04.05.2015
Transkript
04.05.2015
1 Bextiyar Elî SÖYLEŞİ Kürdçe’nin Nobel adayı Haftalık haber gazetesi - 2.5 TL Sayı:52 4 - 10 Mayıs 2015 S13 basnews.com Peşmerge’nin dağlı hüznü ve ovanın asimetrisi S08 - 09 Altan kardeşler ve S11 Fuat Masum Washington’a bağımsızlık dosyası Ankara Marşı da Hesen Zirek’ten Şakran, yeni ‘5 Nolu’ mu oluyor? S12 ABD Başkanı Barack Obama’nın resmi davetlisi olarak pazar günü Washington’a giden KBY Başkanı Mesud Barzani’nin gündemindeki en önemli konu bağımsızlık. Barzani’nin Kürdlerin bağımsızlık konusundaki kararlılığını bir kez daha ifade edeceği, bu konuda hiçbir engel tanımayacaklarını vurgulayacağı bildiriliyor. 7 Haziran, Ortadoğu’da Kürdler 1915 ve ‘Kürdler’ S06 MESUT YEĞEN Barzani, Washington ziyareti öncesi topladığı Kürd siyasi parti liderlerine ABD yönetiminin Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda ılımlı bir noktaya geldiği ve çekincelerinden vazgeçtiğini söyledi. ABD Kongresi’nin de Kürdlere doğrudan silah verilmesi kararının bağımsızlık konusunda siyaset değişikliği anlamına geldiği S02 - 03 vurgulanıyor. s07 HAKAN TAHMAZ AB, Kürdistan’ın bağımsızlığına sıcak bakıyor ‘Sanatın doğası muhaliftir’ S16 Avrupa ülkeleri ile diplomatik ilişkilerini arttıran Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY), bu ilişkilerin bağımsızlık talebi konusunda da işlevsel hale gelmesi için Avrupa Birliği (AB) nezdinde sıkı bir mesai harcıyor. KBY Başkanı Barzani’nin talebi üzerine AB yetkilileri KBY Temsilciliğinin Avrupa’da gerçekleştirilen tüm toplantılara her düzeyde katılım göstermesine razı oldu. S04 - 05 s09 HDP ve Türkiyelileşme BİLAL SAMBUR s11 02 BasHaberSÖYLEŞİ 4 - 10 Mayıs 22015 MANŞET MANŞET BasHaber 4 - 10 Mayıs 2015 3 SÖYLEŞİ Barzani, bağımsızlık ısrarı ile Beyaz Saray’da P azar günü ABD Başkanı Barack Obama’nın resmi davetlisi olarak Washington’a giden KBY Başkanı Mesud Barzani’nin gündemindeki en önemli konunun bağımsızlık odluğu, Kürd liderin bağımsızlık konusundaki kararlılığını bir kez daha ifade edeceği, bu konuda ABD dahil hiçbir engel tanımayacaklarını vurgulayacağı bildiriliyor. Barzani, Washington ziyareti öncesi topladığı Kürd siyasi parti liderlerine ABD yönetiminin Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda ılımlı bir noktaya geldiği ve çekincelerinden vazgeçtiğini söyledi. ABD Kongresi’nin de Kürdlere doğrudan silah verilmesi kararının bağımsızlık konusunda siyaset değişikliği anlamına geldiği vurgulanıyor. Washington’un Irak’ın birliği konusundaki siyasetinde ısrar etmekten vazgeçtiği, ancak Irak’ın 3 ayrı bölgeye ayrılması konusunda yumuşak bir geçişten yana olduğu bildiriliyor. Irak’tan ayrılamanın medeni yöntemlerle olması gerektiğini ifade eden Barzani de bu konuda Çekoslovakya modelinin esas alınacağını ifade etmişti. IŞİD savaşında tehlikenin büyük oranda bertaraf edildiği Kürdistan’da aynı hafta içerisinde 3 önemli gelişme yaşanıyor. Devletleşme yolunda önemli lobi faaliyeti olarak değerlendirilen Barzani’nin ABD gezisinin yanı sıra, Avrupa Birliği’nde de önemli bir gelişme yaşandı. Barzani’nin daha önce dile getirdiği talep üzerine AB, bundan sonraki toplantılara Kürdistan temsilcisini resmen çağırmayı kabul etti. Beri yandan içeride de yeni anayasa konusunda ilk aşama geçilmiş oldu. Parlamento’nun kabul ettiği yeni anayasa hazırlık komitesine dair tasarı Barzani tarafından onaylandı. Böylece Kürdistan Bölgesi her kesimin dahil edildiği ve demokrasi çıtasını evrensel seviyeye çıkarmak amacıyla yeni anayasanın yazılması konusunda ilk adımı atmış oldu. Her fırsatta bağımsızlık ısrarını dile getiren Barzani’nin bu ziyaretinde bağımsızlık dosyasıyla Obama’nın karşısına çıkacağı konuşulurken, beraberindeki heyette Peşmerge Bakanı Mustafa Seyid Qadir’ın da bulunması, IŞİD’e karşı mücadeleyle ilgili askeri konuların da görüşme gündeminin temel konularından biri olacağını gösteriyor. ABD bağımsız Kürd devleti çekincesinden vazgeçti Barzani’nin ziyareti ile ilgili açıklama yapan Kürdistan Bölgesi Başkanlık Divanı Başkanı Fuad Hüseyin, KYB Başkanının Washington ziyaretinin esas gündeminin Kürdistanın bağımsızlığı olacağını vurguladı. Hüseyin, “Başkan Barzani net bir şekilde Kürdistan’ın bağımsızlık talebini Obama’nın önünde koyacak” dedi. Hüseyin, IŞİD’in Kürdistan saldırısı ile birçok şeyin değiştiğini bu nedenle bu ziyaretin diğerlerinden daha özel bir içerikte olduğunu söyledi. Barzani Washington gezisi öncesinde Kürd siyasi parti liderlerini toplamış, ardından Süleymaniye’ye giderek YNK Lideri Celal Talabani’yi ziyaret ederek, ABD gezisi hakkında görüşlerini almış ve gündemini iletmişti. Barzani Kürd siyasi partilerin liderleri ile yaptığı toplantıda, ABD’de iktidardaki Demokratların da IŞİD saldırıları sonrasında Kürdistan’ın bağımsızlığı konusundaki çekincelerini yumuşattıklarını ve artık bir Kürt devletinin kurulmasına karşı olmadıklarını ifade etmişti. ABD Kongre’sinin geçtiğimiz hafta Kürdistan Bölgesi’ne Bağdat’ın aracılığı olmadan doğrudan silah yardımı yapma kararı alması da bu konudaki siyasi değişikliğin bir işareti olarak değerlendiriliyor. Barzani’nin ajandasında Musul operasyonu, Bağdat ile ilişkiler ve IŞİD ile savaşın seyri ile silah yardımı ve petrol satışı gibi konular da bulunuyor. Pazar günü Washington’a varması beklenen Barzani’nin, ziyaretinde ABD Başkanı Barack Obama, Başkan Yardımcısı Joe Biden ve Dışişleri Bakan Yardımcısı Tomy Bliken ile görüşme gerçekleştirecek. Üç gün sürecek bu ziyarette KBY Başkanı Mesud Barzani’ye Peşmerge Bakanı’nın yanı sıra dış İlişkiler Sorumlusu Felah Mustafa ve Bölge Başkan Yardımcısı Kosret Resul ve Kürdistan Asayiş Müşaviri Masrur Barzani’nin de eşlik etmesi bekleniyor. Ziyaretle ilgili açıklamalarda bulunan Hükümet sözcüsü Sefin Dizeyi ziyaretin IŞİD’le savaşın sürdüğü böylesi kritik bir süreçte gerçekleşiyor olmasının ziyareti çok daha önemli kıldığını ve ziyarette Irak, Kürdistan ve bölgeyle ilgili gelişmelerin görüşüleceğini vurguladı. KBY Başkanı’nın bir önceki ABD ziyaretini iptal etmesine sebep olan terör listesi hadisesinin ardından Washington tarafından yapılan bu davet sonucu gerçekleşecek bu ziyarette Barzani’nin Irak ordusu ve Heşdi Şabi milis güçlerinin IŞİD’den geri alınan Sünni bölgelerle ilgili de bir öneride bulunacağı gelen bilgiler arasında. ABD ziyareti öncesi Süleymaniye’ye geçip eski Irak Cumhurbaşkanı ve YNK Genel Sekreteri Celal Talabani ile görüşen KBY Başkanı Mesud Barzani, ziyaret sonrası da Talabani’yi ziyaret edip ziyaret hakkında kendisini bilgilendirecek. Barzani’nin ziyareti Bağımsızlık için bir aşamadır Barzani’nin ABD ziyareti hakkında sorularımızı yanıtlayan uluslararası ilişkiler uzmanı Eski Irak Parlamentosunun Kürd Listesi Üyesi Sirwan Abdula, Ortadoğuda’ki rolü ve terörizme karşı verdiği mücadeleden dolayı ABD’nin daha erkenden Kürd halkının bağımsızlık istemine gereken desteği vermesi gerektiğini ama KBY ve Başkanı Mesud Barzani’nin bu konuda taviz vermeden her platformda bunu dillendirdiğini ve eninde sonunda bağımsızlığın ilan edileceğini söyledi. IŞİD ile mücadelede dünyanın güvenlik yükünü sırtlaması ve bağımsız bir devletten daha güçlü bir duruş sergileyerek yonu tarafından sunulan tasarıda Irak Merkezi Yönetimine aktarılacak yüzde 75’lik silah yardımı payının Irak’ta barışın sağlanması için yapılacak faaliyetlerde kullanılması şartı da söz konusu. Buna göre bu tür faaliyetlerde kullanılmaması durumunda bu payın yüzde 60’ının tekrar Peşmerge ve Sünni güçlere aktarılması maddesi de yer alıyor. Tasarının Irak Başbakanı ve hükümetinin karşı çıkmalarına rağmen ABD Kongresi’nden geçmesi ABD’nin Irak’ın Kürd, Şii ve Sünni olmak üzere üç farklı bölge olarak yönetilmesi fikrini güncelinde tuttuğu yönünde yorumlanmasına sebep oldu. Kürd yetkililer daha önce de defalarca yapılan yardımların Bağdat üzerinden Peşmerge’ye aktarılmasının sakıncalarını dile getirmiş ve Bağdat üzerinden yapılan yardımların Peşmergeye ulaşması sürecinde elekten geçirildiğini ve Peşmerge’ye etkili silahların ulaştırılmadığını aktarıyorlardı. dünyanın takdirini kazanması Kürdistan’ın bağımsızlığı için büyük bir birikim elde edildiğini dile getiren Abdula şöyle dedi: “Barzani, ABD ziyaretinde Başkan Barack Obama ve diğer yetkililere Kürdlerin teröre karşı amansız bir mücadele verdiğini, büyük bedeller ödediğini, Kürdlerin bağımsızlık haklarının olduğunu ve bu konuda ABD’nin Kürdlerin bu istemine desteklerini sunmasını isteyecek” dedi. Bu istemin bir halkın en doğal hakkı olduğunu ve ABD’nin bunu saygıyla karşılaması gerektiğini vurgulayan Abdula, Saddam Hüseyin diktatörlüğünün yıkılmasında büyük rolü olan ABD’nin Kürdistan’ın bağımsızlığı konusunda da rol üstlenmesi gerektiğini söyledi. Petrolde günlük 850 varil rekoru IŞİD’in Kürdistan Bölgesi’ne saldırıları ardından durma noktasına gelen petrol üretimi, Bağdat’ın da bölgenin bütçe payını göndermemesinden dolayı büyük bir ekonomik krizin eşiğine gelinmişti. Halkın ve varlık sahibi kişi ve kurumların seferberlik ruhuyla ellerindeki birikimi krizin giderilmesi için KBY’ye aktarmalarıyla üstesinden gelinen kriz, ardından IŞİD’in Kürdistan’ın bir çok bölgesinden çıkartılması ve özellikle petrol kuyularından uzaklaştırılmasıyla beraber petrol üretimi de artmaya başladı. Mart ayı itibariyle günlük 550 bin varil petrol ihraç eden KBY, Haziran itibariyle bu ihracat potansiyelini 625 bin varile çıkarmaya hazırlanıyordu. Gelen bilgiler bu öngörünün ötesinde petrol üretimi potansiyeline ulaşıldığı ve günlük 850 bin varil petrol üretimi seviyesine ulaşıldığı bildirildi. Erbil, Bağdat arasında varılan anlaşma gereğince KBY’nin günlük 550 bin varil petrolü Irak Petrol Ajansı gözetiminde ihraç etmesi gerekiyordu. Üretimin bu kapasitede gerçekleşmemesinden dolayı merkezi yönetim KBY’ne yüzde 17’lik bütçe payını göndermede sorunlar çıkartması üzerine harekete geçen KBY petrol üretimini günlük 850 bin varile çıkartarak rekor kırdı. Bu üretim artırımı sayesinde KBY, hem Bağdat yönetiminin yüzde 17’lik bütçe payını göndermeme gerekçesini ortadan kaldırıyor hem de iç piyasadaki petrol ihtiyacını gidermiş oluyor. Kürdistan Bölgesi 45 milyar varil petrol potansiyeliyle dünyanın petrol potansiyelinin yüzde 8,7’sine sahip Irak petrolünün yüzde 20’sine sahip. Halen Kerkük-Yumurtalık petrol boru hattından günlük 550 bin varil petrolü dünya pazarlarına ihraç ediyor. İhraç edilen bu petrolün 300 bin varili Kerkük’ten 250 bin varili de KBY’nin diğer bölgelerinden sağlanıyor. ‘Bağdat rahatsız’ Barzani’nin ABD ziyareti ve ABD Kongresi’nin Peşmerge’ye doğrudan silah yardımı konusunda Bağdat’ın tavrını sorduğumuz Sirwan Abdulla şunları söyledi: “Hem Barzani’nin Washington’un resmi daveti vesilesiyle yapacağı ABD ziyareti hem de Kongrenin aldığı doğrudan silah yardımı kararı, kuşkusuz Bağdat nezdinde hoş karşılanmayacak gelişmelerdir. Kürdlerin herhangi bir konuda söz sahibi olmaları tabi ki Bağdat’ın hoşuna gitmiyor ve bundan rahatsızlık duyuyor. Ama bazı gelişmeleri önlemede çaresizdir ve karşı çıkmasına rağmen engel olabilecek kudrete sahip değil. Hem Başkan Barzani’nin Washington ziyareti hem de ABD Kongresi’nin aldığı doğrudan silah yardımı kararı Kürdler açısından olumlu gelişmelerdir ve bu gelişmeler Kürdistan’ın bağımsızlığı için aşılması gereken aşamalardır.” Kongre’den doğrudan silah Irak hükümetinin karşı çıkışmasına rağmen ABD Kongresi, Irak’ta IŞİD’e karşı savaş yürüten güçlere yönelik silah yardımını Peşmerge ve Sünni güçlere doğrudan aktarılmasını öngören yasa tasarısını ikiye karşı 60 oyla onayladı. 715 milyon dolarlık yardımın yüzde 25’i Peşmerge ve Sünni güçlere geri kalan yüzde 75’i de Merkezi yönetime aktarılacak. Kongre’nin Askeri Çalışmalar Komis- ABD ziyareti öncesi Talabani ziyareti ABD ziyareti öncesi sürpriz bir şekilde Süleymaniye’ye geçen KBY Başkanı Mesud Barzani, Süleymaniye’de Irak Eski Cumhurbaşkanı ve YNK Genel Sekreteri Celal Talabani’yi ziyaret etti. Sıcak bir havada gerçekleşen Barzani, Talabani görüşmesinde Bölge Başkanı Yardımcısı Kosret Resul, YNK Genel Sekreter Yardımcısı Berhem Salih, Talabani’nin eşi Hêro İbrahim Ehmed ve YNK Merkezi Komitenin bazı üyeleri de hazır bulundu. Barzani’nin Talabani’ye şifa dilekleriyle başladığı konuşmasında, Talabani’nin Kürdistan Bölgesi’nin yaşadığı değişim ve gelişimindeki rolüne vurgu yaparak, “Ben sizi ziyaret etmek, hal hatırınızı sormak ve önümüzdeki günlerde resmi davetli olarak gerçekleşecek ABD ziyaretimle ilgili sizi bilgilendirmek için Süleymaniye’ye geldim” dedi. Konuşmasının devamında savaş cephelerinde IŞİD’in belinin kırılmasından sonra Kürdistan Bölgesi’nin hızla kendini toparlamaya başladığını ve şiddeti teşvik eden düşüncelerin mahkûm edilmesi gerektiğini dile getirdi. Barzani’nin ardından Celal Talabani’de ziyaretten duyduğu memnuniyeti dile getirerek Kürdistan Bölgesi’nin biran önce kendisini toparlayacağını söyledi. Talabani, Barzani’nin ABD ziyaretinin çok önemli olduğuna vurgu yaparak bu ziyaretin yararlı geçmesi temennisinde bulundu. Görüşmenin sonunda KBY Başkanı Mesud Barzani Mam Celal’in bir an önce sağlığına kavuşması temennisini dile getirerek ABD ziyareti sonrası da Süleymaniye’ye gelip kendisini ziyaret edeceğini ve ziyaretle ilgili gelişmeleri aktaracağını söyledi. 