Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç
Transkript
Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç
EĞİTİM İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı Yayını NİSAN - HAZİRAN 2015 SAYI 68 Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer Doç. Dr. Selçuk Şirin Prof. Dr. Emine Erktin Prof. Dr. Lerzan Özkale Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol Prof. Dr. Güngör Evren Prof. Dr. Ergün Toğrol Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu Prof. Dr. Ahmet Fahri Özok Prof. Dr. Doğan Kuban Bülent Yalazı Zeynep Afşeören Mevlüde Bakır Metin Tükenmez NİSAN-HAZİRAN 2015 | SAYI 68 İmtiyaz Sahibi: İTÜ Vakfı adına Prof. Dr. Mehmet Karaca Yayın Kurulu: Prof. Dr. Yıldız Sey Y. Müh. Naci Endem Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol Prof. Dr. Mete Tapan Kenan Çolpan Hatice Yazıcı Şahinli Kenan Mete Yazı İşleri Müdürü: Hatice Yazıcı Şahinli Yayın Koordinatörü: Kenan Mete Reklam ve Halkla İlişkiler: Fahri Sarrafoğlu Grafik Uygulama: Murat Beşiktaş Katkıda Bulunanlar: Zeynep Şahin Tutuk, Gülşah Seyhan, Osman Keskin, Altan Bal, Arzu Eryılmaz, Gözde Çalışır, Yavuz Dürüst, Engin Yıldırım Yönetim Yeri: İTÜ Vakfı Merkezi İTÜ Maçka Yerleşkesi 80394 Teşvikiye / İSTANBUL Tel: 0212 291 34 75 – 230 73 71 Faks: 0212 231 46 33 Baskı: Azra Matbaacılık Litros Yolu 2. Matbaacılar Sitesi E Blok 1. Bodrum No.11 Topkapı Zeytinburnu / İSTANBUL Tel: 0212 674 10 51 – 612 79 27 Yayın Türü: Yaygın, Süreli E-posta: basin@ituvakif.org.tr www.ituvakif.org.tr Bu dergide yayımlanan imzalı yazılar yazarlarının görüşünü yansıtmaktadır. Dergiyi ve Yayın Kurulu'nu bağlayıcı nitelik taşımaz. İTÜ Vakıf Dergisi’nde yayımlanan yazı ve fotoğraflardan kaynak belirtilmek koşulu ile alıntı yapılabilir. ........................................................................................................................................................................................................................................... VAKFI DERGİSİ 10 İTÜ: Bir Araştırma ve İnovasyon Üniversitesi Olarak 250. Yıla Doğru 16 Türkiye’de Yükseköğretim Nereye Gidiyor? 18 Prof. Dr. Mehmet Karaca Prof. Dr. Gülsün Sağlamer PISA Ölçme Değerlendirme Programı Işığında Dünyada ve Türkiye’de Durum - Eğitim Sorunları ve Çözüm Önerileri Doç. Dr. Selçuk Şirin 21 Teknik Üniversitelerin Eğitime Katkısı: Tasarım Eğitimi-Eğitim Tasarımı 23 2015 Yılında Türkiye’de Yükseköğretimin Sorunları Üzerine Düşünmek 26 Üniversitelerde Yabancı Dille Öğretim! 29 Mühendislik Eğitimi, Sorunlar ve Yetkin Mühendislik 33 Zamanın Örgüsü İstanbul Teknik Üniversitesi 38 İTÜ Tarihinde Mimarlık Eğitiminin 167 ve Mimarlık Fakültesi’nin 70 Yılının Ardından: Dünden Bugüne ve Yarınlara 43 Türkiye’de Matematik Eğitimindeki Genel Düzey Düşüklüğü 48 Yeni Söylem Yaratmak İçin Ona İnanmak Gerek 52 İklim Değişikliği İle İlgili Afetlerin Kentsel Dönüşüm İle Ele Alınması 55 Kentsel Dönüşüm Sürecine Mevzuat Açısından Bakış 58 62 70 96 98 102 110 114 Prof. Dr. Emine Erktin Prof. Dr. Lerzan Özkale Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol Prof. Dr. Güngör Evren Prof. Dr. Ergün Toğrol Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu Prof. Dr. Ahmet Fahri Özok Prof. Dr. Doğan Kuban Bülent Yalazı Zeynep Afşeören Bizanslılar Depremi Nasıl Algıladılar? Mevlüde Bakır Teknokent Dosyası İTÜ’den Haberler Mezunlardan İTÜ Vakfı’ndan Haberler Spor Yayınlar Briç itü vakfı dergisi 5 6 itü vakfı dergisi Mühendislik “Best Seller’ı” Cisimlerin Mukavemeti Yenilenmiş 9. Baskı Çıktı… Prof. Dr. Mustafa İnan İTÜ Vakfı Yayınları ISBN: 978-975-7463-05-4 618 sayfa, 16.5x23.5 cm Şubat 2015 İTÜ Vakfı, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin efsane hocalarından Prof. Dr. Mustafa İnan’ın İTÜ’ye ve Türkiye’de mühendislik dünyasına son armağanı olan CİSİMLERİN MUKAVEMETİ kitabının 9. Baskısını yayımlamaktan dolayı onur duymaktadır. YENİ İTÜ Vakfı Yayınları Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları İtuyayinlari.com.tr Online Sipariş: www.1773itu.com Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05 ituvakif@ituvakif.org.tr Lansman Fiyatı: 35 TL İlk baskısı 1967 yılında yapılan ve tüm mühendislik dallarının temel dersleri arasında yer alan “mukavemet” konusundaki bu eserin, gerek öğrencilerin ve gerekse mühendislerin göstermiş olduğu ilgi ile aranılırlığı gün geçtikçe artmıştır. Konuları ele alışı ve işleyişi açısından alanındaki yeri tartışılmaz olan bu eserin, öğrenci açısından tek kullanım zorluğu yazım dili idi. Doğal olarak 1960’ların “Türkçesi” ile günümüz Türkçesi arasındaki farklar öğrenciyi zorlamaya başladığı için bu baskıda kitabın bütünlüğü bozulmadan diline günümüz Türkçesi uyarlandı ve buna ek olarak birim sistemi bugün uluslararası birim sistemi olarak kabul edilen (SI) sistemine çevrildi. Bundan sonraki baskılarında son yıllarda “mukavemet” dersi kapsamına alınan birkaç konuyu daha katarak ve uygulamaları çoğaltarak bu eseri iki cilt halinde basmayı tasarlıyoruz. Dileğimiz Mustafa Hoca’nın dileği olan, bu kitabın tüm mühendislere ve mühendislik öğrencilerine ışık tutması ve yol gösterici olmasıdır. Mustafa İnan, akademik hayatı boyunca yayınlamış olduğu makale, bildiri ve kitaplar ile birlikte İTÜ’de mühendislik alanında doktora çalışmalarını başlatmış ve çok sayıda doktora öğrencisi yetiştirmiştir. Bugün mekanik dalındaki çalışmaları ile tüm bilim dünyasında tanınan bilim insanları yetiştiren Mustafa İnan’a bu çalışmaları nedeniyle vefatının ardında TÜBİTAK tarafından “HİZMET ÖDÜLÜ” verilmiştir. Bilimsel yaşamının yanı sıra, edebiyattan sanat ve müziğe, tarihten dilbilgisine kadar geniş bir alanı kapsayan genel kültürü ve bu konuda verdiği çeşitli konferanslarla Prof.Dr. Mustafa İnan’ın ünü bilim alanının dışına da taşmıştır. Tüm yaşamı ve başarıları ile gençlere yüreklendirici örnek olması için TÜBİTAK, Mustafa İnan’ın vefatının ardından yaşamının roman şeklinde yazılması için bir proje önermiştir. Bu proje Prof. Dr. Mustafa İnan’ın eşi Prof.Dr Jale İnan’ın yürütücülüğünde, usta yazarımız Oğuz Atay’ın kalemi ile gerçekleştirilmiş ve “Bir Bilim Adamının Romanı, Mustafa İnan” adı altında basılarak yıllar boyu gençlere yol gösteren bir eser olmuştur. 8 itü vakfı dergisi itü vakfı dergisi 9 Bu sayıda Sevgili Okurlar, Bildiğiniz gibi her sayımızda güncel bir konu ile karşınıza çıkıyoruz. Bu sayımızda da güncelliği hiç bitmeyen “Eğitim”i seçtik ve konuyu çeşitli açılardan irdeleyen yazarların sunumlarına ayırdık. Eğitim konusunu bir yandan konunun uzmanlarının görüşlerine açarken, diğer yandan İstanbul Teknik Üniversitesi’nin bugünü ve geleceği için öngörülen hedeflerini açıklayan yazılara yer vererek kapsamı genişletmek istedik. Eğitim dosyamızın ilk yazısı olan İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca'nın “ İTÜ: Bir Araştırma ve İnovasyon Üniversitesi Olarak 250. Yıla Doğru” başlıklı makalesi ile yönetimin üniversitenin geleceğine nasıl baktığı, nelerin hedeflendiği ve özellikle inovasyonun önemine değinilerek, üniversitenin ülke kalkınmasına destek olması gereğine işaret edilmesi, 21. yüzyılda önemli atılımların yapılacağını gösteriyor. Yükseköğretim kurumları ile ilgili görüş ve eleştirilerin süregeldiği gündemde Prof. Dr. Gülsün Sağlamer’in “Türkiye’de Yüksek Öğretim Nereye Gidiyor?” sorusu, içinde bulunduğumuz koşullarla ve başka ülkelerdeki koşullarla yüzleşmek açısından önemli konuları ortaya çıkarıyor. Eğitim alanında uzman olan iki akademisyenden rica ettiğimiz yazılar dergimize önemli katkılar yapıyor. Öncelikle kendilerine teşekkür ediyoruz. Doç. Dr. Selçuk Şirin yazısında, küreselleşmiş bir rekabet ortamında eğitim sisteminin sadece ülke içi verilerle değerlendirilemeyeceğini ve ekonominin itici gücünün nitelikli bir eğitim olduğunu belirterek, OECD tarafından geliştirilmiş bir 15 yaş grubu öğrenci değerlendirme sistemi olan PİSA’nın, 2012 uygulaması sonuçlarında Türkiye’nin yerini önümüze çıkarıyor ve “Ne yapmalı? sorusunun cevaplarını araştırıyor. Prof. Dr. Emine Erktin ise günümüzde eğitim araştırmalarında “öğretim” odaklı yaklaşım yerine öğrenim odaklı yaklaşımın benimsenmeye başladığını ve önemli adımlar atıldığını, “Öğrenim Bilimleri”nde araştırma yöntemi olarak tasarım temelli araştırmaların benimsendiğini söyledikten sonra, 21. yüzyılda eğitim anlayışını belirleyecek kavramın “tasarım” olduğunu söylemenin yanlış olmayacağını vurguluyor. “Yüksek Öğretimin Sorunları Üzerinde Düşünmek: Bütüncül Eğitim Politikası” başlıklı yazısı ile Prof. Dr. Lerzan Özkale önce ekonomik kalkınma - eğitim ilişkisi üzerinde duruyor ve mevcut durumu anlatıyor. Ayrıca, Türkiye’de eğitim politikasının bulunmamasının çeşitli sakıncalar doğurduğunu belirtiyor ve yüksek öğretimde uygulanabilecek yöntemlere dikkat çekiyor. Üniversitelerde yabancı dille öğretim konusu uzun süredir tartışılan bir konu. Dr. Doğan Hasol, daha önceleri de çeşitli yayın organlarındaki yazılarında değindiği bu konuyu bu kez de dergimizde ele alıyor; bu öğretimle Türkçenin yoksullaşacağı kanısını ileri sürüyor ve çeşitli sakıncalarını sıralıyor. Eğitim dosyamız, özellikle mühendislik ve mimarlık eğitimi tarihini kapsayan üç yazı ile devam ediyor. 8 itü vakfı dergisi Prof. Dr. Güngör Evren “Mühendislik Eğitimi, Sorunlar ve Yetkin Mühendislik” başlıklı yazısında, mühendislik okullarının kuruluşundan başlayarak günümüze kadarki gelişimini anlattıktan sonra, konuyu “Yetkin Mühendislik” kavramı ve Türkiye’deki uygulanışı ile tamamlıyor. Prof. Dr. Ergün Toğrol “Zamanın Örgüsü İstanbul Teknik Üniversitesi” başlıklı yazısında, İTÜ’nün kısa bir tarihini verdikten ve bugün öğrenci tercihi açısından diğer yedi üniversite ile kıyaslamasını yaptıktan sonra yabancı dilde eğitim, İTÜ tarihi, yerleşkeler ve eğitim konularına değiniyor. Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu’nun “Dünden Bugüne ve Yarınlara” başlıklı yazısı ise ağırlıklı olarak Mimarlık eğitimi ve İTÜ Mimarlık Fakültesi tarihini ele alıyor. Eğitim sistemindeki değişiklikler ve Taşkışla’nın korunması ayrıntılı olarak veriliyor. Eğitim dosyamızın son yazısı Prof. Dr. Ahmet Fahri Özok tarafından hazırlanan “Türkiye’de Matematik Eğitimindeki Genel Düzey Düşüklüğü” konusuna değiniyor. Matematik ile ilgili genel anlatımdan sonra, Türkiye’de matematik eğitimi, matematiğin temel nitelikleri ele alınıyor ve eğitimin gelişmesi için “Ne yapmalı?” sorusu cevaplanıyor. Yayın Kurulumuz 68. Sayı ile birlikte yeni bir dosya daha açıyor. Okurlarımızdan gelen önerileri değerlendirerek İTÜ’de yetişmiş, görev almış ve başarılarıyla tanınmış kişilerle röportaj yaparak deneyimlerinden ve görüşlerinden yararlanmak… İlk uygulamaya Prof. Dr. Doğan Kuban ile başladık. Hocamızın aniden çıkan isteğimizi kabul etmesi bizi çok mutllu etti. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Deprem ve Kentsel Dönüşüm konuları ile ilgili olan üç yazı bu sayımızda Deprem Dosyası içinde yer alıyor. Bülent Yalazı’nın “İklim Değişikliği ile İlgili Afetlerin Kentsel Dönüşümle Ele Alınması” adlı yazısı konuyla ilgili eylem planı kapsamında ele alınıyor. İkinci yazı olan“Kentsel Dönüşüm Sürecine Mevzuat Açısından Bakış” Zeynep Afşeören ‘e ait. Konuyla ilgili mevzuat, yazıda ayrıntılı olarak tanıtılıyor. Üçüncü yazı ise “Bizanslılar Depremi Nasıl Algıladılar?” başlığı altında, Mevlüde Bakır tarafından ve zengin bir kaynakçaya dayanılarak hazırlanmış bulunuyor. İTÜ Arı Teknokent’in çalışmaları kurumun yeni girişimlerini içeriyor. “İTÜ ARI Teknokent Girişimcilere Amerika Kapılarını Açıyor” adlı yazıda, yenilikçi firmaların yurt dışına götürülmeleri ve orada yeni iş ortaklıkları kurmalarının destekleneceği; İTÜ Çekirdek firmalarının StartupTurkey‘deki sunumları; Prof. Dr. Üner Çolak’ın bir özel sektör Ar-Ge kuruluşu ile, atıklardan enerji üretimine yönelik işbirliği projesi; ARI Teknokent firması Greenway'in yeni güneş enerjisi santrali haberleri yer alıyor. İTÜ’den Haberler ve Vakıf’tan Haberler ile 68. sayıyı sonuçlandırıyoruz. Saygılarımızla, Prof. Dr. Yıldız Sey D O S YA EĞİTİM itü vakfı dergisi 9 EĞİTİM DOSYASI İTÜ: Bir Araştırma ve İnovasyon Üniversitesi Olarak 250. Yıla Doğru Ü Prof. Dr. Mehmet Karaca İTÜ Rektörü Cumhuriyetimizin 100. Yılında kuruluşunun 250. Yılını kutlayacak olan üniversitemizde öğretim kalitesinin her geçen gün daha da yükselmesi, bilimsel çalışmaların artarak sürmesi, teknoloji ve inovasyon odaklı adımlar atılması temel hedeflerimiz arasındadır. Özellikle inovasyon, ülke menfaatlerinin korunması, mevcut kaynakların en etkin biçimde değerlendirilmesi, önceliklerin tespiti, istihdamın genişletilmesi ve etkin hizmet arzının gerçekleştirilmesi için zorunludur. İnovatif çalışabilmek ve bunu sağlayacak insan kaynağını yetiştirmek, günümüzde rekabetin yegane yoludur. Bu noktada İTÜ, sadece kurum olarak gelişmesi için değil, ülke kalkınmasına sunacağı destek için üstlenmesi gereken rolün bilincindedir… niversite merakın ve eleştirel aklın beşiğidir. Özünde öğretme çabasından çok anlamaya çalışma uğraşı vardır. Her şeyin temeli bilgidir ve bilgiye ulaşılan, bilgiyi işleyen, yeni sorular üreten yer üniversitedir. Üniversite yüzyıllardır varlığını sürdüren, sürekli değişen ve gelişen bir yapıdır. Üniversite kurumunun küresel düzeyde son yüzyıldaki evrimine bakarsak, 19. Yüzyılın öğretme faaliyetiyle öne çıktığını görürüz. 