'da gerçekleştirilen “The 10th International Congress on Membranes and Membrane Processes (ICOM2014)” kongresinde ödül aldı. Halitoğlu, "Prediction of Plasticization Resistance of Polyimide Membranes Via Molecular Simulation" başlıklı bildirisi ile "En İyi Poster Sunum" kategorisinde ödüle değer görüldü. Halitoğlu, doktora çalışmasını Prof. Dr. Birgül Tantekin Ersolmaz danışmanlığı ve Doç. Dr. Göktuğ Ahunbay eşdanışmanlığında Kimya Mühendisliği Bölümünde sürdürüyor. HUKUKSAL BOYUTLARIYLA ÜNİVERSİTEDE CİNSEL TACİZ VE MOBBİNG İTÜ Bilim, Mühendislik ve Teknolojide Kadın Araştırmaları ve Uygulama Merkezi ev sahipliğinde ‘Hukuksal Boyutlarıyla Üniversitede Cinsel Taciz ve Mobbing’ konulu bir seminer düzenlendi. Seminer, İTÜ’de uzun yıllar görev yapan Hacettepe Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Dr. Kadriye Bakırcı tarafından verildi. Türkiye’de ‘İş Yerinde Cinsel Taciz’ konusunda çalışmalara öncülük eden Bakırcı’nın bu alanda yazılmış kitapları da ilk olma özelliği taşıyor. İTÜ BMT-KAUM Müdürü Prof. Dr. Fatma Arslan’ın tanıtım konuşmasıyla başlayan seminerde Kadriye Bakırcı, İşyerinde cinsel taciz ve mobbingin iş yaşamının tarihçesi kadar eski olgular olmasına rağmen, dünyada işyerinde cinsel tacizin 1970’lerden, mobbingin ise 1980’lerden bu yana konuşulmaya başlandığını, Türkiye’de ise bu konulardan daha yakın tarihlerde söz edilmeye başlandığını ifade etti. Bakırcı, “Rızaya dayalı olmayan, kişiyi rahatsız edecek davranışlar cinsel tacizin konusunu oluşturur, burada ki kritik nokta rızadır, rızaya dayalı davranışlar taciz oluşturmazlar. Yapılan bazı çalışmalar kadınların ve erkeklerin taciz algısının farklı olduğunu ortaya koyuyor. Kadınların mini etek giymesi erkekler açısından taciz olarak algılanırken kadınlar kendilerine yönelik rahatsız edici davranışları taciz olarak tanımlamaktadır.” diye ekledi. Üniversitede cinsel taciz ve mobbinge, maruz kalanın kişilik haklarının, eğitim hakkının, çalışma hak ve özgürlüğünün ve eşit muamele görme hakkının ihlalini oluşturduğunu söyleyen Bakırcı, olayın özelliğine göre yetkinin kötüye kullanımını oluşturabileceğini, cinsel taciz ve mobbingin, maruz kalanın psikolojik ve fiziki sağlığı, toplumsal ilişkileri, işteki verimliliği, mesleki yükselmesi, ekonomik yaşamı üzerinde olumsuz etkileri olabileceğini belirtti. Hukuksal açıdan üniversitede cinsel taciz ve mobbingin Türk Ceza Kanunu açısından suç oluşturduğu gibi, Yükseköğretim Kurumları Öğrenci Disiplin Yönetmeliği ve Yükseköğretim Kurumları Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği uyarınca öğ- renci ve personel açısından disiplin suçu da oluşturduğunu belirten Bakırcı, bu tür davranışların ayrıca kişilik haklarının ihlali bağlamında tazminat taleplerine de yol açabileceğini ifade etti. Geniş katılımlı seminer, İstanbul Kültür Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Sıddıka Semahat Demir, Sabancı Üniversitesi Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Sondan Durukanoğlu Feyiz, dekanlar, BMT-KAUM danışma kurulu üyeleri, daire başkanları, öğretim üyeleri, idari personel, İTÜ güvenlik birimi çalışanları ve farklı okullardan lise öğrencilerinin de katılımıyla Maden Fakültesi İhsan Ketin Konferans Salonunda gerçekleştirildi. Prof. Dr. Kadriye BAKIRCI Lisans, yüksek lisans ve doktorasını İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde tamamlamış olan Prof. Dr. Kadriye Bakırcı, şu anda Hacettepe Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde İş ve Sosyal Güvenlik Hukuku Anabilim Dalı Başkanı, Özel Hukuk Bölüm Başkanı, Hacettepe Üniversitesi İş Sağlığı ve Güvenliği Meslek Hastalıkları Uygulama ve Araştırma Merkezi, Kadın Araştırmaları ve Uygulama Merkezi Yönetim Kurulu üyesi, Engelliler Araştırma ve Uygulama Merkezi Danışma Kurulu üyesidir. Londra Üniversitesi, Cambridge Üniversitesi ve Stockholm Üniversitesi’nde öğrenci ve misafir öğretim üyesi olarak bulunmuştur. Yayımlandığında oldukça ses getirmiş ve yasal değişikliklere kaynaklık etmiş çok sayıda kitabı, ulusal ve uluslararası makale ve bildirileri mevcuttur. 1988-2012 yılları arasında İTÜ İşletme Fakültesi Hukuk Anabilim Dalı’nda öğretim üyesi olarak görev yapmıştır. İTÜ BMT-KAUM kurucu üyesi ve danışma kurulu üyesidir. itü vakf dergisi 137 , åTÜ DEN HABERLER İTÜ GÜZEL SANATLAR BÖLÜMÜ 30 YAŞINDA İTÜ Güzel Sanatlar Bölümünün (GSB) 30. kuruluş yıldönümü, Taşkışla Yerleşkesinde gerçekleştirilen bir dizi etkinlikle kutlandı. 1984-1985 Akademik Yılında eğitim ve öğretime başlayan İTÜ GSB’nin yeni yaşı, İTÜ yönetimi, Güzel Sanatlar Bölümü yönetimi bölüm akademisyenleri, idari personeli ile çok sayıda öğrenciyi bir araya getirdi. Tarihi Taşkışla Binasında gerçekleştirilen kutlama programı, İTÜ TMDK Öğretim Görevlisi Bahar Büyükgönenç’in keman dinletisi ile başladı. Programın açılış konuşmasını GSB’nin 1999 - 2006 Dönemi Başkanı Prof. Dr. Ayla Ödekan yaptı. Ödekan, konuşmasında İTÜ’de sanatın tarihsel sürecine, GSB’deki çalışmalara ışık tuttu. Oğuz Atay Bilim ve Sanat Merkezi kuruluyor Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca İTÜ’de rektörlerin her dönem sanata çok önem verdiğini, bazı dönemlerde ise radikal dönüşümler yaşandığını söyledi. Karaca, “Bu dönüşümlerden ilki 1996 yılında değerli hocamız Prof. Dr. Gülsün Sağlamer döneminde İnsan ve Toplum Bilimleri (İTB) derslerinin zorunlu kılınması ile yaşandı. İkinci dönüşüm ise 2009 yılında da benim de Rektör Yardımcısı olarak görev yaptığım dönemde Sanat (SNT) kodlu dersin zorunlu kılınması ile gerçekleşti. Öğrencilerimiz zaten yetenekli ama bizler bu radikal değişimlerle estetik ve sanat kaygısı taşıyan mezunlar vermeyi hedefledik” diye konuştu. Karaca, ilerleyen günlerde İTÜ bünyesin de “Oğuz Atay Bilim ve Sanat Merkezi”nin açılacağı haberini de konuklarla paylaştı. “Hedefimiz, Uluslararası Sanat Tasarım Ağı kurmak” GSB Başkanı Doç. Dr. Yüksel Demir, “Geçtiğimiz yıl sanatın nabzının üniversitede atması için periyodik ve nitelikli ekinlikler yapmayı hedeflemiştik. Bu kapsamda Bilim Kültür ve Sanat Komisyonunun önderliğinde bu yıl ilk kez İTÜ SANAT etkinliklerini düzenledik. Önümüzdeki dönemlerde de İTÜ SANAT’ı periyodik olarak tekrarlamayı düşünüyoruz” dedi. Kısa vadede lisans öğrencileri için disiplinler arası bilim ve sanat programı başlat- mayı düşündüklerini, 2007 yılından bu yana çalışmalarını sürdürdüklerini söyleyen Demir, uzun vadedeki hedeflerini ise “Ulusal/Uluslararası Sanat Tasarım Ağı (USTA) kurmak istiyoruz. Bu ağ öğretim üyesi ve öğrenci değişim programlarını içeren bir sistemi içeriyor” sözleriyle anlattı. 