03 Anayasa tasarısı onaylandı Bağımsızlık konusunda önemli gelişmelerin yaşandığı Kürdistan’da bir başka önemli açılım ise Anayasa konusunda yaşanıyor. Toplumun tüm kesimlerinin ihtiyacını karşılayacak, tüm vatandaşları hukuk önünde eşitleyecek ve demokrasi çıtasını yükseltmek amacıyla yeni bir anayasanın hazırlanması çalışmaları bir süre önce başlatılmıştı. Anayasa yazımı için gerekli Anayasa Hazırlık Komisyonunun kurulması, yapısı ve çalışma işleyişini belirleyen ve 13 Nisan’da Parlamento tarafından 77 oyla onaylanan yasa tasarısı KBY Başkanı Mesud Barzani tarafından da onaylandı. Kürdistan Bölge Parlamentosu tarafından yapılan yazılı açıklamada 11 maddeyi içeren yasa tasarısının KBY Başkanı Mesud Barzani tarafından onaylandığını duyuruldu. Resmi Gazetede yayınlanmasının ardından 30 gün içerisinde parlamento üyeleri, anayasa ve hukuk uzmanları ve toplumun farklı kesimlerinin temsilcilerinden oluşan Anayasa Hazırlık Komisyonu kurulacak. Hazırlık Komisyonunun oluşturulacağı 30 günlük süreç sonunda komisyon yeni anayasanın yazımına geçecek. Üç aylık bir zaman diliminde yazımı tamamlanması öngörülen yeni anayasanın parlamentonun onayından sonra Kürdistan Parlamentosuna sunulacak. Parlamentonun onayı alındıktan sonra Parlamento Başkanı ve Bölge Başkanı toplanıp 30 günü aşmayacak bir zaman diliminde anayasayı halkoyuna sunmak için tarih belirleyecek ve belirlenen tarihte referandum gerçekleşecek. İngiliz komutan Erbil’de KBY Başkanı Mesud Barzani ABD ziyareti öncesi Erbil’de de diplomasi mesaisini sürdürüyor. KBY Başkanlığı resmi sitesinden yapılan açıklamada Selahadin’deki ofisinde Birleşik Krallık Ortak Kuvvetler Komutası Kumandan General Sir Richard Barrons ve beraberindeki İngiliz heyeti kabul eden Barzani’nin, heyetle Kürdistan’daki savaş cephelerinin yanı sıra Musul operasyonu ve operasyon sonrası olasılıkları görüştüğü bildirildi. İngiltere’nin Erbil Başkonsolosu Engos Miky ve bazı İngiliz ordu danışman ve uzmanlarından oluşan heyet adına konuşan Barrons, IŞİD’e karşı verdikleri üstün mücadeleden dolayı KBY Başkanı Mesud Barzani ve Peşmergeler’den övgüyle bahsederken, Peşmerge güçleri ile uluslararası ittifak arasındaki koordinasyonun başarılı bir şekilde yürüdüğünü ve bu koordinasyonda Peşmergenin göstermiş olduğu uyumun örnek alınması gerektiğini söyledi. Barrons ayrıca İngiltere’nin Kürdistan Bölge ve Peşmergesine desteğinin her şartta devam edeceğini yineledi. Cephelerde Durum Kürdistan Bölgesi’ndeki cephelerde Peşmerge’nin savunma stratejisi karşısında saldırı ve sızma girişimleri gerçekleştiremeyen IŞİD, güç yoğunluğunu Irak ordusu ile Heşdi Şabi milis güçlerinin operasyonlar gerçekleştirdiği Ramadi, Felluce ve Ambar bölgelerine kaydırdığı bildiriliyor. Cephelerle ilgili BasHaber’in sorularını yanıtlayan Peşmerge’nin Zêrevan Birlikleri Musul Bölgesi Komutanlarından Kamran Hawrami Kürdistan’daki cephelerde çatışmaların çok azaldığını, en uzun çatışmaların 40 dakikadan fazla sürmediğini ve IŞİD’in Peşmerge’ye saldırı girişimlerinin Peşmerge güçleri ile ittifak uçakları tarafından bozguna uğratıldığını söyledi. Musul operasyonu hazırlıklarının devam ettiğini aktaran Hawrami, Irak ordusu ile Peşmerge arasındaki koordinasyonu sağlamakla görevli komisyonun operasyonla ilgili görüşmelerinin devam ettiğini, hazırlıklarla ilgili Peşmerge’nin bir kaygısının olmadığını ancak Irak ordusunun hazır olamamasının söz konusu olduğunu belirtti. Hawrami, Ramadi, Felluce ve Ambar’da çatışmaların yoğunlaşarak sürdüğünü, bu merkezlerin düşmesi durumunda IŞİD, Musul’a hapsolacağını bildiği için yoğunluğunu bu bölgelere aktardığını ama gelişmelerin IŞİD’in zayıfladığını ve Musul’un geri alınması ardından yok olma evresinin başlayacağını söyledi. Heşdi Şabi milislerinin Kerkük’te herhangi bir faaliyetlerinin söz konusu olup olmadığı yönündeki sorumuza karşılık ise Hawrami, “Şu an itibariyle Kerkük’te Peşmerge ile Heşdi Şabi arasında herhangi bir sorun yok” dedi. 04 BasHaberSÖYLEŞİ 4 - 10 Mayıs 42015 HABER HABER BasHaber 4 - 10 Mayıs 2015 5 SÖYLEŞİ AB-KBY ilişkileri AB, Kürdistan bağımsızlığına sıcak A İsmail Yıldız vrupa ülkeleri ile diplomatik ilişkilerini arttıran Kürdistan Bölge Yönetimi (KBY) bu ilişkilerin bağımsızlık talebi konusunda da işlevsel hale gelmesi için Avrupa Birliği (AB) nezdinde sıkı bir mesai harcıyor. KBY Başkanı Barzani’nin talebi üzerine AB yetkilileri KBY Temsilciliğinin Avrupa’da gerçekleştirilen tüm toplantılara her düzeyde katılım göstermesine razı oldu. AB ile Irak arasında 2012 yılında imzalanan karşılıklı işbirliği ve dayanışmayı kapsayan bir anlaşma imzalanmıştı. Bu anlaşmada KBY’nin ismi zikredilmemiş ve KBY temsilcisinin katılımı da sağlanmamıştı. KBY, AB Temsilciliği’nin lobi faaliyetleri kapsamında her düzeydeki resmi toplantıya çağrılması konusunda anlaşmaya varıldı. Bu çerçevede AB bölgeye ilişkin toplantı ve diğer çalışmalarına Kürdistan Temsilciliği’ni muhatap olarak kabul edip davet edecek. Bağımsızlık yolunda önemli bir kazanım olarak değerlendirilen bu gelişmeyi BasHaber’e değerlendiren KBY AB Temsilcisi Dilaver Ajgeyi, “Başkan Barzani’nin konuyla alakalı Avrupalı yetkililer nezdinde gerçekleştirdiği görüşmeler neticesinde, KBY Temsilciliğinin Avrupa’da gerçekleştirilecek tüm toplantılara her düzeyde katılım göstermesinin önü açıldı ve KBY Temsilcisinin Avrupa’da gerçekleştirilecek uzman, komisyon ve bakanlar düzeyindeki tüm toplantılara iştirak etmesi kararını verdi” dedi. AB’nin bu kararını “Şüphesiz bu adım dünyada Kürdler adına diplomatik alanda elde edilmiş çok büyük bir başarıdır” şeklinde değerlendiren Ajgeyi, “Bu AB ile yapılmış bir anlaşmadır. Onlar böyle bir çağrı yapmışlardı. Irak ve AB’nin 2012’de imzaladığı anlaşmaya Kürdler dahil olmamıştı. Petrol, doğalgaz ve benzer konularda görüşmeye Irak katılıyordu. Irak’ta Bağdat Hükümeti ve KBY var. Görüşmeler yaptık. Kürd temsilcilerin de yapılan tüm toplantılara katılmalarını istedik.19 Mayıst’ta Brüksel’de Irak ile Belçika arasında gerçekleşecek enerji ve ticaret anlaşmasına KBY Dış İlişkiler Bakanlığı’ndan bir temsilci de katılacak. Yine 27 Mayıs’ta Brüksel’de gerçekleşecek enerji toplantısına KBY temsilcisi de katılacak. Temsilcilerimiz bu tür toplantılara katılacaklar bunu büyük bir kazanım olarak değerlendiriyoruz. Eğer Irak razı olmazsa Irak da gelişemez. Bu anlaşma KBY ile AB arasında yapılan bir antlaşmadır ve bizim bu toplantılara katılma hakkımız artık vardır” diye konuştu. Anlaşmanın KBY ile AB arasındaki resmi önemine de değinen Ajgeyi, “Anlaşmaya göre AB, KBY’yi siyasi bir güç olarak tanımıştır. Bağdat Hükümeti katıldığı bu tür toplantılara Kürdler’in temsiliyetini yapmamaktadır. Bu toplantılarda Kürdler kendilerini temsil edeceklerdir” ifadelerini kullandı. Bu anlaşmanın AP’yi etkileyip etkilemeyeceği ve noktasında ise Ajgeyi, “Avrupa Parlamentosu (AP) ile resmi ilişkilerimiz var zaten. AP, AB’den farklı bir oluşum bunun için de yasaların olması lazım. AB’ye devlet olarak üye olmadan temsilcin olmuyor. Ama AP Dış İlişkiler Konseyi’nin bizimle KBY temsilcileri ile ilişkileri var. AP’de birçok çalışmamız oldu. AP’de KBY’yi destekleyen bir komisyon kurduk bu komisyon 25 kişiden oluşuyor. Bu komisyonun üyeleri 15 ülkenin temsilcilerinden oluşuyor. Komisyonun başkanı ve başkan yardımcısı var bu komisyon AP’de Kürdistan’ın çıkarlarını savunuyor. KBY’deki sıkıntıları bu komisyon üzerinden AP’nin gündemine taşıyoruz. Özellikle Şengal’de yaşananların jenosid olarak tanınması için çalışmalar yapıyoruz. Bu konuda lobi çalışmaları var. Irak temsilcileri ile de görüşmeler var. KBY’nin bir sürü dostu var. Kürdlere daha çok destek verilmesi gerektiğini söylüyorlar. Peşmerge’ye askeri yardımın devam etmesi ve KBY’deki demokrasi kazanımının savunulması gerektiğini ifade ediyorlar. Kürdistan’ı ziyaret ediyorlar. Çok iyi ilişkilerimizin olduğunu söyleyebilirim” yorumunda bulundu. “Bağımsızlığı da etkileyecek” Söz konusu anlaşmanın bağımsızlık sürecine de katkı sunacağını sözlerine ekleyen Ajgeyi, “AP’nin halkların kendi kaderlerini tayin etme hakları var. Onlarla yaptığımız tartışmalarda Kürdlerin bağımsızlık haklarının olduğunu ve bağımsızlık talebinin Kürdlerden gelmesi gerektiğini ifade ediyorlar. Bağımsızlığın gelecek ve istikbal için iyi olacağını ve savaşın olmayacağını düşündüklerinden parlamento olarak bağımsızlığa destek oluyorlar. Bağımsızlığın Kürdlerin kararı olduğunu ifade ediyorlar. Tabi komisyon arasında farklı düşünenler de var. Çünkü kendi devletlerinde, kendi ülkelerinde farklı etnik unsurlar olan ve bağımsızlık isteyen halklar var. Örneğin İspanya öyledir. Kürdistan’a bağımsızlık desteği yapamayacaklarını söylüyorlar. Prensip olarak da hiçbir devlet bir başka devletin parçalanmasından yanayız demezler ve biz bu ülkenin bağımsızlığını destekliyoruz demezler. Böyle dedikleri zaman onlar için problem oluyor. Halk olarak toplum olarak değerlendirecek olursak Avrupa halkı Kürdlerin bağımsızlığını doğal hak olarak değerlendiriyorlar. Kürdler çok zülüm çektiler, hala işkence görüyorlar ve bunun son bulmasını istiyorlar. Çoğu zaman AP’de açıkça bu dillendiriliyor. Kürdlere büyük destek var. Bir devlet açıkça biz Kürdlerin bağımsızlığını destekliyoruz diyemez. Diplomasinin bir kuralıdır bu. Eğer yarın Kürdistan bağımsız olursa o da başka bir devlet için böyle bir şey söylemeyecektir. Kürd halkının vereceği karara saygı duyacaklar. Ama o kararın da savaş ve çatışmayı artırmaması gerektiğini ifade ediyorlar. Bizim istediklerimiz Ortadoğu’da demokrasi ve barışın yerleşmesi için ön adım olacaktır. KBY Başkanı Mesud Barzani, ‘Biz Irak Hükümeti ile oturarak bağımsızlığı tartışacağız.’ Bağımsızlığı savaş ile değil barış ile inşa edeceğiz.’ diyor. Bu çok önemlidir. Kürdlerin buna karar vermesi gerektiğini ifade ediyorlar. AP’de bu sorun çokça tartışılıyor ve büyük sorunlardan biridir. Kürdlerin kendi kaderlerini tayin etmelerini, kendilerini yönetmelerini ve bu zulmün son bulması gerektiğini ifade ediyorlar. Kürdistan coğrafyasını ve tarihini çok iyi biliyorlar” diye konuştu. ABD, AB’yi etkiler KBY Başkanı Barzani’nin bağımsızlık gündemiyle ABD’ye yapacağı ziyaretin AB ülkeleri nezdinde yaratacağı etkiye de cevap veren Ajgeyi, ABD’nin pozitif “Ezdilerin jenosid yaşadığını kabul ettirmeye çalışıyoruz” Geçtiğimiz günlerde AP’nin resmi davetlisi olarak Strasburg’a giden, IŞİD’den kaçarak kurtulan Ezdi bir kadın ile Zumar’da hayatını kaybeden 3 Peşmerge’nin annesi Ayşe Osman’ın ziyareti konusunda da bilgi veren Ajgeyi, “Ezdi genç kız ve şehit ailesinden oluşan heyet burada ve Strasburg’ta yapılacak toplantılar için davet edildiler. Bu toplantı Kürdistan’a daha çok yardımın yapılması için gerçekleştirildi. AB’nin daha çok desteğinin alınması ve Şengal’deki dramın anlatılması için gerçekleşti bu toplantı. Kaç Ezdi kaçırıldı, kaçı infaz edildi, buna dair toplantı oldu. Genç kız yaşadıklarını aktardı. Genç kızın orada konuşması da önemliydi. AB’nin ve parlamentonun Peşmerge’ye daha çok destek sunmasını ve Peşmerge’nin Ezdiler dahil bölgede yaşayan diğer etnik unsurları koruması için yardımların arttırılması gerektiğini dile getirdik. Genç kızın bu yönde talebi oldu. Biz de bu yönde taleplerde bulunduk. AP Başkanı Martin Schulz 3 şehit annesini ve KBY heyetini samimi bir şekilde karşıladı. Bir baba olarak bir kardeş olarak durumu anladığını, Peşmerge’nin demokrasi barış ve insanlık onurunu korumak için İŞİD ile mücadele ettiğini ve İŞİD ile mücadelede sonuna kadar Peşmerge’yi destekleyeceklerini ifade etti. Schul, ‘Peşmerge teröristlerle mücadele ediyor bu mücadelenin devam etmesi için Peşmerge’nin önemli olduğunu düşünüyorum’ ifadelerini kullandı. KBY’nin de daha çok desteklenmesi gerektiğini ifade ettiler. Strasburg’daki toplantıda Peşmerge’ye ve KBY’ye yapılması gereken yardımlar tartışıldı. KBY’nin mültecilere yaptığı yardımlar konuşuldu. Parlamentonun o günkü gündemi Kürdistan’dı” şeklinde konuştu. Ajgeyi ayrıcı, AB’ye Ezdilerin yaşadığı durumun jenosid olarak kabul edilmesi için baskı uygulamaya çalıştıklarını söyledi. 05 Kamp Armen FERHAT KENTEL bir tutum belirlemesinin Avrupa’da işleri daha da kolaylaştıracağını söyledi. Ajgeyi şöyle devam etti; “Ben de basından okuyorum evet böyle bir tartışma var. Eğer Amerika bunu kabul ederse ve desteklerse bu konunun Avrupa’da tartışılması ve gündemleşmesi daha kolay olacaktır. Çünkü Kürdistan, Avrupa’ya daha yakın ve Avrupa’daki halk Kürdistan’ı destekliyor. Avrupa’daki siyasi parti temsilcilerinin de daha çok desteği var. Amerika bu tür konularda biraz ekonomik geleceği düşünerek kararlar alıyor. Avrupa öyle değil. AB demokrasi ve insan haklarına önem veren toplumları daha çok destekliyor ve bu konuda çalışmalar yürütüyor. Avrupa’nın desteğinin daha fazla olacağını düşünüyorum.” AB – Kürd ilişkileri Bilindiği gibi Avrupa Birliği ile Kürdlerin ilişkileri uzunca bir arka plana sahip. Kürd partilerinin yanı sıra KBY’nin AB ve AP nezdinde yürüttüğü lobi faaliyetleri her dönem canlılığını korumuştu. IŞİD saldırıları ve Bağdat ile düşülen ihtilaflar gündeme geldiğinden beri ise ilişkilerin sürmesi konusundaki çaba, deyim yerindeyse saf değiştirdi. Bu güne kadar Kürd tarafının ısrarlı davranıp yoğun mesai harcadığı ancak AB ve AP’nin iç dengelerini ön plana alarak duruma yaklaştığı biliniyor. Ancak IŞİD tüm dünyayı tehdit etmeye başladıktan sonra ve AB kamuoyu buna karşı en ciddi direnişi gösteren tek gücün Kürdler olduğunu idrak ettiğinden beri mesai ve ısrar bu kez AB ülkelerinden gelmeye başladı. Başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın neredeyse tüm ülkeleri hem Peşmerge’ye silah desteği sağlamak konusunda yeri geldiğinde yasalarını bile göz ardı etmeye, hem de diplomatik bağlamda KBY’ye özel bir ilgi göstermeye başladı. Bu tabloya gaz ve petrol meselelerinin de eklenmesiyle AB’nin bazı ülkeleri bir süredir fiilen Kürdistan’a bağımsız devlet muamelesi yapmaya başladığı biliniyor. Birçok AB ülkesi Erbil’de konsolosluk açarken, her ülkeden de başbakan, devlet başkanı, bakan ve daha alt düzeyde heyetlerin ardı ardına ziyaretleri gündeme geldi. Irak’ın toprak bütünlüğü konusunun daha önceki diplomatik ilişkilenmelerde gündemden düşürülmediği KBY-AB ilişkilerinde artık Kürdistan’ın her açıdan kendi kararını verme hakkına sahip olduğuna dair söylemler ön plana çıkıyor. Bir çok AB ülkesi, Bağdat-Erbil ve kısmen Erbi-Washington arasında krize neden olan Kürd petrolünü de satın almaya başlayarak önümüzdeki yıllarda Kürdistan’a dair politikalarda alacakları rotanın işaretini vermiş oldular. Öte yandan AP’deki birçok toplantı ve çalıştaya da KBY yetkilileri davet edilerek hem AB’nin bölgeye dair planlamasından haberdar edilip görüşleri alınmaya başlandı hem de bazı kararların alınması öncesinde KBY’nin hassasiyet ve çıkarları dikkate alındı. Daha önce AP’ye davet edilen KBY Başkanı Mesud Barzani, Kürdistan Güvenlik Ajansı Müsteşarı Mesrur Barzani ve Diyarbakır Milletvekili Leyla Zana ile de diplomatik ilişkiler konusunda Kürdistan’ın önemli bir partner olduğu, olacağının konuşulduğu biliniyor. Barzani’nin geçtiğimiz yılın yaz aylarında hemen tüm AB ülkelerini kapsayan bir aylık ziyareti kapsamında da bir çok liderle bağımsızlık, ekonomi ve petrol gibi konular- da görüşmeler yaptığı biliniyor. Barzani’nin ziyareti ardından Avrupa Parlamentosu Savunma Komitesi, Dışişleri Komitesi üyeleri ve AB Irak Büyükelçisi Cana Hebaskova’nın yer aldığı AB heyeti Erbil’i ziyaret etmişti. Heyet, Kürdistan Bölgesi’nin kaydetmiş olduğu gelişmeler ve güvenliğin devam etmesi için AB’nin yardımlarının devam edeceğini belirterek AP’nin, Kürdistan Bölgesi’ne insani, askeri yardımlarının devam etmesi için destek sözü vermişti. Kısa bir süre önce AP’ye davet edilen Mesrur Barzani de Kürdistan’ın beklentileri ve IŞİD karşısındaki ihtiyaçları ile Bağdat ilişkileri konusunda detaylı bir sunum yaparak, AB’den beklentilerini dile getirmişti. Gerek IŞİD ile mücadele konusunda ihtiyaç duyulan ağır silahların sevkiyatı, gerek petrol ve gaz konusunda ve gerekse de bağımsızlık konusunda Kürdlerin taleplerinin dikkate alınması konusunda AB ve AP yetkilileriyle uzun bir mesai yapmıştı. Barzani’nin AP’nin resmi davetlisi olarak katıldığı etkinlik ve toplantılarda gündeme gelen maddeler basında da geniş yer bulmuştu. Mesrur Barzani hem AB vatandaşı IŞİD üyeleri, hem Ezdilerin maruz kaldığı trajedi ve insani yardım konusunda da beklentilerini iletmişti. Bilindiği gibi KBY’nin AB ile yürüttüğü diplomatik ilişkiler sonucunda Koalisyon ülkelerine ait hava gücünün hem Güney Kürdistan’da ve hem de Rojava bölgesinde IŞİD’i vurması gündeme gelmişti. Bazı olaylar, bazı mekanlar çok semboliktir. Küçüktürler ama çok şey saklar, okuyabilirsek, duymayı ve hissetmeyi becerebilirsek çok şey anlatırlar. İşte “Kamp Armen” olarak bilinen Tuzla Ermeni Çocuk Kampı böyle bir yer. Kamp Armen’i ilk defa Hrant Dink’ten dinlemiştim. Hrant’ı da yanılmıyorsam 90’lı yılların ikinci yarısında, Helsinki Yurttaşlar Derneği’nin Kafkasya’dan Bosna felaketine, Kürd meselesinde barıştan (ta o zamandan beri konuşuyoruz!) gayrimüslim azınlıkların sorunlarına uzanan dünyanın meseleleri üzerine yapılan zihin açıcı üye toplantılarından birinde tanımıştım. Toplantıya elinde Tuzla Çocuk Kampı dosyasıyla gelmişti. O zaman anlatmıştı bu “Atlantis Uygarlığı’nın hikâyesini”... 