“Sosyal Gruplar, Örgütler ve Kurumlar”1
Transkript
“Sosyal Gruplar, Örgütler ve Kurumlar”1
İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi ÇEVİRİ 221 “Sosyal Gruplar, Örgütler ve Kurumlar”1 Robert Bierstedt Çeviri: MehmetYüksel Kimyacılar ve fizikçiler, yeryüzünde bulunan bütün maddeleri elementler ve bileşikler adını verdikleri az sayıda sınıflara ayırdılar. Benzer şekilde biyologlar da bitkileri, hayvanları ve böcekleri cinsler ve türler olarak sınıflandırdılar. Ancak bugüne kadar sosyologlar, sosyal grupların tatminkâr bir sınıflandırmasını yapamadılar. Bu, zor bir görevdir. Öğrenci, kompleks bir toplumun kapsadığı muazzam sayıdaki grubu bir an için olsun dikkate alarak bu güçlüklerden birini kavrayabilir. Gerçekten, herhangi bir büyük toplumda, o toplumdaki birey sayısından daha fazla sayıda grubun bulunması muhtemeldir. Bununla beraber, bir toplumdaki grupların toplam sayısını tespit etmek neredeyse çözülemeyecek ölçüde zor bir problemdir. Açıkçası grupların sayısı tamamıyla bir grubu nasıl tanımlamakta olduğumuza bağlıdır. Örneğin, Salı günü sabah saat 10.00’da doğanlar bir sosyal grup oluştururlar dediğimiz takdirde; böyle grupların sayısı çok fazla olacaktır. Çünkü, insanların hafta içinde doğabileceği çok sayıda an vardır. Eğer, dünyadaki herhangi bir sokakta, sokak köşesinde, patikada ya da bir köy meydanında bulunan çok ya da az sayıdaki herhangi bir insan topluluğunu bir sosyal grup olarak kabul edersek, ne kadar anlık veya geçici nitelikte olabileceklerini dikkate almadığımız takdirde, yine grupların sayısı çok olacaktır. Eğer, bazı grupları önemli, diğerlerini önemsiz bulabileceğimiz için böyle örneklerin herhangi bir anlamı olamayacağını söylersek, bu durumda da “önemli” ve “önemsiz” le ne demek istediğimizi belirtmek gibi karmaşık bir sorunla yüz yüze gelmiş oluruz. Açıkçası burada çözümü güç sorunlar var olup, bu sorunların çözümü için çaba harcamak sosyoloğun sorumluluğundadır. İşte bundan dolayı, bu bölümde gruplar ve onların sınıflandırılması problemiyle karşı karşıyayız. 1. Hiçbir insan bir ada değildir Normal şartlarda hiç kimse yalnız başına yaşamaz. Antik çağın ve belki de bütün çağların en büyük filozofu Aristoteles, sık sık atıfta bulunulan bir ifadesinde, insanın sosyal bir hayvan (zoon politikon) olduğunu söylemiştir. Aynı şekilde Aristoteles, tek başına yaşamanın sadece bir canavar ya da tanrı için söz konusu olabileceğini be1 Robert Bierstedt, The Social Order, New York, McGraw-Hill Book Company, 1974: 280-336. Kuram ve Araştırma Dergisi 222 İLETİŞİM RobertBierstedt lirtmiştir. Münzevi kimseler, çobanlar, fener bekçileri, hücre hapsindeki mahkûmlar ve bunlara benzer durumda olanlar hariç olmak üzere, hiçbir insan uzunca bir süre yalnız başına yaşayamaz. Bundan dolayı, hemcinslerimizle bir arada olmamız zorunludur. Diğer insanlarla birlikteliğimiz olmaksızın yaşamı sürdürmek mümkün olamayacağı gibi, kişilik gerilemesi de ortaya çıkacaktır. Bir kimsenin içinde bulunduğu gruptan tümüyle sürgün edilmesi belki de cezaların en zalimcesidir. Büyük bir çoğunluğumuz tek başına yaşayamayız, sonuçta çeşitli gruplar içinde hayatımızı sürdürürüz. Çok büyük bir kısmımız kaçınılmaz olarak bir ailenin üyesidir. Arkadaşlarımız ya da en azından tanıdığımız bildiğimiz kimseler vardır. Belli bir mekânda yaşarız. Bunun sonucu olarak, sokağımız, semtimiz, şehrimiz, devletimiz ve ülkemiz vardır. Bütün bunlar, içinde yer aldığımız grupların türlerini gösterirler. Erkek ya da kadın, yaşlı ya da genciz. Bundan dolayı, biyolojik niteliklere dayalı en az iki grubun mensubuyuz. Bir iş veya mesleğimiz, ya da en azından bir tür meşguliyetimiz, faaliyetimiz veya hobimiz vardır. Bu nedenle benzer meşguliyeti olanlarla sık sık birlikte oluruz. İster birlikte olalım isterse olmayalım, onlarla ortak olarak sahip olduğumuz bir şeyler vardır. Muhtemelen bu kitabı okuyan herkes bir kurul ya da komisyonda görev alabilir. Hiç kuşkusuz bir kurul ya da komisyon da bir tür gruptur. Belli bir kitabı okumuş olan herkes bir grup oluşturur. Sınıf bir grup türüdür ve bundan dolayı da birliktelik oluşturan bir topluluktur. Üniversite bir çeşit gruptur ve aynı şekilde bütün kolej öğrencileri de bir grup oluşturur. Ancak bunlar aynı tür gruplar değildir. Aynı dine iman edenler, aynı bayrağa sadakat duyanlar, aynı etnik kökene sahip olanlar, aynı gelir vergisi diliminde yer alanlar, aynı gazeteye abone olanlar ve sınırsız sayıda örnek verilebilecek diğerleri, şu ya da bu anlamda aynı grupların üyesidirler. Bütün suçlular ve sahtecilik yapanlar, bütün öğretmenler ve profesörler, bütün sanatçılar ve ozanlar birer grup oluştururlar. Bu gruplandırmaların her birinde ilk grubun ikincisini bütünüyle kapsadığı görülebilmektedir. Aynı zamanda bazı gruplar vardır ki, onların üyeleri tek tek bireyler değil, yalnızca diğer gruplardır. Amerikan Demiryolları Birliği ve Amerikan Bilim Adamları Dernekleri Konseyi gibi. Tuhaf görünebilir ama, Amerikan Kadın Lokomotif Mühendisleri gibi hiçbir üyesi olmayan gruplar da vardır. Son olarak denebilir ki, Mars’ta veya kayıp kıta Atlantis’te oturanların oluşturduğu hayali gruplar bile vardır. Mevcut veya muhtemel, gerçek ya da hayali bütün grupları sınıflandırma problemi, ciddi güçlüklerden birisidir. Bir sosyolojiye giriş kitabında bu sorunu ele alıp bütün detaylarıyla incelemek amaca uygun bir çaba olmayacaktır. Bütün sosyologlar, şu ya da bu zamanda, bu sorunla ilgilendiler ve bir çoğu onu çözmek için etkili girişimlerde bulundular. Hatırlatmamız bile gereksizdir ki, başlangıç seviyesindeki öğrencinin bizzat kendisi de bu girişimlerden en ünlülerine aşinâdır. Böyle bir çalışmayı üst düzey bir ders ya da mezuniyet sonrası seminerinde yapmak daha uygun olacaktır. Onun yerine, başlangıç aşamasına uygun olacağı umuduyla kendi sınıflandırmamızı sunacağız. İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 223 Bunu yapmadan önce şunu da söylemeliyiz ki; grupları sınıflandırmanın birçok basit yolunun olmasına rağmen bu yaklaşımlardan bazıları ya kullanışsız, ya mantıksız, ya da hem mantıksız hem de kullanışsızdır. Bu şekildeki bir alternatif, bütün muhtemel grupları basit bir şekilde listelemek ve onları isimlerine göre alfabetik düzende sıralamaktır. Ancak alfabetik bir düzen mantıksal bir düzen değildir; bu alternatifin sonucu, sadece bir rehber ortaya koymak olacaktır. Böyle bir rehberin ise sosyolojik anlamı olmayacaktır. Böyle bir rehber, eğer biz sokak adresleri ya da telefon numaraları ile ilgileniyorsak kullanışlı olabilir, ancak bu tür bilgi sosyolojik olmaktan ziyade pratik niteliktedir. Dahası kalabalıklar ve klikler gibi bazı tür gruplar, herhangi bir isme de sahip değildir. Sonuçta böyle bir listeleme, zorunlu olarak bu tür grupları yok sayacaktır. Bazı gruplar da herhangi bir bölgesel ya da yerel mevkiye sahip değildir. Bir başka deyişle, onların üzerinde yerleşebilecekleri herhangi bir yer yoktur. Bu nitelikteki gruplar da doğal olarak böyle bir listede olmayacaklardır. Örneğin, şiir yazanların tamamını kapsayan grubun belli bir mekânı yoktur. Bu durumda, şiir topluluklarının bütün türlerini listeleyebiliriz, fakat bu topluluklara üye olmayan şairler bu listeye dahil edilemeyecektir. İster alfabetik düzende, isterse bir başka şekilde düzenlenmiş olsun hiçbir rehber ya da liste, istediğimiz sınıflama türünü bize sağlayamaz. Böyle bir listenin, belirli amaçlar için pratik kullanırlığı ne olursa olsun, ne mantıksal ne de sosyolojik bir öneme sahip olacaktır. Grupları sınıflandırmanın oldukça mantıksal başka bir yolu; Amerika gibi belli bir ülkenin toplam nüfusunu ele alıp, bu nüfus bakımından matematiksel olarak mümkün olabilecek muhtemel diziler ve bu dizilerdeki sıra değişikliklerinin ne kadar olabileceğini araştırmaktır. Bu hesaplamaların iyi bilinen cebirsel formülleri vardır. Oldukça astronomik genişlikte olsa da bu hesaplamaları yapmak kolaydır. Bir vakitler Amerikalı bir sosyolog, grupları sınıflandırmak için bu yöntemin bir versiyonunu salık verdi.2 Ancak burada grupları sınıflandırma problemi sosyolojik olmaktan ziyade matematiksel bir problem olarak ortaya çıkmaktadır. Sonuçta; ulaşılan kategoriler, mantıksal olmasına rağmen pek kullanışlı olmadığı gibi fazla bir anlama da sahip değildir. Böyle bir sınıflandırma, gruplar hakkındaki bilgimize herhangi bir katkıda bulunmayacaktır. Kısacası, grupları sınıflandırmanın şartları bir ölçüde zıt niteliktedir. Sınıflandırmamız ne kadar çok pratik olursa, o kadar az mantıksal, ya da ne kadar çok mantıksal olursa, o kadar az pratik olacaktır. Bir başka deyişle, başka birçok durumda da görüldüğü gibi, herşeye aynı anda sahip olamayız. Grupların sosyolojik analizi bakımından hem mantıksal tutarlılık, hem de pratik kullanışlılık özelliğine sahip bir şeyi istemekten vazgeçmemiz gerekir. Sınıflandırma, sosyolojik anlamını kaybetmeksizin ne çok soyut ne de çok somut olabilecektir. Bu bağlamda, sınıflandırmanın herhangi bir fenomenin doğasında zaten bulun2 George A.Lundberg, “Some Problems of Group Classification and Measurement” , American Sociological Review, Vol.5, June, 1940, PP.351-360. Kuram ve Araştırma Dergisi 224 İLETİŞİM RobertBierstedt madığı gerçeği kabul edilmelidir. Kategoriler, değişik amaçlarla fenomenlere dışarıdan empoze edilmektedir. Bundan dolayı, aynı fenomenlerin farklı sınıflandırılmaları, bütünüyle eşit şekilde mantıksal ya da kullanışlı olsalar bile, eşit ölçüde doğru ya da yanlış olabileceklerdir. Bir başka deyişle, oldukça fazla sayıdaki şeyi birçok farklı tarzda sınıflandırabiliriz. Sonuçta, tercih ettiğimiz sınıflandırma, özgül amaçlarımıza en uygun düşen sınıflandırma olacaktır. Örneğin, Amerika Birleşik Devletleri'nin nüfusu, cinsiyet açısından kadın ve erkek olarak iki kategoriye ayrılabilir. Aynı nüfus, yaş bakımından otuz yaşın altındakiler ve üstündekiler şeklinde iki kategoriye ya da daha fazla sayıda yaş kategorisine bölünebilir. Bununla, kategorilerimizin zaman zaman birbiriyle kesişebileceğini söylemek istiyoruz. Benzer şekilde; kitaplığımızın raflarındaki kitaplar, boy, ağırlık, renk, içerik, sayfa sayısı, baskı tarihi veya yazar isimlerine göre sınıflandırılabilir. Bu durumda biz aynı kitapların, tamamı eşit şekilde doğru, ancak tamamı eşit ölçüde kullanışlı olmayan, yedi farklı sınıflandırmasını elde etmiş oluruz. Aynı gözlem, sosyolojideki grupları sınıflandırma problemi için de ifade edilebilir. Aynı gruplar, bizim belli bir zamanda ilgi duyduğumuz özelliklere bağlı olarak birçok değişik tarzda sınıflandırılabilir. Mantıksal söylem düzeyindeki bu tartışmayı bir tarafa bırakıp, hayali bir lisans öğrencisini ve onun bağlı olduğu bazı grupları ele alalım. Herşeyden önce, bu öğrenci, bir yaş grubunun üyesidir. Bu öncelikle biyolojik bir belirlenmişlik meselesi olsa da, hepimizin bildiği gibi, aynı zamanda bir kültürel belirlenmişlik de söz konusudur. Biyolojik yaş, bu örnekte olduğu gibi, birçok gruba üyeliğin önemli bir belirleyicisi olup, grup üyeliğine kabul edilebilirlik veya edilemezliğin bizzat kurucu etkenidir. Öğrencimiz, 18 yaşında değil de 8 veya 80 yaşında olduğu takdirde, hiçbir şekilde yüksekokula kabul edilmeyecektir. Onun yaşı, bazı gruplara katılmasına yardımcı olurken, onu diğerlerinden uzaklaştıracaktır, özellikle daha gençlerin ya da daha yaşlıların dahil olduğu grupların dışında kalacaktır. Yaşı değişen öğrencimiz, buna bağlı olarak bazı gruplardaki üyeliğinden ayrılırken diğerlerine kabul edilmek için başvuracaktır. Aynı zamanda açıkça görünmektedir ki, öğrencimiz cinsiyet bakımından kadın değil erkektir. Çünkü, onu ifade etmek için erkeğe ilişkin zamiri kullanmaktayız. Bu, onun davranışıyla yakından ilgilidir. Çünkü hem biyolojik hem de kültürel etkenler onun grup üyelikleri ve bağlılıklarının çoğunu belirlemektedir. Hiç şüphesiz, yaş ve cinsiyet grupları, üyelik için aidat ödenen ve kabul merasimi yapılan gruplar gibi örgütlü gruplar değildirler. Ancak bu gruplar, bireyin toplum içindeki statülerinin çoğunu belirlemek bakımından azımsanamayacak bir öneme sahiptirler. Öğrenci, kendi ülkesinde bir aileye sahiptir ve kuşkusuz bu grup onun açısından son derece önemlidir. Bununla beraber aile grubunun önemi gelecek birkaç yılda azalacaktır; şimdi okulda öğrenci olup uzakta yaşayan öğrenci, günün birinde bizzat kendi ailesini oluşturacaktır. O, hem kendi memleketinin bir sakini, hem de üniversitenin bulunduğu yerin geçici bir sakini olarak iki farklı topluluğun üyesidir. Bunlardan her biri, bizzat onun için özgül birer mekânı ifade eder. Babasının geliri, mesleği, İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 225 babasının evinin bulunduğu yer onun ait olduğu sosyal sınıfa ilişkin bir şeydir. Sosyal sınıf da bir tür sosyal gruptur. İlçesi, ili, bölgesi ve ülkesi onun mevkiini ve yerel gruplarını gösterir. Onun, yaşamı boyunca bir çok arkadaşı, tanıdığı ve bildiği kimseler olmuştur. Bunlar, çocukluk devresi çete ve kliklerini de içeren akran gruplarıdır. Bunlar, sürekli bir şekilde değişmekle beraber aynı zamanda sosyal grupları da oluşturmaktadırlar. Öğrencimiz bir basketbol takımının ve bir orkestranın üyesidir, üniversitedeki toplulukların saygın bir üyesi olarak hizmet etmektedir, birçok dinleyici topluluğunda ve sayısız toplantıda bulunmaktadır. Yapmakta olduğu bir dizi kısa dönemli işin sonucu olarak birçok mesleki grubun üyesidir. Onun, üniversite ve kilise gibi, biçimsel olarak katıldığı değişik birlikler ve dahil olduğu birçok başka grup vardır. Doğrusunu söylemek gerekirse, öğrencimizin şu veya bu zamanda dahil olduğu grupların tamamını tasavvur etmeye ve listelemeye çalıştığımız takdirde, listemiz oldukça geniş, içinden çıkılamaz ve karışık olacaktır. Eğer biz, onun anlık ve geçici gruplarının tümünü kapsamaya çalışırsak, listemiz gerçekten bitip tükenmez olacaktır. Grupların kesin sayısına ulaşmaya çabaladığımız takdirde, bu girişimimiz elbette başarısızlıkla sonuçlanacaktır. Bu kaostan kurtulmak için, sosyolojide esas olarak kabul edilen sistematik grup sınıflandırması yapmak zorunludur. 2. Bir grup sınıflaması Biz, istatistiksel düzenleme suretiyle birçok grubun üyesi haline geliriz. Bazı nitelik ya da özellikleri diğer insanlarla birlikte paylaşmaktan kaynaklanan ortak bir bilince sahip olduğumuz için başka gruplara dahil oluruz. Diğer insanlarla sürekli sosyal ilişkiler kurduğumuz için, yine bazı başka grupların içinde yer alırız. Son olarak, katıldığımız ve isimlerimizi üyelik sicillerine kaydettirdiğimiz grupların üyesiyiz. Bu gözlemler, dört farklı grup çeşidi arasındaki ayrılıkları görmek konusunda ipuçları sağlamaktadır. Bu grup türlerini sırasıyla; (1) istatistiksel, (2) toplumsal (societal), (3) sosyal (social) ve (4) örgütsel (associational) olarak isimlendirebiliriz. Belki de bunlar, dört farklı tür grubu en iyi şekilde nitelendirecek isim ya da etiketler değildir. Fakat daha iyilerinin yokluğunda onlar kullanılmak zorundadırlar. Şimdi, bu grup türlerini sırasıyla incelemeye ve bazı detaylarıyla açıklamaya çalışalım. Bununla beraber, hemen belirtelim ki; bu gruplar, kendilerini, (1) benzer olmanın bilinci (consciousness of kind), (2) sosyal etkileşim ve (3) sosyal örgütlenme gibi bazı önemli sosyolojik hususiyetlerin mevcudiyetine dayalı bir tür mantıksal sürekliliğe göre düzenlerler. Bu sosyolojik hususiyetler çok farklı özelliklere sahip grupların oluşumuna yol açarlar. İstatistiksel Gruplar. İstatistiksel gruplar, bizzat grubun kendi üyeleri tarafından değil; sosyologlar ve istatistikçiler tarafından biçimlendirilir. Böyle grupların üyelerinde o gruplara ait olduklarına ilişkin bir bilinç genellikle yoktur. Böyle gruplarda grup üyeliğinin ne yükümlülüklere ne de ayrıcalıklara yol açtığını dikkate alarak “ait olma” deyişinin gerçekten iddialı bir söz olduğunu söyleyebiliriz. Bazı sosyologlar, Kuram ve Araştırma Dergisi 226 İLETİŞİM RobertBierstedt gruplar hakkındaki tartışmasının kapsamına bu tür grupları hiçbir şekilde dahil etmezler. Çünkü bu tür gruplarda gerçekleşen herhangi bir sosyal etkileşim ve sosyal ilişki yoktur. Oysa sosyal ilişkiler, sosyolojinin özgül inceleme alanını oluştururlar. Bu öylesine doğrudur ki; bir kimse ne kadar geniş ölçekte istatistiksel gruplar oluşturursa oluştursun, bunların hiçbir sosyolojik anlamı olmayacaktır. Salı günü doğmuş insanlar, şu veya bu zamanda bir çalgı aletinden müzik notası çıkarmaya çalışanlar, Missisipi Irmağını seyredenler ve kitapları tam tamına 376 sayfa olan yazarlar şeklindeki sınıflandırmalar saçma örneklerdir. Böyle tuhaf örnekler sınırsız bir şekilde çoğaltılabilir. Bununla beraber, tam anlamıyla istatistiksel nitelikte olan bazı gruplar, yalnızca istatistiksel anlama sahip olmaktan daha fazlasını ifade ederler. Bazı tür istatistiksel gruplar, bir toplumun genel karakteriyle yakından ilişkilidir. Örneğin, nüfusunun yüzde onu okur yazar olmayan bir toplum, nüfusunun yüzde doksanı okur yazar olmayandan farklı bir toplum olacaktır. Nüfusunun büyük çoğunluğu 35 yaşın üstünde olan bir toplum, nüfusunun çoğunluğu bu yaşın altında kalandan farklı olacaktır. Nüfus içinde sağ elini kullananların sol elini kullananlardan daha fazla olması, maddi kültür ve belki de aynı zamanda toplumun normları üzerinde elbette bir etkiye neden olacaktır. Benzer Olmanın Bilinci Sosyal Etkileşim Consciousness of Kind) (Social Interaction) (Social Organization) A. İstatistiksel Hayır Hayır Sosyal Örgütlenme Hayır Herhangi bir yılda belli bir hastalıktan, örneğin difteriden etkilenen insanların sayısı tıbbî araştırmalara tahsis edilen fonun miktarıyla yakından ilişkilidir. Bununla beraber, böyle bir hastalığın sırf mevcudiyeti, bu hastalığa yakalananlar arasında bir sosyal etkileşimi kendi başına harekete geçiremeyecektir. Örneğin, bir aşı izine sahip olmaktan başka ortak noktaları bulunmayan kimseler, muhtemelen birbirleriyle sosyal ilişki kurmayacaklardır. Ancak, bu tür istatistiksel grupların önemi de küçümsenmemeli. Evlenmemiş resmi okul öğretmenlerinin sayısı, bu grubun üyelerinin birbirleriyle etkileşime girmesini zorunlu kılmaz. Ancak bu gerçek, resmi okul eğitimi üzerinde bir etkiye, ülkemizde resmi okullardaki eğitimle ilgilenenlerin merakına sebep olabilir. Bir kez daha belirtmeliyiz ki, birçok istatistiksel gruplama, toplumun genel karakteri ve profiliyle yakından ilişkilidir. Bu tür gruplandırmalar, sosyalden ziyade istatistiksel düzenlemeleri oluştururlar. Fakat