Özel BÜMED Sonbahar Kampanyası:
Transkript
Özel BÜMED Sonbahar Kampanyası:
Özel BÜMED Sonbahar Kampanyası: 239.888 $’dan başlayan fiyatlarla %20 peşin, 30 ay %0 faizli özel ödeme planı... Bu kampanya Bümed üyelerine özel 10 daire için geçerlidir. rooms from 69€* sleep MAMA love MAMA scrub MAMA tAste MAMA dAnce MAMA dreAM MAMA kiss MAMA connect MAMA eAt MAMA pArty MAMA drink MAMA * based on availability sing MAMA fRoM €69* plAy MAMA work MAMA pose MAMA #MAMASHELTER ISTANBUL paris - marseille - istanbul - lyon - bordeaux - los angeles book beautiful rooms at mamashelter.com MAMA SHELTER ISTANBUL İstiklal Caddesi No:50-54 Beyoğlu / istaNBul pAy MAMA *based on availability t +90 212 252 01 00 F +90 212 252 01 01 mamashelter.Com Design by Philippe starck 81 beautiful rooms rooftop restaurant and bar Amazing french and Turkish cuisine by Chef Alain senderens and Jérome Banctel AKLIN ENTELEKTÜEL HALİ: APTULLAH KURAN Entelektüel birikimi ve Boğaziçi Üniversitesi’ne sayısız katkısı nedeniyle Aptullah Kuran saygıyla andığımız isimlerden. Hocamız Güven Alpay’ın Aptullah Kuran hakkındaki anılarını, değerlendirmelerini okuyunca, aklın nasıl yönlendirici bir unsur olduğunu görebiliyoruz. Sizi, Güven Alpay ile Aptullah Kuran üzerine gerçekleşmiş olan röportajımızla baş başa bırakıyoruz. Uzun Mesafe Koşusu Gündelik hayat, en basitinden en karmaşığına kadar uzanan bir karar verme süreci ile örülmüş durumda. İnsanın en doğruyu bulma esnasında izlediği yollar, kullandığı yöntemler, zaman zaman baş vurduğu kısa yollar, yaptığı bilişsel hatalar, içinde bulunduğu psikolojik durum pek çok faktör ile bağlantılı: Kişiliği, eğitimi, sosyal çevresi, etkilendiği ve onda iz bırakan anıları, alışkanlıkları, baş başa kaldığı durum hakkındaki yargıları... Hayattaki adımları atarken yol arkadaşlarından biri aklı. İnsanın hem en değerli hem de en tehlikeli arkadaşlarından biri…Bu sayıda akıl olarak ele aldığımız ana tema altında bir seri alt başlığa başvurduk. Aklı IQ'dan öte entelektüel bir hayat duruşu, eleştirel bir düşünce yapısı ile hareket edebilme, meraklı ve gelişime açık bir karakter özelliği olarak kabul etme tarafındayız. Biyolojik donanım kadar kişinin bilgiye karşı eğilimleri de (açık görüşlülük, araştırma arzusu, mantığa dayanan bir sorgulama anlayışı gibi) bu sayıdaki yola çıkış noktamızı belirliyor. Öngörü, vizyonerlik de anahtar kelimelerimizin diğerleri. Bu özellikler nasıl kazanılabilir? Nasıl ki bir enstrümanı iyi çalmak için yetenek gerekli; ama yeterli değilse, mutlaka çalışmak gerekiyorsa o halde berrak bir düşünce sistemine erişmek, var olan potansiyeli en etkin şekilde kullanmak için de çalışmak faydalı olabilir. Bu noktada eğitim, müfredatın içeriği, nasıl bir insan yetiştirmek hedeflendiği hayati noktalardan. Bunun yanında aklın başka başka boyutları, katmanları, farklı disiplinlere göre değişebilen akıl yürütme biçimleri de önemli başlıklar olarak karşımıza çıkıyor. Bu sayıda Prof. Dr. Cevza Sevgen ile yaptığımız Humanities hakkındaki röportaj, insanın donanımının önemini ve eğitim aracılığıyla belli bir seviyeye nasıl erişileceğine dair çok önemli bilgiler içeriyor. Harvard Üniversitesi’nden, Çoklu Zeka Kuramı’nın mimarı Prof. Dr. Howard Gardner’ın bize sunduğu perspektif de farklı düşüce yapılarının varlığına işaret ediyor. Çalışmanın yanında kendini bilmek, kendi davranışlarını analiz edebilmek, değişik akıl yürütme biçimlerinin bilincinde olmak, hep en doğruyu bilmediğinin farkına varmak, hataları görebilmek, dayanaksız bilgiyle genellemelere varmamak, birkaç adım ötesini öngörebilmek, etapları analiz edebilmek, çıkarlardan ve kişiliğin zaaflarından arınmış olarak berrak bir düşünce yapısı edinmek için uğraşmak, merakla yaşamak... Tüm bunların bir bütünü aklın, tüm yaşama yayılmış istikrarlı bir duruşun alt başlıkları olabilir. Geçici ve gündelik, anı kotaran ama uzun vadede kalıcılıkları olmayan stratejik hareketleri akıldan ayıran, zannederim bu noktalar. Kısacası akıl belki de uzun mesafe koşusundan galip çıkabilen insanın en önde gelen donanımını temsil ediyor. Aylin Buran ’02 36 80 BOĞAZİÇİ 32 26 MULTIPLE INTELLIGENCE THEORY: REFLECTIONS FROM PROF. HOWARD GARDNER İnsanın farklı zekâ türlerine sahip olabileceğini söyleyen Çoklu Zekâ Teorisi, bireyin potansiyeli hakkında bambaşka bir perspektif ortaya koyuyor. Prof. Dr. Howard Gardner tarafından geliştirilmiş olan teori özellikle eğitimciler tarafından büyük ilgi ile karşılanmakta. Prof. Dr. Gardner’ın değerli katkılarıyla hazırladığımız Çoklu Zekâ Teorisi’ne dair dosyamızı ilgiyle okumanızı diliyoruz. HUMANITIES: İNSANI ÖZGÜRLEŞTİREN EĞİTİMİ PROF. DR. CEVZA SEVGEN ANLATTI Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi kültürü içinde çok önemli bir yere sahip olan Humanities, 2007 senesinde tekrar verilmeye başlandı. Eğitimdeki yeri çok önemli olan bu derslerle ilgili 2007 yılından beri Humanities Komisyonu Başkanı olan Prof. Dr. Cevza Sevgen ile gerçekleştirdiğimiz röportajımızı sunuyoruz. UZUN YILLARA DAYANAN GÖNÜLLÜ BİR OLUŞUMUN BAŞARISI: TÜRKİYE EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV), 2015 senesinde ülkemizdeki faaliyetlerinin 20. yılını dolduruyor olacak. Eğitim için vaktini, fikirsel birikimini ortaya koyan ve destekçi sayısı on binlerle ifade edilen TEGV’in değerini bir kez daha teslim etmek gerektiğini düşünüyoruz. TEGV Yönetim Kurulu Başkanı Sayın Oktay Özinci ’73 ile bir araya gelerek TEGV hakkında sohbet ettik. 56 FACEBOOK SORUMUZ: AKIL BOĞAZİÇİLİ İÇİN NE İFADE EDER? Mezunlarımıza Facebook üzerinden Akıl Boğaziçili İçin Ne İfade Eder? Sorusunu yönelttik. Ortak noktalar olduğu kadar birbirlerinden farklı boyutları da işaret eden kısa ama kapsayıcı yanıtları sizler için derledik. BOĞAZİÇİ DERGİSİ, BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ MEZUNLAR DERNEĞİ (BÜMED) TARAFINDAN YAYIMLANAN AYLIK, ÜCRETSİZ BİR YAYINDIR. EKİM 2013 SAYI 188 Yönetİm Kurulu Adına Sahİbİ: Hakan ZİHNİOĞLU-BÜMED Yönetİm Kurulu Başkanı Yayın Yönetmenİ ve Sorumlu Yazı İşlerİ Müdürü: Aylİn BURAN aylinburan@bumed.org.tr Yayın Kurulu: TUNÇEL GÜLSOY, MUSTAFA UYAL Yazı Kurulu: Güneş BAŞAT, Cüneyt BAYRAKTAR, METİN BİTİK, DUYGU CANKILIÇ, YASEMİN DUT, AYŞEGÜL GÜNDÜZ, ECE KAVLAK, TANSU OSKAY, SEMİH TEKTEN, Pınar TÜREN KATKIDA BULUNANLAR: ANIL ALTAŞ, YELDA BALER, Esra BAL, YEŞİM ÇAYLAKLI, melİs ertürk, MURAT GÜLSOY, EVİN İLYASOĞLU, BARIŞ MÜSTECAPLIOĞLU, Hande Ortaç, Sevgİn Akış Roney, Gönenç TARAKÇIOĞLU, NALAN YENİGÜN, Burcu ÜNLÜTABAK FOTOĞRAFLAR: Okaner ERTUĞRUL YAŞAR ARİF KARAGÜLLE, AHMET KIRAN, FATİH ÖZTÜRK EdİtörLER: DUYGU CANKILIÇ, YASEMİN DUT TEŞEKKÜR EDERİZ: önde bahar SEFA COŞKUN, HÜSEYİN ÇETİN, BAHADIR OTMANLI, NAZ VARDAR Tasarım VE RESİMLEMELER: Emre Senan Tasarım ve Danışmanlık esenan@gmail.com Reklam Satış ve Sponsorluk: Burcu ALTUNYAY burcualtunyay@bumed.org.tr 0212 359 58 44 Tuğba ALARSLAN tugbaalarslan@bumed.org.tr 0212 359 58 16 Yönetİm Yerİ: Boğazİçİ Ünİversİtesİ, Lojman Kapı Yanı 34342 Bebek-İstanbul Tel: (0212) 359 58 00 Faks: (0212) 257 35 68 Baskı: MAS MATBAACILIK SAN. VE TİC. A.Ş. KağıtHane Bİnası, Hamİdİye Mahallesİ, Soğuksu Cad. No:3 Kağıthane-İSTANBUL Tel: 0212 294 10 00 Faks: 0212 294 90 80 SERTİFİKA NO: 12055 www.masmat.com.tr B 5 Yeni BMW X3 yönetim kurulundan Daha az tüketim. Daha fazla sürüş keyfi. www.bmw.com.tr Sheer Driving Pleasure 3 rten '9 em E k n e n C 1 4 . D ö Ü ye s i D E M BÜ ulu m Ku r Yöneti Akıl: Anlama ve Kavrama Gücü 6 Hepimize doğuştan verilmiş olan düşünce yetisini en iyi biçimde ve insanlığa yararlı bir şekilde kullanmanın yolu sorgulamak, araştırmak ve öğrenmekten geçer. Descartes, "Tanrı'nın kişiye düşünce özgürlüğü vermiş olması bir kusur değil, tersine bu özgürlüğü iyi kullanmamak kişinin kusuru olmaktadır," der. Taassuba saplanmış boş inanç sahibi insanların hiçbiri yaratan tarafından kendilerine verilmiş bu yetiyi kullanmamışlardır. Taassubun önemli nedenlerinden biri de toplumlardaki hızlı yapı değişiklikleridir. Çünkü çok farklı duygu ve fikir seviyesindeki insan grupları bir arada yaşamak zorunda kalmışlardır. Belirli bir ideolojiye saplanan kimse, birdenbire her şeyi değiştirebilecek bir sistem bulduğunu sanıp kendinden olmayanlara karşı saldırıya geçmiş, onları yok etmeye çalışmış, sonuçta taassup çizgisine gelmiştir. Özgür düşüncenin olmadığı, eleştirinin kabul görmediği, fikirlerin tartışılmadığı ortamlarda var olmayan diğer bir kavram ise hoşgörüdür. Hoşgörü aslında uyumsuzlar arasında uyum ve huzurun ortaya çıkmasına neden olur. Hoşgörülü olmayan ortamda eleştiri değil, yargı ortaya çıkar. 150 yılı aşkın süredir Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi geleneğinin bence en önemli yapı taşları aklı kullanmanın sonucu, bilgiye ulaşmayı öğrenme, özgür düşünce ve hoşgörü olmuştur. Üniversitemiz her zaman öğrencilerinin görüşlerini ifade etmelerini desteklemiş ve uygun ortamı sağlamaya çalışmıştır. Bunun sonucu olarak da mezunlarımız her zaman çağdaşlarından daha vizyoner ve hoşgörülü bireyler olmuşlardır. BÜMED de bu önemli değerlerin korunması yolunda üniversitemize sürekli maddi ve manevi destek vermeye büyük önem vermektedir. Bu destekte gücümüzü aldığımız eski mezunlarımız ile alacağımız her yaştan özellikle genç ve yeni mezunlarımızın da enerjisinin katkısı yadsınamaz. "Yaşlanmadan akıllanmayı çok isterdim," diyen Bernard Shaw gibi, gelecekte hayıflanmamak için oyunun içinde olalım. B 7 MÜKEMMELLİK AİLEDEN. YENİ BMW X3. 1.6 LİTRE TWINPOWER TURBO. Sportif tasarımı, zenginleştirilmiş standart donanımı ve 170 beygir gücünde 1.6 litre TwinPower Turbo motor seçeneği ile BMW X3 şimdi çok daha cazip. 8 ileri otomatik şanzımanı ile sürüş keyfini yükselten BMW X3, yüksek performans ve düşük yakıt tüketimini de aynı anda sunuyor. Hayalinizdeki bu otomobil, Borusan Otomotiv Yetkili Satıcıları’nda sizi bekliyor. camiadan haberler O Bir Gezgin ve Hikâye Anlatıcısı Kendisini, "Gezgin ve Hikâye Anlatıcısı" olarak tanımlayan, her fırsatta gezen ve yazan, Elektrik Elektronik Mühendisliği Yüksek Lisans mezunumuz Gürcan Elbek '96, yıllardır sürdürdüğü seyyahlık maceralarına bu aralar Orta Avrupa ve Balkanlar'da devam ediyor. Elbek'in izini sürmek ve seyahatlerini takip etmek için: http://gelbek.wordpress.com/gunce/ B 8 karşı” çalışmalarını paylaşan Ayşe Kudat'ın yaşamını anlatıyor. Türkiye Kalkınma Vakfı (TKV), Dünya Bankası, Danimarka Uluslararası Kalkınma Ajansı (DANIDA) ve HABITAT gibi kuruluşların projeleri kapsamında; su, atık su, çevre, kalkınmada kadın, göçmen işçiler ve yoksulluk ile ilgili Türkiye ile birlikte Ortadoğu, Kuzey Avrupa/Asya, Orta Asya, Afrika, Kuzey ve Güney Akdeniz ülkeleri ve Türki Cumhuriyetlerde pek çok çalışmalar gerçekleştirerek, sosyal risk analizlerine ve değerlendirme raporlarına imza atarak, dünyadaki sosyal kalkınma sürecini derinden takip eden ve etmeye devam eden Ayşe Kudat'ın yayın setinin editör ekibinde mezunlarımızdan ve çalışma arkadaşlarımızdan Yasemin Dut '10 da yer alıyor. Setlere ulaşmak ve programla ilgili detaylı bilgi için sbayraktar@kalkinmaatolyesi.org adresine başvurabilirsiniz. İKİ YENİ ÇEVİRİ ESER Mezunlarımızdan Yrd. Doç. Dr. Gamze Sart’ın (‘91) çevirisini yaptığı iki kitap yayımlandı. Girişimciliğin ve Küçük İşletme Yönetiminin Temelleri ve Stratejinin Temelleri adlı bu çalışmalar için kendisini kutluyor, başarılarının devamını diliyoruz. SOSYAL KALKINMAYI GENÇLERLE TANIŞTIRMAYA DAİR Kalkınma Atölyesi’nin Türkiye’deki “Sosyal Kalkınma” konusundaki bilinci artırmak amacıyla oluşturduğu Kalkınmaya Katkı Verenler Gençlerle Buluşuyor, Gençler Sosyal Kalkınmaya Katılıyor Programı dâhilinde hazırlanmaya başlanan yayın setlerinin ikinci kitabı, 2014 yılında sosyal kalkınma çalışmalarının 50. yılını doldurmasıyla birlikte “rüzgâra Turhan, Mövenpick Otel Ankara'ya Genel Müdür olarak atanmıştır. Boğaziçi Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü, 1997 mezunu Ayşe Özdemir, Schneider Elektrik Sanayi ve Ticaret A.Ş.'ye Genel Müdür Yardımcısı olarak atanmıştır. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü, 1986 mezunu Uğur Bingöl, İ.E.Ulagay İlaç Sanayii Türk A.Ş.'ye Genel Müdür olarak atanmıştır. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü, 2003 mezunu Onur Aydın, Boyner Büyük Mağazacılık A.Ş.'ye Strateji ve İş Geliştirme Genel Müdür Yardımcısı olarak atanmıştır. Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü, 1997 mezunu Onur Dizdaroğlu, L'Oréal Türkiye Kozmetik Sanayi ve Ticaret A.Ş.'ye Finans Direktörü ve Ülke Yönetim Komitesi Üyesi olarak atanmıştır. Boğaziçi Üniversitesi İnşaat Mühendisliği Bölümü, 2001 mezunu Niyazi Kamışlı , Numil Gıda Ürünleri San. ve Tic. A.Ş.'ye Pazarlama Direktörü olarak atanmıştır. Boğaziçi Üniversitesi İktisat Bölümü, 1993 mezunu Gökhan Özüm, BNP Paribas Cardif Emeklilik A.Ş.'ye İş Ortaklıkları Kanalı Satış ve Strateji Direktörü olarak atanmıştır. Boğaziçi Üniversitesi Rehberlik ve Psikolojik Danışmanlık Bölümü, 1997 mezunu Banu İşçi Sezen, Turkcell İletişim Hizmetleri A.Ş.'ye Akademi Bölüm Yöneticisi olarak atanmıştır. HOŞGELDİN BİLGE ALP Mezunlarımızdan Sayın Mete Tolay ’93 ve Sayın Pınar Tolay’ın oğulları Bilge Alp dünyaya geldi. Kendilerini kutluyor, Bilge Alp’e şans dolu güzel ve mutlu bir ömür diliyoruz. ATAMALAR Boğaziçi Üniversitesi İşletme Bölümü, 1986 mezunu Tufan Erginbilgiç CEO, Rafinaj ve Pazarlama BP Petrolleri A.Ş.'ye atanmıştır. Boğaziçi Üniversitesi Turizm İşletmeciliği Programı Bölümü, 1992 mezunu Atakan Boğaziçi Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Bölümü, 1993 mezunu Yusuf Koç, CEVA Lojistik Ltd. Şti.'ye Bilgi Teknolojileri Direktörü olarak atanmıştır. Temizlik makineleri sektöründe dünya lideri Kärcher’in Türkiye Genel Müdürlüğü görevine İktisat Bölümü mezunu Gökhan Hasan Gökmen '92 getirildi. Ekonomi Bölümü mezunlarımızdan Sertem Demir '02 Almanya'nın 3. büyük sigorta grubu olan Talanx'ın Türkiye'deki şirketi olan HDI Sigorta'nın Genel Müdür Yardımcısı olarak atandı. C M Y CM MY CY CMY K 863 34 BU 1 MI & NET TENNIS ACADEMY MIHAI ILIESCU - NEVZAT ENGİN B 10 Konusunda uzman kadromuz ile dünya ve Türk tenisinde söz sahibi profesyonel oyuncular yetiştirmek amaçlı kurmuş olduğumuz akademimiz yılların deneyimli antrenörleri Mihai ILIESCU ve Nevzat ENGİN yönetiminde çalışmalarına başlamıştır. Çalışmalarımızı Boğaziçi Üniversitesi’nde BÜMED’in doğal güzellikleri içinde , değişik türde yüksek ağaçların gölgesinde çocuklarınızı güvenle bırakacağınız yazın açık kışın ise kapalı ve ısıtılmakta olan kortlarımızda sürdürmekteyiz. İLETİŞİM Tel : 0212 359 58 22 / 0212 263 83 31 e-mail : info@netkort.org / nevzatengin@netkort.org web : www.netkort.org Reunion 2014 Bu yıl mezuniyetlerinin 5,10,15,20,25,30, 35 ve 40. yıllarını kutlayacak Boğaziçi mezunlarımızla, 1 Ekim'de gerçekleşecek Reunion Dinner'da buluşuyoruz. #SensizOlmaz Ayrıntılı bilgi ve ön rezervasyonlar için: kurs@bumed.org.tr 212 – 359 58 13 Tuba Taşyürek 212 – 359 58 20 Emine Çavak Pet Watch BÜMED'in doğası ve hayvanları derneğin vazgeçilmez unsurlarından. Misafirlerimizden ve dergimizin takipçilerinden Doğa Koleji Lise 2. sınıf öğrencisi Sevgili Nazlı Lal Uyal, bizler için dernekte yaşayan kediler hakkında bir gözlemini ve dileklerini paylaşıyor: ''Sevgili Üyeler ve Mezunlar, Öncelikle kaybettiğimiz kedicikleri anarak başlamak istiyorum. Derginin kedisi Hain ve dernekte yaşayan Nazlı'nın kaybı bizim için büyük üzüntü oldu. Şu anda yeni tekir yavrularımız var. Yeni doğan yavrular ve anneleri sabahları Spor Salonu'ndan havuza çıkan merdivenlerin önünde, akşamları ise kapalı bir ortamda konaklamaktadırlar. Hayvanların sağlıkla bakılmaları çok önemli. Çünkü BÜMED çalışanları ve ben bir daha büyük bir acıyı kaldıracak durumda değiliz. Sadece bu yavruları ve anneyi korumaktır önceliğimiz. Tüm hayvanların sağlıklı şekilde büyümelerini dilerim.'' Boğaziçi Network Boğaziçi Network ile öğrencilerimiz, mezunlarımız ve BÜMED üyelerimiz birbirleriyle iletişim ağı kuruyor. Boğaziçi Network kişisel gelişim hedeflerinden kariyer planlamasına iş dünyasının önde gelenlerinin katıldığı toplantılardan İstanbul’un en güzel mekânlarındaki eğlenceli buluşmalara birçok etkinlik ve fırsat sunuyor. Bundan böyle BÜMED kariyer projeleri de hayatına Boğaziçi Network Yönetim Merkezi altında devam edecek. BÜMED MENTORLUK PROJESİ Proje yeni dönemde de öğrencilerimizle mezunlaımızı buluşturmaya devam edecek. Detaylı bilgi için: www.bogazicinetwork@bumed.org.tr BÜMED Etkinlik Departmanı BÜMED, mezunlarımızla iletişimi ve birliktelik duygusunu pekiştirmek amacıyla, yıl içerisinde gerçekleştirdiği pek çok etkinliği Etkinlik Departmanı aracılığıyla sürdürecektir. Uygulamalı Bilimler Yüksekokulu Turizm ve Otel İşletmeciliği Bölümü mezunumuz Elif Bakırlıoğlu ’07, departman yöneticisi olarak göreve başlamıştır. BÜMED ailesi olarak kendisine hoşgeldin diyerek çalışmalarında başarılar diliyoruz. Vefat Vefat BÜMED Cafe'nin değerli çalışanlarından Yaşar Çakır'ın babası Mahmut Çakır'ın vefat haberini üzüntüyle öğrendik. Merhuma Allah'tan rahmet, ailesine ve yakınlarına sabır diliyoruz. BÜMED'in destekçilerinden, sevgili dostumuz Adler yönetici ortaklarından Sayın Ersin Günoy'u kaybetmenin derin üzüntüsü içindeyiz. Kendisine rahmet, ailesine ve tüm sevenlerine sabır diliyoruz. BÜMED Ankara 863 06 BU 1 AKLINLA BİN YAŞA E Mİ ! Yunus Bayraktar RC ‘69 B 12 Güzel Türkçemizde akıl , “deyimlerle“ öyle güzel anlatılır ki,başka tanımlamalara hacet kalmaz. Örneğin: Akıl için yol birdir diye kestirip attığımızda , “Doğru düşünen herkes ayrı yollardan da gitse aynı sonuca varır,” demek isteriz. Arada bir, taşkın davranışları olan birini tanımlamak için "Aklından zoru var," der geçeriz değil mi? İyi düşünmeden yapılan işi düzeltebilmek için bedence didinmek gerektiğini vurgulamak istediğimizde , "Akılsız başın cezasını ayaklar çeker," diyerek ahkâm keseriz. Yukarıdaki üç deyimden anlaşılacağı üzere akıl bir manada “hafıza,” bir manada “şuur” olmaktadır . Çok zeki bir insanı anlatmak için de "Aklı evvel" deyimini kullanır ve onu bir nevi tenkit ederiz. "Aklıma gelen başına geldi," dediğimizde de olmasından korkulan şeyin gerçekleştiğini vurgulama yolunu seçeriz. Akılsız dostumuz olduğunda çok sıkılırız, üzülürüz,anlaşamayız, sızlanırız değil mi? İşte böyle zamanda da imdadımıza "Akıllı düşman, akılsız dosttan hayırlıdır," deyimi gelir. Tedbirli, kararsız, ikircikli kişiler sağlam yol ararken, pratik, kıvrak, atak kişinin hemen olaylara ve sorunlara çözüm bulduğunu gördüğümüzde, "Akıllı köprüyü aşıncaya dek deli suyu geçer," diyerek olayı özetleriz. "Akıl akıldan üstündür" dediğimizde anlatmak istediğimiz “Bir kimsenin aklına gelmeyen çözüm, başkasının aklına gelebilir,” gerçeğidir. Aklını kullanan kişi her zaman kazançlı, kârlı çıkar gibi uzun bir cümle kullanmak yerine, "Akıl kişiye sermayedir," der geçeriz. Bu son deyimler bizi “akıl, düşünme, anlama, kavrama yetisidir,” sonucuna ulaştırır. Akıl para ile satılmaz dediğimizde; maddi olanaklarla her şeyin sağlanabildiğini ama, aklın sağlanamayacağını anlatmak istediğimiz açıktır. Düz mantığı aşıp, irdeleme yeteneğimizi geliştirdiğimizde şu cümleyi kurma olasılığımız vardır: “Bir kimsenin yaşı büyümekle aklı büyümez.” İşte böyle durumlarda yine güzel bir deyim bizi yeknesaklıktan kurtarır. Nasıl mı? “Akıl yaşta değil baştadır,”diyerek. Birisine çok kızar akılsızca davranışlarına son vermesini istersek ,bunu daha anlamlı olarak, "Aklını başına topla," deyimi ile anlatırız. Bu deyimlere baktığımızda da aklın “bellek”, ”öğüt”, “salık verilen yol” anlamına geldiğini kavrarız. Devam edelim. Oturur bir konuyu güzel güzel, somut örnekler vererek anlatırsınız. Ancak birden karşınızdakinin yüzünüze pek anlamlı bakmadığını farkedersiniz. "Bunda anlaşılmayacak ne var?" demek yerine bu sefer "Akıl var izan var," diyerek siz şaşkınlığınızi belirtirsiniz. Pek şaşılacak, devamı halinde şaşkınlığa düşülecek bir şeyi anlatmak istediğimizde de "Akla zarar," der tepkimizi belli ederiz. Diğer yandan, umulmadık ve akla gelmeyen şeylerle karşılaşmanın mümkün olduğunu anlatmak istediğimizde “Akla gelmeyen başa gelir,“ diyerek konunun felsefesini yapmış oluruz, Son Söz: Birisine “Aklını peynir ekmekle yemiş!” demek zorunda kalmadığımız sürece her şey yolunda gözüküyor diyebiliriz. BÜMED İzmir 863 35 BU 1 HAPPY HOUR B B 14 xx İzmir’de bahar bir başka hissedilir. Baharın ilk sıcaklığını hissettiğimiz 16 Nisan Çarşamba günü iş çıkışı İzmirli Boğaziçi Üniversitesi Mezunları, Alsancak Leman Kültür’de yine bir arada idi. Başkanımız Burak Günday ve YK üyelerimiz Deniz Öngören, Murat Balcı, Zeynep Gün, Gülen Canol Tütüncü, Selim Emerson’un da katılımı ile aramıza yeni katılan arkadaşlarımız da vardı. Etkinliklerimizin müdavim mezunlarından Rasih Tuna, Tolga Ülkücan ve Funda Umutluol derneğimize resmen üye oldular. Üye sayımız arttıkça BÜMED İzmir olarak mutlu oluyoruz. Aramıza yeni katılan Finansbank Alsancak Şube Müdürü Gökhan İbili İstanbul’dan İzmir’e yeni yerleşmiş. İzmir’de arkadaş edinmeye BÜMED etkinlikleri ile başladığını memnuniyetle dile getirdi. BÜMED İzmir olarak bize katılan tüm dostlarımızı sevgiyle kucaklıyoruz. Yeni mezun bir başka genç arkadaşımız Melis Özgenç'i de o akşam tanıdık. Sohbet harikaydı. Aramıza yeni katılan bir başka genç arkadaşımız Yuliya Yurtayeva; daha sonra duygularını anlatan kısa bir yazı gönderdi ve bizi çok mutlu etti. Bu yazıyı sizlerle de gururla paylaşmak istiyorum. Sanıyorum, biz İzmirli mezunlar bir sonraki buluşmayı iple çekiyoruz. ''Bir Boğaziçili olarak mezun olduktan sonra ve güzel İzmirime taşındıktan sonra hep Boğaziçi'ndeki günlerimi özlüyordum. Mezun olalı dört koca yıl geçmiş olsa da, her fırsatta İstanbul'a gider ve Güney Kampus'u ziyaret ederdim. Ta ki İzmir'de BÜMED şubesini keşfedene kadar. Boğaziçi havası hep yanımdaymış, sadece dikkat etmemişim. Her şey bir gün BÜMED İzmir'in bir buluşma organize etmesi ve beni de oraya çağırmasıyla başladı. İlk buluşmaya gelir gelmez güler yüzlü Yelda Hanım karşıladı beni, masaya davet etti ve Boğaziçili arkadaşlarla tanıştırmaya başladı. Herkes çok sıcakkanlıydı ve GÜZELBAHÇE’DE KAHVALTI güler yüzlüydü, gruba hemen adapte oldum. Boğaziçili arkadaşlarla sohbete doyamıyorduk, güzel üniversite yıllarımızdan bahsederken hocalarımızı de unutmamışız. Yönetim kurulu başkanımız Burak Bey, Deniz Hanım ve diğer yönetim kurulu üyelerinin de katılımıyla çok güzel bir sohbet oldu. Burak Bey tüm aktivitelerden de bahsetti. "Sürekli bir buluşma var, iş çıkışı olsun, kahvaltı olsun, hatta hep beraber bir haftasonu bisiklet turu yapalım," dedik. O an anladım ki arkadaşlar hiçbir zaman Boğaziçi Üniversitesi'nden kopmamışlar, Boğaziçi havasını kaybetmemişler. Hiç düşünmeden üye oldum. Bu büyük Boğaziçi ailesine yeniden katıldığım için çok mutlu oldum. Boğaziçi havası bambaşka... Boğaziçililer beni anlar. BÜMED İzmir’deki arkadaşlarım sizler iyi ki varsınız... Sevgiler...'' YULİYA YURTAYEVA ‘09 Avrupa Çalışmaları Yüksek Lisans (MAPES) Mezunu Bahçede yemyeşil doğa ve temiz hava eşliğinde kahvaltı vakti geldi. 