1915’ten sonra, yıllar boyunca tam anlamıyla yoklukla başbaşa kalan Ermeni kuşaklarının yoksul, öksüz ve yetim çocuklarının Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi vasıtasıyla, yaz aylarında da sosyalleşebilmeleri için 1962’de bu kampın açıldığını ve kendisinin yöneticilik yaptığını anlatmıştı. Eşi Rakel Dink ile birlikte o kampı elbirliğiyle, bütün çocuklarla birlikte, küçücük çocuk elleriyle, bütün yaz çalışarak, kampı kendi elleriyle nasıl varettiklerini anlatmıştı. İşte ben “36 Beyannamesi” diye özetlenen olayı ve bu beyannameye dayanan ucube yargı kararını da Hrant’tan öğrenmiştim. O gün Hrant’ı dinleyen diğer arkadaşlarımla birlikte... Bu karara göre, 1936’da azınlık vakıflarından talep edilen mülk listesinin verilmesinden yıllar sonra, 1971’de, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi, cemaat vakıflarının doğrudan ya da vasiyet yoluyla gayrimenkul edinemeyeceklerine –kurnazca- karar verdi. 1974’te, Yargıtay Genel Kurulu’nun, Yargıtay 2. Hukuk Dairesi’nin verdiği kararı onamasının ardından açılan davalarla, cemaat vakıflarının 1936’dan sonra edindikleri taşınmazların büyük çoğunluğuna el kondu. Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün 1979’da açtığı ve dört yıl süren dava sonunda, Gedikpaşa Ermeni Protestan Kilisesi Vakfı’nın Tuzla kamp tapusu iptal edildi ve arazi 1962’den önceki sahibine geri verildi. O kadar emeğin, terin, işbirliğinin, yıllar içinde 1500 çocuğun neşesinin, oyunlarının bir anda nasıl havaya uçtuğunu ve nasıl çaresizlik içinde kaldıklarını anlatmıştı Hrant... Ve çaresizliğini anlatırken, sessiz Türkiye sivil toplumunun desteğini isterken gözyaşlarını tutamamıştı. Onun çaresizliği bize, bir utanç eşliğinde geçmişti. Toplantı masasındaki ağır havada, zor tuttuğumuz gözyaşlarımızı ve kızarmış gözlerimizi sağa sola kaçırmak istemiştik. Hiçbirimizin “36 Beyannamesi” diye bir meseleden haberimiz yoktu. “Mantıken” Ermenilerin hâlâ sorunları olduğunu “düşünebiliyorduk”. Ama bu sorunları hiç bu kadar avucumuzun içinde tutabilecek kadar, duygularımızla yakalayabilecek kadar hissetmemiştik. İşte o gün Hrant bize bir çocuk kampı üzerinden nasıl bir memlekette yaşadığımızı, bir kamp vasıtasıyla Türkiye’de azınlıkların nasıl hem “dışarısı” olduğunu, hem de nasıl dışarıda bile faaliyet göstermesine tahammül edemediğini anlatmıştı aslında... Devletimizin, emir-komuta zinciri içinde işleyen bir eğitim sistemi karşısında alternatif olan, eşitliği ve özgürlüğü pratiklerde öğrenen küçücük çocukların kurdukları dünyayı istemediğini –Ermeniler özelinde- anlamıştık bir kere daha. Ermeni çocukların ellerinden zorla alınan, el konulan ve şimdiye kadar yedi defa el değiştiren kampın bürokrasinin ve sıradan çıkarların koridorlarından kurtarmak gerekiyor. Eğer bu memleket kendini aşmak istiyorsa, yapabileceği en önemli şey önünde duruyor: Kamp Armen’i yeniden gerçek hak sahibine –Gedikpaşa Vakfı’na ya da bir Ermeni cemaat vakıfına- iade etmek.... Sembolik anlamı çok güçlü olan yerlerden biri olan Kamp Armen’i gerçek sahiplerine iade etmek, Ermenilerin yaralarına merhem olması için de çok sembolik bir adım olacak. Ama bu ayanı zamanda Türkiye toplumuna da çok iyi gelecek... 06 HABER BasHaber 4 - 10 Mayıs 2015 BasHaber HABER 4 - 10 Mayıs 2015 Kobanê yaralıları hapiste tedavi bekliyor K Berfîn Mijdar Şakran yeni ‘5 Nolu’ mu oluyor? İ Rabia Çetin zmir Aliağa’da bulunan Şakran Cezaevi’ne ilişkin skandallar bir türlü bitmiyor. Kadın ve çocukların kaldığı cezaevinde daha önce çocuklara şiddet uygulandığı ve tecavüz edildiği ortaya çıkmıştı. Konuya dair soruşturma başlatıldığı söylense de 16 ve 17 yaşında 4 ve 7 aylık iki hamile kız çocuğunun da gardiyan şiddetine maruz kaldığı ortaya çıktı. Tutukluların mektupları ve avukatların anlatımları akıllara Diyarbakır 5 Nolu Cezaevi’nde yaşananları hatırlatır cinsten. Şakran Cezaevi’nde daha önce çocukların istismara uğradığı ve şiddete maruz kaldığına dair gerçekler kurum içi yazışmalarla ortaya çıkmıştı. Çocukların idari baskıdan dolayı yaşananları anlatamadığını ifade eden avukatlar ve İHD, olayın izini sürerken bir başka tutuklunun gönderdiği mektupla yeni bir skandal ortaya çıktı. Tutuklardan gelen mektupta, cezaevinde 16 ve 17 yaşında iki kız çocuğunun hamile olduğu ve tecavüz şüphesi taşıdığını yazması üzerine İzmir İHD ve Özgürlükçü Hukukçular Derneği (ÖHD) harekete geçti. Cezaevine giderek çocuklarla görüşen İHD Şube Başkanı Ali Aydın ve ÖHD avukatı Fatma Demirer, kız çocuklarının cezaevine girmeden önce hamile kaldığını ancak hamileliklerine rağmen cezaevinde özellikle psikolojik şiddete maruz bırakıldıklarını açıkladı. Pozantı’dan Şakran’a tablo hep aynı Daha önce Sincan, Maltepe, Van, Antalya, Muğla ve Pozantı gibi cezaevlerinde çocuklara ilişkin yaşanan gerçekler ortaya çıkmış ancak yaşanan ihmale rağmen sorumlular değil çocuklar cezalandırılmıştı. Ardından Şakran Cezaevi’nde çocukların tecavüze uğradığı ortaya çıkmış ancak cezaevi yönetimi bunu çocukların kendi aralarında yaptığını ileri sürmüştü. Adalet Bakanlığı’nın “24 saat izliyoruz” dediği Şakran Cezaevi’nde kameralara rağmen yaşananlara ilişkin bilgileri olmadıklarını açıklasalar da İHD ve ÖHD çocuklarla yaptığı görüşmede tecavüzün yaşandığını açıklamıştı. Cinsel istismarın yanında işkence ve psikolojik şiddetin de yaşandığı Şakran Cezaevi’nde gardiyanların cezaevine uyuşturucu madde aldıkları ve süngerli oda diye bilinen ceza odası Mavi Oda’da kan izlerinin olduğu da ortaya çıkmıştı. Şakran’da yaşanan ihlaller bununla da sınırlı kalmadı. Kadın ve Çocuk bölümünde kalanlardan 10 kişinin 3’er kişilik iki koğuşa bölündüğü üstelik bu bölümde kalanlardan ikisinin hamile bir tutuklunun da 8 aylık bebeği olduğu öğrenildi. “İyi misin işkencesi” Çocuklarla yaptığı görüşmeyi BasHaber’e anlatan ÖHD üyesi Avukat Fatma Demirer, çocuklara hukuk dilinde “iyi misin” diye adlandırılan psikolojik şiddet uygulandığını söyledi. Adeta “Düşman hukukunun” uygulandığı Şakran Cezaevinde yaşanan hak ihlallerini aktaran Demirer, “Gece tutuklular uyudukları sırada hamile olanlar sık sık uyandırılıyorlar. ‘İyi misin’, ‘ayağa kalk’ gibi komutlar veriliyor çocuklara. Çocuklar sistematik bir şekilde korkutuldukları ve kendilerini rahatlıkla ifade edemedikleri için de bu tür uygulamalara sürekli maruz kalıyorlar” dedi. Annesinin cezasını çeken çocuklar Şakran Cezaevinde kadın ve çocukların yaşadıklarına benzer olayları bir de anneleriyle kalan çocuklar da yaşıyor. Gelişimlerini annelerinin cezalarından dolayı hapishanede tamamlayan çocukların sağlıklı beslenme, oyun, oyuncak gibi ihtiyaçları giderilmiyor. Şakran’da da aynı durumun yaşandığına dikkat çeken Demirer, 18 yaşındaki bir tutuklunun 8 aylık bebeğiyle birlikte kaldığını söyledi. Genç annenin 7 aylık bebeğiyle 2 kişilik yatakta 3 kişiyle beraber kaldığını belirten Demirer, “Kadınlara uygulanan yöntemler beraberindeki çocuklara da uygulanıyor. Y. İsimli tutuklu bebeğine süt yapmak için istediği sıcak suyu alamıyor. Diğer mahkûmların kullandığı çeşmeden soğuk suyla bebeğini besliyor” dedi. A Takımı işkencesi Cezaevlerinde özellikle siyasi mahkumlara yönelik psikolojik şiddet ve baskı kurmaları için özel eğitilen A Takımı Gardiyanları diye isimlendirilen gruptan gardiyan Güneş Ateş hakkında kadınlar ve çocuklar şikayette bulunmuştu. Şikâyetin ardından cezaevi yönetimi Ateş hakkında soruşturma başlatıldığını açıklasa da Ateş halen görevine devam ediyor. Kadınların hastaneye gitmelerine de Güneş Ateş’in engel olduğunu söyleyen Fatma Demirer, “Hamile olan çocuklar sancıları olduğu halde hastaneye götürülmüyor. Çocuklar durumu Ateş’e söylüyor ancak Ateş onları 6 kişi hastalanmadan götüremeyeceğini söylüyor. Özellikle hamile olanların hastaneye gidebilmesi için 6 kişinin birden hastalanması lazım” diye konuştu. Tutuksuz yargılanma talep edilecek İHD İzmir Şube Başkanı Ali Aydın da tutuklu çocukların genellikle İzmir’in yoksul mahallelerinde yaşayan ve çoğunluğunun parçalanmış aile yapılarına mensup olduklarını söyledi. Çocukların yaşadıklarının da bu nedenle aile şikayetleriyle değil mahkumların gönderdiği mektuplarda ortaya çıktığını belirtti. Özellikle hamile olan iki kız çocuğu ile 7 aylık bebeğiyle kalan genç annenin kesinleşmiş cezaları olmadığı için hüküm giymedikleri halde tutuklu bulunduklarını vurgulayan Fatma Demirer ve İHD Şube Başkanı Ali Aydın, çocukların durumları dikkate alınarak tutuksuz yargılama talep edeceklerini söyledi. Aydın ve Demirer hak ihlallerine karşı sorun çözülünceye kadar konunun takipçisi olacaklarını ifade etti. Hastalanmak suç sayıldı 7 aylık hamile olan 17 yaşındaki B.K’nin de daha önce hastaneye gitmek istediği ancak götürülmediği için cezaevinde bulduğu bir ilaç içtiğini aktaran Demirer, revirdeki doktorun bu durumu suç sayarak tutanak tuttuğunu söyledi. Demirer, “B.K, daha önce defalarca sancısı olduğu halde hastaneye götürülmüyor. O da koğuşta bulduğu ilacı alarak ağrılarını dindirmeye çalışıyor. Ancak merdivenlerde olduğu sırada düştüğü için revire götürüldüğünde durumu doktora anlattığında doktor B.K’nin bebeğini öldürmeye çalıştığı için böyle yaptığını söyleyerek tutanak tutuyor. Yani gardiyanından doktoruna cezaevinde herkes tarafından psikolojik baskı ve şiddet uygulanıyor” dedi. Camları kırık hücrede ıslak battaniyeli ceza Çocukların ceza olarak Mavi Oda’ya kapatıldığını belirten Fatma Demirer bu tutuklulardan birinin de H.B. isimli çocuk olduğunu söyledi. H.B.’ye 14 defa hücre cezası verildiğini aktaran Demirer, cezaevi yönetiminin H.B.’yi raporu olmadığı halde akli dengesinin yerinde olmadığı gerekçesiyle Mavi Oda’ya kapattıklarını söyledi. H.B’nin hücrede yaşadıklarını da anlatan Demirer, sözlerini şöyle sürdürdü; “H.B’nin üzerine sıcak su döküldüğü için kasten yaptığı ileri sürülerek hücre cezası veriliyor. Ve kapatıldığı hücrede cam kırık olduğu halde bir de ıslak battaniyeyle uyuması isteniyor. H.B. daha önce de defalarca kan izlerinin bulunduğu Mavi Oda’ya kapatılmış. Çocuklara yönelik her türlü psikolojik şiddet uygulandığı gibi kadınlara yönelik de çıplak arama işkencesi yapılıyor.” obanê’de IŞİD’e karşı yaşanan 4 aylık zorlu savaşın izleri kentte olduğu gibi Türkiye’de her açıdan canlılığını korumaya devam ediyor. Temmuz ayında kuşatmaya alınan ve Eylül ayından itibaren yoğun saldırılara maruz kalan Kobanê savunmasına katılan Türkiye vatandaşı Kürd gençler yaralanıp Türkiye’ye geri getirildiklerinde tutuklanıyor. 3’ü ağır olmak üzere 30’un üzerinde Kobanê’den gelen yaralı tedavi edilmeyi bekliyor. Kobanê’de IŞİD’e karşı verilen 4 aylık savaşın izleri silinmeye, yaraları sarılmaya çalışılıyor. Ancak büyük yıkıntıların yaşandığı kentte hayatın normale dönmesi için uzun bir süre gerekirken savaşın bir de bu yakasında bıraktığı izler söz konusu. Kobanê’ye geçip IŞİD’e karşı mücadele eden TC vatandaşı gençler çatışmalarda yaralanınca Türkiye’ye getirilerek tedavi altına alındı. Ancak o dönem Kobanê’de IŞİD’in yoğun saldırıları karşısında Türkiye’nin tavırsız kalması ve 6-7 Ekim olayları sonrasında yaşanan sıkı uygulamalar yaralanan gençleri de etkiledi. Savaşta yaralanan gençler ‚PKK üyesi olmak’ iddiasıyla önce gözaltına alınmış ardından tutuklanmıştı. Yaralı halde tutuklananların sayısı 30’un üzerindeyken 3’ünün durumunun ağır olduğu ifade ediliyor. Hasta tutsaklara Kobanê yaralıları eklendi Çözüm Süreci’nin bir parçası olarak sürekli gündeme getirilen hasta tutuklular meselesi çözüm beklerken yüzlerce tutuklu da cezaevinde hayatını kaybetmemek için serbest bırakılıp tedavi edileceği günü bekliyor. Ancak hasta tutsaklar meselesi çözülmeden bir de Kobanê’den gelen yaralıların tutuklanması ve tedavilerine hastanelerde devam edilememesi endişelere yolaçıyor. Kobanê yaralılarının en büyük sorunu ise kelepçeli muayeneye maruz kalmak, hastaneye götürülmemek ve gerekli ilaçları zamanında alamamak. “İlaçlar bile suç unsuru” Kobanê’de savaşın en yoğun yaşandığı dönemde çatışmalar sırasında yaralanan birçok genç tedavi için Urfa’ya getirildi. Burada çeşitli hastanelerde tedavileri yapılanlardan durumu iyi olanlar taburcu edilirken, durumu kötü olanların ise tedavileri Urfa ve çevre kentlerdeki hastanelerde devam etti. Ancak tam bu sırada yaşanan 6-7 Ekim olayları 40’ı aşkın sivilin hayatını kaybetmesine çok sayıda insanın tutuklanmasına neden olurken, yaralıların tedavilerini de etkiledi. Olaylar sonrasında alınan sıkı güvenlik önlemleri gerekçesiyle Urfa’da önce Suruç Devlet Hastanesi’ne düzenlenen baskın ile yaralılar gözaltına alındı. Ardından tedavileri evde devam edenlere yönelik operasyonlar gerçekleşti. Böylece Kobanê’den tedavi için gelen 30’u aşkın kişi tutuklandı. Kamuoyunda büyük yankı uyandıran tutuklamalara karşın birçok kentte eylem ve basın açıklaması düzenlenirken yaralılar ise Urfa’dan başka kent- lerdeki cezaevlerine sevk edildi. O dönemde yapılan baskınlarda sadece yaralılar değil onlara refakat eden ya da evlerinde kalmalarına izin verenler de tutuklandı. Bu operasyonlarda tutuklananların sayısının 30 olduğunu ifade eden Avukat Bekir Benek, tutuklama gerekçelerinin Türkiye’de hiçbir eyleme katılmadıkları halde “Örgüt üyeliği ve Türkiye’ye karşı eylem girişiminde bulunmak” olduğunu söyledi. Yaralıların ilaçlarının dahi suç unsuru olarak kabul edildiğini söyleyen Benek, “Tutuklananlar bir de tedavilerinin yapıldığı Urfa’daki cezaevine değil Osmaniye’deki cezaevlerine gönderildiler. Bu keyfi tutum tedavilerine engel olurken, yakınlarından uzak bırakılarak sahip çıkılamaz bir hale getiriliyorlar. Oysa sadece tedavi gördükleri hastaneler değil mahkemeleri de Urfa’da devam ediyor. Tüm girişimlerimize rağmen bu yaralıların tedavileri için yeniden Urfa’ya sevklerini sağlayamadık” diye konuştu. “Suçlamanın TCK’da karşılığı yok” Ekim ve Kasım ayında yaşanan tutuklamaların ardından geçtiğimiz günlerde yaralılara yönelik yeniden operasyonlar başlatılırken bu kez durumu ağır olan Özgül Yaşa Karataş, Erkin Selanik ve Savaş Sönmez tutuklandı. Urfa E Tipi cezaevine konulan Karataş, Selanik ve Sönmez daha sonra diğer yaralılar gibi Osmaniye T Tipi cezaevine gönderildi. Durumları ciddiyetini koruyan Karataş, Selanik ve Sönmez’in de tutuklanma sebebi TCK’ya göre “Örgüt üyesi olmak, Türkiye’ye karşı eylem girişiminde bulunmak ve sınır ihlali.” Tutuklanan yaralılar hakkında bilgi veren Adana Barosundan Avukat Tugay Bek, “Bu tutuklamalar örgüt üyeliği ve propagandası gerekçesiyle olsa da YPG ya da Türkiye’nin deyimiyle PYD’de Türkiye’de kurulan bir örgüt olmadığı gibi Türkiye’ye karşı bir eylem girişiminde de bulunulmamıştır. Üstelik örgüt olarak kabul edilen YPG’nin TCK kanunda bir karşılığı da yok. Yani bu tutuklamalar keyfidir” dedi. “Bir an önce tedavi edilmeleri gerekiyor” Özgül Yaşa Karataş’ın çatışmada çenesinin parçalandığını, Savaş Sönmez’in de yüzünden yaralandığını, Özgür Selanik’in ise yine yüzüne değen kurşun ile sol gözünü kaybettiğini ve şu anda Osmaniye’de tutuklu bulunduklarını ifade eden Tugay Bek, şöyle konuştu: “Daha önce tutuklananlar gibi bu üç yaralının da tek suçu Kobanê direnişine katılmak. Üçünün de Türkiye’ye karşı herhangi bir eylemi olmamış. Cezaevi koşullarında tedavileri yapılmadığı gibi sağlıklı bir şekilde beslenemiyorlar da. Defalarca tedavilerinin devam etmesi için tutuksuz yargılama talebinde bulunduk. Ancak her seferinde talebimiz reddedildi. Tek yapılan kelepçeli bir şekilde muayeneden geçirilmeleridir. Oysa üçünün de bir an önce tedaviye yeniden başlaması gerekiyor. Erkin Selanik tedavi edilmezse diğer gözünü de kaybetme tehlikesi ile karşı karşıya. Savaş Sönmez ise çenesi kırık olduğundan dolayı beslenemiyor. Bu sebeple sağlık durumları her geçen gün daha kötüye gidiyor. Bir an önce tedavi edilmeleri gerekir.” 