30. yıl kutlama etkinlikleri kapsamında öğrencilerin ve akademisyenlerin çalışmalarından oluşan karma sergi de açıldı. Öğrencilerin sanat heyecanını ve yeteneklerini teşvik etmeyi amaçlayan sergi, 31 Mayıs’a kadar açık kalarak ziyaretçilerden oldukça ilgi gördü. JUSTIN TIMBERLAKE KONSER GELİRİ İLE “SOMA BURSU” DENİZCİLİK FAKÜLTESİ’NDEN ULUSLARARASI BAŞARI Tüm ülkemizi olduğu gibi İTÜ ailesini de derinden üzen Soma’daki maden faciasında yitirdiğimiz madencilerimizin yüreklerimizi yakan acısı hiç silinmeyecek. İTÜ olarak, bu acıyı unutmadan gerek akademik gerekse maddi ve manevi destek adına üzerimize düşeni yapma konusundaki sorumluluğumuzu hep hissediyoruz. Bu amaçla, 26 Mayıs Pazartesi günü gerçekleştirilen Justin Timberlake konserinden İTÜ Vakfı aracılığıyla sağlanan gelirin, zorunlu masraflar karşılandıktan sonra kalan önemli bir bölümünün, “Soma Bursu” adıyla yeni bir fon oluşturulması için kullanılması kararı alınmıştır. Bu burstan, babasını Soma’da ya da ülkemizin bir başka yerindeki maden kazasında yitiren ve İTÜ’yü kazanarak üniversitemizin öğrencisi olacak gençlerimiz yararlanacaktır. Ayrıca bu acıyı yaşamış öğrencilerimize yurt tahsisi konusunda özel kontenjan ayrılması kararı da alınmıştır. Soma’daki acının yaralarının sarılması adına İTÜ Ailesi olarak üzerimize düşeni yapmaya devam edeceğimizin bilinmesini istiyor, yitirdiğimiz madencilerimizi bir kez daha rahmetle anıyoruz. Sailing Training International tarafından düzenlenen ve Karadeniz’de Varna limanından hareketle Novorossiysk limanına yelkenle gidilmesini kapsayan 440 millik “SCF Black Sea Tall Ships Regatta 2014” yarışında, ülkemizi İTÜ Denizcilik Fakültesi öğrencileri temsil etti. 29 Nisan 2014 tarihinde, ”STS BODRUM” yelkenli eğitim gemisi ile fakülteden hareket eden öğrencilerimiz, 30 Nisan’da Varna Limanına ulaştı. Organizasyon kapsamında düzenlenen birçok etkinliğe katılan takımımız, Crew Parade tören kıtası geçişlerinde ise Birincilik Ödülünün sahibi oldu. 3 Mayıs 2014’te Varna’dan yarışa başlayan takımımız, 7 Mayıs’ta Novorossiysk Limanına kendi kategorisinde 2. olarak giriş yaptı ve kupasını burada aldı. Takımımız ayrıca, 12 Mayıs’ta Novorossiysk Limanından Sochi’ye düzenlenen dostluk seyrinde de yer aldı. Sochi’de düzenlenen etkinliğe Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin de katılarak, dereceye giren öğrencileri kutladı ve başarı dileklerini iletti. 138 itü vakf dergisi İTÜ RGS’DE TARİHE YOLCULUK İTÜ’nün, sayısı 5 bini bulan nadir eserlerinden özel bir seçki, iki hafta boyunca İTÜ RSG’de sergilendi. İTÜ’nün ilk Başhocaları Hüseyin Rıfkı Tamani ile İshak Efendi'nin ve ünlü Türk bilgini Ali Kuşçu’nun el yazması eserleri sergide yer aldı. İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi (İTÜ RSG), yılın 5. sergisinde ziyaretçileri yüzyıllar öncesinin nadide eserlerine götürdü. Zamana meydan okuyan kitap sayfalarının, dergilerin ve çizimlerin yer aldığı “İTÜ Nadir Eserler Koleksiyonu Sergisi”nde, yüzyıllar öncesine ait eserler sergilendi. İTÜ Mustafa İnan Kütüphanesi’nde bulunan Nadir Eserler Koleksiyonu’ndan seçkiler Haziran ayında İTÜ RSG’de ziyarete açıldı. İTÜ’nün 5 bin parçadan oluşan nadir eserler koleksiyonundan uzman bir heyet tarafından seçilen 68’i kitap olmak üzere yaklaşık 100 eser, meraklılarıyla buluştu. Özel bir iklimlendirme ile saklanan eserlerin zarar görmemesi için sergi süresi iki hafta ile sınırlandırıldı. Sekiz Farklı Dilden Eserler Osmanlıca, Arapça, Farsça, İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca ve Latince olmak üzere sekiz ayrı dilde yazılan eserlerin yer aldığı sergideki parçalar belirlenirken, eser içeriklerinin yanı sıra ciltleme metotları, yan kağıtları gibi kriterler de gözönüne alındı. Ceylan derisine yazılmış Ruzname, ünlü Türk bilginlerinden Ali Kuşçu’ya ait el yazması eserler, 1909 -1928 arasında İTÜ öğrencileri ile hocaları tarafından çıkarılan ve o zamanın fikri ve kültürel zenginliğini yansıtması bakımından önem taşıyan el yazması Şaka Dergisi gibi birbirinden önemli nadir eser tarih meraklılarıyla buluştu. İTÜ’nün Başhocaları Mühendishâne'nin iki Başhocası, Hüseyin Rıfkı Tamânî ve İshak Efendi'ye ait eserler de sergileniyor. Kendisine Başhocalık ünvanı verilen ilk insan olan Hüseyin Rıfkı Tamânî, 26 Temmuz 1806 tarihinde getirildiği bu görevi 1817 yılında vefatına kadar sürdürdü. Osmanlı’nın en önemli matematikçilerinden biri olan Tamani’nin sergide yer alan eserleri şöyle: “El-Ferîdetü'l-Münîre fî 'İlmü'lKüre (El yazması), İmtihânü'lMühendisîn (1802), Usûl-i Hendese (1806), Mecmuatü'lMühendisîn (1830 ve 1844), Usûl-i İnşa-ı Tarîk (1871).” 1830 yılı sonunda Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn Başhocalığına getirilen, 1834 yılına kadar bu görevi sürdüren ve modern bilimlerin öncü isimlerinden biri kabul edilen İshak Efendi’ye ait eserler de sergilendi. Özellikle mühendislik literatürünün oluşmasındaki katkısı, o güne kadar eğitimi yapılmayan bazı bilim dallarında ilk defa ders kitabı hazırlaması ve yeni bilimsel terimlerin türetilmesindeki öncülüğü nedeniyle eserleri ayrıca önemli olan İshak Efendi’ye ait “Mecmua-i Ulum-i Riyaziye (El yazması ve matbu 4 Cilt, 1831-1834), Aksü'l-Merâyâ fi Ahzi'z-Zevâyâ (1835), Kavâid-i Ressâmiye (El yazması) ve Usûl-i İstihkâmât” da sergide yer aldı. İTÜ’nün Köklü Tarihinden Miras Osmanlı döneminde Mühendishâne-i Berri-i Hümayun adıyla askerî bir okul olarak kurulan, daha sonra Hendese-i Mülkiye Mektebi adını alan İTÜ, 1909 yılında sivil yönetime dönüştürülerek Mühendis Mekteb-i Alîsi, 1928’de ise Yüksek Mühendis Mektebi adını aldı. Gerek İTÜ’nün köklü tarihi gerekse ülkemizin ilk, dünyanın ise en eski mühendislik üniversitelerinden biri olması nedeniyle sahip olduğu konum, çok sayıda kıymetli eseri barındırmasını sağladı. Sadece Osmanlı kaynaklı eserler değil, Avrupa kaynaklı çok sayıda eser koleksiyonda yer alıyor. İTÜ’nün tarihi 241 yıl öncesine uzanıyor ancak nadir eserler varlığının tarihi 668 yıl önceye kadar dayanıyor. Mühendishane öğrencilerinin eğitiminde kullanılması amacıyla dönemin padişahları III. Selim, Sultan II. Mahmut ve Sultan Abdulmecit tarafından yurt dışından getirilen çok sayıda eser de koleksiyonda yer alıyor. Nadir eser varlığıyla Türkiye’nin en zengin 2. üniversite kütüphanesine sahip olan Mustafa İnan Kütüphanesi’nde, şu kategoride nadir eserler yer alıyor: - Tahrir Defterleri (El yazması ve mühendislik ağırlıklı) - Teknik Eserler (Mühendislik ve mimarlık konularını içerir ) - İnşaat ve Fenni Bilimler Matbu Eserleri (Mühendishane hocaları tarafından yazılmış fen ağırlıklı teknik ve bilimsel çalışmalar) - Mimari çizim ve şekilleri içeren eserler (Genellikle Osmanlıca ve Fransızca teknik çizimler) - Evrak ve haritalar (siyasi, kültürel, ekonomik vb.) - Kütüphanelerde bulunan fen ya da sosyal bilimlere ait kitaplar (Felsefe, tıp, tarih, coğrafya, astronomi vb.) itü vakf dergisi 139 , åTÜ DEN HABERLER İTÜ’DEN YAYILAN KOCAMAN GÜLÜMSEME Üniversiteyle okul arasındaki duvarın yıkılması, down sendromlu öğrencilere yeni bir dünyanın kapısını açtı. İTÜ’nün Maslak’taki ana yerleşkesinde, Türkiye’nin ilk üniversite down kafesi açılıdı. “Engelsiz İTÜ” projesinin en önemli parçalarından biri olarak hayata geçirilen çalışma ile örnek bir adım atıldı. İTÜ merkez yerleşkesinde Fanfan adıyla açılan ve mutfağında da servisinde de down sendromlu öğrencilerin çalıştığı kafenin açılışına İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ’lü akademisyenler ve öğrenciler, down sendromlu öğrenciler, aileleri ve öğretmenleri ile konuklar katıldı. Törende, down kafe projesinin birlikte yürütüldüğü Sarıyer Şehit Üsteğmen Ali Büyükdicle Özel Eğitim İş Uygulama Okulu öğrencilerinin temsili karne töreni de yapıldı. Down sendromlu öğrencilerin hazırladığı “gülen yüz keki” de konuklara ikram edildi. Eğitimde İyi Örnek Ödülü Sarıyer Şehit Üsteğmen Ali Büyükdicle Özel Eğitim İş Uygulama Okulu tarafından yürütülen “Ben de Çalışabilirim” projesi ile öğrenciler becerilerine uygun alanlarda