27 Nisan Pazar günü BÜMED İzmir’in favorisi olan kahvaltı etkinliğimizi Güzelbahçe Çadır’da yaptık. Çadır, yönetim kurulu üyelerimizden Murat Balcı’nın sık sık gittiği ve işletmecisini tanıdığı şirin samimi her şeyin en doğalını yiyebileceğiniz bir kahvaltı çadırı ve bahçesi... Ayrıca nefis tandır yapıyorlar. Mutfak çalışanları ve herkes güleryüzlü. Bahar harika; ama arada bahar yağmurları sürprizi de oluyor hâlâ İzmir’de. Pazar günü de tam böyle bir gündü. Yağmur sebebiyle çadırda başlayan kahvaltımıza, güneş yüzünü gösterince, tavukların, horozların arasında bahçede devam ettik. Çocuklarımız da doğru oyun parkına ve yine herkes mutlu. Bahçe keyfine bir de çekişmeli dart turnuvasını ekledik. Dart turnuvamızı sekreterimiz Yelda Akıncı’nın eşi Metin Akıncı kazandı. Kendisine logolu tişörtlerimizden hediye ettik. Keyifli bir tatil gününün ardından tekrar buluşmak üzere sözleşerek vedalaştık. üniversiteden haberler Sistema Europa Orkestra Kampı B 16 Boğaziçi Üniversitesi’nin ev sahipliğinde gerçekleşen Sistema Europa Orkestra Kampı’na katılan 8 ülkeden 200 çocuk ve eğitmen, bir hafta boyunca provalar yaparak birlikte çalışma imkânı buldu. Barış için Müzik Vakfı’nın müzik direktörlüğünü yürüten Bruno Campo ile Mozart Bologna Orkestrası ve Lucerne Festival Orkestrası üyesi Etienne Abelin’in müzikal liderliğiyle gerçekleştirilen orkestra kampına, Barış İçin Müzik Orkestrası’yla birlikte, Sistema Europe’un üyesi olan Avusturya, Danimarka, Hırvatistan, İngiltere, İtalya ve Portekiz’den yaşları 10-19 arasında değişen 200 çocuk katıldı. Kampın sonunda, Sistema Europe Gençlik Orkestrası 21 Ağustos Perşembe akşamı Bakırköy Belediyesi Leyla Gencer Opera ve Kültür Merkezi’nde ücretsiz bir konser verdi. Akın önderliğinde şampiyonaya katılan Boğaziçi Üniversitesi, adları "Cerberus'"ve ‘RoboAKUT’ olan iki takımıyla iki farklı kategoride yarıştı. Üniversitemizden Çağrı Var Değerli Mezunlarımız, Boğaziçi Üniversitesi’nde tüm gün sürecek bambaşka bir deneyim yaşayacaksınız. 18 Ekim 2014 tarihini bize ayırmayı unutmayın. Detaylar çok yakında! Boğaziçi Üniversitesi Kupa İçin Brezilya’da! Brezilya Dünya Kupası‘nın ardından "İnsansı Robotların Şampiyonası” olarak bilinen RoboCup 2014 etkinliği gerçekleşti. Türkiye’den, Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Levent DIGITAL ANALYTICS SUMMIT 10 Ekim 2014 tarihinde, üniversitemiz İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi ev sahipliğinde Prof. V. Kumar, Prof. Koen Pauwels ve Luke Moore'un konuk olduğu Dijital Pazarlama ve Ölçümleme konferansı gerçekleştirilecek. Bölgesel Deprem ve Tsunami İzleme ve Değerlendirme Merkezi Açılıyor! ÜSTBİLİŞ – 6. EARLI SIG 16 Çalışma Grubu Konferansı EARLI (European Association for Research on Learning and Instruction) topluluğunun ÜSTBİLİŞ (metacognition) temalı SIG16 numaralı çalışma grubunun iki senede bir toplanan konferansının altıncısı, Eğitim Fakültesi İlköğretim Bölümü tarafından 3 - 6 Eylül 2014 tarihlerinde Boğaziçi Üniversitesi'nde düzenlenecektir. Konferans ve başvuru ile ilgili detaylı bilgiye www.metacognition2014.org adresinden ulaşabilirsiniz. SPORUN RİTMİNİ HİSSET!.. Spor yaparken dinlenecek en iyi müzik listelerini sizin için oluşturduk. Hemen Spotify’a gir. “asicsilekosuyorum” yaz. Sporun ritmini hisset!... asicsilekosuyorum 150. Yıl Gala Yemeği New York’ta Gerçekleşti Emre KAZANCIOĞLU '95 Üye Mezun İlişkileri ve İş Geliştirme Yöneticisi Boğaziçi Üniversitesi’nin en önemli değerlerinden biri, belki de en önde geleni, gerek ülkemizde, gerekse dünyanın dört bir yanında, bulundukları her alanda başarılara imza atan mezunlarımızdır. Geçen sene başlayan ve artık sonlandırdığımız 150. Yıl Kutlamaları boyunca, mezunlarımızla birlikte gerek üniversite içerisinde gerekse üniversite dışında düzenlenen birçok etkinlik ile hem farklı Boğaziçili kuşakların bir araya gelmesine vesile olduk, hem de hep birlikte, Boğaziçili değerlerin yeniden hatırlanması ve yaşatılmasına katkıda bulunmaya çalıştık. B 18 Boğaziçi Üniversitesi’nin 150. Kuruluş Yıldönümü Kutlama ve Etkinlikleri’nin son halkalarından birinde de, New York’ta gerçekleşen 150. Yıl Gala Yemeği’nde BÜMED, Yönetim Kurulu Başkanı Hakan Zihnioğlu ‘91 ile Üye Mezun İlişkileri ve İş Geliştirme Yöneticisi Emre Kazancıoğlu ‘95 tarafından temsil edildi. Manhattan’ın en prestijli ve geleneksel sosyal kulüplerinden biri olan The University Club’da, 26 Nisan Cumartesi gecesi gerçekleşen büyük organizasyonda, başta Rektörümüz Sayın Prof. Dr. Gülay Barbarosoğlu olmak üzere, rektör yardımcılarımız, balo salonundaki Gala Yemeği’nin sunuculuğunu da Jülide Ateş İskeçeli ’98 üstlendi. Amerika Birleşik Devletleri ve Kanada’dan 400 civarında Boğaziçili'nin katıldığı baloda, New York ve çevre eyaletlerden gelen, sanat, siyaset, finans ve akademi dünyalarının birçok temsilcisi de yer aldı. Tüm katılımcılar tarafından büyük bir beğeni ve takdirle karşılanan gece sonunda, bu tür etkinlikler için artık uzun yıllar beklenmemesi ve geleneksel bir hale getirilerek sürekliliğinin sağlanması konusunda görüş birliği sağlandı. fakülte dekanları ve bölüm temsilcilerinden oluşan kalabalık bir akademisyen grup, Amerika’nın dört bir yanından gelen Boğaziçililer ve yerel misafirlerle tanışma ve sohbet imkânı buldu. The University Club Manhattan’ın, kokteyl sonrası geçilen muhteşem Geçtiğimiz dönemde, BÜMED’in yaptırmış olduğu “DNA Çalışması” üye ve mezunlarımız arasında en önde gelen ihtiyaçlardan birisi olarak “Profesyonel ve Sosyal Ağın Güçlendirilmesi” konusunu ortaya çıkarmıştı. New York’ta gerçekleştirilen 150. Yıl Gala Yemeği’ndeki sıcak tanışma ve sohbetler, “DNA” çalışmamızın ne kadar sağlıklı bir işaret verdiğini ve bu tür organizasyonların önemini, sıklıkla tekrarlanması gereğini bir kez daha bizlere gösterdi. Camiamız adına tanıtım ve iletişim açısından mükemmel bir fırsat yaratan organizasyon esnasında, hem eski dostluklar tazelendi, hem de birçok yeni tanışma ve temasa da fırsat sağlanmış oldu. Bu organizasyona katılan BÜMED temsilcileri olarak, gala yemeğinin öncesi ve sonrasında, Amerika’nın saygın üniversiteleri ve mezun dernekleri ile de görüş alışverişlerinde bulunmak üzere, haftalar öncesinden hazırlıklara başladık. Yapılan uzun görüşme ve yazışmalar sonucu, NYU, Yale ve Columbia Üniversiteleri mezun dernekleri olan NYU Alumni Association, AYA ve Columbia Alumni Center ile BÜMED arasında, tarihlerindeki ilk köprüler kurulmuş oldu. BÜMED olarak, Amerika’da ve dünyada, birçok sıralamaya göre en önlerde yer alan bu üç üniversitenin mezun dernekleri tarafından yakın bir ilgiyle karşılandık. Hemen hemen tüm üniversiteler için, mezuniyetlerin ve törenlerin en yoğun olduğu bir dönemde gerçekleşecek olan ziyaretlerimiz ve randevu taleplerimizle ilgili olarak büyük bir destek ve anlayış gösterdiler. Ancak yine de, gerek bizim, gerekse kendilerinin çok yoğun ve sıkışık takvimlerimiz sebebiyle, sadece Manhattan’daki Columbia Alumni B 19 Center ile New York’a trenle 1,5 saat mesafede yer alan New Haven’daki AYA ofislerini ziyaret etme ve temaslarda bulunma şansımız oldu. Ne yazık ki, NYU Alumni Association ile bir sonraki ziyaretimizde yüz yüze görüşmek dilekleriyle, mail ve telefon toplantıları yapmakla yetinmek zorunda kaldık. NYU dışında, Columbia ve Yale Üniversitesi’nde kampus turları ile başlayan ve tüm günü kapsayan toplantılarla devam eden ziyaretlerimiz, BÜMED olarak bizlere çok büyük katkılar sağladı. “En iyi deneyimler” in karşılıklı paylaşıldığı bu sohbet ve toplantılar esnasında, gerek Yale gerekse Columbia mezun derneği yetkilileri de, aynı şekilde, bu temasların kendilerine büyük katkıda bulunduklarını ifade ettiler. Yale Üniversitesi Mezunlar Derneği – AYA ‘da görüştüğümüz dernek yetkilileri Katherine Edersheim, Nicholas Lewis ve Direktör Mark Dollhopf ile Columbia Alumni Center’da bir araya geldiğimiz dernek temsilcisi Jennifer Anne Freely ile yapmış olduğumuz görüşmelerin ana hatları ve bazı önemli notları da, önümüzdeki sayımızda sizlerle ayrı bir yazıda paylaşacağım. GÜZ MÜZİKLE DAHA GÜZEL Evin İlyasoğlu Mansur yönetimindeki Türkiye Gençlik Oda Orkestrası’na 11 yaşındaki piyanist Emir İlgen solist oluyor. Barış İçin Müzik Vakfı çocuklarının enerjisini de uzun süre unutamayacaksınız. Albert Long Hall konserlerinin değerli dostları, Güz geldi mi biraz karamsarlık çöker insana. Ne de olsa arkası kıştır! Ama güz sözcüğüne “müzik” eklerseniz, sizi karabasanlardan koruyacak bir sığınak bulursunuz. Biz de ekim ortasından itibaren her çarşamba kaçıp sığınacağınız bir müzik dünyası sunuyoruz. Sizleri ülkemizin ve dünyanın değerli sanatçıları ve tarihin büyük bestecileriyle Albert Long Hall’un eşsiz ortamına davet ediyoruz. B 20 Konserlerimiz 15 Ekim günü Şef Gürer Aykal yönetiminde İstanbul Sinfonietta’nın çalacağı Elgar’ın Serenatı ve Çaykovski’nin Floransa Anısı ile başlayacak. Bu dinletiye dünyanın en ünlü viyolonsel sanatçılarından Amit Peled, Haydn’ın Do Majör Konçertosu’yla katılacak. Polonya’nın son yıllarda en çok ünlenen kuvarteti Apollon Musagète’in konseri ve dâhi Polonyalı piyanist Mateusz Borowiak’ın resitali Türkiye-Polonya ilişkilerinin 600. yılı kapsamında yer alacak. Trompet ve orgun söyleşisini içeren konseri İngiliz sanatçılar, Howard Rowntree ve Terence Charlston seslendirecek. Konserlerimizin sürekli topluluğu haline gelen Camerata Salzburg Solistleri yine konuğumuz. Bu kez onlarla romantik bir Schubert gecesinde buluşacağız. Hollanda’nın Laurenscantorij Korosu da bu dönemin değişik bir dinletisi olacak: Frank Martin ve J. S. Bach’ın sesi Albert Long Hall’da bir başka tınlayacak. Berlin Senfoni Orkestrası’nın birinci arpçisi Marie Pierre Langlamet ve Los Angeles Filarmoni’nin birinci flütçüsü Julien Beaudiment bizi bulutların üstüne uçuracak bir program hazırladılar. Gençlerin katılacağı oda müziği ve orkestra konserlerine de ayrı bir yer verdik bu dönem: Cem Esen Kıvrak (keman), Çağ Erçağ (viyolonsel) ve Başar Can Kıvrak'tan (piyano) oluşan üçlü, Çaykovski ve Piazzola ile konserlerimize katılacaklar. Okulumuzun Fahri Doktora’sını taşıyan değerli piyanistimiz Hüseyin Sermet özel konseriyle “Piyano Günlerimiz”i renklendirecek. Alkan, Ravel ve Moussorgsky’den izlenimci yapıtlar sunacak. Güz dönemi konserlerimiz eski bir dost toplulukla, Alexander Rudin yönetimindeki Musica Viva’nın konseriyle sona erecek. Soprano Liliya Gaysina’nın kadife sesiyle yeni yıla yeni bir coşkuyla gireceğiz. Bu konserleri düzenlemeye başladığım ilk günden beri amacım daha çok öğrenciye seslenebilmek, gençlerle klasik müziğin soylu sesini buluşturabilmek. Onların salonda artan sayısını gördükçe gururlanıyorum. Keyifli bir güz dileyerek... C M Y CM MY CY CMY K 40. YIL MEZUNİYET BULUŞMASI Canan Nurkan Kadıoğlu '74 Dönem Temsilcisi BÜ mezuniyetimizin 40. yılında eski sınıf arkadaşlarımızla buluşmak çok heyecan vericiydi. Bazı arkadaşları yıllardan beri görmemiş olduğumuz için fiziksel olarak çok değişmiş olabileceğimiz (özellikle erkek arkadaşlar!) olasılığına karşın herkesin yakasına 74 yıllığındaki fotosunu bir nazar boncuğu ile iliştirmiştik; ama kimse tanınmayacak kadar değişmemişti. Gözlerde o günün de mutluluğu ile aynı canlılık mevcuttu. Ayrıca okul yıllarına ait anı fotoğraflarından derlediğimiz filmi de seyretmek çok nostaljik oldu. Tüm katılanlarda bugünlere sağlıklı erişmenin ve anıları paylaşabilmenin sevinci hissediliyordu. B 22 BÜ mezunu olmanın bir ayrıcalık olduğunu ve hayatta her ne yaptıysak, gerek iş hayatımız, gerek sosyal yaşam veya aile hayatımız içinde eş veya anne baba olarak hep özgüvenli, başarı çıtasını yüksek tutan, kararlı, düzenli, topluma faydalı bireyler olmamızda bu kurumda aldığımız formasyonun büyük bir etkisi olduğunu ve birbirimizle çok ortak yönlerimiz olduğunu bir defa daha hissettik. Kep ve cüppeleri giymiş olarak sahneye yürürken ve 40. yıl diplomalarımızı rektörümüzün elinden alırken coşkuluyduk. Gecenin ilerleyen saatlerinde ise herkes büyük bir keyifle dans pistindeydi. En geç beş yıl sonra böyle bir geceyi tekrar organize etmemiz konusunda taleplerle, güzel bir anıyı daha yaşamlarımıza katmış olarak ayrıldık. Törendeki konuşmamda tüm arkadaşlarımla paylaştığım şiirimi de aşağıda sizlere aktarıyorum: Dolu dolu yıllarımız bu güzelim kampusta geçmiş, ’74 ün sıcak bir Haziran günü kepleri giymiş Bekledik teker teker adımızın okunmasını sessiz, Hissettik ki sürecekti buralarda yaşam bizsiz. Ne atletikti orta sahadaki çamurlu futbolcularımız Ve de, ne heyecanlı Kazım’daki aşklarımız! Unutmak ne mümkün paylaştığımız anıları Ne de “çıtırdık” Boğaziçi Yılları “Okulun en güzel kızı” sorusuna yanıt arayanlarımız Tiyatro ateşi ile bitmez tükenmez provalarımız. Dili olsa da anlatsa “manzara”daki banklar Ya da baharda açan muhteşem erguvanlar. Hoplatırdı yürekleri kimimizin mini etekleri, Zira çok tehlikeli idi Kazım’ın dik merdivenleri! Bir yanda birbirine işkence eden SB’ler Diğer yanda Oya Başak’ın dersinde yorgun düşenler. Sancılıydı RC’den Boğaziçi’ne geçiş Lakin politika ile tanıştırdı bizi bu iş Yıldıramadı ne Mustafa Dilber’in sınavları Ne de Üstün Hoca’nın Napolyon tavırları. Biz ki Rektöre kız vermiş bir sınıfız Kıymetli damadımızla bir ilke imza atmışız. Unutulur mu hiç Manukyan’ın puanlı papyonları Ya da Suna Kili’nin Mustafa Kemal tiradları. Nasıl da etkilerdi bizi Güven Hoca’nın ses tonu Sohbetle biterdi hep derslerinin sonu Ansızın geçti yıllar… Yüreğimizin hızı ile Azaltamadı dostluklarımızı derslerdeki rekabet bile 40 olabilir geçen yılların sayısı Halen taptaze yaşadığımız günlerin anısı Gönlümüzde 40ımızda bile yokuz “Hiç değişmemişsin” iltifatlarına da tokuz Değişim iyiye doğruysa güzeldir Ufak kırışıklıklar, eksilen saçlar değerdir Toplandık bu anlamlı günün keyfini paylaşmaya Mezuniyetimizin 40’ıncı yılını kutlamaya. B 23 Aklın Entelektüel Hali: Aptullah Kuran Dergi Ekibi B 26 Entelektüel birikimi ve Boğaziçi Üniversitesi’ne sayısız katkısı nedeni ile akıl ve zekâsına değinmeden geçemeyeceğimiz en önemli isimlerden birisi şüphesiz eski rektörlerimizden Sayın Prof. Dr. Aptullah Kuran. Bu nedenle geçmişe dönük çalışmalarımızı incelerken Eylül 2012 sayımızda Sayın Güven Alpay ile Sayın Tunçel Gülsoy’un okul geleneği üzerine yapmış olduğu bir röportajın detaylı bir şekilde yeniden okumasını gerçekleştirdik. Söyleşinin büyük bir kısmının Kuran üzerinden şekillendiğini hatırlamış olduk. Alpay’ın, Kuran hakkındaki anılarını, değerlendirmelerini okuyunca, bir aklın nasıl yönlendirici bir güç olabildiğini bir kez daha gördük. Röportajımızın ilgili bölümlerini Güven Alpay Hocamızın katkıları ile yeniden derledik. Sizlerle paylaşıyoruz. Tunçel Gülsoy: Sayın Aptullah Kuran’ı nasıl tanıdığınızı sorarak başlamak isterim. Kendisinin entelektüel kişiliği üzerine neler söylemek istersiniz? Rektör Kuran 1972 yılında beni, birlikte çalışmaya davet etmişti. Kendisi daha önce ODTÜ’de yaşadığı sistemleştirme kurumsallaştırma sürecinde yardımcı olmamı istiyordu. Böylece cumartesi günleri onun yakın çevresinde bulunan bir grupla çalışmaya başladım. Satın alma yönetmeliği gibi birçok yönetmeliğin hazırlanmasında benim doğrudan katkım olmuştur. Bu arada Aptullah Bey’le de birçok konuyu görüşme olanağına kavuştum. Hatta ilk organizasyon şemasını da birlikte hazırladık. Yoğun çalışmalar sırasında bana üniversitenin geçmişi ve tarihi ile ilgili bilgiler veriyordu ve benim de ilgimi uyandırdı. Türkiye’de pek alışık olmadığım şekilde kurucu rektörün RC ile ilgili ayrıntılı bilgisi, dünya görüşü ve paradigması beni çok etkilemişti. Kurumun 1850’li yıllardan başlayarak kurulma aşamalarını, bu yönde Boston’dan gelen Hamlin’in başında bulunduğu grubun Abdülmecit ile olan görüşmelerinin ayrıntılarını ilk defa öğreniyordum. Daha sonra Abdülaziz’le varılan anlaşma onun irade-i senniye ile kurulmasına fırsat verdiği Amerikan okulunun özellikleri çok ilgimi çekmişti. Kuran bu okulun kurulmasını Abdülaziz’in Tevhid-i Tedrisat kararının oluşmasını sağladığını da söylüyordu. Bu çerçevede, padişahın yaptığı Avrupa seyahatinden sonra yabancı liselerin de kurulmasını tetiklediğini ayrıntılı bir biçimde anlatmıştı. Yönetici olarak Kuran’ın dünya görüşü, entelektüel düzeyi bu ülkede görmeye fazla alışık olmadığımız nitelikteydi. Bu tartışmalar sonunda daha sonra (yüksekokul müdürü olarak çalıştığım dönemde) bana hediye ettiği iki ciltlik eser benim de ilgi alanımın gelişmesini sağlamıştı. Bütün bunlara karşın Aptullah Bey, Boğaziçi’nin bir Türk üniversitesi olduğunda ısrar ediyordu ve geçmiş özleminden kurtulunması gerektiğini söylemekteydi. Bu nedenle de kuruluş tarihini 1971 olarak ana kapıya yazdırmıştır. Bu tutumun kuruluş yıllarında değişik yöneticiler arasında ve toplantılarda tartışmalara neden olduğunu gözlemledim. Oysa Kuran, geçmişle bağın kurumsal kültüre sahip olarak sürdürülebileceğini düşünmekteydi. Boğaziçi’nin kurumsal kültürünü araştıralım ve bunu saklayalım diyen ilk o olmuştu. Kurumsallaşma ve örgüt teorisi uzmanlık alanım olduğu için bu konularla ilgilendim, yıllarca ve yıllarca çalışma olanağı buldum. Daha sonra 1974 yılında yeni bir yüksekokulun kurulmasında benim görev almamda çok ısrar etti. Bunun bir takım işi olduğuna beni inandırdı. Kendisi “Aynı hedefe inanmış düşünce sistemi benzer olan insanların birlikte çalışmaları gerekir,” derdi. Kuran için çok önemli olan bir husus çalışanların özellikle öğretim elemanlarının kendilerini kuruma adamış olmaları idi. Bizim kuşağımıza kurucu kuşak demiştir. Değişik zamanlarda “Kurucu kuşak olmasaydı ben bu işi gerçekleştiremezdim,” derdi. Aptullah Bey’den çok şey öğrendiğimi itiraf etmeliyim. Aptullah Kuran ODTÜ’nün kuruluş aşamasında Kemal Kurdaş’la nasıl çalıştıklarını ayrıntılarıyla anlatırdı. Barakalardan saygın bir Anadolu Türk Güven Alpay üniversitesinin kurulmasından büyük bir mutluluk, onur ve gurur taşıdığını söylerdi. “Eğer ODTÜ deneyimim olmasaydı, Türkiye gerçeğinin dışında beni eleştirenlerin görüşünde kalabilirdim,” demiştir. Ancak ben bu süreci Türk eğitimine hizmet olarak, bir Türk üniversitesinin kuruluşu olarak görmekteyim. Geçmiş değerlerden kopmadan ve kültürel özellikleri de içeren yepyeni bir kurum ve Türkiye’de örnek olabilecek değerde lider bir üniversite olmalıyız. Bu görüş bizleri çok heyecanlandırmıştı. O sırada görevli bir Amerikalı’nın (Robert Kerwin) sözüyle bizim kuşağın naif bir enthusiazmı vardı. Bizleri yönlendiren ve yüreklendiren Kuran olmuştur. Ayrıca kurumsal kültürle birlikte kalitenin nasıl gerçekleştirilebileceği ve evrensel nitelik kazanabileceği konularını tartışmıştık. (Kendisi ile yaptığım görüşmeler yaklaşık 70 sayfayı bulmaktadır.) Konuşmalarımız sırasında ilk defa Emmerson’dan (Hamlin’in çağdaşı) ve onun “individualizmi” söz konusu edilmiştir. Daha sonra okuma fırsatını bulduğum Emmerson’ın yazılarından Amerikan “individualizmini” ve Avrupa’dan farklı yönlerini öğrenme imkânını bulmuştu. Bütün bunlar Osmanlı İmparatorluğu’nun sosyokültürel yapısı içinde yepyeni konulardı. Hamlin bu eserlerden yararlanarak İstanbul’da oluşturduğu bu kurumda değişik etnik gruplardan oluşan öğrenci kitlesini bir potada yoğurmak ve bütünleştirmenin çabası içerisinde olmuştu. Bireyselliği sağlarken ve onlara özgürlük verirken onların bir arada yaşamasını da kolaylaştıracak yöntemler yaşama geçirilmiş idi. Hamlin gibi gerçek bir liderin kendi çağı için önemi vurgulanırdı. Bu arada Aptullah Bey’den kurumun adının başlangıçta Robert değil de “Occidental College” olarak belirlendiğini öğrenmiştim. Ancak daha sonra padişahın