20. Yüzyılda üniversitelerin araştırma faaliyetleri, bilimsel literatürün zenginleşmesi için yapılan çalışmalar ağırlık kazanmıştır; makale yazımına yoğunlaşılmıştır. İçinde bulunduğumuz yüzyıl ise üniversitelerin girişimcilik odaklı evrimine sahne olmaktadır. Dünyada Oxford, Cambridge, Harvard gibi üniversitelerde gördüğümüz yeni bilginin keşfine odaklanmış üniversiteler, yerini bilginin ve bilimin ekonomiyle bütünleşebildiği üniversite modeline bırakmaktadır. Bu yeni üniversite anlayışının dünya çapında lokomotifi Standford, MIT, UCLA üniversiteleridir. Inovasyon odaklı üniversite anlayışını getiren ve güçlendiren bu kurumlar, Türk üniversitelerinin geleceği için de rol İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca 10 itü vakfı dergisi model olmalıdır. Bilimsel bilgi teknolojik gelişimle birleşemediğinde etkisi sınırlı kalır. Teknolojik gelişim hem kalkınmanın hem de rekabetçi üstünlüğün anahtarıdır. Teknolojik gelişimin temel parçaları ise “inovasyon, girişimcilik ve ar-ge”dir. Tüm bunlar ışığında, İTÜ için teknoloji üretmeyi hem misyon kabul ediyor hem de kurum yapımızı bu misyona uygun bir vizyon ile şekillendiriyoruz. ‘İlk’leri başarmak İTÜ’lülük ruhunda var İTÜ, 242 yıllık tarihiyle dünyanın en eski üniversiteleri arasında yer alır. Ülkemizde gerek yükseköğretim gerekse bilimsel ve teknolojik ilerleyişin öncülerindendir. Sayısız ilkle dolu tarihi, gördüğümüz birçok teknolojik adımda bize kendini hatırlatır. Türkiye televizyon ile İTÜ sayesinde tanışır, bugün onlarca üniversite radyosu kurulmasının önünü açan adım 70 yıl önce İTÜ’de atılmıştır. Ülkemizin ilk küp uydusundan hidrojenle çalışan ilk teknesine kadar onlarca bilimsel ve teknolojik gelişmenin altında hep İTÜ imzası vardır. Bugün de aynı anlayışı sürdürmeyi ilke ediniyoruz çünkü İTÜ’lülerin ruhunda öncü çalışmalar yapmak, yeniyi aramak vardır. Bu arayışı, özellikle ülkemizin geleceği için önemli olan alanlarda destekleyecek şekilde belirli konular üzerine yoğunlaşarak ilerletiyoruz. Lokomotif rol üstlenmeyi amaçladığımız alanlardan biri Bilimsel bilgi teknolojik gelişimle birleşemediğinde etkisi sınırlı kalır. Teknolojik gelişim hem kalkınmanın hem de rekabetçi üstünlüğün anahtarıdır. Teknolojik gelişimin temel parçaları ise “inovasyon, girişimcilik ve ar-ge”dir. Tüm bunlar ışığında, İTÜ için teknoloji üretmeyi hem misyon kabul ediyor hem de kurum yapımızı bu misyona uygun bir vizyon ile şekillendiriyoruz. otomotiv. Özellikle yerli araç üretimi ve yenilenebilir otomotiv teknolojilerinin kullanımı konusunda akademisyenlerimiz, teknokent firmalarımız ve öğrencilerimiz olmak üzere tüm bileşenlerimizle çalışıyoruz. Ülkemizin en kısa şarj mesafesiyle en uzun yol kateden elektrikli minibüsü İTÜ’de yapıldı. Geçen yıl test sürüşünü Sayın Bilim Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın gerçekleştirdiği minibüsümüzün, şarj süresini 2 saatin altına indirmek ve bir şarjla aldığı yolu da 400 km’nin üze- itü vakfı dergisi 11 EĞİTİM DOSYASI rine çıkarmak için çalışmalarımız sürüyor. Elektrikli minibüsümüzün, öncelikle İTÜ kampüslerinde kullanılmasını sağlamayı ve sadece üretimde değil uygulamada da örnek bir model ortaya koymayı amaçlıyoruz. İTÜ Güneş Arabası ekibimiz ise güneş enerjili ilk aile arabasını tasarlıyor. Bu projenin tamamen öğrencilerimize ait olması değerini daha da artıyor. Yaz ayında çıkacağı tur ile tüm Türkiye’nin yakından tanıyacağı aracımız ARUNA, bizi Avusturalya’da gerçekleştirilecek yarışta da temsil edecek. Öncü programlar, araştırma merkezleri İTÜ’nün ana hedefi “bilginin, bilimin ve teknolojinin uluslararası merkezi” olmaktır. Bu hedefe ulaşmayı sağlayacak en önemli belirleyicilerden biri ise lisansüstü eğitimde nicelik ve nitelik açısından yüksek bir çıtayı yakalamaktır. İTÜ gerek yüksek lisans gerekse doktora programları ile otorite kabul edilen bir kurumdur. Hem uzmanlaşmış işgücü yetiştirmek hem de evrensel bilgi üretimine katkı yapmak, bizim gibi bir dünya üniversitesinin asli görevidir. Bu nedenle lisansın yanı sıra yüksek lisansta da yeni mühendislik alanlarının izinden gidiyor, çağın koşullarını izleyerek ülkemize yeni programlar kazandırıyoruz. Havacılık alanındaki yeni yatırımlar ve bu alanda uzmanlaşmış işgücüne duyulan ihtiyaçtan hareketle Türkiye’nin ilk Hava Taşımacılığı Yüksek Lisans Programını, 12 itü vakfı dergisi İTÜ’nün ana hedefi “bilginin, bilimin ve teknolojinin uluslararası merkezi” olmaktır. Bu hedefe ulaşmayı sağlayacak en önemli belirleyicilerden biri ise lisansüstü eğitimde nicelik ve nitelik açısından yüksek bir çıtayı yakalamaktır. İTÜ gerek yüksek lisans gerekse doktora programları ile otorite kabul edilen bir kurumdur. THY ve Boeing işbirliğiyle hayata geçirdik.Dünyada raylı ulaşım eğiliminin artması ve ülkemizde bu alanda yapılan yatırımlara ağırlık verilmesine paralel olarak Raylı Sistemler Mühendisliği Yüksek Lisans Programımızı açtık. Türkiye’nin ilk Açık Deniz Mühendisliği Lisansüstü Programı 2015-2016 Akademik Yılı itibariyle öğrenci almaya başlayacak. Ülkemizdeki gemi inşa sanayinin açık deniz yapıları sahasına yönelme kararı üzerine yurtdışındaki örnekler incelenerek geliştirilen bu yeni programımız, sanayinin bu alandaki gelişimini de destekleyecek. Öte yandan araştırma merkezlerimiz, akademik varlığımızı ve bilimsel çalışmalarımızı güçlendiriyor. İTÜ’nün 250. yaşına, dünyanın önde gelen araştırma üniversitelerinden biri olarak ulaşması, bizim için çok önemli bir hedef. Tıpkı akademik programlarımızda olduğu gibi araştırma merkezlerimizde de küresel geçerliliği olan yeniliklerin izinden gidiyoruz. Örneğin ülkemizin ilk Kutup Araştırmaları Merkezi bu yıl İTÜ’de açıldı. İTÜ’de İçin Önemli Bir İlk: Eğitim Şurası Üniversitemizde 2014 yılında bir ilki gerçekleştirerek “Eğitim Şurası” düzenlendi. İTÜ’nün eksikleri, eğitim – öğretim kalitesinde durum tespiti, gelecek vizyonu üzerine odaklanan bu şuranın 2. toplantısı Mart 2015’te gerçekleştirildi. Hem İTÜ’nün akademisyenleri hem de farklı sektörlerden katılımcılar davet edildi. Derin bir fikir alışverişi ve özeleştiri ortamı oluşturmamız güzeldi. İkinci toplantı ile birlikte bir dizi tavsiye kararı alındı. Bu kararlar değerlendirilmesi için İTÜ Senatosu’na sunulacak. Ancak süreç bununla son bulmayacak. 3. toplantımızı bu kez diğer paydaşlar olan öğrencilerimizle ve asistanlarımızla yapacağız. Onların değerlendirmeleri ve tavsiyeleriyle de daha ileri gideceğimize inanıyoruz. Ülkemizde hatta dünyada, üniversite içi eğitim – öğretim kalitesine ve gelecek vizyonuna bu denli kapsamlı yaklaşım gösteren başka bir örneğe pek rastlanmıyor. Mühendislik Eğitiminde Mükemmeliyet Merkezi Bu yılın mart ayında İTÜ Senatosu'nca, üniversitemizde bir ‘Mühendislik Eğiti- İTÜ, mühendislik eğitiminde dünyanın en önemli denetleyici kuruluşu kabul edilen ABET’e (Accreditation Board for Engineering and Technology) 23 bölümü ile aynı zamanda akredite olarak dünya çapında rekor kırmıştı. Halen dünyada en fazla akredite bölüme sahip üniversiteyiz. ABET, İTÜ’lü mühendislerin diplomalarının ABD’de birebir geçerli olmasını sağlıyor. minde Mükemmeliyet Merkezi’ kurulması kararı alındı. Detaylarını çok yakında hem İTÜ’lüler ile hem de kamuoyu ile paylaşacağımız bu adımın amacı; mühendislik eğitiminin geleceğini dikkate alarak yeni metodolojiler ortaya koymak, y ve z nesilleri için hazırlık yapmak, akademik programları ve öğretim biçimlerini buna göre şekillendirmek. Dünya için de yeni bir oluşum sayılan bu merkezlerin örnekleri sadece birkaç yerde var. Hibrit çalışma anlayışını kazandırmalıyız İTÜ, çağın koşullarını kavramak ve geleceğe göre kendini şekillendirmek zorunda. Bunun için üniversitemizin eksiklerini belirleme ve tamamlama yönündeki çalışmalarımızda, dünyanın artık tek boyutlu çalışmalara göre şekillenmediği gerçeği önemli bir yol gösterici. Öncelikle uzmanlaşma üniversiteleri ve hibrit çalışma anlayışını kavramak istiyoruz. Bunun için gelecekte daha da önem kazanacak alanlara göre akademik gelişim stratejimizi belirliyoruz. Gelecek hedeflerimizde malzeme bilimleri, havacılık ve uzay bilimleri ile enerji konularında öne çıkmak var. Özellikle enerji gittikçe önem kazanan bir alan. Dünyadaki ekonomik dinamikleri ve sınırları belirleyebilme gücüne sahip. Birçok alt dalı var ve hepsi de ayrı öneme sahip. Yenilenebilir enerji, enerji kaynaklarının verimli kullanımı, alternatif enerji kaynaklarının geliştirilmesi gibi konularda çalışmak üzere, alanın çok sayıda uzman yetiştirmesi gerekiyor. Malzeme bilimlerini de geleceğin stratejik alanları arasında planlamak gerekiyor. Endüstriyel gelişimi, yeni ürün - üretim biçimlerini şe- itü vakfı dergisi 13 EĞİTİM DOSYASI killendirecek temeller arasında malzeme bilimleri yer alıyor. İTÜ’nün bu alanlara akademik ve teknolojik yatırım yapan, ilgili alt dallarda uzmanlaşarak dünyadaki otoriteler arasında yer alan bir üniversite olmasını hedefliyoruz. Örneğin ülkemizin ilk Enerji Teknokentini, bu vizyonun bir parçası olarak 2014 yılında hayata geçirdik. Yine ülkemizin ilk Nükleer Enerji Bilgilendirme Merkezini açtık. Uzmanlaşmanın yanı sıra hibrit çalışma anlayışını da kavramalıyız. Sadece akademisyenlerimizin değil öğrencilerimizin de hibrit anlayışı kazanmasını çok önemsiyoruz. Çünkü dünya artık bir alana sıkışıp kalmış, sadece kendi alanındaki gelişmelerle ilgilenen üniversite mezunlarına ihtiyaç duymuyor. Bunun için öğrenci kulüplerinin çeşitlenmesi ve birbiriyle iç içeliği, beraber çalışmalar yürütmeleri önemli. Hibritliğin anlamını ve birlikte çalışma kültürünü kavramaları gerekiyor. Bu noktada fiziki olarak da bir arada bulunmaları, zaman geçirmeleri gerekiyor. Bu birlikteliği sağlamak için İTÜ Öğrenci Merkezi projesini hazırladık. Üniversitemiz çok önem taşıyan, yakın ve orta vadede değerli geri dönüşleri alabileceği- 14 itü vakfı dergisi miz bu proje, disiplinlerarası çalışma kültürünü yerleştirmek için büyük bir adım olacak. Halihazırda kaynak arayışı süren proje sayesinde, öğrencilerimizin farklı bakış açıları geliştirmesi ve birbirlerinin deneyimlerinden yararlanması, ortak çalışmalar üretmesi için muazzam bir ortam oluşturacak. İyi bir üniversitenin olmazsa olmazı Akademik açıdan başarılı ve sürekli gelişim gösteren tüm üniversitelere baktığımızda aynı ortak noktayı görürüz. O da zengin bir kütüphane varlığıdır. İyi bir üniversitenin olmazsa olmazı çok iyi bir kütüphanedir. Araştırmayı, öğrenmeyi, keşfetmeyi desteklemek için bilgi – belge varlığımızı yükseltmemiz zorunlu. Çünkü İTÜ sadece iyi öğrenci yetiştiren bir üniversite değil, aynı zamanda bir araştırma üniversitesi. Şu anda Türkiye’nin en büyük ikinci üniversite kütüphanesine sahibiz, hedefimiz ise 2016’ya kadar Türkiye’nin en büyük üniversite kütüphanesine ulaşmak. 700 binlerde olan basılı kaynak varlığımızı 2 yılda 900 binin üzerine taşıdık ama amacımız 2016 itibariyle 1,5 milyona ulaşmak. Ne var ki tek başına kitap varlığı- nı artırmak da yeterli değil, bu kaynakların rahatlıkla kullanılacağı, her an ulaşılabilir olacağı, verimli çalışılabilecek fiziki ortamları da kurmak gerekiyor. Bu noktada bir diğer önemli projemiz, Mustafa İnan Kütüphanemiz için ek bina yaparak, fiziki kapasitemizi ciddi oranda artırmak. Bunun için de hem ek bina maliyetleri hem de yeni kitaplar için bağış kaynağı arayışlarımız sürüyor. Elektrikli minibüsümüzün, öncelikle İTÜ kampüslerinde kullanılmasını sağlamayı ve sadece üretimde değil uygulamada da örnek bir model ortaya koymayı amaçlıyoruz. İTÜ Güneş Arabası ekibimiz ise güneş enerjili ilk aile arabasını tasarlıyor. Bu projenin tamamen öğrencilerimize ait olması değerini daha da artıyor. Yaz ayında çıkacağı tur ile tüm Türkiye’nin yakından tanıyacağı aracımız ARUNA, bizi Avusturalya’da gerçekleştirilecek yarışta da temsil edecek. değil Türkiye için önemli bir yenilik ve ilk olma özelliği taşıyor. 