bu, onların herhangi bir sosyolojik inceleme ya da araştırma boyunca tamamen ihmal edilebilecekleri anlamına gelmez. Toplumsal Gruplar (Societal Groups). Seçmiş olduğumuz sıfat pek uygun olmasa İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 227 da, ikinci kategoriyi toplumsal gruplar olarak adlandırıyoruz. Toplumsal gruplar, benzer olmanın bilinci (Consciousness of kind) gibi çok önemli bir niteliği ile istatistiksel gruplardan ayrılırlar. “Consciousness of kind” kavramı, Columbia Üniversitesi’nde uzun yıllar uygarlık tarihi ve sosyoloji dersleri veren Franklin Henry Giddings tarafından sosyolojiye getirilmiştir. Giddings, her nerede olursa olsun insanları bir diğer insanla birlikte, yani grup halinde yaşarken gördüğümüz gerçeğini açıklamaya çok istekli olmuştur. Bu olgu, içgüdüyle açıklanamayacağı gibi, insanların grup halinde yaşamanın yararlarını bildikleri için birlikte yaşadıkları şeklinde bir varsayımla da açıklanamaz. Sadece şunu söyleyebiliriz ki, insanlar benzer olmanın bilincine sahipler, diğerlerinin kendilerine benzediğini düşünürler ve onlarla birlikte olmak isterler. Bu sorunun bugün hâlâ niçin çözülmediği meselenin ana noktasıdır. İnsanların gruplar halinde birlikte yaşamaya ne zaman başladıklarını araştırmak yararsızdır. Gerçekten, onların başka türlü davranmalarını tasavvur etmek mümkün değildir. Sosyal sözleşme ekolünden bazı siyaset felsefecilerinin yaptığı gibi, bütün insanların bir zamanlar tek başına yaşadıklarını, yalnızca diğer türlere ve etkenlere karşı değil, bizzat kendi türlerinin zalimlerine karşı güvenliklerini sağlamak için, günün birinde ansızın birlikte yaşamaya karar verdiklerini varsaymak kesinlikle mantıklı değildir. Toplu halde yaşamaya, yani birlikte yaşamaya yol açan bir içgüdünün varlığından söz etmek de sorunun çözümüne yardımcı olmayacaktır. Bu tarz bir açıklama, hiç de açıklama anlamına gelmemekte; ancak “toplu yaşama içgüdüsü” etiketi sadece bu konudaki cehaletimizi gizleyen bir nevi örtü olarak kullanılmaktadır. Biz, sosyologlar olarak, ana sebep ya da temel güdü ne olursa olsun, insanların sadece kendi türünün diğer bireyleriyle değil, kendileri için özel ve özgül anlam taşıyan gruplarla birlikte yaşadıklarını söylemekten hoşlanırız. Tür bilincine sahip olmak sosyal ilişkilerin kurulmasına yönelik kuvvetli bir uyarıcıdır. Bazı insanların belli bakımlardan bize benzediğinin, ortak bir eğilime sahip olanlarla gruplar oluşturduğumuzun farkında oluruz. Diğer taraftan, daha sonraki bölümlerde göreceğimiz birçok olayda olduğu gibi farklılık bilinci (consciousness of difference), şüphesiz cinsiyet bakımından farklılık bilinci hariç olmak üzere, karşılıklı etkileşime sık sık engel olmaktadır. İşte bu bakımdan, toplumsal gruplar, istatistiksel gruplardan ayrılırlar. Toplumsal gruplar; tür bilincine sahip, hep birlikte sahip oldukları eğilim ya da özelliklerin benzerlik ya da özdeşlik taşıdıklarının farkında olan insanlardan meydana gelirler. Bu tür gruplarda; genellikle dışsal ve görünür benzerlik işaretleri vardır. Grup üyeleri, yaş, cinsiyet, deri rengi, giyim tarzı, dil, aksan, özel yurtsever sembollere tepki ve benzeri işaretlerle birbirlerini tanırlar. Kadınlar, yaşlılar, zenciler, Güneyliler, Bostonlular, sirk insanları, musluk tamircileri, golf oyuncuları ve körler gibi gruplar toplumsal gruplara örnek olarak verilebilir. Ayrıca bütün etnik, bölgesel, ulusal ve mesleki grupları da kapsayan toplumsal gruplar, toplumda farklı ve önemli bir yere sahiptir. Ancak bunları söylemekle; musluk tamircilerinin sırf musluk tamircileri oldukları için grup oluşturduklarını, parlamenterlerin de sırf parlamenter oldukları için bir birlik Kuram ve Araştırma Dergisi 228 İLETİŞİM RobertBierstedt oluşturduklarını da îma etmiyoruz. Böyle benzerliklerin bilincine ulaşmanın, sosyal etkileşim ve örgütlü grupların şekillenmesi bakımından güçlü bir uyarıcı olduğunu söylemek istiyoruz. Karışık gruplarda ve heterojen insan topluluklarında benzer özelliklerin farkında olanlar birbirlerini çekecekler ve birbirleriyle birlik oluşturabileceklerdir. Sosyal gruplar (Social groups) Burada sosyal sözcüğünü en dar anlamında, yani, sosyal temas ve iletişimi, sosyal etkileşim ve karşılıklı ilişkiyi ifade etmek üzere kullanmaktayız. Bir kez daha belirtelim ki, burada kullandığımızı etiket de, yeterli olmadığı gibi açık da değildir, ancak yerine konabilecek daha iyisi de ortada görünmüyor. Her halükârda sosyal gruplar, aralarında sosyal ilişkiler bulunan ve gerçekten birliktelik oluşturan insanlar topluluğudurlar. Sosyal gruplar birçok türde olabilirler. Bu gruplarda; sadece aynı cinsten olmanın bilinci (benzer olmanın bilinci-consciousness of kind) ya da bazı benzer ilgiler değil, aynı zamanda kısa bir sohbet ya da öylesine karşılıklı haberdarlıktan en içten, samimi ilişkilere kadar uzanan bir sosyal etkileşim vardır. Arkadaşlık ya da dostluk grupları, sınıf grupları, klikler, kalabalıklar, dinleyiciler topluluğu, cemaatler, akrabalık grupları, aynı gemide seyahat eden yolcular, komşuluk grupları, oyun grupları ve sayısız diğerleri gibi. Benzer Olmanın Bilinci Sosyal Etkileşim Sosyal Örgütlenme A. Statistical Hayır Hayır Hayır B. Societal Evet Hayır Hayır C. Social Evet Evet Hayır Bazı gruplara istatistiksel düzenlemeler nedeniyle, bazılarına diğer insanlarla birlikte ortaklaşa sahip olduğumuz eğilim ve özellikler dolayısıyla, bazılarına da dördüncü kategorimizde olduğu gibi, biçimsel olarak katılmak ve resmi anlamda üyesi olmaktan dolayı ait olabiliriz. Ancak biz üçüncü kategorimiz olarak ele aldığımız sosyal grupların sadece birer üyesi değiliz. Aslında, üyelik oldukça biçimsel ve resmi bir ifadedir. Sosyal gruplar, içinde yaşadığımız, bizzat tanıdığımız, hoşlandığımız ya da hoşlanmadığımız insanlardan meydana gelen gruplardır. Bir başka deyişle biz, bu tür gruplarda yalnızca benzer olmanın bilincinden (Consciousness of Kind) daha fazla bir şeye sahibiz. Yani sosyal etkileşim halindeyiz. Örgütsel (associational) gruplar Nihayet, grupların modern karmaşık toplumlardaki en önemli çeşidi olan örgütlü gruplara gelmiş bulunuyoruz. Bir örgütsel grup İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 229 ya da daha basitçe ifade edersek bir örgüt, organize olmuş örgütlü bir gruptur. Diğer tür grupların ayırıcı niteliklerine sahip olan bu tür grup, fazla olarak, biçimsel bir yapıya yani bir örgüte de sahiptir. Yaşamakta olduğumuz toplumda örgütlü grupların önemini abartmamak neredeyse imkansızdır. Hepimiz bu tür grupların çoğuna üyeyiz. Kolejimiz ya da üniversitemiz örgütlü bir gruptur. Genel yardım sandığı bir örgütlü gruptur. Kızıl Haç da örgütlü bir gruptur. Ayrıca örgütlü gruplara örnek olarak şunları da sayabiliriz: bir futbol takımı, orkestra, rotary kulübü, kadın seçmenler ligi, Amerikan Üniversiteli Kadınlar Birliği, Birleşik Devletler Çelik Şirketi, Birleşik Devletler Hükümeti, Kara Kuvvetleri ve Deniz Kuvvetleri, Hayvanlara Zulmü Önleme Cemiyeti, Ulusal Zencileri Geliştirme Örgütü, Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği gibi. Kısacası örgütlü gruplar, benzer bilince ya da ilgilere sahip olup bu ilgilerini hayata geçirmek için örgütlü bir şekilde bir araya gelen, ilişki kuran insanlardan oluşan gruplardır. Örgütlü gruplar, bir metalin madenciliğini yapmak, bir imparatorluğu zayıflatmak gibi herhangi bir amaç için biçimlendirilebilirler. Bu tür gruplar, mahremiyet sağlamak ve daha içten sosyal ilişkileri zayıflatmak amacıyla bile biçimlendirilebilirler. Londra kulübü böyle bir gruba tipik bir örnek olarak verilebilir. Bu tür bir durum, merdiven üzerindeki bir yaşlı üyeye kazayla çarpan ve mahcubiyet duyarak ondan özür dileyen genç üyenin hikayesinde tasvir edilmektedir: “Özür dilemek zorunda değilsin” diye cevap verdi yaşlı üye ve devamla, “Gerçekten sana müteşekkirim. Otuz yıldır bu kulübün üyesiyim ve sen şimdiye kadar benimle konuşan ilk kişisin” dedi. Yukarıdaki hikayenin temel noktası şudur ki, şu anda var olan veya oluşturulabilecek örgütlü gruplar, insan usunun tasavvur edebileceği en katı, acımasız etkinlikleri kendilerine fonksiyon olarak alabilirler. Özellikle örgütlü gruplara tahsis edilen aşağıdaki bölümde; modern karmaşık toplumlarda örgütlü grupların muazzam ölçülerde yaygınlaşmasını ve çoğalmasını vurgulayacağız ve örgütün doğası ile örgütlü grupları diğer grup türlerinden ayırt eden kriterin ne olduğunu bazı detaylarıyla inceleyeceğiz. Biz, şu anda sadece grupları sınıflandırma işlemiyle; istatistiksel, toplumsal, sosyal ve örgütlü grupların birbirleriyle nasıl ilişkili olduğunu gösteren basit bir tablo oluşturmakla ilgilenmekteyiz. Bu grup türlerinden birinin, nasıl diğerinden çıktığını göstermek için bir örneği ele alalım. Kızıl saçlı insanlar, genellikle örgütlü bir grup oluşturmazlar, çünkü onlar sadece kızıl saçlıdırlar. Bununla beraber kızıl saça sahip olan bütün insanlar istatistiksel bir grup oluştururlar. Giysi üreticileri, elbise tasarımcıları, kuaförler için ne kadar kızıl saçlı insanın bulunduğunu bilmek önemlidir. Bu, henüz yeterince sosyolojik olmayan, istatistiksel anlama sahip bir olgudur. Bununla beraber, keyfi bir şekilde yapılan bir yasayla kızıl saçlı insanlar üzerine vergi yükü getiren bir hükümetin olduğunu varsayalım. Bu insanlar, bir toplumsal grubu oluştururlar, yani daha ziyade ortak yönlerinin bilincine dayalı olarak böyle bir grubu meydana getirirler. Onlar, sadece kızıl saçlara sahip olmak gibi, sosyal iliş- Kuram ve Araştırma Dergisi 230 İLETİŞİM RobertBierstedt kileri tek başına başlatmaya yeterli olmayan bir faktör dolayısıyla değil; aynı zamanda hükümet tarafından konulan yeni vergiye muhalefetleri nedeniyle bir araya gelirler. Daha sonra aynı ayrımcılıktan ıstırap çeken arkadaşlar olarak birbirlerini selamlamaya, konuşmaya, tartışmaya ve hükümeti şiddetli bir şekilde eleştirmeye başlarlar. Böylece, bir dizi sosyal grubun meydana gelmesine sebep olurlar. Eğer, yeni vergi yasasına karşı direnmek için resmen organize olup bir Kızıl Saçlılar Ligi tesis ederlerse, bu lig, dördüncü tür bir grup olan örgütlü bir grup olacaktır. Hemen belirtilmelidir ki, grupları dört kategori halinde sınıflandırma olgusal olmaktan ziyade mantıkî bir nitelik taşımaktadır. İstatistiksel gruplar, bazı kaçınılmaz sosyal süreçler yoluyla, zorunlu olarak toplumsal bir grup haline gelmediği gibi; toplumsal gruplar da mutlaka sosyal gruplar haline, sosyal gruplar da örgütlü gruplar haline gelmez. Bir istatistiksel grubun doğrudan doğruya bir örgütlü gruba dönüşebileceği pek tasavvur edilemez, ancak örgütlü grupların dağılmasıyla istatistiksel gruplar ortaya çıkabilir. Biz burada; bazı sosyal süreçler hakkında konuşmuyoruz, sadece grupların oldukça basit bir sınıflamasını sunmaya çalışıyoruz. Bu sınıflandırma, bir yandan grupların tamamını kapsarken, diğer taraftan bazı önemli grup türleri arasında farklılıkları göstermektedir. Bunu söylemekle; ne bu sınıflandırmanın diğerlerinden daha üstün olduğunu, ne de muhtemel her sosyolojik amaç için en iyisi olduğunu kesinlikle söylemek istemiyoruz. Daha önce de bahsedildiği üzere, bir grubun ne olduğuna, ya da nasıl bir terimin kullanılması gerektiğine karar vermek, sosyologlar için her zaman kolay olmamaktadır. Yağmurdan korunmak üzere koşturarak sığınacak yer arayanlar, aynı kapı aralığında kendilerini hep birlikte sıkışmış bulanlar bir grup teşkil eder mi? Aynı gazetenin başmakalesini okumakta olanlar ya da aynı televizyon programını seyretmekte olanlar, aralarında başka bir şekilde bağ olmadığı ve gerçekten de çok farklı yerlerde bulundukları halde, birer grup mudurlar? Belli bir anda, bir devletin sınırında veya Chicago’daki bir sokakta ya da New York’ta bir meydanda ansızın bir araya gelmiş bulunanlar, bir Cumartesi günü öğleden sonra Londra’daki bir yolda gezinti yapanlar hakkında ne denebilir? Aynı metro aracında ya da kıtalararası uçan büyük bir uçakta bulunanlar nasıl nitelenebilirler? Son olarak, örgütlü bir grubun üyesi olup, toplantılara hiçbir zaman katılmayan ve diğer üyelerin hiçbirini tanımayanlar için ne söylenebilir? Bazı sosyologların halen düşündükleri gibi, sosyal grup olmanın biricik kriteri sosyal etkileşimse, az da olsa karşılıklılık ya da birbirinin varlığından haberdarlık gerekliyse, o zaman yukarıda sözü edilen gruplardan çoğu sosyolojik araştırmanın kapsamı dışında kalacaktır. Burada yapılan sınıflandırma, bu grupların tamamını sosyolojik araştırmanın kapsamına almamıza ve birbirleriyle sosyal ilişkileri olan insanlardan oluşan grupların önemini vurgulamamıza yardımcı olacaktır. Değişik gruplar arasındaki sınırları net çizmek elbette her zaman kolay olmayacaktır. Örneğin, aynı zamanda aynı yerde öylesine bir araya gelen insanların bir İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 231 toplumsal grup olabileceğini, fakat bir sosyal grup olmayacağını söylemeliyiz. Ancak onların çok kolaylıkla bir sosyal grup haline de gelebileceğini söyleyebiliriz. New York’taki metro yolcuları, bir diğerine göre oldukça önemsiz bir örnektir. Fakat, yalnızca çok az derecedeki bir güdü, böyle bir toplumsal grubu sosyal bir gruba dönüştürmeye yetecektir. Bu kitabın yazarı, gençliğinde bir gün oldukça kalabalık bir metro vagonunda iken bitişik vagonda oldukça sarhoş bir İskandinavyalı denizcinin dolaşmakta olduğunu gördü: Denizci, yüksek sesle kendi yerli dilinden bir şarkıyı neşeli bir şekilde söylemeye başladı, Yolcular derin düşüncelerinden ve gazetelerinden başlarını kaldırarak denizciye sıcak bir şekilde karşılık verip, birbirlerine gülümsediler. Metro yolcuları için beklenmedik ve gerçekten alışılmadık bu durumda; orada bulunanların birkaçı denizciye nereye gitmekte olduğunu sordular ve ineceği durağı henüz geçmediğinden emin oldular. Denizci, metrodan indikten sonra, kalan yolcular yeniden derin düşüncelerine ve gazetelerine döndüler. Kısa süren bir an sona ermiş oldu. Oldukça geçici bir süre için sosyal grup haline gelen topluluk, bir kez daha yeniden toplumsal gruba dönüşmüştü. Bu insanlar aynı yerde ve yanı zamanda tesadüfen birlikte olmaktan daha öte bir ortak yöne sahip değillerdi. Ancak bu durum, onların bazı benzer yönlere sahip olduklarının bilincine varmalarına yetmişti. Başka ekstra uyarıcılar olmaksızın sadece böyle bir olay, onların birbirleriyle sosyal ilişkiler kurmaları için yeterli olamazdı. Okurların hoşgörüsüne sığınarak kendi tecrübemizden bir örnek daha verelim. İngilizler, dünyadaki insanlar arasında en soğuk; yabancılarla sohbete katılmayan veya bir sohbeti başlatmaktan çoğunlukla hoşlanmayan kimseler olarak bilinirler. Bununla beraber, yazar, Folkestone’dan Londra’ya doğru trenle seyahat ederken, bir anda kendini, birbirlerini de tanımayan dört ya da beş İngilizin içinde olduğu kompartımanda buldu. Herhangi bir konuşma yoktu. Yazar ilk kez İngiliz parasıyla; sterlin, şilin ve peni’nin karmaşıklığıyla şaşırmış vaziyette masumane bir şekilde yanında oturan İngilizden açıklama yapmasını rica etti. Kompartımanda seyahat eden bütün yolcular, yazarın bir yabancı olduğunu fark eder etmez İngiliz para sisteminin karmaşıklığını ona açıklamaya, birbirlerine cevap vermeye başladılar. O andan itibaren sohbet devam etti; İngilizler ülkelerinin güzellikleri, turistlerin kaçırmaması gereken cazibeli yanlarını anlatmaya devam ettiler. Sonuçta Londra’ya kadar hep birlikte mutlu bir yolculuk oldu. Bu örnekte ve buna benzer diğerlerinden belli bir öneme sahip sosyolojik çıkarım yapabiliriz ve bunu takip eden bölümde yapmaya çalışacağız. 3. Grupların biçimi ve içeriği Yukarıda sunulan temel grup sınıflamasını aklımızda tutarak, şimdi görüş noktamızı değiştirerek; bir grubun sosyolojik biçim ve sosyolojik içeriği arasındaki ayrım üzerinde düşünelim. Çok açıktır ki, biçim ve içerik iki farklı özelliktir. Örneğin, bir grubun küçük ya da büyük olup olmadığını sorabiliriz. Bu, oldukça biçimsel bir sorudur. Bir grubun temel etkinlik alanının veya işlevinin ya da amacının ne olduğunu da sorabiliriz. Bu, daha çok içeriğe, esasa yönelik bir sorudur, cevabı da bir sosyolo- Kuram ve Araştırma Dergisi 232 İLETİŞİM RobertBierstedt jik içerik meselesidir. İlk soruya cevap verildiğinde; onun küçük bir grup olduğunu, ikinci soruya cevap verildiğinde ise onun bir basketbol takımı ya da eğlence grubu olduğunu görebiliriz. Sosyolojik biçim ve sosyolojik içerik arasında yapılan bu ayrım bakımından gruplar konusuna yaklaşabiliriz. Bu tarz bir yaklaşımla, grupların en önemli özelliklerini birer birer ortaya koyabiliriz. Şimdi sırayı tersine çevirip, ilkin sosyolojik içeriği dikkate alalım. Bu, grupları alışılmış bir şekilde sınıflandırma eğiliminde olan sade vatandaş açısından karakteristik olacaktır. O, belli bir grubun basketbol ya da futbol takımı, büyük bir mağaza ya da belli çeşit malları satan küçük bir mağaza, bir otomobil işçileri sendikası ya da elektrik işçileri sendikası, bir kardeşlik cemiyeti veya bir yardım cemiyeti, bir hukuk firması veya bir sabun fabrikası olup olmadığını bilmek isteyecektir. Bu elbette doğru bir yaklaşım olup böyle ayrımlar önemlidir. Halen birçok sosyolog, bir grubun en önemli karakteristiği olarak onun amaç ya da işlevini almakta ve onu bir grubu diğerinden ayırmanın en iyi kriteri olarak düşünmektedir. Bu, kuşkusuz ihmal edilemeyecek bir özellik ya da niteliktir. Bununla beraber kabul etmeliyiz ki; işlev, amaç ya da içerik, grupların birçok özelliğinden sadece birkaçıdır. Ve bu özellik sosyolojik analizin bütün olanaklarını tek başına tüketemez. İnsanların tek başlarına yapamayacakları şeyleri gerçekleştirmek isteğiyle grupları oluşturdukları görüşü şüphesiz doğrudur. Tek başına hiç kimse bir tenis oyununu oynayamaz, buharlı bir gemiyi işletemez, bir üniversiteyi yönetemez, büyük bir mağazayı idare edemez. Bunlar grupların gerekliliğini göstermektedir. Daha önce de bahsettiğimiz gibi, gruplar hemen her türlü işlevle varolabilirler ya da biçimlendirilebilirler. Grupları, sadece içerikleri bakımından sınıflandıracak olursak, kendimizi birkaç geniş kavramsal kategoriyle sınırlandırmış oluruz. O zaman, bu görüş açısından, modern karmaşık toplumlarda belli bir öneme sahip şu gruplara ulaşırız: Kan, aile, etnik, bölgesel, yaş, cinsiyet, siyaset, hükümet, dil, din, yerleşim, sınıf, meslek, eğlence, iş, milliyet, bilim, yardım, sigorta, eğitim ve öğrenim gibi. Bu sıralamayı yapmakla en önemli grup tiplerinden bazılarını