07 1915 ve ‘Kürdler’ MESUT YEĞEN Çok değil yüz sene önce Türkiye’de ve Kürdistan’da Ermeniler, bir Ermeni milleti vardı. 1915 civarında zamanın Türkiye nüfusunun yüzde onunu oluşturan bir buçuk milyonluk bir millet... Bugün yoklar ya da yok denecek kadar azlar. Günümüzün hazmı zor, çıplak gerçeği bu. Anadolu’daki, bugün Kuzey Kürdistan sayılan yerlerdeki mevcudiyetleri Türkleri de Kürdleri de önceleyen Ermeniler, Ermeni milleti 1915’ten beridir yok. Ermenilerin kazınmış olduğu, Ermenisizleştirilmiş yerler Türkiye ve Kürdistan. Tam yüz senedir. Bir zamandır bu çıplak gerçeğe, bu çıplak gerçeğin ‘nedenlerine’, sonuçlarına, karar alıcılarına ve faillerine dair iyi kötü bir tartışma yürüyor hem Türkiye hem de Kürdistan kamuoyunda. Mevzuya dair bilgiyi artıran ve mevzuya bakışı çeşitlendiren bu tartışmanın Kürdleri ve Kürdistanı da ilgilendiren önemli bir alt başlığı var: ‘1915’te, Ermeni Soykırımında Kürdlerin rolü.’ Büyük kısmı Kürdistan’da, Kürdlerin yanı başında, Kürdlerin ‘tanıklığında’ gerçekleşen bu büyük felakete Kürdler nasıl dahil oldu, nasıl ortak oldu, nasıl karşı çıktı...? Bütün bunlar cevaplanması gereken önemli sorular olarak karşımızda duruyor. Az biraz hep var olan cevaplama girişimleri şimdi şimdi çeşitleniyor. Bildiğim kadarıyla ‘Kürdlerin bu işlerden haberi olmadı’ ya da ‘Kürdler bu işlerin zinhar içinde olmadı’ diyen pek olmadı ve halen de yok. Kürdlerin bu işler üzerine düşünmüşleri ya ‘Kürdler dahil oldu ama kendi iradeleriyle değil’; ya ‘Ermeniler Kürdlerden, Kürdler de Ermenilerden öldürdü’; ya da ‘dedelerimiz yaptı, biz masumuz’ gibi cevaplar veriyor daha çok. Çoklukla duyuma, kanaate dayalı bu pozisyonların haricinde bir de bir kısım tarihçi, sosyal bilimci bu işler üzerine çalışıp 1915’in Kürdistan’da cereyan etme biçimlerine dair bir şeyler ortaya koymaya çalışıyor. Bu da şu demek: 1915’e Kürdlerin dahli ve soykırımın Kürdistan’daki tezahürlerine dair pek de yüz ağartıcı olmayan mevcut bilgimiz, malumatımız büyük ihtimalle yakında biraz daha çoğalacak. Bu durumda emareleri zaten mevcut olan ‘Kürdler böyle işlerin içinde olmaz’ türünden inkarcı ya da mukatele tezi savunucusu pozisyonlar haliyle belirginleşip, güçlenecektir şüphesiz. Keza, yine bu durumda fırsat bu fırsat deyip, 1915’in sorumluluğunu Kürdlere yıkmaya matuf entelektüel stratejiler de daha bir kıvraklık kazanacaktır, buna da şüphe yok. Kürdlerin ve Kürdistan’ın akillerine, adil olanlarına bu beklenen pozisyonların dışında bir pozisyon almak düşüyor. 1915’e Kürdlerin dahli konusundaki yüz ağartıcı olmayan bilgimizi çoğaltması muhtemel bu tartışmayı serinkanlılıkla ve sorumlulukla izlemek, mevzuya dair bilgimizin çoğalması için teşvik edici olmak. Kürdistan’ı Ermenisizleştiren bu büyük felakete dair bilgimizi artıran her çalışmayı, her müdahaleyi kompleksiz ve serinkanlı bir biçimde karşılamak. Akil ve adil olanlara düşen bu... (1915 ve ‘Kürdler’ tartışmasının yürüdüğü birkaç önemli mecra, birkaç önemli kaynak halihazırda mevcut. Hrant Dink Vakfınca yayımlanan Diyarbakır Tebliğleri, Adnan Çelik ve Namık Kemal Dinç’in yazdığı ve İsmail Beşikçi Vakfınca yayımlanan Yüz Yıllık Ah! 1915 Diyarbekir, Fırat Aydınkaya’nın Birikim’de (no. 312) yayımlanan ‘Sıradan Kürdlerin Ermeni Soykırımı’na İştiraki Meselesi’ başlıklı yazısı ve Kürd Tarihi dergisinin bu hafta içinde yayımlanacak 1915 ve Kürdler başlıklı 18. sayısı 1915 ve ‘Kürdler’ bahsine ilişkin üvertür çalışmalar olarak okunabilir.) 08 BasHaberSÖYLEŞİ 4 - 10 Mayıs 82015 DOSYA DOSYA BasHaber 4 - 10 Mayıs 2015 9 SÖYLEŞİ 09 Cepheden izlenimler Peşmerge’nin dağlı hüznü ve ovanın asimetrisi B Rawîn Stêrk ir süre önce yazdığı bir makalede, “Sizler kimsiniz ey yiğitler” demişti Alman BİLD gazetesi yazarı Franz Josef Wagner. Kürdlerin IŞİD karşısında verdiği savaşın yabancısı olduğu, bir algı kırılması haliyle karşıladığı her kelimesinde göze çarpan Wagner’in sorusunun yanıtını bulmak için Kürdistan’daki herhangi bir cephede birkaç saat zaman geçirmek yeterli. O cephelerde yaşananları ve Kürdlerin hangi saiklerle, nasıl bir savaş verdiğini tüm çıplaklığıyla anlayabilmek için öncelikli yapılması gereken, medya ve sanal alemin bilgi ya da bilgisizlik bombardımanına küçük bir mola vermek olsa gerek. Başlarken şunu belirtmeli ki IŞİD karşısında verilen savaş konusunda realitenin milyonda birini dahi enformasyonel aygıtlar üzerinden anlayabilmek neredeyse imkansız. Bir insan olarak herkes gibi, dünyanın tüm ezberlerini yerle bir eden IŞİD’e karşı savaşan Peşmerge konusunda hepimizin yığınla soru işareti vardır kuşkusuz. Ancak bir Kürd olarak bu sorulara özel birçok nokta daha ekleniyor. İnsanı en çok düşündüren noktalardan biri, Peşmerge’ye dair edinilmiş ‘Peşmerge ve dağ’ bağlamı olsa gerek. Herkesin malumu Kürdün tarihi dağa kazılıdır ve dağa dağ ile yazılıdır. Peşmerge ise ilk günden itibaren neredeyse tüm varlık sahasını dağ bağlamıyla oluşturmuştu. Dağda doğan, dağda büyüyen, dağda savaşan, dağda gizlenebilen, zaferlerini dağa yazan bir güç, ovada nasıl savaşacaktı. Doğa ya da kâinatla baş edebilmek için filolog ve etnologlara göre bulunulan coğrafyanın dilini bilmek tek ve olmazsa olmaz biricik yöntemdir. Denizde var olabilmek için denizin dilini bilmek, çölde yaşayabilmek için çölün dilini bilmek ve dağda yaşayabilmek için de dağın dilini bilmek gibi. Harold Pinter’in Kürdçe için ‘Dağ Dili’ tanımlaması yapmasının altındaki şifreyi anlamaya da bu düstur yardımcı oluyor. Bilindiği gibi IŞİD yüzünü Kürdistan’a çevirdiğinden beri olağanüstü bir hal yaşanıyor. Girdiği ülkeleri deyim yerindeyse yerle bir eden, hiçbir şeyi eskisi gibi olamayacağı ölçüde sarsan, sosyal ve siyasal atmosferi karanlık bir dehlize sürükleyen ve başta demografik yapı olmak üzere toplumsal tüm sistemi alt üst eden IŞİD için Kürdistan adeta ABD’nin Vietnamı oldu. Çölün dilini çok iyi bilen bu Arabi gücün kelimeleri, dağ dilliler karşısında işe yaramazken, Peşmerge ise dünyanın bozulan ezberlerini toparlamaya devam ediyor. Peki, düzenli bir ordu olmaktan uzak, silah ve teçhizat konusunda IŞİD’in çok gerisinde ve ova savaşına yabancı olan Peşmerge, dünyanın başına bela olan bu fırtınayı nasıl durduruyor, dahası kademe kademe nasıl ilerliyor? Savaşın seyri ve Irak ile ihtilaflı bölge sayılan Kerkük’teki gelişmeleri konuşmak üzere randevulaştığımız Kerkük Cephesi Komutanı Dr. Kemal Kerkuki ile buluşmak üzere yola çıktığımız Erbil, adeta bir Avrupa kentini andırıyordu. Etrafında kıyamet koparken bu kadar sakin ve her şeyin olanca doğallığıyla akıyor olmasının arkasında önemli bir güvence olsa gerek diye düşünmeden edemiyor insan… Birkaç kilometre kentten uzaklaştıktan sonra da bu güvencenin kaynağını görmek mümkündü. Baba evinde savaş koordinasyonu Kerkük’e doğru yola çıktıktan sonra uçsuz bucaksız ovadaki dinginlik ve yaşam canlılığı insanı tedirgin edici bir havaya sahipti. Petrol kuyuları etrafındaki alev bacalarıyla sanki kenar süsü yapılmış bir tablonun ortasındaydık Kerkük’e vardığımızda... Şehirde yaşam sakin, insanlar yanı başlarındaki savaşa ve patlamalara alışmışçasına bir doğal devinim sergiliyordu. Kerkük’ten Musul yönüne doğru yaklaşık 30 kilometre saptıktan sonra hem sıklaşan güvenlik hem de görünmeye başlayan karmaşık hendekler adeta dünya değiştiriyor olduğumuza işaret ediyordu. Yarım saatlik yolculuktan sonra bir köyün yakınındaki tepelikte bulunan ve ilk bakışta sade bir aile evi görüntüsündeki yerleşkeye varıyoruz. Etrafta kazılmış irili ufaklı hendekler, Peşmerge’nin konakladığı konteynerler, seyyar tuvalet ve banyolar. Kürdistan’ın en büyük cephelerinden birinin koordinasyon merkezindeydik. Bilindiği gibi Dr. Kerkuki eski Kürdistan Parlamentosu başkanı ve Kürdlerin yakinen tanıdığı bir siyasetçi. Savaş başlar başlamaz Barzani’nin verdiği talimata uyarak soluğu cephelerde alanlardan. Kerkuki eski bir Peşmerge. Yıllarca dağlarda Peşmergelik yaptıktan sonra siyasete atılan ve yeniden savaşa dönen etkili bir isim. Geldiğimiz yer her ne kadar savaş koordinasyon merkezi olsa da her şey bir aile evinin ihtiyaçları doğrultusunda dizayn edilmiş... Zira burası Kerkuki’nin ailesine ait bir ev, yakındaki köy de kendi köyü… Duvarlarda dev cephe haritaları, haritalar üzerinde IŞİD’in konumlandığı yerleri gösteren kırmızı yapışkan noktalar, Peşmerge’nin bulunduğu mavi noktalar… Haritalar ilk etapta insanın cesaretini kıran bir ayrıntıya sahip. Peşmerge’nin konumlandığı yerleri gösteren mavi noktalar minik adaları andırıyor. Her yanı IŞİD tarafından sarılmış adacıklar... Ancak kendisinden aldığımız bilgiler, yaptığı slayt sunumu ve sonrasında şahit olduklarımız, IŞİD’in rüyalarını bölenin ise işte tam da bu adacıklar olduğunu anlıyoruz. 7 kez yaralanmasına rağmen gerek deneyimlerini yeni Peşmergelerle paylaşmak gerekse de savunmada yardımcı olmak için yeniden Peşmerge elbisesini giyen Kerkuki’nin yanı başındaki Karnas da eski Peşmergelik yıllarından kalma. Eski silahını bir an yanından ayırmayan siyasetçi ve komutan, eski Peşmerge kıyafetlerinin ise ‘maalesef’ diyerek evde olduğunu, zira artık kendisine dar geldiğini söylüyor. Bir siyasetçinin hedefleyeceği tüm mevkilere ulaştıktan sonra yeniden en mütevazı noktaya, üstelik de savaş cephesine dönüşünün bütün ayrıntılarını mahcubiyet sağanağı altında hissettiğimiz bu karargâhtaki uzun söyleşi sonrasında cepheye doğru yola çıkıyoruz. Tabi çıkmadan önce Peşmerge yemeği yemenin adetten olduğunu söylüyor Kerkuki. Kuru fasulye ve pilavın yanında nanê sêlê… Hem cephelerde hem de karargâhta yemek, ekmek ve diğer tüm ihtiyaçlar Peşmerge’nin kendisi tarafından gideriliyor. Romantize edilecek bir durum yok ama, Beyaz Saray başta olmak üzere dünyanın önde gelen üst siyaset saraylarının restoranlarında dünyanın siyasetine yön veren kimselerle epeyi mesai yapmış birinin bunca mütevazı bir sofrada Peşmerge ile birlikte aynı tabakta yemek yiyor olmasının altında azımsanmayacak bir ruh olduğu aşikar… Ovanın her yanından akan hendekler Söyleşi sırasında Kerkuki, Peşmerge’nin nasıl bir yöntemle savaştığını ve karşıdaki gücün insanın algılarını gerçekten sarsan taktikleri konusunda da bilgiler veriyor slayt sunumu eşliğinde. Kısa bir süre önce IŞİD’in çok yakında bulunduğu bir noktayı ele geçirmişler. IŞİD noktayı hiçbir yöntemle alamayacağını anladıktan sonra Peşmerge’nin bulunduğu noktanın altından çıkacak şekilde bir tünel kazıyor. 150 metre geçildikten sonra saldırı başlatan Peşmerge, orayı da ele geçirdikten sonra tünel ile karşılaşıyor. “Biraz daha geç kalmış olsaydık IŞİD bu tünelden bizim bulunduğumuz noktanın altından çıkıp belki de Kürdistan’ın en büyük kaybına neden olabilecekti” diyor Kerkuki. Tünelin büyüklüğü, patlayıcılar ve daha birçok nokta insanı ürperten cinsten. Karargâhtan çıktıktan sonra Havice Kasabası yönünde ilerliyoruz. Belli aralıklarla sık sık Peşmerge noktalarıyla karşılaşıyoruz doğal olarak. Kürdistan bayrağı hemen her kilometre karede bir kez görülecek şekilde asılmış durumda. Köylerde neredeyse tüm evlerin damında aynı manzara… Daha önce Irak Ordusu’nun bulunduğu ancak şimdi Peşmerge’nin kontrol ettiği bölgedeyiz. Havice’ye doğru dümdüz ovada yol alırken kafamızdaki Kürdistan Coğrafyası ezberi bir kez daha bozuluyor. Dağ bildiğimiz ülke meğerse ne kadar büyük bir ovaymış… Göz görebildiğince düzlük ve o düzlüğün her yanından başka bir yana doğru uzayan uçsuz bucaksız mevziler. Tepeden bakma imkânı olsa, aşağısı rast gele karalanmış bir sayfa gibi. Kesişen, ayrılan birbirine paralel akan, kısacası her yerden her yere doğru sonsuz uzayan hendek ve mevziler. Kepçelerle derin yarıklar ve yüksek tümsekler. Toprak yeni bir ezgi fısıldıyor adeta. Zaxo’dan sonra hissetmeye başladığımız Kürdistani özgüven buralarda toprağın kendi sesinden dile geliyor adeta. Yol boyu savaş izleri, yıkılıp boşaltılmış köyler, patlamalarla harabeye dönmüş evler, derin çukurların sıralandığı yollar ve yer yer ovanın değişik yerlerinde yükselen dumanlar… Akıllara ziyan bir savaş stratejisi Yukarıda da değinildiği gibi Peşmerge’nin düzenli bir ordu kabiliyetine sahip olmayışı ve teknik olanaksızlıkları insanda savaş stratejisi konusunda da soru işaretleri uyandırıyor. Ancak tablonun tamamına çıplak gözle şahit olunca, Peşmerge’nin başarısının altında ayrıca muazzam bir savaş stratejisinin de yattığını anlamak zor değil. Uzayan bu hendekler ve mevziler de bu stratejinin bir parçası. Peşmerge bulunduğu ilk noktayı garantiye aldıktan sonra IŞİD’in geri çekildiği son noktaya yeni bir hendek ve tümsek inşa ederek biraz daha ilerlemiş. Böylece her birkaç kilometrede yeni bir tümsek ve sıralı mevziler eşilerek, kademeli şekilde ilerleme sağlanmış. Bu şeklide hem IŞİD’in bomba yüklü araçlarının girişi durduruluyor hem de olası geri çekilmede hazır mevziler oluşturulmuş oluyor. Bu arada en göze çarpan Peşmerge yığınaklarının da petrol kuyularının bulunduğu noktalara yapıldığını belirtmek lazım. Daha önce Kürdlerin elinde olmayan çok sayıda petrol tesisi bölgesi ele geçirildikten sonra, bir daha kaybedilmeyecek derecede güvene alınmış durumda. Ovada yol aldıkça savaşın izleri de daha ağırlaşmaya ve ürkütmeye başlıyor. Yol boyu telefonda komutanlarıyla bilgi alış verişi yapıyor Kerkuki, bir yandan da hangi noktada nasıl bir manevra yapıldığını, hangi yerin neresi olduğunu aktarıyor bize. Mele Abdurrahman Köyü’ne vardığımızda ise TV ve sosyal medyada alışık olduğumuz vahşet görüntülerinin yaşandığı bir manzarayla karşılaşıyoruz. Burası IŞİD’in sosyal tesisiymiş. Kerkuki’nin deyimiyle ‘tatil beldesi’. Geri çekilirken köye girişi sağlayan köprüyü havaya uçuran IŞİD üyeleri burada uzun süre kontrolü elde tutmuş. Anlatılanlara göre köy IŞİD’e destek sağlayan bir köy. Şimdi Peşmerge dışında kimseyi bulmak mümkün değil. Her taraf yıkılmış, yakılmış ve her yanda şarapnel parçaları, yangın ve yıkıntı izleri. Kaleyi andıran bir yapının önünde duruyoruz. Bu yapı köy ağasının eviymiş. Evini IŞİD’e karargâh olarak kullanması için tahsis etmiş ağa. Ancak Peşmerge burayı ele geçirdiğinde ağanın evi bu kez Peşmerge’nin karargâhı olmuş. Burası aynı zamanda Peşmerge’nin ulaştığı en ileri uç. Derin hendekler, yüksek tümsekler oluşturulmuş ve Peşmerge bir sonraki noktaya ulaşmak üzere hazırlık içinde. Yolda ilerlerken dümdüz ovanın ortasında Musul yönüne doğru ilerleyen sıralı tepelikler dikkat çekiyor. Brawin Tepeleri Peşmerge’nin ele geçirdiği en stratejik noktaları barındırıyor. 