batı sözcüğüne alerjisi olabileceği düşüncesi ile vazgeçtikleri anlaşılmıştı. Robert’a göre “What’s in a name?” demiş, Hamlin de Robert College olmasını önermiştir. Tunçel Gülsoy: Aptullah Bey’in yetişmesinden şunu anlıyorum; ODTÜ’nün deneyimini alıyor. Çünkü ODTÜ’nün deneyimi özgün bir Türk üniversitesi B 27 Yeşil Bina ve Yerleşkelerde Çözüm Ortağınız Bütün sorularınızı cevaplamaya ve kapsamlı danışmanlık hizmetlerimizle çözüm ortağınız olmaya hazırız. oluşturmak. Robert Kolej'i Boğaziçi Üniversitesi yaparken, özgünlük deneyimini ortaya koymaya çalışıyor. Bu üniversitenin kuruluşunda bireyselliğin gelişmediği, tebaa anlayışının olduğu bir Osmanlı İmparatorluğu’nun geçmişinde, kozmopolit bir kültürde hem bireyselliğin yaratıldığı hem de insanların ortak bir kültür potasında eritildiği bir yapı ortaya koymaya çalışıyor. Bu anlayış hâlâ devam ediyor. İkisinin karışımı var burada. B 28 Aptullah Bey, “Burası bir ‘teaching college’ idi, biz bunun hem 'teaching' hem araştırmaya önem veren uluslararası nitelikte bir Türk kurumu olabileceğini ispat etmeliyiz,” diyordu. RC standartlarını geliştirebileceğimizi ve bu düşüncemizi kanıtlamamız gerektiğini düşünüyorum,” derdi. Daha sonra rektör olan benim yine birlikte zevkle çalıştığım ve danışmanı olduğum Semih Tezcan rektörlüğünden hemen sonra “Güven, benim asla kabul edemeyeceğim bir şey 1971 tarihidir,” demişti. Ana kapıdaki tabelada kuruluş tarihini 1863 olarak değiştirmişti. Tezcan’ın anlayışı kökümüzden kopmadan sürekliliğin kurumda yaşatılması düşüncesi idi. Aralarında ülke ve cumhuriyete bağlılık yönünden pek büyük bir fark olduğunu düşünmemekteyim. Ancak Aptullah Bey’in mühendis yöneticilerden ayrıldığı bazı özellikleri ve paradigmaları inkâr edilemez. Bence de bu kurum bir “teaching college” olarak kalamaz ve uluslararası saygınlığa sahip bir araştırma kurumu olarak stratejileri ve onları yaşama geçirecek mimarisi ve uygulama planları gerçekleştirilmelidir. Benim birlikte çalıştığım son yedi rektörden altısı bu çizgide iyi niyetle çaba göstermiştir. Ancak eksikliklerimizi bir an önce gidermenin yollarını da araştırmamız gerekmektedir. Tunçel Gülsoy: Bugün geldiğimiz noktaya bakarsak, Boğaziçi’nin kurucu rektörünün, ilham kaynaklarının yeni yorumu Boğaziçi Üniversitesi’nin bir meslek okulundan ziyade uluslararası araştırmalar yapan bir üniversite olması. Bu arada Türkiye çok değişti. Ben burada okurken Türkiye’de 9 üniversite vardı. Bugün son okuduğuma göre 167 üniversite var. Böyle bir ortamda Boğaziçi Üniversitesi’nin yerini nasıl görüyorsunuz? Aptullah Bey’in rüyası gerçekleşti hakikaten. Mesela ben Türkiye’de bunu Sakıp Sabancı’ya da söylemiştim. İşletme Kulübü adına kendisine ödül verirken “Ben bir üniversiteye çok para harcıyorum. Bu kuruma hayranım, burada gizli bir taraf var. Nedir bu? Demokrasi mi?” diye sordu. “Evet, demokratik ilişkiler son derece önemlidir burada,” diye cevapladım. “Onu da yaparız onu da sağlarız,” dedi ben de dedim ki : “Bir şey var ki onu Türkiye’de hiçbir üniversite sağlayamaz. Bu üniversitede bireye bir özgürlük alanı sağlanır. Bu özgürlük alanı içerisinde kararını verip sonuçlarına katlanması istenir.” Bu özgürlüğe bizim aile yapımız ve ülke olarak konumumuz hiç izin vermemiştir. Özellikle son 15 sene içinde, çocuk Anadolu’dan geliyor bu özgürlük ortamını görüyor ve bu vesileyle kişiliğini geliştiriyor. İç benliğini geliştiriyor. İç benlik onun kimliğine son derece önemli katkıda bulunuyor. Boğaziçi Üniversitesi’nin öğrencileri bunu yaşıyorlar ve ayrı bir kişilik olarak buradan çıkıyorlar. Ben Nuri Bilge Ceylan’ın Onur Doktarası alırken söylediklerinin arkasında bunu gördüm. Burada bir elektronik mühendisi olarak yetişirken “Daha önemli bir aşama bir işlevi yerine getirdim, amacıma ulaştım. Sinema külliyatıyla kendime yepyeni bir dünyada potansiyelim olan bir konuyu realize etme fırsatı buldum,” demişti. Bu fırsat Türkiye’de hiç kimseye hiçbir bireye verilmez. Çünkü bizde bireyin özellikleri ve gizli kalmış yeteneklerinin ortaya çıkmasına fırsat verilmez. Boğaziçi Üniversitesi bir ölçüde başka yerde hâlâ yapılamadığı için önemli ölçüde buna fırsat veriyor. Ama Sakıp Bey’e söylediğim bir husus var: “Boğaziçi Üniversitesi bireye, önemli ölçüde aykırı olabilme şansını da verir. Bunu siz verebilir misiniz?” dedim. “Hayır, veremeyiz,” dedi. Bu çok önemli bir şey. Bence buradaki bağımsız değişken, kişilerin kendilerini açığa vurma, ifade edebilme özelliği yanında bir ölçüde aykırı olabilme şanslarının da kendilerine verilmesidir. 1974 ve 76’da iki büyük boykot yaşadık. Bütün Türkiye’de, her tarafta eğitim kesintiye uğrarken, büyük cinayetler işlenirken, son derece kötü, hoş olmayan şeyler yapılırken burada eğitim sürdürülmüştü. Aptullah Bey diyordu ki: “Büyük toplantı salonunu arkadaşlarımıza açalım, konuşsunlar eleştirsinler gerekirse siz de bu çerçevede cevap verin arkadaşlara, bir forum ortamı yaratalım. O forumda insanlar eğer kendilerini ifade özgürlüklerine Neden Yeşil Bina? Hangi Sertifika Sistemi? Nasıl Sertifika Alırız? TURKECO, Amerika Birleşik Devletleri Yeşil Bina Konseyinin (USGBC) yönetim kuruluna seçilen ilk Türk şirketidir. • Çevreye ve insan sağlığına duyarlı bina • Düşük sera gazı emisyonları • Düşük operasyon maliyetleri • BREEAM, LEED ve DGNB sertifikasyon sistemlerinin karşılaştırılması • Projeye uygun sertifika sisteminin seçilmesi • Maksimum verimlilik için optimum sertifika hedefinin belirlenmesi • BREEAM NC, In-Use, Communities; danışmanlık ve süreç yönetimi • LEED NC, CS, CI, EBOM; danışmanlık ve süreç yönetimi • DGNB NC, CS, ND; danışmanlık ve süreç yönetimi • Sertifika sistemleri eğitimleri ve LEED sınavları alma yeterlilik sertifikası • Yakın gelecekte gerçekleşecek olan vergi teşvikleri ve yaptırımlar ile ilgili yönlendirme • Yurtdışı kaynaklı fonlar ile ilgili yönlendirme • Yaşam Döngüsü Analizi (LCA), EPD, C2C Teşviklerden Yararlanabilir • Enerji Modelleme miyiz? • Yeşil iletişim desteği • Proje tanıtımı Projemizi Nasıl • Yeşil bina analiz ve raporları Duyuracağız? TURKECO İnşaat ve Enerji Ltd. Zeytinoğlu Caddesi Yeşerti Sok. No:19 D:6 Akatlar / İstanbul Tel: +90 (212) 351 52 64 Faks: +90 (212) 352 19 65 info@turkeco.com www.turkeco.com Projelerimizden Örnekler Türkiye Müteahhitler Birliği Genel Merkez Binası LEED Platinum Sertifikası Tüpraş Ar-Ge Merkezi LEED Gold Sertifikası ESPARK BREEAM In-Use Sertifikası 26, 27, 28 EYLÜL / SEPTEMBER, 2014 HALİÇ KONGRE MERKEZİ / HALIÇ CONGRESS CENTER, İSTANBUL B 30 kavuşurlarsa, eleştirirlerse, kırıcı olmaktan vazgeçerler,” diyordu. Aptullah Bey’in bu düşüncesini ben sonradan çok takdir ettim. O şekilde iki büyük boykotu atlattı ve hiçbir şekilde eğitim kesintiye uğramadı. İnsanlara kendi aile ortamında da değer verirseniz, kişide bireyselliğine saygı gösterdiğiniz izlenimini uyandırırsanız gerçekten saygı duyarsanız o insan kırıcı ve yıkıcı olmuyor. Sizinle mantığını, aklını kullanarak işbirliğine yöneliyor. Bunu ben gördüm yöneticilikte ve Boğaziçi Üniversitesi de hocaları da ve kurucu kuşak da bunu çok takdir etmiştir, desteklemiştir yönetimi ve o yönetim anlayışı bugüne kadar gelmiştir. Belki Boğaziçi Üniversitesi’nin önemli avantajlarından bir tanesi hoca ve öğrencinin en ayrıldığı konularda bile bir şekilde işbirliğine varabilmesidir. Tunçel Gülsoy: Kızımla Üsküdar Amerikan Lisesi'ni gezmeye gittiğimizde duvarda eski resimler vardı. O zaman “Bak kızım her şeyi satın alabilirsin ama tarihi satın alamazsın,” demiştim. Bugün üniversite kurabilirsin ama o geleneği satın alamazsın. Buranın içine sinmiş bir kültürel kod var. Bana göre kurumsal kültür bilinçaltına işleyen bir konudur. Kuşaktan kuşağa uygulamalar ve karar biçimleriyle aktarılır. “Aldığınız kararlarda doğru veya yanlış nedir? Uygulama esasları nedir?” Kültür orada ortaya çıkar. Böylece geliştirilen yaşam biçimi vazgeçilmez olur. Bazı alt ünitelerle de, örneğin öğrenci kulüpleri aracılığıyla da, operasyonalize edilir, yaşama geçirilir. Tunçel Gülsoy: Bugün bütün üniversitelerde bu tip çabalar var. Fakat bunların hepsinin kökü bizim üniversitemizde. Kadıköy Maarif Koleji'nde herkesin numarası vardı. Burada insanlara numara vermiyorlardı. Numaranız yoktu. Herkes kendi ismiyle vardı. Bu söylediğiniz o kadar önemli ki... Ben 1974 yılında ilk defa yönetici oldum. Dikkatimi çeken husus iç yazışmalarımızda unvan kullanmamız oldu. Bizim idari bilimlere bugün de gitseniz hiç kimsenin unvanı yoktur. Kişiye bakıp yaşına göre profesör mü doçent mi olabileceğini siz tahmin ediyorsunuz. Bir ara mühendisler unvan koymuşlardı. Ben de o zaman yönetim kurulunda ve senatoda kıyameti kopardım. Dekandan rica ettik. “Unvan buraya yakışmaz,” diyordu Aptullah Kuran. Unvan demokratik ilişkileri olumsuzlaştırır. Mesela burada başka üniversitede olmayan bir şey daha söyleyeyim: Kültürel yansıma. Burada 70’lerin başından itibaren sekreterler ve hocalar aynı yerde yemek yer. Hiçbir zaman ayrım yoktur. Türkiye’deki üniversitelerin hemen hepsinde idari personel ile hocaların ayrı yerlerde yemek yediklerini görürsünüz. Bunun gibi birçok kurumsal kültürün yansımalarına tanık olabiliriz. Bu inanılmaz bir avantajdır. Bunları pek çok yer sağlayamaz. Tunçel Gülsoy: Boğaziçi Üniversitesi kendi özgürlüğünü, ideolojisini, insana yaklaşımını Türkiye’deki bu ortam içerisinde sürdürebilecek mi sizce? 1975 yılında Aptullah Kuran’ın konuşmasına dikkat edin. O sene diyor ki: “Öğrenci sayımız 2000’e yaklaştı. Öğretim üyesi ve idari personel de 200’ü aşmaktadır. Korkmayalım ama bunu sınırlamaya çaba gösterelim. Çünkü altyapımız müsait değil.” Oysa elimizde olmayan nedenlerle bugün 13.000 öğrenci var, 1000’in üzerinde personelimiz var. Öğretim elemanı sayısı 400 küsur olmuş. Yönetime çok büyük iş düşüyor tabii. Burası büyük bir işletme ve bu büyük işletmeyi yönetmek kolay bir iş değil. KATILIMCI GALERİLER ADN Galeria, Barcelona Eva Hober, Paris Pace, New York, London, Akinci, Amsterdam Hosfelt Gallery, San Francisco Beijing & Hong Kong Louise Alexander Gallery, Sardinia Pippy Houldsworth Gallery, London Paradise Row, London Galleri Andersson/Sandström, Stockholm & Umeå Paul Kasmin Gallery, New York Galerie Paris-Beijing, Paris, Andipa Gallery, London Kerlin Gallery, Dublin Brussels & Beijing .artSümer, Istanbul Tina Kim, New York Pi Artworks, Istanbul & London Assar Art Gallery, Tehran Galerie Kornfeld, Berlin PİLOT, Istanbul Athr Gallery, Jeddah Galerie Krinzinger, Vienna rosenfeld porcini, London Helene Bailly Gallery, Paris Kuckei + Kuckei, Berlin Galerie Jérôme Poggi, Paris Barbarian Art Gallery, Zürich Kukje Gallery, Seoul RAMPA, Istanbul Berloni, London Pearl Lam Galleries, Repetto Gallery, London Boccanera, Trento Hong Kong, Shanghai & Singapore Raum mit Licht, Vienna Charim Galerie, Vienna In Situ Fabienne Leclerc, Paris Rodeo, Istanbul Circle Culture Gallery, Berlin Galerie Lelong, Paris Studio SALES Erika Deak Gallery, Budapest Lisabird Contemporary, Vienna di Norberto Ruggeri, Rome Deweer Gallery, Otegem Lisson Gallery, London, Milan & New York Sanatorium, Istanbul Dirimart, Istanbul Galería Javier López, Madrid Sariev Contemporary, Plovdiv Galerie Dix9 Galleri Charlotte Lund, Stockholm Scheublein + Bak, Zürich Hélène Lacharmoise, Paris Edouard Malingue Gallery, Hong Kong Specta, Copenhagen Ex Elettrofonica, Rome Galeri Manâ, Istanbul Tornabuoni Art, Florence, Milan & Paris Galerie Dominique Fiat, Paris Galerie Gabrielle Maubrie, Paris Galerie Un-Spaced, Paris Galleria Marie-Laure Fleisch, Rome Lehmann Maupin, New York & Hong Kong Galerija Vartai, Vilnius Galerie Forsblom, Helsinki Mario Mauroner Contemporary Art, Galerie Nadja Vilenne, Liege Gazelli Art House, London/Baku Salzberg & Vienna waterside contemporary, London Giacomo Guidi , Rome & Milan Robert Miller Gallery, New York Weingrüll, Karlsruhe HADA Contemporary, London Galeri Nev, Ankara x-ist, Istanbul Leila Heller Gallery, New York NON, Istanbul Galeri Zilberman, Istanbul Cecilia Hillström Gallery, Stockholm Officine dell’Immagine, Milan 418 Contemporary Art Gallery, Bucharest MEDYA SPONSORL ARI BASIN SPONSORL ARI Bu fuar 5174 sayılı kanun gereğince Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği (TOBB) izni ile düzenlenmektedir. This fair is organized with the permission of The Union of Chambers and Commodity Exchanges of Turkey in accordance with the law number 5174 Untitled-3 1 11.02.2014 16:28 DIŞ MEK AN SPONSORL ARI gardner XXXX B 32 B 33 B 34 HUMANITIES: İNSANI ÖZGÜRLEŞTİREN EĞİTİMİ PROF. DR. CEVZA SEVGEN ANLATTI Yasemin Dut ‘10 Robert Kolej ve Boğaziçi Üniversitesi kültürü arasında çok önemli bir yere sahip olan “Humanities” dersleri 2007 senesinde yeniden verilmeye başladı. Eğitimdeki yeri oldukça mühim olan bu derslerle ilgili 2007’den beri Humanities Komisyonu Başkanı olan Sayın Prof. Dr. Cevza Sevgen ile gerçekleştirdiğimiz röportajımızı sizlerle paylaşıyoruz. B 36 Yıllar sonra 2007-2008’de yeniden hayata geçirilen Humanities derslerinin üniversitemizin eğitim felsefesi içinde yeri nedir? Boğaziçi Üniversitesi’nin Robert Kolej’den devraldığı asıl miras çok yönlü, ufku geniş bireyler yetiştirme misyonudur. Üniversitemiz bu mirasa 2008 yılında Humanities derslerini yeniden başlatarak sahip çıkmış bulunmaktadır. Temelleri 1863’te atılan üniversitemizde liberal arts her zaman eğitim felsefemizin ve pratiğimizin önemli bir parçasını oluşturmuştur. Latincesiyle artes liberales, yani bağımsız bireye özgü beceriler/kültürel birikim; kısaca insan zihnini özgürleştiren eğitim. Bu yaklaşım ortaçağlardan beri var ve Batı'yla sınırlı da değildir. Eski devirlerde mantık, retorik yani söz söyleme sanatı, gramer, matematik, doğa bilimleri, felsefe ve müzik temel derslermiş; öğrenciler bu temelin üzerine isterlerse hukuk, tıp, ilahiyat gibi dallarda uzmanlık eğitimi görürlermiş. Bağdat’taki, Endülüs’teki, Fatih zamanının İstanbul’undaki medreseler de böyleymiş. Bu modelden Kanuni döneminde vazgeçilmiş maalesef. Batı'da ise bugün dünyanın en iyi üniversitelerinden Ivy League okullarında ve yine önde gelen Amerikan devlet üniversitelerinde evrilerek yaşamaya devam ediyor. Eski disiplinlerin bir kısmının yerini edebiyat, felsefe, sanat aldı ama eğitime yaklaşım açısından bir fark yok. Bu tür bir eğitim neyi amaçlar? Faydası nedir? Burada amaç, uzmanlaşmayı seçtikleri alan ne olursa olsun, öğrencilere bir çekirdek, yani “core” program çerçevesinde ufuklarını genişletecek bir eğitim sunmaktır. Yedi yıldır verilen HUM 101102 dersleri de üniversitemizde çekirdek program fikrini ve liberal arts yaklaşımını perçinlemeye dönük bir adım. Bugün ülkemizde örneğin doktorlar, mühendisler için sanat tarihi, edebiyat, felsefe; iktisatçılar, işletmeciler için de fen bilimleri gereksizdir diye yaygın bir görüş var. Oysa içinde yaşadığımız dünyayı tanımak, insanlarla iletişim kurabilmek, eleştirel düşünme alışkanlığını kazanmak, problemlerin tam ne olduğunu saptayıp ona göre çözüm üretebilmek, öğrenmeyi öğrenmek becerileri ancak böyle çok yönlü bir eğitimden geçerek kazanılabilir. Yani aslında liberal arts ve core programları kişinin mesleği ne olursa olsun çok işine yarar. Yoksa dünyanın en iyi mühendislik okullarından MIT’de bugün zorunlu core dersleri olur muydu, her öğrencinin dört yıllık lisans eğitimi sırasında belirli grup derslerden sekiz tane beşeri bilimler, yani Humanities dersi alması şart koşulur muydu? Demek ki bir bildikleri var, demek ki mühendisler için Humanities’in piyasa değeri var. Bu konuyu biraz daha açar mısınız? Sadece meslek dersleriyle iş hayatında tercih edilen, çok yönlü mezunlar verilemeyeceği ortadadır. Bölüm dersleri ancak belirli alanlarda bilgi ve beceri kazandırabilmekte, eğitimin zihni özgürleştiren boyutu eksik kalmaktadır. Tüm öğrencilere sunulan iyi bir hazırlanmış iki yarıyıllık bir Humanities dersi, ardından da ilgilendikleri konularda seçmeli dersler alma olanağı bu eksiği giderme açısından fevkalade önemlidir. Üniversiteye okuma alışkanlığı kazanmadan ve kültür dağarcığından yoksun olarak gelen gençlere, hangi bölümde okuyor olurlarsa olsunlar, böyle bir dersin ufuklarını genişletmede ne kadar yardımcı olacağını söylemeye gerek yok galiba. Zaten Robert Kolej’in 1959-1971 yılları arasındaki Humanities deneyimi bunun açık ispatı değil mi? Bugün Türkiye’de sunulan orta öğretimde artık felsefe, sanat tarihi ve psikoloji gibi dersler yoktur diyebiliriz. Tarih ve edebiyat dersleri ise Türk-İslam tarihi ile Türk Edebiyatı’na yoğunlaşmıştır. Bu nedenle üniversiteye gelen öğrencilerin başka kültürler ve onların üretmiş olduğu değerler hakkında hemen hiç fikirleri bulunmamaktadır. Kısacası Türkiye’de öğrenciler genelde liseyi donanımsız olarak bitiriyorlar çünkü lisede düşünme, soru sorma, analiz etme, sentez yapma, kendilerini yazılı ve sözlü ifade etme yetenekleri kazandırılmıyor. Araştırma deyince B 37 internete koşuyorlar ve orada yazılı her şeyin doğru olduğunu düşünüyorlar. Müfredattaki diğer bir sorun, öğrencileri dünyaya açmak gibi bir kaygı güdülmemiş. Dünya ve Avrupa (bir ayağımız Osmanlı Dönemi'nde de Avrupa'daydı) kültürüne, sanatına ve tarihine sadece birkaç sayfa ayrılıyor. Ama Türk-İslam ve dünya-Avrupa tarihleri birbirinden kopuk sunuluyor, oysa senkronik olması gerekir. Örneğin, lise mezunu biri Altın Ordu İmparatorluğu'nun 1359’a kadar parlak bir şekilde devam ettiğini, Orhan Gazi’nin de 1359 yılında vefat ettiğini, Korkunç İvan’ın Altın Ordu'yu yenip çeşitli hanlıklara böldüğü sırada Fatih’in çoktan İstanbul’u almış olduğunu bilmez. Shakespeare’in Fuzuli, Baki, Pir Sultan Abdal ve Karacaoğlan’la kabaca aynı dönemde yazdığının, Bizans ve Osmanlı müziğinin birbirine benzediğinin de farkında değildir. Yani aynı zaman dilimi içinde, bırakın geçmişi bugün bile, dünyanın farklı yerlerinde neler olduğunu, hangi fikirlerin üretildiğini bilmeyenlerin perspektifi doğal olarak dardır, dünyada olup biteni anlamaları da bu nedenle epey zordur. Dünyaya pencere açmadan kendimizi ve kendi kültürümüzü tanımamız mümkün değil. Oysa eğitimin önemli amaçlarından biri bunu sağlamak, öğrencileri kendi kültürlerinin yanı sıra farklı kültürlerle de tanıştırmak. B 38 Eskiden liseler fen ve edebiyat diye iki kola ayrılırdı ama her iki koldakiler diğer kolun derslerinden de alırdı. Herkes bir miktar felsefe, mantık, psikoloji, sosyoloji, tarih, matematik-cebir, fizik, kimya ve biyoloji görürdü. Şimdi görmüyorlar, o derslerin bir kısmı seçmeli adı altında ortadan kaldırıldı. Üstelik kollara ayrılma erkene çekildi, çocuklar o yaşta neye göre seçim yapıyorlar, onları yönlendiren rehber öğretmenler ne kadar yeterli belli değil. Örneğin dil kulvarını seçenler Lise 1’den sonra hiç fen ve matematik görmüyorlar. Yani iki kuşak öncesine kadar liseden belli bir birikimle gelen öğrenciler yok artık. Bu nedenle üniversite düzeyinde Humanities derslerine olan ihtiyaç artık akut hale geldi. Bu ihtiyacı karşıladığını umut ettiğimiz Hum 101-102 dersleri haftada iki defa bütün öğrencilere toplu olarak verilen konferanslar, zengin okuma metinleri, görsel/işitsel materyaller ve yaklaşık 20’şer kişilik tartışma şubelerinin haftada iki defa toplanarak programdaki konuları işlemesi/tartışmasından oluşuyor. Konferansçılar üniversitemizden, yurtiçinden ve yurtdışından davet edilmektedir. Bütün bunların öğrencilere pozitif katkı yaptığı inancındayız. Robert Kolej Yüksek Okulu’nda ve Boğaziçi’nin ilk birkaç yılında Humanities dersleri varmış. Biraz eskilerden bahsedelim mi? Evet, dekan Hall’un öngörüşlülüğü, girişimciliği ve çabasıyla müthiş bir Humanities ders gurubu vardı ve ben de o dersleri alan şanslı öğrencilerdendim. Humanities dersleri çok ünlüydü; bugün eski mezunlarla konuşursanız bu dersin hayata atıldıklarında, kariyerlerinde kendilerine ne kadar yardımcı olduğunu uzun uzun anlatacaklardır size. Ama Boğaziçi’nde Humanities’in yeniden veriliyor olması nostaljik bir Şimdiki ise iki yarıyıllık 101-102. Şubeler ben öğrenciyken en fazla 12-15 kişiydi, şimdi 25’e kadar çıkabiliyor. Ama derse kayıtlı öğrenci sayılarının ve bu öğrenciler arasında dersi zorunlu değil seçmeli alanların sayısının artıyor olması aslında çok sevindirici bir şey. Dersin eski adı: “Background of Contemporary Civilization in Turkey” imiş. Galiba adı değişmiş? yaklaşım değil, mezunlarımızı diğer üniversitelerin mezunlarından daha donanımlı yetiştirme çabasının ve onları iş hayatında özellikle tercih edilir kılma gereğinin ürünüdür. Nostalji deyince, söylemeden geçemeyeceğim. “Dünden Bugüne kadar Boğaziçi Üniversitesi: 1863-2013” başlıklı büyük bir kitap yayımlandı. Fen-Edebiyat Fakültesi’yle ilgili bölümde Robert Kolej Yüksekokulu’nun “liberal arts”a verdiği önemden ve eski Humanities dersinden uzun uzun bahsediliyor. Tabii heyecanla okudum. 