profesyonel çalışma hayatının parçası oluyor. İTÜ’nün okul ile işbirliği de bu proje üzerinden gelişti. Proje, 2014 yılında Eğitimde İyi Örnekler Konferansı kapsamında, “Özel Eğitim” kategorisinde ödüle değer bulundu. Bir Kapıyla Başlayan Değişim Sarıyer Şehit Üsteğmen Ali Büyükdicle Özel Eğitim İş Uygulama Okulu, İTÜ’nün Ayazağa Yerleşkesi ile bitişik konumda bulunuyor. Aradaki duvar ile ayrılan ve 10 yıldır hiçbir iletişimin kurulmadığı okul, 1,5 yıl önce kardeş okul ilan edildi. İTÜ Rektörlüğünün kararıyla da önce duvar yıkılarak okul ile kampüsün bağlantısını sağlayan bir kapı açıldı. Kapının açılmasıyla birlikte, okul için de adeta yeni bir dönem başladı. İTÜ’nün spor tesislerinden ücretsiz olarak yararlanma hakkı verilen öğrenciler, yürüme mesafesindeki bu tesisleri kullanmaya başladı. Devamında ise spor turnuvalarına katılım ve farklı branşlarda kazanılan madalyalar geldi. İTÜ öğrenci kulüplerinin neredeyse her gün ziyaret ettiği ve down sendromlu öğrencilerle etkinlikler gerçekleştirdiği bir bağ kuruldu. Duyarlılık sadece üniversite öğrencileriyle sınırlı kalmadı. Üniversite yerleşkesi içinde yer alan İTÜ Geliştirme Vakfı Okullarından öğrenciler de okulu ziyaret etmeye ve gönüllü etkinlikler gerçekleştirmeye başladı. ‘Özellikle gülen yüz keki istiyorlar’ Fanfan Kafe açılırken, İTÜ Rektörlüğü tarafından down sendromlu öğrencilerin istihdam edilmesi önkoşul olarak getirildi. Birçok yatırımcı bu önkoşulu riskli görüp çekilirken, Ayça Pars özellikle bu nedenle işletmeci olmayı tercih etti. “Ben de bir anneyim” diyen Fanfan Kafe’nin sahibi Ayça Hanım, bunu bir yatırımdan öte vatandaş olarak taşıdığı sosyal sorumluluk bilincinin somut sonucu olarak gördüğünü söyledi. Pars, “İTÜ gibi bir markanın bünyesinde, İTÜ öğrencileriyle bir arada olmak fikri zaten çok güzeldi. İTÜ her an üreten ve yaşayan bir yer, öğrencilerle birlikte olmayı çok seviyorum. Buranın bir down kafe olarak hizmet vermesinin istenmesi ise bu işe duyduğum heyecanı, isteği kat kat artırdı. ‘Önce kantinde eğitim aldılar’ Sarıyer Şehit Üsteğmen Ali Büyükdicle Özel Eğitim İş Uygulama Okulu Müdürü Can Dağaşan ise engelli gruplarının 4’e ayrıldığına ve istihdam oranın en düşük olduğu grubun zihinsel engelliler olduğuna dikkat çekti. “Ben de Çalışabilirim” projesini bu yüzden çok önemsediklerini, İTÜ’nün duyarlılığıyla birlikte hayata geçirdikleri down cafenin ise örnek olmasını dilediğini söyledi. İTÜ’NÜN GENÇ TASARIMCILARINDAN 2015 MODASI İTÜ Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi Moda Tasarımı Programı ve New York Fashion Institute of Technology (FIT) ortak programının 7. yıl mezunlarının hazırladığı tasarımlardan oluşan İTÜ Fashion Show 2014 gerçekleştirildi. İTÜ’lü genç modacılarının tasarımlarının yarıştığı görkemli organizasyonun jürisi, moda ve tekstil sektöründen otorite isimlerini bir araya getirdi. Banu Noyan’ın koreografisi ve Deniz Akkaya'nın sunumuyla Divan Otel’de gerçekleştirilen İTÜ Fashion Show 2014’te, 25 manken podyuma çıktı. Genç tasarımcıların, “Bağlılığın Doğası” temasıyla hazırladıkları 2015 İlkbahar – Yaz koleksiyonu, profesyonellerden ve davetlilerden tam not aldı. Yarışmanın birinciliğini Merve San, ikinciliğini Naz Sağır ve üçüncülüğünü Ceylin Türkkan kazandı. 140 itü vakf dergisi Gecenin açılışında konuşan İTÜ Genel Sekreteri Doç. Dr. Tayfun Kındap, moda tasarımcılarının çok önemli bir iş yaptığını, kişilerin hayatını güzelleştirmeye katkı sunduklarına işaret etti. Kişinin severek aldığı bir kıyafeti giydiğindeki mutluluğu tasarımcıların hediye ettiğini belirten Kındap, İTÜ’nün yetiştirdiği öğrencilerin başarısıyla gurur duyduklarının altını çizdi. FIT’ın moda tasarımı eğitimi alanında dünyanın en önemli kurumu olduğuna işaret ederek, İTÜ-FIT işbirliği sayesinde uluslararası çalışmalar yapabilecek donanımda mezunlar yetiştirdiklerini vurguladı. İTÜ-FIT Moda Tasarımı Programı İTÜ-FIT Moda Tasarımı Programı, İstanbul Teknik Üniversitesi ile New York Devlet Üniversitesi bünyesinde bulunan Fashion Institu- te of Technology (FIT) arasında 2004 yılında yapılan akademik işbirliği ile hayata geçirildi. Dünyanın en iyi moda okullarından biri olarak gösterilen FIT, ortak çift diploma programını sadece İTÜ ile yürütüyor. FIT’ın uzmanlığını köklü akademik varlığıyla birleştiren İTÜ, adından söz ettiren başarılı tasarımcılar yetiştiriyor. Program mezunları, uluslararası çalışmalarıyla dikkat çekiyor. ERASMUS’TA EN BÜYÜK DESTEK İTÜ’YE Ulusal Ajans, 2014-2015 Akademik Yılı Erasmus değişim programı hibe dağılımını açıkladı. İTÜ, en yüksek hibeyi almaya hak kazanan üniversite oldu. Toplam 1 milyon 100 bin 750 Euro destek alan İTÜ’nün birinci sıraya yerleşmesinde, istikrarla ve başarıyla yürütülen Erasmus programı uygulamasının payı büyük. İTÜ, Erasmus değişim programını uygulamaya başlayan ilk üniversitelerden biri. 11 yıldır başarıyla ve doğru planlamalarla yürütülen program, İTÜ öğrencilerine Avrupa’nın en seçkin üniversitelerinin kapısını açıyor. Ulusal Ajans tarafından ilan edilen hibe oranlarında, bu yıl en büyük bütçe İTÜ’ye ayrıldı. Bu başarının ardında ise hibe miktarının belirlenmesinde dikkate alınan ölçütler açısından İTÜ’nün yakaladığı başarı yatıyor. Üniversitelerin planlamalarıyla hedeflerinin tutarlılığı hibe miktarlarının dağıtımında önemli rol oynayan etmenler arasında yer alıyor. İTÜ’de 2003-2004 Akademik Yılında pilot uygulamanın başladığı Erasmus programında, ilk yıldan bugüne hedef-gerçekleşme oranındaki başarı oldukça yüksek. Programın uygulanmasındaki önemli başarılardan bir diğeri ise derslerin karşılıklı sayılması. Birçok üniversitenin birkaç yıldır yerleştirmeye çalıştığı İTÜ’nün ise 2005-2006 Akademik Yılından bu yana uyguladığı sistemle, öğrencinin Erasmus programı boyunca aldığı tüm dersler dönem dersleri arasında sayılıyor. Bu sayede öğrenciler normal eğitim süresinde kayıp yaşamaksızın yükseköğretimlerinin bir dönemini Avrupa’da geçiriyor. İTÜ’nün gelen-giden öğrenci hareketliliğindeki rakamların dengesi de dik- kat çekiyor. Av r u p a ’ y a gönderilen öğrenci sayısının yüksekliği, İTÜ’ye gelen yabancı öğrenci sayısı için de geçerli. İTÜ’den 2012-2013 Akademik Yılında 468 öğrenci Erasmus programıyla Avrupa’ya gitti, 340 öğrenci ise İTÜ’ye geldi. 