25-30 kilometre boyunca uzanan tepelerin tamamı kontrol edilmiş durumda. Havice’ye bakan bütün yamaçlarda Peşmerge konumlanmış durumda. Baba oğul aynı cephede Kerkuki’nin koordine ettiği birinci ve ikinci Akrep Operasyonları sırasında ilkin bu tepelerin ele geçirilmesi sağlanmış. 9 Martta yapılan bu ikinci büyük operasyonda IŞİD adeta şaşkına çevrilmiş ve tepe tamamen ele geçirilmiş. Bulunduğumuz köyün komutanı Hacı Muhammed Bêgır’ı tanıştırıyor Kerkuki, “O bizim kahramanımız” diyor. Bêgır, Mao’yu andırıyor. Onun komutasındaki birliğin başarıları tüm cephelerde konuşuluyormuş. Sıkça duyduğumuz baba-oğul durumuna burada da karşılaşıyoruz. Bêgır’ın komutasındaki genç Peşmergelerden biri de oğlu Zagros. Zagros’un son derece yetenekli bir sneiper olduğunu söylüyor etraftaki Peşmergeler. Şahit olduğumuz atmosfer, Peşmerge’nin her an tetikteki hali, emir komuta işleyişindeki bariz uyum ve ‘dağlı Peşmerge ruhu’ her yanıyla hissediliyor ve bu da soruların neredeyse tamamını cevaplar nitelikte... PAK Peşmergeleri 24 saat tetikte Bulunduğumuz ova köyünden yüzümüzü bu kez Brawin Tepelerine çeviriyoruz. Zar zor seçilen hareketlenmeye yaklaştığımızda Kürd’ün dağ dili ustalığını açık seçik görebilme olanağı buluyoruz. Tepe boyunca uzanan çeperler ve yükselen siperler. Burası Doğu Kürdistanlı Peşmergelerin kontrol ettiği bir nokta. Bilindiği gibi savaş başlar başlamaz PAK bütün gücünü Güney Kürdistan’a aktara- rak IŞİD karışışında verilen savaşa katılmıştı. Hiçbir koşul öne sürmeden, Peşmerge’nin emir komuta zincirine tabi olan PAK Peşmergelerinin disiplin ve canlılığı dikkat çekiyor. Termal kameralarla IŞİD kontrolündeki ilçe 24 saat gözleniyor. Ne olursa olsun doçka ve diğer ağır silahların başındaki PAK Peşmergeleri istiflerini bozmadan hazır kıta beklemeyi sürdürüyor. Konuşma tekliflerimizi bile görevleri icabı reddederek tetikte olmayı sürdürüyorlar. Aldığımız bilgilere göre şu an yüzlerce PAK Peşmergesi IŞİD karşısında Kürdistan savunmasında yer alıyor ve tamamen Peşmerge Bakanlığı’nın belirlediği savaş stratejisine göre hareket ediyor. Onların bulunduğu tepe Kürdistan’da en ağır kayıpların yaşandığı noktalardan biri. Kerkuki onlardan bahsederken hem mahcup hem de müthiş bir saygı ile konuşuyor. Mevzilerde konuşma fırsatı bulduğumuz tüm Peşmergelerin yüz ifadelerinde sayısız anlam bulmak mümkün. Dağlarda edindikleri mütevazılık ve hüzün eşliğinde ovayı bir resim defterine çevirmiş Peşmergeler… Hepsinin ağzında tek bir cümle var o da Kürdistan’ın bağımsızlığına dair. IŞİD karşısında, bütün olanaksızlıklar ve dezavantajlara rağmen tüm cephelerde Peşmerge’nin elde ettiği üstünlüğün kriptosunun da bu olduğunu anlıyoruz. Kürdün yüzyıllarca biriken bağımsızlık özleminin ilk kez pratik sahada vücut buluyor olması araziye bile bambaşka bir ruhun sirayet etmesini sağlıyor. Savaş sahasında zihinlerin net olması en önemli şey olsa gerek. İşte Peşmerge cephelerinde bu netliktir ki dünyanın ezberlerini bozan, ülkeleri yerle bir eden bir gücün bataklığa saplanması. Herkesin, tüm Peşmergelerin bildikleri ve odaklandıkları ortak tek bir mana var, o da bağımsızlık. Bu gerçek de hem yığınla sorunun cevabı, hem de Erbil’in sakin ve güvende olduğu hissinin arkasındaki en önemli gerekçe. Dağ dilliler ovada hazır bir düşmanla savaşmıyor ayrıca, deyim yerindeyse ovaya taşıdıkları bu dilden konuşuyorlar çöl saldırganlarıyla ve önlerine önce onların aşması gereken dağlar koyuyorlar. Lakin aşmak pek de mümkün olmuyor. ‘Gelecek Uzun sürer’ diyordu Althusser, evet geleceğin çok ama çok uzun süreceği belli ama o gelecek yüzyıllarca biriken bir umudun ilmek ilmek örülmesiyle inşa ediliyor şimdi. O ilmekler birleşip, Kürde bağımsızlık hırkası, bağımsızlık düşünün vücut bulmuş hali olarak dünyaya deklere ediliyor. 7 Haziran, Ortadoğu’da Kürdler HAKAN TAHMAZ Bu seçimler Ortadoğu’da yaşanan süreç açısından da özel önem arz ediyor. Türkiye’deki rejim tartışmaları ve Kürd sorununun alacağı yeni hal Ortadoğu ülkeleriyle ilişkilerimizde belirleyici olacak. Meclisteki partilerin bunun farkında olmadığını veya yeterince önemsemediklerini seçim beyannamelerinden anlıyoruz. AK Parti’nin, Türkiye’nin uzunca bir dönemdir izlediği mezhep eksenli bölge politikasına devam edeceğini beyannamesinden anlıyoruz. Bölgenin kaderini belirlemede asli unsur olan Kürdlere dönük politikalarında da yeni bir şey yok. AK Parti 12 yıllık politikasının rotasında bir değişiklik öngörmüyor ve başarısızlığını masaya yatırmıyor. Ancak AK Parti politikalarını haklı olarak eleştiren, CHP ve HDP’nin de genel geçer laflar ötesinde yeni ve somut bir politika önermesi bulunmuyor. Her şeyden önce her iki partinin Kürd sorununun çözümüne ilişkin önermelerinin gerçekleşmesini kolaylaştıracak Kürd ve Kürdistan gerçekliğine ilişkin yeni açılımlara ihtiyaçları var. CHP, bölgenin kaderini ellerine almış olan Kürd realitesini görmemezlikten gelerek, Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi ile iyi ilişkiler geliştirmeden, Rojava politikasını değiştirmeden Kürd sorunu konusunda sonuç alıcı bir açılım yapamaz. İlginç olan HDP’nin bildirgesinde de durum neredeyse aynı. İlginçlik bizim beklentimizle ilgili değil. Bizzat Kürd siyasal hareketinin kendi yönelimiyle ilgili. PKK lideri Abdullah Öcalan, Çözüm Süreci’ne paralel Kürd siyasal güçler arasındaki ilişkide yeni bir milat başlattı. Bu doğrultuda Öcalan, Kürdistan Bölgesel Başkanı ve KDP lideri Mesut Barzani ve YNK lideri Celal Talabani arasında mektup trafiği olduğu biliniyor. Son iki yıldır bölgede yaşan gelişmelerin ve yürütülen tartışmaların hiç kuşkusuz bölgenin Kürd sorununu, Kürdistan meselesinin çözümü noktasına sıçradığı bir dönemde bunlara çözüm önerisi geliştirmeden AK Parti alternatifi olma konusunda eksik kalmak kaçınılmazdır. Kürd Siyasal Hareketi’nin bu konuyu seçim beyannamesinde es geçmesi izaha muhtaçtır. Çünkü Kürd sorunu bölgedeki yaygınlığıyla, derinliğiyle yeni Ortadoğu’nun oluşumunun kilit konusu. Her platformda, temel bir gündem olmaya başlaması, bölgesel düzlemdeki her konuda ağırlıklı yer işgal etmesi sadece bölgesel güç ilişkilerinin bir sonucu değil, küresel politikaların da bir sonucudur. Bölgede etkin aktör olma iddiasında siyaset yapanların, ajandaların da ne olduğunu bilmenin seçmenin ve siyasal aktörlerin beklentisi olması doğaldır. Hele de bu aktör bölgedeki bir dizi sorunun ve konunun parçasıysa bu bir zorunluluktur. Bu düzlemden baktığımızda, Kürd siyasal güçler arasındaki ilişkilerin sağlıklı bir zemine oturması, güçlenerek gelişmesi hiçbir Kürd siyasetinin etrafından dolaşacağı bir konu olamaz. Rojava’da Kürd güçleri arasında yaşanan tartışma ve sorunlar, Güney Kürdlerin ana gündemi olan yeni anayasa ve Irak’la birlikte yaşama konusu gibi bir dizi konu dört parçadaki Kürd siyasal güçlerin ilişkilerinin hızla normalleşmesini, dayanışma ve işbirliğinin gelişmesinin mecburiyetini gösteriyor. Hiç kuşkusuz, Kürd güçlerin her birinin kendi öznel ağırlıkları ve konumları, her birine farklı düzlemde sorumluluk yüklüyor. KDP siyasal geleneği ve Barzani ailesinin Kürd hayatiyeti üzerindeki etkisini ve rolünü dikkate almayan yaklaşımların bu sürece katkısı olamaz. Bu dikkate alındığında Öcalan’ın çabaları daha iyi anlaşılabilir. Küçük ve gündelik hesaplarla Kürdler arası ilişkileri zedeleyen polemiklerden, yersiz ve anlamsız suçlamalardan uzak durmak Kürd siyasal güçlerin tarihsel sorumluluğudur. HDP’nin “Yeni Yaşam Çağrısı” Kürdler arası dayanışma ve işbirliğini güçlendiren bir yaklaşımla daha fazla anlamlı olabilir. Bunun için 7 Haziran fırsatının kaçırılmasına izin verilmemeli. 10 HABER BasHaber 4 - 10 Mayıs 2015 BasHaber HABER 4 - 10 Mayıs 2015 “İmar, tarihi yok edecektir” Tarihi mekanların soyu kırılıyor! E Yağmur Çetin rmenilere yönelik 1915 yılında yapılan kırımın 100. yılında yaşananların Türkiye tarafından tanınması ve özür dilenmesi beklenirken bir yandan da bu kırım kültürel boyutta devam ediyor. Türkiye’de Ermenilerin yaşadığı dil, inanç kültür gibi sorunlar devam ederken 1915’in izlerini taşıyan yapıtlar da yok edilmeye çalışılıyor. Bunlardan biri de Urfa’da bulunan Germuş Köyü. Eski Ermeni köyü olan Germuş, sit alanı olduğu halde imara açıldı. Köy de bulunan kilise de restore edilmek yerine köylüler tarafından hayvanlar için kullanılıyor. Gayrimüslimlere yönelik 1915’te gerçekleştirilen kırımın izleri bugün de canlılığını koruyor. 24 Nisan’da 100. Yılına giren “Büyük Utanç” için Gayrimüslimler gibi toplumun tüm duyarlı kesimleri tanınmasını ve özür dilenmesini istediklerini bir kez daha dile getirdiler. Ancak kırım, inkâr ve katliam sadece 1915 ile sınırlı kalmadı. Tıpkı Kürdlere yönelik asimilasyon ve inkâr politikaları gibi özellikle Ermenilere yönelik de bu tür politikalar devam ediyor. Nasıl ki Kürdçe bir zamanlar yasaklı diller arasında yer alıyordu Ermenilerin de kültürleri yok edilmeye çalışılıyor. Urfa’da “Beyaz Soykırım” Katliam sonrası Ermenilere ait mallara el konulması talan edilmesi halen tartışılırken Ermenilere ait mülklerin korunması da gün- deme gelmişti. Ancak bu yönde alınan kararların uygulanmasına dair pratikte bir şey yaşanmadı. Bu da Gayrimüslimlere yönelik kırımın “Beyaz soykırım” ile devam ettiğini gösteriyor. “Beyaz Soykırımın” bir örneği de geçtiğimiz günlerde Urfa’da yaşandı. Urfa’ya 10 Km uzaklıkta bulunan ve eski Ermeni Köyü olan Germuş Köyü’ndeki Germuş Kilisesi Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın teklifiyle ve Bakanlar Kurulunun kararı Turizm Merkezi olarak ilan edilmişti. Karar 2011 yılında resmi gazetede yayımlandığı halde ne kilise korunmaya alındı ne de restore edildi. Bunlar yapılmadığı gibi kilisenin çevresindeki alan yani Germuş Köyü de imara açıldı. Tarihin yıkımını yaşayan Germuş Kilisesi ile köy şimdi de imara kurban edilmek isteniyor. Sit alanı harabe oldu Urfa’da kiliseler cami oldu Urfa Büyükşehir Belediyesi Meclis Üyesi Aliye Kızıldamar da sit alanı olarak ilan edilen bölgede restorasyon beklerken harabeyle karşılaştıklarını söyledi. Germuş Köyü ve Kilisesinin bulunduğu alan Dağeteği olarak adlandırıldığını ifade eden Kızıldamar, “Dağ Eteği geçtiğimiz yıl imara açılmıştı. İmar çalışmaları için köye gidildiğinde sit alanı olarak ilan edilen bölgenin de kilisenin de harabeye dönüştüğünü gördük. Bunu meclis toplantısında gündeme getirdiğimizde oraya ilişkin çalışmanın olduğunu söylediler. Ancak kilise hayvanlar için kullanıldığından berbat bir hale getirilmiş. Burası eski bir Ermeni Köyü bu kadar tahribatı hak etmiyor” dedi. “Tarihi ve inançlara saygısızlık var” “Tarihe ve inançlara saygısızlık var” diyen Kızıldamar, “Güya orada restorasyon yapılacaktı. 2013 yılından bu yana orada restorasyon olacağı söyleniyor ancak ortada hiçbir çalışma olmadığı gibi alan da kaderine terk edilmiş. Özellikle kilisede doku ve taşlar dağılmış pencereleri tuğlalarla kapatılmış. Ve karşı tarafında imar çalışmaları başlamış bile. Bölgede restorasyon yerine imar çalışmaları var. Dağeteği köyü ve kiliseyi de içerisine aldığı için karşı tarafta başlayan çalışmalar yakında kilisenin olduğu bölgeye de gelecektir. Kilisenin bir an önce korunmaya alınması gerekiyor. Germuş Kilisesi’nin olduğun alana dair restorasyon yerine imar çalışmaları başlatılırken kent merkezindeki iki Ermeni kilisesi de camiye çevrilmişti. Ermeni kiliselerinin camiye çevrilmesinin Ermenilerin yaşamış olduğu hemen her kentte görmek mümkün. Ancak restorasyon kararı alınan ve doğasına uygun davranılacağı söylenen kilisenin olduğu alanda yaşananları Ermeni Kültür ve Dayanışma Derneği’nden Sayat Tekir “Beyaz Soykırım” olarak adlandırıyor. Kültür ve Turizm Bakanlığı’nın ve Urfa’daki yerel kurumlarım turistik tanıtım broşürlerinde yer alan kilisenin halen restore edilmediği gibi bir de etrafının imara açılmasını köylüler de şaşkınlıkla karşıladı. Germuş Köyü sakinlerinden Mustafa Suyun ise köyün ve kilisenin daha önce definecilerin talanına uğradığını define arayanların hem tarihi yapıların bulunduğu köye hem de kiliseye zarar verdiğini söyledi. Kilisenin etrafının ve köyün sit alanı olarak ilan edilmesinin ardından kilise için bekçi tahsis edildiğini ancak bekçinin köye bile uğramadığını belirten Suyun, “Kilise böylece korunmaya alınacaktı. Ama kiliseyi şuan koruyan kimse olmadığı gibi köyden bazıları da tarihi dokusuna ve yapısına ters bir şekilde hayvanlar için kullanıyor. Burası sit alanı ilan edildiğinde kiliseyi restore edeceklerini söylediler. 