isimlendirmiş olduk. Hiçbir liste mutlak anlamda bütün grupları kapsayamaz. Biraz önce de söylediğimiz gibi, bunlar büyük gruplardır. Grupları nitelendirmek için yukarıda sıralanan sıfatlar, grupların içeriğinden söz ederken neyi kastettiğimizi göstermektedir. İçerik hususu, herhangi bir grup hakkında belki de bilmek istediğimiz ilk şeydir. Yukarıda da belirtildiği üzere, böyle bir bilgiye ulaşmakla sosyolojik araştırmanın tüm olanaklarını tüketmiş olmuyoruz. Gruplar aynı zamanda biçimsel özelliklere de sahiptirler. Bu özelliklerin yardımıyla, grup teorisinin bazı önemli ilkelerini sosyoloji disiplinine takdim edebiliriz. Bu biçimsel özelliklerin her birinde bir dizi ikili kategoriyle karşılaşırız. Bunları, aşağıda sırasıyla tartışacağız. Birincil gruplar ve ikincil gruplar Birincil grup kavramı, Amerikan sosyolojisine Charles Horton Cooley tarafından getirilmiştir. Cooley, birincil gruplarla; arkadaş, eş-dost, aile gibi, içlerinde; içten, kişisel, yüz yüze ilişkilerin yaşandığı grupları ve İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 233 günlük yaşamdaki birliktelikleri anlatmaktadır. Bu gruplardaki kimseler, daha içten sosyal ilişkiler kurmaktan hoşlandığımız, yakın ve sürekli sosyal ilişkilerimizin olduğu insanlardır. Yoksa, sadece tanıdık ya da ünlü olma gibi özelliklere sahip değillerdir. Yüz yüze ifadesi, somut anlamda değil, daha soyut, mecazi anlamda yorumlanmalı. Birincil gruplarımızın üyesi olmayan insanlarla yüz yüze ilişkilere girmemiz mümkün olduğu gibi, tam tersine birincil gruplarımızın üyeleriyle yüz yüze ilişkilerimizin olmaması da mümkündür. Örneğin, banka veznedarları, otobüs sürücüleri, berberler, yüz yüze görüştüğümüz kişiler oldukları halde, zorunlu şekilde birincil grup ilişkilerine sahip olduğumuz insanlar değildir. Diğer yandan da bizler yaşlandıkça çok uzun yıllar görüşemediğimiz yakın arkadaşlarımız ve dostlarımız olacaktır. Birincil gruba asıl niteliğini kazandıran öğe fiziksel mesafe değil, sosyal mesafe ya da içtenliğin derecesidir. Örneğin, Fransızca ve Almanca gibi bazı dillerde, farklı hitap biçimleri birincil ve ikincil grup ilişkileri arasındaki farkı sembolize etmektedir. İngilizce “you” (siz) anlamına gelen “Fransızca “vous” ve Almanca “sie” sözcükleri, daha önce tanınmayan kimselerle konuşurken kullanılan nazik hitap biçimleridir. Daha önce tanınan kimselerle konuşurken ise “you” (sen) anlamına gelen Fransızca “tu” ve Almanca “du” kullanılmaktadır. Bu ikinci kullanım daha samimi ve kişisel bir kullanım olmaktadır. İngilizcede; Mr. Ya da Mrs. yerine ilk ismin kullanılması ya da başka deyişler, benzer bir değişimi yansıtmaktadır. Ancak bu, her zaman mutlaka kesinlik taşıyan bir durum da değildir. Kısacası, birincil grup şahsi bir grup olurken, ikincil grup gayri şahsi bir grup olmaktadır. Birincil grup üyeleriyle aramızda kişisel ilişki varken, ikincil grup üyeleriyle statü ilişkileri bulunmaktadır. Birincil grupların, bir bireyin tüm yaşamı boyunca devam etmediği gözlenebilir. Örneğin, çocukluk çağında erkek ve kız kardeşlerimizle olan içten ilişkilerimiz yetişkinlik yılları boyunca da sürmeyebilir. Sonuçta; farklı ve uzak ilgiler, özellikle de akrabalık ilişkilerinin fazla önem taşımadığı toplumlarda, sosyal etkileşim sürecine engeller yaratabilir. Bir kuşak öncesinin arkadaşları bizimkinden oldukça farklı bir yaşam akışı sürdürmekte, bizleri selamlamaktalar, en azından yılda bir kez de olsa yılbaşı kartı göndermekteler. Dost çevremiz, kısacası birincil gruplara üyeliğimiz sürekli değişmektedir. Zaten değişme, zamanın akışı içinde kaçınılmazdır. Ancak her nerede ve her ne yaşta olursak olalım, yeryüzünde yaşayan münzevi veya amaçsız dolaşan bir kimse değilsek, mutlaka bazı birincil grupların üyesiyiz. Birincil grubun her zaman küçük bir grup olduğu da gözlenebilir. Oldukça ünlü bir kişinin üye olduğu tüm örgütlü ikincil grupların listesini çıkarmak için “Kim Kimdir?” kitaplarının birkaç sütunu incelenebilir. Ancak oldukça uzak küçük bir mezrada yaşayan, dış dünya ile temasları olmayan bir erkek ya da kadın, Birleşik Devletlerin başkanıyla aynı büyüklükte bir birincil gruba mensup olabilir. Hakikaten, bir başkan dünyadaki en yalnız insan olabilir. Çünkü, başkanlık konumuna oldukça resmi bir şekilde atfedilen prestij, içten samimi ilişkilere bir engel oluşturur. Kısacası, birincil grup içten, kişisel ilişkiler sağlar. Bu tür grup, içinde isteklerimizi karşılayabildiğimiz, Kuram ve Araştırma Dergisi 234 İLETİŞİM RobertBierstedt ihtiyaçlarımıza karşılık bulduğumuz bir gruptur. Bir önceki bölümde tartıştığımız E.T.Hiller’in kavramları, bu bağlamda tekrar karşımıza çıkmaktadır. Mensubu olduğumuz birincil grupların üyeleriyle kişisel ve içsel nitelikte ilişkilerimiz varken, üyesi olduğumuz ikincil grup üyeleriyle ilişkimiz ise kategorik ve dışsal niteliktedir. Bir başka deyişle, birincil grup içinde insanları kişisel nitelikleri bakımından içsel bir şekilde değerlendirirken; ikincil gruptaki insanları, işgal ettikleri sosyal statüler açısından dışsal bir şekilde değerlendiririz. Örneğin, John Jones bizim de mensubu olduğumuz bir orkestranın üyesiyse, onun ne tür bir müzisyen olduğunu, kullandığı müzik aletindeki performansının nasıl olduğunu bilmek isteriz. Bu dışsal bir değerlendirmedir. Diğer yandan, eğer John Jones bizim de içinde olduğumuz bir birincil grubun mensubuysa, onun ne tür bir kişi olduğunu, argo bir ifadeyle iyi bir herif olup olmadığını bilmek isteriz. Bu içsel bir değerlendirmedir. Burada hemen belirtilmelidir ki; mensubu olduğumuz birincil grupların üyelerinden her zaman hoşlanmayız. Husumet ilişkileri de aynı şekilde içten olabilir. Çok zaman söylendiği gibi, bir kişiden nefret etmek için de olsa onu oldukça iyi bir şekilde tanımamız gerekir. Bütün sosyologların çalışmalarında, birincil grup ve ikincil grup ya da birincil grup ilişkileri ve ikincil grup ilişkileri tarzında bir ayrım yapıldığı görülmektedir. Kullandıkları etiketler farklı olsa bile, sosyologların tamamı benzer bir sınıflama yapmaktadır. Cooley’in çalışmalarında birincil ve ikincil grup ayrımı ortaya çıkarken, Tonnies’de cemaat (Gemeinschaft) ve cemiyet (Gesellschaft) kavramıyla karşılaşmaktayız. Durkheim mekânik danışma ve organik danışma ayrımı yaparken, Sorokin’de ailesel (familistic) ilişkiler ve sözleşmesel ilişkiler şeklinde bir sınıflandırma görmekteyiz. Talcott Parsons’un kalıp değişkenleri, bu temel ayrımın işlenmiş halidir. Bu tür temel bir sınıflandırma, bir toplumun bütünsel niteliğini tasvir etmek üzere Spencer, Durkheim, Tonnies, Maclver ve başkaları tarafından kullanılmaktadır. Sonuç olarak şunu söylemeliyiz ki; karmaşık toplumlarda ikincil ilişkilerin çoğalması, birincil gruplara olan ihtiyacı ortadan kaldırmadığı gibi, onlara üyeliği de azaltmamaktadır. Üyesi olduğumuz gruplar ne kadar büyük, ne kadar yüksek düzeyde örgütlü olursa olsunlar, biz her zaman bu grupların üyelerinden bazılarını diğerlerine göre kişisel bakımdan daha yakından tanımak isteriz. Bunlardan bazıları gelecekte arkadaşımız olabilirler. Kısaca, mensubu olduğumuz birincil grupların üyeleri olabileceklerdir. Samimiyet ihtiyacı ve birincil gruplara yönelim süreklidir. Burada söz konusu olan, birliktelik ve ait olma duyusuna sahip olduğumuzdur. Sonuç olarak denebilir ki, sadece ne yapabileceğimize göre değil ne olduğumuza göre değerlendirilmekteyiz. Bazen birincil grubumuzu aniden değiştiririz. Örneğin öğrenim görmek veya bir işe başlamak için ilk kez evimizden ayrıldığımızda olduğu gibi. Neredeyse evrensel nitelik gösteren ve sıla hastalığı olarak bilinen şey, aslında mensubu olduğumuz birincil gruptan ayrılmanın yarattığı bir tür geçmişe özlemdir. Söz konusu olan, ister yeni bir okula başlamak, ister yeni bir işe girmek, ister askere gitmek, isterse yeni bir İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 235 şehirde yaşamak olsun; böyle bir durum yeni şartlara uyum sağlamayı güçleştirir. Savaş sırasında, kendi arkadaşlarıyla güçlü birincil grup bağları geliştirmiş olan askerlerin, böylesine bir bağ yaratamayanlardan daha dirençli oldukları gözlenmiştir. Böyle askerler diğerlerine göre, ulusal ihanet şokları karşısında da daha dayanıklı olabilmekteler. İlk kez büyük Fransız sosyoloğu Emile Durkheim tarafından ileri sürülen, intihar oranlarının birincil grup bağları zayıf olanlar arasında daha yüksek olduğu olgusu, birçok kez doğrulanmıştır. Böylece, sosyoloji tarihindeki klasik incelemelerinden biri olan Durkheim’in çalışmasında; Batı Avrupa’da intihar oranlarının Katoliklere göre Protestanlar arasında daha çok olduğu sonucuna varıldı. Bu sonuç, ilk başta Durkheim’ı şaşırttı, çünkü hem Protestanlık hem de Katoliklik bir kimsenin kendi yaşamına son vermesini yasaklıyordu. Durkheim’a göre bu farklılık, Katoliklerin dinsel pratiklerinin daha sürekli ve düzenli, onların arasında dayanışmanın daha sıkı ve dinsel topluluğa ait olma duyusunun daha güçlü olmasından kaynaklanmaktadır. Katoliklerin tek bir kilisesi varken, protestanlar birçok fraksiyon ya da gruba bölünmüş durumdalar. Katolikler ile Protestanlar arasında bir konumda olan Museviler, Katoliklerden ziyade protestanlara yakın gözükmekteler. Fakat Museviler, ayrımcılığa maruz kalmalarından dolayı, çok yoğun bir topluluk duyusuna da sahiptirler. Medeni hal değişkeni de aynı profili çizmektedir. İntihar olasılığı, evli olup çocuğu olanlardan, çocuğu olmayanlara, dullara, boşanmışlara ve evli olmayanlara doğru, giderek artmaktadır. İntihar oranları arasındaki bu farklılıkları yine birincil grup bağları açıklıyor görünüyor. Birincil grup bağlarının zayıflığından kaynaklanan intihar olgusu, bencil intihar olarak adlandırılmaktadır. Biz grubu ve onlar grubu Biz grubunun ve onlar grubu’nun belli bir ölçüsü yoktur. Gerçekten bu tür gruplar oldukça değişkenlik gösterebilirler. Bir “Biz Grubu” aile kadar küçük de olabilir, dünya kadar büyük de olabilir. Bu durum karşısında basitçe ifade edecek olursak, “Onlar Grubu” nun ailemiz ya da dünyamız dışında kalan herkesi kapsayabileceğini söyleyebiliriz. Biz grubu, hem kendimizi, hem de “biz” zamirini kullanırken bu kapsama soktuğumuz kimseleri içerir. Onlar grubu ise, başkalarını yani “biz” zamirini kullanırken bu kapsamın dışında bıraktığımız herkesi kapsar. “Biz” dediğimiz zaman sadece kendi ailemizin üyelerini kastederiz. Yalnızca bunlar biz grubunu oluşturur, bunların dışında kalanlar ise onlar grubu içinde yer alırlar. Örneğin, “biz” derken kendi sosyoloji sınıfımızdaki kimseleri kastedebilir ki; bu durumda sınıf biz grubu olup, sınıfa dahil olmayanların tamamı onlar grubunu oluşturur. Bizimle aynı kasabada yaşayan, aynı üniversiteye giden, aynı eyalette yaşayan kimseler veya Mississippi Irmağı’nın doğusunda ya da batısında yaşayan herkes ya da bütün Amerikalılar vb. birer “biz” grubu olabilir. Carson McCullers, yazdığı “The Member of the Wedding” adlı tiyatro oyununda; on iki yaşında bir kız çocuğu olan Frankie ile on yedi yaşındaki kuzeni John Henry arasında geçen aşağıdaki diyalogda “biz grubu” olgusunu göz önüne serer: Frankie: Sus! Tam şimdi bir şeyin farkına vardım. Uzun zamandır devam etmekte Kuram ve Araştırma Dergisi 236 İLETİŞİM RobertBierstedt olan sorunum, sadece “ben “ diyen bir kişi olmamdır. Bütün diğer insanlar “biz “ diyebilirler. Berenice “biz” dediği zaman, kendi evini, kilisesini ve zencileri demek istemektedir. Askerler de “biz” dediğinde ordudan söz etmiş olmaktalar. Benim dışımda bütün insanların ait olduğu bir “biz” vardır. John Henry: Ne yapacağız? Frankie: Bir “biz”e ait olmamak insanı oldukça yalnız kılıyor. Bugün öğleden sonraya dek ait olduğum bir “biz” yoktu. Fakat şimdi, Janice ve Jarvis’i gördükten sonra aniden bir şeyin farkına vardım. John Henry: Ne? Frankie: Erkek kardeşim ve evleneceği kızın, benim “biz” grubumu oluşturduklarını biliyorum. İşte bundan dolayı onlarla birlikte gidiyorum ve düğünlerine katılıyorum. Kısaca, biz grubu ve onlar grubu, insanların “biz” ve “onlar” zamirlerini kullanarak bu grupları yarattıkları durumlar hariç olmak üzere, gerçek gruplar değillerdir. Bununla beraber, yaptığımız ayrım önemli biçimsel bir ayrımdır. Çünkü, böyle bir sınıflandırma, birazdan inceleyeceğimiz iki önemli sosyolojik ilkeyi ortaya koymamıza yardımcı olabilir. Bu ilkelerden birincisi, biz grubu üyelerinin onlar grubu üyelerine stereotip çizmek eğiliminde olduklarıdır. Bu önerme, Hiller’in kavramlarını tekrar kullanacak olursak, içinde yer aldığımız “biz grubu”nun üyelerini kişisel ve içsel şekilde, onlar grubunun mensuplarını ise kategorik ve dışsal şekilde değerlendirme eğiliminde olduğumuz anlamına gelmektedir. Daha basit olarak ifade edersek, biz grubunun üyelerine bireyler olarak, onlar grubunun üyelerine ise bir sınıf ya da kategorinin üyeleri olarak tepkide bulunma eğilimindeyiz. Yine, kendi grubumuzun üyeleri arasındaki farklılıkları görmeye yönelirken, onlar grubunun üyeleri arasındaki benzerlikleri bulmaya çalışırız. Amerikalılara göre bütün Çinliler birbirlerinin benzeri olup biri diğerinden hiç de ayırdedilemez görünüme sahiptir. Benzer şekilde, Amerikalılar, İngilizleri humor (mizah, neşe vb.) yoksunu, Fransızları şarapçı, Almanları lahanacı olarak görme eğilimindedirler. Bu yargıların tümü yanlıştır. İşin doğrusu şudur ki; bazı Fransızlar hem hiç içmezler hem de içki yasağı taraftarıdırlar. Bazı Almanlar lahananın görünümüne bile katlanamazlar. Bütün bunlar, gruplar arasında ortaya çıkan stereotiplerdir (kalıp yargılar). İkinci dünya savaşı sırasında Amerikan asker ve sivillerine göre, Japonlar hilekâr ve güvenilmez kimselerdir. Japonlara göre ise, Amerikalılar ikiyüzlü kimseler olup kıllı şeytanlardır. Japonların en iyi tanıdığı Amerikalılar, misyonerler ve satıcılar gibi farklı bir ahlâk anlayışına sahip kimseler oldukları için, iki yüzlü olarak değerlendiriliyorlar. Yine, beyaz ırka mensup olanlar, diğer insanlara göre daha iri vücutlu ve gür saçlı-sakallı olduklarından kıllı şeytanlar olarak nitelendiriliyorlar. Yukarıda sözünü ettiğimiz sosyolojik ilkeden kaynaklanan bu tür etnisite ve milliyete dayalı stereotipleştirmeler dünyanın her yanında yaygın olarak görülmektedir. İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 237 Şüphesiz, böylesine haksız genellemeler sadece diğer milliyetlerle sınırlı değildir. Amerika Birleşik Devletlerinde beyazların ve siyahların birbirleri hakkında sahip oldukları stereotipler (kalıp yargılar) vardır. Beyazlara göre, özellikle ırksal gerilimlerin olduğu zamanlarda, siyahlar yanlarında sürekli şekilde bıçak taşıyan ve bunu kullanmaya can atan karanlık ve tehlikeli karakterde insanlardır. Bu arada Amerikalı, insan ırkına ait yeteneklere sahip birçok siyah yazarın, diplomatın, oyuncunun, atletin, romancının oyun yazarının ve profesörün varlığını görmezden gelmektedir. Diğer taraftan siyahlara göre, beyazlar siyahları toplum içinde sürekli aşağı statülerde bırakmaktan hoşlanan güvenilmez baskıcılardır. Siyah, Beyaz’ın aynısı yaparak, Rodezya, Güney Afrika gibi yerlerde bile, ırk ayrımına karşı çıkan, yaşamını adalet ve insanlığa adayan birçok beyazın var olduğu gerçeğini düşünmek bile istememektedir. Önyargısız bir yaklaşım, stereotip yaratma eğiliminin bulunduğu herhangi bir yerde çok az bulunabilecek bir özelliktir. Aynı şekilde politik, mesleki ve dinsel stereotipler de vardır ki, bunlara özellikle karikatüristler anlamlı katkılarda bulunmaktadırlar. Örneğin, işletme sahipleri ve yöneticileri, sol eğilimli gazetelerde şişman, puro içen, koca kafalı kapitalistler olarak çizilirken, işçiler iri cüsseli, adaleli, dürüst çalışanları temsil etmektedirler. Sağ eğilimli gazetelere bakıldığında; kapitalistler, birikimlerini kamu hizmetine yönelik girişimlerde değerlendiren yaşlı, fedakâr, birçok şeyden yoksun kalan kişiler olarak karşımıza çıkarken, işçiler kışkırtıcı ve şantajcı bir kimliğe büründürülmektedir. Çiftçi, kentliyi damarlarında kan yerine soğuk su akan bir kimse olarak düşünürken, kentli çiftçiyi kaba, anlayışsız birisi olarak görmektedir. Yine bu tür tipleştirmelerde; bütün bankerler mağrur ve mesafelidirler, beysbol oyuncuları batıl itikatlıdırlar, musluk tamircilerinin tamamı aletlerini unutur, profesörlerin hepsi zekâ yoksunudur. Yahudiler insafsız tefeci ya da aç gözlü yankesicidirler. Kısacası, her biz grubu, onlar grubuna ilişkin stereotipleri yaratmaktadır. Sosyal mesafe, kategorileştirmeyi teşvik ederken bireysel farklılıkların görülmesini engellemektedir. Bir başka ifadeyle, hepimiz sosyolojik bakımdan ister tecrübesiz, isterse çok bilgili olalım, benzer şekilde fazlaca düşünmeksizin, kendi grubumuzun üyelerini ayrı birer kişi olarak görürken, onlar grubunun mensuplarına bir sınıfın üyeleri olarak bakma eğilimindeyiz. Bununla beraber, bu husustaki bilgimiz, birinci ilkenin talihsiz sonuçlarını azaltmaya ve diğer insanlarla kolayca etkileşimi önleyen engelleri ortadan kaldırmaya yardım eder. Biz grubu-onlar grubu ayrımından kaynaklanan ikinci ilke, şudur: Onlar grubunun hayalî ya da gerçek bir tehdidine maruz kalan biz grubunun birlik ve dayanışması güçlenme eğilimine girer. Bu, her büyüklük ve düzeydeki grupta gözlenebilecek bir ilkedir. Örnek olarak aileyi alalım. Olağan aile yaşamında; erkek kardeşler ve kız kardeşler birbirleriyle zaman zaman çatışabilirler. Aile dışında bir kimse erkek ya da kızkardeş hakkında küçümseyici bir söz söylediğinde, hem söylenen şeyi hem de onu söyleyen kişiyi püskürtmek üzere bütün aile bir birlik olacaktır. Çinli bilge Mencius’un yüzyıllar önce belirttiği gibi, “Kendi evlerinin duvarları arasında birbiriyle çatışabilen Kuram ve Araştırma Dergisi 238 İLETİŞİM RobertBierstedt erkek kardeşler, davetsiz bir misafiri uzaklaştırmak için hep birlikte hareket edeceklerdir.” Benzer şekilde koca ile karı arasındaki çatışmaya müdahale etmek pek makul bir davranış olmaz. Eşlerin her ikisi de arabulucuya karşı çıktığında tehlike daha da büyüyecek, ona bunun bir özel mesele olduğu hususu hatırlatılacaktır. Diktatörler bu prensipten yararlanma konusunda ustadırlar. Tarih boyunca güçsüz, dengesiz birçok rejim, devletin saldırgan bir güç tarafından tehdit edildiğini söyleyerek kendini korumaya çalışmıştır. Onlar grubunu oluşturan bu saldırgan güç, coğrafik bakımdan yurt içinden olabileceği gibi yurt dışından da olabilir. 