1957’de nasıl mali destek sağlandığından başlayıp, dersin içeriği ve yapısı ayrıntılarıyla anlatılıyor, çok sevdiğim hocaların adları tek tek sayılıyor. En sonunda 2001’de dersi canlandırmak için kurulan komisyona değiniliyor ama ne dersin HUM 101-102 olarak 2007- 2008’de yeniden başlatıldığından, ne de kitabın basıldığı 2013 yılında her dönem farklı bölümlerden 500’e yakın öğrenciye sunulduğundan bahis yok. Sanki kitap 2013’te değil de 2002 yılında yayımlanmış. Anlıyorum, herhalde dergimizi okununca ikinci baskıda düzeltilir. Pekiyi, eski Humanities dersi ile şimdiki arasındaki benzerlikleri ve farklılıkları nasıl yorumlarsınız? Eskisi de yenisi de her yarıyıl 4’er kredilik ve format aynı: Haftada iki genel lecture var, tabii artık sayılar nedeniyle Albert Long Hall’da değil, Ayhan Şahenk Salonu’nda yapılıyor. Yine eskisi gibi her öğrenci haftada iki saat “discussion section”a giriyor. Eskiden 101’den 202’ye kadar birbirini izleyen dört ders sunulurdu. Evet, adı değişti. Ülkemiz tarih boyunca değişik medeniyetlerin beşiği olmuştur. Bu zengin kültürel miras ve bu mirasın diğer kültürlerle etkileşmesine odaklanan HUM 101 ve 102 kodlu derslerimize “Kültürel Etkileşimler”(Cultural Encounters I & II) adını verdik. Bu dersler insanlığın ortak kültür mirasını, yani edebiyatta, fende, sanatın farklı kollarındaki büyük eserleri, çığır açan ve bugün de açmakta olan fikirleri öğrencilere tanıtmayı amaçlamaktadır. Böyle bir dersin sunmaya çalıştığı eğitimin, insanlığın ortak değerlerini özümsemiş, dar görüşlülükten uzak öğrencilerin yetişmesinde belirleyici rol oynayacağına inanıyoruz. Biraz da dersi veren hocalardan bahsedelim. Bu dersin tartışma şubelerinin farklı bölümlerin kadrolu hocaları tarafından normal derslerinin yanı sıra ek bir görev olarak sürdürülmesinin mümkün olmadığını gören üniversitemiz, bu sorunu ABD’den iki yıllığına, lisansüstü eğitimleri sırasında bu tür dersler vermiş olan doktoralı genç elemanlar istihdam ederek çözdü. Şimdiye kadar hoca bakımından çok şanslıydık. Hem MLA’ye (Modern Language Association) ilan vererek hem tanıyıp güvendiğimiz meslektaşların tavsiyesiyle nitelikli hocalar bulduk hep. Dört hocayla başlamıştık, güz 2014 dönemine altı hocayla giriyoruz. Humanities Komisyonu üyeleri başvuru dosyalarını görüyor, ondan sonra karar veriliyor. Her hoca ikinci bir yıla uzatılabilen bir yıllık kontratla geliyor. Hiç birinin kontratını ilk yılın bitiminde sonlandırmak durumunda kalmadık, hepsi iki yıl kaldı. Hatta bugüne kadar üç hocamızın üçüncü bir yıl devam etmesini istedik. Ama üç yıldan fazlasını düşünmüyoruz; çünkü yaptıkları iş çok keyifli ama aynı zamanda çok özveri istiyor, epey yıpratıcı. Hepsi genç, doktorayı yeni almışlar ama doktora sırasında ders verme tecrübesi kazanmışlar. Heyecanlı, yaratıcı ve hevesliler. Ve çok iyi üniversitelerden geliyorlar. NYU, Duke, Berkeley, Columbia gibi. Hepsi de doktoralarını beşeri bilim dallarından birinde yapmış oluyorlar. Ders saatlerinden sonra, hatta gerekirse hafta sonu bile bir araya gelip başarılı bir ekip çalışması yürütüyorlar. İsterseniz gerek hocalarımızla gerek dersi almış olan öğrencilerle konuşup onların görüşlerini de alabilirsiniz. Son olarak söylemek istediğiniz bir şey var mı? Bu dersler 2007’de rektör ve rektör yardımcısı sayesinde temin edilen bağışla kuruldu. Verdikleri akademik, pratik ve manevi destek çok önemliydi. Bugün de rektorümüzden gerçekten güçlü bir destek görüyoruz, Fen Edebiyat Fakültesi de bize öğretim üyesi istihdamında ve diğer konularda çok yardımcı oluyor. Vakıftaki Humanities bağışı sayesinde her yıl yurtdışından tanınmış bir iki konferansçı davet edebiliyoruz ki bu pahalı bir olay. BÜMED’e de lojman konusunda teşekkür borçluyuz. Bütün bu destekler, öğrencilerin artan ilgisi ve hocaların şevki sayesinde ders galiba yeniden eski ününe kavuşacak! AKADEMİK ÖZGÜRLÜK HAKKINDA ÖNEMLİ BİR ÇALIŞMA: GEÇMİŞTEN GÜNÜMÜZE TÜRKİYE’DE AKADEMİK ÖZGÜRLÜK Aylin Buran ’02 B 40 ‘’Akademik özgürlük’’ özgürlükler bağlamında en önemli konu başlıklarından biri. Dünyada ve Türkiye’de akademik özgürlük konusu ne şekilde ele alınıyor? Akademik özgürlük denildiği zaman bu kavramın alt başlıkları nedir? Konu hakkında kapsamlı bir analiz geçtiğimiz günlerde yayımlandı: Geçmişten Günümüze Türkiye’de Akademik Özgürlük. Çalışmayı yapan isimler ise Eğitim Bilimleri Bölümü’nden Doç. Dr. Nevra Seggie ve Amerika Birleşik Devletleri’nde doktora çalışmalarına devam eden Sayın Veysel Gökbel. ‘’Biz akademik özgürlüğü akademinin ve bağımsız bilgi üretiminin temel bir binası, özel bir yapısı olarak düşündük. O nedenle raporumuzda, akademik özgürlüğün kendine has bir yapısı olduğunu ifade ederek onun gelişmesi için özel olarak çalışmamız gerektiğine vurgu yapmaya çalıştık,’’ diyen yazarlarla kaleme aldıkları rapor hakkında görüştük. Raporunuzda "Gerek dünya gerekse Türkiye örneğinde olduğu gibi akademik özgürlüğün ifade özgürlüğü ve üniversite özerkliği ile iç içe geçmiş bir kavram olmasının ötesinde, o kendine has yönüyle geliştirilmesi, desteklenmesi ve daima sahip çıkılması gereken bir özgürlük alanıdır (....) Bu yönüyle akademik özgürlük, üniversite özerkliğinin veya bireysel ifade özgürlüğünün ötesinde bir manaya sahiptir," diyorsunuz. Bu perspektifle yaklaştığımızda akademik özgürlüğün temel bileşenleri nelerdir? Akademik özgürlük; ifade özgürlüğü, öğrenme ve öğretme özgürlüğü, araştırma özgürlüğü ve üniversite özerkliği başta olmak üzere iş güvencesi, ekonomik özgürlük, karar alma süreçlerine katılma hakkı, kadro güvencesi, düşünce, vicdan, din, toplanma, örgütlenme ve seyahat özgürlükleri gibi bireysel hak ve özgürlükleri bileşenlerinden oluşur. Akademik özgürlük, bu yapıdan birini dahi çıkardığınızda hemen zarar görebilecek kadar hassas bir konu olma özelliğini gösterir. Akademik özgürlüğün var olduğunu söyleyebilmemiz için bahsettiğimiz tüm bu şartların en optimal seviyede yerine getirildiğinden emin olmamız gerekir. Bireysel özgürlüklerin tam içselleştirilmediği toplumlarda bu nedenle akademik özgürlük çok kırılgan bir denklemde ilerler. Kriz durumlarında ilk zarar gören alanların başında akademik özgürlük yer alır. Diğer taraftan kurumsal olarak gerek kurum içi gerekse kurum dışı herhangi bir baskı ihtimali dahi yine bir akademisyenin bilimsel üretkenliğini etkileyebilecek hassas bir dengeyi içinde barındırır. Bütün bileşenlerin içinde üniversite özerkliği ve ifade özgürlüğü akademik özgürlüğün “iki ana sütunu” görevini görüyor diyebiliriz. Ve aslında akademik özgürlük bu iki sütundan oluşan kendine has bir bina niteliği taşıyor. Bu binanın “sütunları” olduğu gibi aynı zamanda bir “temeli”, bir “çatısı” ve “detayları” bulunuyor. “Temel”den kastımız akademik özgürlüğü var eden tarihi, siyasi, sosyal ve kültürel geçmiş. Geçmişten bugüne baktığımızda, akademik özgürlüğün ancak demokrasiyi, insan haklarını, bilginin özgürlüğünü içselleştirmiş toplumlarda bir bina gibi yükselme imkânı bulduğunu görüyoruz. Eğer “temeliniz” yani “geçmişiniz” bu konuda sağlam bir zemin üzerinde kurulmamışsa sütunlarınızla beraber binanızın yıkılma ihtimali her zaman var oluyor ve bu ihtimal akademinin üretkenliğine doğrudan olumsuz etki ediyor. Öyle bir toplumda “bilgi üretimi” sakıncalı olmayan alanlarda yapılıyor. Toplumun ve siyasetin hassas alanlarına dokunduğunuz ya da mevcut hâkim paradigmanın tersine araştırmalar, yayınlar yapıp konferanslar düzenlediğinizde engeller, kısıtlamalar ve duvarlarla karşılaşıyorsunuz. Bu durumda artık günlük ve asırlık sorunlara üretilecek cevaplar üniversitelerin ve bilim adamlarının çalışmalarında, tartışmalarında değil günlük siyasetin dilinde aranır oluyor. Bu ise bir ülkenin gelişmesine önemli bir engel niteliği taşıyor. Özetle, biz akademik özgürlüğü akademinin ve bağımsız bilgi üretiminin temel bir binası, özel bir yapısı olarak düşündük. O nedenle raporumuzda, akademik özgürlüğün kendine has bir yapısı olduğunu ifade ederek B 41 Doç. Dr. Fatma Nevra Seggie onun gelişmesi için özel olarak çalışmamız gerektiğine vurgu yapmaya çalıştık. Raporunuzda akademik özgürlük konusu ele alınırken alan yazınında akademik özgürlük, akademik özerklik, bilimsel özgürlük gibi farklı tabirlerin birbirlerinin yerlerine kullanılabildiğinden bahsediyorsunuz ve bu durumun aslında akademik özgürlük konusunun yeterince ele alınmadığının bir göstergesi olduğunu belirtiyorsunuz. Bu değerlendirmenizi biraz detaylandırmanız mümkün mü? Bu sorunuz aslında akademik özgürlük raporunu yazarken uzun uzun tartıştığımız bir konuya temas etmesi açısından oldukça önemli. Akademik özgürlükle ilgili doğru kullanım ve doğru kavramın ne olduğu tartışması bizi İngilizce ve Türkçe literatürü bu yönüyle incelemeye sevk etti. İngilizce alanyazında “academic freedom” şeklinde yaygın bir kullanım ve uzlaşma olduğunu gördük. Türkçe alanyazında ise birçok farklı kullanımın farkında olarak veya olmaksızın birbirinin yerine kullanıldığını ve aslında tanımlamada ve kavramsallaştırmada tutarsızlıklar olduğunu fark ettik. İncelediğimiz çalışmalarda yazarların “akademik özgürlük” kavramını farklı şekillerde kullandığına şahit olduk. Hatta bazı yazarların aynı metin içerisinde kim yerde “akademik özgürlük” kimi aynısı mı ki eş anlamlı şekilde ve herhangi bir teorik arka plana dayanmaksızın kullanılabiliyor? En azından bilim insanları bunun ayrıntılarına dikkat etmekle yükümlüdür ki mesafe alabilelim. Çalışmanızda, "Kültürel, sanatsal ve sportif faaliyetler, sosyal sorumluluk projeleri ve topluma hizmet çalışmaları da üniversitelerin yerine getirmekle yükümlü olduğu alanlar içinde olup, akademik özgürlüğün tanımı ve kapsamı tartışılırken, bu alanları da içermesi son derece önemlidir," şeklinde bir değerlendirmeniz var. Ülkemizdeki akademik alanı bu bakış açısıyla yorumladığınızda neler söyleyebilirsiniz? B 42 yerde “akademik özgürlükler” kimi yerde “bilimsel özgürlük, bilimsel özerklik” gibi ifadeleri birbirinin yerine kullandıklarını gördük. Ayrıca, bu farklı ifadelerin eş anlamda kullanılma gerekçelerinin olup olmadığına baktık fakat bu konuda da yazarların gerekçelendirdiği teorik bir altyapıya rastlamadık. Aslında yüzeysel bakıldığında bu farklı kullanımların herhangi bir sorun oluşturmadığı iddia edilebilir. Ancak yukarıda saydığımız her bir isimlendirme kendine özel anlamlar ve nüanslar içeriyor ve birbirinin yerine plansızca ve amaçsızca kullanılamaz. Buradan hareketle vardığımız sonuç şuydu: Bu durum aslında akademik özgürlüğün ülkemizde detaylı şekilde tartışılmadığının açık bir örneğidir. Raporumuzda yer kısıtlılığından dolayı ayrıntılı tartışamadığımız bu konu, ayrıntılı incelenmeyi hak eden ve tartışılması gereken bir noktadır. Biz raporumuzda akademik özgürlüğün bir “kavram” olarak ele alınması gerektiğini düşündüğümüz ve bu kavramın diğer kullanımları yeterince kapsadığına inandığımız için, rapor boyunca anlamsal tutarlılığı sağlama adına “akademik özgürlük” şeklinde kullanmayı tercih ettik. Özetle, kavramsallaştırmada veya kullanımda tutarlılığın olmadığı bir konuda gelişme göstermek oldukça zordur. Bu kavramlar gerçekten birbirinin tamamen Üniversiteler sadece araştırma, eğitim ve öğretim yapma alanları değildir. Onların bir başka yükümlülüğü de kurulduğu bölgelerde, kültür, sanat ve spor alanlarında faaliyetlerde bulunmaktır. Spor şenlikleri, sinema, tiyatro festivalleri, konserler, söyleşiler düzenlemek, toplumu bu alanlarda ileriye götürmek de üniversitelerin görevleri arasında yer almaktadır. Bu faaliyetlerde bulunurken kısıtlamalara gidilmemesi, baskılara maruz kalınmaması, kültürün, sanatın ve sporun gelişmesi ve toplumların bu alanda ileri gidebilmesi anlamında son derece önemlidir. Ülkemizde bu alanda henüz yeterli derecede gelişmeler kaydedilememiştir. Birtakım filmler, belgeseller toplumsal ya da siyasi etiğe uygun olmadığı gerekçesiyle bazı üniversitelerde yasaklanmış ve gösterime konulmamıştır. Bu anlamda yükseköğretimimizin sanatsal, sportif ve kültürel faaliyetlerini artırması ve bunları yaparken herhangi bir yasaklamaya gitmemesi son derece önemli, akademik özgürlüğü ise son derece genişleticidir. 11 ILAN Bu yaz da aklından geçenlerin hepsi Turkcell Profesyoneller Kulübü’nde! Dalaman’dan Kaş’a ücretsiz gidiş dönüş servis hizmeti. YÖK tarafından ilan edilen 29 Ocak 2014 tarihli yönetmelik değişikliğini ve YÖK başkanı tarafından ilan edilen akademik özgürlük beyanını değerlendirebilir misiniz lütfen? Rezervasyon: 0 850 251 08 06 Türkiye’de akademik özgürlük geçmişten bugüne çeşitli kısıtlamalara maruz kalmış, akademisyenler ve öğrenciler farklı mağduriyetler yaşamışlardır. Bu kısıtlamalardan biri de ifade özgürlüğüdür. Türkiye’de akademide ifade özgürlüğü konusunda sıkıntılar yaşanmış ve yaşanmaktadır. B 44 Akademisyenler, fikirlerini özgürce söylemekte sıkıntı çekmekte, bu fikirleri sansüre ya da otosansüre uğramaktadır. İfade özgürlüğü kısıtılılığının devam ettiği, 29 Ocak 2014 tarihli Yükseköğretim Kurumları, Yönetici, Öğretim Elemanı ve Memurları Disiplin Yönetmeliği değişikliği ile gözlemlenmektedir. Yönetmeliğin 6. maddesinin “o” bendi değişikliği, öğretim üyelerinin bilimsel açıklamalar dışında, yetki verilmeden görüş bildirmelerinin kınama cezası sebebi olması tartışmalara yol açmış ve halen günümüzde akademide ifade özgürlüğünün kısıtlandığının bir örneği olmuştur. Bu ve bunun gibi kısıtlamaların yanı sıra, daha az oranda da olsa akademik özgürlüğü genişletici çalışmalar yapılmıştır. Bunlardan en yakın zamanda olanı 6 Kasım 2013 tarihinde YÖK Başkanı Prof. Dr. Gökhan Çetinsaya tarafından yayımlanan Akademik Özgürlük Bildirisidir. 9 maddelik bu bildiride akademideki antidemokratik uygulamaların altı çizilmiş, Türkiye’deki akademinin nasıl bir akademik özgürlüğe sahip olması gerektiğinin açıklaması yapılmıştır. Hem öğrencilerin hem de öğretim üyelerinin haklarını ve ifade, araştırma, öğrenme ve C M Kaş’a gidip dönememek, dönerken servis bulamamak var. Y CM MY CY öğretme özgürlüklerinin önemini vurgulayan bu bildirinin dünyada kabul gören akademik özgürlük ilkelerini temel alarak hazırlandığı göze çarpmaktadır. Akademik özgürlüğün tüm boyutlarını kapsayacak şekilde Türkiye için politika önerileriz nelerdir? Raporumuzun en önemli sonuçlarından bir tanesi maalesef bugün hâlen daha Türkiye yükseköğretiminin dünyada kabul gören akademik özgürlük standartlarını yakalayamadığı gerçeğidir. Akademik özgürlük sadece yasalarla değil uygulamalarla, akademik özgürlük kültürünün içselleştirilmesi ile akademiye yerleşecek bir olgudur. Bu anlamda en öncelikli olarak tabii ki 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu akademik özgürlüğü genişletecek şekilde yeniden yapılandırılmalı ve bu, akademinin tüm paydaşlarını karar alma süreçlerine katarak gerçekleştirilmelidir. Raporumuzun diğer bir politika önerisi de akademide üniversite özerkliğine ve diğer ilişkili konulara nazaran daha az çalışılmış bir alan olan akademik özgürlük konusu üzerine panellerin yapılması, ampirik çalışmaların ve bilimsel projelerin yürütülmesi ve sonuçlarının geniş bir tabanla paylaşılmasıdır. Bu çalışmalar hem akademik özgürlüğün önündeki engelleri belirleyecek hem de onun önünü açmanın yollarını tartışmaya açacaktır. Bir başka öneri de, yasaların da ötesinde, bir zihniyet ve kültür değişimi yaratmak ve akademik özgürlüğün yeşermesine müsait bir akademik iklim oluşturmak için öğretim üyeleri ve öğrencilerin akademik özgürlüğü yeşerteceği ortamların oluşturulmasına zemin hazırlanması ve bu yönde çalışmalar yapılmasıdır. CMY K PROF SFR 2222 profesyoneller@turkcell.com.tr Kampanya 1 Ekim 2014 tarihine kadar geçerlidir. Kampanya kapsamında Turkcell Profesyoneller Kulübü üyesi bireysel hatlı abonelerle, kurumsal hat kullanıcılarına http://www.turkcell.com.tr/kulup-ve-programlar/profesyoneller-kulubu adresinde belirtilen gün ve saatlerde Dalaman Havalimanı-Kaş arasında ücretsiz gidiş-dönüş transfer hizmeti sunulacaktır. Faydalanmak için aracın hareket saatinden en az 6 saat önce Secure Drive çağrı merkezinin (0850 251 0806) aranarak rezervasyon yaptırılması gereklidir. Rezervasyon kaydı sırasında Profesyoneller kulübüne üye olunan telefon numarası alınır ve kişi başı 5 TL’lik rezervasyon ücreti arayan kişinin kredi kartından tahsil edilir. Her üye kendisi dahil 2 kişilik rezervasyon yaptırabilir. Hizmet kullanıldıktan sonra bu ücret aynı karta 2 iş günü içerisinde iade edilir. Faydalanmak için gerekli olan kulüp şifresi 2222’ye PROF SFR yazıp göndererek alınır (kurumsal hat kullanıcıları 2222’ye ISTEKAZAN yazıp göndererek aldıkları İşteKazan şifresiyle kampanyadan faydalanabilirler). Şifre alma talebi 1 SMS / 0,4 TL olarak ücretlendirilir. Her üye kampanyadan aynı ay içinde en fazla iki defa faydalanabilir. Turkcell kampanya süresini değiştirme, kapsamını sınırlama ve/veya genişletme hakkını saklı tutar. Kampanya şartlarının farklı uygulandığı durumlar ve tüm detaylı bilgi için: www.turkcell.com.tr C M Y CM MY CY CMY K ArtInternatioNAl İkinci Kez İstanbul’da Duygu Cankılıç ‘11 B 48 İstanbul’un geçen yılki en önemli sanat etkinliklerinden biri kabul edilen ArtInternational’ın ikincisi bu sene 26-28 Eylül 2014 tarihlerinde gerçekleşecek. Konuklarını bir kez daha Haliç Kongre Merkezi’nde karşılayacak fuara bu yıl 24 ülkeden 80 seçkin galeri katılacak. Türkiye’nin en prestijli uluslararası çağdaş sanat fuarı ArtInternational’ı daha yakından tanımak amacıyla fuarın yönetmenliğini sürdüren Dyala Nusseibeh ve sanat yönetmenliğini üstlenen Stephane Ackermann ile oldukça verimli bir sohbet gerçekleştirdik. ArtInternational’ın yönetmeni Dyala Nusseibeh Öncelikle geçen yılı konuşarak başlayalım. Katılım sayısı, satış rakamları oldukça yüksekti. Bu ilgiyi neye bağlıyorsunuz? Başından beri İstanbul’da, ArtInternational gibi yüksek kalitede bir çağdaş sanat fuarı için önemli bir istek vardı. Son yıllarda İstanbul’un sanat ortamı organik bir şekilde gelişiyor ve bu, dışarıdaki sanat ortamının çok fazla ilgisini çekiyor. Bu anlamda, tam zamanında ve yerinde olduğumuzu söyleyebilirim. Ayrıca, yurtdışından gelen misafirlerimiz için de İstanbul çok çekici bir buluşma noktası oldu; özellikle Bienal’in gerçekleştiği, galerilerin yeni sergilerini açtığı ve çok sayıda önemli sanat etkinliklerinin gerçekleştiği Eylül ayında… Koleksiyonerlerin ve sanat tüccarlarının ilgisi nasıldı peki? Çok iyiydi. Büyük koleksiyonerlerin çoğu fuardaydı ve yurtdışından, özellikle Avrupa ve Ortadoğu’dan güçlü bir koleksiyoner ve müzeci kitlesi geldi. Uluslararası alanda aktif olan sanat koleksiyonerleri yeni ve heyecan verici fırsatları keşfetmeyi seviyorlar. Küreselleşmiş dünyamızda, Roma, Paris, Londra gibi "kültür merkezi" şehirlerinin etkisi ve egemenliğinin azaldığını sıkça duyup okuyoruz. İşte bu durum, İstanbul gibi kültür dünyası yeterince keşfedilmemiş şehirlere öne geçme fırsatını sunuyor ve bence çok sayıda insan bunun heyecan verici olduğunu düşünüyor. Geçen yıl, 60’dan fazla, bu yıl da 80 galeri… Daha çok galeri ve sanatçı olması yerine kaliteyi sağlama çabası gibi görünüyor bu sanki. Belki de. Geçen yıl fuarı hazırlarken önceliklerimizden biri, katılan galerilerin ve artistik programın kalitesinin yüksek olmasıydı. İlk yılına rağmen yine de 60 iyi bir Dyala Nusseibeh rakamdı ve amaçladığımız gibi her biri özenle seçilmiş galerilerdi. Bu yıl ise hem fuarı büyütmek hem de kaliteyi yüksekte tutabiliyor olmaktan çok memnunuz. Peki, galeri seçimleri neye göre yapılıyor? Genç bir fuar olduğumuz için, hem yeni hem de yerleşik galerilere açığız. Seçim Komitesi öncelikle, galerinin tarihini, programını, sergilediği sanatçılar ve katıldığı fuarları inceleniyor. Ama en çok da, ArtInternational’da neler sunacağına ve fuarın konsept, hedef kalite ve amaçlarına uygun olup olmadığına bakıyoruz. Bu yıl Uzakdoğulu galerileri de görüyoruz programda. Evet! Pearl Lam ve Edouard Malingue, o bölgenin en iyi galerilerden ikisi. 