3 yıldır beklediğimiz restore yerine köyün imara açıldığını öğrendik. İmar kararı tarihi yok edecektir” diye konuştu. Sit alanıydı Daha önce 900 hane olan ancak zamanla yaşanan göçlerle 20 haneye düşen Germuş Köyü hakkında bilgi veren Arkeolog Özlem Ekinbaş, Köyün hem Ermeni Köyü olması dolayısıyla korunmaya alınması gerektiğini söyledi. Germuş Kilisesi’nin Kilisenin kitabesi olmadığı için inşa tarihinin bilinmediğini ancak yapılan araştırmalara göre Ortaçağa dayanan bir tarihi olduğunu söyleyen Ekinbaş köydeki yapıların da tarihi olduğunu söyledi. Köyün daha önce “Kentsel arkeolojik sit alanı” olarak ilan edildiğini ifade eden Ekinbaş, bu karara rağmen köyün imara açılmasının kanuna aykırı olduğunu söyledi. Halk arasındaki ismiyle Germuş Kilisesi’nin köylüler tarafından hayvanlar için kullanıldığını belirten Ekinbaş, kiliseye dair alınan karar gereği 2013 yılında restorasyonun yapılması gerektiğini ancak hazırlanan projeye yeterli kaynak verilmediği için kilisenin yıkılmaya terk edildiğini ifade etti. 11 HDP ve Türkiyelileşme açılımının değeri BİLAL SAMBUR Fuat Masum ve Altan kardeşler Tercüman aracılığıyla konuşan dayı ve yeğenler ’’Irak Cumhurbaşkanı Fuad Masum, İstanbul ziyareti sırasında akrabalarıyla buluştu’’ Bu cümlenin belki ilk bakışta bir haber değeri yok, ama hüzünlü bir öykü olduğu, mutlulukla karışık buruk bir parçalanmış yaşamlar kesiti olduğu kuşkusuz. Bir süre önce Türkiye’yi ziyaret eden Masum, gittikten sonra aile hikayesi konuşulmaya başlandı. Buna göre Masum ve Türkiye kamouyunun yakından tanıdığı Altan ailesi yakın akraba. Bu gerçeğe ragmen ancak tercüman aracılığıyla anlaşabilen tarafların hikayesi, sınırların böldüğü coğrayanın da adeta trajedisi. Öyküye göre Çetin Altan’ın eşi Kerime Hanım, Irak Cumhurbaşkanı Fuat Masum’un yakın akrabası. Kerime Hanım Ankara’da Çetin Altan’ın babasının sekreterliğini yaptığı yıllarda tanışıp evlenmiş Çetin Altan ile. Mehmet ve Ahmet Altan kardeşlerin de yakın zamanda öğrendiği bu gerçek, Masum’un Altan kardeşlerle buluşmasından sonra daha çok konuşulmaya başlanmıştı. Yakın akrabalarından birinin bu gerçeğin peşine düşmesinin ardından Irak’ta bulunan akrabalarına ulaşmasıyla gerçeği kısmen öğrenmeye başladıklarını aktaran Mehmet Altan, konu hakkında BasHaber’in sorularını yanıtladı. Fuad Masum’la tam olarak akrabalık ilişkiniz nedir? Fuad Masum 1993 yılında ölen annem Kerime Altan ile kardeş çocukları. Şöyle de söyleyebilirim, benim anneannem Fuad Masum’un halası. ailemizin hikayesini anlatı. Anneannemi, büyük dayımı, kuzenlerimizi… Siz ne zaman ve kimden öğrendiniz bu akrabalık meselesini? Epey eskilerde, kuzenlerimden biri anne tarafımızın Irak’ta kalan akrabalarının peşine düştü ve sonunda onlara ulaştı. Akrabalar arası gelip gitmeler, ziyaretler oldu. Böylelikle birbirimizden haberdar olduk. Fuad Masum’un daha önce annenizle İstanbul’da görüştükleri doğru mu? Evet, o ziyaretlerden birinde de Fuad Masum annemi Basınköy’de ziyaret etmişti. Malesef bizler o görüşmede bulunamadık. Annenizin Kürdçe bildiğini bilir miydiniz? Bir aylık bile değilken Ankara’ya gelen annem maalesef Kürdçe bilmezdi. Türk basınında çıkan o detay doğru değil. Annemler Türkiye’ye geldiği sırada, Türkiye Irak’tan gelen Kürdleri kabul etmiyormuş, o yüzden uzun zaman Kürd olduklarını saklamak zorunda kalmışlar. İstanbul’da nerede, nasıl görüştünüz, kimler vardı? Fuad Masum, Barış Zirvesi için İstanbul’a geldiğinde çok gecikmiş saydığımız sıcak bir aile yemeği yedik. Kardeşi Maksud ve kızı Nesrin de yemekteydi. Bize Kürdistan’daki Neler hissettiniz? Doğrusu çok mutlu oldum. Annem de keşke görebilseydi diye düşündüm. Çok değerli bir buluşmaydı. Ahmet Altan bu görüşmede neler hissetti? Sanırım aynı şeyleri. O ayrıca büyük dayımın yani Fuad Masum’un babasının hikayesiyle de çok ilgilendi. Bizim anne tarafımızın erkekleri on iki kuşak boyunca din adamı olmuşlar. Büyük dayım hem din adamı hem de bir mücadeleci. Bize babasının Barzani ve Talabani ile katıldığı toplantılardaki resimlerini gösterdi. Büyük dayım Kürd mücadelesine katıldığı için bir yıl hapis yatmış ve o süreyi hücrede geçirmiş. Oraya gitmeyi, annenizin akrabalarının olduğu yerleri ziyaret etmeyi düşünüyor musunuz? Tabii, ilk fırsatta. Fuad Masum neler söyledi? Kendi yaşam hikayesi de olağanüstü zengin olan Fuad Masum anne tarafıyla ilgili bilmediklerimizi tüm ayrıntılarıyla anlattı. Ailemiz üzerinden geçmişin izlerini sürdük. Dünü bugüne bağladık. Belki de bu meselenin özü bu soruya vereceğniz cevapta gizli. Tercüman aracılığıyla mı anlaşıyordunuz? Evet. Türkiye, çok sert bir iktidar mücadelesinin yaşandığı bir dönemden geçmektedir. Seçim ve iktidar mücadelesi, birbirinin içine geçmiş durumdadır. Ak Parti hükümeti, Paralel yapı dediği Gülen örgütüyle mücadelesini son hız sürdürmektedir. Samanyolu medya grubu başkanı ve 75 kişi hakkında tahliye kararı verildi. Bu tahliye kararının Paralel yapının yargıdaki uzantıları tarafından verildiğine inanan hükümet, bunu yeni bir paralel operasyonu olarak değerlendirdi. Paralel yargının Pensilvanya’nın kontrol ve kumandasında olduğunu ifade eden hükümet yetkilileri, verilen kararın korsan bir yargı operasyonu olduğunu ifade ettiler. Verilen tahliye kararı, bir başka mahkemenin verdiği kararla iptal edildi. Hükümet ve paralel yapı arasında gerçekleşen iktidar mücadelesi, açık bir şekilde devlete kimin sahip olacağı kavgasının yansımasıdır. Paralel yapı, devlet içinde elde etmiş olduğu güç alanlarını bırakmaya niyetli olmadığını, son yargı operasyonuyla göstermiş olmaktadır. HDP, seçim sürecinde kendisinden en çok söz edilen parti konumundadır. HDP’nin parti olarak seçime katılma kararı vermesi, birçok kişi ve kesim tarafından şüpheyle karşılandı ve sorgulandı. HDP’nin Türkiyelileşmek açılımı ve bu açılımın çerçevesi olarak hazırlanan Yeni Yaşam isimli seçim bildirgesi kamuoyunda çok ilgi gördü ve tartışıldı. HDP’nin dış politika, çevre, din ve vicdan özgürlüğü, insan hakları, Ortadoğu, AB gibi birçok konu hakkında görüşlerini ifade ettiği çok boyutlu bir bildirge ortaya koyması, kamuoyunda sürpriz olarak karşılandı. HDP, direkt Kürt sorunuyla kendisini sınırlamak yerine Kürt sorununun çözümünü de kapsayan ilkeler ve anlayışlar çerçevesinde bütün Türkiye’ye hitap eden bir söylem ortaya koymaya çalışmaktadır. HDP’nin bu söylemi, Kürt hareketi Kürt sorunundan niye söz etmiyor eleştirilerine hedef olmakta, Türkiyelileşmeyi önüne hedef olarak koyan HDP’nin Kürdistani kimliğini unuttuğu şeklinde ağır itirazlara maruz kalmaktadır. Ak Parti, Yeni Türkiye Sözleşmesi adını verdiği seçim beyannamesinde çözüm sürecine hiç yermemekle eleştirildi. Daha sonra metinde çözüm sürecinin yer almaması teknik bir aksaklık olarak ifade edildi. Mevcut durumda Ak Parti, Kürt sorunu kavramını anlamsız bulmaktadır. Kürt sorunu çözülmüş bir sorundur ve bu kavramla bir sorundan bahsetmek bölücülük ve ayrımcılık anlamına gelmektedir. Ak Parti’nin gelmiş olduğu pozisyonu Kürt vardır, Kürt sorunu yoktur şeklinde ifade etmek mümkündür. Ağrı-Diyadin çatışması, çok kaygı yarattı ve birçok sorunun zihinlere takılmasına neden oldu. Bugünlerde Selahattin Demirtaş’ın abisi Nurettin Demirtaş’ın Kandil’deki resimleri yayınlanmaktadır. Selahattin Demirtaş’ın Cumhurbaşkanlığı seçiminden beri kamuoyunda oluşturduğu olumlu algı, samimiyetsiz ve ikiyüzlü şeklinde yeniden kurgulanmaya çalışılmaktadır. HDP’ye Batı illerinde siyasi çalışma yapma imkanlarının ortadan kaldırılmak istendiğine dair bir kanaat giderek kamuoyunun önemli bir bölümünde oluşmaktadır. HDP, Cihangir partisi veya dışarıdan dizayn ve kontrol edilen bir proje olarak etkisizleştirilmeye çalışılmaktadır. Mevcut şartlar altında HDP’nin barajı aşmasını istemeyen birçok güç ve odak bulunmaktadır. Partiler arasında siyasi rekabet normaldir ve gereklidir. Ancak siyasi partiler arasındaki rekabetin düşmanlığa dönüştürülmesi, çözüm süreci başta olmak üzere ülkenin geneline çok olumsuz yansımaktadır. Kişisel suçlamalar, karalamalar ve çekişmeler yerine, politikalar ve problemler üzerine yoğunlaşılmalı, bunlar üzerinden partiler birbiriyle yarışmalıdır. HDP’nin önünün kapatılması, seçim sonrası çözüm sürecinde tıkanmalara ve yeni problemlerin ortaya çımasına neden olabilir. Çözüm sürecinin çok önemli bir aktörü olan HDP’nin Türkiyelileşme açılımı, sadece bugün için değil, seçim sonrası içinde önemli imkanlar sunacaktır. 12 BasHaberSÖYLEŞİ 4 - 10 Mayıs12 2015 ARAŞTIRMA Şu feleğin işine bak! Ankara Marşı da Hesen Zirek’ten intihal Y Sedat Ulugana akın tarihe kadar yasaklar ve baskılara maruz kalan Kürd müziği, hakim devletlerin asimilasyoncu kültürleri tarafından talan edildi. Diğer parçalara nispeten biraz daha serbestiyet tanınan İran Kürdlerinden meşhur Kürd politikacılar, sanatçılar ve edebiyatçılar yetişti. Bunlardan biri de ses sanatçısı Hesen Zîrek. 1921 yılında Doğu Kürdistan’ının Bokan şehrinde doğan Hesen Zîrek, okuma yazma bilmiyordu. Kürdçe şarkı söylemenin yanı sıra bestecilik de yapıyordu. Dengbêjlik tarzının İran Kürdlerine has gırtlak yapısıyla şarkılar söyleyen Hesen Zîrek’in kurdo-arabesk türü bir müzik tarz yarattığı söylenebilir. Bu özgün Kürd sanatçının yaşamı da da en az sanatı kadar ilginç. Çocuk yaşta babası ölen ve annesi başkasıyla kaçan Zîrek sahipsiz kalır. Bir müddet köy köy dolaşıp karın tokluğuna şarkılar söyler. Gençliğinde ağa divanlarından dengbêjlik, muavinlik, meyhane garsonluğu gibi işler yapan Zîrek, yeteneğinin keşfedilmesiyle birlikte Irak’ta Kürdçe yayın yapan Bağdat Radyosu’na yönelir. Daha sonra İran’a dönüp Tahran Radyosu Kürdçe bölümünde çalışır. Yüzlerce şarkı ve beste yapar. Hayatında birkaç defa evlenen Zîrek, politikaya her zaman yakın durur. Bir süre hapiste de kalan Zîrek 1972 Haziranı’nda kanserden ölür. Tahran radyosunun sağladığı imkanlar Zîrek’in yaşam kalitesini yükseltse de, o içinde bulunduğu ruhsal buhranı atlatamaz. Doğduğu topraklara geri döner. 1940’lı yıllarda Hesen Zîrek Mahabad’tadır ve bir çayhane işletmektedir. Aynı zamanda şarkılarını taş plaklar aracılığı ile sevenlerine ulaştırabilmektedir. Mahabad’ta bulunduğu süre içinde, Qazî Mihemmed önderliğinde 1946’da kurulan Mahabad Kürd Cumhuriyeti’nin kuruluşuna da tanıklık etmiştir. İşte bu tanıklık üzerine bir taş plağında, daha önce bestelediği ve Mahabad Kürd Yayın Yönetmeni - Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Faysal Dağlı Editörler: İsmail Yıldız, Yeter Polat Haber Merkezi: Özcan Şahin, Çimen Gümüş, Rabia Çetin / Diyarbakır: Mustafa Turan / Ankara: Salih Batırhan Ruhi Su, Ankara marşı Hesen Zirek, Ey Niştîman Cumhuriyeti’ne ithaf ettiği “Ey Niştiman” (Ey Vatan) marşını okur. Marş içerik itibariyle ulusaldır. içerdiği, “Aryan Ülkesi” , “Ulus” , “Vatan” , “ Kürdistan Toprağı” , “Kahraman Peşmerge” , “ Zafer” gibi ifadeler itibariyle modern, seküler bir görünüme ve şekil olarak pek de seri olmayan bir söyleyiş tarzına sahiptir. Aslında Hesen Zîrek’in büyüleyici sesinin özgün bir ahenk kattığı ve böylece onunla özdeşleşen birkaç eserinden bir tanesidir “Ey Niştiman.” Ama gelin görün ki, Meşhur ‘Ankara Marşı’nın bestesi ile ‘Ey Niştiman‘nın bestesi tıpatıp aynıdır. Atatürk mitosunun yaratılmasından sonra bir çeşit, kendisine “marş ithaf etme yarışı” başlatan Kemalist rejimin türettiği söz konusu marşın sözleri için her ne kadar “anonim” denilse de marşın içerdiği sözcüklerin bir kısmı TDK’nin 1950 sonrası “öz Türkçeleştirme” envanterine mensup… Yani marş pek de masum görünmüyor. Marş son 40 yılda Ruhi Su’dan tutun Zülfü Livaneli’ye kadar bir dizi Türk sanatçı tarafından okunmuş. Türkiye’de yolu ilkokuldan geçen her vatandaş bu marşı ezberlemiş, an itibari İmtiyaz Sahibi: Basnews Medya Ltd. Şti. adına Faysal Dağlı Sahibi: Botan Tahsin Hukuk Danışmanı: Av. Hamiyet Çelebi İdare Müdürü: Esin Alp Görsel Yönetmen: Alp Tekin Babaç, Hüseyin Ünal ile hepsini değilse de ilk kıtasını söz konusu kitle ezbere bilir. Ankara’nın taşına bak Gözlerimin yaşına bak Anonim denilse de, ‘Ankara Marşı’, TRT Ankara Radyosu’nun folklor derleyicisi Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiş ve Cengiz Kurt tarafından notalanmıştır. Radyo arşivinde ise, marşın “kaynak şahıs” hanesinde “Konservatuar İnceleme Heyeti” yazıyor. Ankara marşının derleyicisi Muzaffer Sarısözen’in 1940 yılından sonra TRT’de işe başladığını ve besteci Cengiz Kurt’un da 1960 doğumlu olduğunu göz önüne aldığımızda , marşın iddia ettiğimiz intihal olma durumu kuvvetleniyor. Kaldı ki hiçbir yerde, bestenin sahibinden bahsedilmiyor. Anlayacağınız, Neşat Ertaş’ın Sovyet Kürdü Rustemê Îsko’ya yaptığını, Ankara Radyosu da Hesen Zîrek’e yapıyor. Bestesini kendisine mal ediyor. Hesen Zîrek’in çalınan tek eseri bu değil… Zîrek’in “Yallah Şofêr” adlı şarkısı da İbrahim Tatlıses tarafından okunmuş, şarkının kaynak şahıs hanesine de “anonim” ibaresi yazılmıştır. Araştırma sonucu belirledik ki, bu şarkının derleyicisi olarak, 1970’li yıllarda Türk vatandaşlığına geçip TRT’de çalışan ünlü sanatçı Kerküklü Türkmen Abdurahman Kızılay’ın ismi geçmektedir. Yani anlayacağınız, Kerküklü Abdurahman Kızılay Hesen Zîrek’in şarkısını “derleme” olarak gösterip Türkçeleştirmiş ve şarkının “hak sahibi” olmuştur. İbrahim Tatlıses’in bu şarkı için kendisine telif Tel: +90 212 243 27 60 Fax: +90 212 243 27 79 E-mail: turkce@basnews.com www.basnews.com Meşelik Sk. No:22 D/3 Beyoğlu/İST Baskı: İhlas Matbaası-Yenibosna/İST BasHaber/BasNûçe Gazetesi’nde yayınlanan haber, yazı ve fotoğrafların her türlü telif hakkı Basnews Medya Limited Şirketi’ne aittir. hakkı ödeyip ödemediğini de şimdilik bilmiyoruz. Yine Zîrek’in “Eman Doxtor” adlı şarkısı da meçhul şahıslar tarafından Türkçeleştirilip aynı ezgi ile söylenmiştir. Her geçen gün Kürdolojiye dair çalışmalar biraz daha artmaktadır. Bu gidişle, çalışmalara paralel olarak böylesi tespitlerin sayısı da gün geçtikçe artacaktır. Bu tespitlerimiz “iddia” mahiyetinde kime ya da kimlere havale edilecek göreceğiz… Cengiz Kurt’a mı yoksa İbrahim Tatlıses’e mi? Bence ikisi de yetmez, TRT radyosu ve emekli olmuş sabık “folklor derleme heyeti” ne de havale etmeliler… Hesen Zîrek’in söz konusu eserlerinin Kürdçe orijinalleri ile ‚intihal halleri’ için aşağıdaki linklere bakılabilir. Hesen Zirek’in “Ey Niştiman“ marşı https://www.youtube.com/ watch?v=058LEPNppjw Ruhi Su’yun okuduğu Ankara Marşı: https://www.youtube.com/ watch?v=39SjiwAxrQg Zülfü Livaneli’nin okuduğu Ankara Marşı: https://www.youtube.com/ watch?v=DbAN3LpCClg Hesen Zirek’in “Yallah Şöfür“ şarkısı https://www.youtube.com/ watch?v=5baAUdoinoQ Yallah Şöfür“ şarkısı İ. Tatlıses’in sesi ve Türkçesi ile https://www.youtube.com/ watch?v=JAlnpmae-1c Hesen Zirek’in “Eman Doktor“ şarkısı https://www.youtube.com/ watch?v=fT9Ouhatxpw “Doktor Civanim“ şarkısı Yaprak Çetin’in sesi ve Türkçesi ile https://www.youtube.com/ watch?v=zTBwAACZIZQ HABER BasHaber 4 - 10 Mayıs 2015 13 SÖYLEŞİ Bextiyar Eli Kürdçe’nin Nobel adayı S üleymaniye Kürdlerinden olan ve Kürdlerin en ünlü romancısı kabul edilen Bextiyar Eli, geçtiğimiz günlerde Ankara’da BasNews ve Avesta Yayınları’nın ortak düzenlediği söyleşinin konuğu oldu. ‘Şiddet Çağında Edebiyat’ konulu söyleşide Eli, dünya romanlarından örneklerle edebiyata konu olan şiddete dikkat çekiyor. Kürd öykücü Şêrzad Hesen’in ‘Nobel almayı hak ediyor’ dediği Eli, şiddet dilinin dünya edebiyatının tamamında kullanıldığını ve bugünkü şiddeti beslediğini savunuyor. Romanlarını Soranice yazan Eli’nin Kurmanciye çevrilen 4 romanı bulunuyor. Kuzey Kürdistan’da da geniş bir okur kitlesine sahip olan Eli, BasHaber Gazetesinin Şubat 2015’te Diyarbakır’da düzenlediği “SykesPicot Anlaşması’nın 100.yılında Ortadoğu ve Kürdistan Perpektifleri“ konulu uluslararası panele de katılmıştı. Beşikçi: Ulus inşasında tercüme önemli Bextiyar Eli’nin kitaplarının Kurmanci’ye çevrilmesinin Kürd dili ve edebiyatı konusundaki önemini, Ankara’daki söyleşiye katılan Sosyolog-Yazar İsmail Beşikçi’ye de sorduk. Beşikçi ulus inşa süreçlerinde tercüme faaliyetlerinin rolüne vurgu yaparak İngilizce, Almanca, Rusça, İspanyolca ve İtalyanca dillerinden Kürdçe’ye, Kürdçe’den de bu dillere tercümelerin yapılmasının önemli olduğunu belirtti. Beşikçi şunları söyledi: “Bu tercümeler Kürd dilinin gelişmesinde etkili olacaktır. Bu arada Soranice’den, Kurmanci’ye, Kurmanci’den Soranice’ye tercümeler yapılması da ulusal bilincin gelişmesini sağlayacaktır. Romancı Bextiyar Eli’nin kitaplarını okumadığım için romancılığına dair fikir ileri sürmem mümkün değil. Ancak söyleşide dile getirdiği, şiddet kavramını çeşitli süreçler içinde değerlendirmek gerekir. Örneğin, ulusal kurtuluş mücadelelerinde de şiddet vardır. Bu kanımca haklı bir şiddettir. Daha doğrusu gösterilmesi gereken bir şiddettir.” Baxtiyar Eli’nin kitapları yakında Türkçe’de Bextiyar Eli’nin kitaplarının geç çevrilmesi özellikle Kurmanci okur açısından büyük bir boşluk olarak nitelendiriliyordu. Kürd yayınevlerinin tamamının çevirip basmak konusunda bir iştaha sahip olduğu Eli’nin kitapları Soranice dışında bazı dünya dillerine de çevirilmişti. Kurmanci’ye ise Avesta Yayınları tarafından kazandırıldı. Şu ana kadar 3 eseri Kurmanci’ye kazandırılan Bextiyar Eli, yakında Türkçe okurun da beğenisine sunulacak. Alınan bilgilere göre Doğan kitap, Eli’nin kitaplarını Türkçe basmak konusunda hazırlık yapıyor. Avesta Kitap tarafından yayınlanan 3 kitabı kısa sürede yoğun ilgi ile karşılanan Bextiyar Eli’nin iki kitabınının da yayına hazırlandığını ifade eden Avesta Yayınları Yönetmeni Abdullah Keskin ise, bir boşluğu doldurmanın sevincini yaşadıklarını ifade ediyor. Bextiyar Eli’nin Kurmanci yayınlanmasının Kürd edebiyatına ilgiyi de arttırdığını Bextiyar Eli İsmail Beşikçi ile ve Eli’nin yoğun bir takipçi kitlesi olduğunu aktaran Keskin, tanıtım ve reklam konusundaki sıkıntıların bu heyecanı zayıflattığına dikkat çekti. Basılan kitaplara ilginin bu güne kadarki Kürd edebiyatı ilgisinin çok üzerinde olduğunu sözlerine ekleyen Keskin, lehçeler arasındaki çevirinin yetersiz olduğunu ve bu anlamda daha çok iş yapılmasına ihtiyaç olduğunu söyledi. Eli, eserlerinin yayınlanmasıyla birlikte Türkiye ve Kuzey Kürdistan’daki edebiyat çevresine renk kattıklarını dile getiren Keskin şu ana kadar, “Qesra Balindeyên Xemgîn”, “Apê Min Cemşîd Xan ku hertim bê ew li ber xwe xwe Dibir” ve “Êvara Perwaneyê” isimli kitaplarını Kurmanci’ye kazandırdıklarını söyledi. Keskin, iki kitabın da yayına hazırlandığını aktardı. Bextiyar Eli’nin Kuzey’de pek fazla bilinmemesinin, kültürel meselelere değinen medya haberlerinin eksikliği ve kullanılan alfabelerin farklı olmasından kaynaklandığına dikkat çeken Keskin, “Bextiyar burada olmamasına rağmen ve kitabı çeviri olmasına rağmen, kısa sürede ciddi bir ilgi ile karşılaştı. İlk kitap bitti, ikinci baskıya geçtik. Diğerlerinin de çalışmalarına başlandı. Çok büyük bir çaba gösterilmeden bütün bu kitaplar tek tek okurun kendisinin gidip alması ile tükendi” diyerek bunun Kürd edebiyatı için önemli bir gelişme olduğunu sözlerine ekledi. Bu arada internet ortamındaki en büyük kitap sitelerinin verilerine göre Eli’nin basılan kitapları tamamen tükenmiş durumda. 