900 Erasmus Anlaşması Erasmus değişim programını ilk uygulamaya başlayan üniversitelerden biri İTÜ. Halen 900’ü aşkın ikili anlaşma yürütüyoruz. Norveç ve İzlanda hariç tüm Avrupa ülkeleri ile anlaşmamız bulunuyor. Öğrencilerimizin Erasmus süresince aldığı tüm dersler, dönem dersleri arasında sayılıyor. Bu da öğrencilerimiz için büyük avantaj çünkü normal eğitim süresinde kayıp yaşatmıyor. Uluslararası Akreditasyonlar İTÜ, akademik eğitim kalitesinin dünyanın önde gelen üniversiteleri ile eşdeğer olduğunu gösteren uluslararası akreditasyonlara sahip. Bu akreditasyonlar dışarıdan değerlendirme – danetleme yapılması ve kendimizi sürekli geliştirme sorumluluğumuzu desteklemesi açısından önem taşıyor. İTÜ, mühendislik eğitiminde dünyanın en önemli denetleyici kuruluşu kabul edilen ABET’e (Accreditation Board for Engineering and Technology) 23 bölümü ile aynı zamanda akredite olarak dünya çapında rekor kırmıştı. Halen dünyada en fazla akredite bölüme sahip üniversiteyiz. ABET, İTÜ’lü mühendislerin diplomalarının ABD’de birebir geçerli olmasını sağlıyor. Mimarlık alanında, ABD dışından sadece iki üniversitenin sahip olduğu American National Architectural Accrediting Board (NAAB) akreditasyonunu aldık. Denizcilik Fakültemiz International MaritimeOrganization (IMO) akreditasyonuna sahip. Yabancı Diller Yüksekokulumuz ise yakın zaman önce CEA akreditasyonu aldı. UOLP ile Hem İTÜ Hem ABD Diploması İTÜ, Uluslararası Ortak Lisans Programları (UOLP) ile Amerika’nın seçkin üniversiteleri ile işbirliği yürüyor. UOLP, öğrencilerimize sadece iki önemli diploma değil çok kültürlülük ve yabancı dili etkin kullanma becerisi de sağlıyor. Eğitimin 2 yılını İTÜ’de 2 yılını Amerika’da gören öğrencilerimiz, çok önemli deneyimler ve uluslararası iş – staj bağlantıları edinerek mezun oluyorlar. Yürüttüğü 10 program ile İTÜ, Türkiye’nin en fazla UOLP’yesahip üniversitesi. Amerika’da, tarihi 1891 yılına uzanan Yetkin Mühendislik Sınavı, dünya çapında geçerliliğe sahip. Bu sınavı Türkiye’de yapmaya yetkili tek kurum ise İTÜ. Yetkin Mühendislik birinci aşama sınavı (FE) ve lisans verilmesini sağlayan ikinci aşama sınavını (PE) gerçekleştiriyoruz. Yetkin Mühendislik Farkı Amerika’da, tarihi 1891 yılına uzanan Yetkin Mühendislik Sınavı, dünya çapında geçerliliğe sahip. Bu sınavı Türkiye’de yapmaya yetkili tek kurum ise İTÜ. Yetkin Mühendislik birinci aşama sınavı (FE) ve lisans verilmesini sağlayan ikinci aşama sınavını (PE) gerçekleştiriyoruz. FE sınavına sadece İTÜ son sınıf öğrencilerimiz ve mezunlarımız katılabiliyor; PE sınavına ise mühendislik alanında en az 4 yıl iş tecrübesi olan ve FE sınavını geçmiş olan İTÜ lisans veya yüksek lisans mezunları giriyor. Yetkin Mühendislik Sınavı sadece İTÜ için 250. Yıla Doğru Dünyada, yaklaşık 20 bin üniversite bulunuyor. Gerek tarihi mirası gerek iz bırakan çalışmaları gerekse büyük mezun ailesi ve onların başarıları açısından değerlendirildiğinde, İTÜ’nün basamağındaki üniversitelerin sayısı sınırlıdır. Böylesi güçlü kurumlar için stratejik planlamalar ve bu planlamaların orta ve uzun vadeye yönelik olması çok mühimdir. Bu vizyonla, üniversitemizde yürüttüğümüz tüm çalışmaları titiz bir stratejik planlamaya göre şekillendiriyoruz. Bu planlama ise üniversitemizin tüm paydaşlarının geri bildirimleri ve önerileriyle hazırlandı. Amacımız, üniversitemizin 250. Yılına dünya çapında bir araştırma ve inovasyon üniversitesi olarak girmesidir. Cumhuriyetimizin 100. Yılında kuruluşunun 250. Yılını kutlayacak olan üniversitemizde öğretim kalitesinin her geçen gün daha da yükselmesi, bilimsel çalışmaların artarak sürmesi, teknoloji ve inovasyon odaklı adımlar atılması temel hedeflerimiz arasındadır. Özellikle inovasyon, ülke menfaatlerinin korunması, mevcut kaynakların en etkin biçimde değerlendirilmesi, önceliklerin tespiti, istihdamın genişletilmesi ve etkin hizmet arzının gerçekleştirilmesi için zorunludur. İnovatif çalışabilmek ve bunu sağlayacak insan kaynağını yetiştirmek, günümüzde rekabetin yegane yoludur. Bu noktada İTÜ, sadece kurum olarak gelişmesi için değil, ülke kalkınmasına sunacağı destek için üstlenmesi gereken rolün bilincindedir. Osmanlı Devletinde modernleşmenin ve ilerlemenin temsili olan, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda yurdun dört bir yanını arı gibi çalışarak yeniden inşa eden İTÜ, bugün de köklerinden gelen ülkeye, insanlığa ve bilime hizmet aşkıyla çalışmaktadır. Hem öğretim hem de araştırma faaliyetlerinin temelinde, bu aşk yatmaktadır… itü vakfı dergisi 15 EĞİTİM DOSYASI Türkiye’de Yükseköğretim Nereye Gidiyor? Prof. Dr. Gülsün Sağlamer İTÜ Mimarlık Fakültesi Türkiye’de yükseköğretim bugün hala 1982 yılında yürürlüğe giren 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile merkezi bir yapı içinde yürütülmeye çalışılmaktadır. Gerçi yürürlüğe girdiği günden beri üzerinde pek çok küçük değişiklik yapılmış olmasına karşın, 2547 sayılı YÖK, ana ekseni olan merkezi yönetim ilkesinden asla taviz vermemiştir. Geçen 30 yılı aşkın sürede yaşanan onca değişime karşın ana ekseni değişmeyen bu yasa üniversitelerimizin özerklik kazanmasına olanak vermemektedir... İ nsanlığın gelişmesi şüphesiz ki çağlar boyu üretilen bilgi, keşif ve buluşlarla birlikte kültür ve sanat alanındaki ilerlemelerle biçimlenirken bu gelişmeleri yaratan ve sürdürülebilirliğini sağlayan eğitim de yaşanan değişime bağlı olarak çağlar boyu evrilerek yapılanmakta, gelişmekte veya gelişmeye çalışmaktadır. Değişimin artan hızı ve genişleyen kapsamı eğitim ve öğretime yeni boyutlar kazandırmakta, eğitim ve öğretimi ve bu hizmetleri sunan kuruluşları/organizasyonları da çeşitlendirmektedir. Ülkeler ve kurumlar alışılmış kalıplara takılıp kaldıkça değişime ayak uyduramamakta, günümüzün küreselleşen ortamında giderek marjinalleşmekte ve âdeta haritadan silinmektedirler. Kalıpları sorgulayarak değiştirmeye çalışanlar, içinde bulundukları ortamlarda rüyalarını gerçekleştirme şansını yakalayabilirlerse küresel yarışa katılabilmekte ve değişim kültürünü yerleştirmeye çalışmaktadırlar. İşte tam da bu noktada Türkiye ne yapmaktadır? Türkiyenin Yükseköğretimi nereye doğru yol almaktadır? Gidilen yol bizi 16 itü vakfı dergisi dünyada saygın bir konuma taşıyabilecek midir? Bu kısa yazı kapsamında tüm bu soruları enine boyuna tartışmak olanaksız olsa da bazı görünen gerçekleri özetlemenin yararlı olacağını düşünüyorum. Türkiye’de yükseköğretim bugün hala 1982 yılında yürürlüğe giren 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu ile merkezi bir yapı içinde yürütülmeye çalışılmaktadır. Gerçi yürürlüğe girdiği günden beri üzerinde pek çok küçük değişiklik yapılmış olmasına karşın 2547 sayılı YÖK, ana ekseni olan merkezi yönetim ilkesinden asla taviz vermemiştir. Geçen 30 yılı aşkın sürede yaşanan onca değişime karşın ana ekseni değişmeyen bu yasa üniversitelerimizin özerklik kazanmasına olanak vermemektedir. 1982’den bugüne Yükseköğretimde belirli alanlarda önemli gelişmelerin de sağlanmış olduğu bilinen bir gerçektir. Örneğin son yıllarda üniversitelerin performansı düşmüş olmasına karşın 2009 yılına kadar yayınlarda ve atıflarda sağlanan önemli artışlar, uluslararasılaşmada atılan adımlar, kurulan yeni üniversitelerle yükseköğretimde okullaşma oranlarında sağlanan büyüme, Açık Öğretimde ulaşılan kapasite önemli gelişmelerdir. Diğer taraftan YÖK, özellikle son yıllarda kurulan çok sayıdaki üniversitelerin kalite kontrolunu yapabilecek bağımsız değerlendirme ve akreditasyon kurumlarının kurulmasına henüz olanak sağlamamış, bu gelişmelere paralel olarak hesap verebilirlik mekanizmalarını da devreye alamamıştır. Bu durumda kendilerini diğer üniversitelerden farklı bir kalite düzeyinde gören Türkiye’nin gelişmiş birçok üniversitesi uluslararası değerlendirme ve akreditasyon kuruluşlarına başvurarak uluslararası akreditasyon almayı benimsemektedirler. İstanbul Teknik Üniversitesi 2000’li yıllardan başlayan girişimlerini 2003 - 2004 yılında sonuçlandırarak mühendislik ve mimarlık eğitimi veren bölümlerini-fakültelerini akredite etmiştir ve yerleştirdiği kalite kültürü ile bu akreditasyonların sürdürülebilirliğini rektörler, dekanlar değişmesine karşın sağlayabilmiştir. Bu açıdan İTÜ, ODTÜ ve BÜ ile birlikte Türkiye’de kalite kültürünün gelişmesine önemli katkılar yapmış öncü üniversitelerden biridir. Üzerinde durulması gereken bir diğer konu 2547 sayılı yasanın tanımladığı yönetim organlarının yapısı ile ilgilidir. YÖK, Yüksek Öğretim Genel Kurulunun kompozisyonunda Cumhurbaşkanı ve Hükümete (1/3+1/3=2/3 ) oranında üye belirleme yetkisi vermektedir. Cumhurbaşkanı ve Hükümetin ayrı politik partilerden gelmesi durumunda Genel Kurul içinde bir denge kurulması sağlanabilmektedir. Ancak YÖK Başkanını atama yetkisine de sahip olan Cumhurbaşkanlarının hükümet ile aynı partiden geliyor olmaları kuvvetler ayrılığının sağlayacağı denge ortamını yok edebilmekte, YÖK’ün tamamen iktidar partisinin kontrolüne geçmesine neden olabilmektedir. Böyle dönemlerde üniversitelerin hareket alanı daralmakta ve özerklik konusunda önemli sorunlar yaşanmaktadır. European University Association tarafından özerklik konusunda Avrupa üniversite- leri üzerinde yapılan bir araştırmada (20092011) Türkiye maalesef üniversite özerkliği sıralamasında en arkalarda yer almaktadır (EUA, University Autonomy in Europe II, The Scoreboard 2011). Özerkliğin farklı boyutlarının incelendiği bu araştırmada Türkiye 28 ülke arasında Organizasyonel Özerklikte sondan 2., Finansal Özerklikte sondan 6., Personel Atama Özerkliğinde sondan 8., Akademik Özerklikte ise sondan 4. sırada yer almaktadır. Koşulların 2011 yılından beri pozitif yönde gelişmediği de dikkate alınacak olursa üniversitelerimizin içinde bulunduğu ortamı daha fazla anlatmaya gerek olmadığı kanısındayım. Rektör ve dekan atamalarından atama ve yükseltmelere kadar politikanın egemen olduğu, liyakatin unutulduğu bir yükseköğretim ortamı toplumun geleceğini oluşturacak insan kaynaklarının büyük bir bölümünün beklenen standartların çok altında kalmasına neden olmaktadır. Özerkliğin olmadığı bir yükseköğretimden uluslarası düzeyde başarı beklemek olanaksızdır. Üniversiteler giderek liyakatten uzak keyfi yönetimlerin esiri haline gelme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Ülkemizde karar vericiler OECD’nin PISA göstergelerindeki Türkiye’nin performansından hiç söz etmemekte, görmezden gelmekte ve kaliteyi dikkate almayan bazı sayısal verilerle başarıyı ölçmeyi tercih etmektedirler . Türkiye 65 ülke arasında PISA’da 44. sırada yer almaktadır (2012 OECD PISA Results in Focus What 15-year- old know and about what they can do with what they know). Son yıllarda Türkiye’deki Yükseköğretimin bulunduğu durumu, küresel kuruluşların istatistikleri açıkça göstermektedir. Ülkenin genç nüfusu ve yükseköğretimdeki okullaşma oranlarının düşük olması hükümetleri yeni üniversitelerin kurulmasına yönlendirmektedir. Bu haklı gerekçe hazırlıksız olarak kurulan bu üniversiteleri sayısal açıdan problemi çözüyor gibi gösterse de sonuçta yeterli ve kaliteli öğretim üyesi, altyapısı olmayan bu yeni kuruluşlar kalite konusunda onarılamayacak sorunlar yaratmaktadır. Probleme sayısal büyüklük olarak bakılması sonucunda popülist yaklaşımlarla son 10 yıl içinde %121 büyüyen yükseköğretim sektörü mezun ettiği dünya standartlarından uzak diplomalı insanları nerede nasıl istihdam edeceğini bilememektedir. Yükseköğretimin uluslararası standartlara ulaşabilmesi için önce kaliteli insan kaynaklarına, sonra yeterli finans kaynaklarına sahip olması gerekirken Türkiye bu iki kaynağı da sağlayacak önlem- leri almak, liyakate dayalı sistemlere öncelik vermek yerine, çağın gerekleri ile bağdaşmayan politikalarla insan kaynaklarının kalite yönünde iyileştirilmesini ve dünyada yarışacak konuma getirilmesini geciktirmektedir. Türkiye’de 2013 yılı itibariyle 71’i Vakıf Üniversitesi, 114’ü devlet üniversitesi olmak üzere 185 üniversite bulunmaktadır. Toplam yaklaşık 5.5 milyon öğrencinin % 6.4’ü vakıf üniversitelerinde, toplam öğrencilerin yaklaşık 1/3’ü Açık Öğretimde eğitimlerini sürdürmektedir. Burada sayıları hızla artan vakıf üniversitelerinin halen ve önümüzdeki yıllarda yeterli öğrenci çekmekte karşılaşacakları güçlükleri unutmamak gerekir. Toplam doktora öğrenci sayısı 55.120, toplam Yüksek Lisans öğrenci sayısı 176.000, toplam doktora derecesine sahip akademik personel 60.000 ve toplam akademik personel ise 133.000’dir (Çetinsaya, G., 2014). Türkiye Türkiye her yıl doktora derecesi alanların toplam sayısı itibariyle OECD sıralamasında sondan 4. sırada, her bin kişiye düşen doktora dereceli araştırmacı sıralamasında ise sondan 2. sırada yer almaktadır (OECD-KNOWINNO, 2013). Bütün bu göstergeler Türkiye’nin eğitim alanında, özellikle yükseköğretimde ve araştırma-inovasyon alanlarında kapsamlı bir atılım