1935-1936 yıllarındaki İtalya-Etiopya savaşında saldırgan güç ya da tehdit dıştan gelmektedir. Mussolini, Etiopyalıların hükümete ve İtalyan İmparatorluğunun şerefine bir tehdit olduğunu söyleyerek; bir yandan taraftarlarının birliğini güçlendirirken, diğer yandan muhaliflerini zayıflattı. Almanya’da Hitler, aynı amaca yönelik olarak ülke içinden bir onlar grubu yarattı. Bu grup yahudilerden oluşuyordu. Hitlere göre; yahudiler Aryen ırkının saflığına ve büyük Almanya’nın kültürel değerlerine bir tehdit oluşturmaktaydı. Benzer gözlemler, Amerika Birleşik Devletleri’ndeki bazı sosyal ve tarihsel olgular hakkında da yapılabilir. Grup içinden kaynaklanan eleştiriye karşı daha anlayışlı ve toleranslı bir tavır sergilenirken, grup dışı eleştiriye karşı daha sert tepki gösterilmektedir. Örneğin, Güneyli yazarlar, Mason ve Dixon hattının altında kalan bölgedeki koşulları dostane bir şekilde inceleyebilirler. Ancak böyle bir şeyi Kuzeyli bir yazar yapacak olursa onun görüşleri “Kuzeyli Müdahalesi” olarak görülecek ve bu görüşler, genellikle olduğu gibi, yazarın esas niyetinin aksi yönde değerlendirilecektir. Güney eyaletlerindeki seçmenler, politikalarını benimsemedikleri politikacılara, bunların politikaları kuzey basını, özellikle de New York basını tarafından sansür edildiği için, oy verebilmektedirler. Ünlü Amerikan deyişi “suyun bittiği yerde politikalar da sona erer.”, grup dışındakilere karşı grup içi dayanışma ilkesini ulusal düzeyde yansıtmaktadır. Bu, gerek Demokratların gerekse Cumhuriyetçilerin ulusal meseleler üzerinde birbirlerini özgürce eleştirirken, Birleşik Devletlerin diğer ülkelerle ilişkilerini ciddi bir şekilde etkileyen meselelerde Amerikalılar olarak birleştiklerini ifade etmektedir. Başlangıçta yukarıda ifade edilen ilkeyle zıtlık içinde görünen Vietnam savaşı, gerçekten grup içi dayanışma ilkesini doğrulamıştır. Başta; Amerikalılar birleşmek yerine bölündüler. Çünkü önce bir azınlık, ardından çoğunluk, küçük, zayıf, sanayileşmemiş bir Güneydoğu Asya ülkesinin Birleşik Devletlerin güvenliğine tehdit oluşturabileceğine ikna edilemedi. Sonuçta; ortak düşmana karşı ittifakla karşı duranlar, savaş bittikten sonra çok sıkça ayrışabilmekte ve kendi içinde çatışabilmektedir. Tarihin sayfaları böylesi örneklerle doludur. Gruplar arası mücadele yalnızca ulusal düzeyde ortadan kalkmıyor. Grup dayanışması ilkesi bakımından, sosyoloji öğrencisi, Birleşik Devletler ile Rusya arasındaki çatışmayı etkin bir şekilde çözmeyi hayal edebilir. Yeryüzüne uzaydan yönelecek bir işgal tehdidi karşısında ülkeler arasındaki çatışma derhal sona erecektir. Örneğin İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 239 Mars’tan gelecek bir saldırı karşısında, Amerikalılar ve Ruslar, aralarındaki ayrılıkları unutarak işgalcileri püskürtmek üzere birlikte karşı koyacaklardır. Onlar grubunun her zaman düşman bir grup olması gerekmez. Dost bir dış grubun varlığı da grup dayanışması ve bütünlüğü üzerinde olumlu bir etki yaratabilir. Bir yabancı grubun varlığı, grup üyelerinde benzerlik bilincini artırır ve onların sosyal etkileşimini motive eder. Benzer şekilde, birçok gözlemcinin de belirttiği üzere, olağan İngiliz soğukluğu, İkinci Dünya Savaşı sırasında Londra ve diğer şehirler bombalandığı sırada ortadan kalkmış ve tüm yabancılar birbirleriyle yakın etkileşime ve diyaloğa girmeye başlamışlardır. Grup dayanışmasına ilişkin prensibin başka bir yüzü, kendi memleketlerinde iken birbirlerine karşı nispeten kayıtsız olan kimselerin, yabancı bir ülkede, kendi ülkelerinden binlerce mil uzakta karşılaştıklarında, derhal dostluk kurabilmeleri olayında gözlenebilir. Kısaca biz grubu, bizim içinde olduğumuz gruptur, onlar grubu ise bizim dışımızda kalan herkestir. Bu husustaki tartışmamızı sonuçlandırırken okuyucuya bir kez daha hatırlatabiliriz ki; bu tür grupların önceden belirlenmiş özgül, değişmez ölçüleri yoktur. Biz grubu, bir bağlamda sadece aynı evde oturanlardan oluşuyorken, başka bir bağlamda yeryüzünde yaşayanların tamamını kapsayabilir. Yukarıda sözünü ettiğimiz sosyolojik ilkeleri bir kez daha belirtelim: (1)Biz grubu, onlar grubu hakkında stereotip üretme eğilimindedir, (2) Onlar grubundan gelen hayalî ya da gerçek bir tehdit, biz grubunun dayanışmasını ve bütünleşmesini yoğunlaştırır. Büyük gruplar ve küçük gruplar Grupların biçimsel özelliklerinden bazıları, daha bildik olup fazlaca tartışma gerektirmezler. Gerçekten de bu özelliklerden bazıları neredeyse kendi kendini açıklayıcı niteliktedir. Bazı grupların küçük, bazılarının da büyük olması bu tür özelliklerdendir. Bununla beraber, bir grubun büyüklüğü sosyolojik bakımdan oldukça anlamlı sonuçları olan çok önemli bir özelliktir. Bir grubun büyüklüğü arttıkça birçok şey vukubulur. Büyüklükteki artış ya da azalış, benzer şekilde, başlangıçtaki düzenlemeleri değiştirebilir, grubun yapı ve fonksiyonunda değişmelere yol açabilir. Bazı amaçlara ulaşmak bakımından küçük gruplar büyüklere göre daha etkili olurken, diğer bazı amaçlar bakımından büyükler küçüklerden daha elverişli olurlar. Bazı belli amaçlar için optimum ya da en iyi bir ölçü vardır, ancak bu ölçü nedir? Bunu tespit etmek her zaman kolay olmaz. Diğer koşullar eşit kalmak şartıyla, büyük bir ordu küçük bir ordudan üstündür, büyük bir ülke küçük ülkeye göre daha güçlüdür, büyük bir şirket küçük şirkete göre piyasa üzerinde daha fazla kontrol gücüne sahiptir. Fakat birçok komite ya da komisyon, üye sayısı arttığı zaman etkinliğini yitirmeye başlar. Büyük liglerin hiç birinde on iki takımdan daha fazlası hemen hemen hiç istenmez. Beysbol takımı için dokuz üye uygunken, futbol takımı için on bir üye elverişlidir. Elli öğrenci ve on profesör bir üniversiteyi hemen hemen hiç oluşturamaz. Ancak üniversite çok büyüdüğü zaman da bazı şeyleri kaybetmeye başlar. Örneğin, öğrenciler ile danışmanları arasındaki temaslar zayıflamaya, biçimsel olmaya ve seyrekleşmeye başlar. Çok büyük üniversitelerde öğrenciler, kendi kimlik duyularını Kuram ve Araştırma Dergisi 240 İLETİŞİM RobertBierstedt kaybedip, kendilerini belirli işlemlerden geçirilen nesneler gibi görmeye başlarlar. Burada bu konuyu daha detaylı bir şekilde incelemek mümkün olmamakla beraber, grup büyüklüğünün bazı sonuçlarına kısaca değinilebilir. İlkin şunu belirtmek gerekir ki; bir grubun büyüklüğü arttıkça işbölümü de artar. Çok küçük gruplarda, üyelerin hepsi aynı işleri yapar ve aynı etkinliklere katılır. Büyük gruplarda ise, üyelerin fonksiyonları farklılaşır ve etkinlikleri de uzmanlaşmaya başlar. Mesela küçük bir lisede, aynı kişi hem ingilizce, tarih ve matematik derslerini okutabilir, hem de bir sınıf temsilini yönetip basketbol takımının yardımcı antrenörü olarak hizmet verebilir. Büyük bir lisede ise, bu farklı etkinlikler, birçok kişinin hizmetinden yararlanmayı gerektirir; İngilizce dersi kompozisyon ve literatür, tarih dersi Amerika ve Avrupa tarihi, matematik dersi de cebir ve geometri olarak ayrılır. Benzer gözlemler herhangi başka bir grup hakkında da yapılabilir. Büyük toplumlar ile küçük toplumlar arasındaki temel sosyolojik farklardan birisi büyük toplumların karmaşık bir işbölümüne sahip olmasıdır. Gerçekten de, birçok ünlü teori, örneğin Herbert Spencer ve Emile Durkheim’inki gibi, bu temel üzerine inşa edildi. Durkheim, daha önce de söz edildiği üzere, toplumları mekânik ve organik dayanışmayla karakterize olmalarına göre ayırır. Mekânik dayanışma kollektif bilinçle sağlanırken, organik dayanışma işbölümüyle sağlanır. İkinci olarak da denebilir ki, örgütlü grupların büyüklüğü arttıkça, yapıları daha katı olmaya başlar. Bu durumda; daha fazla organizasyona, norma ve kırtasiyeciliğe ihtiyaç duyulur. Küçük gruplarda birçok fonksiyon gayri resmi bir şekilde görülür. Büyük gruplarda ayrıntılar daha detaylı bir şekilde ortaya konur. Mesela The New York Times gibi büyük bir gazete, küçük bir yerel gazeteye göre, daha yüksek ölçüde organize olmuştur. Yukarıda zikredilen iki hususun sonucu olarak diyebiliriz ki; büyük gruplardaki sosyal ilişkiler, küçük gruplardaki ilişkilere göre daha resmi ya da biçimsel olup daha az kişisel niteliktedir. Grup büyüklüğündeki artış, ikincil ilişkilerin ya da statü ilişkilerinin sayısındaki arıtışla birlikte gidiyor. Ancak grup büyüklüğündeki artış ile birincil ilişkiler ya da kişisel ilişkilerin sayısındaki artış arasında bu tür bir uyum yoktur. Hatta bu tür ilişkilerin miktarında bir azalma olur. Mesela, bir uçak gemisinde bir destroyere göre daha fazla ikincil ilişki vardır. Büyük bir şehirdeki ikincil ilişki sayısı da küçük bir köydekinden daha fazladır. Çoğunluk grupları ve azınlık grupları. Bir grubun çoğunluk ya da azınlık grubu olduğunu belirleyen özellik, yukarıda sözü edilen büyüklük kriteriyle ilişkili olmakla birlikte, onunla özdeş değildir. Şüphesiz, çoğunluklar ve azınlıklar her zaman diğer grupların unsurudurlar. Çoğunluk ve azınlık terimlerinin kendi başlarına bir anlamı yoktur. Aynı bağlamda olmamakla beraber, çoğunluklar çok küçük olabilirken (üç kişilik arkadaş grubunun iki üyesi gibi), azınlıktakiler de oldukça fazla sayıda olabilirler (bir başkanlık seçiminde yenilen adayı destekleyen seçmenler gibi). Hatta aynı grup içinde de, çoğunluk daha büyük veya küçük olabilir. Mesela yüz kişiden meydana gelen bir grubun, hem elli biri hem de doksan dokuzu birer çoğunluk teşkil edebilir. İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 241 İşte bundan dolayı, çoğunluk grubu-azınlık grubu ayrımı, grubun büyüklüğüne göre yapılan büyük-küçük grup ayrımıyla özdeş değildir. Grupların çoğunluk ya da azınlık grubu niteliğinde olmasının, hem sosyal hem de politik nitelikli sonuçları vardır. Mesela çoğunluk grubunun çok büyük, azınlık grubunun da çok küçük olduğu durumlarda etnik grup gerilim ya da çatışması daha az olabilir. Azınlık sayıca çoğunluğa yaklaştığı zaman, gerilim ya da çatışma daha fazla olabilecektir. Bir süredir, azınlık ve çoğunluk grubu olmanın politik sonuçlarının neler olduğu bilinmekle birlikte, sosyolojik sonuçları hakkında yeterli düzeyde bulgu yoktur. Çoğunluk yönetimi ilkesi, demokratik devlet için politik bakımdan eşsiz bir öneme sahiptir. Bazı grupların (siyasi partilerin) birincil fonksiyonu, çoğunluk haline gelebilmektir. Uzun ömürlü gruplar ve kısa ömürlü gruplar Bir grubun ömrü ya da varoluş süresi, onun çok önemli özelliklerinden birisidir. Bazı gruplar oldukça kısa ve geçici bir ömre sahiptir. Bazıları ise yüzyıllarca varlıklarını sürdürebilir. Sadece para toplamak veya bir akşam yemeği düzenlemek için teşkil edilen bir komite, kendisine verilen görevi yerine getirir getirmez ortadan kalkar. Bir yangını seyretmek üzere toplanan kalabalık, ya da bir kazaya tanık olanlar, merak ve heyecanları geçtikten sonra dağılacaktır. Bazı gruplar ise, tek tek bireylerin yaşamından bağımsız bir varlığa sahiptir. Çünkü bu tür grupların, üyeliğe giren ya da çıkanların varlığı dışında bir süreklilikleri vardır. Üniversiteler ve uzun ömürlü firmalar bu kategoriye girer. Son olarak da çağları aşan bir sürekliliğe sahip gruplardan söz edilebilir. İzlanda Parlamentosu, Mason Locası ve Roma Kilisesi bu tür gruplara örnek olarak sayılabilir. İsteğe bağlı gruplar ve istek dışı gruplar Bazı gruplara biz katılırız. Bazılarının ise, herhangi bir seçim hakkımız olmaksızın üyesiyiz. Biyolojik özelliklere dayalı olarak şekillenen yaş, cinsiyet ve etnik gruplar istek dışı gruplardır. Benzer şekilde, dahil olduğumuz dil grubu da istek dışıdır. Çünkü, çocuklar olarak dilimizi, ana-babamız ya da büyüklerimizden öğreniriz. Sosyal sınıfımız, dinsel, bölgesel, ya da milliyet grubumuz, sonradan değişebileceği ve toplumumuzda bir ölçüde de olsa isteğe bağlı gruplar haline gelebileceği halde, başlangıçta istek dışı gruplar niteliğindedir. Üyesi olduğumuz meslek, eğlence, eğitim ve diğer bütün ilgi grupları isteğe bağlı gruplardır. Belli bir gazeteyi okumak, bir radyo programını dinlemek, pantolon askısı yerine sabun almak, bakkal ya da kasap olmak konusunda bizi zorlayan hiçbir yasa yoktur. Bu tür grupların hepsi isteğe bağlıdır. İsteğe bağlı gruplar ile istek dışı gruplar şeklinde yapılan bu ayrım, bir önceki bölümde yaptığımız sonradan edinilmiş statü-doğuştan verilmiş statü ayrımına tam olarak tekabül etmektedir. İsteğe bağlı gruplarda statüler sonradan kazanılıyorken, istek dışı gruplarda statüler baştan verilmiştir. Okuyucu, bazı toplumlarda isteğe bağlı grupların, başka toplumlarda istek dışı gruplar haline geleceği hususuna da dikkat etmelidir. Açık gruplar ve kapalı gruplar Şüphesiz bütün gruplar, gruplar teşkil edilirken öngörülen belli kriterlere sahip olmayan kimselere kapalıdır. Mesela, erkekler sadece Kuram ve Araştırma Dergisi 242 İLETİŞİM RobertBierstedt kızların devam edebildiği okullarda öğrenci olamayacağı gibi, kızlar da yalnızca erkek öğrencilere açık bir okula gidemeyeceklerdir. Bununla beraber, bazı gruplar nispeten açık bir nitelikteyken bazıları da nispeten kapalı bir yapıdadırlar. Oy verme çağına gelen hemen herkes bir siyasi partiye kolayca üye olabilir, herkes satranç topluluğuna katılabilir, bilet alan herkes bir konseri veya futbol maçını izleyebilir veya bir sokak kalabalığına katılabilir. Birçok grup, ister örgütlü isterse örgütsüz olsun, nispeten kapalıdır. Mesela bir klik, seçici ve tekelci bir niteliğe sahip olup sosyolojik anlamda kapalı bir gruptur. Herhangi bir arkadaşlık grubu da böyledir. Aileler, biyolojik ve hukuksal bakımdan kapalı gruplar oluştururlar. Meslekî gruplar, esnaf ve zanaatkar toplulukları da nispeten kapalı gruplardır. Bir kimse, Amerikan Barolar Birliğine üye olmadan önce bir baronun üyesi olmak zorundadır. Üniversite öğretim üyesi olacak bir kimse doktora derecesine veya ona eş bir niteliğe sahip olmalıdır. Okur yazar olmayan ve New York’ta oturmayan bir kimse orada oy kullanamayabilir. New York Princeton Klüb, Princetonlular dışında kalan herkese kapalıdır. Aynı şekilde, Uluslararası Elektrik İşçileri Sendikası elektrik işçisi olmayanlara kapalıdır. Yatay gruplar ve dikey gruplar. Biz, şimdiye kadar bu kitapta, sosyal sınıftan ve toplumların sınıf yapısından bahsetmedik. Bu oldukça önemli ve evrensel olgu, bir sonraki bölümün konusudur. Burada, yalnızca üyelerini bütün sosyal sınıflardan alan gruplarla, üyelerini yalnızca belli sosyal tabakalardan alan gruplar üzerinde duracağız. Üyelerini bütün sosyal sınıflardan alan grupları dikey gruplar, üyelerini sadece bazı tabakalardan alanları ise yatay gruplar olarak adlandırıyoruz. Bir dinsel birlik, en azından teorik olarak, genellikle dikey gruptur, emekli askerler birliği de dikey gruptur. Diğer taraftan bir belediyeden kamu yardımı alanların meydana getirdiği toplumsal grup ise bir yatay gruptur. Mesleki gruplar yatay olma eğilimindedir. Çünkü, karmaşık toplumlarda mesleklerin bizzat kendileri tabakalanmış haldedir. Öte yandan etnik gruplar dikeydir. Çünkü bu tür gruplar, çok değişik sosyal sınıflara mensup bireylerden oluşmaktadır. Bağımsız Gruplar ve Bağımlı Gruplar. Burada oldukça basit bir ayrım yapmış oluyoruz. Bazı gruplar kendi başlarına bir grupturlar. Bazıları ise, sadece daha büyük grupların alt gruplarıdır. İlki bağımsız bir grup iken, ikincisi bağımlı bir gruptur. Bir şirketin alt birimi, bir kamu kuruluşunun yerel bürosu, ulusal birliklerin mahalli şubeleri vb. birer bağımlı gruptur. Bir komisyon ya da kurul hemen her zaman bir bağımlı gruptur. Özel bir kolej veya üniversite bağımsız örgütlü grup iken, bir devlet üniversitesi veya yerel yönetim okulu bağımlı örgütlü bir gruptur. Çünkü, bir devletin ya da belediye yönetiminin bir alt dalı ya da birimidir. Bir toplumda, bağımlı grupların sayısı astronomik oranlara ulaşabilir. Birçok bağımlı grubun diğer bağımlı gruplarla birlik çatısı altında bir araya gelmeleri halinde bu oranlar daha da artar. Mesela, bir üniversitedeki satın alma elemanları bir bağımlı grup oluşturur. Ancak değişik üniversitelerin satın alma elemanları bir araya gelip örgütlenirlerse bağımsız örgütlü bir grup meydana gelmiş olur. Yukarıda da söyle- İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 243 diğimiz gibi, yaptığımız ayrım basittir, ama bu ayrımı karakterize etmeye yardımcı olacak şartlar oldukça karmaşık olabilir. Örgütlü gruplar ve örgütsüz gruplar Son olarak, grupların biçimsel özelliklerinden en önemlisine gelmiş bulunuyoruz. Bazı gruplar, istatistiksel, toplumsal ve sosyal gruplar gibi, kendiliğinden, herhangi bir işleme ihtiyaç olmaksızın vardır. Bazıları ise, organizasyon adı verilen, biçimsel bazı aşamalardan oluşan bir sürecin sonunda ortaya çıkarlar. O halde organizasyon ne demektir? Burada dikkat edilmelidir ki, biz organizasyon derken bizzat toplumun organizasyonundan değil -ki bu tüm kitabın konusudur- toplumun içindeki grupların, birliklerin organizasyonundan söz etmekteyiz. Bu çok önemli bir olgudur. İçinde yaşamakta olduğumuz karmaşık toplumlarda organizasyonların önemi küçümsenemez. Bu tür toplumlarda, insanlar arasındaki sayısız sosyal ilişki ve etkileşimin çok büyük bir kısmı örgütlü gruplarda gerçekleşmektedir. Organizasyon faktörü sayesinde insanlar, kişisel ilişki ve etkileşimleriyle ulaşamayacakları ortak hedeflere varabilirler. Organizasyon faktörü otoriteyi yaratır; toplum içinde kimin emir vereceğini, kimlerin itaat edeceğini, karar verme sürecinde kararları kimlerin alacağını, kimlerin verilen kararlara rıza göstereceğini belirler. Organizasyon, grupları uzun ömürlü kılan bir faktördür. Bu faktörün yokluğunda birçok grubun geçici topluluklar haline geldiği görülür. Kısacası, içinde yaşamakta olduğumuz, büyük karmaşık ve teknolojik toplumun varoluşunu mümkün kılan faktör organizasyondur. Günümüz modern toplumlarını, uzak adalarda ya da ormanlık bölgelerde yaşayan kabile topluluklarından ayırdeden öğe de, gelenek değil organizasyondur. Organizasyon, çok detaylı ve analitik inceleme isteyen bir konu olup, bir sonraki bölümde ayrıntılı bir şekilde tartışılacaktır. Biz, burada sadece onun önemini vurgulamak ve grupların en önemli biçimsel özelliği olduğunu göstermek istedik. Şimdi, grupların biçimsel özelliklerine ilişkin notlarımızı tamamladık. Biçim ve içerik açısından yapılan gruplandırmaların kesiştikleri görülmektedir. Yani, biçimsel bir grubun içeriksel özellikleri olabileceği gibi, bir içerik grubu da biçimsel özelliklerin bir bileşimi olarak ortaya çıkabilir. Mesela, bir ticaret şirketi büyük ya da küçük, açık veya kapalı, uzun ömürlü ya da kısa ömürlü, yatay veya dikey olabilir ve liste