13 Kaza sonucu SENNUR BAYBUĞA ‘Suyun balığı balığın suyu kirlettiği bir denizin ortasında’ böyle başlayan bir şiir okumuştum tam 21 yıl evvel, bir hastanede doktoru beklerken bulduğum tıp dergisinde. Yazarının doktor olduğunu sanıyorum uzunca bir şiirdi neredeyse tümünü ezbere hatırlıyor gibiyim. Pek bir korkutucu gelmişti o zamanlar, bulunduğum atmosferden olsa gerek. Şimdi ve yıllar sonra bu dize nereden aklıma geldi, bugün 1 Mayıs, ayağımın kırıldığı altı yıl evveli saymazsak 18 yaşından beri tüm 1 Mayıslarım sokakta geçti, korsan eylemlerde, Taksim’e çıkmaya çalıştığımız gençlik yıllarımda, sonra ilk izin verilen yasal mitingler, Pendik, Gaziosmanpaşa, sonra Taksim yasal mitingleri ve sonra bugün. Ofisim Osmanbey’in hemen orta yerinde cadde üstünde. Birkaç yıl caddeden yaralı topladık büroya. Kendi deneyimlerimden biliyorum, bir eylem sahasında evlerden birinden birisi, sizi içeri alıyorsa saldırı anında işte orada o kadar çok inanırsızınız ki yaptığınız işe, öyle bir ruh hali içinde olursunuz ki adeta devrim, sizi ve halkı oluşturur. Büroma yaralı gençleri alırken yaşattığımı sandığım duygu bu idi. Gazla yaralanmış, sıkışmışlar. Bir kapı açılıyor, birileri onları içeri alıyor, girdikleri dairede 1 Mayıs marşları, çaylar, kahveler ve onlar gibi insanlar. Ve bugün; başka bir şey yazmak isterken, ellerimin beni götürdüğü 1 Mayıs yazısına doğru gidiyor muyum. Sosyalizmin eğitiminden geçmiş benim gibi bir küçük burjuva ne kadar hakikatın peşine sığ bir yolculuk yapmaya çalışırsa çalışsın, iki şarkı, üç eylem, bir resmi günde bu hale gelir.! Mayıs bizim bayramımızdı, ama direniş var ise, neşe var ise değil. Bunun anlamı bizim için çatışmadır, devletle karşı karşıya gelmedir, halaydır ama isyanı olan halaydır, başka miting alanlarının halaylarına benzemez 1 Mayısın halayları, oradaki isyanı başka yerde kodlayamazsın, kodlamaya kalkarsan ben eve kapanırım, buradan katılmadığım bir mayısın yazısını yazarım. Son zamanlarda ülkede yükseldiği söylenen muhalefet etme biçimine itirazlarımın olduğunu saklamayacağım, huzursuzluk benim gibi insanların peşini bırakmayan bir garip ruh halidir. Siyasetin insan denen hakikatle arasına hamaset mesafesini koyduğu her durumun beni bu alandan uzaklaştırdığını da gizleyecek değilim. Ölümün rekabet haline dönüştürüldüğü ve ölülerin açtığı yolun siyasetinin yapıldığı her duruma itirazım var, yaşayanlara söz söylemeyen ve sözünün arkasında da durmayı başaramayan her işe de itirazım var. Bu hafta tüm dergilerde yine 1 Mayıs yazılarını okudum, bana hangisinde ne okudun diye sorarsanız cevap verebilecek durumda bile değilim, bir tek Aydemir Güler’in tüm Türkiye soluna cahil dediği yazıyı hatırlıyorum, en eğitimsiz, gizlemeden yazmayı başaranı oydu sanırım. Herkes aşağı yukarı aynı şeyi söyler, bizim solun dergileri ve yazarlarının tümünde tarihi kendi ile tanımlama hastalığı bilinmeyen bir şey değildir. Birlik, mücadele ve dayanışma günü ile ilgili olarak yazılan bu yazıların bile birbirini ne kadar mahkum ettiğine bakarsak, işçilerin çalıştıkları yerlerde gidin la başımızdan demekte ne kadar haklı olduklarını anlamak mümkündür. Solun, işçi ile kurduğu ilişki de birbiri ile kurduğu ilişkinin aynısıdır, ne siyaset ediş biçimimizde işçi vardır—teorisinden bağımsız olarak söylüyorum biçim diyorum dikkat ediniz lütfen- ve ne de dayanışma anlayışımızda biz varızdır. Her tarih kendi küçük kabilesinde yazılır bu ülkede, ben de yazdım, yıllarca da okudum yalan değil. Ama şimdi, başarabilme yeteneğimi kaybettim sanki. Bir yandan televizyonda İstanbul 1 Mayıs sokaklarını izliyor, bir yandan da bu yazıyı yazmaya çalışıyorken, hem orada olmanın gerçeği ile bağlantısız özlemi ve arzusu ve hem de orada olanlara karşı duyduğum garip bir kırgınlık içindeyim. Birbirimize ve yıllardır yaptığımız her şeye ve herkese rağmen yaptığımız her şeyin, hayatımızı bizi riske atan her şeyin ama her şeyin ne kadar niyetimiz ortada olursa olsun onu aşan ve git gide bir başka şeye dönüşen, beni yabancılaştıran ruh hali içindeyim. Birbirine sürekli düşman sola, kırıldım ben, birbirine sürekli düşman siyaset, birbirine sürekli yabancılaşan insanın, yaptığı her işe kırıldım ben.‘Eleştirilerin silahı, silahların eleştirisine dönüştüğü zaman’ böyle de bir sözü hatırladım devrim ve sosyalizm tarihinden şimdi. Bu kırgınlık elbette geçecek ama kırıp dökmemek için çekilmek gerek. Yaşasın 1 Mayıs. 14 BasHaberSÖYLEŞİ 4 - 10 Mayıs14 2015 HABER Japonya Kürdleri D Kürdleri tanıdılar ülkesi Japonya’da başlangıçta en ağır işlerde çalışarak, sonraları ise evlilik yoluyla Japonlarla kaynaştılar. Genellikle Saitama Eyaleti Kawaguchi İlçesi ve Warabi istasyonuna yakın bölgelerde yoğunlaşan Kürdlerin büyük bir bölümü Maraş, Adıyaman, Urfa, Ağrı, Iğdır, Diyarbakır, Hakkari, Batman gibi illerden göç edenlerden oluşuyor. Bugüne kadar çeşitli sosyal, siyasal ve kültürel faaliyetler yürüten Kürdler ilk Newroz Bayramı kutlamasını ise 1995 yılında gerçekleştirdi. Japonya’ya Kürd Enstitüsü Kürdistan’a Japonoloji Projesi Japonya’da bulunan ve 6 yıldan beridir aktif bir şekilde bir takım diplomatik çalışmalar başta olmak üzere çeşitli çalışmalar yürüten Japon Kürd Dostluk Derneği, Kürdler açısından son yıllarda ciddi çalışmalar yürütüyor. Erbil’de de bir şubesi bulunan derneğin kurucu üyesi ve sekreteri Vakkas Çolak, şu an Selahaddin Üniversitesi’nde Japon merkezi, Japonoloji bölümlerinin açılması için çalışmalar yürüttüklerini söyledi. Bunun için bir gramer kitabı yazdıklarını ve sözlük çalışması yaptıklarını dile getiren Çolak, ayrıca Tokyo veya Japonya Kürd Enstitüsü kurmayı planladıklarını söyledi. Aynı zamanda lobi faaliyetleri de yürüten Çolak, Arap ve Türk lobilerinin çok güçlü olmasından dolayı onların gözüyle Kürdlerin değerlendirildiğine dikkat çekti. Bu konuda yapılan çalışmalardan sonuç aldıklarını belirten Çolak, yürüttükleri çalışmaların yavaş yavaş sonuç vermeye başladığını ve karşılıklı olarak temsilcilikler açmaya çalıştıklarını kaydetti. Kürd çocuklara seçmeli Kürdçe ders Yaklaşık 100 Kürd çocuğunun ilkokula gittiğini belirten Çolak, Kürdçe eğitim konusunda belediye ile görüştüklerini ve öğrencilerin bir arada olması durumunda anadillerinde seçmeli ders verme imkanı tanıdıklarını söyleyerek, “Bir plan veya taslak yapıp sunmalıyız. O konuda destek verecekler. Kültür hususunda engelleyici bir durum söz konusu değil. Çocuklarımız ağırlıklı olarak iki okula gidiyor. Planlamamızı bitirirsek bu iki okulda Kürdçeyi seçmeli ders yapacağız” dedi. ‘Japonya ile diplomatik ilişkilerimizi geliştiriyoruz’ Japonya’nın Kürdistan ile petrol alışverişi konusunda merkezi hükümeti dikkate aldığını kaydeden Çolak, “Ekonomik çıkarlar ön planda. Bir diğeri dışişlerinde Arapları seven ve bağlantıları yıllarca devam edenlerin sayısı çok olduğundan Kürdlere yönelik siyasette de etkili oluyorlar” dedi. Japonların, Kürdleri IŞİD saldırıları ve Kobanê direnişi vesilesiyle tanımaya başladıklarını sözlerine ekleyen Çolak, şöyle devam etti: “Diplomatik ilişkilerimizi geliştiriyoruz. Fakat ekonomik ilişkiler sıfır noktasında. Basra’ya milyarlarca dolarlık yatırım yaptığı için diğer bölgelere karşı gözü kapalı. Bu nedenle Kürdlerle herhangi bir ticari alış verişi yoktur. Ama Hewler’in su arıtma ve kanalizasyon sistemini yapmak için bir anlaşma sağlandı. Hastane, birkaç küçük ölçekli elektrik santrali ve bir de baraj var. Maddi yardımları var bunu ise sadece merkezi hükümet ve BM aracılığıyla yapıyor. Şu ana kadar doğrudan yardım söz konusu değil. Fakat geçtiğimiz günlerde görüştüğümüz hükümet sözcüsü bu yıl ki bütçeden 90 milyon dolarlık bir yardımda bulunacaklarını söyledi.” Petrol alışverişi konusunda ileride Kürdlerle işbirliği yapabilirler mi şeklindeki soruya, kısa bir süre önce gerçekleştirdikleri görüşmeden edindiği izlenimi aktaran Çolak, “Öyle bir düşünceleri var. Ama şu andaki bütün siyasetleri merkezi hükümet üzerindedir. Bizim görüştüğümüz bakanlık yetkilileri bize ‘eğer boru hatları Bağdat üzerinde olursa veya Kürdistan petrolü Basra’ya gelirse oradan alabiliriz’ diyor. Ceyhan’dan almak gibi bir fikirleri yok. Fakat ileride kendileri alıp başka ülkelere satma gibi bir fikirleri var” yanıtını verdi. 2009 yılında kurulan Japonya Kürdistan Dostluk Derneği, siyasi ilişkileri yürütme rolü almış. Japonya ile KBY arasındaki sosyal, siyasi, kültürel ve ekonomik ilişkileri geliştirmeyi hedefleyen derneğe daha önce ticaret ve maliye bakanlığı, parti başkanlığı yapmış kişiler destek veriyor. Japonya’da Kürdlerin bağımsızlığını ilan etmeleri için lobi oluşturulduğunu kaydeden Çolak, “Artık Japonya Parlamentosu’nda Kürdleri tanıyan insanlar var. Japonya’nın dış politikasının Amerika’ya endeksli olması ve özellikle Arap ülkeleri ile olan ekonomik ve enerji ilişkileri Kürdlerin önemini arka plana itmiş. Fakat IŞİD saldırılarından sonra Kürdlerin demokrasisiyle, parlamenter sistemi ve hiçbir etnik, dini ayrımcılığın olmadığını ve bir model olduğunu görmeye başladılar. Kürdleri bütünlüklü olarak değil de daha ziyade İran, Irak, Türkiye ve Suriye ile ilgili ele alıyorlar” dedi. ‘Bağımsızlık istiyoruz’ Japonlar olarak Kürdlerle ilgili yeterince bilgi sahibi olmadıklarına işaret eden Japonya Kürdistan Dostluk Derneği Başkanı Akinobu Kinoshita ise, “Japon toplumunun anlamasına yönelik bir kitap projem var. Bunu ilgili yerleri aydınlatmak için kullanacağız. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra emperyalist ülkelerin sömürgesi altında bulunan bütün Asya ülkeleri bağımsızlıklarını ilan ettiler. Sadece Kürdler bunu gerçekleştiremedi. Biz bunun gerçekleşmesini istiyoruz. Kürdler Ortadoğu için bir model. Kürdistan Bölgesi’nde dini, etnik, kültürel bir ayrımcılık yok. Parlamentoda temsiliyetleri var. Okullarda herkesin eğitim hakkı var. Kürdistanı Ortadoğu için bir demokrasi modeli olarak görüyor ve bağımsız olmasını istiyoruz” diye konuştu. 15 ÇAÇAV Samurayların 2 bin Kürd konuğu ünyanın farklı bölgelerine dağılan Kürd toplulukları arasında en ilginçlerinden biri Japonaya’da yaşayan Kürd diasporası. Uzak Doğu’ya göç eden Kürdlerin binlerce kilometre uzaktaki yaşamları ve kültürel ısrarları dikkat çekiyor. Japonya’ya yerleşen, kendi dil ve kültürleri ile asimilasyona direnen Kürdlerin gözü kulağı ise Kürdistan ve bağımsızlıkta. Yerleşik yaşam tarzları ile bilinen ancak maruz kaldıkları politik şiddet ve işgal nedeni ile nüfuslarının büyük kısmı kendi ülkesi dışına göçen Kürd topluluklarınından biri de Japonya’ya yerleşmiş duruda. Dünyanın 6 kıtasındaki birçok ülkede görmenin mümkün olduğu Kürdler Uzak Doğu’da da gelenek ve kültürlerini koruma savaşı veriyor deyim yerindeyse. Sayıları 2 bini aşan Japonya’daki Kürdler, kendi ananeleri ve dilleri ile yaşamlarını sürdürüyor. Japonya’dan Kürdistan’daki gelişmeleri dikkatle izleyen Kürdler, yürüttükleri lobi çalışmaları ile de büyük bir yol kat etmiş görünüyor. Japonya Kürd Kültür Derneği ile Japonya Kürdistan Dostluk Derneği gibi kurumları olan Kürdler, bu derneklerde Kürdçe dil eğitiminin yanı sıra kimi kültürel çalışmalar da yürütüyor. Japonlar, genel olarak Kürdlerden pek haberdar olmasalar da Kürdlere özel ilgi duyanları da var. 30 yıla yakın bir süredir Japonya’da yaşayan Kürdlerin sıkıntılarının başında ise, ülkenin mülteci politikasından dolayı hala oturum alamamaları geliyor. Bazı Kürd dostu Japonlar ise Kürd Edebiyat Araştırma Grubu gibi çalışmalar başlatarak, Japonları adını duymadıkları, bilmedikleri Kürdlerden haberdar etmeye çalışıyor. Bunların başında araştırmacı gazeteci Kiyoshi Nakagawa, Ayumi Takeda, Akihiko Yamaguci ve fotoğrafçı yazar Noriko Matsuura geliyor. Araştırmacılar, Kürdler ile ilgili çok sayıda kitap, çeviri, teks, film ve farklı etkinlikler yapıyor. Japonya Kürdleri, IŞİD’in Japon bir gazeteciyi katletmesi sonrasında yeniden gündeme geldi. Kürdlerin IŞİD’e karşı mücadeleleri bu ülkede hayranlıkla karşılanıyor. Japonya’ya çoğunlukla Kuzey Kürdistan’dan göç eden Kürdler, burada da dünyanın herhangi bir yerinde Kürdlere karşı geliştirilen saldırılara tepki göstermekte tereddüt etmiyor. “Dünyanın neresinde olursa olsun, Kürdlere yapılan zulme karşılık vereceğiz” mesajları veren Japonya Kürdlerinin bu günlerdeki en önemli gündemi bağımsızlık meselesi. Şimdilerde Türkiye’deki seçimlerden dolayı kendi içlerinde seçim hazırlığı yapan Japonya Kürdlerinin, Kobanê için başlattıkları yardım kampanyası da devam ediyor. Öte yandan mültecilik hakları mücadelesi de yürüten Kürdler, yasal göçmenlik statüsü kazanmak için mahkemelerde uzun yıllar süren hukuk mücadelesi veriyor. Yaklaşık 30 yıldır Kürdlerin göç ettiği bir ülke olan Samurayların HABER BasHaber 4 - 10 Mayıs 2015 15 SÖYLEŞİ Çocukların yargıdaki nöbetçisi! T Laser Mario ürkiye’de kendini ifade edecek alan bulamayan ve toplumsal bilinçsizliğin sonucu olarak en çok bedel ödeyen kesim kuşkusuz çocuklar. Savaşın ve siyasetin doğurduğu olumsuz sonuçlardan ve toplumsal olaylardan, dolaylı veya doğrudan en çok etkilenenler çocuklar olmasına rağmen onların psikolojik, pedagojik ve sosyal