20132014 Akademik Yılı değişim programı halen devam ediyor. İTÜ’nün Norveç ve İzlanda hariç tüm Avrupa ile Erasmus değişim anlaşması bulunuyor. Yürütülen anlaşma sayısı ise 900’ün üzerinde. ULUSLARARASI KONFERANSTA 3 ARAŞTIRMA GÖREVLİMİZE ÖDÜL Kyoto Institute of Technology’de gerçekleştirilen “CAADRIA 2014 - 19th International Conference of the Association for Computer-Aided Architectural Design Research in Asia” konferansında, 3 araştırma görevlimiz ödül aldı. Fen Bilimleri Enstitüsü, Mimari Tasarımda Bilişim Doktora Programı Öğrencisi Araş. Gör. Sibel Yase- min Özgan “Playing by the Rules” başlıklı bildirisi ile “Young Caadria Award”, Araş. Gör. Sema Alaçam ve Zeynep Bacınoğlu ise “A Context Based Approach to Digital Architectural Modelling Education” başlıklı bildirisi ile “En İyi Bildiri Sunumu” ödülüne değer görüldü. Can’Ca Türkiye’de, Endüstrinin Geliçiminde åz Brakanlar kitab geliri ile “CAN’CA BAŞARI BURSU” İTÜ mezunu Uçak Mühendisi Can EREL’in, dergimizin önceki sayısında tanıttığımız ve kısa sürede ikinci baskısı yapılan “Can’Ca Türkiye’de, Endüstrinin Gelişiminde İz Bırakanlar” kitabının getirisi ile Uçak Mühendisliği alanında öğrenim gören öğrencilere burs desteği sağlanacak. İTÜ Rektörlüğü ve İTÜ Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi (UUBF) Dekanlığı arasında düzenlenen “Can’Ca Başarı Bursu Protokolü” 241.Yıl İTÜ Günü ‘nde İTÜ Uçak-Uzay Bilimleri Fakültesi’nde gerçekleştirilen mezunlar buluşmasında imzalandı. “Can’Ca Türkiye’de, Endüstrinin Gelişiminde İz Bırakanlar” kitabı getirisi ile oluşturulacak maddi kaynakla, 2014-2015 eğitim-öğretim yılında İTÜ UUBF Uçak Mühendisliği Bölümünü kazananlar arasında belirlenecek ve lisans öğrenim hayatı boyunca: -Her dersten tam notun % 70 seviyesinde geçer not alacak, -Sömestr başarı ortalaması en az % 75 olacak, -Bir sonraki akademik yıla ders bırakmayacak, -Uyumlu ve örnek öğrenci kişiliği olacak, -Uçak mühendisliği ile ilgili en az bir öğrenci kulübünde üye olarak çalışmalara katılım sağlayacak, bir kız öğrenci her akademik yılda aylık “Burs” ve yılda bir defa “Kitap-Kırtasiye Desteği” adı ile madde destek alacak. Seçilecek kız öğrenci, ayrıca maddi desteğin çok ötesinde “Öğrenci-Mesleki Gelişim Rehberlik-Tavsiye Desteği” de alacak. İTÜ Burs Ofisi ve İTÜ UUBF Burs Komisyo- nu tarafından hazırlanacak “Akademik Yıl Başarı ve Disiplin Raporu”na göre mesleki etkinliklere katılım ve stajlar konusunda rehberlik, bu etkinliklere katılımın uygun şartlarda yapılması konusunda tavsiyelerde bulunulmasını kapsayan destek, bizzat mesleki bilgi, deneyim ve iletişim-ilişki ağı ile Uçak Mühendisi Can EREL tarafından verilecek. …Ve “Can’Ca Başarı Bursu” etkisi ve benzer başarı kriterleri ile oluşturulan “Ayça&Nahsan ŞİMŞEK Başarı Bursu” da cinsiyet şartı olmaksızın ve “Öğrenci-Mesleki Gelişim Rehberlik&Tavsiye Desteği” hariç maddi destek içeriğine sahip olarak 2014-2015 eğitim-öğretim yılında İTÜ UUBF Uçak Mühendisliğini kazanan bir öğrenciye yönelik olarak başlatılacak. Kitap için detaylı bilgi: http://canerel. com.tr/v2/index.php/kitap: Ada Kitap, Toplu satış: Hensuma info@hensuma.com.tr Yazara ulaşmak için can.erel@canerel.com. itü vakf dergisi 141 , åTÜ DEN HABERLER Kuruluçunun 10. ylnda İTÜ MADEN FAKÜLTESİ SAVAŞ ÇEKİRGE KLASİK GİTAR EĞİTİM VE ARAŞTIRMA BİRİMİ Prof. Dr. Nevin Çekirge Gitar Merkezi Müdürü Savaş Çekirge Klasik Gitar Eğitim ve Araştırma Birimi (Gitar Merkezi), İTÜ Maden Fakültesi bünyesinde 5 Ekim 2004’de kuruldu. Gitar Merkezi’nin kuruluş amacı, Gitar Müziğinin ve Klasik Gitarın Ülkemizde tanınması, yaygınlaşması ve geliştirilmesi olarak belirlenmişti. 10 yıllık sürede bu amaç doğrultusunda Gitar Merkezimizde çeşitli çalışmalar yapılmış, etkinlikler düzenlenmiştir. Üniversitemizde klasik gitarla ilgili ilk çalışmalar 1992 yılında Kültür ve Sanat Birliği’nde ve İTÜ Vakfı’nda Savaş Çekirge tarafından başlatılmış ve O’nun aramızdan ayrıldığı 1998 yılına kadar devam etmiştir. Savaş Çekirge İTÜ İnşaat Fakültesi mezunuydu. Müziğin Savaş Çekirge’nin yaşamında önemli bir yeri olmuş ve bunun sonucu olarak Türkiye’de klasik gitarın yayılması, gitar repertuarının geliştirilmesi ve gençlerin klasik gitar konusunda eğitilmesi için büyük çaba göstermiştir. Savaş Çekirge mühendislik yaşamı ile müzik yaşamının birlikte, başarı ile sürdürülebileceği konusunda iyi bir örnek olmuştur. Gitar Merkezimizde öncelikle “Gitar Eğitimi” verilmektedir. Geçen 10 yıllık sürede, çeşitli yaş gruplarında 500’e yaklaşan öğrencimiz gitarla tanışmış veya mevcut gitar bilgilerini geliştirme olanağı bulmuşlardır. Bu öğrencilerimizden bazıları Uluslar arası Gitar Günleri’nde performanslarını sergileyebilecek düzeye erişmişlerdir. Gerçekleştirilen “Ulusal ve Uluslararası Gitar Etkinlikleri” kapsamında, “Gitar Konserleri ve Atölye Çalışmaları (Workshop)” düzenlenmiştir. Öğrencilerimiz görmüş oldukları gitar öğrenimlerinin sonuçlarını “Yılsonu Konserleri” ile sergileme ola- 142 itü vakf dergisi nağı bulmuşlardır. Merkezimizin periyodik yayını ve Türkiye’deki basılı tek klasik gitar dergisi olan, “İTÜ Gitar Dergisi” ile tüm gitar severlere ulaşılmaya çalışılmıştır. Gitar Merkezimizin diğer önemli etkinliği ise başlatmış olduğumuz “Sosyal Sorumluluk Projeleri” dir. Bu bağlamda civar köylerde yaşayan yetenekli lise ve ortaokul öğrencilerinin gitar kurslarımızdan ve etkinliklerimizden ücretsiz yararlanmaları sağlanmaktadır. Gitar Merkezimizin organize ettiği Ulusal ve Uluslar arası tüm etkinlikler ile İTÜ Gitar Dergimizin ücretsiz olması ise sosyal sorumluluk anlayışımızın diğer uygulamalarıdır. Ünlü Gitarist Tilman Hoppstock’tan 10. Yıl Konseri ve Master Class Çalışması Gitar Merkezimizin 10. kuruluş yılını, Ekim 2014 de başlayacak olan çeşitli etkinliklerle kutlayacağız. Bu bağlamda “İTÜ Gitar Festivali”ni düzenliyoruz. Yurtdışı ve yurtiçinden ünlü gitaristlerin katılımıyla gerçekleşecek olan festivalde, gitar müziğinin çeşitli performanslarına yer verilecektir. Ünlü Alman Gitarist ve Eğitimci Tilman Hoppstock’un vereceği açılış konser ile Festivalimiz başlayacak. Hoppstock, gitaristler için master class çalışmasını da gerçekleştirecek. Gitarist Erkan Oğur, Gitar Merkezimizin açılış konserinde olduğu gibi bir kez daha Savaş ağabeysi için çalacak. Reina Flamenco Grubu, flamenco müziği eşliğinde dans gösterisi sergileyecek. Erdem Sökmen- Hasan Meten İkilisi caz, folklorik gitar ve modern müzik parçalarını sunacaklar. Genç gitaristleri temsilen Alp Ozan Bursalıoğlu ve İTÜ Savaş Çekirge Gitaristleri’nin performanslarını gitarseverler izleyecekler. İTÜ Gitar Festivali ve Gitar Merkezimiz ile ilgili ayrıntılı bilgilere web sayfamızda ayrıca yer verilmektedir (www.klasikgitar.itu.edu.tr). Bilim ve Sanatın bütünleştiği ortamlarda gençlerin yetiştirilmesini, öğrencilerimiz ve Üniversitemiz için önemli bir gereksinim olarak görmekteyiz. İTÜ Maden Fakültesi Savaş Çekirge Klasik Gitar Eğitim ve Araştırma Birimi’nin kuruluşu, bu gereksinimi karşılama ve başka sanatsal oluşumlara örnek olabilme açısından, şüphesiz önemli bir adım olmuştur. HALK OYUNLARI BÖLÜMÜ RUSYA’DA SAHNE ALDI Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı (TMDK) Türk Halk Oyunları Bölümü, Rusya Federasyonu Dağıstan Cumhuriyeti’nin başkenti Mahaçkale’de düzenlenen 6. Gortsı Festivali’ne katıldı. TMDK Türk Halk Oyunları Bölüm Başkanı Prof. Nihal Ötken yönetimindeki 24 kişilik topluluk, sergiledikleri dans gösterileri ile büyük beğeni topladı. Festivalde; Fransa, Slovakya, Azerbaycan, Kazakistan gibi farklı coğrafyalardan 17 ülkenin ekipleri, halk dansları gösterileri sunmanın yanı sıra, ülkelerinin geleneksel kıyafetlerini giyerek kültürel öğelerin tanıtımını da yaptı. Etkinliklerde ülkemizi ve üniversitemizi başarı ile temsil eden İTÜ TMDK Halk Oyunları Bölümü, Dağıstan Cumhurbaşkanlığı, Dağıstan Kültür Bakanlığı ve Mahaçkale Belediye Başkanlığı tarafından teşekkürle uğurlandı. SEKTÖR HABERLERå YAPI FUARLARI - TURKEYBUILD Türk yapı sektörü Ekim ve Kasım aylarında iki dev fuarla bir araya geliyor! Bölgelerinin en büyük fuarları olan 27. Yapı Fuarı – Turkeybuild Ankara 23 - 26 Ekim tarihlerinde Congresium - ATO Kongre ve Sergi Sarayı’nda, hemen ardından düzenlenecek olan 20. Yapı Fuarı – Turkeybuild İzmir ise 6 - 9 Kasım tarihleri arasında İzmir Uluslararası Fuar Alanı’nda sektör profesyonellerini bir araya getirecek. YEM Fuarcılık tarafından Türk yapı sektörünün en köklü ve en görkemli organizasyonlarından olan Yapı Fuarı – Turkeybuild Ankara Ekim ayında 27. kez, Yapı Fuarı Turkeybuild İzmir ise Kasım ayında 20. kez ziyaretçileri ile buluşacak. Yapı sektörü profesyonellerine sağladığı faydayı düzenli olarak arttırdığını, yıldan yıla gerçekleştirdiği büyüme ile ispat etmiş olan Yapı Fuarları – Turkeybuild, gerek katılımcılarına gerekse ziyaretçilerine sunduğu fırsatlar ile dikkat çekiyor. Türkiye ekonomisinin yükselen değeri yapı sektöründe, yılın en önemli iki buluşması olan bu fuarların uluslararası boyutuna da dikkat çeken YEM Fuarcılık Genel Müdürü Burcu Başer şunları söyledi: “Yapı sektöründe yılın ilk buluşması olan 37. Yapı Fuarı – Turkeybuild İstanbul, 12 salon ve açık alanda, 25 ülkeden 1.150 katılımcı firmanın katılımıyla gerçekleşti. 