yapması gerektiği gerçeğini ortaya koymaktadır. her yıl doktora derecesi alanların toplam sayısı itibariyle OECD sıralamasında sondan 4. sırada, her bin kişiye düşen doktora dereceli araştırmacı sıralamasında ise sondan 2. sırada yer almaktadır (OECD-KNOWINNO, 2013). Bütün bu göstergeler Türkiye’nin eğitim alanında, özellikle yükseköğretimde ve araştırma-inovasyon alanlarında kapsamlı bir atılım yapması gerektiği gerçeğini ortaya koymaktadır. Avrupa Birliği istatistiklerine göre AB araştırma kaynaklarını kullanan ülke sıralamasında Türkiye ya sonuncu ya da sondan ikinci veya üçüncü olabilmektedir. Ülke içindeki araştırma kaynaklarının sınırlı olması, ayrıca bu kaynakların dağıtımında yaşanan sorunlar araştırma kültürünün yerleşme ve gelişmesine olanak vermemektedir. Bu nedenle uluslararası araştırma kaynaklarına ulaşmada da önemli sorunlar yaşanmaktadır. Türkiye öğretime (% 4.1 TR- %5.6 OECD), yükseköğretime (%1.0 TR- %1.6 OECD) ve araştırmaya (%0.86 TR- %2.40 OECD- %2.06 EU) (Source: Education at a Glance: OECD Indicators. Paris: OECD) yeterli finansal kaynak ayırmamakta, insan kaynaklarının kalitesini artıracak önemli değişimleri gerçekleştirme konusunda ciddi girişimlerde bulunmamakta ve girdiği bu çevirimden kurtulmak için çaba harcayamamaktadır. Türkiye’de Yükseköğretimde öğrenci başına ayrılan finasal kaynaklar 1995’te 5241 USD iken 2011 yılında 9235 USD’a yükselmiştir. OECD ortalaması 17.929 USD, EU ortalaması ise 13.572 USD’dır . Ayrılan kaynakların dağılımında da performansa yönelik bir değerlendirme yapılamamakta ve kaynaklar bu nedenle verimli ve etkin bir biçimde kullanılamamaktadır. Türkiye’de 1000 kişiye 3 araştırmacı düşerken OECD ortalaması 7.68, EU ortalaması 7.28, Kore de ise 11.92’dir. Türkiye’de araştırmaya GSMH’dan %0.86 pay ayrılırken bu oran OECD de %2.40, EU28 de %2.06, Kore de ise % 4.04’tür. Türkiye toplam yayın sıralamasında 2000 yılında dünyada 26.sıradan 2005 yılında 19. sıraya ve 2009 yılında 17. sıraya yükselmişken 2012 yılı itibariyle 20. sıraya gerilemiştir. Bunun da ötesinde 1995-2005 yıllarında toplam atıf sayısı 34.788’den 157.590’a çıkarken 2010 yılında bu değer 77.660’a, 2012 yılında ise 46.196’a gerilemiş bulunmaktadır (Çetinsaya, 2014). Yayınlarda sayısal yönden sıralamamız gerilerken kalite açısından daha da büyük kayıplara uğrandığı anlaşılmaktadır. Gerçeklerle yüzleşmeden kendimizi bazı sayılarla avutmanın son yıllarda nelere mal olduğunu uluslararası göstergeler gözler önüne sermektedir. Türkiye G20 de bulunmakla övünebilmek için yukarıda sıralanan alanlarda daha üst düzeyde performans göstermek durumundadır. Aksi halde altı boş bir G20’nin bizi G10’a taşıması, gerçekleşmesi olanaksız bir hayaldir. Bu durumda ülkemizdeki karar vericilerin gerçeklerle yüzleşerek kapsamlı, kısa ve uzun vadeli atılımları planlayarak gerçekleştirmeleri; yandaş değil liyakate dayalı sistemlerin uygulanmasına, kaliteli insan kaynaklarının kaybının engellenmesine ve yeniden devreye sokulmasına, yenilerinin yetişmesine, yerleşmesine ve sürdürülebilir gelişmelerin sağlanması için gerekli yasal, yapısal ve finansal reformların yapılmasına olanak sağlamaları zorunludur. itü vakfı dergisi 17 EĞİTİM DOSYASI Doç. Dr. Selçuk Şirin New York Üniversitesi Öğretim Üyesi Türkiye eğer katma değeri yüksek ekonomiye geçecekse bunun yolu muhakkak surette eğitimde reformdan geçiyor. Ancak eğitim sisteminde yapılacak tüm reformlar tek başına bir toplumu dönüştürmeye yetmez. Çünkü ileri teknoloji kullanmak sadece teknik bilgi gerektirmiyor. Bilgi ekonomisi aynı zamanda bilgiye bireylerin özgürce ulaşmasını ve insanların becerileriyle ortaya koyduğu katma değerin yasalarca güvence altına alınmasını gerektiriyor. Yani tahayyül özgürlüğü ve adil rekabet koşulları şart. W hatsapp, 53 kişinin kurduğu 5 yıllık küçük bir şirket ama bu şirket Türkiye’nin Cumhuriyet tarihi boyunca ortaya çıkardığı en büyük dört şirketin pazar değerinden daha yüksek bir değere satıldı. Birkaç ay önce çocuklar için geliştirilen bir madencilik oyunu olan Minecraft 2,5 milyar dolara satıldı! Hesaplamaya korktum, zira bu oyun bizim Zonguldak madenlerinden daha kıymetli olabilir. Bir kamyon domatesin, şu an bu yazıyı okuduğunuz sırada basit bir bilgisayar ya da telefon kadar etmediğini hatırlatmaya gerek yok. Dünyada artık yeni bir ekonomi kuruluyor ve bizim bu pazarda yerimiz yok! Olsaydık, NASDAQ’ta bir şirketimiz göstermelik de olsa işlem görürdü. Yunanistan’ın 20’yi aşkın, İsrail’in 70’i aşkın şirketi bu yüksek teknoloji pazarında at koştururken biz neden yokuz? Yukarıdaki sorunun cevabı PİSA testinde mevcut. 18 itü vakfı dergisi PISA Ölçme Değerlendirme Programı Işığında Dünyada ve Türkiye’de Durum Eğitim Sorunları ve Çözüm Önerileri PISA Nedir? OECD tarafından geliştirilen PISA uluslararası bir eğitim-değerlendirme sistemidir. Temel amacı, her bir ülkenin 15 yaş grubundaki gençleri ne denli iyi eğittiğini ortaya koymaktır. PİSA 3 yılda bir katılımcı ülkeleri ölçer. En son yapılan PISA’ya, dünya ekonomisinin %90’ını temsil eden ülkeler katıldı. İşgücünün hızla küreselleştiği, üretimin çok coğrafyalı bir yapıya dönüştüğü 21. yüzyıl ekonomisinde bir ülkenin eğitim sistemi yalnızca ülke içi verilerle değerlendirilemez. Rekabetin küresel olduğu yeni yüzyılın performans standardının da küresel olması zorunludur. Bu ihtiyaçtan yola çıkarak, ekonominin itici gücünün nitelikli ve eğitimli işgücü olduğunun altını çizen Ekonomik İşbirliği ve KalkınmaTeşkilatı (OECD), eğitim sistemlerini değerlendirmek amacıyla uluslararası bir eğitim performans endeksi geliştirmiştir. Kısa adıyla PISA (The Programme for International Student Assessment) olarak anılan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı eğitim çıktılarını, örneklem bazlı verilerle değerlendirmektedir. Günümüzde PISA en güvenilir uluslararası eğitim sistemleri performans değerlendirme indeksi olarak kabul edilmektedir. Spesifik olarak, PISA ile fen bilgisi, matematik ve okuma becerileri ölçülmektedir. PISA’nın en önemli faydası, sonuçlar kamuoyuna açıklandığında tüm dünyada eğitimi bir numaralı gündem maddesi yapmasıdır. Karar vericiler, medya ve aileler, ülkelerindeki okulların öğrencileri modern dünyaya ne derece hazırladığı sorusuna PISA verileriyle yanıt ararlar. Türkiye’nin PISA Karnesi İlk olarak 2000 yılında başlayan PISA’ya Türkiye 2003 yılından beri katılmaktadır. 2000 yılında OECD ülkelerinin katılımıyla gerçekleştirilen PISA’ya, son yıllarda OECD ülkelerinin yanısıra diğer pek çok ülke de katılmaktadır. 3 Aralık 2013 tarihinde sonuçları açıklanan PISA 2012’ye 34’ü OECD ülkesi, toplam 65 ülke ve ekonomi katılmıştır (Çin bir ülke olarak henüz PISA’ya katılmamakta, Çin’e bağlı ekonomilerden katılım olmaktadır). 2012 ölçümünde, bu ülkelerde yaşayan, 15 yaş grubundaki 28 milyon genci temsilen 510.000 öğrenciden veri toplanmıştır. 18. Ekonomiyiz Ama Çocuklarımız Dünyada İlk 40’a Giremiyor! Türkiye’nin son 12 yılda katıldığı 4 PISA testinde diğer ülkelere göre bulunduğu konum aşağıdaki tabloda sunulmuştur. 2012 PISA sonuçlarında Türkiye OECD ülkelerinin ortalama puanının çok altında bir performans göstermiştir. Maalesef, OECD ülkeleri arasında Türkiye matematik ve fen alanlarında son sırada, okuma becerileri alanında ise Slovakya’yı aşarak sondan ikinci sırada yer almaktadır. PISA’ya katılan 65 ülke içinde ise, matematik alanında 448 puanla 44., fen alanında 463 puanla 43. ve okuma becerileri alanında 475 puanla 41. sırada yer almaktadır. PISA’ya ilk olarak katıldığımız 2003 yılından bugüne kadar Türkiye’nin matematik başarı sıralaması neredeyse hiç değişmemiştir. 2003 yılında PISA’ya katılan 41 ülke arasında sondan 7. sırada yer aldık. Diğer yıllarda PISA’ya katılan ülke sayısı artmış olsa da Türkiye’nin sıralamadaki yeri pek değişmemiş ve her bir ölçümde 43. sırada yer almıştır. Aşağıdaki tablonun özeti şudur. Türkiye yıllar içinde PISA testlerinde puanını artırmış olsa da bu puan artışı rekabet ettiği başka ülkelerle arasındaki farkın kapanmasına katkıta bulunacak boyutlarda olmamıştır. Çocuklarımızı 21. Yüzyıla Yetiştiremiyoruz! Bu sonuçlar niçin önemli? Önemli çünkü artık beceri bazlı yeni bir ekonomiye geçiyoruz. Türkiye ekonomisi son 7 yıldır kişi başına 10 bin dolar milli gelir bandına sıkışıp kalmış durumdadır. Bu seviyeye belki yollarla barajlarla gelmiş olabiliriz ama bu seviyeden ilerisine gitmek için katma değeri yüksek üretime geçmek zorundayız. Bunun da yolu çocuklarımıza 21. yüzyıl becerileri kazandıracak bir eğitim vermektir. Bu anlamda PISA sonuçları bize pek umut vermiyor. Bu verilerin altını çizdiği basit bir realite var. Yüksek tekno- loji yarışında yer alacak genç yetenekleri yetiştirmeyi bilmiyoruz. Ne Yapmalı? Türkiye’de eğitimdeki en can alıcı sorun, reform yapma pratiğinin verilerden bağımsız olmasıdır. Dünyanın her yerinde eğitim en çok tartışılan ve en çok reform edilen alandır. İnsan değişiyor, toplum değişiyor. Eğitim de buna göre elbette sürekli değişmeli. Önemli olan reformların bu değişimi dikkate alarak yapılıp yapılmadığı gerçeğidir. Bu noktada maalesef Türkiye’de eğitim adına yapılan reformlar verilerden uzak bir şekilde yapılmaktadır. Sorunların belirlenmesinden, çözüm alternatiflerinin rekabet etmesine, öne çıkan çözümlerin pilot uygulamasından etkinlik analizine dair her aşamada kararlar verilerle alınmalıdır. Maalesef bizim reform pratiğimiz bu sistematik yaklaşımdan çok uzaktır. Geçtiğimiz yıl bu açığı kapatmak için TÜSİAD ve TÖDER (Tüm Özel Öğretim Kurumları Derneği) için Dr. Sinem Vatanartıran ile birlikte veriye dayalı reform yaklaşımına örnek teşkil edecek bir çalışmayı gerçekleştirdim (Raporun tamamına TUSİAD sitesinden ulaşabilirsiniz.). Aşağıda o raporda sunduğumuz çözüm önerilerinin bir özetini paylaşıyorum. Okul Öncesi Eğitim Eğitim üzerine yapılan araştırmaların en net sonuçlarından biri okul öncesi eğitimin, geri dönüşü en yüksek yatırım olduğu gerçeği. Maalesef, bu alan bizim eğitim sistemimizin en sorunlu olduğu alan. Türkiye okul öncesi eğitime katılımda yaklaşık % 30 ile AB ülkeleri arasında en son sırada yer almakla kalkmıyor, bizden sonra gelen ülkelerdeki katılımın yarısına bile ulaşamıyor! Türkiye’nin eğitim reformu öncelikleri içerisinde en kalıcı sonucu verecek girişim kaliteli okul öncesi eğitimi tüm ülkede zorunlu kılmaktır. Bunun için okul öncesi eğitim öğretmeni yetiştirmekten, müfredat PISA 2003-2012 Fen Başarı Sıralamaları 2003 Sıra Ülke 2006 Sıra Ülke 2009 Sıra Ülke 2012 Sıra Ülke 1 Finlandiya 1 Finlandiya 1 Şanghay-Çin 1 Şanghay-Çin 2 Kore 2 Hong Kong-Çin 2 Finlandiya 2 Hong Kong 33 TÜRKİYE 44 TÜRKİYE 43 TÜRKİYE 43 TÜRKİYE Toplam Ülke 41 57 65 65 PISA 2003-2012 Matematik Başarı Sıralamaları 2003 Sıra Ülke 2006 Sıra Ülke 2009 Sıra Ülke 2012 Sıra Ülke 1 Finlandiya 1 Tayvan 1 Şanghay-Çin 1 Şanghay-Çin 2 Kore 2 Finlandiya 2 Singapur 2 Singapur 35 TÜRKİYE 43 TÜRKİYE 43 TÜRKİYE 43 TÜRKİYE Toplam Ülke 41 57 65 65 PISA 2003-2012 Okuma Becerisi Alanı Başarı Sıralamaları 2003 Sıra Ülke 2006 Sıra Ülke 2009 Sıra Ülke 2012 Sıra Ülke 1 Finlandiya 1 Kore 1 Şanghay-Çin 1 Şanghay-Çin 2 Kore 2 Finlandiya 2 Kore 2 Hong Kong-Çin 35 TÜRKİYE 37 TÜRKİYE 41 TÜRKİYE 41 TÜRKİYE Toplam Ülke 41 57 65 65 itü vakfı dergisi 19 EĞİTİM DOSYASI geliştirmeye her alanda ciddi bir yatırım yapılması kaçınılmazdır. Geleceğimiz için eğitim alanında yapılacak en büyük yatırım bu alanda olmalıdır. Öğretmenlik Profesyonel Bir Meslek Olmalı Öğretmenlerin iş yetkinliklerini ve iş tatminlerini artırmadan herhangi bir eğitim reformunun başarıya ulaşması mümkün değildir. Asya ülkeleri ve Finlandiya'nın son yıllarda kaydettiği ekonomik başarının ardında yatan en temel faktör öğretmene yatırım yapılmış olmasıdır. Bu sistemlerde öğretmenlik profesyonel bir meslek olarak tanımlanmış, öğretmen seçimi, eğitimi ve sosyoekonomik statüsü buna göre organize edilmiştir. Mesleğini yürüten her öğretmen için yüksek kaliteli meslek içi eğitim şartı konulmuştur. Ülke olarak eğitime yapacağımız yatırımlarda önceliği teknoloji yerine öğretmene kaydırmak doğru bir adım olacaktır. Sonuçta teknolojiyi de kullanan yine aynı öğretmenler olacaktır. Merkezi Yönetimde Esneklik Türkiye PISA’ya katılan ülkeler içinde hem kaynak hem de müfredat belirlemede en merkezi sisteme sahip ülke. Japonya, Güney Kore, Şangay ve Hong Kong gibi PISA’da zirvede olan eğitim sistemlerinde okul yöneticileri ve öğretmenler pek çok alanda karar verici konumda görev yapmaktadır. Okul yöneticileri başarı kriterlerini belirlemekte, öğretmen alımlarını yönetmekte, ders kitaplarını seçmekte, müfredatı çeşitlendirebilmektedir. Türkiye’deki sistem ise hali hazırda bütün kararları lokal koşullardan uzak