anlamda bu açığını kapatacak yeterli alan bulunmuyor. Duyarsızlık ve kendilerini yeterince koruyamamanın getirdiği olumsuz sonuçlardan biri de çocukların ‘suç’ işlemeye itilmesi. Gerek yasaların çocuklar hesaba katılmadan hazırlanması gerekse eğitim ve çalışma alanlarındaki yetersizlikler sonucunda Türkiye’de suça itilen çocukların sayısı, 2014 verilerine göre 21 bin 661 olarak tespit edildi. Korkutucu boyutlara ulaşan bu rakam kendisiyle birlikte suça itilen çocuğun geri kazanımı ve yargılama aşamasında çocuğa yaklaşımın nasıl gerçekleştiği tartışmalarını da beraberinde getiriyor. Yargılama aşamasında çocuğa karşı ceza odaklı bir yaklaşım sergileyen yargı mekanizması, önleyici tedbir almak yerine tersine bir tavır sergiliyor. Kimi zaman çocuğa karşı yetişkinlere uygulanan mekanizmalar devreye sokuluyor, kimi zaman çocuğa uygulanan şiddeti görmezden gelerek ve bunu cezasız bırakarak çocukların mağdur edilmesine yol açılıyor. Türkiye’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin ise ne kadar uygulandığı ve sorumlulukların ne kadar yerine getirildiği ise tartışma konusu. Suça itilen çocukların sayısının giderek arttığı gözlemlenirken, hukuki açıdan yaklaşımların ne derecede yeterli olduğu ve duyarlılık ise tartışılmıyor. Bu konudaki eksiklikleri gidermek, adalet sistemine katılan çocuğun maruz kaldığı haksızlıkları dile getirmek için yakın zamanda Çocuk Alanında Çalışan Avukatlar Ağı (ÇAÇAV) adıyla çalışma yürütecek bir girişim işe başladı. Kısa sürede olumlu tepkiler alan ve 100’e yakın üyeye ulaşan bu ağ ile hukuk sisteminde çocukların daha görülebilir kılınması için çalışmalar yürütülüyor. ÇAÇAV Genel Koordinatörü Şahin Antakyalıoğlu, ÇAÇAV’ın kuruluş amacını, kurulmasında etkili olan ihtiyacı ve yargı sisteminde çocukların uğradıkları haksızlıklar konusunu BasHaber’e değerlendirdi. Amaçlarının çocuk haklarının savunuculuğunu yapmak olarak ifade eden Antakyalıoğlu, bu hakların uygulanabilir olması için çalışacaklarını, çocuğa ve ailesine hak ihlalleri kapsamında destek vereceklerini söyledi. Barolarda çocuklara yönelik kurul ve komisyonların eksikliğine dikkat çeken Antakyalıoğlu, çocuk alanında çalışan avukatların az olduğunun altını çizerek, “Bu alanda çalışan üye sayısını arttırmak, meslektaşlarımızın ilgisini çekmek ve kapasitesini arttırmak, barolarda çocuk hakları kurul ve komisyonları kurulmasını sağlamak istiyoruz. Çocuk alanında çalışan avukat sayısı yetersiz. Bu alanda, uzman ve mevzuata hakim avukat sayısı az olduğu için böyle bir ihtiyaç hissettik. Aynı zamanda sivil toplum kuruluşlarına danışmanlık hizmeti verecek ve bu yönde ağ ve platformları güçlendirmeye çalışacağız” dedi. Çocuk alanında çalışan avukat az Çocuk alanında çalışan avukat sayısının az olması ve ÇAÇAV’ın henüz kurulmuş olması nedeniyle şimdilik Türkiye genelinde 100’e yakın üyesi bulunuyor. Kısa sürede üye sayısının artması beklenirken şimdiden birçok ilin barosunda eğitimler verilmeye başlanmış bulunuyor. Üyelerin hepsinin gönüllü olarak çalıştığını aktaran Antakyalıoğlu, “Bunların bir kısmı pasif ama çeşitli illerde hak ihlallerini tespit edip raporluyorlar. Gerektiğinde bu çocuklara destek verilmesi için çalışıyorlar. Meslektaşlar arasında bir destek sağlanıyor ve birbirimize, bu yönde bilgi ve tecrübelerimizi aktarıyoruz. Çocuk adalet sistemine giren çocuklar güçlendiriliyor” diyerek farklı hak ihlallerine uğramalarının engellendiğini dile getirdi. Özellikle CMK kararlarının mağduru olan çocukların birçok kez yetişkinlere uygulanan yargılama tutumunun çocuklara da uygulandığına şahit oluyoruz. ‘Taş atan çocuklar’ sıfatıyla Türkiye gündeminde sıkça yer alan mağdur çocuklara verilen cezaların kimi zaman yetişkinlere uygulanandan daha fazla olması ise adalet sisteminde çocuk olmanın herhangi bir şey değiştirmediğini gösteriyor. Çocuklar yetişkin gibi yargılanıyor Çocuk ve yetişkin yargılama sistemlerinin birbirinden farklı olduğunu ama yargı mensuplarının çoğu zaman yetişkinlere dönük uyguladıkları tutumu çocuklara da sergilediklerini hatırlatan Antakyalıoğlu, çocukların ulusal ve uluslararası hak ve anlaşmalardan kaynaklanan farklı haklara sahip olduğunu ifade ediyor. Çocuğun yargı sisteminde yüksek yararını sağlamaya çalışacaklarının altını çizen Antakyalıoğlu konuyla ilgili, “ÇAÇAV olarak çocuk adalet Uygulayıcıların eksiklikleri cezasızlığı getiriyor Uygulayıcıların eğitim almadıklarını, alanların ise yasanın özünü ve felsefesini anlamadan çeşitli hak ihlalleri gerçekleştirdiğini söyleyen Antakyalıoğlu, bunun özümsetilmesi ve felsefesinin anlatılması gerektiğini vurguladı. Antakyalıoğlu, uygulayıcıların eksikliklerini şöyle ifade etti; “Birebir sadece maddeyi okumak yetmiyor. Yani çocuğa şiddetin yasak olduğunu bilmesine rağmen, bir kurumdaki idari çalışanlar, şiddet uygulayabiliyor ve bir cezasızlık ortaya çıkıyor. Bazıları ise bir tokat atmak veya kulak çekmeyi şiddet olarak görmeyebiliyor ve esnek davrandığı için bu olay cezasız kalabiliyor. Maalesef bu alanda yer alan uzmanlar da çocuğa yardım etmiş gibi davranıyorlar. Halbuki gerçekten yardım etmiş değil. Sadece kanun öyle emrediyor diye orada fiziksel olarak bulunuyor, dolayısıyla bir hizmet kusuru ortaya çıkıyor.” sistemi temel ilkelerinin uygulanmasını sağlamaya çalışıyoruz. Çocuğa duyarlı ve çocuk dostu tutum ve davranışlar sağlanmalı, çocuğa özgü yapılar oluşturulmalıdır. Bu yüzden çocuğu mümkün mertebe daha fazla yıpranmadan sistemin dışına çıkarmak gerekiyor” dedi. BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin uygulamada nasıl bir işlev gördüğünü de değerlendiren Antakyalıoğlu, bu anlaşmayla çocuğun her türlü ihmal ve istismardan korunması için adli sorumluluklar yüklendiğini ama bunun birçok kez ihmal edildiğini söyledi. Antakyalıoğlu konuşmasının devamında, “Bu hükümleri içeren temel ilkeler içerisinde doğru düzgün uygulanan yok. Çocukların yararı için birçok yenilik yapılması gerekiyor. Yönergelerin buna göre düzenlenmesi gerekiyor. Çocukların mağduriyetine neden olan birçok hak ihlali söz konusu, bunların değiştirilmesi gerekir. Anayasada yer alan çocuk haklarına ilişkin maddelerin de düzenlenmesi gerekiyor” diyerek bununla yetinilmemesi ve uygulayacak kişinin de eğitim alıp denetlenmesi gerektiğini vurguladı. Yargıda hizmet kusuru var Çocuklara yönelik koruyucu ve destekleyici bir müdahale planının olması gerektiğine dikkat çeken Antakyalıoğlu, bu eksikliğin çocuğu tekrar suça sürüklediğini söylüyor. Çocukların tekrar suça itilmesine de değinen Antakyalıoğlu, “Çocuklar için doğru bir müdahale programı uygulansa, çocuk desteklense, tekrar böyle bir şey olmayacak. Bu yargının ve diğer hizmet verenlerin bir hizmet kusurudur. Sen çocuğun tekrar suça yönelmesine bir engel olamıyorsan, bunu beceremiyorsun demektir. Yani oradaki suçlu çocuk değil. Bunu önleyemeyen kamu personelidir” diyerek, çocuklarla ilgili yargı sisteminde bir farkındalık yaratacaklarını ve meslektaşlarını çocuk alanında çalışmak için daha çok teşvik edeceklerini söyledi. 16 BasHaberSÖYLEŞİ 4 - 10 Mayıs16 2015 MÜZİK Müzisyen Mem Ararat ‘Sanatın doğası muhaliftir!’ K Zerya Nergis endi deyimliyle müzik hayatına başlangıcı “şaka gibi” olan Mem Ararat, müziğini icra ederken yaşadıklarından yola çıktığını ve müziğini her dinleyenin kendisinden bir şey bulmasını amaçladığını söylüyor. Albümü çıktığı andan itibaren, sosyal medya yoluyla sesini duyuran ve her dinleyeni kendisine bağlayan kadife yumuşaklığında bir sese sahip Ararat. Dinleyenin dinlendikçe daha çok bağlandığı, sesinin rengi ve yumuşaklığı ile adeta kendisine müptezel bir hayran kitlesi yaratmayı başaran Ararat, şu sıralar Kürdlerin en revaçta seslerinden biri konumunda. Uygarlığın her şeyi ve herkesi standartlaştırdığını ifade eden Ararat, politikaya ise sanatla muhalefet edilebileceğini savunuyor. Geçtiğimiz yıl “Quling, Ewr û Baran” adlı ilk albümünü kendi ifadesiyle ‚evden bozma bir stüdyoda, imkansızlıklar içinde ve bu noktaya geleceğini hayal bile edemezken‘ çıkaran müzisyen Mem Ararat, kısa sürede birçok kişinin gönlünde yer edinmeyi başardı. Yaşamı, her Kürdün yaşadığı gibi trajedilerle dolu geçen Ararat’ın, şarkılarında kendisi ve tanık olduğu, sürgün, aşk, hüzün, yaşam ve ölüm yani yaşama dair ne varsa bir parça bulabilirsiniz. Albümündeki 8 eserin tamamının söz ve müzikleri kendisine ait olan Ararat, henüz bir yıllık profesyonel müzik hayatında sıfır reklam ile yoğun bir dinleyici kitlesine ulaştı. Profesyonel müziğe kendi deyimiyle “evden bozma bir stüdyoda, şaka gibi” başlayan Ararat, ikinci albüm için kolları sıvamış. Sosyal medya üzerinden dinleyiciyle buluştu Arkadaşlarının yoğun talebi ve yardımıyla ilk albümünü çıkaran Ararat, enstrümanları da yine kendisinin çaldığını söylüyor. “İmkânsızlıklar içinde bu albümü çıkardık” diyen Ararat, “Büyük bir iddiamız yoktu. Kendimiz için yaptık. Ama şu açıdan bir meydan okumaydı. Herkes gelişmiş stüdyolarda, büyük imkanlarla albüm yapıyor. Biz bunun tam tersini yaptık. Kürdçede bir atasözü var, diyor ki, “Giya di binê kevir de namîne.” Yani hiçbir ot taşın altında kalmaz. Tohum yeşerir ve bir şekilde dışarı çıkar” diyerek müzik serüvenini anlatıyor. Reklam yapamadıklarını ve televizyon kanallarının da ticari kaygılarla davranmasından dolayı albümün tanıtımını yapamadıklarını kaydeden Ararat, “Tamamen dinleyicilerin sosyal medya üzerinden kendi aralarındaki paylaşımlarıyla dinlendi. Biz de beklemiyorduk. Şaşkınlık ve mutluluk yarattı. Daha Sanat yaşamı anlamlandırma teşebbüsüdür iyi şartlarda daha iyi çalışmalar yapmayı umut ediyorum. İlk albümümün tüm söz ve müzikleri bana ait. İkincisinde de bir-iki parça dışında hepsi bana ait olacak. Aralık ayında çıkmasını öngörüyoruz. Ama net değil. Bunu biraz daha profesyonel bir stüdyoda yapmak istiyoruz” diyor. ‘Ruhuma ve vicdanıma dokunuyorum’ Yumuşak sesi ve özgün tarzı ile kısa sürede sosyal medya üzerinden büyük bir dinleyici kitlesine ulaşan Ararat, büyük beğeni toplayan tarzı ve müziği ile ilgili özgünlüğünü korumaya çalışacağını belirterek, “Hepimiz, tek tek, farklıyız. Birbirimize çok benzememizin nedeni uygarlığın kendisidir. Uygarlık bizi standartlaştırıyor. İnançlarla, okullarla, geleneklerle, otoritelerle yapıyor. Bence kişi kendi içine bakar ve sesini duyar. Herkesin sesi ve tarzı özgündür. Herkesin duygusu kendisine özgüdür. Birbirimize çok benzesek de, ortak cennet ve cehennemlerimiz olsa da, her birimiz farklı dünyalarız. Benim yaptığım tek şey ise kendi sesime kulak vermek. Kendi ruh dünyama, vicdanıma dokunuyorum. Acının, sevincin, kederin, en saf haline bakmaya çalışıyorum. Mümkün mü bilemiyorum ama yapmaya çalıştığım bu. Belki de bu yüzden insanlar farklı buluyorlar. Tam olarak kendimi bir müzisyen olarak ifade edemem ama kendimi müzikle ifade etmeye çalışıyorum. Bu nedenle tarzım budur veya şudur diyemiyorum, tarzımı, kendimi böyle tarif ediyorum” şeklinde devam etti. Sanat sınıflar ve sınırları ötesidir Müzik çalışmalarında yeniyi yaratmak ve iyi işler yaparak bir adım öteye gitmeyi hedeflediğini dile getiren müzisyen Ararat, kendisince ‘iyi’nin tarifini yaparken, “Ruhu olan, yaşayan, estetik, anlam ve gücün birleştiği bir şey. Yaşarken paylaşmak istiyorum. Bu biçimde anlamlı olabilir. Bu bir tutunma biçimidir de. İçtenlikle söyleyebilirim ki uzun bir süredir bütün eylemlerim bu arayışa dairdir” ifadelerini kullandı. Kürdçe müzik yapan Ararat, müziğin Kürt, Türk, Laz gibi etnik kimliklerle sınıflandırılmaması gerektiğine vurgu yaparak, “Bence ne zaman sanatı etnik sınıflandırmalardan kurtarabilirsek, o zaman çok daha anlamlı olacak. Hem estetik, hem anlam, hem istenç ve güç yönüyle daha zengin bir çizgi yakalayacaktır. Sanat sınırlar, sınıflar ötesi bir şeydir” dedi. ‘Politikanın muhalefeti sanattır’ “Politikanın muhalefeti yine politika olamaz. Sanat çok anlamlı bir muhalefettir” diyen Ararat, “Sanat tertemiz bir vicdandır. İktidardan arınmış ise tertemizdir. Bu anlamda sanatçılar kendilerini iktidarlardan korumayı öğrenmeli. İktidar sanatı siparişçiliğe yönlendiriyor. Bu sanatın can düşmanıdır. Bu sanat değil ticarettir. Sanatın ticareti olur ama bunu sanatçı yapmamalı. Sanatçı tüccar değildir. Ticaret yapmamalı. Sanatçı çiftçidir. Tabi ki para kazanmalı ki iktidarın boyunduruğu altına girmeye ihtiyaç duymasın. Aksi taktirde vasıflarını kaybeder” şeklinde devam etti. Birçok insanın sanat yapmaktan daha ziyade şarkı söylemek ve işin zanaatını yapmaya çalıştığını vurgulayan Ararat, “İnsanın yaptığı işi bilmemesi büyük bir eksikliktir. Bu kişinin yaptığı işe saygısı ile ilgilidir. Hatta bu bir yaşam biçimidir. Kişinin kendi yaşamına veya başkalarının yaşamına olan ilgisi ile alakalıdır. Saygımızı yitirmemeliyiz. Çünkü bizimle başlayan bizimle kalmıyor. Şarkıyı söyledikten sonra o şarkı size ait olmaktan çıkıyor. Artık onu seven ve dinleyen herkesindir” şeklinde konuştu. Sanatın bir arz etme biçimi olduğunu kaydeden Ararat, sözlerine şunları ekledi: “Özellikle toplum için olması için sanat yapılmaz. O gelip almak isteyen içindir. Çünkü sanatın birinci adımı toplumsal değil bireyseldir. İcra edildikten sonra toplumsal bir hal alır. Sanatçı kendini anlatır. Sanat daha iyi yaşama arzusu, yaşamı anlamlandırma teşebbüsüdür. Anlam, estetik, güç, hayatı parlatan, onu bir yıldıza dönüştüren ne var ise onunla ilgilidir.” Film müzikleri yapmak istiyor Kısa sürede reklamsız bir şekilde bu kadar büyük bir dinleyici kitlesine ulaşmış olmanın mutluluğunu ve gururunu yaşadığının altını çizen Ararat, “Kendi kendime birbirimize ne kadar çok benziyoruz diyorum” dedi. Profesyonel müzik hayatı yeni başlayan ancak bundan sonra çıktığı bu yola devam edeceğini aktaran Ararat, ikinci albümünün hazırlık çalışmalarına başladığını belirtti. Geçmişte öykü yazdığını ve şimdilerde bir deneme çalışması olduğunu sözlerine ekleyen Ararat, yıllar önce Kovara W ve Jiyana Rewşen dergilerinde ise şiirlerinin yayınlandığını aktardı. Çalışmalarının sonunda şiirlerini bir kitapta toplayacağını dile getiren Ararat, birikmiş bir arşivi olduğunu da sözlerine ekledi. Ararat, ilerleyen dönemlerde film müzikleri yapmak istediğini kaydetti. Köylerinin yakılmasının ardından ailesi ile birlikte 17 yıl boyunca sürgün gibi Marmara ve Ege bölgelerinde yaşayan Ararat, 2007 yılında yeniden Mardin’in Kızıltepe İlçesi’ne dönerek yaptığı çiftçilik ile yaşamını idame ettirmeye çalışıyor.
Benzer belgeler
04.04.2016
da bulunması, IŞİD’e karşı mücadeleyle ilgili askeri konuların da görüşme gündeminin temel konularından biri olacağını gösteriyor. ABD bağımsız Kürd devleti çekincesinden vazgeçti Barzani’nin ziyar...
Detaylı13.09.2014
Peşmerge ve Sünni güçlere aktarılması maddesi de yer alıyor. Tasarının Irak Başbakanı ve hükümetinin karşı çıkmalarına rağmen ABD Kongresi’nden geçmesi ABD’nin Irak’ın Kürd, Şii ve Sünni olmak üzer...
Detaylı26.01.2015
Kürdistan Bölgesi’ndeki cephelerde Peşmerge’nin savunma stratejisi karşısında saldırı ve sızma girişimleri gerçekleştiremeyen IŞİD, güç yoğunluğunu Irak ordusu ile Heşdi Şabi milis güçlerinin opera...
Detaylı