böylece uzatılabilir. Ancak bu şirket aynı zamanda bir eğlence-dinlence grubu, bir etnik grup, bir dinsel grup veya başka tür bir içerik grubu da olabilir. İşte bu nedenden dolayı, grupların sosyolojik içeriği ile sosyolojik biçimi arasında ayrım yaptık. Bir “biz grubu”, bir bölge, meslek veya dil grubu vb. haline gelebilir. “Biz” demekle, New Yorkluları, öğrencileri ya da İngilizce konuşanları kastetmekteyiz. Şu anda, gruplara iki farklı açıdan bakma olanağına sahibiz; birincisi, onların içeriği, amacı ya da fonksiyonu bakımından, ikincisi onların biçim, özellik ve nitelikleri bakımından. Gruplara ilişkin bu iki bakış tarzını birlikte kullanarak herhangi bir grubu analiz edebiliriz ve onu diğer gruplarla karşılaştırmak bakımından bir temele sahip olabiliriz. Kuram ve Araştırma Dergisi 244 İLETİŞİM RobertBierstedt 4. Özet Bu bölüm, sosyolojik araştırmanın tam merkezinde bir problem olan grupların tartışılmasına tahsis edildi. İstisnasız bütün insanların şu veya bu zamanda, gruplar içinde yaşadıklarını söylemekle söze başladık. Hiçbir kimse yalnız değildir. John Donne’nin oldukça şiirsel söylemiyle “hiçbir insan bir ada değildir”. Grupların insanı hayrete düşürecek kadar çokluğu, modern uygarlığın ve karmaşık her toplumun evrensel karakteristiği olup en kapsayıcı sosyal fenomenler arasındadır. Gerçekten, başta da belirtildiği üzere, bu tür toplumlarda bireylerin sayısından daha çok gruplar vardır. Bu durumda; bu grupları nasıl sınıflayabileceğimizi ve sosyolojik amaçlar bakımından onları nasıl bir düzen içinde sunacağımızı düşündük. Bu sorun, çeşitli nedenlerden dolayı, çağdaş sosyolojinin en zor problemlerinden birisidir. Birçok sosyolog, bu sorunu çözmeye teşebbüs etti, ancak henüz standart bir sınıflandırmaya ulaşılamadı. Dahası, böyle sınıflandırmalar ne kadar mantıksal olursa o kadar da kullanışsız olma eğilimi gösteriyor, ne kadar kullanışlı olursa o kadar az mantıksal oluyor. Bu durum karşısında; başlangıç seviyesindeki öğrencinin sıkıntısını hafifletmek için oldukça basit bir sınıflama sunduk. Bunu şimdi bir kez daha özetleyebiliriz: Benzer Olmanın Bilinci Sosyal Etkileşim SosyalOrganizasyon A. İstatistiksel Hayır Hayır Hayır B. Toplumsal Evet Hayır Hayır C. Sosyal Evet Evet Hayır D. Örgütsel Evet Evet Evet Grupların yukarıda belirtilen dört türünü bazı detaylarıyla açıkladık ve böyle ayrımların yeterli olmamakla beraber önemli olduğu hususuna işaret ettik. Bütün modern toplumlar bu dört türü kapsamaktadır. Bir sonraki işimiz, grupları iki farklı bakış açısından; sosyolojik içerik ve sosyolojik biçim bakımından tartışmak oldu. Bir grup; ister bölgesel, ister dinsel, ister dilsel, ister sportif, isterse akademik vb. olsun, bu grubun özelliği bir anlamda onun işlevi, amacı veya niteliğidir. Bir grubun biçimi ise, onun belli sosyolojik özelliklere sahip olup olmadığına dayanır. Bu özellikleri ikili gruplar halinde şu şekilde sıralayabiliriz: (1) birincil gruplar-ikincil gruplar, (2) biz grupları-onlar grupları, (3) büyük gruplarküçük gruplar, (4) çoğunluk grupları-azınlık grupları, (5) uzun ömürlü gruplar-kısa İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 245 ömürlü gruplar, (6) isteğe bağlı gruplar-istek dışı gruplar, (7) açık gruplar-kapalı gruplar, (8) yatay gruplar-dikey gruplar, (9) bağımsız gruplar-bağımlı gruplar, (10) örgütlü gruplar-örgütsüz gruplar. Gruplar hakkındaki herhangi bir detaylı ve kapsamlı inceleme, bu kategorileri dikkate alacaktır. Böyle bir yaklaşım, modern toplumlardaki grupların temel karakterini aydınlatacaktır. 11 Örgütlü gruplar ve kurumlar Toplumun yapısı hakkındaki analizimize devam etmek için, çok önemli iki olgu olan örgütlü gruplar (associations) ile kurumları (institutions) biraz detaylı şekilde incelememiz gerekir. İnsanların toplum halinde birlikte yaşamalarının ve kişisel olarak önceden tanımadığı kimselerle etkileşime girmelerinin nasıl mümkün olduğunu gördük. Mesela, üniversiteye giden bir öğrencinin bir oda kiralaması, bazı derslere kaydını yaptırması, derslere katılması, restaurantlara müşteri olması, kütüphaneyi kullanması ve hatta önceden hiçbir ilişkisi olmayan insanların isimlerini bile bilmeksizin para değiş tokuşu yapması durumunda bunun nasıl mümkün olduğunu gördük. Toplum içinde kabul edilen statülere sahip olduğumuzu, bu statülerin kendilerine bağlanan normlarla birlikte; kendimizin ve tanıdıklarımızın günlük yaşamına düzen, istikrar ve öngörülebilirlik sağladığını da gördük. Aynı şekilde, istatistiksel, toplumsal, sosyal ve örgütlü birçok grubun mensubu olduğumuzu ve grup mensubiyetimiz kadar çok statüye sahip olduğumuzu da görmüş bulunuyoruz. Ancak, üye olarak biçimsel şekilde mensubu olduğumuz, görevli olarak bünyesinde bulunduğumuz, aidat ödeyerek katıldığımız grup türlerini henüz tartışmadık. Kısacası mensubu olduğumuzu örgüt ya da organizasyonları tartışmadık. Sosyologlar, “organizasyon” sözcüğünü oldukça sık şekilde kullanmak zorunda kalıyorlar. Bu sözcüğü, özellikle de toplumun yapısını açıklamaya teşebbüs ettiklerinde kullanıyorlar. Sosyologlar, bu tür grupları “organizasyonlar” olarak değil, “örgütlü gruplar” olarak adlandırmaktadırlar. Bir önceki bölümde de belirtildiği üzere, bir örgütlü grup aslında bir organize gruptur. Örgütlü grupların temel karakteristiği; istatistiksel, toplumsal ve sosyal grupların aksine, organizasyon özelliğine sahip olmalarıdır. Şimdi, bu organizasyonun ne anlama geldiğini, örneğin bir üniversitenin bir etnik gruptan, bir yaş grubundan, bir arkadaş grubundan, bir tanıdık grubundan nasıl ayrıldığını tam olarak açıklamamız gerekir. Şüphesiz, bir üniversite örgütlü ya da organize bir gruptur. Aynı şekilde bir şirket, bir orkestra ve bir futbol takımı da organize bir gruptur. Bu grupların organize oldukları için örgütlü gruplar olduğunu söylemek yeterli değildir. Bu niteliklerini detaylı bir şekilde incelemeliyiz. Çünkü bu tür gruplar, her kompleks toplumda oldukça önemli roller oynamaktadırlar. Kuram ve Araştırma Dergisi 246 İLETİŞİM RobertBierstedt 1. Organizasyonun önemi Organizasyon sadece toplum içinde ortaya çıkar. Organizasyon olmaksızın yapamayacağımız bir çok şeyi onun sayesinde yapabiliriz. Yine, yapabileceğimiz birçok şeyi de organizasyon sayesinde daha iyi bir şekilde yapabiliriz. Bir an için bu olgu üzerinde duralım. Organizasyon olmadığı takdirde birden fazla oyuncuyla oynanan hiçbir oyun gerçekleşemez. Şüphesiz beysbolu, futbolu veya briç oyununu kendi kendimizle oynayamayız. Organizasyon olmaksızın bir üniversite, orkestra, bir mağaza ya da bir mahkeme veya hükümet gibi oluşumlar ortaya çıkamaz. Kompleks bir toplumun üyelerinin katıldığı kompleks aktiviteleri mümkün kılan şey, organizasyondur. Biz bireyler olarak bir kültürü tamamıyla özümsemiş olsak bile, diğer insanlarla organize etkileşimlere girmeksizin yine de birçok şeyi başaramayız. Bir kimse, bir kitabı kendi başına yazabilir. Elbette yazma, tek başına yapılan bir etkinliktir. Fakat bir kimse, genel olarak bir kitabı yazma ve basma işini kendi başına yapamaz. Metni yazan kimse, onun basım işini finanse etmez, basılacağı kağıdı üretmez, cildini yapamaz, dizgi işini gerçekleştiremez, basın yoluyla tanıtımını yapamaz, nihai ürünü kitapçılara ulaştıramaz ve onu satışa sunamaz. Bütün bunlar, ayrı ayrı etkinlik alanlarıdır ve nihai ürün olarak kitap, ancak örgütlü bir şekilde birlikte çalışan birçok kişinin bir ürünü olarak ortaya çıkar. Giydiğimiz ayakkabılar, yediğimiz besinler, işimizi yaparken kullandığımız maddi kültür ögeleri, okuduğumuz gazeteler, sürdüğümüz otomobiller, bunların hepsi ve milyonlarca başkaları, birleşik organize etkinliklerin ürünleridir. Organizasyon olmaksızın bu nesnelerden çok azı gerçekleşebilir ve başarmış olduğumuz etkinliklerimizden çok azı mümkün olabilir. Hepimiz, bir konserden önce müzik aletlerini akort etmeye çalışan müzisyenlerce çıkarılan gıcırtılı ve cızırtılı seslere aşinayız. Bununla beraber, birkaç dakika sonra orkestra şefi sahneye çıkar, kısa süren bir sessizlikten sonra değneğinin vuruşuyla orkestra Beethoven’in baş yapıtlarından birini icra etmeye, biz de müzik dinlemeye başlarız. Bu durumda sesleri müziğe, ahenksiz sesleri bir senfoniye dönüştüren şey nedir? Bu sorunun cevabı organizasyondur. Ayrı ayrı müzisyenleri bir orkestraya dönüştüren şey nedir? Cevap yine organizasyondur. Organizasyon olmaksızın, böyle şeyler hiçbir şekilde bir orkestra oluşturamaz. Bakışımızı bir maç sırasında stadyuma çevirdiğimizde, benzer şekilde organizasyon olmaksızın bir futbol oyununun gerçekleşmeyeceğini görebiliriz. On bir insan zorunlu olarak bir takım oluşturmaz. Takım organize bir gruptur ve bu organize grup, sahada kendi kabiliyetleri ölçüsünde futbol oynayan organize olmamış on bir kişiden çok çok üstündür. Böyle on bir kişi, her biri 150 kilogramdan daha ağır olsa bile, bir takımın karşısında hiç bir şansa sahip olmayacaktır. Kısacası, bireysel ağırlık, kişisel güç veya kaba kuvvet, bir futbol takımını oluşturmaz. Bir takım, ancak koordineli ve organize etkinliklerle gerçekleşebilir. Bir takım, on bir kişiden oluşan örgütsüz bir grubu her şartta yenebilir. Gerçekten de, organize olmayan on bir kişi birlikte futbol oynayamaz. Onlar organizasyon sayesinde bir takım, bir örgütlü grup oluştururlar. İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 247 Yine aynı nedenlerden dolayı, oldukça küçük örgütlü bir polis gücü, oldukça büyük bir kalabalığı kontrol altında tutabilir. Bir hükümeti oluşturan çok az sayıda insan bir ulusu yönetebilir. Yönetim kurulunu oluşturan oldukça az sayıdaki kişi büyük bir şirketi yönetebilir, binlerce, bazen on binlerce çalışanın görevlerini belirleyip koordine edebilir. Aynı şekilde, az sayıda kişiden meydana gelen yönetim kurulu, bir üniversiteyi yönetebilir. Bütün bunlar, organizasyon sayesinde mümkün olabilmektedir. 2. Organizasyonun sürekliliği Bir kalabalık örgütsüzdür. Bir şirket ise örgütlüdür ya da organizedir. Bu iki örnekteki zıtlık açıktır. Organizasyonun ne anlama geldiğini tam olarak bilmeden önce bile, bu zıtlığı gözlemek kolaydır. Bir kimsenin, grupları örgütlü ya da örgütsüz olarak nitelemesi dahi, sosyolojik bakımdan gerçekten hoş bir şeydir. Çünkü bu durumda; grupları birbirine karıştırmaksızın iki ayrı sınıfa ayırabiliriz. Ancak, bunu yapmak her zaman kolay değildir. Bir kalabalık, örgütsüzken, şirket örgütlüdür. Fakat bir aile, bir çete, briç oynamak için her Perşembe günü öğleden sonra toplanan bir grup kadın hakkında ne söyleyebiliriz. Bu ve benzeri durumlarda örgütlülük ile örgütsüzlük arasındaki sınır o kadar da açık değildir. İşte bundan dolayı belirtmeliyiz ki; örgütlülük ve örgütsüzlük kesin olarak ayrılan kategoriler olmaktan ziyade iç içe geçen kategorilerdir. Bir başka deyişle, organizasyon, bir ucunda bütünüyle örgütsüz grupların, diğer ucunda da örgütlü grupların yer aldığı bir sürekliliği ifade eder. Gruplar, kendilerini bu süreklilik çizgisi üzerinde herhangi bir noktaya yerleştirebilirler. Birçok grup tam ortadan veya ortaya yakın bir noktada bulunabilir. Bu durumda biz bunların kısmen organize ya da örgütlü olduklarını söyleriz. Burada organizasyon dereceleri söz konusudur. Kısacası organizasyon, başı ve sonu belli bir öğeden ziyade, bir sürekliliği ifade eder. En örgütlü gruplar, üyelik yapısında bütünüyle bir değişim gerçekleştirebilen gruplardır. Bunlardan bazıları, daha önce de gördüğümüz gibi, çok uzun süre yaşayabilirler, bazen yüzyıllarca varlıklarını sürdürebilirler. Böylesi örgütlü gruplar, kendi personelinin tümünden bağımsız olmasa bile, herhangi bir personelinden bağımsızdırlar. En düşük düzeyde örgütlü gruplar ise, tek tek özel şahıslara daha fazla bağımlıdırlar. Şüphesiz, örgütsüz gruplar kendilerini oluşturan ayrı ayrı kişilere bütünüyle bağımlıdırlar. Örgütsüz bir grup, personelinin sürekli değişimi yoluyla kendini sürdürebilecek bir yapıya sahip değildir. Bu konuya tekrar döneceğiz. Ancak burada ilkeyi ifade etmek istiyoruz: Bir grubun ayrı ayrı özel personele bağımlılığı, örgütlülük derecesiyle ters orantılı olarak değişmektedir. Yani örgütlülük derecesi yükseldikçe; grubun tek tek şahıslar olarak kendi mensuplarına olan bağımlılığı azalmaktadır. 3. Organizasyon kriteri Şimdi organizasyonun kriterini; örgütlü bir grubu örgütsüz bir gruptan ayırdede- Kuram ve Araştırma Dergisi 248 İLETİŞİM RobertBierstedt rek, diğer gruplar karşısında örgütlü bir gruba ayırıcı niteliğini veren özgül faktörleri tartışmaya başlayabiliriz. Bu faktörleri şöylece sıralayabiliriz: (1) Özgül bir fonksiyon ya da amaç, (2) örgütsel normlar, (3) örgütsel statüler, (4) otorite, (5) üyeliğe kabul sınavı, (6) mülkiyet, (7) bir isim ve diğer ayırdedici simgeler. Bu faktörleri sırasıyla inceleyelim. Özgül fonksiyon: Her örgüt, özel bir ilgi veya etkinliği gerçekleştirmek üzere şekillendirilir. Tekrar tekrar vurguladığımız gibi, bu etkinliğin ne olabileceği konusunda hemen hemen hiçbir sınır yoktur. En güçlü hayal gücü bile, bu konudaki olasılıkların neler olabileceğini sayıp dökemez. Mesela; barışı korumak için, zambak neslinin ortadan kalkmasını önlemek için kurulan örgütler olduğu gibi, margarin tüketimini teşvik etmek, egzotik bitkileri ithal etmek amacıyla kurulan örgütler de vardır. Gerçekten de bir örgüt iyi, kötü, ilgisiz ve hatta gülünç olabilecek, hemen hemen tasavvur edilebilecek her amaca hizmet etmek üzere teşkil edilebilir. Bununla birlikte belirtmek gerekir ki, örgütleri tek bir fonksiyon ya da ilgi bakımından sınırlandırmak gerekmez. Nispeten az rastlanmakla beraber, bazen bu fonksiyonlar bütünüyle en temel fonksiyonlar olabilir. Bir çok durumda genel olarak bir temel fonksiyon ya da etkinlik ve onun yanında da yardımcı ya da yan fonksiyonlar bulunur. Mesela, bir kilisenin temel fonksiyonu dinsel etkinliktir. Ancak bunun yanında daha başka etkinlikler de bulunabilir; ahlak, sportif, eğitimsel, sosyal ve hatta politik faaliyetler gibi. Ayrıca dinlence ve eğlenceye yönelik etkinlikler de varolabilir. Temel fonksiyonu eğitim olan bir üniversite, aynı zamanda bir futbol takımına sahip olabilir. Bazen, hangi fonksiyonların temel, hangilerinin yardımcı olduğunu tespit etmek kolay olmaz. En küçük örgütlerin bile birçok amacı vardır. Rober K.Merton, konumuzla ilgili başka bir sınıflama ortaya koydu. Açık ve gizli fonksiyonlar arasında ayrım yaptı. Mesela, bir şekerci dükkanı gangesterlerin düzenlediği bir tür piyango için yer olarak kullanılabilir. Aynı şekilde bir motel veya daha büyük bir çapta yer, suç sayılan eylemlerin paravanı olarak kullanılabilir. Bir siyasi partinin açık fonksiyonu, seçim çalışmalarını yürütmek ve taraftarlarının oylarını almaktır. Bununla beraber, seçim bölgesinde birçok gizli fonksiyonların varlığı farkedilebilir. Burada parti; kendi üyelerine iş bulur, aday listelerini iptal eder, yardım listelerine gözkulak olur, tartışma ve çatışmaları yatıştırır, bürokrasiyi azaltır ve genel olarak kendisine bağlılık duyan herkese bir yardım kuruluşu gibi hizmet sunar. Şüphesiz, yapılan hizmetlerin karşılığı beklenir. Benzer şekilde, yerel bir taverna veya eczane, mahalli yardım bürosundan daha fazla kent sakinlerine danışma, görüşme imkanı sağlar. Barmenin sesi, tıpkı kulağı gibi, bürokratik eğilimlerden oldukça uzak olup neşelidir. Barmen, hiçbir şeyin karbon kopyasına ihtiyaç duymaz. Böylece, toplumda özellikle kendi toplumumuzda, kendi üyelerinin ilgilerini gerçekleştirmeye çalışan muhteşem sayıda örgütlerin varlığını görüyoruz. Bu ilgiler; dinsel, askerî, sportif, sosyal, eğitimsel, siyasal, regreasyonel, hayırsever, yurtsever veya başka tür bir ilgi olabilir. Dinsel olanı hariç, bu etkinliklerden hiç birinin tek başına gerçekleştirilemeyeceği kolaylıkla görülebilir. Ne münzevi kimseler ne de Robinson İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 249 Crusoe gibileri; yardımsever, yurtsever ya da politik etkinliklere ihtiyaç duyar. Bir başka deyişle, ilk aşamada, bu tür etkinlikler insanlar hemcinsleriyle birlikte hareket ettikleri için mümkün olur. Bu tür ilgiler, kökenini toplumdan alır ve sadece toplum içinde geliştirilip gerçekleştirilebilirler. Hatta bireylerin tek başlarına gerçekleştirebilecekleri faaliyetler bile, diğer kişilerle işbirliği içinde daha etkin şekilde icra edilebilirler. İşte burada, toplum içinde örgütlerin niçin ortaya çıktığı konusundaki temel nedeni anlıyoruz. Sonuç olarak belirtirsek, örgütlerin ilk özelliği onların fonksiyonudur, yani üyelerinin gerçekleştirmeye çalıştığı temel ve yan ilgilerdir. Bir örgütü başka bir örgütten --bir orduyu siyasal partiden, bir üniversiteyi kiliseden, bir kütüphaneyi büyük mağazadan, bir satranç topluluğunu çelik şirketinden-- ayırdeden şey, yerine getirmeye çalıştıkları fonksiyonlarıdır. İşte bu ilgi ya da etkinlikler, grupların içeriği derken söylemek istediğimiz şeyi ifade ederler. İçerik, bir örgütün bünyesinde bir etkinlik veya fonksiyon haline gelir. Örgütsel normlar Bir örgütün ikinci özelliği, bizzat kendi normlarına sahip olmasıdır. Bir üniversite sınıfında, fabrikada, bir ofiste, bir büyük mağazada, bir hastanede, bir bakanlıkta, bir askeri birlik ve benzeri örgütlerde uygun düşen belli bazı davranışlar vardır. Öğrenciler ve öğretmenler, formenler ve işçiler, müdürler ve sekreterleri, yöneticiler ve tezgahtarlar, doktorlar ve hemşireler, direktörler ve yardımcıları, örgüt içinde gerçekleşen etkileşimde normları dikkate alırlar. Eğer, bu normları değil de başka örgütleri ve başka şartları takip etmeye kalktıkları takdirde, uygun olmayan davranışlar ortaya çıkar. Örgütlerde belli prosedürler tesis edilmiştir. Bu prosedür veya normlar, bir örgütü başka bir örgütten, bir örgütü içinde ortaya çıktığı topluluktan ayırır. İster bir fabrika, bir ofis ya da bir sınıfta olsun, belli bir örgütte etkileşim halindeki insanlar, aynı zamanda genel, yaygın normları da dikkate alırlar. Mesela nazik davranışa ilişkin normlar, belli bir örgüte özgü olmayıp toplum içindeki her yerde karşımıza çıkarlar. Bir örgüt içinde gözlenen normların hepsi örgütsel normlar değildir. Ancak bazı davranış biçimleri ile belli prosedürler, yalnızca bir örgüt içinde yer tutarlar. Mesela, her doktora adayının hazırlayacağı tezin bilime orijinal bir katkı getirmesi gerektiğine ilişkin norma, sadece üniversitelerde rastlanılabilir. Benzer şekilde, dereceler, transkriptler, krediler, sınavlar, diploma törenleri ve benzeri şeyler, kolej ve