bir şekilde merkezde almaktadır. Türkiye gibi büyük bir ülkede bütün kararların merkezden alınması doğal olarak pek çok sorunu çözümsüzlüğe itmektedir. Bu anlamda merkezi yönetimin elinde olan bazı yetkilerin okul yönetimlerine aktarılmasının zamanı gelmiştir. Dezavantajlı Öğrencilere Küçük Sınıflar Öğretmen başına düşen öğrenci sayısı hem akademik başarıyı hem de öğrencilerin okula olan ilgisini artıran bir faktör. OECD ülkeleri arasında fakir öğrencilerin sayısı arttıkça sınıfların kalabalıklaştığı tek sistem bize ait. Türkiye OECD ülkelerinin çoğunluğunda olduğu gibi sosyo-ekonomik açıdan dezavantajlı öğrencilerin git- 20 itü vakfı dergisi Spesifik olarak, PISA ile fen bilgisi, matematik ve okuma becerileri ölçülmektedir. PISA’nın en önemli faydası, sonuçlar kamuoyuna açıklandığında tüm dünyada eğitimi bir numaralı gündem maddesi yapmasıdır. Karar vericiler, medya ve aileler, ülkelerindeki okulların, öğrencileri modern dünyaya ne derecede hazırladığı sorusuna PISA verileriyle yanıt ararlar. tiği okullarda sınıf mevcudunu düşürmeli ve kişi başına düşen öğretmen oranını artırmalıdır. Bir başka deyişle, dezavantajlı öğrenciye okulda öncelik tanıyan uygulamalara öncelik verilmelidir. Bu hem sınıf mevcudunda iyileştirmeyle hem de kaliteli öğretmenlerin dar gelirli ailelerin gittiği okullara yönlendirilmesiyle mümkün olacaktır. mühendislik eğitimi) reform girişiminde olduğu gibi bizim de acil olarak ulusal bir kampanya başlatmamız gerekmektedir. Teknolojinin, inovasyona dayalı üretimin esas olduğu yeni ekonomide rekabet etmemiz bu alandaki reformların başarısına bağlıdır. Sınav Yöntemi ve İçeriği Değişmeli Ulusal sınavlarımız eğitim sisteminin pusulası görevini yürütmektedir ve maalesef bu pusula şu haliyle öğrencileri yanlış yönlendirmektedir. Tamamen çoktan seçmeli ve temel becerilere dayalı sınavlar öğrencilerin ezber yeteneklerini ölçmekten öte bir işleve sahip değil. O nedenle eğitim reformunun başarısı sınavların topyekün gözden geçirilmesine bağlıdır. Tıpkı PISA’da olduğu gibi açık-uçlu sorulara ve muhakeme, eleştirel düşünce gibi üst beceri seviyelerine hitap eden yeni bir ulusal sınav sistemi kurmak zorundayız. Üst Seviye Beceri Eğitimi Bizim sistem öğrencilere temel becerileri kazandırmak üzerine kurulu bir sistem. Ancak daha etkin rekabet için orta ve üst düzey becerilerde başarı kaydetmemiz gerekmektedir. Matematik, okuma becerileri ve fen alanında PISA testlerinde üstün başarı seviyesini (5 ve 6. düzeyler) yakalayan öğrencilerimizin oranı yüzde 6 dolayında. Bu oran OECD ortalamasının yarısı. Bilgi ekonomisinde rekabet etmek için çocuklarımıza ileri derecede matematik, fen ve okuma becerileri kazandırmak gerekmektedir. Bu amaçla eleştirel beceri ve muhakeme yeteneğine öncelik veren yeni bir müfredat, bu müfredata uygun ulusal sınav sistemi ve elbette bu eğitimi sunacak öğretmen ve okul altyapısın bir reform paketi olarak gündeme gelmelidir. Temel becerilerle inovasyon ekonomisinde rekabet etmek mümkün olmayacaktır. Eğitim De Bir Yere Kadar! Türkiye eğer katma değeri yüksek ekonomiye geçecekse bunun yolu muhakkak surette eğitimde reformdan geçiyor. Ancak eğitim sisteminde yapılacak tüm reformlar tek başına bir toplumu dönüştürmeye yetmez. Çünkü ileri teknoloji kullanmak sadece teknik bilgi gerektirmiyor. Bilgi ekonomisi aynı zamanda bilgiye bireylerin özgürce ulaşmasını ve insanların becerileriyle ortaya koyduğu katma değerin yasalarca güvence altına alınmasını gerektiriyor. Yani tahayyül özgürlüğü ve adil rekabet koşulları şart. Önümüzdeki dönemde eğer amacımız ekonomik olarak şu an içinde bulunduğumuz orta gelir tuzağından kurtulmak ise önce eğitim sistemimizde reform yapmalıyız. Buna ek olarak da özgürlükler, hukukun üstünlüğü noktasında, rekabet ettiğimiz dünyanın standartlarını kendi insanımız için de yakalamalıyız. STEM Seferberliği PISA verileri içinde, ülkemizde bilim, teknoloji ve inovasyonun geleceği açısından en endişe verici sonuç fen alanında en üst seviyede başarı gösteren öğrencilerimizin neredeyse hiç olmamasıdır. Fen ve matematik alanları bilgi ekonomisinin dinamosudur. Bu alanlarda ileri seviyede eğitim veren okullarımızın sayısını ve niteliğini gözden geçirmemiz kaçınılmaz. Tıpkı ABD’deki STEM (fen, teknoloji, matematik, Doç. Dr. Selçuk R. Şirin New York Üniversitesi’nde (NYU) araştırma yöntemleri ve istatistik dersleri vermektedir. ODTÜ’den lisans, SUNY-Albany’den yüksek lisans ve Boston College’den doktora derecesi almış olan Şirin’in 70’i aşkın akademik yayını bulunmaktadır. Hürriyet’te köşe yazarlığı yapan Dr. Şirin, İksara Veri Araştırma Analiz A.Ş. ve Bahçeşehir Araştırma Yöntemleri Okulu (BAYO) kurucusudur.Twitter: https://twitter.com/ SelcukRSirin Teknik Üniversitelerin Eğitime Katkısı: Tasarım Eğitimi - Eğitim Tasarımı Prof. Dr. Emine Erktin Boğaziçi Üniversitesi Eğitim Fakültesi Dekanı Gelişmiş bir toplumun uygarlığını sürdürebilmesi ve geliştirebilmesi için yeni yüzyılın insanı nasıl eğitilmeli? Yirminci yüzyılda hayal edilen, her açıdan gelişmiş, bir efsane de olsa “beyninin daha büyük yüzdesini kullanabilen”, bilinçli insan türünü yaygınlaştıracak eğitim modeli, yirmi birinci yüzyılda hala ütopyadan öteye gidememişe benziyor. Bu durum dünya nüfusunun hatırı sayılır bir oranının ortaçağ düşünce yapısını sürdürmekteki ısrarı, doğa talanı, insan hakları ihlalleri, cinayetler, terör ve baskıcı yönetimler veya özentileri ile her gün yüzümüze vuruluyor. G elişmiş bir toplumun uygarlığını sürdürebilmesi ve geliştirebilmesi için yeni yüzyılın insanı nasıl eğitilmeli? Yirminci yüzyılda hayal edilen, her açıdan gelişmiş, bir efsane de olsa “beyninin daha büyük yüzdesini kullanabilen”, bilinçli insan türünü yaygınlaştıracak eğitim modeli, yirmi birinci yüzyılda hala ütopyadan öteye gidememişe benziyor. Bu durum dünya nüfusunun hatırı sayılır bir oranının ortaçağ düşünce yapısını sürdürmekteki ısrarı, doğa talanı, insan hakları ihlalleri, cinayetler, terör ve baskıcı yönetimler veya özentileri ile her gün yüzümüze vuruluyor. Bununla birlikte bilim ve onun uzantısı olarak teknoloji, mühendislik, tıp gibi alanlardaki umut verici gelişmelerin, iyi örneklerin, düzgün yeterli ve yetkin bir temel eğitim, ortaöğretim ve yükseköğrenim eğitiminin sonucu olduğu da kabul edilmeli. Temel eğitime bakıldığında, bilim ve teknoloji okuryazarı, düşünme becerilerine sahip, akıl yürütebilen, problem çözebilen aynı zamanda yüzyıllar boyu edinilen yerel ve küresel kültürel mirası özümsemiş, etkin bir insan yetiştirmek üzere tasarlanan bir eğitimin önemi gelişmiş uygarlıkların olmazsa olmazı bir insan hakkı olarak tüm dünyada yaygın bir kabul görüyor. Bu bağlamda temel eğitimin hedeflerine erişiyi/ başarıyı ölçerek farklı ülkelerdeki sonuçlarını karşılaştıran çalışmalar son yıllarda eğitimcilerin olduğu kadar kamuoyunun da ilgisini çekiyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’ne (OECD) üye ülkelerin katıldığı üçer yıllık dönemler hâlinde, 15 yaş grubundaki öğrencilerin kazanmış oldukları bilgi ve becerileri değerlendiren bir araştırma projesi olan Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA), Uluslararası Okuma Becerilerinde Gelişim Projesi (PIRLS), Uluslararası Matematik ve Fen Eğilimleri Araştırması (TIMSS) gibi karşılaştırma çalışmalarının sonuçlarının basında sıkça yer bulduğu görülüyor. Bu çalışmalardaki ülkemize ilişkin bulguların okuma yazma, matematik ve fen bilgisi alanlarında 60 küsur ülke arasında 40’lı sıralara işaret etmesine odaklanılırken, sonuçlar “eğitim sistemimizin yazboz tahtasına dönüşmüş olması” şeklindeki yüzeysel yorumlamalardan, eğitim bilimcilerin derin- lemesine çözümlemelerine kadar birçok farklı düzeyde tartışılıyor. Esasen, bu gibi karşılaştırma araştırmalarına katılan bütün ülkeler sıralamadaki yerlerini sorguluyor. En üst düzeyde başarı gösteren Uzakdoğu ülkelerinin ve Kuzey Avrupa ülkelerinin, özelikle Finlandiya’nın eğitim sistemleri bütün dünyada mercek altına alınıyor. Ortaöğretimin değerlendirilmesine ilişkin çalışmalar temel eğitimde olduğu gibi yaygın uluslararası karşılaştırmalardan çok yükseköğrenime geçiş oranları ve meslek edindirmede ara eleman yetiştirme bağlamında ele alınıyor. Niteliğe ilişkin yorumlamalar daha çok üniversiteye giriş sınavı üzerinden tartışılıyor. Yükseköğrenime geçişte kullanılan merkezi değerlendirme çoğu zaman ortaöğretimin niteliğine ilişkin yegâne veriyi oluşturduğundan bir seçme sınavının sonuçları bir düzey belirleme değerlendirmesiymiş gibi ele alınarak yorumlanıyor. “Matematikten ortalama 7 soru çözülmüş”, “Fende Türkiye ortalaması 3 soruymuş” gibi “çarpıcı” sonuçlar değerlendiriliyor. Üniversite sınavı geçip öğrenciler yükseköğrenim kurumlarına yerleştikten sonra da bu yorumlar çoğunlukla unutuluyor, bir sonraki yıla kadar rafa kaldırılıyor… Yükseköğrenimin değerlendirilmesi son dönemlerde farklı ölçütleri esas alan dünya sıralamalarının yaygınlaşması ile kamuoyunda da popülerlik kazandı. Daha önce bu konularla hiç ilgilenmemiş kişiler bile üniversitelerin dünya sıralamalarındaki yerlerini konuşur oldular. Yayın sayıları, öğretim üyesi öğrenci oranları, tanınırlık gibi onlarca kıstas kamuoyunun dikkatine gelmeye başladı. Kuşkusuz bu değerlendirmelerin üniversitelerin niteliğinin geliştirilmesine katkısı olacaktır. Bunların yanı sıra bağımsız kuruluşlar tarafından akredite edilmek gibi, 47 ülkenin ve 850’den fazla yükseköğretim kurumunun katıldığı Avrupa Üniversiteler Birliği (EUA) gibi üniversitelere yükseköğrenimde niteliği arttırma ve araştırma politikalarında işbirliği ve eşgüdüm olanağı sağlayan kurumlara katılmak gibi etkinliklerin yükseköğrenimin değerlendirilmesi ve iyileştirilmesi için önemli fırsatlar sunduğu görülüyor. Eğitimin temel eğitimden yükseköğrenime her düzeyde değerlendirilmesi ve iyi- itü vakfı dergisi 21 EĞİTİM DOSYASI leştirilmesi için eğitim politikalarının belirlenmesi gerekliliği açıktır. Her alanda olduğu gibi, hatta daha da fazla, eğitim politikalarının bilimsel çalışmaların ışığında yürütülmesinin önemi yadsınamaz. Hatta bunun aksinin söz konusu bile olmaması gerekir. Ne yazık ki eğitim politikalarının bilimsel araştırmalara dayandığı ideal hatta olağan durumdan bir hayli uzaktayız. Kimin hangi ara karar verdiği belirsiz eğitim modellerinin konunun uzmanlarının serzeniş, uyarı ve bazen feryatlarına rağmen uygulamaya konduğu durumlar özellikle temel eğitim ve ortaöğretim sistemlerinde sıkça görülüyor. Bazı zamanlarda bu modellerin işlemediğinde, başta karşı çıkmış eğitim uzmanlarından yardım istenmesi de, sistemlerin sıklıkla yeniden değiştirilmesi de alışık olmadığımız durumlar değil. “Eğitimin eğitimcilere bırakılmayacak kadar ciddi bir iş olduğu” nüktesini duymazdan gelerek, eğitim bilimleri araştırmalarının geldiği noktadan bir sosyal bilim olarak söz etmek yerinde olur. Ülkemizde Eğitim Fakültelerinin kurulmasının eğitimin bir bilim alanı olarak kabul görmesinde kuşkusuz önemli bir rolü olmuştur. Eğitim araştırmaları eğitimin farklı boyutlarını inceleyen alanların ortaya çıkmasına yol açmıştır. Temeldeki rolünün öğretmen yetiştirme olduğu kanısı yaygın olmakla birlikte; nasıl Mühendislik Fakülteleri mühendis yetiştirmenin yanısıra teknolojinin gelişmesine bilimsel yaklaşımlarla katkıda bulunuyorsa Eğitim Fakültelerinden de eğitim bilimleri, matematik eğitimi, fizik eğitimi sosyal bilgiler eğitimi gibi alan eğitimleri ve eğitim teknolojileri gibi birçok farklı alana katkılar yapılmaktadır. "Bilen öğretir" anlayışının çok gerilerde kaldığı günümüzde bir bilim alanı olarak eğitim çok disiplinli bir yapıda evrilerek gelişiyor. Söz gelimi, pedagoji bilgisinin ön plana çıktığı öğretmen yetiştirme dönemlerinde alan eğitimini almış bir kişinin “pedagojik formasyon” adı altında bir sertifika programını tamamlayarak öğretmenlik yapması olağan karşılanırdı. Ancak alan eğitimi denilen konularda yapılan çalışmalar alan bilgisi ve pedagoji bilgisinin bir konuyu öğretmekte yetersiz kaldığını ve “pedagojik alan bilgisi” denilen yeni bir bilgi birikimine ihtiyaç duyulduğunu göstermektedir. Sanal ortamların yaşamımızdaki yerini hızla arttırması ile “pedagojik teknolojik alan bilgisi” de öğretmen yetiştirme programlarında ve eğitim teknolojileri alanında yer bulmaya başlamaktadır. 