17.600 ürün, 3.540 markanın sergilendiği fuarı 106.537 kişi ziyaret etti. Dünyadaki beş büyük yapı fuarından biri olan Yapı Fuarı – Turkeybuild İstanbul’un fuar alanını 2015’te büyütüyoruz, alanımız 19.000 m2 daha büyüyerek 100.000 m2’ye ulaşacak. Ardından, Ekim ayında Ankara’da, Kasım ayında ise İzmir’de düzenleyeceğimiz iki dev buluşma ile sektörümüz için heyecan dolu bir dönem bizi bekliyor. 37 yıllık tecrübeyle, başarı çıtasını her geçen yıl artırmayı başaran fuarlarımızın bu yıl da yaratacağı yeni iş ve işbirliği olanakları ile öncelikle düzenlendikleri bölgenin ekonomisine, sonrasında ülke ekonomisine büyük katkı sağlayacağına inanıyoruz. Tüm sektör profesyonellerini bu önemli buluşmalarda yerlerini almaya ve sektörün heyecanına ortak olmaya davet ediyoruz.” Katılımcılara eşsiz iş fırsatları sunan Yapı Fuarları – Turkeybuild, ziyaretçiler için de farklı seçenekleri bir arada bulabilecekleri özel bir platform oluşturuyor. Sektöre henüz girmemiş yatırımcılar da yapı dünyasındaki yenilik ve teknolojilerin sektör kullanıcılarına sağladığı tüm imkânları sergileyen fuarı yakından takip ediyor.Yapı Fuarları – Turkeybuild, ulusal veya global firmaların yanı sıra, mesleki platformları, STK’ları, resmi veya yerel yönetim temsilcilerini, akademisyenleri hatta öğrencileri bir araya getirerek, sektöre değer katanların yanında yerini alıyor. itü vakf dergisi 143 åTÜ VAKFI›NDAN HABERLER Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi’ne “Gümüç Ar Ödülü” İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, İTÜ’ye yaptığı burs katkıları nedeniyle aldığı Gümüş Arı ödülüyle Vakfımızı gururlandırdı. Üniversitemizin 241. kuruluş yılı nedeniyle gerçekleştirilen Geleneksel İTÜ Günü etkinlikleri kapsamında düzenlenen ve İstanbul Teknik Üniversitesi’ne en fazla bağışta bulunan kişi ve kuruluşlara verilen “Gümüş Arı Ödülü”nü, İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi dördüncü defa Vakfımıza getirdi. İTÜ Senatosu, Burs Projesine ve Üniversitemize yaptığı katkıları değerlendirerek, İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi’ni 2014 yılında da “Gümüş Arı Ödülü”ne layık gördü. Ödülü, 2014 İTÜ Günü töreninde Komite’yi temsilen kurucu üyelerden Kamuran Aköz aldı. 1984 yılında, üniversitemizi desteklemek üzere kurulan İTÜ Vakfı, kuruluş yılından itibaren hizmete açtığı işletmelerden sağladığı gelirlerini İTÜ öğrencilerine burs, yurt imkanı ve üniversiteye katkı olarak sunuyor. Burs ve yurt olanaklarının dışında, Vakfımız bütçesinden ve şartlı bağışlardan har yıl İTÜ’ye önemli miktarda doğrudan katkı sağlanıyor. Aynı amaçlarla ve Briç Dönem Sonu Kupa Töreni Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi’nin yıllardır her Salı-Perşembe İTÜ Maçka Sosyal Tesislerinde sürdürdüğü ve giderek bir kulüp kimliğine bürünen Briç ders ve turnuvaları etkinliği, 2013-2014 dönemini kupa-madalya töreni ile bir dönemi daha geride bıraktı. Haziran ayında yapılan dönem sonu turnuvasında briç tutkunlarının kupa ve madalya sevincini yaşadığı Yıllık Klasman Sıralaması şu şekilde oldu: Salı Günü Sıralaması: 1. Ülkü Kalyon 2. Betül Eskişar 3. Yasemin Suner Yıllık Ortalama 60,31 60,102 59,64 Perşembe Günü Sıralaması 1. Zeynep Başaran 2. Gönül Karabeyoğlu 3. Nuran Tokyay Yıllık Ortalama 59,769 58,952 58,952 144 itü vakf dergisi Vakfımıza güç katmak üzere 1989 yılında gönüllü üyelerin bir araya gelerek kurduğu Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi de, yıllardır aynı heyecan ve özverili çabalarla çok sayıda etkinlik gerçekleştirerek sağladığı gelirler ve bağışlarla öğrencilere burs veriyor. Komitenin düzenlediği bu etkinlikler arasında dünyaca ünlü solist ve grupların katıldığı klasik müzik konserleri, yurtiçi ve yurtdışı geziler, briç ders ve turnuvaları, yoga, resim kursları, söyleşi ve konferanslar yer alıyor. Günümüze kadar binlerce İTÜ öğrencisinin yararlandığı bu karşılıksız eğitim bursları ile Üniversitemize önemli bir katkı sağlanıyor. Bu katkılar nedeniyle İTÜ Vakfı 2004 yılında Altın Arı, Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi ise, 2003 yılında Gümüş Plaket, 2010 yılında Gümüş Arı, 2011 yılında Altın Arı, 2013 ve 2014 yıllarında Gümüş Arı Ödülü’ne layık görüldü. Komite’nin Yıl Sonu Toplantısı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, 2013-2014 çalışma dönemini Şadiye Karadoğan başkanlığında geleneksel yıl sonu yemekli toplantısı ile tamamladı. Ha- Rektör Mehmet Karaca, komite üyesi Kamuran Aköz’e gümüş arı ödülünü verirken. ziran ayında yapılan toplantıda çalışma döneminde gerçekleştirilen etkinlikler değerlendirildi, Ekim 2014’te başlayacak yeni dönem etkinlikleri için yol haritası çizildi. Kamuran Aköz’ün, Komite adına aldığı “Gümüş Arı Ödülü”nü sunduğu toplantıda, üyeler, bu gururu bir kez daha yaşamanın sevincini paylaştı. Bölüm Birincisi Mezunlara åTÜ Vakf Ödülü İTÜ, farklı disiplinlerden binlerce mezununu daha hayata uğurladı. İTÜ Vakfı, her yıl olduğu gibi, 2013-2014 Akademik Yılı’nda da, İTÜ Fakülteleri ile İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı bölümlerinden, bölüm birinciliği derecesi ile mezun olan tüm öğrencilere ödül olarak birer altın hediye etti. Vakfımızın, geleneksel altın ödülü, 20 Temmuz’da Ülker Sports Arena’da gerçekleştirilen mezuniyet töreni sırasında bölüm birincilerine sunuldu. 2013-2014 Akademik Yl Burs Baçlar Geleceimizin Yap Talar Gençlerimize Katk Geleceğimizin yapı taşları gençlerimizin büyük bir kısmı maddi imkansızlıklar içinde öğrenimlerini sürdürüyorlar. İTÜ Vakfı, kuruluş yılı olan 1984’ten beri gerek bütçesinden ayırdığı burs fonu, gerekse mezunlarımız, mensuplarımız ve İTÜ dostlarının verdiği desteklerle bugüne kadar on binlerce öğrencimiz için umut oldu. İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi ise, gönüllü üyelerinin yıllardır sergilediği örnek dayanışma ile, gerçekleştirmekte olduğu etkinliklerden elde ettiği gelirin tümünü burs fonuna aktarıyor. Bütün bu çabaların sonucu olarak, 2013-2014 akademik yılında da yüzlerce İTÜ öğrencisine karşılıksız burs verilerek eğitim giderlerine katkı sağlandı. Geleceğimizi şekillendirecek gençlerimiz adına yapılan küçük-büyük her katkı öğrencilerimiz için bir dayanak oluyor, üniversitemize ise güç katıyor. Nakdi ve ayni bağışlarla, "Burs" çalışmalarımıza katkıda bulunan, destek veren tüm kişi ve kuruluşlara en içten teşekkürlerimizi sunuyoruz. İTÜ VAKFI BAĞIŞÇILARI A.Ener PELİN Altok KURŞUN ASKAYNAK Ataç