üniversite normlarının göstergesidirler. Bunlardan hiçbirine, tam olarak aynı şekilde bir fabrika, ofis, mağaza veya askeri birlikte rastlanamaz. Bu saydığımız örgütler de kendi örgütsel normlarına sahiptirler. Çalışma talimatları, hesap cetvelleri, satış fişleri, stratejik planlar gibi . Bundan dolayıdır ki, bu normlar her ne olursa olsunlar, her örgütün normları vardır ve bu normlar yalnızca o örgütün kendisine özgüdürler. Aslında farklı olmakla birlikte; aynı fonksiyonlara, amaçlara ya da ilgilere sahip benzer örgütlerin normlarının da benzer olma eğiliminde oldukları görülür. Birazdan tartışmaya başlayacağımız bu gözlem, farklı bir olgunun, kurumların varlığını bize göstermektedir. Kuram ve Araştırma Dergisi 250 İLETİŞİM RobertBierstedt Örgütsel statüler Eğer örgütler özgül normlara sahiplerse, onlar aynı zamanda bu normlarla bağlantılı özgül statülere de sahiptirler. Genel ve örgütsel statüler arasındaki ayrımı şu anda yapmaktayız. Burada dikkatimizi yönelteceğimiz statüler, örgütsel statüler olacaktır. Sağ açık oyunculuğu, sadece bir beysbol takımındaki bir statüdür. Şüphesiz beysbol takımı bir örgütlü gruptur. Bu statü, toplum içinde başka hiçbir yerde bulunamayacağı gibi, genel, yaygın bir statü de değildir. Aynı şekilde, üretim sürecinde ya da halkla ilişkiler birimindeki başkanlık statüsü de örgütsel bir statü olup, bir organizasyona özgüdür. Bu tür statü, koca ya da baba statüsü gibi, toplumda genel bir anlama sahip statülerden değildir. Bir örgütsel grubun organizasyonunu oluşturan ve böyle bir grubun üyelerinin birbirleriyle sosyal ilişkilerini belirleyen öğe, örgüte özgü statüler dizisidir. Örgütlü grupların yapısını oluşturan ve sadece bu tür gruplar içinde anlam taşıyan örgütsel statülerin oldukça uzun bir listesi hiç kuşkusuz sunulabilir. Mesela bir üniversite öğrencisinin genel ya da yaygın statüsü, diğer öğrencilerden farklılaşmamış bir şekilde yalnızca öğrenci olmaktır. Bununla birlikte; bir üniversitedeki herhangi bir öğrenci; birinci sınıf, ara sınıf, son sınıf ya da mezuniyet sonrası öğrencisidir. Bu statüler, örgütsel statülerdir. Örgüt içindeki bir öğrenci, aynı zamanda sosyoloji öğrencisi, fizik öğrencisi, mühendislik öğrencisi veya başka bir alanda öğrencidir. Bir örgüt hacim ve karmaşıklık bakımından ne kadar büyürse, bir üniversite veya büyük bir şirkette olduğu gibi, örgütsel statülerin sayısı da o kadar yüksek olur. Örgüt içinde örgütsel statüler ve normlar, belli üyeler arasındaki örgütsel nitelikte olmayan statülerden önce gelir. İki kişi, çok iyi arkadaşlar ve hatta birbirlerinden ayrılamaz dostlar olabilirler. Bununla beraber, onların ait oldukları bazı örgütlerde, A’nın statüsü B’nın statüsünün altında, bazılarında da B’nin statüsü A’nın statüsünün altında olabilir. Her ikisinin de mensup olduğu bir orkestrada, A orkestra şefiyken B birinci klarnet olabilir. Yine aynı şekilde bir satranç topluluğunda, B şef konumundayken, A sade bir üye olabilir. Bunlar ve daha başka verilebilecek örnekler, örgütsel statülerin önemini ortaya koymaktadır. Bu tür statüler, örgütlere özgü olup zorunlu olarak örgüt dışı ilişkileri kapsamazlar. Böylece bir örgütün yapısının, kısmen özgül, yani o örgüte özgü normlardan ve statülerden oluştuğunu görmüş bulunuyoruz. Normların ve statülerin örgüte göre özgülleşmesi, çok önemli bir sosyolojik fenomen olan işbölümünün göstergesidir. Gerçekten de, işbölümü çok önemlidir; işbölümü hem örgütsüz ve örgütlü gruplar arasındaki farklılığı, hem de basit ve karmaşık toplumlar arasındaki farklılığı geniş ölçüde açıklar. İşbölümü, bütün organizasyonların bir özelliği olup, bir anlamda organizasyon işbölümünün anlamdaşıdır. İşbölümü, grup içindeki insan davranışları ve kollektif faaliyetler bakımından oldukça fazla sonuçları olan bir fenomendir. İşbölümü, başka türlü ulaşılamayacak belli amaçları başarmayı mümkün kılan bir olgudur. Bir beysbol takımının sadece topu atan oyunculardan, bir futbol takımının yalnızca orta saha oyuncularından, bir kent yönetiminin yalnızca polislerden, bir ban- İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 251 kanın veznedarlardan, bir üniversitenin dekanlardan, bir lokantanın aşçılardan, büyük bir mağazanın tezgahtarlardan oluştuğunu tasavvur etmek mümkün değildir. Bu organizasyonlarda işbölümü olduğu için örgütlü davranışlar mümkün hale gelir; bazıları bazı işleri yaparken, diğerleri de başka görevleri yerine getirirler. Daha önceden de belirtildiği üzere, gol atmaya çalışan bir futbol takımı, aynı şeyi yapmaya çalışan örgütsüz on bir insandan daha üstündür. Örgütlü grup içindeki statüler, uyum içinde olup birbirlerini tamamlarlar. Futboldaki işbölümü, kamuoyunun dikkati ile profesyonel spor yazarlarının ilgisini çekecek ölçüde gelişti. Futbolda takım sistemi, biri hücum, diğeri savunma takımı olan iki takımı ifade eder. Ancak işbölümü bu noktada kalmaz. Profesyonel takımlar, hiçbir şey yapmayan ancak gollerden sonra puan yazan bir kimseye ve topu tekmeyle uzaklaştıran bir kimseye sahiptirler. Bunlar hemen akla gelenler. Ayrıca orta saha oyuncuları, kaleciler, sağ bek-sol bek oyuncuları, takım kaptanları vb. vardır. Bu şartlar altında futbolun bir oyun olup olmadığı tartışılabilir. Ancak hiç tartışmasız olan nokta şudur ki; işbölümü örgütün etkinliğine katkılarda bulunur. Bununla beraber belirtilmelidir ki; futbol takımı, günümüzde ulaştığı işbölümü düzeyiyle, modern toplumun örgütlerini karakterize eden yoğun uzmanlaşma derecesinin nispeten basit ve küçük bir örneğidir. Mesela, modern bir hastane kliniğini gözlerimizin önüne getirelim. Kendi toplumumuzda; son yıllarda tıp uygulamasında giderek yükselen uzmanlaşma olgusunu görmekteyiz. Doktorların genel pratisyen olarak hizmet ettiği günler geride kaldı, onun yerini hemen hemen her doktorun bir uzman olduğu günler aldı. Orta büyüklükteki bir şehirdeki klinikte; bir kimse, birlikte çalışan, bilgi ve hüner bakımından birbirini tamamlamayan farklı dallarda uzmanı bulabilir. Bunlar; kadın hastalıkları ve doğum uzmanları, çocuk doktorları, cerrahlar, anestezistler, dermatologlar, göz uzmanları, kalp uzmanları, ortopedistler, hematologlar, ürologlar, nörologlar, psikiyatristler, dahiliye uzmanları ve röntgen uzmanlarıdır. Bu durumdaki bir kimse, aile doktorunun kişisel ilişkisinden yoksun kalmaktan dolayı kederlenebilir. Ancak çok az kimse, bu işbölümünün tıbbi bakım ve tedaviye olan katkısını inkâr edebilir. Bu tür işbölümü dahi, uluslararası şirketler ve holdingler gibi devasa organizasyonlarda gözlenen işbölümüyle karşılaştırıldığında nispeten basit kalır. Bu tür büyük organizasyonlarda; örgütsel karmaşıklığın derecesini tasavvur etmek, neredeyse kavrayış sınırlarının ötesindedir. Dıştan bakan bir kimse, bu işbölümünü detaylarıyla kavrayamaz. Aynı şekilde, örgüt üyesi bir kimse de çoğunlukla kavrayamayacaktır. Çünkü o, kendi çalıştığı kısım ya da bölümü tanıyabilir. Şurası açıktır ki; bu büyüklükteki organizasyonların farklı, koordinasyon gerektiren ve kompleks faaliyetleri, sadece ayrıntılı bir işbölümünün yardımıyla başarılabilir. İşbölümünü mümkün kılan etkenler, özgül normlar ve statülerdir. Modern organizasyonların girift etkinliklerini mümkün kılan öğe ise işbölümüdür. Otorite Biz genellikle otorite kavramını hükümet olgusuyla birlikte düşünürüz. Ancak otorite, fonksiyonu sadece hükümet etmek olan organizasyonlarda değil; bü- Kuram ve Araştırma Dergisi 252 İLETİŞİM RobertBierstedt tün örgütlerde ortaya çıkan bir olgudur. Bir anlamda denebilir ki, her örgüt, ne kadar küçük olursa olsun, kendi hükümetine sahiptir. Toplumdaki her örgüt oldukça geniş anlamda politik bir olgudur. Kuşkusuz her örgüt kendi otorite yapısına sahiptir. Gerçekten, örgüt otoriteyi yaratır. Organizasyonun olmadığı yerde otorite, otoritenin de olmadığı yerde organizasyon yoktur. İşte bundan dolayı, otorite organizasyonun en önemli kriterlerinden birisidir. Oldukça önemli bir konudaki bu tartışmayı, takip eden bölümde detaylı bir şekilde ele almak üzere, burada bırakıyoruz. Üyelik yoklamaları Bazı örgütlere katılmak kolayken bazılarına katılmak zordur. Bununla birlikte, bütün örgütler, çok az da olsa, kendi bünyelerine katılacak kişilerden belli bazı niteliklere sahip olmasını isterler. Mesela bir kimse, herhangi bir ulusun ordusuna katılmanın hiç de kolay bir şey olmadığını kolayca tasavvur edebilir. Askeri ihtiyacın yoğun olduğu dönemlerde, insan gücüne ihtiyacın acil olduğu zamanlarda; tıbbî kontrolle görevli uzmanlar göz muayenelerini bir tarafa bırakarak onları sadece sayarlar. Buna rağmen, her orduda yine bazı testler vardır. Aksi takdirde, sadece yaşa göre sınıflandırılan insanlar, görevin gerektirdiği fiziksel ve zihinsel standartları yerine getiremeyebilirler. Üyeliğin isteğe bağlı olmadığı örgütlerde bile üyeliğe kabule ilişkin testler vardır. İstisnasız bütün örgütler nispeten kapalıdır. Bunların hepsi üyeliğe kabul testleri uygularlar. Bu testler çok basit olabileceği gibi, cevap verilemeyecek kadar zor da olabilir. Ancak her durumda şu ya da bu tür testler vardır. Silahlı kuvvetlere katılmak, cumhuriyetçi partinin üyesi olmak kolaydır. Fakat, Amerikan Barolar Birliğine ya da Amerikan Devriminin Kızları Örgütü’ne katılmak o kadar kolay değildir. Ancak, tamamıyla açık bir örgüt yoktur. Bir grubun, aynı zamanda nasıl hem kapalı hem de zorunlu olduğunu şimdi görebiliriz. Mesela, silahlı kuvvetler gibi bir örgütlü grubun hem üyeliğe kabule ilişkin testleri vardır, hem de bu testlerde aranan şartlara sahip olanların orduya katılma mecburiyeti vardır. Bu bakımdan örgütlü gruplar istatistiksel ve toplumsal gruplardan açık bir şekilde ayrılırlar. Bir örgütte üyelik, hemen her zaman kazanılmış bir statü olup, nadiren doğuştan edinilmiş bir statüdür. Bir örgüte giren herkes, en azından o örgütü karakterize eden statülere, kurallara ve düzenlemelere uymayı kabul etmek zorundadır. Bunu yapmadığı zaman üyeliğine son verilebilir, normlara uymayı sağlayacak işlemler devreye sokulabilir. Herşeyden önce, üyeliğe kabulün kendisi bir testtir. Sadece bu şart bile, bir örgütü açık bir gruptan ayırmaya yeter. Ayrıca, bir çok örgütün özel kabul törenleri, üyeliğin ayrıcalıklı bir statü olduğunu ifade etmeye yönelik başka etkinlikleri de vardır. Orduya katılan kimselerin yemin etmesi, hem simgesel hem de hukuksal anlama sahip bir eylem olarak bu fonksiyona hizmet eden bir merasimdir. Mülkiyet Bütün örgütlerin kendi mülkiyeti vardır. Mesela, üyelerden toplanan aidatlar, veznedar veya başka bir üyeye değil örgüte aittir ve toplanan bu paralar örgüt adına ve hesabına harcanır. Örgütün toplanan bu paralardan başka da sahip olduğu şeyler vardır. Örgüt mülkiyeti, maddi kültür öğelerinin tamamını kapsayabilir. Her örgütün, tıpkı kendi normları gibi, kendi maddi varlıkları vardır. Mesela bir okulun İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 253 tebeşir ve siyah yazı tahtaları varken, bir mağazada hesap makinaları ve yazar kasa, bir beysbol takımının da beysbol sopası ile topları vardır. Kuşkusuz, maddi kültür öğeleri kendi kendilerine mülkiyet kavramını yaratmazlar. Mülkiyet kavramı sadece maddi kültür nesnelerini değil, aynı zamanda mülkiyete ilişkin normları, eşyadan yararlanma ve onu kullanma hakkını da içerir. Sonuç olarak mülkiyet kavramı, hem nesneleri hem de normları kapsar. Bir toplumda mülkiyet olarak kabul edilen şey, başka bir toplumda mülkiyet olarak görülmeyebilir. Çünkü, bu toplumların mülkiyete ilişkin normları birbirinden farklıdır. Bu konudaki tartışmayı burada kesip, mülkiyetin doğası hakkında bir analize burada girmeyeceğiz. Ancak, mülkiyetin sadece ekonomik bir fenomen değil, aynı zamanda sosyolojik bir olgu olduğu konusunda ısrarlıyız. Hiç şüphesiz mülkiyet, sadece fiziksel bir fenomen değildir. Toplum içindeki her örgütün kendi normlar dizisine ve kendi ayırdedici maddi nesnelerine sahip olduğunu düşündüğümüzde, en azından bir anlamda, her örgütün kendi kültürüne sahip olduğunu ve her örgütün toplumun kültürüne nazaran bir alt kültürü bir ölçüde de olsa temsil ettiğini söyleyebiliriz. Mesela Doğu Sosyoloji Derneği gibi, her örgüt, aynı zamanda benzersiz bir topluluk, daha büyük toplum içinde daha küçük bir toplumdur. İsim ve diğer ayırdedici simgeler Örgütlü grupların formel özellikleri hakkındaki tartışmamızı, her bir örgütün, ister Venezuela Hükümeti, ister Manx Kedilerini Koruma Cemiyeti; isterse Mısır Ordusu olsun, bir isme ve diğer ayırdedici simgelere sahip olduğunu belirterek sonlandırabiliriz. Oldukça yüksek derecede örgütlenmiş örgütler, isimlerini, kendi anayasalarının, anasözleşmelerinin, tüzüklerinin, statülerinin veya normlarını ortaya koyan diğer formel metinlerin ilk cümlesinde belirtmektedirler. Ancak, ismiyle ayırdedilebilen örgütlü gruplar sadece büyük örgütler değildir. Her komite, bağımlı bir örgütlü grup olsa bile, amacını gösteren bir isme sahiptir. Kuşkusuz, örgütler isimlerden başka diğer ayırdedici, kimliklerini tanımlayıcı, sloganlar, şarkılar, renkler, armalar, ticarî markalar, mühürler, nişanlar ve taçlar gibi, sembollere de sahip olabilirler. Bunlar bazen sembolik kültür öğeleri olarak adlandırılır ve onlar, isimler gibi, örgütlü grupları tanımaya ve başkalarından ayırdetmeye hizmet ederler. Gizli toplulukların kendilerine özgü dilleri, kodları ve parolaları vardır. Bunlar da benzer bir fonksiyon görürler. Reklamcılığın gelişmesi, üretim ve ticaret şirketleri tarafından kullanılan simgelerin muazzam şekilde artmasına yol açtı. Bu tür firmaların ayrıca ayırdedici birer logosu da vardır. Buraya kadar, örgütlü grupların temel özelliklerini incelemiş ve bu özelliklerin örgütlü grupları örgütsüz gruplardan nasıl ayrıldığını göstermiş bulunuyoruz. Bu özellikleri şöylece özetleyebiliriz: (1) Özgül fonksiyon, (2) örgütsel normlar, (3) örgütsel statüler, (4) otorite, (5) mülkiyet, (6) üyelik yoklamaları, (7)isim ve diğer tanımlayıcı simgeler. Bu özelliklerden bazıları diğerlerinin doğal sonucudur; diğer bir deyişle, işbölümü statülerin farklılaşmasının bir fonksiyonudur, otorite statülerin tabakalanmasının bir fonksiyonudur, mülkiyet örgütsel normların ve maddi öğelerinin, bileşik Kuram ve Araştırma Dergisi 254 İLETİŞİM RobertBierstedt bir fonksiyonudur. Bununla beraber biz, onları daha anlaşılır kılmak için ayrı ayrı tartıştık. Bütün bu özelliklerin; örgütlerin kendi doğasıyla, iç örgütsel yapıyla ilgili olduğu kolaylıkla gözlenebilir. Bir sonraki bölümde, birbirleriyle bağlantılı farklı örgütlerin ilişkilerini, yani örgütler arası ilişkileri dikkate alacağız ve büyük ölçekli örgütlerin, karmaşık bir toplumun karakterini nasıl etkilemekte olduğunu bazı detaylarıyla göstereceğiz. 4. Formel ve informel organizasyon Statüler hakkındaki bölümün sonunda; başlangıçta kasap ve müşteri olarak statü ilişkileri içinde etkileşime giren Bay Smith ile Bayan Jones’in birbirlerini belli bir süre tanıdıktan sonra statü ilişkileri yanında aynı zamanda kişisel ilişkiler geliştirdiklerini belirtmiştik. Bu türden bir şeyin gerçekten de toplum içinde olağan bir oluşum olduğunu, bir statü ilişkisi içinde sık ya da düzenli şekilde etkileşime giren iki veya daha çok kimse arasındaki ilişkinin doğasının değişebildiğini ve ilişki sürecinde kişisel öğelerin ortaya çıkabildiğini söylemiştik. Şimdi de, aynı olgunun örgütlü gruplar içinde de ortaya çıktığını belirtmek istiyoruz. Bir örgütlü grubun değişik üyeleri arasında bir zamanlar hemen hemen tamamıyla statü ilişkileri niteliğinde olan ilişkiler, giderek kişisel ilişkiler niteliğine bürünebiliyor. Böylece örgütün formel organizasyonun yanında formel olmayan bir organizasyon da ortaya çıkmaktadır. Bundan dolayıdır ki; toplum içindeki her örgütün yapısında, biri formel organizasyon diğeri de formel olmayan organizasyon olmak üzere, iki farklı organizasyon türüyle karşılaşırız. Formel organizasyon statü ilişkilerinden oluşurken, formel olmayan organizasyon kişisel ilişkilerden meydana gelmektedir. Bir örgütün üyelerinin sosyal etkileşimleri, o örgütün formel yapısını teşkil eden statülere ilişkin normlarla hiçbir zaman tam olarak çakışmaz. Kişisel faktörler her zaman etkileşim sürecine nüfuz ederler. Üzerinde tartışmakta olduğumuz ayrımı mümkün kılan şey, bu hususun kabulüdür. Bir an için, yeni inşa edilen ve deniz kuvvetlerinin hizmetine sunulan bir gemiyi düşünelim ve varsayalım ki bu bir destroyer olsun. Bu gemi sefere konulacağı zaman, denizcilik terminolojisiyle söyleyecek olursak, onun bir mürettebat ekibiyle donatılması gerekecektir. Önceden birbirini hiçbir şekilde görmeyen ve tanımayan bir dizi insan, organizasyon içindeki belli statülere yerleştirilmek üzere atanacaktır. Böylece, bunlardan bazıları; gemi komutanlığı statüsüne, komutan yardımcılığına, mühendis subay statüsüne atanırken, diğerleri de başka statülere yerleştirileceklerdir. Böylece, tam bir organizasyon tablosu ortaya çıkacaktır. Organizasyon tablosunda yer alan bu kimselerin, formel bir şekilde belirlenen statüler bakımından herhangi bir karışıklığa yol açmaksızın birbirleriyle etkileşime girdikleri görülür. Gemiyi limandan hareket ettiren ve onun denizlerde dolaşmasını mümkün kılan etken, işte bu etkileşim sürecidir. Bunun başka bir yolu yoktur. Sık sık vurguladığımız gibi, bu süreç bir mucizedir, İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 255 sosyal organizasyonun bir mucizesidir. Analizimizi bu noktada bırakacak değiliz. Deneme seferleri sırasında; gemi organizasyonunda yer alan üyeler, birbirlerini tanımaya başlayacaklar, subaylar ve diğer personel kendi kaptanlarını, kaptan da onları değerlendirmeye başlayacaktır. Kısacası, deneme seferi sadece geminin mekânik donanımının test edilmesine değil, aynı zamanda gemi mürettebatını oluşturanların ustalıklarının ve karakterlerinin değerlendirilmesine yol açacaktır. Bu kimselerden bazıları, resmi pozisyonlarından ya da örgütsel statülerinden nispeten bağımsız liderlik eğilimleri sergileyecekler, diğer bazıları, otorite kullanmayı gerektiren mevkilerde olmalarına rağmen, liderlik rolüne isteksiz görüneceklerdir. Mürettebat, kaptan hakkında oldukça çabuk hüküm verecektir. Kaptan kurallara titizlikle uyan bir kimse mi? Sert bir amir mi? Lakayt bir kimse mi? İyi bir insan mı? Gemiyi kullanacak yetenekte biri mi? Bu konuda yanlış yapan bir kimse mi? Gemide görevli subaylardan hangisi, işgal etmekte olduğu statüden bağımsız olarak, diğer personelin sadakat ve