22 itü vakfı dergisi Eğitim bilimlerinin meslek edindirme yönü eğitim bilimleri araştırmaları sayesinde gelişirken, bilimsel araştırma yönü de, sözü edilen çok disiplinli yapı ile bilimin doğası gereği sürekli bir devinim içerisinde gelişmektedir. Yirminci yüzyılın başlarında doğa bilimlerinin yöntemlerinin davranış bilimlerinde geçerli olması gerektiği düşüncesi psikometri ve eğitimde ölçme alnına önemli katkılar yapan istatistik teknik ve yöntemlerin gelişmesine yol açmıştı. Zekânın boyutlarını, okul başarısına etki eden etmenleri irdelemeye yönelen çalışmalar ve benzeri araştırmalar bu yöntembilim sayesinde mümkün olmuştu. Yirminci yüzyılın sonlarına doğru sosyal bilimler alanındaki bir paradigma değişikliği eğitim bilimlerine de yansıdı. Gerek eğitim bilimleri gibi davranış bilimlerinin inceleme konularındaki soyut kavramların ölçülmesinde karşılaşılan güçlükler, gerekse antropolojide olduğu gibi açıklanmaya çalışılan olguların karmaşıklığı belli bir araştırmacının birikimine ihtiyaç duyan, onun perspektifini esas alan ve bunun getirdiği sübjektifliği pek de dert etmeyen nitel yöntemleri zorunlu kıldı. Bu paradigma değişikliği zaman içinde yerini nitel çalışmaların nicel araştırmaların objektif verileri ile destekleyen karma yöntemlere bırakmışa benziyor. Böylece hem araştırmaların kalitesi hem de yöntembilimin gelişmesi söz konusu oluyor. Eğitim araştırmalarının yöntemlerini bir an için bir yana bırakıp içeriklerine odaklanalım. Eğitim alanının gidişatından hâlihazırdaki çok disiplinli yapısının teknolojinin ve görüntüleme yöntem ve araçlarının gelişmesi ile daha da genişleyerek önünde sonunda bilişsel sinirbilim ile kesişeceğini kestirmek zor değil. Bilişsel bilim, öğrenmeyi açıklamak üzere çalışmalarını psikoloji, dilbilim, bilgisayar bilimleri, tıp ve zaman zaman eğitim uzmanları araştırmacılardan oluşan ekipler ile sürdürmektedir. Kuşkusuz Ne yazık ki eğitim politikalarının bilimsel araştırmalara dayandığı ideal hatta olağan durumdan bir hayli uzaktayız. Kimin hangi ara karar verdiği belirsiz eğitim modellerinin konunun uzmanlarının serzeniş, uyarı ve bazen feryatlarına rağmen uygulamaya konduğu durumlar özellikle temel eğitim ve ortaöğretim sistemlerinde sıkça görülüyor. bu çalışmalar eğitim bilimlerine önemli katkılar sunmaktadır. Ancak günümüzde gelinen noktada, eğitim araştırmacılarının önünde baştan beri sözünü ettiğimiz eğitim politikalarının belirlenmesi, yürürlüğe konan politikaların işlerliğinin değerlendirilmesi ve geliştirilmesi problemleri durmaktadır. Bu aşamada eğitim araştırma çalışmalarında geçmişin “öğretim” odaklı yaklaşımı yerine “öğrenme”ye odaklanan bir yaklaşımı benimseme yolunda önemli adımlar atılmaktadır. “Öğrenim bilimleri” (Learning Sciences) günden güne artan bir sayıda eğitim fakültesi ve eğitim araştırma merkezinde çalışmaların odağı olmaya başlamaktadır. Bu konuda farklı ülkelerde açılan lisansüstü programların bir işbirliği ağı oluşturduğu görülmektedir. “Öğrenim bilimleri” başta matematik ve fen bilgisi eğitimcileri, eğitim tasarımcıları ile psikoloji, bilişsel sinirbilim, bilgisayar bilimleri, dilbilim ve benzeri alanlardan bilim insanlarının ortak çalışmalarını içerir. Burada öğrenmenin nasıl gerçekleştiği araştırılırken aynı zamanda daha etkin bir öğrenme için ne tür tasarımlar yapılması gerektiği ön plandadır. Eğitim politikaları bu tür çalışmaların ışığında belirlenmeli ve sınanmalıdır. Öğrenim bilimlerinde araştırma yöntemi olarak “tasarım temelli araştırmalar” benimsenmektedir. Bu, mühendislikte yapılan araştırma geliştirme çalışmalarında kullanılan araştırma yöntemlerinin bir karşılığı olmalıdır. Tasarımın geliştirilmesi, sınanması, değerlendirilip iyileştirilmesi aşamalarından oluşan iterasyonları içermektedir. Bu alanda kuşkusuz teknik üniversitelerin hem araştırma deneyimlerine hem de tasarım eğitimi konusundaki bilgi birikimine ihtiyaç duyulacaktır. Tasarım eğitiminin bir araştırma konusu olarak mühendislik ve mimarlık fakültelerinde gittikçe artan sayıda araştırma ile irdelenmesi bir eğitim bilimi alanı olarak yükseköğrenim açısından önemli bir kazanımdır. Eğitim bilimleri bu bilgi birikiminden mutlaka yararlanacaktır. Herhalde yeniçağın eğitim anlayışını belirleyecek kavramın “tasarım” olduğunu söylemek yanlış olmaz. Eğitim bilimcilerin eğitim tasarımlarının araştırılıp geliştirilmesinde teknik üniversitelerde elde edilmiş deneyimlere gereksinimi olduğu açıktır. Mühendislik bilimlerinin eğitim bilimcilerin araştırmalarından almak isteyecekleri katkıları kendilerine bırakalım. Eğitimciler “fıtratları” gereği bilgi paylaşımından her zaman büyük keyif alırlar… 2015 Yılında Türkiye’de Yükseköğretimin Sorunları Üzerine Düşünmek Prof. Dr. Lerzan Özkale İTÜ İşletme Fakültesi Türkiye, içinde bulunduğu konumdan sıyrılabilmesi için eğitime daha fazla kaynak ayrılması zorunluluğunun farkına varmalıdır. 2023 yılı için, basit bir hesapla gerçekleşmeyeceği görülebilen ve birbiriyle çelişkili 2 trilyon dolarlık GSYİH ve dünyanın 10. ekonomisi olma gibi hedefler koymak yerine; Türkiye’yi bilgi toplumu yapacak, niteliksiz, emeğe dayalı-düşük katma değerli ürünler değil yüksek teknoloji ürünü mühendislik malları üreten bir ekonomiye dönüştürecek bütüncül eğitim politikası üzerinde çalışılmalıdır… Başlarken K üresel ekonomide kaydedilen gelmiş geçmiş en büyük krizin ardından toparlanma çabaları sürerken, krizin nedenleri üzerine yoğunlaşan iktisat alanındaki çalışmalar büyük dikkat çekiyor. Krizin ana kaynağı olan ABD ekonomisinde görünür nedenin, yani finansal balondan başlayan açıklamaların ardına geçen çalışmalar, kurumsal ve yasal düzenlemelerin veya düzenleme yokluğundan kaynaklanan gelir dağılımındaki bozulmanın yol açtığı dengesizliklerin üzerinde duruyor. Krizden çıkış için yapılan öneriler arasında finansal kurumlara ilişkin kapsamlı düzenlemelerin yanında göze çarpan en önemli temel politika iyileştirme önerisi ise kanımızca eğitim alanında, zira fırsat eşitliğine ulaşmak için temel koşul emeğin nite- Tablo 1: İlkokul öncesinden yükseköğretime kadar öğrenci başına eğitim harcamaları karşılaştırması: İlkokul öncesi: Ortaokul-lise: Türkiye Türkiye 2412 $ OECD ortalama 7428 $ İlkokul: 9280 $ Yükseköğretim: Türkiye 2218 $ OECD ortalama 2736 $ OECD ortalama Türkiye 8296 $ OECD ortalama 8193 $ 13958 $ liğinin artırılması. ABD ekonomisi için dahi çözümün büyük ölçüde eğitimde aranıyor olması, Türkiye’de bizlere sadece eğitim alanında çalışanlar olarak değil, tüm ülke ekonomisinin kalkınmasının anahtarı olarak fikir vermeli1. Bu yazının amacı Türkiye’de birbirinden son derece kopuk konuşulan (ya da konuşulmayan) ekonomik kalkınma ile eğitimin çok yakın bağını akılda tutarak, yükseköğretim üzerine mevcut durumun bir değerlendirmesini yapmak, çözüm için kilit önemdeki noktalara ışık tutmaktır. Mevcut Durum Önce mevcut duruma ilişkin kısa bir değerlendirme için öğrenci başına harcama verilerine (OECD 2014), PISA 2012 testi sonuçlarına ve imalat sanayi ürünleri içinde teknoloji ürünleri payına bakmak yeterli olacaktır. Buna göre (Tablo. 1) Türkiye’de öğrenci başına eğitim harcaması OECD ortalamasından, değişik eğitim düzeylerinde kabaca yarı yarıya ile dörtte bir oranlarında farklılaşıyor. En yüksek fark ilkokulda % 28 düzeyinde iken yükseköğretimde % 59’a geriliyor. Harcamalardaki önemli farkın, öğrencilerin çeşitli alanlardaki bilgi ve becerileri arasında da farka yol açması kaçınılmaz. Nitekim 15 yaş grubu öğrencilerinin temel bilgi ve becerilerini ölçen PISA 2012 testi itü vakfı dergisi 23 EĞİTİM DOSYASI sonuçlarına göre OECD ülkeleri ortalamasının 494 olduğu Matematik puanında Türkiye 448 ile 65 ülke arasında 44. geliyor. Okumada 475 (OECD ortalaması 496) ile 42., Fen’de ise 463 (OECD ortalaması 501) ile 43. sırada yer alıyor.Türkiye’deki karar alıcılar, Türkiye, içinde bulunduğu konumdan sıyrılabilmesi için eğitime daha fazla kaynak ayrılması zorunluluğunun farkına varmalıdır. 2023 yılı için, basit bir hesapla gerçekleşmeyeceği görülebilen ve birbiriyle çelişkili 2 trilyon dolarlık GSYİH ve dünyanın 10. ekonomisi olma gibi hedefler koymak yerine; Türkiye’yi bilgi toplumu yapacak, niteliksiz emeğe dayalı-düşük katma değerli ürünler değil yüksek teknoloji ürünü mühendislik malları üreten bir ekonomiye dönüştürecek bütüncül eğitim politikası üzerinde çalışılmalıdır. Zira halihazırda yüksek teknoloji ürünlerinin imalat sanayi ürünleri ihracatı içindeki payına bakıldığında Türkiye % 1,8 ile hem OECD ortalamasının (% 16,5) hem de örneğin Güney Kore’nin (% 26,2) çok çok gerisindedir. Öte yandan, Türkiye’nin ilk katıldığı PISA 2003 testine ilişkin olarak Dışişleri Bakanlığı web sayfasında yer alan “PISA testleriyle ülkemiz açısından edinilen diğer önemli bir tespit de çeşitli okullar ve farklı gelir gruplarından gelen öğrenciler arasındaki başarı farklılıklarının OECD ortalamasının oldukça üstünde gerçekleşmiş olmasıdır” değerlendirmesi, yukarda ABD için sözü edilen gelir dağılımı bozukluğunun eğitimde fırsat eşitliğini bozucu etkisinin Türkiye’de de gözlemlendiğini ortaya koymakta ve durum Dışişleri Bakanlığı tarafından da kamuoyuna ilan edilmektedir (Kül, 2004). Eğilim, izleyen PISA testlerinde de aynen sürmektedir. Değerlendirme, bilgi ekonomisine geçiş için test sonuçlarından yararlanılmasının ve iyi ülke örnekleri ile karşılaştırmalı çalışmalar yapılarak, eğitim sistemimizde gerekli iyileştirmelerin yapılmasının kararlaştırıldığı belirtilerek sona ermektedir. Oysa 2004’den bu yana Türkiye’de eğitim alanında izlediğimiz gelişmeler bunun tam tersini göstermiştir. Eğitim Politikası Yoksunluğu Türkiye Milli Eğitim Bakanlığı’nın on yıldan fazla bir süredir gerçekleştirdiği uygulamalar bir eğitim politikası olarak adlandırılmaktan çok uzaktır. Yükseköğretim konulu bu yazıda, önceki eğitim kademesine ilişkin ayrıntıya girilmesi hedeflenmiyor. Bununla beraber, ortaöğretimden gelen öğrencinin 24 itü vakfı dergisi Yükseköğretim modelleri incelenirken sadece Avrupa’da değil dünyada öne çıkan İskoçya örneğinin başarısı, öğrenmenin “merak uyandırarak” yönlendirilmesine bağlanmaktadır. Kanımızca Türkiye’de eğitim sisteminin en büyük eksiği ve yükseköğretimde bizlerin başa çıkmakta en çok zorlandığımız konu da merak eksiğidir. bilgi ve öğrenme becerileri, yükseköğretimin başarısını belirlediği ölçüde yaşamsal önemdedir. Yükseköğretim için YÖK koordinasyonunda tüm yükseköğretim kurumlarının katılımı ile hazırlanmış olan Ulusal Yeterlilikler Çerçevesinin Türkiye için bağlayıcı olan EHEA (European Higher Education Area) Yeterlilikler Çerçevesi Dublin Tanımlayıcıları yerine EQF (European Qualifications Framework)’i model alması da bu nedenledir. Dublin Tanımlayıcıları ön lisanstan doktoraya kadarki dört yükseköğretim kademesine ilişkin yeterlilikleri çerçevelerken, Avrupa Komisyonu’nun Avrupa Birliği (AB) ülkelerine tavsiye ettiği EQF, ilkokul öncesinden başlayarak her düzey için alandan bağımsız yeterlilikleri tanımlamıştır. Türkiye’de mevcut gereksinimler göz önünde bulundurularak ikinci yaklaşımın daha sağlıklı sonuç vereceği kararlaştırılmış olmakla birlikte, yükseköğretim öncesi düzeylerin yeterlilikleri 2015 yılı itibariyle halen hazırlanmamıştır. Mesleki Yeterlilikler Kurumu tarafından koordine edilen söz konusu çalışma mesleki eğitim için de yapılmış olup, Milli Eğitim Bakanlığı kapsamındaki eğitim düzeylerine ilişkin çalışmanın ivedilikle tamamlanması büyük önem taşımaktadır. Milli Eğitim Bakanlığı’nın yeterlilikler çalışmasını tamamlamakta gecikmesinin nedeni kanımızca ciddi bir eğitim politikası üzerinde çalışılmamış olmasıdır. Son on yılda daha da belirgin hale gelmiş olan ancak kökeni çok daha eskilere giden bu politikasızlık, eğitime gündelik siyasetin şekil vermesi gibi son derece sakıncalı bir sonuç doğurmakta, bu ise birkaç yılda bir değiştirilen sınav sistemleri, statüsü değişmiş okullar ve içeriği değişen müfredat yüzünden “kafası karışmış” ve ezbere dayalı yöntemlerle çalışmaya alışmış öğrencileri yükseköğretime ulaştırmaktadır. Yükseköğretime Dair Gözlemler Yükseköğretim modelleri incelenirken sadece Avrupa’da değil, dünyada öne çıkan İskoçya örneğinin başarısı, öğrenmenin “merak uyandırarak” yönlendirilmesine bağlanmaktadır. Kanımızca Türkiye’de eğitim sisteminin en büyük eksiği ve yükseköğretimde bizlerin başa çıkmakta en çok zorlandığımız konu da merak eksiğidir. Geçmiş yıllarda Avrupa Ekonomisi dersinde Fransa üzerine dönem ödevi hazırlayan bir öğrencimin dünya turizm gelirlerinde ikinci olduğunu belirtmesi üzerine “ilki hangi ülkeymiş” soruma hayretle “benim ödevim Fransa üzerineydi Hocam” demesi bu merak yoksunluğuna çarpıcı bir örnektir. Yükseköğretimdeki öğrencilerin merak eksikliği bir yandan kendi öğrenmelerini yavaşlatır ve azaltırken, bir yandan da zaman zaman şikayet ettikleri öğretim üyesi niteliklerini olumsuz etkilemekte ve onların öğrenmelerini de sekteye uğratmaktadır. Oysa öğrenmenin önü hiç olmadığı kadar açık: MOOCS (Massively Open Online Courses) veya diğer web üzerinden erişilebilir ders kaynakları ile dünyanın en ünlü eğitim kurumlarında aynı