2011 yılında Uzakdoğu’da bir galeri açtıktan sonra, Lehmann Maupin de harika sanatçılarla çalışmaya başladı. Güney Kore’den Kukje Galeri ve B 49 Henüz ikinci senede bunu söylemek için çok erken olabilir ama ArtInternational’ın Türkiye’deki gerçek çağdaş sanat ortamı için ciddi bir boşluğu doldurduğunu ve onu en iyi temsil edecek platforma dönüşeceğine inanıyoruz. ArtInternational sanat yönetmeni Stéphane Ackermann Bu yıl bizleri neler bekliyor? Bu yıl dünyanın en heyecan verici çağdaş sanat galerilerinden 80’ini İstanbul’da ağırlıyoruz. Katılımcılarımız 24 farklı ülkeden geliyor ve fuar böylece, San Francisco’dan Hong Kong’a, Helsinki’den Kudüs’e uzanan çok geniş bir coğrafyayı kapsıyor. Türkiye’den ise Galeri Manâ, NON, Pi Artworks, PİLOT, Rampa, ArtSümer, x-ist ve Galeri Zilberman gibi B 50 hem Çin hem Fransa’dan gelen Paris-Beijing Galeri de fuarda olacak. Pace gibi Doğu Asya’da ya ofis ya da galeri açmış büyük galerileri de, Uzakdoğulu sanatçıların işlerine yer veren galerileri de göreceğiz. Ama burada şunu özellikle belirtmeliyim ki, fuar olarak tek bir ülke veya bölgeye odaklanmıyoruz. Tam tersi, hangi ülke ya da bölgeden olursa olsun seçkin galerilerin fuarımızla her sene daha derin ve özel bir ilişkisi olsun diye çalışıyoruz. Sadece ikinci senemiz olmasına rağmen, fuarın adında olduğu gibi tam bir global fuar kimliğini ısrarla sürdürebiliyoruz ve bununla çok gurur duyuyorum. ArtInternational’ın Türkiye’deki sanat ortamında nasıl bir rol üstlendiğini düşünüyorsunuz? Stéphane Ackermann geçen yıl da katılmış galerilerin yanı sıra Dirimart, Galeri Nev, Rodeo ve Sanatorium gibi yeni galerileri göreceğiz. Bu yıl da Türkiye'den sanat profesyonelleri ve yetenekli kuratörlerle çalışmaya devam ediyoruz. Mesela Özge Ersoy ve Merve Ünal, alternatif sanat kurumları için özel bir bölüm hazırlıyorlar. Yine geçen yıl olduğu gibi, dünyada büyük başarılar elde etmiş küratör Başak Şenova, “Sahne’deki Video” bölümünden sorumlu. Tansa Mermerci Ekşioğlu ve Zeynep Öz tarafından kurulan SPOT Projects ile yapacağımız ortaklıktan da söz etmeli ki, onların hazırlayacağı “Konuşma Programı”nın fuara çok büyük katkılar sağlayacağına, ziyaretçilerimiz için de çok zihin açıcı olacağına inanıyorum. Artistik programı hazırlarken kriterleriniz neler oldu? B 52 Artistik Programı’nın temel kriteri, ziyaretçilere çok zengin ve kapsamlı bir etkinlik sunmanın yanı sıra İstanbul’un çok farklı sanat ortamlarından çıkma alternatif sesler için bir sahne yaratabilmektir. İşte bu amaçla, video ve konuşma programları, kâr amacı gütmeyen sanat gruplarını buluşturan İnisiyatifler Bölümü gibi etkinliklerle hareket ediyoruz. Hedefimiz, ArtInternational’ın hem İstanbul’un sanat ortamı için çok etkili bir olay olması, hem de uluslararası sanat dünyası için kaçırılmayacak bir etkinliğe dönüşmesidir. C M etkilenenlerin de çağdaş sanat sahnesiyle ilgilenenler olduğunu düşünüyorum. İkinci senesi olmasına rağmen yılın heyecanla beklenen etkinliklerinden biri oldu ArtInternational. Bunu sormak için erken olabilir ama fuarın katkılarını ve gelecekteki yerini nasıl görüyorsunuz? İstanbul’un güncel sanat hayatını nasıl değerlendirirsiniz? Özellikle uluslararası alandaki yükselişinin dikkat çekiciliğini düşündüğümüzde yereldeki üretimler yeterli ve görünür olabiliyor mu sizce? İstanbul, şu anda yapılan çağdaş sanatın çekirdek kısmından daha ötelere uzanabilen bir görüntü sunuyor bize. Dolayısıyla, fikirler, modeller ve vizyonlar arasında gerçek bir çatışma noktası var; bu da ülkenin içinden ve dışından bireysel girişimleri ve kurumsal ilgiyi kendine çekiyor. Bence biz en önemli gelişmeleri henüz görmedik. İstanbul’da çağdaş sanat pratiğinin gelişmesinin önündeki imkânların hali hazırda açık olduğuna inanıyorum. Genel anlamda estetik farkındalık kristalleşmekle birlikte sürekli evrimleşiyor ve yeni yeni sorgulamalara yöneliyor. Pekiyi, güncel sanatçıların Türkiye’den yeterince beslendiğini düşünüyor musunuz? Elbette. Türkiye’de sosyal ve politik hayatta yaşananlar sanatsal sorgulama ve yaratıcılığa doğrudan bağlanıyor. Burada bu kadar geniş ve hakiki sanatçı topluluklarının var olmasından dolayı çok şanslıyız; mevcut politik olaylardan en çok Tam da fuar bu kadar genç olduğu için, yeni ve daha iyi bir şeyi görme umudunu yaratıyor bence. Ama bunun ötesinde, İstanbul sanat ortamına yaptığı katkı çok değerli kuşkusuz. ArtInternational bundan sonra özellikle, İstanbul’daki sanat piyasası için düzenleyici bir etken olabilir, çünkü yerli ve uluslararası piyasayı bir araya getirme ve buluşturma konusunda ne kadar başarılı olduğunu ilk yılında kanıtladı. Galeri seçiminden şeffaf uygulamalarına ve elbette dünyada büyük başarılara imza atmış ekibiyle gerçek ve daha doğal bir platform olduğunu da göstermiş oldu. Bütün bunlar ciddi bir güven yaratıyor tabii. Y CM MY CY CMY K B 53 B 55 Uzun Yıllara Dayanan Gönüllü Bir Oluşumun Başarısı: TÜRKİYE EĞİTİM GÖNÜLLÜLERİ VAKFI Duygu Cankılıç ‘11 B 56 Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı (TEGV), 2015 senesinde ülkemizdeki faaliyetlerinin 20. yılını dolduruyor olacak. Eğitim için vaktini, fikirsel birikimini, gönüllülük esasına dayanan fedakârlığını ortaya koyan ve destekçi sayısı on binlerle ifade edilen TEGV’in değerini bir kez daha teslim etmek gerektiğini düşünüyoruz. TEGV ülke içindeki çalışmalarını sadece toplumsal faydaya dönüştürmekle kalmıyor, uzun yıllara dayanan tecrübeleri ile birçok önemli eğitim kurumunun da ilham kaynağı haline geliyor. Bu anlamda Harvard Üniversitesi’nde “case study” olarak yer almasını BÜMED olarak çok önemsiyoruz. Seneler içerisinde kurumsallaşmasına rağmen, gönüllülük heyecanını yitirmeyen bu kıymetli kurumun 20 senelik yolcuğunu, TEGV Yönetim Kurulu Başkanı, aynı zamanda okulumuz İşletme Bölümü yarı zamanlı öğretim görevlilerinden Sayın Oktay Özinci ‘73 ile konuşmak üzere bir araya geldik. Oktay Bey, TEGV 2015’te 20 yaşında bir kurum olacak. Bu 20 yıllık birikimi TEGV’in amacı ve kuruluşunu dinleyerek başlamak isterim. Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Suna Kıraç'ın fikir anneliği ile eğitimin yalnız devlete bırakılmayacak kadar önemli bir konu olduğuna inanan bir grup iş insanı ve akademisyenin girişimi ile "devlet tarafından verilen temel eğitime destek olmak" amacıyla 23 Ocak 1995 tarihinde kuruluyor. Ve geçen 19 yıl içersinde Türkiye'nin eğitim alanındaki en yaygın sivil toplum kuruluşu haline geliyor. Türkiye’nin yarınlarında aydınlık yüzler görmenin ön koşulunun, bugün çocuklarımızı en iyi şekilde eğitebilmek olduğuna inanıyoruz. Amacımız ilköğretim çağındaki çocuklarımızın Cumhuriyet'in temel ilke ve değerlerine bağlı, akılcı, sağduyulu, özgüven sahibi, düşünen, sorgulayan, barışçı, farklı düşünce ve inançlara saygılı, insan ilişkilerinde cinsiyet, ırk, din, dil farkı gözetmeyen bireyler olarak yetişmesidir. Özetle kişiliklerini ve yaşam becerilerini geliştirmeyi amaçlıyoruz. Bunun için ihtiyacın daha çok olduğu bölgelere odaklanarak okul içi ve dışı saatlerde çok yönlü bir eğitim desteği almalarını ve çağdaş eğitim olanaklarından faydalanmalarını hedefliyoruz. TEGV’in bu amaçları doğrultusunda gerçekleştirdiği etkinlikler hakkında bilgi alabilir miyiz? Türkiye Eğitim Gönüllüleri Vakfı, Türkiye genelinde, 36 ilde 10 Eğitim Parkı, 43 Öğrenim Birimi, 24 Ateşböceği (gezici öğrenim birimi) ve 3 İl Temsilciliği ile çocuklarımıza eğitim desteği hizmetini sürdürüyor. Kuruluşundan bu yana 2 milyona yakın çocuğumuza verdiği eğitim desteğini on binlerce gönüllüsü ile gerçekleştiriyor. Çocuk merkezli eğitim yöntemlerinin kullanıldığı, çocuğun katılımını esas alan, aktif öğrenme yaklaşımının benimsendiği ve çocukların eğlenerek öğrendiği eğitim programları ile “okul içi ve okul dışı saatlerde” okullara giderek ya da kendi “çocuk dostu” mekânlarımızda; düşünme becerileri, okuma dinleme beceri, hijyen, öz bakım, sanat, Oktay Özinci yurttaşlık, spor, trafik, sağlık ve beslenme konularında eğitimler veriyoruz. benim de sürdürülebilirliğimi artıracak” anlayışının yavaş da olsa yer edinmesini sağlıyor. Bahsettiğiniz tüm bu etkinliklerin sağlıklı bir şekilde gerçekleşmesi zannediyorum yeterli kaynakların doğru bir şekilde kullanımı ile mümkün. TEGV kaynaklarını nasıl temin ediyor? Türk insanı hayırseverdir, yardımseverdir. Anadolu’nun bağrında “imece” kültürü vardır. Ayrıca geniş aile yapısı içerisinde fertlere sahip çıkmak, fertleri kollamak sosyal yapımızın önemli bir bağıdır. Ancak bunlar genelde birbirinden bağımsız yardımlar olduğu için kendi yakın çevreleri içinde kalmaktadır. İşte bu noktadan sonrası için “ortak fayda için ortak hareket” anlayışına, yani kurumsallaşmaya gerek var. Bu da katılımcı demokrasi ve sivil toplum örgütlenmesi kavramlarının gelişmesi ile doğrudan bağlantılı. Dünyayla kıyaslandığında, son derece zayıf kalan Türkiye’deki düzenli bağış kültürü bu şekilde gelişecektir. TEGV kurumsal bağışlar ve bireysel bağışlar sayesinde yaşamaktadır. Bağışlar türü açısından şartlı ve şartsız genel bağışlar, proje bağışları ve işbirlikleri ile miras bağışları olarak sınıflandırılabilir. Kurumsal bağışlar, iş dünyasının kurumsallaşması ile doğrudan ilişkili olduğu için, aynı ölçüde gelişiyor. Uluslararası şirketlerin global politikaları sonucu Türkiye’ye yansıyan kurumsal sorumluluk anlayışının tetiklemesi ile, Türkiye’nin dünyaya açılma çabaları sonucu gelişen sosyal sorumluluk bilinci kurum kültürlerinde “çevreme ve çalışanlarıma yapacağım yatırım Gönüllülük esasına dayalı bir kurumun yönetim kurulu başkanı olarak “kurumsal sosyal sorumluluk ve aktif katılımcı yurttaş” anlayışının gelişmesi için gönüllü kuruluşlar neler yapmalıdır? Bağış kültürünün gelişmesi için sadece iş dünyasına ve merkezi ve yerel yönetimlere değil, gönüllü kuruluşlara da çok iş düşmektedir. Sivil toplum dünyası kendini geliştirmek, yaptıkları ile söylemlerini ispatlayarak topluma kendilerini kabul ettirmelidir. TEGV olarak başta gelen prensip ve uygulamalarımızı şöyle sıralamak istiyorum: Şeffaflık, hesap verebilir olmak, uzun vadeli tutarlılığı temin etmek için kurumsallaşmak, ölçme ve değerlendirme sistemleri ile mükemmellik hedefine odaklanmak, yenilikçi ve öncü olmak, gerçekleştirilenleri topluma anlatabilmek, böylece daha da gelişebilmek için toplumdan destek alabilmek. Burada özellikle bireysel bağışları motive etmek ve bu bağışlar sayesinde bırakılacak anlamlı izleri anlatma ödevini çok iyi yapmalıyız. Başta gelen varlıklı aileler hayır faaliyetlerini kendi B 57 vakıfları ile yürütmekteler. Ancak birçok hayırseverin varlığını faydaya çevirmek istediğini ama kendisi yapamayacağı için karşısına ancak güvenebileceği ve sonuç alabileceği bir kuruluş çıkarsa destek olmaya hazır olduğunu biliyoruz. Hepimizin gurur duyduğu bir gelişmeyi konuşarak devam edelim. Harvard’da case study olarak işlenecek TEGV modeli hakkında neler söylemek istersiniz? B 58 TEGV olarak aktif öğrenme ortamlarımızda ve gönüllülerimizin desteğiyle çocuklarımıza çok yönlü eğitim desteği sağlayan ve yaşam becerilerini geliştirmeyi amaçlayan eğitim programları oluşturuyor ve uyguluyoruz. TEGV modelimizle çocuklarımız ve gönüllülerimiz üzerinde olumlu bir eğitimsel ve sosyal etki bırakmayı hedefliyoruz. Bu etkiyi de bilimsel ölçme-değerlendirme yöntemlerini kullanarak yapmaya çalışıyoruz. Bu konuda gelişmiş bir teknik altyapımız ve uzmanlığımız var. Bu uzmanlığı Türkiye ve dünyadan araştırma kuruluşları ile işbirliği içinde Türkiye eğitim sistemine katkı sağlayacak araştırmalar yaparak da güçlendiriyoruz. Gönüllülük araştırmaları, eğitimsel etki araştırmaları ve eğitim sistemi etki araştırmaları bunlardan birkaçı. Yaklaşık 15 yıldır yürüttüğümüz bu çalışmaların meyvesi sayılabilecek güzel bir gelişme oldu ve dünyanın en seçkin eğitim kurumlarından olan Harvard Üniversitesi bünyesinde lisans üstü ve üst düzey yönetici eğitimi veren Harvard Kennedy School, TEGV’ in sürdürdüğü ölçme-değerlendirme ve etki araştırma çalışmalarını, sivil toplum kuruluşlarının etki-performans ölçümleme çalışmalarına yönelik “dünya çapında bir başarı örneği” kabul ederek öğretim programına dâhil etti. Başka bir deyişle TEGV, Harvard’ın müfredatına girdi. TEGV Vaka çalışması, “Strategic Management for Leaders of NGO’s” (Kar Amacı Gütmeyen Kuruluşların Liderleri için Stratejik Yönetim) programı kapsamında Mayıs 2014 itibariyle Harvard Kennedy School’da okutulmaya başlandı. Aynı çalışmanın ayrıca Harvard Business School’ un programlarında da okutulmasına karar verildi. Sizce, 20 yıl kadar önce kurulan TEGV’e hâlâ ihtiyaç var mı? Türkiye kurulduğumuzdan bu güne çok yol kat etti. Devlet eğitime çok önem veriyor. Bütçeden en çok payı birkaç yıldır eğitim ve sağlık alıyor! Ancak eğitimde fırsat eşitliği yok, en başarısız sonuçlar alınan konu bu! 2005 yılında İlköğretim Programı (Müfredat) tamamen yenilendi. Ezberci yaklaşımın yerine yaparak ve katılarak öğrenme anlayışı getirildi. Üzerine düzeltme ve yenilemeler de yapılıyor ama yeni düzenin tam olarak çalışmaya başlaması daha mümkün değil. Çünkü yazboz tahtası gibi oldu, her yıl farklı bir uygulama var, 12 yılda dört ayrı bakan değişti. Ayrıca, öğretmenlerin eğitimi, eğitim kültürünün değişmesi gibi önemli konular zaman ve zahmet gerektiriyor. İstatistikler ve ölçümler gidilecek yolun daha çok uzun olduğunu gösteriyor. Türkiye’deki eğitimin yetersizliği ve kalite düşüklüğü ülkenin ekonomik kalkınma ve küresel rekabet mücadelesine ayak bağı olmaya devam etmektedir. Ekonomik boyut söz konusu olduğunda, Türkiye artık dünyanın ilk 20’si içinde yer alıyor. Ancak, Cumhuriyetimizin 100. yılı için hedeflediğimiz bölgenin ve dünyanın örnek ülkesi olma konumu için olmazsa olmaz başka özellikler de gerekli. Ekonomisi, sosyal adaleti, açık toplumu ve değerleri ile bir bütünlük zorunlu. Eğitim seviyesi yeterliyse bu altyapı daha kolay ve çabuk oluşuyor. Eğitim seviyesi yetersizse daha zor uzun ve ağır süreç gerekiyor. Öyle olunca da örnek bir ülke olamazsınız ancak başkalarını örnek almak zorunda kalırsınız. Dört ayrı bilgi vereyim: Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı’nın (UNDP) her yıl düzenli bir şekilde hazırladığı İnsani Gelişme Endeksi’nin 2013 raporuna göre Türkiye, yükselme trendine rağmen toplam 187 ülke arasında 69’uncu sıradadır. Bu endeks ekonomik göstergelere sağlık, eğitim, yaşam standardı gibi başlıkları da dâhil ederek insan odaklı gelişmişliği sıralamaktadır. Başka bir bilgi: Dünya Ekonomik Forumu’nun küresel rekabetçilik endeksi sıralamasında Türkiye genel ortalamada 125 ülke Liv Hospital Rejeneratif Tıp, Kök Hücre Üretim ve Uygulama Merkezi B 59 Meme cerrahisi sonrası yenilenme Yüz gençleştirme ve anti-aging Kapanmayan yaraların tedavisi Yüzde akne tedavisi Kıkırdak sorunlarının giderilmesi Yanık tedavisi Türkiye’deki ilk hastane içi GMP standartlarında Rejeneratif Tıp, Kök Hücre Üretim ve Uygulama Merkezi facebook.com/Livhospital | twitter.com/Livhospital livhospital.com.tr 0850 222 2 548 artıracak şekilde destek olarak, örnekler yaratarak ve eksikleri tamamlayarak sorumluluğu paylaşmaları gerekmektedir. Bu sonuçlar ile hem üzülüyoruz hem de TEGV’in ne kadar doğru bir görev üstlendiğini bir kere daha görerek daha da kamçılanıyoruz. Son olarak BÜMED üyelerine bir mesajınız var mıdır? B 60 içerisinde kademeli olarak 43. sıraya yükselmişken not ortalamasını 82. sırada bulunan genel eğitim puanı aşağıya çekmektedir. Matematik ve fen eğitiminde ise 100. sıradayız. (WEF, Global Competitiveness Index, 2012-2013) Bir de şunu hatırlayalım: OECD’nin her üç yılda bir yapılan 65 ülkedeki 15 yaşındaki çocuklara uygulanan PISA sınavında ise Türkiye bir miktar iyileşme sergilemesine rağmen sıralamada en altlarda yer almaktadır. Çocuklarımızın % 25'inin okuduğunu anlayamaması ve % 42'sinin basit matematiksel problemleri çözememesi düşündürücüdür. 2014 YGS sınavı sonuçları nisan ayında yayınlandı. Daha önceki yıllara göre maalesef bir iyileşme yok. Ortaya çıkan tablo yine başarısız ve üzücü rakamlar ile dolu. Özetle, Türkçe bölümünde 40 soruda 19 doğru, sosyal bilimlerde 40 soruda 11 doğru, matematikte 40 soruda 6 doğru, fen bilimlerinde ise 40 soruda 3,5 doğru! Peki, biz yeteneksiz miyiz? Başka ülkelerin çocukları akıllı da bizim çocuklar akılsız mı, yeteneksiz mi? Hiç alakası yok, tabii ki hayır! Ancak ciddi toplumsal eşitsizlik var, detay analizler açıkça gösteriyor! İşte, burada TEGV gibi gönüllü kuruluşların desteğine ihtiyaç duyuluyor. Bu farkı kapatmak için sadece devlete yaslanarak bekleyecek lüksümüz yok! Gönüllü kuruluşların, özel sektörün ve vatandaşların, hayati önem taşıyan bu alanda devletin verimliliğini Kurumsal ve kişisel katkıları ile TEGV’i destekleyen birçok eski Boğaziçili var. Onlara TEGV çocuklarının sevgilerini ve minnet duygularını aktarıyorum. Diğer mezunlarımıza da katkı çağrısı yapıyorum. Birkaç ay sonra 20. yılımızı kutlayacağız. Bir çocuk gelişirse Türkiye’de gelişecektir. Kendi çocuklarımız için her türlü fedakârlığı yapıyoruz. Ancak gelişmemiş bir toplumda çocuklarımızın mutlu olabilmeleri çok zor! Katkıda bulunmanın çok değişik şekilleri olabilir. Kişisel bağış yapabilirler, kurumlarının ürün ve hizmetleri ile ayni bağış yapabilirler, gönüllü olarak bilgi ve birikimlerini sunabilirler. ÜÇ BOYUTLU YAZICI TEKNOLOJİSİNİN TÜRKİYE TEMSİLCİSİ Yasemin Dut ‘10 "Ülkemizin gelişip ilerlemesinde Boğaziçi’nin rolü çok büyüktür," diyen Protosis Pazarlama Müdürü ve 5., 6., ve 8. Dönem BÜMED Yönetim Kurulu'nda görev yapmış üyelerimizden Sayın Recep Altay '78 ile iş deneyimleri, yeni girişimleri ve Boğaziçili olmak üzerine gerçekleştirdiğimiz röportajımızı sizlerle paylaşıyoruz. Sizi kısaca tanıyabilir miyiz? B 62 İstanbul’da doğup, büyüdüm. Ancak, köken ve nüfus kaydı olarak Sürmene/Trabzonluyum. 1965-73 dönemi Darüşşafakalıyım. Kişiliğimin oluşmasında çok önemli yeri olan lisem Darüşşafaka ve üniversitem Boğaziçi’ne çok şey borçluyum. Sosyal sorumluluk bilinciyle, bu iki değerli kurumun bünyesindeki halen üyesi olmaktan gurur duyduğum, Darüşşafaka Cemiyeti, Darüşşafakalılar Derneği, Darüşşafaka Spor Kulübü, BÜMED, Boğaziçi Mezunlar Cemiyeti, BÜVAK'ta (Mütevelli Heyeti) uzun yıllar hem komitelerde hem de yönetim kurullarında görev aldım. Bu iki kurumun yücelmesi için elimden geleni yapmaya gayret ettim ve sonuna kadar da devam edeceğim. 1978’de İşletme Bölümü'nden mezun olduktan sonra hemen iş hayatına atıldım. Adını anmasam olmaz, Bali Makine San. ve Tic A.Ş./ Perşembe Pazarı’nda ilk pazarlama ve satış deneyimlerimden sonra, seksenli yılların başında bir arkadaşımla birlikte, hazır giyim işine başladık. Ancak, “İş başka, arkadaşlık başka,” sözünün anlamını öğrenmem fazla sürmedi; yeniden profesyonel hayata döndüm. 1984-1989 arası, dış ticaret deneyimlerimi borçlu olduğum, Ram Dış Tic. A.Ş.'de COMECON (Doğu Bloku) sorumlusu olarak görev yaptım. Ayrıldıktan sonra, burada genç kardeşlerimize örnek olsun diye bir kopyasını sunduğum iş ilanıyla, Hollanda’daki uluslararası büyük bir şirketin Türkiye temsilciliğini alıp, bu firma kanalı ile beş yıl kadar özellikle Batı Afrika ülkelerine gıda ürünleri ağırlıklı ihracat gerçekleştirdim. Daha sonra bir yıl kadar, yurtdışına yönelik turizm ve havayolu yöneticilik tecrübem oldu. O da sona erince, yeniden tekstil sektörüne döndüm. Üç yıl sonra, temelde ortaklık problemleri nedeniyle işi ortağıma devredip ayrıldım. 2004-2009 yılları arasında bu kez bir arkadaşımın kurucu ortağı olduğu grup şirketlerini temsilen Çin’de yerleşik olarak Türkiye’ye yüksek kaliteli kömür tedariği işini organize ettim. Bu bana Çin’de, Çin ile iş yapmanın yepyeni tecrübelerini kazandırdı. Anlayacağınız sadece ülkemizi değil, dünyayı oyun sahası olarak görüp çok çeşitli iş alanlarında hep geçmişten dersler çıkararak, pes etmeden, inançla yeniden başlayarak bugünlere geldik. profesyonel hizmet verebilen sayılı firmalardan birisidir. Bildiğiniz gibi şu anda da değerli kardeşim, Işık Can Yücel’le birlikte, Protosis Teknoloji San. ve Tic. A.Ş. firması olarak, üç boyutlu yazıcılar alanında öncü, 3DSYSTEMS/ABD firmasının Türkiye distribütörlüğünü yapıyoruz. 