SOYSAL Aysel KARAS Cavit ÇITAK Elif KAYA OK Fahriye - Şule GÜNDÜZ Fatma Sema OKTUĞ F. Feriha BAYSAN Gazanfer Sanlıtop Has MİMARLIK Hawlett Parckart Hüseyin İNAN (Mustafa İNAN Bursu) İsmail KARAS İTÜ VAKFI Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi Kesken Keser -Hatice Keser MAS POMPA Mehmet ÇAĞIL - Çağıl Makina Mehmet ÇAPA Metin ÇELİK Naci ENDEM Nafis ÇUBUKÇU Nahit KİTAPÇIOĞLU ODAK Baskılı Devre San. Tic. Ltd. Şti. OKİDA Elk. Tic.Ltd. Önder HIZVER / İzmit Süt Ürünleri Ömer HANECİOĞLU Prof. Dr. Öner ARICI (Nesrin ARICI ÖNER) Recep TORUNOĞLU Remzi KAYAHAN Ruhi KAFESÇİOĞLU SEMA YAZAR Gençlik Vakfı(Mehmet Yazar) Servet – Ata TURŞUCU Suna ALTUĞ Sevket Sevgen YAĞLI Süheyl AKMAN Talat SİVRİOĞLU Tahsin DEMİRCİOĞLU Talha DİNİBÜTÜN Tuğrul E RSAVAŞ- Konsan Kontrol Cihazları Turhan TUNA Türkmenoğlu İnşaat Vasıf ERKUTER Vecihi BAŞAR Yıldız GÖNCÜ Yüksel MENE İTÜ VAKFI SOSYAL VE KÜLTÜREL HİZMETLER KOMİTESİ BAĞIŞÇILARI Ali Haydar & Gülten KAZGAN Belkıs ERYÜKSEL Berrak ÖZCAN Betül EROZAN ve Arkadaşları Betül ESKİŞAR Cansel KOCAMAN ELKON Elevatör Konveyör ve Makine San. Tic. A.Ş. Emel UZCAN Emine AĞAR Emine YAĞCI Ertan DOĞAN Erten ERSU Erzen ONUR Esen ATLI Filiz BİLEN GROUPM Gönül KARAGÖZ Gülçin GÜVENSOY Gülsün GÜRSEL Güven ÖNAL Güzin KARACA İrem VARDAR Kamuran AKÖZ Kamuran EKENLER Kevser ARSAN Leman ŞENGİRGİN Mesut GÜLFİDAN (71 Makine Mezunları) Münevver MELEKOĞLU Naci KOLOĞLU Necla BİLGE Nersin ŞATIROĞLU Nevin OSMANOĞLU Nezihe ÖZELGİN Nuran AKAY Nuran ÖZBİL Ömer İZGİN Reyyan AKSEL Sacide BİLGÜN Salim BİLGÜN Sevgi KARAKADIOĞLU Sevim ÜLGEN Suna ATAK Süha ÇİLMİ Şerife ÖZKAYNAK Tülin GEDİKTAŞ Ülkü KALYON 61 İnşaat Mezunları Eşleri Yetkinler Orman Ürünleri Kitap Telifi Bağışçıları Ali ALKUMRU Alinur BÜYÜKAKSOY Ayşe PEKER DOBİE Gökhan UZGÖREN Hüseyin İNAN (Mustafa İNAN adına) Mithat İDEMEN Ayni Katkılar Ahmet PURA (Colgate Palmolive A.Ş.) Azize YILDIRIM (Banat Fırça ve Plastik San. A.Ş.) Esnan Diş Kliniği Evyap Hacı Bekir Lokum ve Şekerli Mamüller A.Ş. Kadir GÜMÜŞ Nurtekin EROL (Cafer Erol Şekercisi) Simpaş Holding Ziylan Ayakkabı itü vakf dergisi 145 YAYINLAR THEORY AND PRACTICE OF SHIP HANDLING Kinzo Inoue –Professor Emeritus, Kobe University 328 Sayfa, 18x 26 cm İTÜ Vakfı Yayınları, 2014 İngilizce Orijinal Gemi Kullanma Teorisi ve Pratiği Gemi kullanma işiyle uğraşan herkesin rüzgar, dalgalar veya akıntılar gibi çevre koşullarına dair zorluklarla baş edip optimum gemi kullanımı performansı gösterebilmek için yüzerlik/batmazlık (buoyancy), stabilite, manevra kabiliyeti, denize elverişlilik ve gemiyi kumanda etmenin statik ve dinamik özellikleri ile ilgili temel bilimsel bilgiler konusunda uzmanlaşmış olması gerekmektedir. Başka bir deyişle, gemi kullanma işiyle uğraşan bir kişiden beklenen, ampirik deneyim ve başarılardan elde ettiği uzmanlığı bilimsel bilgiyle destekleyerek akla uygun biçimde uygulamasıdır. Söz konusu kitap, bu anlamda hem doğrudan gemi kullanma işiyle uğraşan kişiler için, hem de aynı zamanda temel bilimsel bilgileri mümkün olduğunca teorik bir biçimde ele almak suretiyle, gemi kullanma alanını sıfırdan başlayarak öğrenmek isteyenler için hazırlanmıştır. Bunların yanı sıra elinizdeki kitap, olguları açıklayan çok sayıda girift denklem içerse de, bunlara boğulmadan sadece belirli bir geminin hareketlerini çalışmak isteyenlere de hitap edebilecek şekilde tasarlanmıştır. TEKNİK İNGİLİZCE Pamela Edis 180 Sayfa, 16.6x23.5 cm İTÜ Vakfı Yayınları, 2014 – 5. Baskı Bu kitap, İTÜ mühendislik ve mimarlık öğrencilerinin İngilizce öğrenimlerinde kullanılmak üzere hazırlanmıştır. İki bölümden oluşan kitabın birinci bölümünde sadeleştirilmiş metinler kullanılarak öğrencilerin bilimsel ve teknik kelime hazinelerini zenginleştirmeleri ve bilimsel yazılardaki cümle yapılarını öğrenmeleri düşünülmüş; ikinci bölümde ise ders kitaplarından ve bilimsel dergilerden öğrencilerin ilgisini çekeceği düşüncesiyle alınan orijinal metinler bulunmaktadır. Kullanılan kelimeler ve cümle yapıları bakımından oldukça basit görünen ilk bölümlerden sonra daha zor metinlere 146 itü vakf dergisi geçilerek karmaşık cümle yapılarına yer verilmiştir. Kelimelerin seçiminde dengeli davranılmış, özellikle bilimsel yayınlarda yaygın şekilde kullanılan kelimelerin metinlerde yer almasına çalışılmıştır. İngilizce kelimelerin Türkçe karşılıkları sadece metindeki anlamları esas alınarak verilmiştir. Öğrencilerin bilinen bir kökten türetilmiş kelimeleri tanıyabilmeleri için kelime yapısı konusunda kitaba bazı kısımlar ilave edilmiştir. Alıştırmalar, bir yandan öğrencilere alışılmış cümle yapılarını kolaylıkla tanıma yeteneği kazandıracak, diğer yandan öğrencileri benzer cümleleri kurmaları için teşvik edecek şekilde düzenlenmiştir. YAYINLAR İTÜ VAKFI YAYINLARI SATIŞ YERLERİ: İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi), Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi), YEM Kitapevi, Pandora, EDGE Akademi (Ankara) Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: info@ituvakif.org.tr İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz Editör: Prof. Dr. MehmetKaraca 2. Baskı Matematik I Teoremler, İspatlar, Problemler Y. Doç. Dr. Mehmet Ali Karaca 2. Baskı Matematik I Çözümlü Problemleri Y.Doç.Dr. Ayşe Peker Dobie 6. Baskı Yazıları ve Rölöveleriyle Sedat Çetintaş Prof. Dr. Ayla Ödekan Kompleks Değişkenli Fonksiyonlar Teorisi Prof. Dr. Mithat İdemen 2. Baskı Lineer Cebir Çözümlü Problemleri Y. Doç. Dr Mehmet Ali Karaca 2. Baskı Ord. Prof. Ata Nutku Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi Y. Müh. Aydın Esen Genel Jeoloji Prof. Dr. İhsan Ketin 8. Baskı 5. Essentials of Research Paper Writing Dilek Vidana Tavaşoğlu Suzan Arıman Süeda Albayrak - 2. Baskı Elektromagnetik Alan Teorisinin Temelleri Prof. Dr. Mithat İdemen 3. Baskı Mimarlıkta Değerlendirme Prof. Dr. Mete Tapan Diferansiyel Denklemler Prof. Dr. Faruk Güngör 4. Baskı Muallim İsmail Hakkı Bey ve Musiki Tekâmül Dersleri Prof. Nermin Kaygusuz Planlamada Sayısal Yöntemler Prof. Dr. Vedia Dökmeci Hikmet Barutçugil The Marble Face of Ebru/ 100th Solo Exhibition 251 Sayfa, 30x30 cm İTÜ Vakfı Yayınları itü vakf dergisi 147 İTÜ VAKFI YAYINLARI İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013 İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013 150 TL Theory and Practice of Ship Handling Kinzo Inoue 50 TL Yazıları ve Rölöveleriyle Sedat Çetintaş - 2004 Editör: Ayla Ödekan 150 TL Mimarlıkta Estetik Değerlendirme Mete Tapan 10 TL Ord. Prof. Ata Nutku-Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi - 1.baskı, 2013 Aydın Esen 50 TL Teknik İngilizce Pamela Edis 15 TL Essentials Of Research Paper Writing - 2.baskı, 2013 Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman 17 TL Ebrunun Mermer Yüzü Hikmet Barutçugil Writing Research Papers 2.baskı, 2006 Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman 15 TL Flotasyon Suna Atak Matematik I Çözümlü Problemleri - 6. Baskı, 2013 Ayşe Peker Dobie 22 TL Plaser Yataklar Atilla Aykol, Ali H. Gültekin Genel Jeoloji - 2008, 8. Baskı İhsan Ketin 25 TL Gemi Formunun Hidrodinamik Dizaynı Kemal Kafalı 10 TL Matematik 1 Teoremler, İspatlar, Problemler - 2008 Mehmet Ali Karaca 25 TL Analiz Ratıp Berker 10 TL Dalga Kırınımında Analitik Yöntemler Cilt:I-II - 2011 Alinur Büyükaksoy,Gökhan