güveninin kazanacak? Hangi birey, grup ruhuna ya da dayanışmasına en büyük katkıyı yapacak? Kim, gemide bulunan kimselerin kendi gemisinden ve grubundan gurur duymasına katkıda bulunacak? Şüphesiz bütün bu sorular, gemi organizasyonunu oluşturan normlara ve statülere göre cevaplandırılabilecektir. Gemi komutanı, gerçekten de bir lider olabilir. Çevresine, çalışma arkadaşlarına ilham kaynağı bir kimse olabilir. İstekleri sorgusuz kabul edilen bir insan olabilir. Karar ve tahminleri ekseriya doğru çıkan biri olabilir. Ancak muhtemeldir ki, bu her zaman böyle olmayabilir. Gemi komutanlığı statüsüne atanan kimse bazen astlarının saygısını kaybedebilir ve bazen de kendisi bu duruma kayıtsız kalabilir. Her olayda, gemi personeli kişisel bakımdan birbirini tanımaya, birbirlerinin güçlü ve zayıf taraflarını, olumlu yönlerini ve eksikliklerini değerlendirmeye başlarlar. Diğerleri karşısında bazı kimseler dikkati çekecektir, sık sık onların görüşlerine baş vurulacak ve diğerleri kararları onlara bırakacaklardır. Bazılarından kaçınılırken, bazılarıyla arkadaşlık ve dostluk kurulmaya çalışılacaktır. Başka bir deyişle, bu durumlarda formel olmayan bir organizasyondan söz edilebilir. Bu tür organizasyon, deniz kuvvetleri mevzuatıyla kararlaştırılan formel ya da resmi organizasyonla çakışmayabilecektir. Gemi organizasyonundaki üyeler belli statüleri işgal ederler. Onlar aynı zamanda belli roller de oynarlar. Onların oynamakta olduğu rol, her zaman öngörülemeyen bir tarzda formel ya da resmi organizasyonun karakterini değiştirebilir. Aslında bir gemi organizasyonunda vukubulan her şey toplum içindeki her örgütte de kaçınılmaz bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bütün örgütlerde; formel organizasyonla eş zamanlı olarak informel bir organizasyonun da ortaya çıktığını gözleyebiliriz. Şimdi bu ayrımı, sosyolojik analiz diliyle tartışmaya başlayabiliriz. Bir örgütün formel organizasyonu, üyelerinin işgal etmekte oldukları pozisyonlarla ve görevlerle uyumlu bir şekilde resmen tanınan ve tesis edilen statülerden oluşur. Örgüt, aynı zamanda bu pozisyonlara bağlanan hakları, yetkiler, görev ve sorumlulukları belirleyen kural ve düzenlemeleri de kapsar. Üyelerin görev ve yetkileri de kuşkusuz formel Kuram ve Araştırma Dergisi 256 İLETİŞİM RobertBierstedt organizasyonun bir parçasıdır. Çünkü resmi bir şekilde belirlenmiş ve birbirleriyle uyumlu kılınmışlardır. Üyeler arasındaki sosyal ilişkiler; resmen belirlenmiş statülere göre formel bir şekilde, açıkça yazılı normlarla uyum içinde, kişilerin dışsal ve kategorik değerlendirmelerine uygun biçimde vukubulurlar. Formel organizasyonun bünyesinde statüler, bu statüleri dolduran kimselerin varlığında bağımsız olarak farklılaşan prestije sahiptirler. Örgütsel yaşamın dinamiği içinde, böyle bir bağımsızlığı sürdürmek imkansız değilse bile oldukça zordur. Formel organizasyonun yanı başında, bir informel organizasyon ortaya çıkar. İnformel organizasyon; statülerden ziyade rollerden, kişisel üstünlük ve sadakat, kişisel etki, düşmanlık ve ilgisizlik kalıplarından oluşur. Bu rol kalıpları resmi ya da formel organizasyonun statü hiyerarşisi ile çakışabileceği gibi çakışmayabilir de. İnformel organizasyonda, sosyal ilişkiler, kişilerin statülerinden bağımsız şekilde birbirlerine karşı duydukları saygı temelinde kurulur. Kısacası, formel organizasyonlarda sosyal ilişkiler statülerin prestij hiyerarşisine ve açıkça belirlenmiş normlara göre oluşurken, informel organizasyonda bireylerin birbirlerine saygılarına ve yaygın genel toplumsal normlara göre gelişir. Prestij skalası statülere özgü iken, saygı kişilere yöneliktir. Prestij hiyerarşisi formel organizasyonların bir özelliği iken, saygı ya da hürmet informel organizasyonların bir niteliğidir. Bu durum karşısında , bazı örgütlerde formel ve informel organizasyonlar arasında yakın bir çakışma bulunabileceği ve bu çakışmanın nispeten sürekli de olabileceği söylenebilir. Böyle durumlarda, en yüksek prestije sahip statüler en yüksek saygınlığa sahip kişiler tarafından doldurulur. Bazı örgütlerde ise, formel ve informel organizasyonlar arasında ciddi bir kopukluk ortaya çıkabilir. Böyle durumlarda statüye atfedilen resmi ya da biçimsel prestij var olmaya devam eder. Fakat o statüyü işgal eden kimseye gösterilen saygı yitirilir ve o kimse sözde yetkili sembolik bir kimse haline gelir. Bu durumdaki resmi bir görevli kendi pozisyonunun biçimsel otoritesine sahiptir. Fakat, saygıya dayalı informel etkiyi yitirmiştir. Bir örgüt, informel organizasyon formel organizasyonu desteklediği zaman fonksiyonlarını en iyi şekilde yerine getirir. Bu iki tür organizasyon arasındaki kopukluk çok arttığı takdirde, örgütün varlığını sürdürmesi tehlikeye düşer. Şimdi, bu gözlemleri alışılmış bir tarzda; formel organizasyonun niteliklerini bir sütunda, informel organizasyonun özelliklerini de diğer bir sütunda listeleyerek özetleyebiliriz: Formel Organizasyon İnformel Organizasyon Örgütsel normlar Genel, yaygın normlar Statüler Roller Prestj Saygı Otorite Liderlik Hâkimiyet Kişisel üstünlük İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 257 Boyun eğme Kişisel sadakat Kişiler hakkında dışsal değerlendirme Kişiler hakkında içsel değerlendirme Statü ilişkileri Kişisel ilişkiler Bir kimse, sol ve sağ sütunlarda görünen fenomenler arasında daha da geniş bir ayrım yapabilir; formel organizasyon başlığı altındaki sütunun esasında sosyolojik karakterde olduğunu ve sosyolojik analiz yoluyla açıklanabileceğini, buna karşılık informel organizasyon başlığını taşıyan sütunun, genel, yaygın normlar hariç olmak üzere, bireylerin kişilik ve mizaçlarıyla ilgili olup, sosyal psikolojiye ait bir konu olduğunu söyleyebilir. Kısacası, kişilerarası ilişkiler sosyal psikolojinin yardımı olmadan, satatüler arası ilişkiler de sosyolojinin yardımı olmaksızın anlaşılamazlar. Bu ayrımın önemi, motivasyon problemleriyle ilgilenenlerin çok defa gözünden kaçıyor. Formel organizasyonun doğası, daha geniş anlamda sosyal yapısı, genellikle psikolojiye atfedilen meselelerle yakından ilgilidir. Bu konuda iki örnek verebiliriz. Birinci olarak, Dünya Beysbol şampiyonluk karşılaşmalarında yedi maçtan dördünü kazanan takımın başarısı üzerinde durabiliriz. Oyunculara sağlanan mali imkanlar çok yüksek olduğundan, oyuncular, yedi oyundan oluşan tüm müsabakaları kazanmak üzere güçlü bir şekilde güdülendiler. Bu, muhtemelen önceden planlamaksızın ve üzerinde pek de düşünmeksizin yapıldı. Başka bir deyişle, oyunda şike yapmak gibi bir durum söz konusu değildi. Ancak, kolay kolay sezilemeyecek, çok ince, üstü örtük bir şey vardı. Bu olasılığı önleyen şey nedir? Bu sorunun cevabı dünya beysbol yarışmalarında geçerli normlarda bulunabilir. Belli bir sonuca ulaşmak için gerekli maç sayısı kaç olursa olsun, oyuncular sadece ilk dört oyunun gelirini paylaşıyorlar. Bundan dolayı, müsabakaları mümkün olduğu kadar erken bitirmek bir avantaj olmaktadır. Eğer dört oyundan fazlası gerekli görüldüğü takdirde, onlar belli bir süre hiçbir şey yapmayacaklar, bütün sezon çalışmak zorunda kalacaklar. Halbuki onlar hep birlikte ava gitmeye de oldukça hevesliler. Bu durumda; grup normlarının, motivasyonu açık bir şekilde etkilediği görülmektedir. İkinci bir örnek olarak, bir savaş eğitim gemisinde vukubulan bir durum üzerinde durulabilir. Bu birliğe bağlı subay adaylarından kahvaltıdan önce bir ast subayın komutasında düzenlenen egzersizlere katılmaları istenir. Bu egzersizlerden muaf tutulmak oldukça kolaydır. Basit bir soğuk algınlığına veya başka bir rahatsızlıktan revire veya eczaneye giderek, orada görevli arkadaşlarından istirahat veya uyku verici ilaç alarak muaf sayılmaları mümkündür. Arkadaş grubunun oldukça yüksek ölçüde işbirliği yaptığı görülür. Sonuç olarak, sağlık servisi tarafından belgeli ve imzalı mazeretli personel sayısı giderek artan ölçüler de, neredeyse toplam personel sayısının yarısına ulaşır. Birlik komutanı, yalandan hasta olmak gibi hassas bir problemi çözmek durumundadır. Komutan, sağlık subayına her vakayı kişisel olarak belgelemesini emrede- Kuram ve Araştırma Dergisi 258 İLETİŞİM RobertBierstedt rek veya eczacı arkadaşlarını uyarmasını ondan isteyerek ve onların çalışmasını daha yakından denetleyerek mazeretlilerin sayısını kolayca azaltabilirdi. Ancak o arzu edilen sonucu verecek daha etkili bir yol buldu ve bir kuralda değişiklik yaptı. Birlik komutanı, sabahleyin yapılan jimnastik egzersizinden muaf olanların, bu egzersizleri yapamayacak kadar hasta olduklarına göre, bütün personele tanınan akşamları şehire gitme hakkından da yararlanamayacak derecede rahatsız olacakları için, bu haktan yararlanamayacaklarını kararlaştırır. Problem, sağlık servisinin kararına müdahale etmeksizin ve yalandan hastalanma sorununa meydan verilmeksizin çözümlenir. Yukarıda verilen örneklerin her ikisi de örgütsel yapının insan davranışıyla yakından ilgili olduğunu göstermektedir. Sosyologlar, sosyolojik esasları ilgilendiren bu tür örnekleri ortaya koymak durumundadırlar. Şimdi, formel ve informel organizasyon arasındaki ilişki konusunda iki genel gözlemde bulunabiliriz. Bunlardan birincisini şöyle ifade edebiliriz: En iyi şekilde tasarlanan formel organizasyon, informel organizasyondan destek almadıkça başarılı bir örgüt olamaz. Başka bir deyişle, en düzenli ve etkili yapı; eğer üyeleri arasında birbirlerine karşı güven yoksa, kişisel dostluklar geliştirmemişlerse, birbirlerini sevmiyor ve birlikte olmuyorlarsa, başarılı bir örgütsel yönetim sergileyemez. Böyle durumlarda otorite kullanımı hiçbir sonuç yaratmaz. Ancak kırgınlığa neden olur. Kırgınlık da kişiler arası etkileşimi imkansız kılmasa bile oldukça güçleştirir. Daha aşırı ya da uç durumlarda otorite tamamen ortadan kalkar ve kaba güçten ya da zordan başka bir şey ortada kalmaz. İkinci gözlem ise zıt bir duruma ilişkindir. Formel organizasyon yetersiz olduğu takdirde, dünyadaki en iyi niyetli tutum ya da davranış bile, örgütsel faaliyetin başarılı bir şekilde sürdürülmesi bakımından yeterli olmaz. İşte bu nedenledir ki; üst kademede sorumluluğun bölünmüş olması arzu edilen bir durum değildir. Mesela, bir organizasyonu etkileyen meseleler hakkında nihaî kararları almak üzere yetkilendirilen iki kişinin varlığını düşünelim. Böyle bir pozisyona konan iki iyi arkadaş, çok kısa bir sürede düşman almaya başlayacaklardır. Çünkü, statü ilişkileri bakamından aralarında çatışma çıkması kaçınılmaz olacaktır. Bu olgu, bazı örgütlerin tarihçesinde tekrar ve tekrar ortaya konabilir. Kısacası, en etkin ve tatmin edici örgüt, bünyesinde informel organizasyonla desteklenen formel organizasyonu barındıran örgüttür. Daha önce de söylediğimiz gibi, formel ve informel organizasyon arasında kopukluk oldukça yüksek bir düzeye vardığı zaman, örgüt çözülme tehlikesiyle yüzyüze gelecektir. Formel ve informel organizasyon arasındaki bu ayrımdan kaynaklanan son bir gözlemde daha bulunabiliriz. Toplumun bizzat kendisi, bu iki organizasyon türünü sergiler. Çünkü, biz devlet hakkında konuştuğumuzda aslında toplumun formel organizasyonundan; topluluk hakkında konuştuğumuzda ise aslında toplumun informel organizasyonundan söz etmiş oluyoruz. Yasalar, formel organizasyonlara ait örgütsel normlarken; örf ve adetler, informel organizasyona ait genel, yaygın (topluluksal, grupsal) normlardır. Hükümet ya da devlet görevlileri, hem atanmış hem de seçilmiş İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 259 olanlar, formel organizasyon içindeki statüleri işgal ederken, politikacılar informel organizasyon içinde roller oynarlar. Bununla beraber, bu durum, politik ilgilerini gerçekleştirmek üzere örgütlenen insanlar gerçeği nedeniyle oldukça komplike bir durumdur. Hükümetin informel organizasyonu, oldukça iyi örgütlenmiş özel ilgi gruplarının bir resmini sunar. Mesela bu gruplardan biri olan siyasi partiler de bir örgütsel gruptur. Bu konuya bir sonraki bölümde tekrar döneceğiz. Burada biz, sadece devletin toplumun formel organizasyonunu, topluluğunda informel organizasyonunu temsil ettiğini vurgulamak istiyoruz. Bu bölümde, örgütlerin formel ve informel organizasyonu arasındaki önemli ayrımı kısaca tartıştık. Örgütlerin büyümesi ve örgütsel ilişkilerin çoğalması, kompleks bir toplumun en önemli özelliklerinden birisidir. Bununla beraber hemen belirtmek gerekir ki, ne bütün sosyal ilişkiler örgütsel ilişkilerdir ne de bütün örgütsel ilişkiler statü ilişkileridir. Bir örgütün üyeleri arasındaki sık ve düzenli etkileşim, onları, birbirlerini kişisel ve içsel bakımdan değerlendirmeye yöneltir. Böylece, kişisel ilişkiler statü ilişkilerine dahil olur; bazen onları desteklerken, bazen onlara karışır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, bir örgüt ne kadar katı şekilde yapılandırılmış olursa olsun, her örgütte formel organizasyonla birlikte ortaya çıkan informel bir organizasyonun varlığıyla yüz yüze geliriz. Formel organizasyon; statülerden ve bu statüleri işgal edenlerin kişiliğinden bağımsız olarak statülere atfedilen prestijden meydana gelir. İnformel organizasyon ise, rollerden ve işgal ettikleri statülerden bağımsız olarak kişilere duyulan saygı ve güvenden oluşur. Otorite, yalnızca formel organizasyonda bulunur. Buna karşılık liderlik, informel organizasyonda ve örgütlenmemiş toplulukta ortaya çıkar. Mesela bir polis memuru, liderliği değil otoriteyi temsil eder. Örgütsel normlar ve statüler, örgüt üyelerinin sosyal etkinliklerini belirler. Karşılık olarak bu etkinlikler de örgütlerin yapısını etkiler. Süreç içerisinde kişilerin değişmesine rağmen bir örgütün varlığını sürdüren şey onun yapısıdır. Yapıdaki değişmeye rağmen örgütün varlığını devam ettiren de bizzat o örgütün üyeleridir. Bir örgütün formel ve informel organizasyonu arasındaki ilişkiler, her zaman derin, komplike ve ilginç ilişkilerdir. Bu saha, özellikle to0plumun politik organizasyonu bakımından, sosyoloji ile siyaset biliminin aynı ortak temel üzerinde buluştukları alandır. 5. Kurumlar Kurumlar kavramı, sosyoloji sahasındaki en önemli kavramlardan birisidir. Bununla beraber, oldukça muğlak, anlamı açık olmayan bir kavramdır. Sosyoloji literatüründeki tanım ve değerlendirmeleri arasında tutarsızlıklar vardır. Mesela bazı yazarlar geniş ölçekli örgütlü grupları bir “institution” (kurum) olarak adlandırıyorlar ve toplum içindeki daha küçük çaplı örgütlü gruplar için “association” (örgüt) Kuram ve Araştırma Dergisi 260 İLETİŞİM RobertBierstedt sözcüğünü kullanıyorlar. Aslında kurumlar ve örgütler arasındaki farklılık, basit bir ölçek ayırımı değildir. Bununla beraber, basitlik her zaman için açıklığa yol açmaz. Bu bakımdan hiç kimse kurum adını almaya layık bir grubun ne kadar büyük olması gerektiğini bilemez. Şurası da bir gerçektir ki; böyle bir kullanımı teşvik etmek, makul bir şey olmayacaktır. Kurumlar ve örgütler arasındaki çok daha önemli başka bir ayrım, Robert M. Maclver tarafından yapılmıştır. Bu ayrım oldukça açık ve kullanışlı olduğundan, onu önce inceleyip, ardından kendi amaçlarımız için benimseyeceğiz. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bir organize grup, ister küçük isterse büyük olsun, bir örgüttür. Organizasyonundan dolayı örgüt, bir ölçüde yapıya ve devamlılığa sahiptir. Dahası, onun bir adı ve kimliği vardır. Diğer taraftan bir kurum, ister örgütlü isterse örgütsüz bir grup söz konusu olsun, hiç de bir grup anlamına gelmez. Bir kurum organize olmuş bir prosedürdür. Bir kurum; toplum içindeki bazı etkinlikleri sürdürmenin formel, kabul edilmiş, tesis edilmiş, istikrarlılık kazanmış bir tarzıdır. Daha öz bir ifadeyle, örgüt organize bir grup iken kurum organize bir prosedürdür. Ayrıca, kurum tıpkı gelenekler, görenekler ve yasalar gibi bir normdur. Ancak bu normlardan farklı olup, biraz özce açıkladığımız tarzda bir normdur. Ayrımdan söz ettiğimize göre, şimdi bu ayrımın ne olduğunu tasvir etmemiz ve onu daha açık ve anlaşılır hale getirmemiz gerekir. Bundan dolayı, kurum sözcüğünü bir süre için unutalım ve kurumsallaşma sözcüğü üzerinde duralım. İnsanlar, hayat akışları içinde binlerce aktivitede bulunurlar. Bu etkinliklerden bazıları kurumsallaşmışken bazıları değildir. Mesela, bir toplumdaki hemen hemen tüm erkekler şu veya bu zamanda beysbol oynamıştır. Kolej kampüslerinde ve mahalle aralarındaki boş sahalarda oynanan anlık oyunlar yaygın olup, sezon boyunca hemen hemen her gün görülebilir. Aynı oyun Dünya Beysbol müsabakaları çerçevesinde de oynanır. Anlık oyunlarla dünya müsabakaları arasındaki fark şudur; birinci durumdaki beysbol kurumsallaşmamışken, ikinci durumdaki oyun kurumsallaşmıştır. Benzer şekilde, eğlence için birbirleriyle boks yapa iki çocuk ile, aynı şeyi ödül için yapmaya çalışan iki dövüşçü esasında aynı etkinlikte bulunmaktadırlar. Ancak birinci durumdaki karşılaşma kurumsallaşmamış iken ikincisi kurumsallaşmıştır. Başka bir deyişle, aynı etkinlik bir durumda kurumsallaşmış değilken, diğer durumda kurumsallaşmış olup, özel, belirlenmiş, kesin kurallara göre formel bir şekilde yapılır. Başka bir örnek verelim. Toplumumuza her kişi, şu veya bu zamanda bir öğretmen rolünü oynar. Yani herkes bir diğerine bir şeyi nasıl yapacağını öğretir. Mesela bir üçüncü sınıf öğrencisi, kendisinden küçük kız kardeşine 2 rakamını nasıl yazacağını öğretir. Bir anne, çocuğuna ayakkabılarını nasıl giyeceğini öğretir. Bir kız, arkadaşına nasıl briç oynanacağını öğretir. Bir baba, oğluna arabayı nasıl süreceğini öğretir. Erkek çocukları, birbirlerine marifetlerini öğretirler. Ancak, herkes şu veya bu zamanda öğrenme ve öğretme etkinliklerinde bulunmakla beraber, hiç kimse öğretmen ya da öğrenci statüsünde değildir. Daha önce de belirttiğimiz gibi statü kurumsallaşmış bir roldür. Öğrenme ve öğretme bütün toplumlarda görülebilen etkinliklerdir. Ancak bu İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 261 etkinlikler kurumsallaştıkları bazı toplumlarda çok önemli olurlar. Bu tür toplumlarda bir eğitim kurumunun varlığından söz ederiz. Aynı etkinlik hem sınıflarda hem sınıflar dışında binlerce yerde yapılır. Ancak, sınıftaki etkinlik formel, düzenli ve tesis edilmiştir, kısacası kurumsallaşmıştır. Haberlerin yayılması, bütün toplumlarda görülen bir şeydir. İnsanlar, ilgilerini çeken meseleler hakkındaki bildiklerini karşılıklı olarak birbirlerine aktarırlar. Ancak, kompleks toplumlarda bu etkinlik kurumsallaşmış