3D printer teknolojisinin hayatı kolaylaştıracağı, daha iyi ürünleri daha verimli şekilde üreteceği konusunda dünya genelinde yaygın bir görüş var ve bunu sektörel bazda sınıflandırmak istersek, dışarıda bırakabileceğimiz pek bir alan kalmayacaktır. Anaokullarından, otomotiv fabrikalarına uzanan çok geniş bir perspektiften talepler almaktayız. Medikal, mimari ve endüstriyel tasarım alanında faaliyet gösteren çok sayıda müşterimiz var. Farklı kullanıcı tipleri için farklı malzemeler işleyebilen 50’den fazla modelimiz Teknolojinin hızlı ilerleyişi içerisinde Protosis Teknoloji'nin Türkiye'deki konumundan bahseder misiniz? Recep Altay Protosis Teknoloji, ülkemizde son dönemde popülerlik kazanan 3D baskı teknolojisi alanında Dünya lideri 3D Systems firmasının Türkiye distribütörü olarak, güncel teknolojileri profesyonel satış sonrası hizmet anlayışı ile müşterilerine sunarak, bu benzersiz teknolojinin ülkemiz genelinde yaygınlaşması hedef ve vizyonu ile faaliyetlerine devam etmektedir. Protosis Teknoloji kurulduğu günden bu yana, ülkemizin ürün geliştirme konusunda çalışmalar yapan nitelikli firmalarına ekipman ve prototip desteği sunarak, sektörde tanınan ve referans kabul edilen firmalardan biri konumuna gelmiştir. Protosis Teknoloji olarak ekip çalışmasına çok önem veriyoruz. Çok iyi bir ekibimiz var. Tüm kararlarımızı ve uygulamalarımızı bir aile düzeni içinde yürütüyoruz. En çok hangi sektörlerden talepler alıyorsunuz? Sizce Türkiye'de sektörler/şirketler böylesine üst düzey bir teknoloji uygulamasına hazırlar mı? Yaklaşımlara dair birkaç anekdot aktarır mısınız? B 63 YURTDIŞINDA EĞİTİM DÜŞLERİNİZİ THE PRINCETON REVIEW İLE GERÇEKLEŞTİRİN! mevcut; bu da bize, daha çok insanın ihtiyaçlarına cevap verebilme özgürlüğü sunuyor. Günümüzde artık bir ürünü kopyalayarak ticari başarı elde etmek güçleşti. Ekonomik politikaları bu model üzerine kurulan ülkeler bunu bizden çok daha düşük maliyetler ile daha doğru şekilde yapabilmekteler. Bu durumda, ülkemiz için başarının birinci önceliğinin özgün ürün sunabilmekten, yani ürün geliştirmekten geçtiğine inanıyoruz. B 64 Bu konuda da, 3D yazıcılar, ürünlerin henüz geliştirilme aşamasında, neredeyse hiçbir imalat maliyeti yüklenmeden fiili olarak test edilebilmesine imkân verdikleri için çok değerli üretim araçları konumundalar. B 65 Ülkemizde CAD (Computer Aided Design) kullanıcılarının sayısındaki artışa baktığımızda, teknolojik altyapı olarak bir eksiğimiz olmadığını görmekteyiz. Bu sebeple ülkemizin bu teknolojiye her anlamda hazır olduğunu düşünüyoruz. Web sitemizin iletişim formunu dolduran ve ulaştığımızda, yedi yaşında olduğunu öğrendiğimiz minik müşterimize bu teknoloji ile ilgili bilgi verebilmek bizi gülümseten anlardan birisiydi. Bu teknoloji hayatımıza sandığımızdan daha hızlı şekilde adapte olacak gibi görünmekte. İlk günden bu yana müşterilerimizin ilgisi ve bu teknolojiyi verimlilikle kullanabilmeleri de bu inancımızı pekiştirmektedir. Özellikle hem devlet hem de vakıf üniversitelerinde büyük ilgi görüyoruz. Umarız en yakın zamanda, Boğaziçi’nin de mühendislik bölümlerinde cihazlarımızın hem hocalarımızın hem öğrencilerimizin kullanımına sunulduğunu görme kıvancını hep birlikte yaşarız. Boğaziçili olmanızın yaşamınıza ve kariyerinize etkileri neler oldu? Başta da söylediğim gibi, hayatıma yön veren en önemli kurumlardan biridir Boğaziçi. Ben yatılı okudum. Çok değerli arkadaşlıklar edinmenin yanı sıra, çeşitli sosyal etkinlikler içinde şekillendik burada. Okul futbol takımının kaptanlığını yapmış olmanın gururu ve onurunu yaşadım, mesela. Kurallar içinde, yoldaşınıza inancı ve güveni, rakibinize saygıyı, kendinize hakim olmayı, yenilgide asla pes etmemeyi, başarıda mütevazı olmayı, tüm bunların da ancak fizik ve ruh sağlığı ile başarılabileceği gerçeğini ön plana çıkaran, keyifli, eğlenceli aktiviteleri içeren Sportmenler Birliği’nin (SB) son üç üyesinden biriyim. Son diyorum çünkü maalesef bizden sonra kapandı, yazık. Dünya vatandaşı olup, özgüvenle girişim ve uygulama yollarını araştırıp bulmayı, hep dostça ve arkadaş tavırlı olmayı değerli hocalarımızdan öğrendik. Kendilerini her vesile ile şükranla anıyorum. Ülkemizin gelişip ilerlemesinde Boğaziçi’nin rolü çok büyüktür. Mezunlar olarak üniversitemize daha fazla sahip çıkmalıyız. Kuruluşundan bu yana bu sorumluluğu yıllarca bir bayrak yarışı içinde sahiplenip faaliyetler yürüten BÜMED’in tüm Başkan ve Yönetim Kurulu Üyeleri'ne ve BÜMED çalışanlarına teşekkürü bir borç bilirim. HAYATINIZIN EN ÖNEMLİ KARARLARINDAN BİRİNİ VERMEDEN ÖNCE DANIŞMANLIK VE SINAV DESTEĞİ İÇİN THE PRINCETON REVIEW’A DANIŞIN. İLETİŞİM: Yeni Sülün Sokak No: 28 Levent, İstanbul +90 (212) 3244747 www.tprturkey.com AKLIN İZİNİ SÜREN İKİ OKULUN ARDINDAN Yasemin Dut ‘10 "Darüşşafaka’da okumasaydım Boğaziçi’ni kazanamazdım. Boğaziçi’nde okumasaydım mutsuz olurdum, Darüşşafaka’da aldığım eğitim eksik kalırdı. Kendimi şanslı addediyorum bu iki güzide kurumda okumaktan dolayı," diyor Darüşşafaka Yönetim Kurulu Üyesi Sertaç Ökten '83. Her iki okulun da kendisine kattıklarını bizlerle paylaşan Sertaç Hanım ile çok keyifli bir röportaj gerçekleştirdik. Sizi tanıyarak başlayabilir miyiz? B 66 Sertaç Ökten 1960 doğumluyum. Darüşşafaka’ya 1971 yılında girdim. O sene ilk defa kız öğrenci alınıyordu. Öğretmenim anneme “Darüşşafaka kızları da alacak. Kızınız çok çalışkan, siz de başvurun,” demişti. Bir çok sınava girdim. Galatasaray Lisesi, öğretmen okulu, Darüşşafaka… Galatasaray Lisesi’ni de kazanmıştım; ama annem Darüşşafaka’da kendim gibi çocuklarla daha rahat edeceğimi düşündü ve Darüşşafaka’ya yazdırdı beni. Çok önemli bir dönüm noktasıydı hayatımda. Her zaman iyi bir öğrenci olduğum için, iyi bir eğitim alırdım; ama bu kadar iyisini kesinlikle alamazdım. Çünkü 1955 yılında İngilizce eğitime geçmişti. Yani Robert Kolej hangi eğitimi veriyorsa, Üsküdar Amerikan hangi eğitimi veriyorsa bize de Darüşşafaka’da onu verdiler. Ben Shakespeare’i 14 yaşımda Macbeth okuyarak tanıdım. Çok değerli İngiliz ve Amerikan edebiyatçılarını Darüşşafaka sayesinde tanıdım. Dolayısıyla, bu kadar evrensel bir eğitim alınca da, insan bunu devam ettirmek istiyor. Boğaziçi, daha yeni Boğaziçi Üniversitesi olmuştu; parasız, çok iyi bir üniversiteydi. Hayalim eğitimimi İngilizce devam ettirmek ve daha da evrensel, daha da özgürlükçü bir yerde sürdürmekti. O yıllar Türkiye çok karışıktı. Sekiz senelik Darüşşafaka eğiminden sonra 1979’da Boğaziçi’ne girdim. Boğaziçi bir vahaydı, Türkiye’nin o karışık yıllarında. Hem her şeyin tartışıldığı; ama kırıp dökmenin, öldürmenin olmadığı, çok medeni, çok özgürlükçü bir okuldu. Hocalarımız çok liberaldi burada. Ben bir makaleden A aldım, öğretmen yanına şöyle not yazmıştı: “Görüşlerinin hiçbirine katılmıyorum; ama o kadar derli toplu ve iyi savunmuşsun ki başka not veremedim.” Bunu başka bir üniversitede yapmazlar. Müthiş bir keyifle okudum. O da, ikinci dönüm noktasıdır hayatımın. Ne enteresan ki ikisi de 1863’te kurulmuş. İkisi de 150. yılını geçen sene tamamladı. Hayatta hiçbir şey rastlantı değil. Ben rastlantılarda da bir devamlılık, bir düzen görürüm genellikle. Burada da bir düzen var. 1863 yılında Abdülaziz cebinden çıkarıp, kendi özel servetinden, Fatih’teki arsayı almak üzere para vermeseydi, o kadar güzel ve büyük bir okul kurulamasaydı, belki bu kadar sürekliliği olmayacaktı, diye düşünüyorum. Boğaziçi’nde Sosyoloji Bölümü’nde okuduktan sonra yüksek lisansımı tamamladım yine Boğaziçi’nde. Daha sonra Amerika’da, University of Michigan’da doktora programına gittim, ara vermek zorunda kaldım ailevi nedenlerle. Türkiye’ye döndüm; ama yüksek lisansımı tamamladım University of Michigan’da. Doktora programında –çok ağır bir program- burada okuduklarımın gücü sayesinde orada hiç ezilmedim. Tam tersine hepsine müthiş fark katıyordum. 4.00 üzerinden 4.00’la tamamlıyordum derslerimi. Hakikaten buradaki eğitimin kalitesi hem içeriği hem evrenselliği hem okulun güzelliği, doğası, öğrenci kalitesi, öğretmen kalitesi o kadar üst düzeydeydi ki oradaki değişimden etkilenmedim. Orada olmak iyiydi; ama burada da olmak çok iyi demiştim. Anlamadılar tabii, burada yaşamaları gerekiyordu. Ondan sonra iş hayatına girmeye karar verdim. Boğaziçi’nde aldığım o, olağanüstü eğitim sayesinde B 67 orada da çok büyük keyifle yıllarca yurtiçi satışın başında çalıştım. En son tüm ihracat artı yurtiçi dâhil pazarlama direktörlüğünü de ben yürütüyordum. Ancak hayatta başka şeyler de var. İşe çok kaptırmamam gerektiğini anlayıp, bütün o güç ve iktidara rağmen kendime dur deyip, başka bir alana hayatımı kaydırabildim. Aldığım üçüncü karar da budur, önemli dönüm noktası. Çünkü başka güzel hayatlar da var. İş hayatı çok güzel; kesinlikle insan kendi hayatını kurmalı, parasını kazanmalı; ama fırsatınız varsa, başka güzel şeyler de yapabilirsiniz. Şu anda o yüzden, o iş birikimiyle aynısını bugün Darüşşafaka Cemiyeti’nde kullanıyorum. Satış yönetim ve pazarlamada öğrendiğim tecrübelerimle arkadaşlarıma destek oluyorum. Çünkü Darüşşafaka bağışla yürüyen bir kurum. Bağış demek, iyi ilişkiler kurmak, kendini tanıtmak, insanlara doğru mesajları vermek, markayı ve itibarınızı doğru yönetmek demek. Arkadaşlarımla beraber bağış ve iletişimde bunları yapıyoruz. Bu anlamda çalışmaya devam ediyorum keyifle. Bunun için de mutluyum. B 68 işletme okumamama rağmen işletme okuyanlarla aynı işi yaptım. Uzun yıllar Paşabahçe Şişe Cam’da satış yöneticiliği ve pazarlama yöneticiliği yaptım. Daha sonra da kendi isteğimle emekli olup Darüşşafaka’ya ve Türkiye’ye hizmet etmek üzere Darüşşafaka’da çalışmaya başladım. Çok keyifli bir şekilde, yönetim kurulunda arkadaşlarımla çalışıyorum. Hem gönül borcumu ödüyorum hem de elimden geldiğince başka yoksul ama zeki çocukların hayatlarının değişmesine katkıda bulunuyorum. Çünkü bizim sloganımız eğitimde fırsat eşitliği. İkinci sloganımız da, eğitimle değişen yaşamlar. Hakikaten eğitimin insan hayatını nasıl değiştirdiğinin bizler birebir örnekleriyiz. İyi bir eğitim, bir insanın iyi bir insan olmasında, gelişmiş, eğitimli, donanımlı, yönetici insan olmasında çok etkili. Darüşşafaka ve Boğaziçi bu bütünlüğü sağladı. Birbirini tamamlayan, sürekliliği olan geniş bir olanak sağladı bana. Darüşşafaka’da okumasaydım Boğaziçi’ni kazanamazdım. Boğaziçi’nde okumasaydım mutsuz olurdum, Darüşşafaka’da aldığım eğitim eksik kalırdı. Kendimi şanslı addediyorum bu iki güzide kurumda okumaktan dolayı. İş yaşamınıza Paşabahçe’de başladınız. Sanırım hiçbir değişiklik de olmadı. Hayır, o zamanlar insanlar o kadar iş değiştirmezlerdi. Darüşşafaka’da ve Boğaziçi Üniversitesi’nde olduğu gibi, Darüşşafaka’dan bahsedecek olursak şu an sanırım belli dönemlerde kayıtlarınız oluyor, sınavlarınız oluyor. Şu an 945 öğrencimiz var. Bunların % 43’ü kız. Kızları eşitlemeye çalışıyoruz. Eskiden daha çok, benim zamanlarımda, İstanbul ve çevre illerden çocuk alırdık. Çünkü onlar ancak duyabilirlerdi, o zamanın iletişim imkânlarıyla; ama şimdi bunu çok geliştirdik. Türkiye çapında 26 ilde bu sene tanıtım yapıyoruz. Annesi veya babası olmayan Türkiye’de yaklaşık 14.000 çocuk var bu sene. Bunu Milli Eğitim Bakanlığı’nın veri tabanından öğreniyoruz. Bu 14.000 çocuğun tamamının adına mektup yolluyoruz. Bununla yetinmeyip daha sonra 26 ilde tanıtım yapıyoruz Sınava girdim. Sınavda iyi bir puan aldığım için girdim. Şu anda öyle bir şey yok. Annesi veya babası vefat etmiş çocukları alıyoruz. Yani, özüne döndü. Mezun olduktan sonra da çocuklar hep takibinizde değil mi? annelere babalara. Hem biz mezunlar olarak gidiyoruz hem de öğretmenlerimiz gidiyor. Sonra da 20 ilde sınav yapıyoruz 1 Haziran’da. Her sene yaklaşık 120 çocuk alıyoruz. Ama tabii yetmiyor, 14.000 çocuktan 120 çocuk. İnşallah bir okul daha açacağız İzmir’de. İzmir’in ortamı ve öğretmen kalitesi bu bakımdan bize yardımcı olacak. Mezun olan ilk kız öğrencilerden biri olmak nasıl bir his? Hikâyelerinizden biraz bahsetmenizi rica edebilir miyim? Darüşşafaka aynen ordu gibi astüst ilişkilerinin olduğu, ağabeylik sisteminin olduğu bir okul. Küçücük çocukken girip, kocaman delikanlı olarak çıkıyorsunuz. Ve okula birden bire 11 yaşında kızlar geliyor. Tabii bizi 100 yıllık bir erkek okuluna gönderme cesaretini gösterdikleri için, annelerimize babalarımıza, sağ olanlara şükretmek lazım. Onlar da muhteşem bir fedakârlıkta bulunuyorlar. Çocuklarından kopma riskini göze alıp, hayatları kurtulsun diye onları bilmedikleri koca bir kuruma gönderiyorlar. Kızlar geldikten sonra okuldaki tüm disiplin ve askeri düzen bozuldu. Ondan sonra iki sene içinde kızlar büyüdü serpildi. Kızlar büyüyünce ağabeylerle özel durumlar olmaya başladı. Bizim oğlanlar kıskandılar; ama iki sene sonra onlar da büyüdü. Alttan gelen kızlar onları çok beğenmeye başladı. Tabii çok güzel, insana dair olan her şey gibi aşk ve sevgi ilişkileri de yaşandı. Birçok arkadaşımız evlendi daha sonra. Bizim adımız hâlâ ilk kızlardır. 53 yaşında bile. O zaman annesi babası sağ olup, yoksul; ama zeki çocukları da alıyorlardı. Benim mesela hem annem hem babam sağdı; ama yoksul bir çocuktum. Evet, üniversite boyunca takip ediyoruz. Mentorluk hizmeti veriyoruz. Burs veriyoruz. Şimdi mesela en büyük amacımız onları yurtdışında okutmak. Çünkü bizim çocuklarımız pek mütevazı, pek içlerine kapanık. “Yahu gidin yurtdışında okuyun, siz çok iyi çocuklarsınız,” diye şimdi biz onları yönlendiriyoruz. Mesela ben Boğaziçi’nde öğrendim yurtdışında okumamın mümkün olduğunu. Özellikle o zamanlar Şerif Mardin çok destekledi beni. Onun sayesinde, burada gözüm açıldı benim. “Aaa ben bunu yapabilirim,” dedim ve sayesinde o koca okuldan tam burs alıp gidebildim. Ama biz şimdi çocuklara bunu daha lisedeyken öğretmeye çalışıyoruz. Darüşşafakalılık çok güçlü bir duygudur. Biz DAÇKA’lılar ilişkilerimizi hiç koparmayız. Mesela bu akşam da bir grupla B 69 B 70 beraberim. Biliyorsunuz, Siirt’te çocuk gelin vakaları çok arttı. Biz bu sene 25 ilde tanıtım yapacaktık, okul tanıtımımızı. Özel olarak DAÇKA’lı kızlar, ayrıca yönetim kurulundan izin aldık, Siirt’e gittik. Siirt’in bütün ilçelerinde, özellikle Pervari, Kurtalan gibi çok geri kalmış bölgelerinde “Bakın bir kız çocuğunun hayatı okursa böyle değişiyor,” deyip, anlatıp oralarda daha fazla kız ve erkek çocukların Darüşşafaka’ya gönderilmesini sağlamaya çalıştık. Bu bizim özel bir projemiz. Bu da bizim gönül borcu ödememizin bir başka şekli. Son olarak eklemek istediğiniz noktalar var mı? Rezidanslarımızdan bahsedebilirim, çok önemli. Bağışçılarımız, genellikle şehirli, kültürlü, varlıklı, yaşlı, çocuksuz insanlar oluyorlar. Darüşşafaka vasiyet bağışçılarına hep sahip çıkmaya çalışıyor ve bunun için de “Ben en iyisi lüks bir bakımevi kurayım. Bu kadar değerli insanlara orada destek olayım. Ortada bırakmayayım; çünkü bakacak yeri yok onların,” diye düşünerek 1997’de rezidans sistemi başlatmış; lüks, kaliteli, hem de verdiğiniz paranın bağışa gittiğini bildiğiniz bir sistem. Türkiye’de bu da bir ilk, Darüşşafaka’ya özel. İstanbul’da üç tane var rezidansımız: Yakacık, Maltepe, Şenesenevler. Bir de İzmir Urla’da var. Yaklaşık 500’e yakın kapasitemiz var. 450’si şu an dolu. Bağışçılarımız çok mutlular, çok keyifle yaşıyorlar. Aynı zamanda da çocuklarla ortak aktivitelere katılıyorlar ve o verdikleri bağışın, paranın nereye gittiğini de bizzat çocuklardan görüyorlar. Belki Boğaziçi’nin değerli mezunlarından ileride bu rezidanslarda kalmak isteyenler de olur. Yaklaşık 13.000 bağışçımız oldu 2013’te. Eskisi gibi sadece zenginler değil, 1.000 lira aylığı olan da ayda 5 lira ile katılıyor. Yani önemli olan bu zaten. Şu anda gördüğümüz, gençlerin orta yaşlarında bir arayış içinde olmaları, Türkiye için bir şeyler yapmaya çalışmaları, bunun en iyi eğitimle yapılacağının bilincinde olarak en değerli, en güvenilir kurum arayışında Darüşşafaka’yı bulmaları. Ayrıca biz kendimizi denetlettiriyoruz. Bir holding gibi, bir firma gibi ve 10 üzerinden 8.64 gibi çok yüksek bir not aldık. Bu, şeffaflığımızın, güvenilirliğimizin de bir kanıtı. İnsanlar bize bağış yaptığında, 5 lira ya da 5 milyon, bu para çok iyi yönetiliyor ve tamamen eğitime gidiyor. Bunun kanıtı da var elimizde. Bu yüzden çok gururluyum. Her ikisini birden böyle, güvenilir bir kurumda gönül borcunu ödeyebilmek herkese nasip olmuyor. Çocuklarımızı bağışlarla okutuyoruz. İnşallah Boğaziçi gibi okullarda daha çok okurlar. Benim zamanımda Boğaziçi daha çok tercih ediliyordu. Şimdi eskisi kadar çok tercih edilmiyor. Bu da beni üzüyor. İnşallah gene artırırız, karşılıklı tanıtımlar yaparak. 18 ILAN SADECE NOSTALJİ DEĞİL YAŞAMSAL BİR İHTİYAÇ Yasemin Dut ‘10 Bu sene 45. yılını kutlayan ve 253 yıllık bir firma olan Faber Castell ile ortak olarak pek çok marka adıyla hem ulusal hem de uluslararası pazarda kendini tanıtan Adel Kalemcilik’in Pazarlama Direktörü Ayşe Kırımlı ‘88 ile marka değerleri, gençlere yönelik gerçekleştirdikleri ve planladıkları projeleri hakkında yaptığımız röportajımızı sizlerle paylaşıyoruz. B 72 Sizi tanıyabilir miyiz? 1988’de Boğaziçi Üniversitesi Sosyoloji Bölümü’nden mezun oldum. Ardından uluslararası işletmecilik yüksek lisansı yaptım. Hemen arkasından da iş hayatına başladım. İlk işim Shell Petroleum Company’deydi. Akaryakıt sektörünün ilk kadın satış elemanı olarak göreve başladım. Görev alanım akaryakıt istasyonları ve madeni yağ bayileriydi. Shell, aslında benim ikinci yüksek lisansım oldu diyebilirim. Hem İstanbul’u daha iyi tanımak, farklı kesimden insanları tanımak -sosyoloji okuduğum için olayın bir de bu boyutu ile de ilgileniyordum- onun dışında iş de çok enteresandı; her ülkeden insan çalışıyordu o yıllarda Shell’de. Malezya, Çin, Uzakdoğu, Hollanda, İngiltere, Fransa… Çok farklı ülkeden insanlar vardı. Beş yılım geçti Shell’de, sonra satıştan pazarlamaya geçtim, Türkiye’ye ilk taşıt tanıma sistemini getiren ekibin başındaydım, çok güzel bir tecrübeydi. Sonra Pirelli’ye geçtim, o da bir İtalyan şirketi. Orada pazarlamada göreve başladım. Yaptığım çalışmalar planlama, fiyatlandırma ve iş geliştirmeydi. Pirelli’den sonra kısa bir kredi kartları tecrübem var, üç dört yıl gibi Garanti Ödeme Sistemleri'nde, Bonus Card’ın, Shop and Miles’ın bütün altyapı çalışmalarında yer aldım. Ondan sonraki işim futbol bahis oyunları; Türkiye’ye İddaa’yı getiren ve pazarlayan ekibin başında ben vardım; hem satış hem pazarlama hem de kurumsal iletişimden sorumlu genel müdür yardımcısı olarak çalıştım orada. Sonrasında perakende Şirketten biraz bahseder misiniz? Bu yıl 45. yılını kutluyoruz Adel Kalemcilik’in; 45 yılda önce küçük ölçekli bir şirket olarak başlamış, sonra yavaş yavaş orta ölçekli bir şirket olmuş. Anadolu Grubu’nun bünyesinde başarılı bir yapı. 1995’te dünya kırtasiye devi Faber Castell ile ortak olmuş, şirketin % 15.4 hissesi Faber Castell’e ait şu anda; ama kurulduğundan beri Faber Castell’in distribütörü olarak çalışıyormuş. O zamanki markası Faber Castell’in, Johann Faber; bu marka Faber Castell’in “emerging market” dediğimiz pazarlara sunduğu bir markaymış. 1995’ten itibaren Faber Castell markasıyla Türkiye’de ve ortaklık yapısıyla varlar. Şu anda Borsa İstanbul’da % 27.7 hissesi halka açık işlem görüyor. Şirket bundan sonra çok hızlı büyüme kaydediyor, özellikle son beş yılda cirosunu iki katına çıkartıyor. Halen de Türkiye büyüme hızının diyebilirim ki size dört beş kat üzerinde bir büyüme ile ilerliyor. Birçok teknolojik ürün eğitimde de hayatımıza girmesine rağmen kalemin, defterin, kırtasiye ürünlerinin yeri hâlâ vazgeçilmez. Adel’e dâhil olan diğer markalar hangileri? Ayşe Kırımlı sayfası, web sitesi var, tabletlerden de oynanabilen oyunları söz konusu. Bu markamız henüz daha yeni büyüyor ve Adel’in alt markası gibi konumlandırılıyor, Adeland çocukların hayatındaki eğlence kavramını sahiplenen bir marka. Faber Castell yaratıcılığı sahipleniyor, Adeland da eğlenceyi sahipleniyor. Sadece kırtasiye ürünü üretmiyoruz bu marka altında, hem oynayacakları hem de boyayacakları ürünleri üretiyoruz. Yani içinde puzzlelar, oyuncaklar, karakterlerin oyuncakları, masa oyunları var. Gelecekte bu karakterlerin peluş oyuncakları, evleri de olabilir… Çocuk kanallarında çizgi filmleri oynuyor, gelecekte sinema filmini yapmayı da düşünebiliriz. sektörüne adım attım; çünkü merak ediyordum perakendeyi. Praktiker bir Alman şirketidir, orada hem yönetim kurulu üyesi hem de pazarlama direktörü olarak görev yaptım ve son olarak da Adel Kalemcilik’teyim. Yani 25 yıllık iş hayatımda çok farklı işlerde ama hep satış, pazarlama ve iletişim alanlarında çalıştım. Şimdi de Adel Kalemcilik’te hem pazarlama hem de kurumsal iletişimden sorumlu direktör olarak görev yapıyorum. Bünyemizde şu anda dokuz marka var; başta Faber Castell var, Faber Castell’in bir Premium markası olan Graf von Faber Castell var. Bu da fiyatları yaklaşık 150 Euro ile 7.000 Euro arasında değişen Premium kalemlerden ve aksesuarlardan oluşuyor: Kol düğmeleri, cüzdanlar, föyler, deri eşyalar gibi… Bunun dışında yine Faber Castell’in sahip olduğu Creativity For Kids, 3-8 yaş grubuna yönelik bir “hobby and craft” markasıdır. Bir de Eberhard Faber adında “art and craft” olarak konumlandırdığımız bir markası daha var. Bunun dışında Adel markamız var, kurumumuzun da adını taşıyan, o da 45 yıllık bir marka; orta fiyat seviyesinde ve geçen yıl lanse ettiğimiz 3-9 yaş grubuna yönelik yarı oyuncaklı ürünler de barındıran Adeland markası. Ayrıca alt fiyat seviyelerinde yer alan Atlas ve Cordial markalarımız ve son olarak portföyümüze katılan, bir zımba/ delgeç markası olan Japon MAX. Adeland markamızdan biraz bahsetmek isterim: Bu büyük bir dünya aslında; çocuklara sunduğumuz bir çizgi film serisi, içinde çok güzel bir hikâyesi var, karakterleri var, bunların maceraları var. Çok renkli bir dünya, sosyal medyada yer alıyor, Facebook Teknoloji ile birlikte aslında kalemden, kalemtraştan tabletlere ya da sosyal medyada uygulamalara geçiş var sanırım. Biz şirket olarak her yıl farklı pazar araştırmaları yaptırıyoruz bağımsız pazar araştırma şirketlerine. İki yılda bir de düzenli olarak marka bilinirliliğimiz ve kullanım oranımız ile ilgili araştırma yapıyoruz. Bir yıl marka algısı üzerine araştırma yapıyoruz, bir de sürekli yaptığımız kalitatif araştırmalar var. Yani "focus grup" çalışmaları var; tüketicinin kullanım alışkanlıklarını, beklentilerini ölçtüğümüz veya yeni bir ürün ve marka piyasaya süreceksek ön tepkilerini ölçtüğümüz çalışmalardır bunlar. Oralarda şunu görüyoruz: Türkiye’de ebeveynler çok daha bilinçli geçmişe göre, şimdi ağırlıklı Y Kuşağı dediğimiz kitle ebeveyn oluyor. Küçük yaşta çocukları olan ebeveynler çok daha bilinçliler, çocuklarını çok daha özgür bırakıyorlar, onları bir birey olarak görüyorlar, onların beklentilerini, gelişimlerini çok yakından takip ediyorlar. X Kuşağı veya daha önceki B 73 “baby boomer” kuşağı o kadar bilinçli olamadı belki, imkânı da yoktu. İnternet tabii dünyamızı çok değiştirdi; çok fazla yeniliğe açığız, buradan yola çıkarak çocuklarını böyle yakından gözlemledikleri için onların gelişimlerine önem veriyorlar. Bununla ilgili birçok yayın okuyorlar ve pedagoglar, psikologlar, bilim adamları hep şunu savunuyor: İnsanoğlunun küçük yaşta el becerilerinin, beyin-vücut koordinasyonunun gelişmesi için çizmeye, yazmaya ihtiyacı var. Aksi halde el kaslarımız gelişmez hatta parmaklarımız giderek kalınlaşır ve ellerimiz bir süre sonra bu aktiviteleri yapmazsak kullanılamaz hale de gelebilir. B 74 Yaratıcılık insanoğlunun mutlaka sahip olup da kullanması gereken bir özelliği, yoksa yok olur insanoğlu yaratıcılığını kaybederse. Çizmek, yazmak, boyamak da birinci derecede yaratıcılığı destekleyen unsurlar. O yüzden ne kadar tabletler, ne kadar bilgisayarlar ve teknolojik cihazlar hayatımızda var olsa da bu cihazlar bahsettiğim bu motor kas gelişimini sağlayamıyorlar. Bu nedenle annebabalar hep çocuklarına boyama kitaplarıyla birlikte farklı boyama ürünleri, değişik boyama aktiviteleri yaptıran atölyelere götürmek, oralarda çocuklarının neler yaptığını görmek konusunda çok hevesliler. Biz de bu tür çalışmaları çok destekliyoruz. Faber Castell 253 yıllık bir marka, bu kadar uzun bir geçmişin tecrübesini üzerinde taşıyor, bunu yaparken de sürekli gözlemliyor yeni nesiller, yeni dünyada ne gibi beklentilere sahipler hep ona