Uzgören, Ali Alkumru 25 TL Nükleer Çağın İlk 40 Yılı Nezihi Özden 10 TL Kompleks Değişkenli Fonksiyonlar Teorisi - 2008 Mithat İdemen 15 TL Üniversitelerimiz Nereden Nereye Getirildi Kemal Kafalı 10 TL Diferansiyel Denklemler - 2010 Faruk Güngör 25 TL İTÜ’den 50 Yıllık Anılar Kemal Kafalı 10 TL Elektromanyetik Alan Teorisinin Temelleri - 2006 Mithat İdemen 11 TL İstanbul Boğazı Güneyi ve Haliç›in Geçe Kuvaterner Dip Tortulları Engin Meriç 10 TL Mimarlıkta Değerlendirme - 2004 Mete Tapan 10 TL Yüksek Matematik Cevdet Koçak 10 TL Planlamada Sayısal Yöntemler - 2005 Vedia Dökmeci 10 TL Genel Fizik Deneyleri Mustafa Çetin 8 TL Lineer Cebir Çözümlü Problemleri - 2009 Mehmet Ali Karaca 15 TL İTÜ Tarihçesi Kazım Çeçen 10 TL Uçuşun Yüzüncü Yılında Modern Aerodinamiğin Temelleri - 2006 Ülgen Gülçat 17 TL Sözlü Yazılı ve Bilimsel Anlatım Teknikleri Ö.Bayramıçlılar, N.Ak 8 TL 18 TL Fizik 1 Hüseyin Güven v.d. 8 TL 15 TL Müzikoloji ve Kaynakları -2006 Yrd. Doç. Dr. Recep USLU 10 TL Muallim İsmail Hakkı Bey ve Musiki Tekamül Dersleri -2006 Nermin Kaygusuz 10 TL Elektromanyetik Alan Teorisi Çözümlü Problemleri Cilt:I-II - 2009 Gökhan Uzgören, Alinur Büyükaksoy, Ali Alkumru Yaşamın Evrimi Fikrinin Darwin Döneminin Sonuna Kadarki Kısa Tarihi - 2004 A.M. Celal Şengör Cisimlerin Mukavemeti 2014 (9. Baskı çok yakında kitabelerinde) Mustafa İnan 148 itü vakf dergisi 150 TL 10 TL 8 TL SPOR Sportif Becerilerin Öäretim Yöntemleri Metin Tükenmez İyi bir sporcu olmak öğreticiliğinize yardım eder ancak iyi bir sporcu olmakla, iyi bir öğretmen olmak arasında büyük bir fark vardır. Örneğin, futbol oynamak başka, futbolu başkalarına öğretmek ise bambaşka yetenekler ister… B ir spor eğitimcisinin en başta yapması gereken özeleştiridir. Yaptığı işi önemseyen disiplinli bir öğretici misiniz? Sporcuların öğrenmeye yakın oldukları anı yakalamakta usta mısınız? 15 dakikadan fazla dayanma gücü olmayan, bu sürenin sonunda duygusal dalgalanmalar yaşayan insanlar iyi bir eğitimci olabilirler mi? Eğer söylediklerinizin yarısı anlaşılmıyorsa, hindi gibi homurdanan bir yapıya sahipseniz öğreticilik gibi çocukların, gençlerin yaşamına yön veren, onların yaşam mücadelesinde doğru yolu bulmasına yardım eden eğitimcilik gibi önemli bir işe kalkışmamanız gerekmektedir. Eğer bir eğiticinin yeterli öğretme yeteneği yok ise, sporcularının öğrenimi eksik kalacaktır. Genç sporcular sporsal becerileri öğrenmek için çok heveslidirler, bunun için öğretmenlerinin gözünün içine bakarlar. Bu bağlamda spor eğitimcisinin görevi, karşısındaki hevesli sporcu adaylarının yeteneklerinin ortaya çıkmasına yardımcı olmak, onların genetik şifreleriyle getirdikleri yeteneklerinin farkına varmalarını sağlamaktır. Bu anlamda olabildiği kadar en iyi öğretmen olabilmek için elinizden geleni yapabilmelisiniz. İyi bir sporcu olmak öğreticiliğinize yardım eder ancak iyi bir sporcu olmakla, iyi bir öğretmen olmak arasında büyük bir fark vardır. Örneğin, fut- bol oynamak başka, futbolu başkalarına öğretmek ise bambaşka yetenekler ister. Deneyimler göstermiştir ki geçmişte başarılı olan bazı sporcular, yıllar önce öğrendiği temel bilgileri öğretmekte oldukça zorlanmışlardır. Şunu yadsımamak gerekir; hangi sporla ilgili olursa olsun bir becerinin başkalarına öğretilmesi ya da başkasında var olan becerilerin ortaya çıkartılıp geliştirilmesi başlı başına bir yetenektir. Sporsal becerilerin öğretimini dört ana başlık altında toplayıp, inceleyebiliriz. Konuyu açıklamak, uygulayarak göstermek, ekip olarak uygulamaya geçmek ve yanlışları moral destek vererek düzeltmek. Konuyu Açıklamak Öğretilecek beceriye ilişkin açıklamalar yapılırken gerek hareketler gerekse sözler şevk ve heyecan verici olmalı. Dikkatlerin dağılmasına ya da başka yöne odaklanılmasına izin verilmemeli ve kullanılan dilin kırıcı, argo olmamasına özen gösterilmelidir. Açık, anlaşılır, bazı terminolojik terimleri, genç sporcuların anlayacağı düzeye indirerek konuşulmalı. Kısa anlatımlar kullanılmalı. Açıklamalar üç dakikayı aşmayacak şekilde yapılmalı. Spor eğitimcisi çalışmayı başlatırken her zamanki yerini alır; sporcuların toplanması, bir araya gelmesi için sesle ya da hareketlerle uyarıda bulunur. Konuşurken yüzü sporculara dönük olur. Sporcularla göz iletişimi kurularak örneğin “evet başlama zamanı geldi, dikkatinizi verir misiniz lütfen” gibi bir anlatımla çalışmaya başlanılmalı. Ciddi, nazik bir anlatımla normal yaşamdaki konuşmanın biraz üzerinde bir ses tonu ile sporculara seslenilmeli. Sporcuların dikkatlerini çekmenin etkin bir yolu, onların bir hareketini övmek, gerektiğinde kutlamaktır. Sporcular arasında henüz dikkatini toplamayanlar varsa direkt olarak onlara bakıp, isim sorarak dikkatlerini toplamaya çalışılmalı. Bu da yeterli olmazsa onlar çalışmayı olumsuz etkilemeyecekleri bir yere oturtulmalı. Çalışmanın olanak verdiği bir anda ya da sonunda onlarla konuşulabilir. Bu durumda eğitimci özdenetimine dikkat etmeli. Çalışmaya başlarken yapılacak anlatımda şöyle denilebilir: “Bugünkü basketbol antrenmanında çift elle göğüs pası çalışacağız.” Beceri Uygulayarak Gösterilmeli Bir hareket onu en iyi yapan kişi tarafından gösterilmelidir. Eğer özel bir çalışmayı uygulayabilecek durumda değilseniz, ya kendinizi geliştirmeye çalışın ya da o hareketi en iyi uygulayacak birini bulun. Bir diğer seçenek ise uygulamaları film ya da video ile göstermektir. Şöyle bir anlatımla sporcuların dikkati çalışma üzerine yoğunlaştırılabilir: “Bu çalış- itü vakf dergisi 149 mayı biliyorsanız şimdi tam olarak en iyisini yapmaya çalışalım. Lütfen her biriniz dikkatinizi buraya verin.” Sporsal beceri öğretilirken ön açıklama asla yadsınmamalı. Böylece sporculardan ne beklediğinizi daha iyi bileceklerdir. Örneğin şöyle söyleyebilirsiniz: “Önce size bu hareketin nasıl olduğunu göstereceğim, birkaç kez yineleyeceğim, her yinelemede değişik konumda(pozisyonda)uygulayarak hareketin nasıl yapıldığını görmenizi sağlayacağım.” Her uygulamadan önce önemli noktalarda hareketin yapılışındaki incelikleri belirtmeyi yadsımayın. Eğer hareket karmaşık (kompleks) görünüyorsa yinelenilmeli, daha yavaş uygulanmalı. Hareket uygulanarak gösterildikten sonra, bu hareketin daha önce öğrenilmiş olanlarla ilişkilerini anlamaları için sporcular uyarılmalı. Hareketleri uygulamadan önce ya da uygulama sırasında sorusu olanların sorularını herkesin duyabileceği şekilde yanıtlamalı, sorular salt uygulanan konuya ilişkin olmalı. Ekip Olarak Uygulama Bir sporsal becerinin çalışılması sırasında yapılacak uygulamalar kolay anlaşılır, öğretmeye yönelik olmalıdır. Genç sporcular bu hareketleri başarmayı, öğrenmeyi kendi iç isteklenmelerinde(motivasyon) ararlar. Eğer bu yoksa görünen nedenleri, fiziksel sakatlıklar, başarısızlık korkusu, zevk almama korkusu olabilir. Yapılan hareketin tehlikesi ya da riski varsa bunu en aza indirmenin, başarısızlık korkusunun bir yana bırakılmasının yolları öğretilmelidir. Takım hareketi çalışmaya başladığında, hareketin tam olarak yapılıp yapılmadığına dikkat edilmeli. Eğer yapılmıyorsa durdurulup gerekli düzeltmeler yapılmalıdır. Sporcuların büyük bir çoğunluğu hareketi yapamıyorsa çalışma durdurulmalı, hareket yeniden gösterilmeli, gerekli çalışmalar yinelendikten sonra devam edilmeli. Gerektiğinde tümüyle birlikte teker teker hareketler eğitimci ile birlikte yapılmalı. Sporsal becerinin öğretilmesi anında her adım için bir anahtar sözcük belirlenebilir. Herkes beceriyi öğreninceye değin bu şekilde çalışma sürdürülmeli. 