olup, basın kurumu şeklinde karşımıza çıkar. Bütün toplumlarda insanlar, bir şeylere taparlar ya da kendi yazgılarını kontrol eden görünmez güçlere inanırlar. Tanrıya yakarma düzenli, kabul edilmiş, bilinen şekilde ve bazen törensel tarzlarda icra edildiğinde karşımızda din kurumu var demektir. Bütün toplumlarda insanlar, hayatlarını kazanma ya da idame ettirme sorunuyla yüz yüze gelirler. Bu etkinlik evrensel ölçüde kurumsallaşmıştır. Bundan dolayı tüm toplumlarda ekonomi kurumu vardır. Son olarak, bütün toplumlarda hastalıkları tedavi etmenin bazı tarzları vardır. Kompleks toplumlarda bu tarzlar tıp ve hemşirelik kurumlarına dönüşmeye başlar. Kısaca, bir kurum, bir şeyi belirli, formel ve düzenli bir şekilde yapma tarzıdır. O, tesis edilmiş bir prosedürdür. Her toplumda belli eylemler hep tekrar edilir ve bu tekrarlanırlık eylemi kalıplaştırır. Böylece o eyleme ilişkin kabul edilmiş, tanımlanmış ya da belirlenmiş bir prosedür oluşur. Bu prosedür yerleşip kökleştiğinde bir kurum ortaya çıkmış olur. Toplum, her zaman olayları modellere ya da kalıplara, kalıpları da kurumlara dönüştürür. Bununla beraber, toplumda bir etkinlik kurumsallaşmış olduğu zamanda da aynı etkinliğin kurumsallaşmamış yollardan da icra edildiği gözlenebilir. Mesela, basın kurumuna sahip olduğumuz halde, bazı haberler halen ağızdan ağıza yayılmaya devam eder. Yine, eğitim kurumuna sahip olsak bile, öğrenme ve öğretme etkinliği informel tarzlarda da vukubulur. Aynı zamanda, farklı toplumların değişik etkinlikleri kurumsallaştırdıkları da gözlenebilir. Bu farklılıklar, basit yapılı toplumlarda daha kolaylıkla ortaya konabilir. Mesela, bütün toplumlarda din adamları olduğu halde, bazı toplumlarda ne büyücü hekimler ne de politik fonksiyona sahip kabile reisleri vardır. Bazılarında da biri varken öteki yoktur. Başka bir deyişle, bazı toplumlarda hastalıkların bakım ve tedavisi kurumsallaşmışken, bazılarında politik liderlik, bazılarında da tanrıya yakarma etkinliği kurumsallaşmıştır. Çok basit yapılı toplumlarda, kurumlar nispeten farklılaşmamıştır. Yani, bu toplumların bazılarında, büyücü hekimler, politik reisler ve din adamları birbirinden ayrılmazlar. Tıp, hükümet ve din gibi farklılaşmış kurumlar yoktur. Bütün bu etkinlik alanlarını, ayrı kurumları bütünüyle birleşmiş şekilde bir bütün olarak görebiliriz. Toplumlar gerek büyüklük gerekse karmaşıklık bakımından geliştikçe; kurumlar giderek artan ölçülerde birbirinden farklılaşır, yaşamakta olduğumuz toplumlarda bu farklılaşma, çok detaylı ve belirgin bir hale gelmiştir. Tesis edilmiş bir prosedürler bütünü olarak tanımladığımız kurumu, diğer normlardan, özellikle de örf ve adetlerden farklı kılan şey nedir? Bu sorunun cevabı oldukça basit olup, bu cevap kurumun başka bir özelliğini bize sunar. Bir toplum içinde örf Kuram ve Araştırma Dergisi 262 İLETİŞİM RobertBierstedt ve adetler, örgütlü olmayan gruplar ve topluluklar tarafından sürdürülüp yaptırıma bağlanırlar. Kurumlar ise, her zaman kendilerini sürdürecek özgül örgütlere ihtiyaç duyarlar. Her nerede bir kurumla karşılaşsak, aynı zamanda en azından bir örgüt –genellikle daha çok örgüt- le yüz yüze geliriz. Bu örgüt ya da örgütlerin fonksiyonu kurumsallaşan etkinliği sürdürmektir. Mesela, el sallama alışkanlığı, organize olmayan topluluk tarafından desteklenen bir adettir. Buna karşılık selamlaşmak, silahlı kuvvetler ve deniz kuvvetleri gibi örgütler tarafından desteklenen kurumsallaşmış bir selamlama niteliğindedir. Daha önce de belirttiğimiz gibi, öğretme ve öğrenme bütün toplumlarda rastlanan geleneksel etkinliklerdir. Buna karşılık eğitim kurumu, okullar ve kolejler gibi örgütler olmaksızın ortaya çıkamaz. İşte bundan dolayıdır ki; kurumlar ve örgütler birbiriyle ilişkili olup bir arada bulunan olgulardır. Örf ve adetler kurumsallaşmamış normlar olup, kendilerini destekleyip sürdürecek örgütlere ihtiyaçları yoktur. Buna karşılık, kurumsallaşmış normlar olarak hukuk kuralları yalnızca toplumun politik organizasyonu içinde ortaya çıkarlar, hükümet adı verilen yasaları çıkaracak ve uygulayacak bir örgüte ihtiyaç duyarlar. Sırası gelmişken belirtelim ki, hükümet bir kurumdur, belli bir hükümet ise bir örgüttür. Basın kurumunun olduğu bir toplumda, aynı zamanda gazeteler ve bu gazeteleri hazırlayıp çıkaran örgütler vardır. Basın bir kurumdur; The New York Times, The St. Louis Post, Dispatch, The Baltimore Sun ve benzerleri, birer örgüttür. Böyle örgütler olmaksızın, basın gibi bir kurum da ortaya çıkamaz. Benzer şekilde eğitim bir kurumdur; Hawaii Üniversitesi, Harvard Üniversitesi, İndiana Üniversitesi, Smith Kolej, Bennington Kolej, Thomas Jeferson Yüksekokulu ve benzerleri birer örgüttür. Kısaca, örgütler olmaksızın kurumlar varolmaz. Birçok örgüt, kurumsallaşmış bir şekilde işler. Başka bir deyişle örgütler, temel ve yardımcı fonksiyonlarını toplum içinde tesis edilmiş bulunan tarzlarda yerine getirirler. Formel eğitim süreci, yukarıda zikredilen bütün örgütlerin bünyesinde benzer şekilde işler. Bu açıdan bu örgütlerin birindeki sınıf ortamını bir diğerindeki sınıf ortamından ayırdetmek güç olacaktır. Daha önce de işaret edildiği üzere, örgütler ve kurumlar arasındaki ayrım genel, yaygın kullanımda birbirine karıştırılacaktır. İki basit test, bu karışıklığı giderebilir. Bunlardan biricisi, her örgütün bir yere, mekâna sahip olduğu gerçeğidir. Buna karşılık, bir kurumun belli bir yer ya da mekânı yoktur. Mesela bir üniversite, yeryüzünde belli bir yer üzerinde kuruludur. Halbuki eğitim kurumunun böyle somut, belirli bir yeri yoktur. İkinci test ise şudur; bir örgüte ait olmak mümkündür. Mesela bir kimse bir komitenin, klübün ya da bir şirketin üyesi olabilir, fakat basının, eğitimin ya da dinin üyesi olamaz. Bir kimse kilisenin cemaatine katılabilir ve bir ailenin üyesi olabilir. Bundan dolayıdır ki bir kilise ve bir aile bu anlamda örgütlü gruplardır. Din ve evlilik ise birer kurumdur. Bu ayrım ve testler, örgütler ve kurumları karşılaştıran aşağıdaki liste incelenerek daha iyi bir şekilde ortaya konabilir: İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 263 Örgütler Kurumlar Bir şirket Ekonomi Bir demiryolu Ulaşım Bir ordu Savaş Bir kolej Eğitim Bir gazetecilik şirketi Basın Bir kilise Din Bir televizyon ağı Televizyon Bir beysbol takımı Beysbol Bir aile Aile Bir hükümet Hükümet Bir hastane Tıp Bir gece kulübü Eğlence Bir tiyatro topluluğu Drama Çok açıktır ki; bir kimse, sol sütunda listelenenlerden herhangi birine katılıp üye olabilirken, sağ sütundakilerden hiç birine katılıp üye olması söz konusu olmaz. Yukarıdaki listede sunulan birkaç terim ele alınıp işlenebilir. Bir aile bir örgüt olarak adlandırılır; buna karşın aile bir kurumdur. Bir aile özgül, belli bir aile anlamına gelir, mesela Adams Ailesi, Kenedi Ailesi, Jukes Ailesi birer örgüttür. Belli bir aile, evlenme kurumu yoluyla bir araya gelen iki insan tarafından oluşturulur. Bu aile, üyeleri yaşadığı sürece sürer. Herhangi bir aile (a Family) bu anlamda bir örgüttür. Buna karşın genel anlamda aile (The family) bir kurumdur. Hiç kimse bu anlamda aileye üye değildir. Kişiler ancak belli, somut bir aileye mensup olabilirler. Belli bir aile özgüt nitelikte somut bir birimdir. Kurum olarak aile ise, genel ve evrensel nitelikte bir olgudur. Bu anlamıyla neslin çoğalmasını, genç kuşakların yetiştirilip eğitilmesi fonksiyonlarını gören bir kurumu ifade eder. Sırası gelmişken belirtelim ki; aile evrensel bir kurumdur. Yeryüzünde aile kurumuna salip olmayan hiçbir toplum yoktur. Tarihin her döneminde bütün toplumlarda üreme ya da çoğalma işlevi kurumsallaşmıştır. Bizimki de dahil tüm toplumlarda üreme ya da çoğalma kurumsallaşmış bir tarzda ortaya çıkar. Başka bir örnek olarak, örgüt olarak belli bir hükümet (a government) ile kurum olarak hükümeti (the government) ele alıp inceleyebiliriz. Mesela, Amerika Birleşik Devletleri Hükümeti veya Fransa Hükümeti, oldukça yüksek düzeyde örgütlenmiş gruplar olarak seçilmiş, atanmış ve diğer şekillerde istihdam edilmiş personeli kapsar. Bunlar Amerikan ya da Fransız Hükümeti üyeleridirler. Buna karşın, genel anlamda hükümet (the government) hükümet etmenin düzenli, kabul edilmiş, tanınmış bir tarzı olarak, yani politik kararları alan, yasaları çıkaran ve uygulayan, toplumun formel anlamda düzenini sağlayan bir olgu olarak, hiç kuşkusuz bir kurumdur. Bu kurum, ailenin zıddına, her toplumda ortaya çıkmaz. Bazı toplumlar öylesine ilkel düzeyde- Kuram ve Araştırma Dergisi 264 İLETİŞİM RobertBierstedt dirlerdir ki, kendi bünyelerinde ayrı bir hükümet kurumu çıkaramazlar. Bu toplumlar, politik bir organizasyona sahip olmadıkları gibi toplumu yöneten bir örgüte ve bu örgüte üye kimseye de sahip değildirler. Buna karşın, bütün kompleks toplumlar, kurum olarak hükümete ve kurumsallaşmış hükümet etme ya da yönetme etkinliğini icra ederek kurumun varlığını sürdüren örgüt olarak belli bir hükümete sahiptirler. Kompleks bir toplumda; şüphesiz, farklı kurumlarla karşılaşırız. Bu kurumlar tüm topluma karakteristik bir profil verirler ve farklı toplumların karşılaştırmalı analizini mümkün kılarlar. Mesela, tarihi süreç içerisinde, bu kurumlardan birinin veya diğerinin başat konumda olduğunu ve bu kurumlara dayanan dinsel, askeri, ailesel, politik toplumların ve benzerlerinin varlığını gözleyebiliriz. Ortaçağ toplumunun baskın karakteri, dinsel bir toplum olmasıdır. Roma Katolik Kilisesi, bu toplumun en önemli örgütüdür. Buna karşın, Antik Isparta ile modern Prusya, askeri statülerin en üst rütbeye sahip oldukları askeri toplamlardır. Eski Çin toplumunda aile başat kurumdur. Totaliter devletlerde ise, politik kurum diğer kurumların hepsinden önce gelir. Yirminci yüzyıldaki kendi toplumumuz, endüstriyel toplum olarak nitelendirilebilir. Çünkü, endüstrinin genel olarak en önemli kurum olduğuna inanılmaktadır. Örgütler ve kurumlar hakkındaki bu bölümü bitirirken son bir gözlemde bulunmak isteriz: farklı örgütler aynı kuruma hizmet edebilir ve tek bir örgüt bir dizi kurumsallaşmış etkinliği yapabilir. Biraz önce de belirttiğimiz gibi, birçok kolej ve üniversite, eğitim kurumuna hizmet sunmaktadır, bir dizi gazete basın kurumuna hizmet etmekte, çok sayıda şirket de ekonomi kurumuna hizmette bulunmaktadır. Bu, şüphesiz çok açık bir husustur. Buna karşın şu husus ta çok açıktır ki, bir tek örgüt, hem temel hem de yardımcı nitelikte fonksiyonlara sahip olabilir ve birçok değişik kuruma hizmet sunabilir. Mesela, Çağdaş Amerikan toplumundaki bir üniversite öncelikle eğitim kurumuna özgülenmiştir. Bu üniversite aynı zamanda üniversiteler arası atletizm kurumuna yönelik hizmette de bulunur. Aynı şekilde ekonomik etkinlikler de yapar. İster özel isterse kamu üniversitesi olsun, büyük üniversiteler patentlere sahiptirler, borç para alırlar ve verirler, askeri araştırmalarla hükümete hizmet sunarlar, emlak satıp kiralarlar, bir yatırım girişimini idare edebilirler ve buna benzer ekonomik faaliyetlerde bulunurlar. Özetle büyük bir üniversite, eğitimden başka kurumları da temsil eder. Aynı olgu diğer örgütlerde de gözlenebilir. Mesela, büyük bir basın şirketi, özellikle basın kurumuna özgülenmiş bir işletmedir. Fakat bu şirket, bastığı el kitaplarıyla eğitim kurumuna da hizmet eder. Bundan başka, şirket bilimsel alanlardaki araştırmaları teşvik edip güdüler. Basın kurumuna hizmet etmek üzere kurulan The New York Times gazetesi, Thomas Jefferson’un yazılarının toplanması ve basılması için bir milyon dolar fon sağlayarak öğrenme ve eğitim sürecine katkıda bulunur. Son olarak, Birleşik Devletler Hükümeti, temel fonksiyonu hükümet kurumuna hizmet etmek olan bir örgüt olarak, makul bir şekilde listelenebilecek kurumlardan daha fazlasına hizmet eder. Burada görüyoruz ki; kompleks bir toplumun en önemli sosyolojik olgularından İLETİŞİM Kuram ve Araştırma Dergisi Sosyalgruplar,örgütlervekurumlar 265 birisi, tek tek örgütlerin yerine getirdikleri kurumsal fonksiyonların sayısındaki artıştır. Örgütler büyüdükçe bu örgütler ister üniversiteler, şirketler, gazeteler, kiliseler; isterse hükümetler olsunlar, kurumsal etkinliklerini de arttırma eğilimine girmektedirler. Bir tek örgüt tarafından temsil edilen kurumların sayısı, o örgütün büyüklüğünün doğrudan bir fonksiyonudur. Bu ifade, şüphesiz, sosyolojik bir ilkeyi ortaya koymaktadır. 6. Özet Bu bölümde örgütler ve kurumlara, yani örgütlü insan grupları ile bir şeyleri yapmanın organize tarzlarına giriş yapmış olduk. Sonuç olarak, örgütlenmenin önemini vurgulamamız gerekir. Örgütlenme olmaksızın ne üniversiteler, kolejler, okullar, çelik şirketleri, otomobil fabrikaları, petrol rafinerileri, ne de bankalar, gazeteler ve hükümetler olur. Bütün bunlar, insanlar örgütlenmiş bir tarzda birbirleriyle işbirliği ve koordinasyon yaptıkları için mümkün olmaktadır. Eğer örgütlenme olmasaydı, biz hâlâ ilkel atalarımızın köy ve kabile yaşamını sürdürüyor olurdur. Şüphesiz organizasyon toplum içindeki değişmez bir öge değildir. Toplumda çok düşük ölçüde örgütlenmeye sahip gruplar ile neredeyse hiç örgütlü olmayan gruplar da vardır. Başka bazı gruplar ise oldukça yüksek düzeyde örgütlenmişlerdir. Başka bir deyişle, toplum içindeki örgütler, bir ucunda en alt düzeyde örgütlenen gruplar, diğer ucunda da en üst düzeyde örgütlenen gruplar olmak üzere, kesiksiz bir dizi oluştururlar. Bu bağlamda denebilir ki; gruplar oldukça yüksek düzeyde örgütlendikleri zaman kendi personellerinden oldukça bağımsız olmaya başlarlar. Bu tür örgütler, kendi yapılarında önemli bir değişiklik olmaksızın kendi üyeliklerini baştan aşağı değiştirmeyi gerçekleştirebilirler. Böyle oldukça yüksek ölçüde örgütlü gruplar, uzun yıllar, bazen yüzyıllar boyunca varlıklarını sürdürebilirler. Bu durumda, organizasyonun ne demek olduğunu tam olarak ortaya koymamız gerekir. Bu sorunun cevabında; örgütlü bir grubu, örgütsüz bir gruptan ayırmaya yarayan yedi tane karakteristik veya kriterle karşılaşırız: (1) Özgül fonksiyon veya amaç, (2) Örgütsel normlar, (3) Örgütsel statüler, (4) Otorite, (5) Mülkiyet, (6) Üyelik testleri, (7) İsim ve diğer tanımlayıcı simgeler. Bu kriterleri ele alarak örgütsel normlar ve statülerden kaynaklanan işbölümünün büyük bir öneme sahip olduğunu ortaya koyduk ve işbölümünün büyük bir öneme sahip olduğunu ortaya koyduk ve işbölümünün, basit bir toplumu karmaşık bir toplumdan ayırdetmeye nasıl yardımcı olduğunu gösterdik. Bir sonraki bölüm, örgütlerin formel ve informel organizasyonu arasındaki ayrım konusuna ayrılmıştır. Bu noktayı şöyle özetleyebiliriz: formel organizasyonda üyeler arasındaki ilişkiler, onların işgal ettikleri statülere ve örgütün açık normlarına göre oluşurken, informel organizasyonda bu ilişkiler, üyelerin oynadıkları rollere ve geniş ölçüde topluluğun açıkça yazılı olmayan ancak genel ve yaygın nitelikteki örtük normlarına göre oluşur. Formel organizasyonda üyeler, birbirlerini statülerine atfedilen otorite bakımından kategorik ve dışsal bir şekilde değerlendirirler. Buna karşılık Kuram ve Araştırma Dergisi 266 İLETİŞİM RobertBierstedt informel organizasyonlarda üyeler, birbirlerini duygusal etki, düşmanlık ve kayıtsızlık ya da ilgisizlik bakımından içsel ve kişisel şekilde değerlendirirler. Sonuç olarak, bir örgütün işleyişi formel ve informel organizasyonun ince bir bileşimini yansıtır. Daha önce de belirttiğimiz üzere, bazı örgütlerde; informel organizasyon formel organizasyonu destekler ve sürdürür. Otorite makamlarını işgal edenlerin sergiledikleri liderlik eğilimlerini buna örnek verebiliriz. Bu iki tür organizasyon arasındaki kopukluk, çok küçük ölçüdedir. Buna karşın bazı örgütlerde ise; formel ve informel organizasyon tipleri arasındaki kopukluk daha büyüktür. Bu tür örgütlerde; liderlik eğilimleri otorite makamlarını işgal etmeyenler tarafından sergilenir, otorite makamında oturanlar yalnızca sözde makam sahibidirler, formel organizasyon informel organizasyondan çok küçük ölçüde destek alır. Açık bir gerçektir ki; formel ve informel organizasyon arasındaki kopukluk çok büyüdüğü takdirde, örgüt çözülme tehlikesiyle yüz yüze gelir. En güçlü formel organizasyon, eğer informel organizasyonda formel organizasyonu işletmeye yönelik irade yoksa boş bir çaba olmaktan öteye geçmeyecektir. Diğer yandan da, eğer formel organizasyon yetersizse, informel organizasyonda ortaya çıkan en güçlü niyet ya oda irade, örgütü verimli bir şekilde işletme konusunda hiçbir katkıda bulunamaz. Bu çerçevede, formel organizasyonun yapısının genel olarak davranışı ve özel olarak da motivasyonu nasıl etkileyebildiği hususunda iki örnek sunmuştur. Bu bölümün son kısmını, kurumların başlangıç düzeyinde bir analizine ayırmıştır. Eğer örgütler birşeyler yapma amacıyla organize olmuş insanlardan meydana gelen gruplarsa, kurumlar da bu şeyleri yapmamın organize olmuş tarzlarıdır. Sonuçta, kurumu, birşeyleri yapmanın düzenlenmiş, formelleştirilmiş, kabul edilmiş ve tesis edilmiş tarzı veya bir prosedür tarzı olarak tanımlamıştır. İnsanlar, örgütlere ait olup kurumların mensubu değildirler. Örgütlerin belli bir mekânı varken, kurumların belli bir mekânı yoktur. Bu ayrıma ilişkin olarak; üniversitenin bir örgüt, eğitimin bir kurum; şirketin bir örgüt, ekonominin bir kurum olduğunu örnek olarak vermiştik. Ayrıca, basit toplumlara göre, karmaşık toplumlarda daha fazla etkinliğin kurumsallaşmış olduğundan söz etmiştik. Bir örgütün bizzat kendi yapısı, kendine özgü özel norm ve statüleriyle sosyal etkileşimin kurumsallaşmış bir kalıbını temsil eder. Birçok aktivitenin kurumsallaşmış olduğu kompleks toplumlarda da buna benzer etkinlikler aynı şekilde kurumsallaşmış bir tarzda yapılmaktadır. Son olarak, çok sayıda örgütün aynı kurumu temsil ettiğini ve bir tek örgütün de farklı bir çok kurumu temsil edebileceğini belirtmiştik. Bütün insan oluşumları gibi, örgütler ve kurumlar da zamanın akışı içinde değişme eğilimindedirler. Ancak hem örgütlerde hem de kurumlarda sürekliliği sağlayan ögeler vardır. Bir örgüt kurumsal bir fonksiyonda meydana gelecek değişmeye destek olabilir ve bir kurum bazı örgütlerin çözülmesine rağmen varlığını sürdürebilir. Farklı fenomenler oldukları halde, görüldüğü gibi, örgütler ve kurumlar arasında yakın bir ilişki vardır. Şimdi dikkatimizi otoritenin doğasına yöneltebiliriz. Daha önce de belirttiğimiz gibi, bu husus örgütlü grupların evrensel bir özelliği ve başat bir kriteridir.