derslerin nasıl işlendiği hem öğrencilerin hem öğretim üyelerinin erişimine açık. Derse bir de bu kaynaklardan hazırlanan öğrencilerin sınıflarımıza gelmesinin hepimiz üzerinde ne büyük bir teşvik unsuru olacağını hayal etmekten gerçekleştirme safhasına geçmek, Türkiye’de yükseköğretimin önemli bir dönemeci geçmesini sağlayacaktır. Öğretim üyeleri ile öğrencileri bir araya getirecek bir başka yöntem de araştırmaya dayalı eğitimdir. Bugün gelişmiş ülkelerde giderek yaygınlaşan bu uygulama, araştırma kapasitesini lisans öğrencilerine kadar yayarak bilgi toplumunun oluşumuna da katkı sunmaktadır. Sadece lisansüstü öğrencilerini değil, lisans öğrencilerinin de en iyi % 5-10’luk diliminden dileyen öğrencilerin, öğretim üyelerinin yürütmekte oldukları projelere araştırmacı adayı olarak dahil edilmesi, öğrenme merakını beslemesi açısından önemlidir. Türkiye’de buna örnek olabilecek uygulamalar bulunmakla birlikte sistematik hale gelmemiş olması önemli bir kayıp oluşturmaktadır. Araştırmaya dayalı eğitimin üniversitelerde yaygınlaşmasının bir başka faydası ise araştırma ile eğitim arasında süregelen kopukluğu gidermesi olasılığıdır. Mart 2015’de Royal Academy of Engineering tarafından yayınlanan bir araştırmanın sonuçlarına göre İngiltere’de öğretim üyelerinin üçte ikisi mühendislik eğitimindeki yüksek eğitici niteliğinin atama/yükseltmelerde hiçbir şekilde değerlendirmeye alınmadığını düşünürken, aynı kurumlardaki yöneticilerin yine üçte ikisi bunun büyük öneme sahip olduğunu belirtmişlerdir (Graham, 2015). Görülüyor ki bu sorun sadece Türkiye’de değil, eğitim sistemleri örnek alınabilen ülkelerde de ciddi bir kopuşa yol açıyor. Araştırmaya dayalı eğitimin lisanstan başlayarak kurum/ülke kültürüne ve yapısına uygun bir modelle yaygınlaştırılması ciddi bir artı güç (sinerji) yaratacaktır. Böyle bir süreç öğretim kadrosunun kalite iyileştirme etkinliklerini içselleştirmesine de yarayacaktır. Zira Türkiye’de gerek kurumsal değerlendirme gerekse program akreditasyonu olsun, kalite iyileştirme süreçlerinin yararı ne yazık ki henüz tüm öğretim üyelerince bizzat deneyimlenerek içselleştirilebilmiş değildir. Bu ise kalite sürecini sürekli bir nitelik/içerik iyileştirmesinden çok “mekanik bir yapılması gerekenler” bütününe indirgemekte ve o nedenle de öğrencilere kazandırılması hedeflenen yeterlilikler ile ilgili sorunlar çıkabilmektedir. Üstelik kalite süreçleri ulusal düzeyde henüz zorunlu hale gelmediğinden bu durum kuruluşunu tamamlamış, köklü yükseköğretim kurumları sınıflamasına dahil olan görece az sayıdaki, kendi isteği ile dış kalite değerlendirmesinden geçen üniversitelerde dahi ortaya çıkabilmektedir. Bugün sayıları 193’e ulaşmış olan yükseköğretim kurumlarının 82’sinin 2006 yılı ve sonrasında kurulduğu düşünülürse, YÖK’ün Türkiye’de kalite süreçlerini zorunlu hale getirerek tüm yükseköğretim programlarında yeterliliklerin sınanmasının önünü açması daha uzunca bir süre gerçekleşemeyebilir. Bir önceki YÖK Başkanı Gökhan Çetinsaya (2014) bu sorunlara dikkat çeken kapsamlı çalışmasında Türkiye’de yükseköğretimin durumunu karşılaştırmalı istatistiklerle inceledikten sonra, özellikle kalite ve uluslararasılaşma yönünde izlenmesi gereken yol haritasını ortaya koyuyor ve aşırı hızlı büyümenin yarattığı doktoralı öğretim elemanı açığının giderilebilmesi için bir stratejik plan gereğine işaret ediyor. Türkiye’de son altı yılda ikiye katlanan üniversite sayısıyla bugün öğretim elemanı başına öğrenci sayısı 20 iken, OECD ortalaması 14’dür (OECD, 2014). Çetinsaya 2013 yılı verileriyle yıllık 4.500 olan doktora mezunu sayısının 2019’da 10.000’e, 2023’de ise 15.000’e çıkartılması gereğinden bahsetmektedir. Çalışmanın başlığında yer alan kalite ifadesi göz önünde bulundurulduğunda doktora çalışması gibi bir bilimsel üretim sürecinin on yıl içinde üç katına çıkartılması hedefi oldukça tartışmalıdır. Bitirirken Türkiye’de eğitimin kısa bir değerlendirmesinin yapıldığı bu yazı, yükseköğretimin halihazırdaki en ciddi sorunu olan eğitim kalitesi konusuna değinilerek bitirilecektir. Bir yükseköğretim kurumunun temel niteliklerini ve olmazsa olmazlarını teyid eden ve aralarında İTÜ dahil Türkiye’den de 32 rektör tarafından imzalanmış olan Magna Charta Universitatum, akademik özgürlük ve kurumsal özerkliği temel yapı taşı olarak belirlemekte, ÜNİVERSİTE’yi evrensel bilgiye ulaşma amacı doğrultusunda tüm coğrafi ve politik sınırları reddeden ve değişik kültürlerin birbirini tanımasının ve birbiriyle etkileşiminin yaşamsal gereğini kabul eden bir kurum olarak tanımlamaktadır . Bu tanım üniversitenin doğası gereği uluslararası bir ortam olduğunu da içinde barındırmakta, bildirge bu konuyu sonuç paragrafında vurgulamaktadır. Nitekim uluslararasılaşma 90’lı yıllardan başlayarak üniversitelerin öncelikli politika alanı haline gelmiş ve uluslararası dış kalite değerlendirmesi ise bunun adeta bir ön koşulu olmuştur. Yukarda sözü edilen kalite süreçlerinin içselleştirme sorunu aşılmadan Türkiye’deki üniversitelerin gerçek anlamda uluslararası eğitim ortamına eklemlenebilmeleri mümkün değildir. İTÜ gibi kendi isteği ile dış kalite değerlendirmesinden geçen üniversiteler bu konuda öncü görevlerini sürdürürken, kalite süreçlerine 19. Yüzyıl Avrupa üniversitelerinden örneklerle karşı çıkılması doğru değildir. Kitlesel eğitim öncesi üniversitelerde öğretim üyesi başına düşük öğrenci sayıları sayesinde, öğrencilerin bilgi ve becerileri bireysel ola- Öğretim üyeleri ile öğrencileri bir araya getirecek bir başka yöntem de araştırmaya dayalı eğitimdir. Bugün gelişmiş ülkelerde giderek yaygınlaşan bu uygulama araştırma kapasitesini lisans öğrencilerine kadar yayarak bilgi toplumunun oluşumuna da katkı sunmaktadır. rak izlenebiliyor, böylelikle niteliksiz mezun verilmesi söz konusu olmuyordu. Bugün bu izleme işinin tanımlanmış süreçlerle yapılması zorunludur ve üniversitelerin bütün dünyadan öğrenci ve araştırmacı/eğitici çeken ortamlar haline gelmesinin temel koşuludur. Kaynakça - Çetinsaya, G (2014) Büyüme, Kalite, Uluslararasılaşma: Türkiye Yükseköğretimi için bir Yol Haritası, Ankara: YÖK Yayını. - Graham, R. (2015) Does teaching advance your academic career? -Perspectives of promotion procedures in UK higher education- A report for the Royal Academy of Engineering Standing Committee for Education and Training. - Kül, Y. (2004) OECD Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı (PISA) Testleri: Zorunlu Eğitimini Tamamlamış Öğrencilerin Değerlendirilmesinde Yeni Ufuklar,http://www.mfa.gov.tr/ oecd-uluslararasi-ogrenci-degerlendirme-programi-_pisa_-testleri_-zorunlu-egitimini-tamamlamis-ogrencilerin-degerlendirilmesinde-yeni-ufuklar-.tr.mfa (Erişim 23.04.2015) - OECD (2014)Education at a Glance. - PISA 2012 Results in Focus (2014) What 15-year-olds knowandwhatthey can do withwhattheyknow, OECD. - Stiglitz, J. E (2015) The Great Divide - Unequal Societies and What We Can Do About Them – UK: Penguin Books. - Stiglitz, J. E (2012) ThePrice of Inequality, USA: W. W. Norton &Company. Inc. - Stiglitz, J.E. and Greenwald, B. C (2014) Creating a Learning Society: A New Approach to Growth, Development, and Social Progress -Kenneth J. Arrow Lecture Series- New York: Columbia Univ. Press. Dipnot 1) Artan gelir dağılımı eşitsizliği ABD’de nüfusun en zengin % 20’lik kesiminin çocuklarına sağladıkları eğitim olanaklarının, yüksek eğitim ücretleri nedeniyle hiçbir şekilde en yoksul % 20’nin çocuklarına sağlanamaması ciddi bir kısır döngü yaratıyor. Yoksul kesimden öğrencilerin yükseköğretimden yararlanmak için aldığı krediler, kendilerini üniversite eğitimi sonrasında yüksek bir borç altında sokuyor ve örneğin lisansüstü eğitime yönelmelerini adeta olanaksız hale getiriyor. Bu ise artan işsizlik ortamında buldukları ilk işte ve görece düşük ücretle çalışmalarına yol açarak sarmalı daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor. Bu koşullar altında yoksul kesimden en zengin kesime erişimin önü geçmişte hiç olmadığı kadar kesiliyor ve Amerikan rüyasının sonunu getiriyor (Stiglitz 2012, 2015). Çözüm konusundaki kapsamlı bir çalışma Stiglitz ve Greenwald (2014)’a ait “Öğrenen Toplumu Yaratmak” kitabıdır. itü vakfı dergisi 25 EĞİTİM DOSYASI Üniversitelerde Yabancı Dille Öğretim! Dr. Y. Müh. (Mimar) Doğan Hasol Has Mimarlık Son zamanlarda üniversitelerimiz, yabancı dille öğretime yönelmiş bulunuyorlar. Pek çok üniversitemizde öğretim dili artık İngilizce’dir. Devlet üniversiteleri ile vakıf üniversiteleri, öğretimi İngilizce olarak verme konusunda yarıştalar. Üniversitelerin Türkçeyi bir yana iterek yabancı bir dilde öğretim yapmaları Türkçenin yoksullaşmasına, giderek yozlaşmasına yol açacak tehlikeli bir gidişin habercisi sayılmalıdır… S on zamanlarda üniversitelerimiz, yabancı dille öğretime yönelmiş bulunuyorlar. Pek çok üniversitemizde öğretim dili artık İngilizce’dir. Devlet üniversiteleri ile vakıf üniversiteleri, öğretimi İngilizce olarak verme konusunda yarıştalar. Üniversitelerin Türkçeyi bir yana iterek yabancı bir dilde öğretim yapmaları Türkçenin yoksullaşmasına, giderek yozlaşmasına yol açacak tehlikeli bir gidişin habercisi sayılmalıdır. Ayrıca, dilin zenginleşmesinde üniversitelerin yadsınamaz bir yeri vardır. Yabancı kökenli sözcüklerin, terimlerin yerine yenilerinin bulunması, uluslararası alandaki yeni buluşlara, yeni bilimsel ve teknik kavramlara Türkçe karşılıklar üretilmesi üniversitelerin önemli ödevlerinden biri olmalıdır. İstanbul Teknik Üniversitesi de, 2000 yılına doğru, derslerin belli bir yüzdesinin İngilizce okutulmasına karar verdi. Gerekçe, öğrencilerin ve mezunların İngilizce 26 itü vakfı dergisi öğrenmelerini ve bu yoldan bilimle ve dış dünyayla daha kolay bütünleşmelerini sağlamaktı. Bir başka gerekçe de, üniversiteye girişte öğrenci tercihlerini İTÜ’ye yönlendirmek için özendirici olanaklar yaratmak ve böylece en iyi öğrencileri İTÜ’ye çekmekti... Öğrencilerin üniversite seçme kararlarında burs, yurt, kampusun niteliği, yabancı dil gibi olanakların etken olduğu biliniyor. Bir başka etken, yabancı öğrenci kabulü ve Erasmus, Socrates gibi öğrenci değişim programlarıdır… Bu Avrupa Birliği programları üniversite öğrencilerinin ve akademisyenlerin kısa süreli olarak farklı ülke üniversitelerinde deneyim kazanmalarını teşvik etmek üzere kurulmuştur. Bu programla ülkemiz öğrenci ve öğretim elemanları yurtdışında kısa süreli öğrenim olanağı bulurken, yabancılar da değişim kapsamında bizim üniversitelerimize gelmektedir. Doğal ki bütün bu hareketlilik, “yabancı dil” gerektirmektedir; ancak tercihte dil tek etmen değildir; okulun düzeyi, niteliği daha önemlidir. 2009’da İTÜ Senatosu, “Yüzde yüz İngilizce Eğitim” doğrultusunda bir karar almıştı. Öğrenciler bu kararı tepkiyle karşıladılar sloganları ”İTÜ, AY-Tİ-YU Olmasın” şeklindeydi. Karara, İTÜ’nün eski bir öğretim üyesi ve bir düşünür olarak Doğan Kuban’ın da tepkisi vardı: “Bugünlerde üniversite eğitimini 19.yy sömürgelerindeki gibi İngilizce yapmaya çalışıyorlar. Gençlerin konuşamadıkları, yazamadıkları dille üniversitede okuyacaklarını sanan insanlar yetiştirmiş olmamız acıklıdır.”