150 itü vakf dergisi Eğer bir beceri yine de yeterince yapılamıyorsa diretilmemeli, bir diğerine geçilmeli. Daha sonraki çalışmalarda başarılamayan hareketler sporcularla ve yardımcı çalıştırıcılarla tartışılmalı. Bu tartışmalar hareketin neden yapılamadığı konusunda çalıştırıcılara bir fikir verir. Öğretilmeye çalışılan hareketler sporcuların yaşına göre karmaşık olabilir. Ayrıca teknik adamlar da doğru öğretemiyor olabilir. Sporcular hareketi öğrenmekte fazla zorlanıyorlarsa, hareketi parçalara ayırarak öğrenim kolaylaştırılabilir, her parça tüm sporcular tarafından öğrenilinceye değin yinelenebilir. Daha sonra tüm parçalar birbirine eklenerek hareketin öğrenilmesi sağlanır. Buna karşın yanlışların sürüp sürmediğine dikkat edilmeli ya da yeniden ortaya çıkıp çıkmadığı gözlenmeli. Bir ya da daha fazla kusur görüldüğünde çalışma durdurulmalı. Genel yanlışlar düzeltildikten sonra hareketle ilgili, sporcuların başarımgücünü (performans) tek tek süzgeçten geçirmeli. Sporcularla çalışırken biriyle ya da bazılarıyla daha çok ilgilenmek, iyi sonuçlar vermeyecektir. Ayrıca çocuklarla çalışırken iyi durumda olanla uğraşmaktansa bu zamanı başkalarına harcamak daha akıllıca olabilir. Yanlışları Moral Destek Vererek Düzeltmek Bir sporsal becerinin öğretilmesi için salt çalışmak yetmez. Çalışmanın sonuç vermesi için, sporcuların kendi form durumları konusunda bilgi sahibi olmalarını sağlayan moral desteğe gereksinimleri olur. Bunun için sporcuların yapması gereken ile yaptıklarını karşılaştırarak başarımgücünü incelemek ve değerlendirmek gerekir. Yanlış bulunduğunda, neyin neden olduğu araştırılmalı, hangi önerinin yararlı olacağı bulunmalı. Bir sporsal becerinin öğretilmesi için salt çalışmak yetmez. Çalışmanın sonuç vermesi için, sporcuların kendi form durumları konusunda bilgi sahibi olmalarını sağlayan moral desteğe gereksinimleri olur. Bunun için sporcuların yapması gereken ile yaptıklarını karşılaştırarak başarımgücünü incelemek ve değerlendirmek gerekir. Yanlışlığın nedeninden, onun nasıl düzeltileceğinden emin değilseniz öneride bulunmadan önce biraz daha düşünün. Yanlış, etkisiz öneriler, zaman içerisinde size olan güveni sarsar. Sporcuların yanlışlarının düzeltilmesinde öncelikli olana eğitimci karar vermelidir. Çünkü yapılan bir yanlış diğer becerilerin bozulmasına da neden olabilir. Böyle bir durum söz konusu ise, sporcunuza öncelikle gidermesi gereken yanlışı gösterin. Eğer yanlışlar birbiriyle ilişkisiz görünüyorsa, bu durumda gene en iyi sonucu verecek öneriyi sporcuya vermek zorundasınız. Göstereceksiniz ki, bu gelişme onu isteklendirecek (motive edecek) ve diğer sorunlarını da ortadan kaldıracaktır. Öte yandan çalışma anında yapılan iyi hareketler övülerek “olumlu yöntem” kullanılmalı, övgülerde içten olunmalı. Sporculara aşırı bilgi verilmemeli. Yanlışını düzeltecek kadar bilgi verip zamana bırakılmalı. Sporcuya verilen taktiğin anlaşıldığından emin olunmalı. Taktik uygulanamıyorsa dayanç (sabır) içinde yeniden fırsat verilmeli. Sporcu başarı için desteklenmeli, hemen başarı edinilemiyorsa arzusu kırılmamalı. Zamanlaması iyi yapılamayan moral desteği, amacı ortadan kaldıracağı gibi sporcunun çalışmaya yine yanlışlıkla devam etmesine neden olacaktır. Sporcuya uygun seçilmiş ve zamanında verilecek destek başarımgücünü artırmak için ona güç verecek, öğrenme süreci hızlanacaktır. ESKRİM ŞAMPİYONASINDA İTÜ'YE 3 MADALYA Eskrim Takımımız, Konya' da düzenlenen Türkiye Üniversiteler Arası Eskrim Şampiyonasından 3 madalya ile döndü. Flöre Erkek Takımı 2.'lik, Epe Erkek Takımı 3.'lük elde etti. Bireysel müsabakalarda ise Erkek Flöre branşında öğrencimiz Erdinç Özdemir Türkiye 3.'sü oldu. Takımımızı kutluyor, nice başarılar diliyoruz. Hazırlayan : Süleyman Kolata 52. Avrupa takım şampiyonaları 21 Haziran-1 Temmuz tarihleri arasında Hırvatistan'ın Opatija kentinde yapıldı. 3 branşta yarışan TÜRKİYE şu sonuçları aldı. OPEN TEAM: 1- İsrail 2-Monaco 3-İngiltere 12-Türkiye LADİES TEAM: 1-Hollanda 2-İngiltere 3-Fransa 7-Türkiye 214.80 213.29 209.65 168.75 298.45 296.74 294.24 259.54 SENİORS TEAM: 1-İngiltere 132,41 2-İsveç 119.80 3-Polonya 114.75 Türkiye B grubunda 82.54 puanla 8. oldu. Açıklarda 36 takım, kadınlarda 23 takım, senyörlerde 26 takım katıldı. SPINGOLD TURNUVASI 19-28 tarihleri arasında Amerika'ın Las Vegas şehrinde yapılan SPINGOLD turnuvasında mücadele eden TEAM ASSAEL takımı büyük başarı gösterek 4. oldu. Takım aşağıdaki oyunculardan oluştu: Mustafa Cem Tokay, Antonio Sementa, Alexander Smirnov, Josep Piekarek. \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ 52. AVRUPA TAKIM ŞAMPİYONALARI 52. Avrupa Şampiyonası Türkiye-Polonya maçından bir el: El no=19,Dağıtan güney, E/W zonsuz. AV42 Q6543 A7 83 K RD5 AV B ----- 76 ----- D R10872 62 R5 AV102 RD9765 G T983 9 QVT9843 4 KALİTA Batı 3NT Pas KANDEMİR Kuzey 4 Karo Pas NOWOSODZKİ Doğu 4 Kör KOLATA Güney 3 Karo Pas Trefl 4’lü atağını elden alan Doğu, kör as yere geçti ve yerden kör valesini oynayarak elden ruayla ezdi. Tekrar kör oynarken yerden 1 adet pik kaçtı, Kandemir bu eli almadı ve tekrar oynanan diğer körü alınca, Kendisi de son körü oynadı. Bu esnada yerden hangi kağıdı atarsa atsın oyun artık 1 batmaktan kurtulamıyordu. Kandemir 1 el bekleyip, sonra alarak ve son körü de oynayarak yeri squeeze etmişti. Kartlar şöyle idi: Türk takımları toplu halde itü vakf dergisi 151 ----A7 3 K RD ---- B ----- 76 ----- D ----62 R5 AV2 RD97 G 1098 ----QV98 ----- Bu esnada 3 kişi kağıtlarını vermiş durumdadır, yerden ne yerse yesin artık batmaktan kurtulamıyordu. Briçde zor gözüken, defansın yeri squeeze ettiği ellere güzel bir örnek oldu. 52. Avrupa Şampiyonası Türkiye-Polonya maçından bir el daha: El no=29,Dağıtan kuzey, Herkes zonda. 42 V RV1065 RV632 K R10 7632 B ----- ----- D A1098 A Q942 Q104 985 G AQV8 RD54 873 A7 152 itü vakf dergisi 97653 \\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\\ AV42 KALİTA Batı -------pas pas KANDEMİR Kuzey pas 3 karo pas NOWOSODZKİ Doğu pas pas pas KOLATA Güney NT 3NT ---- 3 KARO= 5-5 minör, minimum zon oynayacak el demek. Kör atağını alan doğu, kör döndü. Bu eli alan Kolata karo oynayıp yerden onlu koydu. As ile alan doğu tekrar kör dönerek, bir tane kör sağladı. Bu arada oynanan körlere yerden 2 kere trefl atıldı, eli alan dekleran karo oynayıp vale koydu. Karonun kötü dağılımını gören Kolata pik empası yaptı. Ruası ile alan batı son körü tahsil edip pik dönerek eli oynayana teslim etti. Defans şu ana kadar 4 el almış durumda idi. Kalan eller şöyle idi: ------------5 RV6 K ------------- B ----- 97 ----- D ------------- Q Q10 985 G A8 ------------A7 Piki alan dekla ran, karo ruasını tahsil eder ve trefl as ile ele gelerek son piki oynadığı zaman artık trefl damının yeri önemli değildir, batı karosunu tutmak zorunda olduğu için trefl atmak zorundadır. Oynayan artık önemi kalmayan son karoyu yerden atınca, doğuda son piki tutmak zorunda kaldığı için (daha önce trefl yemişti) AS, RUA trefl çekildi ve 3 NT tam oldu. Bu oyun tarzı briçte Double Squeeze diye adlandırılır.. SAÝLAM BANKACILIK