uygun ürünler çıkartmaya çalışıyor. Faber- Castell’in merkezi Almanya’da ve orada bir Ar-Ge departmanı var sürekli bunları araştıran. Biz de Adel Kalemcilik’te başta pazarlama departmanı ve laboratuvarlarımız olmak üzere Ar-Ge çalışmaları yapıyoruz, tüketici taleplerini Türkiye’de takip ediyoruz. Zaten Almanya ile sürekli birlikte çalışıyoruz. Faber-Castell’in 14 ülkede fabrikası, 23 ülkede satış ofisi var ve dünyada yaklaşık 120 ülkede de satılan bir marka. Faber Castell ile ortaklığımızın ne derece kuvvetli olduğunu anlatmak için bir örnek vereyim: 2011 yılında Faber-Castell ile %50-50 ortaklıkla Rusya’da Moskova’da ortak bir şirket kurduk, adı Faber Castell-Anadolu. Satış ve pazarlama şirketi. Rusya biliyorsunuz çok büyük bir ülke, 140 milyon nüfusu var yaklaşık Türkiye’de 4-23 yaş grubu nüfus 25 milyon, bu kitle bizim hedef kitlemiz, yani anaokulundan üniversite son sınıfa kadar diye düşünüyoruz. Hemen hemen Rusya’da da 25 milyon kadar genç nüfus var, toplam nüfusa oranı daha düşük bize göre ama ciddi bir potansiyel. O potansiyeli birlikte değerlendiriyoruz, güzel bir çalışma oldu. Başka hiçbir ortağı ile şimdiye kadar böyle bir girişimde bulunmamış Faber Castell. Ürün güvenliği ya da sağlık koşullarına yaklaşımınız nedir? Bizim Adel Kalemcilik olarak da Faber Castell olarak da olmazsa olmaz ilkemiz ürün güvenliğidir. Fabrikamızda bir laboratuvarımız var uzmanlardan oluşan; ithal ettiğimiz, burada ürettiğimiz veya tedarik ettiğimiz her ürünün kalitesi ve güvenliği düzenli olarak test edilir. Çocuklara yönelik ürünler ürettiğimiz, ithal ettiğimiz ve sattığımız için bizim herkesten daha çok özen göstermemiz gerekiyor. Ayrıca dünyaca kabul edilmiş, uluslararası standartlarda çalışan laboratuvarlar da bizim partnerlerimiz. Bütün ürünlerimiz ikinci kontrol için bir de bu laboratuvarlara gidiyor. Oralarda da kontrolden geçtikten sonra üretime başlıyoruz. Eğer herhangi bir şekilde ufacık da olsa bir soru işareti oluşursa zihnimizde, kesinlikle böyle bir ürünü ne üretiyoruz ne ithal ediyoruz ne de satıyoruz. Türkiye’de EN 71 kalite standartları geçerli, bu standartlar Avrupa’da da kabul edilen standartlar. Biz de şirket olarak bunların hepsini karşılayan ürünler üretiyoruz ve satıyoruz tüketiciye. O konuda hiç taviz vermiyoruz. Gümrük ve Tekel Bakanlığı’yla, Sağlık Bakanlığı’yla da çok yakın çalışıyoruz ve onların mutlaka olmazsa olmaz dediği her tür gereği yerine getiriyoruz. Gerçekleşen ve planlanan projelerinizden bahseder misiniz? Ürünlerimizin özünde hep yaratıcılığı destekleyen unsurlar var. Faber Castell’in marka değerleri arasında “yaratıcılık ve inovasyon” bulunuyor. Dolayısıyla çocuklarda yaratıcılığı destekleyen ürünler yapıyoruz, dönem dönem çeşitli aktivitelerde çocuklarla bir araya geliyoruz, İstanbul’daki bilinen bütün müzelerin çocuk atölyelerinin sponsoruyuz. İstanbul Oyuncak Müzesi'nin kuruluşundan beri sponsoruyuz, Rahmi Koç Müzesi geçen yıl Çengelhan Ankara’da ikinci müzesini açtı, İstanbul Modern, Sabancı Müzesi, Pera Müzesi… Tabii bunlar yeterli olmadı bizim için. Öğretmenlere yönelik de çalışmalıyız dedik ve 2012 yılından beri “Yaratıcı Çocuk Yaratıcı Beyin” başlığı altında seminerler organize etmeye başladık. Şimdiye kadar 250’den fazla okuldan katılan 800 öğretmene ulaştık. Organizasyonu bu yıl İstanbul, Ankara, İzmir ve Ordu’da yapacağız. Ama bundan sonra Anadolu’ya daha çok gitmek istiyoruz. Çalışmalarımızda ağırlıklı olarak (yüzde yetmiş) devlet okullarının resim, sanat ve sınıf öğretmenlerini yüzde otuz da özel okulların öğretmenlerini davet etmeye çalışıyoruz: Yaratıcılığın nasıl tetikleneceğini konusunda uzman akademisyenler anlatıyor. İkinci fazda da bu anlatılanların pratikte nasıl uygulanacağını gösteriyor; eğitmenler, projeler hazırlıyor öğretmenlere. Ayrıca bizim düzenli olarak Anadolu’da zor durumda olan köy ilkokullarına ürün desteğimiz var; bize hemen hemen her gün onlarca talep geliyor. Mümkün olduğunca hepsini cevaplamaya C M Y CM MY CY CMY K B O Ğ A Z İ Ç İ Ü N İ V E R S İ T E S İ YAY I N E V İ B O Ğ A Z İ Ç İ Ü N İ V E R S İ T E S İ YAY I N E V İ B 76 çalışıyoruz. Dönem dönem sivil toplum kuruluşları ile yaptığımız projeler var, bir ara UNICEF’in Stars of İstanbul projesine bir yıldız alarak destek olmuştuk. Bu yıl ise 45. yılımız çerçevesinde bir özel ürün yarattık. Bu, ürün aslında çok sembolik bir ürün; üç tane mercanlı kurşun kalem ve bir defterden oluşuyor. Ama çok özel bir kutunun içinde ve çok nostaljik. Bu seti belli noktalarda satışa sunacağız, oradan elde edilen geliri de UNICEF’e bağışlayacağız. Gülben Ergen’in kurduğu Çocuklar Gülsün Diye Derneği ile, ortak bir çalışmamız var, biz onların resmi ürün sponsoruyuz; bütün açtıkları anaokullarındaki kırtasiye desteğini biz sağlıyoruz. Türkiye’de de gençlerin aslında toplumda ne kadar önemli yerleri olduğunu, gündemi nasıl değiştirebileceklerini hep birlikte gördük. Geleceği onlar yönetecekler zaten ülkelerin gelecekleri onlara bağlı diyerek gençlerle bir araya gelmeliyiz, onları dinlemeliyiz onların istediği ürünleri üretmeliyiz dedik. Üniversitelerde bir çalışma yaptık. Adına Tek Çizgide Hayallerim Kampanyası dedik, tek çizgide hayallerini çizmesini istedik gençlerden. Sekiz üniversite dolaştık, Türkiye genelinde 1.500’den fazla öğrenciden çizim toplandı. Bu çalışmayla Türkiye’nin ilk açık hava sergisini yarattık; birçok markanın reklam yaptığı otobüs duraklarını veya duvarları bir hafta boyunca üç büyük ilde, İstanbul Ankara ve İzmir’de, sadece bu gençlerin eserlerini sergilemek için kullandık. Mimar Sinan Üniversitesi ile de bir ortak çalışmamız oldu: Moda Tasarım Bölümü ile bir araya geldik ve ürünlerimiz için desen çalışmaları yapmalarını istedik. Desen sınıfı bir dönem boyunca bizi ders olarak okudu ve süper çalışmalar yaptılar; 12 kişilik bir sınıftı, sekiz çalışmayı seçtik. 2014 yılında bu çalışmalardan oluşan halka açık bir sergi düzenleyeceğiz. 2015 yılında da bu tasarımları, onların yaptığını da duyurarak, ürünlerimizde uygulayacak, üretecek ve Türkiye genelinde satışa sunacağız. Faber Castell’in de bir sanat akademisi var kendi bünyesinde oluşturduğu, Almanya’daki bazı üniversitelerden, akademisyenlerden destek aldığı. Önümüzdeki dönemlerde bu akademi ile de bu çalışmalarımızı ortak yapabiliriz veya burada başarılı olan çocukları orada da kısa bir süre misafir edebilir, oradaki etkinliklere katılmalarını sağlayabiliriz, diye düşünüyoruz. Boğaziçi Üniversitesi kapsamında planlarınız var mı? Öğrencilerin kulüplerde yaptığı etkinliklere şirket olarak katılmayı veya markalarımızla destek olmayı çok isterim; çünkü ben de öğrenci iken İşletme Kulübü'nün yönetim ekibindeydim ve son iki yılımda çok faal çalıştım. Kulübün şu anda kullandığı logonun tasarımını bizzat benim başında olduğum ekip yaptı. “Tea and Talk”ları ilk biz başlattık ekip olarak. Onun için öğrenci kulüpleri ile çalışmalar yapmak benim için çok önemlidir. Bağlı olduğumuz Anadolu Holding bünyesinde bir de vakfımız var: Anadolu Vakfı. Bu vakfın oluşturduğu bir mentorluk programı var öğrencilere yönelik; çünkü bu vakıf burs veriyor üniversite öğrencilerine. Bursiyerler arasında her üniversiteden öğrenci var, Boğaziçi Üniversitesi’nden de öğrenciler var. Ben de bu mentorluk programı içinde mentor olarak yer alıyorum, hatta benim menteem de bir Boğaziçi Üniversitesi öğrencisi. Gönül bağım her zaman var üniversite ile. Hem biz şirket olarak hem de ben Ayşe Kırımlı olarak her zaman, her koşulda destek olmak istiyorum üniversiteye. Paleontoloji yeryüzündeki yaşamın tarihini Paleontolojiiçin yeryüzündeki yaşamınsorulara tarihini anlayabilmek fosilleri kullanarak anlayabilmek için fosilleri kullanarak sorulara yanıt arar. Doğal seçilim evrimin nedeni olarak yanıt arar. Doğal seçilim evrimintarihin nedeniakışı olarak ne kadar önemlidir? Evrimsel ne ne kadar önemlidir? tarihin akışı ne ölçüde şansa bağlıdır?Evrimsel Evrim ilerlemeci midir? ölçüdegibi şansa Evrim ilerlemeci midir? Bizim dil bağlıdır? ve alet kullanan zeki yaratıkların Bizim gibi dil vemıdır alet kullanan zeki yaratıkların evrimi kaçınılmaz yoksa varlığımızı tarihsel evrimi kaçınılmaz mıdır yoksa varlığımızı tarihsel rastlantılara mı borçluyuz? Kitapta görüşlerine yer rastlantılara mı borçluyuz? görüşlerine yer verilen paleontologlar buKitapta sorulardan bazılarının verilendair paleontologlar bu sorulardan bazılarının yanıtına ipuçlarının fosil kayıtlarında yattığını yanıtına düşünüyorlar. dair ipuçlarının fosil kayıtlarında yattığını Paleontoloji ve Evrim, felsefi düşünüyorlar. Paleontoloji ve Evrim, felsefi düşüncelerin paleontolojiyi derinden etkilediğini düşüncelerin paleontolojiyi derinden etkilediğini öne sürüyor; evrime dair paleobiyoloji devriminin öne sürüyor; evrime paleobiyoloji devriminin ortaya çıkardığı bazıdair büyük fikirler ve sorular için ortaya bazı büyük fikirler ve sorular için felsefiçıkardığı eğilimi güçlü bir rehber olmayı amaçlıyor. felsefi eğilimi güçlü bir rehber olmayı amaçlıyor. Son olarak eklemek istediğiniz bir konu var mı? Şunu eklemek isterim: Adel Kalemcilik’in değerlerinin tam merkezinde “iyilik” vardır. İyilik bizim en önemli değerimiz; çünkü ürettiğimiz, sattığımız tüm ürünler hiç kimseye zararı olmayan, çocukların hayatını renklendiren, onları eğitimine büyük destek olan, geleceğin belki ressamlarının, dâhilerinin, mühendislerinin yetişmesine neden olan ürünler. O yüzden biz, bütün yaptığımız çalışmalarda, sponsorluk çalışmalarında, tasarladığımız ürünleri üretirken hep o iyilik özümüzü korumaya çalışıyoruz. Gence, çocuğa, insana dokunduğumuz her şeyde, hep içinde bir “iyilik” olmasına özen gösteriyoruz. iLETİŞİM iLETİŞİM Psikanaliz ile edebiyat arasında nasıl bir ilişki varPsikanaliz ile edebiyat nasıl bir Peter ilişki Brovardır? Psikanalitik eleştiriarasında nasıl bir yol izler? dır? eleştiri bir yol izler? Brooks, Psikanalitik Freud’un cinsel arzunasıl ve anlatısal olay Peter örgüsü ile oks, Freud’un cinsel arzuarasında ve anlatısal olay örgüsü ile erotik ve estetik biçim bir analoji olduğu erotik ve estetik biçim temel arasında birve analoji olduğu yönündeki varsayımını alıyor edebiyatı inyönündeki varsayımını temel alıyorolarak ve edebiyatı insan varoluşunun temel bir parçası kabul edisan varoluşunun temel bir parçası kabul ediyor. Brooks’a göre, “insana düşen olarak hisse”nin ortaya yor. Brooks’a göre, “insana düşen ortaya çıkarılması için yazarın, okurun yahisse”nin da kurmaca kaçıkarılması değil, için yazarın, okurun ya da kurmaca karakterlerin kelimenin tam anlamıyla edebiyarakterlerin kelimenin tamPsikanaliz anlamıylave edebiyatın biçiminideğil, incelemek gerekir. Hikâye tın biçimini psikanaliz incelemek gerekir. Psikanaliz ve Hikâye Anlatclğ, ile edebiyat arasındaki zenAnlatclğ, psikanaliz zengin bağlantıların açık ile bir edebiyat anlatımlaarasındaki ve örneklerle gin bağlantıların açık anlatımla ve örneği. örneklerle ortaya konduğu saf bir bir edebiyat kuramı ortaya konduğu saf bir edebiyat kuramı örneği. BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ YAYINEVİ bupress@boun.edu.tr BOĞAZİÇİ ÜNİVERSİTESİ Telefon/Faks: 0212 257 87 27YAYINEVİ bupress@boun.edu.tr www.bupress.org Telefon/Faks: 0212 257 87 27 www.bupress.org SİPARİŞ SİPARİŞ www.pandora.com.tr Telefon/Faks: 0212 230 09 62-63 www.bupress.org www.pandora.com.tr Telefon/Faks: 0212 230 09 62-63 www.ide x.com www.bupress.org www.pre x.com.tr www.idex.com www.emekkitap.com www.prex.com.tr www.emekkitap.com BİR BOĞAZİÇİ HİKÂYESİ ONU BEKLİYOR Boğaziçi Üniversitesi ElektrikElektronik Mühendisliği Bölümü'ne girmeye hak kazanan Safa Can Medin, MF-1, MF-2, MF-3 ve MF-4 puan türünde Türkiye birincisi ve Ordu Fen Lisesi mezunu. Kendisine ulaştık ve Boğaziçililiğe adım atmasına dair görüşlerini aldık. Safa’yı tekrar tebrik ediyor ve başarılarının okurken de, mezun olduktan sonra da devam etmesini diliyoruz. Sefa Can Medin ile üniversite mezuniyeti sonrasında tekrar röportaj yapmak dileğiyle. Üniversite sınavına hazırlanırken nasıl bir çalışma motivasyonuna sahiptin? B 78 Sınava hazırlık sürecinde günlük, haftalık ve aylık çalışma programlarım vardı ve bu programlara mümkün olduğunca uymaya çalışırdım. Uyamadığımda ise kendimi rahatsız hisseder ve birkaç gün daha fazla çaba göstererek durumu kurtarmaya çalışır, bu şekilde kendimi motive ederdim. Tabii ki bu durum hep bu şekilde devam etmedi, motivasyonumun sıfır denecek kadar azaldığı birçok dönem yaşadım. Böyle bir durum söz konusu olduğunda da bir sene sonraki hayatımı, olmasını istediğim şekilde hayal ederek (ve evet hayallerimde Boğaziçi Üniversitesi vardı!) motivasyon sağlardım. Fakat bazen bunun bile işe yaramadığı dönemler oldu, 17-18 yaşlarında bir gençsiniz, evokul-dershane üçgeninde geçen son derece sıkıcı bir yaşamınız var ve bu yaşınızda böyle bir hayatınızın olmasını arzu etmezsiniz– işte bu dönemleri de ailemin ve öğretmenlerimin destekleriyle atlatarak motivasyonumu tekrar kazandım. Ve sonra tekrardan çalışmaya devam! Boğaziçi Üniversitesi'ni tercih ederken beklentilerin nelerdi ve kazanmış olduğunu öğrenince nasıl hissettin? 15.10 çarşamba 19:30 22.10 çarşamba 19:30 Safa Can Medin Boğaziçi Üniversitesi’nin adını ilk olarak ilkokul ikinci sınıfta öğretmenimin sınıfa üniversite taban-tavan puanları listesini getirmesiyle duymuştum. Puanlarının en yüksek olması sebebiyle bir hayli dikkatimi çekmişti ve içimde Boğaziçi Üniversitesi’ne karşı bir sempati, bir istek oluşmuştu. Fakat çocuklukta yaşadığım bu durum o dönem için çok da ciddiye alınabilecek bir his değildi. Ortaokul yıllarımda daha çok lise tercihlerine yoğunlaşmıştım. Liseye başladığımda ise Moleküler Biyoloji ve Genetik Bölümü ilgimi çekiyordu ve üniversite olarak Boğaziçi Üniversitesi’ni düşünüyordum. Yaşım ilerledikçe hayata daha realist bakmaya başladım, kendimi daha iyi keşfettim ve matematik-fizik alanına daha yatkın olduğumu fark ettim. Bu yüzden mühendislik bölümleri üzerine yoğunlaştım ve hala aklımda üniversite olarak yalnızca Boğaziçi Üniversitesi vardı. Çünkü Boğaziçi Üniversitesi akademik manada ülkemizin ve dünyanın en önde gelen üniversitelerindendi, çünkü Boğaziçi Üniversitesi hayatımın 18 yılını geçirdiğim küçük bir şehir olan Ordu’daki sosyal yaşantı eksikliğimi giderebilecek mükemmel bir sosyal potansiyele sahipti, çünkü Boğaziçi Üniversitesi aşık olduğum şehir olan İstanbul’un en mükemmel yerlerinden biri üzerine konumlanmış mükemmel bir üniversiteydi. Çünkü Boğaziçi Üniversitesi, Boğaziçi Üniversitesi’ydi! Neticede, üniversite sınavı sonuçları açıklandığında Boğaziçi Üniversitesi’ni garantilemiş olmanın mutluluğunu ve gururunu yaşadım, hedefimi sorduklarında büyük bir coşkuyla “Boğaziçi Üniversitesi ElektrikElektronik Mühendisliği!” diyebildim, havada uçarcasına Boğaziçi Üniversitesi’ni tercih ettim ve tercih sonuçları açıklandığında –sanırım bu kadar coşku yetti– sonuç ekranına bakıp yalnızca tebessüm ettim. 24.10 BİLGİ İÇİN Boğaziçi Üniversitesi Kurumsal İletişim Ofisi Klasik Müzik Koordinatörlüğü www.klasikmuzik.boun.edu.tr klasikmuzik@boun.edu.tr / 0212 359 66 48 R E Z E R VA Z Y O N Boğaziçi Üniversitesi Mezunlar Derneği (BÜMED) Aysun Yıldır 0212 359 45 55 / 0212 263 76 50 Facebook Sorumuz: AKIL BOĞAZİÇİLİ İÇİN NE İFADE EDER? Dergi Ekibi Akıl teması çerçevesinde hazırladığımız dergimizde mezunlarımıza “Akıl bir Boğaziçili için ne İfade eder? Sorusunu yönelttik. İşte yanıtlar… Suna Akılotu POLS ‘97 Hayata tutunabilme yeteneği Ayşegül Aracı İyiaydın, PDR '07 Güç Seda Büyüklü PHIL'98 Herhangi biri için sözlük anlamına bakınız. Bir Boğaziçili için ise her koşulda sözlük anlamına “fark yaratarak” ibaresini eklemek gerek Fatih Olcay CMPE ‘88 Karar ve davranışlarının uzun vadeli sonuçlarını da öngörerek en yüksek faydayı (maddi ya da manevi) getirecek şekilde hareket edebilme yetisi IŞIL ÖZTÜRKLER '09 Mukayese kabul etmeyen durumlar kişiler olaylar üstü farklı bir yerde konumlanma becerisi Oğuzhan Ertem AD '06 Sonuca ulaşabilme, hedefi başarma yetisi Volkan NALCI, Pols'08 Güzellik Çiğdem Dalay, LL'97 Hayatı kendin ve başkaları için güzelleştirebilmenin ilk şartı Güneş Bahçekapılı, TRM MNGMT ‘08 Doğruyu ve yanlışı ayırabilmek, düşünce yürütebilmek ve görüş aktarabilmek Ozan Özkan AD '08 Noktaları birleştirebilme becerisi B 80 Semih Kaya Pred Math ’09 Çözüm üretebilme A. Fügen Çiftçiler BA '91 Bağlantıyı kurmak, tercih yapmak ve buna uyum sağlamak Mehtap Sabah Matematik Öğretmenliği ’93 Uyum gücü Berta C.Behar Banana Mathematics ’95 Zor koşullarda hemen ve doğru yönde karar verebilme yetisi Katre Koç POLS '99 Olayları istenilen sonuca yönlendirebilme kabiliyeti Esra Atahan Yüksel, ECON '07 İpucu Deniz Kalyoncu PDR '09 Algı Pelin Ülger, COMP MYO '87 Bilgiyi anlayıp içselleştirebilme ve kullanabilme becerisi Alper Mimioğlu POLS '95 Kendin olabilmek B 81 Bilişen Köşe Semih Tekten '14 "I had attracted some attention, question was... Good guys... Or bad guys" George Stobbart, Broken Sword 3 B 82 Çok niş bir kitle macera (adventure) oyuncuları. Birçok bilgisayar veya konsol (video) oyununun aksine, oyuncunun reflekslerinden çok hikâye akışını takip etmesini, sürekli hikâyedeki karakterlerle, olaylarla ilgili düşünmesini ve gizli bağıntıları ortaya çıkarmasını talep eder macera oyunları. Birçokları tarafından da ya sıkıcı bulunur, ya da “Başkasının aklını oynuyorsun!” gibi eleştirilere maruz kalırlar. Çoğunlukla video oyunlarının amacı oyuncuya salt eğlence ve sıkılmadan boş vaktini geçireceği meşgale sunmaktır. Macera oyunlarının eğlenceli olmak gibi bir derdi yoktur; şirin, eğlenceli veya sıkıcı olabilirler, ancak oyuncunun hikâye akışını tamamlamasını isterler. İzlediğiniz filmde bir sonraki sahneye geçmek için doğru eylemi yapmak zorunda olmanız gibi düşünebilirsiniz. Macera oyunları, doğaları gereği oyuncunun hikâyeye aktif katılmasını, yönettiği karakterle özdeşlik kurmasını, alışık olmadığı tarzda bulmacaları çözmesini gerektirir. Bu sebepledir ki oynarken aklınızı kullanırsınız. Sürekli ipucu arar, nedensonuç ilişkileri kurmaya çalışırsınız. (Bazı macera oyunları bu neden-sonuç ilişkilerini de kırıp, bilerek irrasyonel olaylar, karakterler içerir; bu kırılımı fark ederek oynamak da oyuncuya ayrı bir keyif verir.) Akıllı telefonlarda oynanan reflekse dayalı oyunların aksine, yoğun bir beyin eforu gerekir macera oyunlarında. Video oyunları arasında en iyi senaryoyu macera oyunlarında bulabilirsiniz. Macera oyunlarının bir diğer kendine has özelliği ise, oyunlar eskise bile senaryolar kalitesini koruyabileceğinden, macera oyuncularının 20-30 sene önce yayınlanmış oyunları oynayabileceği ve günümüz oyunlarından daha çok sevebileceğidir. Macera oyunlarına da bir şans verin! İyi oyunlar! Not: Oyun önerisi isteyenler çekinmeden e-posta ile ulaşabilirler! tektensemih@gmail.com BENİM İBADETHANEM, BEDENİM! (*) Sepin İnceer ‘99 B 84 Herşey, dönüyor, dolaşıyor, beni bedene getiriyor. Mesela… Aysan’la ilişkimde, bir halim var, Aysan’ın geç kalmasına kızmış halim. Aysan benden beş buçuk yaş büyük ablam. Buçuk önemli. O yaz bebeği ben ise kış. O yüzden beş buçuk. Uzun süre, on dört sene kadar, yurtdışında yaşadı, çalıştı. 2008’den beri İstanbul’da. Yunan ve çok sevdiğim biriyle evli. İkimiz de aynı şehirde yaşayınca bol bol görüşüyoruz. Bana ve kızıma şoförlük yapıyor, karşıdan geliyor, bizi alıyor, hep bizim tarafta bir yerlere gidiyoruz, programlar yapıyoruz. Çoğunda annem de bizimle. Öyle kız kıza ya da kadın kadına takılmayı seviyoruz. Buraya kadar şahane. Ama bu programların bazılarında, benim kafamda hep bir saat var ya, ya da var işte öyle bir saat, Aysan, o saati bilsin ya da bilmesin, bir şekilde uymazsa benim akrep ve yelkovana, bana birşeyler oluyor. Aysan’ın geç kalmasına kızmış halimde, ona karşı kalbimdeki o sıvı sevgi bir süreliğine bedenimi terk-i diyar ediyor gibi yapıyor, taşlaşıyor. Kalp atışım hızlanıyor, üst bedenimden bir sıcaklık boğazıma doğru çıkıyor. Öfkeden deliriyorum. Resmen de-li-ri-yo-rum. Bir “Bunu bana nasıl yapar”lar zinciri omurgamın bir ucundan diğer ucuna gidip gelmeye başlıyor. Ela’nın öğlen uyuması gerektiğini biliyor ama gene de geç geliyor – bunu bana nasıl yapar? Akşam bilmem nereye geç kalmamam gerektiğini biliyor, gene de geç kalıyor – bunu bana nasıl yapar? Vır vır vır da vır – bunu bana nasıl yapar? Dır dır dır da dır dır dır dır – bunu bana nasıl yapar? Üstüne üstlük duygularımı dışa vurmada herhangi bir sıkıntım olmadığı için, içimdeki yüksek seste gürültü yapmaya devam eden vır vır ve dır dır’ı Aysan’la paylaşıyorum. Aysan bazı gün alttan alıyor (alttan alınmak zorunda kalınması, ne kadar da fena), bazı gün çat çat benimle tartışmaya giriyor, bazı gün orta derecede bir sarsıntı yaşıyoruz. Bazen, annem son derece ortada kalarak, bu tartışmalarda zorunlu hakem oluyor. Bazen benim sinir harbimden kendi payını da alıyor. Sesim başkalaşıyor, sözüm başkalaşıyor, özüm başkalaşıyor. O günkü uzatma / kısa kesme moduma göre, on beş dakikadan bir saate kadar uzayabilen bir sinir harbi yaşıyorum. Bir hortum adeta. Çoğu kez bitince biraz ağlıyorum. Sonra geçiyor. Sanki o deliren kadın ben değilim. Özellikle içine annemi de çekmişsem acayip bir suçluluk duygusu sırtlarıma yükleniveriyor. (Sonra yoga pratiğimde gelsin bhujangasana’lar, salabhasana’lar) Sabun köpüğü misali. Resmen sabun köpüğü. Yıkanıp gidiyor. Aysan’la birbirimize aşk-ı ilan edip, programımız neyse öyle devam ediyoruz. Keyifli bir İstanbul günü yaşıyoruz. Bir konserde beraber çok iyi vakit geçiriyoruz veya bir edebiyat kursunda… Neokorteks beynim, bu hortum geçip de yaşadığımı anlamlandırmaya çalıştığında, hiçbir yere varamıyor. Herkesi bekleyebilen ve çoğu kez de başkalarını bekleten ben, Aysan’ın azıcık bir geç kalmışlığıyla neden bir canavara dönüşüyorum? Çok saçma sapan bir şey, bekle iki dakika, ne oluyor yani? Aslında olan ne? Beynimin kendi zekâmın almadığı bir hızla iletişim halinde olan nöronları ve bedenin hafızası Aysan’ı beklemek zorunda kaldığım geçmiş travmatik olayların (babamın cenazesi ve annemin beyin ameliyatı – Aysan o dönemde Amerika’da yaşadığından ikisine de yetişememişti) hatırası ve hissini bulup çıkarıyor ve olanlar oluyor. Evet, Aysan, iki çok korktuğum olayda, başka bir kıtada olmasından dolayı, anında, yanımda olamadı ve onu bekledim ve gecikti: 1995’te babam öldüğünde ve 2000’de annem hiç beklenmedik bir şekilde apar topar beyin ameliyatına alındığında. Çok korktum, korkumun can yoldaşı öfkem de, Aysan’ın geç kalmasından sebeplenip, gelip korkumun koluna girdi sanırım ve bedenimde Aysan’a karşı deşarj edemediğim birşey olarak kilitlenip kaldılar. Kaç sene geçmiş üzerinden ama bedenimdeler, biliyorum. Ve o ikisi bedenimde bir yerde kilitlenip deşarj olamamışken, Aysan’ı her beklediğimde, beynimdeki nöronlar, alışkanlık haline getirdikleri öfke nöbeti yolundan o kadar çok geçtiler ki, başka bir yol bilmez oldular. Bana da, senelerdir, Aysan’ı beklediğim her durumda, o bilindik yolun bilindik sonuna hızlıca varıvermek düştü ve şahane bir abla-kardeş krizi yaratma konusunda uzmanlaştım. Benim zihnimdeki parçaları birleştirince yazdığım hikâye bu. [Ama işin komiği bambaşka bir hikâye de olabilir, ne babamın ölümüne ne annemin beyin kanamasına bağlanan. Ne olduğunu bilmem gerekmiyor. Hikâyesini irdelemem gerekmiyor.] Ne yapmalıyım? Hortuma yakalanmayacağım diye Aysan’la program yapmaktan imtina edecek halim yok, sonuçta ablam oluyor kendisi; ama benzer başka zamanlarda, neyse kaçtığım, ondan kaçacağım diye, durumlardan, kişilerden, tecrübelerden, çok sevdiğim değişimden, yenilikten imtina etmişliğim vardır ve nasıl hiçbir işe yaramadığını da çok iyi bilirim. Bir işe yaramadığı tescillidir yani. Çözüm tecrübeden kaçışta değil, gene bedenimde, bedenimde olanları takipte, bunu o kadar iyi biliyorum ki. Aysan beni beklettiğinde, gene öfkelenmeye doğru gidiyorsam, hızlanan kalp atışımı, beynime doğru hücum eden sıcaklığı, bazen terleyen ellerimi yakalamak. Ve beynimde, o çıkar da çıkmaz yola girmeden, başka bir yoldan devam etmek, tek yapmam gereken bu. Kaçınarak değil, yaşayarak, ama yaşarken bedeni dinleyerek, ondan kopma yanlışına düşmeden. Bedenimde yaşadıklarıma tanık olarak, tanık kalarak... Sadece bu hortum için değil ve sadece bu hortum esnasında değil, yapabildiğim ölçüde bedenimde kalarak. Bunu bana nasıl yapar ve benzeri çıkmaz yollara hemencecik, benim nöronlar o yolları avucunun içi gibi biliyor diye, girivermeden. Bu bir süreç. Hemen olmayacak. Ama biliyorum ki, bedende kaldığım sürece, hortum(lar) dönüşecek. Belki önce şiddetli bir fırtınaya, sonra da yavaş yavaş toprak kokulu yağmurlara. Ne varsa bedende var. Bedenim benim ibadethanem. (*) Sevgili David (Cornwell)’e sonsuz teşekkürlerimle. SEPİN İNCEER KİMDİR? Mutlu çocukların ve kadınların dünyayı değiştirebileceğini düşünen bir kadın, eş, anneyim.Üsküdar Amerikan Lisesi '95, Boğaziçi İşletme '99 mezunuyum.15 senelik profesyonel hayatıma bir yatırım fonunda direktör olarak devam ediyorum. Çok sevdiğim yogada derinleşmek için yoga ve meditasyon eğitmeni oldum. Aletha Solter'den farkında ebeveynlik sertifikam var. (www. awareparenting.com) Kadının doğum yaparak yeniden doğduğuna inanırım: DOĞANA – Doğumda Kadın Hakları Derneği kurucu üyesiyim. Kadının ekonomik özgürlüğü olmadan herhangi bir özgürlüğü olamayacağını savunurum: Women Presidents’ Organization – WPO Türkiye ve KAGİDER – Türkiye Kadın Girişimciler Derneği üyesiyim. Diğer yazıları için: www. sepininceer.com B 85 B 86 B 87 LAS VEGAS Vedat Güven '89 Las Vegas’a yolu düşecek olanlara deneyimlerimi aktarmak istedim. Oteller, kulüpler, eğlence mekânları, araçları, restoranlar, ulaşım gibi başlıklar altındaki izlenimlerimi, önerilerimi sizlerle paylaşıyorum. B 88 Otel seçenekleri ve tecrübeleriyle başlamak gerek diye düşünüyorum; zira otel konusu bir hayli önemli. Hangi otelde kaldığının bir iki açıdan önemi var. Otellerin balkonu olup olmadığı da önemli. Balkonu yok ise otel eski demektir. Balkonlu bir otelde konaklamayı sağlayabilmek sizi oldukça rahatlatacaktır. Ancak oteller sadece konaklama yerleri değil, aynı zaman gezilecek yerler de. Yani müze gezer gibi oteller geziliyor. Ayrıca o otelde “shoping mall” var mı, havuzu kaliteli mi, gece kulübü şık bir yer mi, restoran ve kafeleri ne durumda gibi sorular Havuz deyince atlayacağım, yüzeceğim diye düşünmeyin. Sadece bizim otelin havuzları değil Las Vegas’taki nerdeyse tüm havuzlar diz boyunda bilemedin bel boyunda. Yani havuzlar yüzme amaçlı değil. İçinde dikilmek amaçlı, bilemedin biraz da dans ediyorsun. Herkesin elinde alkol ve bazıları sigara bile içiyor havuzda. Her otelin kocaman kumarhanesi var. Hatta sadece otellerin değil, her iş yerinin, her AVM’nin her dükkânın var. Yani sanki kumarhaneler Las Vegas’ın içinde kurulmuş değil de Las Vegas büyük bir kumarhanenin içinde kurulmuş gibi. Marque Club. Çok "trendy" bir yer. İçeri girmek için hafta içi yarım saat hafta sonu bir saate kadar kuyruk beklemek gerekiyor. Giriş ücreti $40. Ancak otel müşterilerine hem bedava hem de girişte sadece 3-4 dakikalık bir kuyruk oluyor. Ancak ben bu gece kulüplerine niye gidiyorlar anlamadım. Bizim gittiğimiz diğerlerine göre daha iyiydi; çünkü yarısı kapalı alan yarısı ise açık bir alandı. Kapalı alanda olan gece kulüplerinde (Hasakan, Light, XS gibi) konuşmak mümkün değil. Gençler oraya partner bulmaya gidiyorlar. Kardeş otel Wynn ile beraber. Kardeş derken aynı gruba ait, birbiriyle yer altından bağlı, mimarileri çok benzer yan yana iki otel. Bu iki otel de güzel ama balkonu yok. Bu otellerin havuzu ve gece kulübü fazlasıyla havalı. Havuzunun adı Surrender. Oldukça büyük. “Cabana”ları ve locaları oldukça pahalı. Güzel konumlu ve büyükçe bir “cabana”nın hafta sonu kirası günlük $10.000. Gece kulübünün adı ise XS. Mandarin Otel; ben gidemedim; ama 14. katındaki kafede çay içmek bir ritüelmiş Las Vegas’ta. Vakti olanlara duyurulur. Luxor Otel; Mısır’daki piramitten otel yapmışlar. tercihleri belirlemede önemli. Las Vegas otelleri deyince ilk akla gelen Bellagio Otel tabii ki. Önünde kocaman bir “fountain” var. 15 dakika aralıklarla müzik eşliğinde yapılan ışık ve su gösterisi seyre değer. Las Vegas’ın kült oteli. Ancak eskimiş bir otel. Ben kalmadım, İkmet kalmış. Onun yorumuna göre odalarda eski otel kokusu varmış (ne demekse...) Bizim kaldığımız otel Cosmopolitan Otel, kısaca Cosmo diyorlar. West Tower ve East Tower diye iki kuleden oluşuyor; 62 ve 70 katlı bloklar. İkmet’le tahmin oyunu oynadık ve otelde 3.000 adet oda olduğunu ve yıllık cirosunun (kumarhane hariç) 700 milyon $ olduğunu tahmin ettik. Otelin üç havuzu var; Bamboo Pool (sakin bir havuz), Boulevard Pool (hareketli ve eğlenceli) ve Marque Pool (“trendy.”) Böyle önemli yapıların taklitlerini ve abartılı olanlarını görmeniz mümkün. Mesela London Eye, orijinalinden daha büyük bir şekilde taklit edilmiş. Otelimizin iki tane barı vardı. Bir tanesinin adı Bond Bar ve şehirde yaygın bilinen bir bar. Otelimizin gece kulübünün adı Başka hangi oteller var? MGM Otel, Casers Palace (Cheesecake Factory ve çok güzel dükkânlar var içinde), Flamingo (çok ama çok eski ama kumarhanesinde kuğular, ördekler, kaplumbağalar geziniyormuş; ben gidip görmedim), Venezia (içinde su kanalları var, gondollarla geziyorsun, Floransa’nın Pente Vecchio’su var), Trumph Otel, Aria Otel, New York Otel (bir adet roller coaster var. Evet doğru okudunuz.) Bildiğiniz roller coaster. Bir kere binmek için $13, gün boyu istediğiniz kadar binmek için $25 ödüyorsunuz. Encore Otel de Las Vegas’ın rağbet gören otellerinin başında geliyor. Şehrin tam ortasında binaların ve kafelerin arasına sıkışmış bir Eiffel Kulesi de var. Eiffel Kulesi Paris Las Vegas Oteli’nde doğal olarak. Stratosphere Otel; şehrin dışında diyebiliriz BB 89 89 B 90 Stratosphere Otel: Otelin 1.400 feet yüksekliğinde bir kulesi var. Şiddetle tavsiye ederim. Kuleye şehri 360 derece seyretmek için çıkıyorsunuz. Bunun dışında adrenalin seviyorsanız, paraşütle atlayışın da dâhil olduğu pek çok aktivite bulmanız mümkün. Paraşüt atlayışlarının videolarını izlemenizi tavsiye ederim. Kuleye çıkış için $18 ödüyorsunuz. Eğer kuleye çıkıp, üç farklı aktiviteyi sınırsız kullanmak istiyorum diyorsanız ücret $34. Big Shot: 108. katta olmasına rağmen, bir de üzerine direkler eklenince yaklaşık 100 metrelik bir yapı ile karşılaşıyorsunuz. Bu direklerdeki koltuklara oturup, koltukların sizi daha da yukarıya fırlattığı bu mekanizma adrenalin sevenler için oldukça zevkli. X-Scream: Güzel hem de çok güzel bir aksiyon diyebilirim. Sadece 20 metrelik bir rayın üzerindeki vagondasınız. Rayın ucu binanın dışında ve ray aşağıya doğru eğilince vagon serbest düşüş yapar gibi rayın üzerinde kaymaya başlıyor ve tam ucunda, bir anda duruyor. Insanity: bunu yaptım; ama bir daha yapar mıyım? Hayır. Bir adrenalin makinasına sadece bir kere bineceğimi, bir daha binemeyeceğimi hiç zannetmezdim. 400 metre yükseklikte ahtapot kolları gibi sürekli dönen ama göbeğinizden sıkıştıran koruma dışında başka bir koruması olmayan bir alet düşünün. Omuzlarınızın üzerinden geçen, yanlarını kapatan bir koruma yok. Oldukça uzun bir süre bilincimi kaybetmenin eşiğinden döndüm. Sürekli kendimle konuştum ve kendimi “Bayılmayacaksın Vedat,” diyerek ikna ettim. Kuleden atlamak da ayrı bir adrenalin. Hayır, ben bunu yapmadım. Video çekimiyle beraber $140. Kulenin 108. katından atlıyorsunuz. Yükseklik yaklaşık 300 metre. Bu otellerden başka Monte Carlo Resort, Trump Otel, Excalibur Otel, Four Season ve Hilton da var. Bitti mi oteller? Tabii ki hayır. Koca cüsseli ve güzel isimli onlarca otel daha var. Las Vegas’ın önemli caddesinin adı Strip. Muhtemelen şehrin göbeğini güney – kuzey doğrultusunda ikiye ayırıyor da adı oradan geliyor. Uzun bir cadde. Uzun demişken mesafeler gerçekten uzun. İlk gecemizde MGM otele gitmek için kendi otelimizden çıktık. Gideceğimiz yer hemen karşımızda olduğundan İkmet’in taksi alalım önerisini reddettim. Ama yol yürümekle bitmedi. Meğerse binaların anormal büyük olması sebebiyle ben gideceğimiz yeri hemen şurası diye algılamışım. Yaklaşık yarım saat yürüdüğümüze göre 2,5 km mesafe varmış bu dip dibe gibi duran iki otel arasında. Taksi demişken; Las Vegas’ta taksiye binmek öyle kolay bir iş değil. Hatta sadece binmek değil inmek de kolay bir iş değil. Taksilere sadece otellerden veya alışveriş merkezlerinden binip yine oralarda inebilirsiniz. Yani yolda boş bir taksi görünce boşu boşuna elini kaldırıp da “hey, taksi” diye bağırmayın. Pekiyi, kabul ettik sadece otellerden veya alışveriş yerlerinden taksiye binebiliyoruz. İnmek daha doğrusu inememek ne oluyor? Taksiye “Tamam geldim, çek kenara, ineceğim,” diyemiyorsun. Mutlaka bir otelin veya alışveriş merkezinin taksi yerlerinde inmek gerekiyor. Öyle rastgele inmek yok. Otellerde taksi ve limuzinler için dört adet sıra var. Birincisinde taksi line’a girip bineceğiniz taksiyi bekliyorsunuz. Vale hem taksiyi hem sizi hem de kuyruğu çok güzel yönlendiriyor. Diğer bir sıra ise, gelen taksilerden inen yolcuların sırası. Aynı durum limuzinler için de geçerli; yani bineceğin limuzin için sıra ayrı müşteri indiren limuzinlerin sırası ayrı. Anlayacağın otellerin giriş çıkışlarından bir tanesinin önünde 6-8 dönümlük bir alan bu amaç için ayrılmış durumda. Taksi yolculuğunuz boyunca taksi içindeki reklamlardan sürekli bir tanıtım ve reklam bombardımanına tutuluyorsunuz. Gece kulüplerini yukarıda otellerle beraber okudum; ama aklımda kalmadı diyorsanız genel bir tanıtım yapayım: bir AVM’ye gitmek isterim derseniz, Fashion Show Mall’ı tavsiye ederim Encore ve Wynn Oteli’nin yakınında. Oldukça büyük ve çok güzel marka ve mağazaların olduğu bir AVM. Hakkasan: Müzik güzel ama kalabalık ve üstü açık değil. Biz gittiğimizde en “trendy” yer burası idi. O gece şansımıza Tiesto vardı. Light Night Club: Müzik güzel; ama kalabalık ve üstü açık olamayan bir mekan. Biz gerçekten şanslıydık. Çünkü o gecenin DJ’i David Guetta idi. Gece kulüplerine gitmeyi düşünüyorsanız DJ’lere dikkat edin. Hemen hemen her gece ünlü bir DJ belli bir gece kulübünde çıkıyor. Las Vegas’taki etkinlikler, gösteriler, restoranlar, gece kulüpleri ile ilgili sürekli reklamlar dönüyor. Her tarafta bulabileceğiniz broşür ve yerel dergilere de bakabilirsiniz. XS Night Club: Anchore Otel’de ve çok güzel. Bu gece kulübü de çok hoş bir yer. Nerede ne yiyelim? Mexican, İtalyan ve Chinese her yerde var. Hamburgerlerini anlatmama gerek yok. Michelin’i olan yerler yok ama çok güzel etçiler var. Bizim otelde yani Cosmo’da iyi bir biftekçi vardı; STK. Nerdeyse her otelin güzel bir biftek evi var. İsmi çok iyi anılanlar olarak Wynn Oteli, Ceasers Oteli tabiI ki Bellagio Otel ve MGM Oteli’ni denemenizi tavsiye ederim. Uzun boylu bir şey düşünmüyorum derseniz Bubba Gump’ı öneririm. Las Vegas - Bubba Gump Karides ve benzeri deniz ürünleriyle çöp şiş veya pane yapıyorlar. Restoran adını Forest Gump filmindeki Tom Hanks’in arkadaşının adından alıyor. Hooters’ı özellikle tavsiye ediyorum. Hooters isimli otelin (oldukça kötü bir otel) restoranı. Tavuk kanadı yapıyorlar. Çok güzel bir sos ile servis ediyorlar. Fırsat bulsaydım bir kere daha gitmeyi istediğim bir yerdi. Alışveriş yapmak için Las Vegas uygun bir yer mi? Eğer ucuz alışverişi önemsiyorsanız cevabım hayır, yok eğer iddialı markaları bulmak istiyorum derseniz cevabım evet. Nerdeyse her büyük otelin farklı konseptte mağazaları var. Ceasars Oteli’nin mağazalarını tavsiye ederim. Otelden bağımsız olarak Las Vegas’a nasıl gidilir? En pratik yolu THY ile LA’ye gitmek oradan da 50 dakikalık bir uçuş ile Las Vegas Mccarran Havaalanı. LA’ye THY’nin öğlen uçağı var. 13 saatlik bir yolculuk. Bütçeniz veya milleriniz yetiyorsa Comfort’ı tavsiye ederim. Hele bir de Business gidebiliyorsanız, ne ala. Las Vegas Mccarran havaalanından otele gitmenin en pratik yolu taksi. Havaalanı çıkışında taksi işaretlerini takip ederek bir sırada taksi yanındaki sırada ise limuzin bekleyenlerin sırasını kolayca bulabilirsiniz. Taksiye binince otelinizin adını söyleyin ve ardından da “Take the Strip” deyin. Demezseniz biraz dolaşırsınız. Strip’ten giderseniz de taksi ücreti 18-20 $ tutacaktır. Datça’da bir Yaz İbrahim Kocaalioğlu '00 B 92 Her yıl daha önce görmediğim bir yeri gezip görmeye çalışıyorum. Bu yılki durağım da Datça oldu. Datça’yı özetleyecek olursam havası, denizi ve 3B’si diyebilirim. Datça’nın sürekli esen rüzgarları rutubeti kabul edilebilir seviyelere düşürüyor. Bu da güneşin ve denizin tadını daha çok çıkarmanıza olanak sağlıyor. Mavi bayraklı koyları ve berrak denizi yoruma gerek bıraktırmıyor. Datçalılar’ın övünerek söyledikleri 3B ise bal, badem ve balık. Kaldığınız süre boyunca bol bol Nurlu (Datça’ya özel iri bir badem çeşidi) badem ve taze balıklar yiyebilir dönüşte de Datça’nın güzel balını yanınızda götürebilirsiniz. Seyahatim Dalaman havaalanından 2.5 saatlik bir yolculukla başladı. Midesi hassas olanlar Marmaris sonrası virajlı yollara dikkat etmeli. Kalacak yer olarak Datça merkeze beş dakika mesafede, deniz kıyısında, yeni restore edilmiş bir butik oteli tercih ettim. Datça merkezinin devamındaki kıyı şeridi, kumsalda güneşlenmeyi sevenleri pek cezbetmeyebilir. Güneşlenmek için otellerin bahçeleri daha uygun olacaktır. Derinlerde yüzmeyi seven biri olarak kıyının durumu beni pek de etkilemedi. Sürekli esen rüzgârların bir olumsuz yanı denizi serinletmeleri. Ancak sürekli hareket ediyor ve yüzüyorsanız hemen alışıyor insan. Bir Edremit Körfezi'ndeki gibi soğuk değildi deniz. Denizden başlamışken Datça’nın büklerinden ve koylarından devam edelim. Haytbükü, küçük bir kumsala sahip pansiyonlarla dolu bir yer. Burada küçük bir yat limanı da bulunduğundan denizinin çok temiz olduğunu söyleyemeyeceğim. Ancak büyüklüğüne göre kalabalık olduğu için hareketli sayılabilecek bir yer. Haytbükü’nün hemen yanı Kızılbük. Buradaki kıyıda sadece tek bir tesis var. Denizi ise çok daha temiz ve Datça’ya göre daha sıcak. Ovabükü’nü bu iki bükten sadece bir tepe ayırıyor. Ovabükü geniş ve taşlıklı bir kumsala sahip. Denizi de daha rüzgârlı ve dalgalı. Burada da lokantalara ve pansiyonlara rastlamak mümkün. Haytbükü’ne göre daha sakin bir yer. Palamutbükü için Datça’nın Göl Türkbükü diyebiliriz. Genelde ünlülerin tercih ettiği bir mekan. Geniş ve taşlı bir plaja sahip. Diğer büklere göre çok daha gelişmiş. Denizi berraklığı ile meşhur. Yüzmeyi sevenler, karşısındaki Palamutbükü adasına kadar yüzebilirler. Bükleri görmenin iki yolu var. İlki karayolu, ikincisi ise deniz. Datça merkezden kalkan irili ufaklı teknelerle kıyıdan birçok yere ulaşmak mümkün. Diğer bölgelere kıyasla tekne turlarının güzergahları çok daha çeşitli. Ben Mesudiye ve Selimiye turlarını yaptım. İkisini de tavsiye ederim. Selimiye ve Bozburun’dan da bahsetmek yerinde olur. İkisi de kara veya deniz yolu ile de olsa merkeze uzak sayılabilecek yerler. Bu iki kasabanın da ortak özelliği havalarının Adana havasını aratmayacak şekilde rutubetli olması. Denizleri ise Mersin’le yarışacak derecede sıcak. Memleket özlemi çekenler için güzel bir günübirlik tur olacaktır. Datça’nın tarihini merak edenler için iki yer önerebilirim, Knidos ve eski Datça. Tavsiyem Knidos’a öğleden sonra araba ile gitmeniz. Karanlıkta virajlı dağ yollarında yolculuk etmek sizin için sorun değilse, Knidos gün batımını seyretmek için ideal bir yer. Yolu zorsunanlar Datça merkeze yakın eski Knidos'a (Burgaz) ve limanına da göz atılabilir. Eski Datça ise merkeze yakın şirin bir kasaba. Kasabaya ilk girdiğinizde sizi dar ve taş yollar karşılıyor. Evleri tipik Datça evleri gibi taştan. Kasabayı gezip, hediyelik eşyalar aldıktan sonra Can Yücel’in evini de dışardan görüp şehre dönebilirsiniz. Sömbeki Adası Datça’nın 14 mil açığında tepelikli ve çorak bir Yunan adası. Schengen Vizesi sahipleri özel tekne turlarıyla bu adayı ziyaret edebilirler. Sömbeki adasının genç belediye başkanı ile kaldığım otelde tanışma fırsatım oldu. Otel sahibi arkadaşı olduğu için başkanı ve ailesini otelinde ağırlıyordu. Otelimizde düzenlenen Türk Müziği Gecesi'nde Sömbeki Adası belediye başkanının dansları, bir Akdenizli olarak hayatın tadını çıkarmasını bildiğinin bir göstergesiydi. Datça’da yemek olarak her türlü deniz balığını denemenizi öneririm. Balık sevmeyenler için önerim Cafer’in Yeri’nde pide yemeleri. Yemeğin üzerine çifte kızartılmış lokma tatlısını da yemeyi unutmayın. B 93 Mert Taner‘96 ile Taksim'den Tünel'e Adım Adım Pera İçinde aşk öyküleri, yemek tarifleri, cinayetler,koca karı ilaçları, tiner ve düşler bulunan bir semt, Bir zamanlar üzüm bağlarından oluşan Pera, 1800'lere gelindiğinde Beyoğlu'na dönüşür. İlk kuru temizlemeci, ilk havana puroları, ilk kafeşantanlar.... Ve daha fazlası, BÜMED BUgezi farkıyla sizlerle !!! Mert Taner’96 rehberliğinde, batılı bir semt olarak şekillenen eskinin Pera’sını, günümüz Beyoğlusu’nun arka sokaklarını, İstiklal Caddesi’ni, tarihi apartmanları, hanları, konsoloslukları, pasajları, meyhaneleri ve kiliseleri Taksim’den Galata’ya yürüyoruz. Gezilere katılırken dikkat edelim: Mevsim koşullarını düşünerek giyinin, Ínceden kalına doğru bir giyimi tercih edin, Ayakkabınız yürüyüşe uygun olsun, Küçük bir sırt çantanız bulunsun, Yanınıza, su ve enerji verici yiyecekler alabilirsiniz. Varsa ilaçlarınız, Fotograf/Video çekiyorsanız yeterince ekipman, yedek pil GEZİLECEK YERLER • Taksim Sarnıcı ve Maskemi • Beyoğlunun İlk Eczanesi Rebul • Aya Triada Rum Ortodoks Kilisesi • Dingonun Ahırı, Galatasaray Lisesi (dışarıdan) • Pera Pasajı(Çicek Pasajı) ve Balık Pazarı • St.Antonio kathedrali • Kostümcüler Pasajı ve Şapkacı Madam • Pera Palas(dışarıdan) Eski Rus Konsolosluğu • Galata Mevlevihanesi, Yüksek Kaldırımdan Kuledibi • Galatanın bilinmeyen kulesi, İngiliz Karakolu(dışarıdan) • Kadın Hapishanesi • Ceneviz Değirmenleri (dışarıdan) • Yer altı Camii • Arap Camii • Aşkenazi Begadim Sinagogu • Komodo Merdivenleri • Ceneviz Hanları • Rumeli Han • Narmanlı Han • Eski Büyükelçilik Binaları • Üçhoron Ermeni Kilisesi • Panyia Rum Ortodoks Kilisesi • Galata Kulesi Tarih: 27 Eylül 2014, Cumartesi Saat: 09.00 Katılım 40 kişi ile sınırlıdır. Buluşma Yeri Saati: Taksim Cumhuriyet Anıtı, Nostalji Tramvay Durağı Önü, Gezide ulaşım aracı olmayacaktır. KATILIM BEDELİ Üye: 70TL Misafir: 90 TL NOT:Program akışı rehber tarafından belirlenir. Rehber, hava, yol, zamanlama vs. nedenlerle programda değişiklik yapabilir. Bilgi ve Kayıt için: 212 3595813 kurs@bumed.org.tr /bumedofficial /bumedofficial www.bumed.org.tr in /bumed toplanti odasi B 96