(1) Bugün Türkiye’nin karşı karşıya olduğu sorunların başında, her kademede, “eğitim sorunları” geliyor. İlk ve ortaöğretimdeki eksiklikler yükseköğretime de yansımaktadır. Ayrıca yükseköğretimin de özellikle, uygulanan popülist politikalardan kaynaklanan ciddi sorunları var. Bugün ülke yeniden 1960’lı yıllarda yaşanan ve 1971’de Anayasa Mahkemesi kararıyla kapatılan özel yüksekokullar serüvenine benzer bir süreçle bir kez daha karşı karşıyadır. Bu kez, özel Avrupa ülkeleri, ilk ve ortaöğretimi kendi dilleriyle sürdürürken, öğrencilerine bir, hatta birden çok yabancı dili öğretmenin yolunu buldular. Biz de bu konuya benzer yöntemlerle ağırlık vermeliyiz. Yabancı dil sorununun üniversite öncesinde çözülmüş olması gerekir. Yabancı dile üniversite giriş sınavlarında ağırlık verilmelidir. Dil öğretmek üniversitelerin işi değildir. vakıflar eliyle kurulan, birçoğuyükseköğretim sorunlarını göğüslemekten uzak, anormal şekilde çoğalan üniversiteler söz konusudur. Devlet okullarının sayısı da, eğitim kadroları, öğretim mekânları, araç-gereci ciddiyetle gözetilmeksizin, ‘istim arkadan gelsin’ anlayışıyla artmaktadır. Gariptir… Düzeyi bu olan okullardan birçoğu öğretim dilinin İngilizce olacağı savıyla yola çıkmakta, ilk yılı İngilizce hazırlık sınıflarıyla geçiştirerek, yükseköğretimi sürdüreceği kadrosunu adım adım oluşturmak için kullanmaktadır. Türkçe mesleki öğretim için bile yeterli kadro sağlamakta sıkıntı çekilirken, dersleri İngilizce (!) olarak verecek kadro arayışına girişilmektedir. Burada önemli bir olguya daha değinelim: Okullar için bir derecelendirme, akreditasyon sistemi etkin şekilde kurulup işletilmediği gibi mezunların mesleğe katılmalarında da bir yetkinlik belirleme süreci söz konusu değildir. Dört yıllık bir eğitim sonunda edinilen diploma, sınırsız bir mesleki yetki belgesi olmaktadır. Uygar ülkelerde böyle bir sistem söz konusu değildir. Bir an önce üniversite ve yüksekokulların düzeyini belirlemek üzere bir akreditasyon süzgeci getirilmesi gerekiyor. Böylece hem okullar arası haksız rekabet önlenecek hem de öğrenci hakları korunmuş olacaktır. Yine Dönelim Yabancı Dille Öğretime… Öteden beri, iki değişik konuyu birbirine karıştırırız: Yabancı dil öğretimi mi, yoksa yabancı dille öğretim mi? Amaç hangisidir? Yabancı dil bir araç mıdır, yoksa amaç mı?... Günümüzde üniversite öğrencilerinin en az bir yabancı dil bilmelerinin zorunluluğunu tartışmak gereksiz. Aslında, günümüzde her meslek sahibi, konuşacak, okuyup anlayacak kadar bir yabancı dil bilmelidir. Öncelikle belirtelim ki dil öğrenmenin yolu, öğretimi yabancı dille yapmak yerine, yabancı dil öğretimine ağırlık vermekten geçer. Avrupa ülkeleri, ilk ve ortaöğretimi kendi dilleriyle sürdürürken, öğrencilerine bir, hatta birden çok yabancı dili öğretmenin yolunu buldular. Biz de bu konuya benzer yöntemlerle ağırlık vermeliyiz. Yabancı dil sorununun üniversite öncesinde çözülmüş olması gerekir. Yabancı dile üniversite giriş sınavlarında ağırlık verilmelidir. Dil öğretmek üniversitelerin işi değildir. Üniversite derslerini yabancı dille okutmanın yarardan çok zarar getirmesi söz ko- “Türkçe bilim dili değildir; uluslararası düzeyde bilim yapmak istiyorsak, bu ancak İngilizceyle olur” demek tutarlı değildir. Eğitimi, gerekçesi ne olursa olsun, Türkçe yerine egemen dil İngilizceye dönüştürürseniz, Türkçeden kaçışla, Türkçeyi yoksullaştırmış olursunuz. nusudur. Bugün pratikte sürüp giden pragmatik yaklaşımlardan farklı düşünenlerin sayısı az değildir. Bakın, Talat S. Halman bu konuda ne diyordu:“Türkiyemizde bilim dilimiz yetersiz olduğu için Fransızca yahut İngilizce eğitim vermek zorunda kalışımızı kabul edemiyorum, bir bakıma affedemiyorum.” Ve öneriyordu: “Dili bağdaştırıp birleştirmek, emperyalizmden ve yabancı boyunduruğundan kurtulmak, sonra, ulusal ve evrensel bir kültür ve bilim dili yapmak için ‘milli misak’ … ” (2). Türkçenin bilim dili olarak eğitim verilemeyecek düzeyde olduğu şeklindeki kimi iddialara biliminsanları inanmıyorlar. Prof. Oktay Sinanoğlu, “yapısının matematik oluşu” bakımından Türkçeyi, bilim dili olmaya en elverişli dil olarak görüyor (3). Bilişim devriminin ünlü adlarından Prof. Nicholas Negraponte, Türkçenin fonetik özellikleri bakımından, bilgisayar sistemlerinin ideal dili olduğu kanısındadır (4,5). Türkçenin bilim dili olma yolunda sahip olduğu olanakları ve Türkçenin gücünü sayıp dökmüş pek çok bilim insanı vardır (6). “Türkçe bilim dili değildir; uluslararası düzeyde bilim yapmak istiyorsak, bu ancak İngilizceyle olur” demek tutarlı değildir. Eğitimi, gerekçesi ne olursa olsun, Türkçe yerine egemen dil İngilizceye dönüştürürseniz, Türkçeden kaçışla, Türkçeyi yoksullaştırmış olursunuz. Tarihe göz atalım: 1839’da Mekteb-i Tıbbiye-i Şahane açıldığında, eğitim dili geçici olarak Fransızca idi; daha sonra, “Osmanlı lisanı üzerine tahsil elbette hayırlıdır” denmiş ve 1870’te Türkçe eğitime geçilmiş. Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat, 31 yıl süren Fransızca tıp öğretimi sırasında basılan Türkçe tıp kitaplarının sayısı yarım düzineyi geçmediği halde, Türkçe öğretime geçildikten sonra, 1872-1883 yılları arasında 60 cilt Türkçe tıp kitabı yayımlandığını belirtiyor (7). Buna paralel başka bir örnek şudur: Vaktiyle Avrupa’nın pek çok ülkesinde bilim dili Latince idi. Daha sonra Latinceden ulusal dillere geçişte ciddi bir bilimsel sıçrama yaşandı. Adnan Binyazar bu değişimin Almanya’ya olan etkisine ve sonra da bizim durumumuza şöyle değinir: “… düşünce dilinin yerini Almancanın almasıyladır ki, ülkede onca düşünür, bilim insanı, sanatçı yetişmiş, Almanya teknikte de en ileri ülkelerin yerini almıştır. Kültür tarihine bir göz atalım; Marx, Kant, Nietzsche, Leibniz, Goethe, Einstein, Freud nereli? Onlar dillerine kavramsal zenginlik kazandırırken, biz Osmanlıcanın çöplüğünde altın aradık… Dilin kavramsal zenginliğe eriştirilemediği toplumlarda düşünce gelişmiyor. Olduğumuz yerde oyalanıp gittikçe batağa saplanmamızın nedeni bu!”(8) Atatürk döneminde, üniversitede öğretim Türkçe yaptırılmış, hatta konuk yabancı hocaların sözleşmelerine, belirli bir süre sonra Türkçe ders vermeleri koşulu konmuştur. Ord. Prof. Dr. Ernst E. Hirsch anılarında bu olguyu dile getirir. Hirsch’in belirttiğine göre iş sözleşmesinin ilgili maddesi şöyledir: “Profesör, üçüncü yıldan sonra derslerini Türkçe olarak vermek için elinden geleni yapmakla yükümlüdür” (9). Hirsch’ in değindiği çok önemli bir görev daha vardır: “Özellikle önemli sorunlardan biri de tüm bilim dallarında o güne kadar kullanılagelmiş olan Arapça terimlerin yerine konması öngörülen Öz Türkçe terimleri tartışmak ve tespit etmek... Bu terim tespiti, bütün fakülteleri ilgilendirmekteydi. Ben, Türkçe hukuk bilim dilini öğrendikten sonra, 1941 yazında bu terminoloji komisyonunda çalıştım” (10). İTÜ’deki öğrencilik yıllarımızda, Türkiye’ye yeni gelmiş yabancı öğretim üyelerinin dersleri bir doçent ya da asistan tarafından anında Türkçeye çevrilirdi; Prof. Horninger gibi yıllanmış hocalar ise derslerini kendi dillerinin vurgulamasıyla, ama çok düzgün tümcelerle Türkçe olarak verirlerdi. 1970’lerde Üniversitelerarası Kurul, Türkiye’de üniversite dilinin Türkçe olduğunu benimsemiş, hatta Orta Doğu ve Boğaziçi Üniversitelerinin Türkçe eğitime geçmeleri için iki yıllık bir süre vermişti. Yine o yıllarda YÖK Genel Kurulu da, devlet üniversitelerinde yabancı dille eğitim yapan bölümler açılmasına izin verilmemesini kararlaştırmıştı. Bunlar uygulanmayan kararlar oldu. Aynı dönemde Milli Eğitim Bakanlığı da itü vakfı dergisi 27 EĞİTİM DOSYASI “Anadolu Liseleri”nde fen derslerinin Türkçe okutulması yönünde bir karar almıştı. 33 demokratik kitle örgütü, Milli Eğitim Bakanlığı’nın o girişimini desteklediğini aşağıdaki satırlarla bildiriyordu: “Bazı okullarda eğitim yabancı dille verilirse Türkiye’nin dünya ile daha kolay anlaşacağı, Türkçenin bilim dili olmadığı, İngilizce ile daha iyi bilim yapılacağı gibi görüşler yanlıştır. Bu görüşler, emperyalizmin sömürge ülkelere dayattığı anlayışın sonucudur. Her ülkede bilim, ancak o ülkenin diliyle yapılabilir. Yabancı dilde eğitim ve öğretim, eğitim bilimine aykırıdır. Bir insan dünyayı en sağlıklı biçimde ancak kendi diliyle algılayabilir ve anlatmak istediğini de en güzel kendi diliyle anlatabilir” (11). Bakanlığın aldığı karar da YÖK kararı gibi, uygulanmadı. Bütün bu açıklamalardan sonra, yabancı dille öğretimin sakıncalarını şöyle özetleyebiliriz: 1.Türkçenin kenara itilmesiyle yabancı dillerin egemenliği artacak, Türkçe bilim dili olmaktan çıkarak yozlaşacak ve yoksullaşacaktır. Türkçe bugün, milyonlarca insanın konuştuğu, dünyada en çok konuşulan diller arasında sayılan güçlü, sağlam yapılı bir dildir (12). Bize düşen, Türkçenin korunmasına ve zenginleştirilmesine özen göstermektir. 2. Kişi en iyi kendi dilinde düşünür. Ulusal kültür, ulusal dille yakın ilişki içindedir. Dil zayıflarsa kültür ölür. 3. Üniversitelerde, yabancı dille öğretimi sürdürecek düzeyde yetişmiş, yabancı dil bilen, yeterli sayıda öğretim üyesi yoktur. 4. Üniversite çağına gelmiş öğrencilerin yaşı, yabancı dil öğrenmek için uygun değildir. Lise çağı bile bu iş için geçtir. O nedenle öğrenme çok yavaş olacak, bir ya da iki yıllık dil hazırlık süreci, ilerideki meslek derslerinin doğru bir şekilde izlenmesine olanak vermekte yetersiz kalacaktır. Bunun örnekleri bugün yabancı dilde öğretim veren ortaöğretim okullarında açıkça görülmektedir: Bilim ve meslek derslerini izleyebilecek düzeyde yabancı dil bilmeyen öğrenci, dersi anlamakta ve soru sormakta zorlanacak, utanacak, tartışamayacak ve sonuçta en önemlisi, öğrenemeyecektir. Böylece, kendi dilini, bir yabancı dili ve mesleğini ancak yarım yamalak bilen bir kuşakla başbaşa kalacağız. 5. Dil yetersizliği, sonuçta işi, örnekleri sıkça görüldüğü gibi, derslerin çoğunun 28 itü vakfı dergisi Türkiye’nin sorunlarını birbirimizle İngilizce ya da Fransızca mı tartışacağız? Öte yandan, düşünme eylemi en iyi şekilde anadille oluşur. Bir bilim ve kültür adamı öncelikle kendi anadilini çok iyi bilmeli, çok iyi kullanmalıdır. Toplumsal yapının bağlayıcısı anadildir. yine Türkçe anlatılmasına götürecektir. Bugün birçok durumda, yabancı öğrencilere yönelik olarak, “aranızda Türkçe bilmeyen var mı?” sorusuna gelen yanıta göre dersler Türkçe olarak sürdürülmektedir. 6. Unat’ın belirttiği gibi, “Türk öğrencilerine, Türk öğretim üyelerinin Türkçe yerine yabancı dille ders vermesi, yalnızca öğretimi zorlaştırıcı değil, gülünçtür de.” Rona Aybay’ın deyişiyle de bu iş, “Türk’ün Türk’e yaptığı işkencedir”. Türkiye’nin sorunlarını birbirimizle İngilizce ya da Fransızca mı tartışacağız? Öte yandan, düşünme eylemi en iyi şekilde anadille oluşur. Bir bilim ve kültür adamı öncelikle kendi anadilini çok iyi bilmeli, çok iyi kullanmalıdır. Toplumsal yapının bağlayıcısı anadildir. Dışarıdan, Fransa’dan bir örnek verecek olursak, Fransız Dilinin Kullanılmasına ilişkin Yasa, “Anayasa uyarınca Cumhuriyet’in dili olan Fransız dili, Fransa’nın kişiliğinin ve ortak değerlerinin temel bir öğesidir”. “Eğitimin, çalışma yaşamının, karşılıklı ilişkilerin ve kamu hizmetlerinin dilidir” diye başlar. Yasanın 11. maddesi eğitimin, sınavların, yarışmaların, kamu kurumları ile özel kuruluşlarda tez ve bildirilerin dilinin Fransızca olduğunu vurgular. Kısacası, eğitim dilinin Fransızca olduğu, yasanın daha birinci maddesinden başlayarak vurgulanmıştır. Yasa, eğitimin yanısıra reklamlarda, radyo ve televizyon yayınlarında Fransızcayı zorunlu kılıyor, yabancı sözcükler kullanılmasını yasaklıyor. Buna karşılık İngilizlerin de, Fransızların girişimlerine tepki olarak kendi dillerindeki Fransızca sözcükleri ayıklama girişimleri var. İletişim çağının yaygınlaştırdığı olanaklar ve küreselleşmeyle, bütün diller ve kültürler aynı hastalıklarla karşı karşıya. En yaygın tehlike, Amerikanlaşma ve İngilizce yoluyla tek bir kalıp içinde konuşacak, düşünecek, yaratacak, kültürel çeşitliliği yitirilmiş bir dünyaya doğru gidiş... Bu gidişe karşı, ülkeler boyutunda sürdü- rülen değişik çabalar var: örneğin, kimi ülkelerde dükkân vb. yerlere yabancı adlar verilmesi yasaklandı. Yasaklamalarla nereye varılır bilemiyorum, ama biz bütün bu çabaların uzağında, öğretim dilimizi bile Türkçeden kaçırıp İngilizceye emanet etme yolundayız. Üniversiter öğretimde yabancı dil için önerimiz şu olabilir: Bütün üniversitelerin lisans düzeyinde İngilizce öğretime odaklanmaları söz konusu olamaz. Bu mümkün olmadığı gibi yukarıda belirtilen sakıncalar dikkate alındığında, gerekli ve yararlı da değildir. Yeterli donanıma sahip olduğunu kanıtlayan üniversitelerin, özellikle yüksek lisans ve doktora düzeyinde İngilizce öğretim veren bölümleri olabilir. Ve o bölümlere, SAT ve Toefl benzeri düzey belirleme sınavlarıyla yerli ve yabancı öğrenci alınabilir. Tekrar edelim: Dil öğretmek üniversitede filoloji dışındaki dalların işi değildir. Kaynaklar 1. Doğan Kuban, Medeniyetler İttifakı, Şoven ve Aptal Bir Batılı Uydurmadır, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Eki, 1.5.2009. 2.Talat S. Halman, Türkçe için “Milli Misak”; Türk Dili Dergisi, Sayı 541, Ocak 1997. 3. Mümtaz Soysal, Dilde Sömürgeleşme, Hürriyet, 30.12.1994. 4. Emre Aköz, Milliyet, 4.10.1996. 5. Bizim Gazete, 17.12.1996. 6. Ayrıntılar için bkz. Rıza Haluk Kul, Kültür Dergisi, Sayı 98, Mart-Nisan 1993. 7. Prof. Dr. Ekrem Kadri Unat, Türkiye’de Yabancı Dille Yüksek Öğretim Sorunu, Türk Dili Dergisi Sayı 541, Ocak 1997. 8. Adnan Binyazar, Dil, yine dil…, Cumhuriyet Pazar eki, 28.8.2011 9. Ernst E. Hirsch, Anılarım (Kayzer Dönemi, Weimar Cumhuriyeti, Atatürk Ülkesi), Tübitak, 1997, s. 215. 10. A.g.y. s.236 11. Cumhuriyet, 9.3.1997. 12. Bence bir dili, Çin ve Hindistan örneklerinde olduğu gibi, çok sayıda insanın kullanmakta olması pek de önemli değil. Önemli olan bilim, teknoloji, kültür, ekonomi bakımından gereksinimleri karşılamak üzere öğrenilmek isteği uyandırması. *Yazının hazırlanmasında, 1.”Her Şeyin Mimarı Var” adlı kitabımdaki “Yabancı Dil Öğretimi mi? Yabancı Dille Öğretim mi?” 2. 1 Ocak 2000 tarihli Türk Dili dergisinde yayımlanmış, “Dilin Zenginleşmesinde Üniversitelerin Yeri”.3. “Her Üniversite Eğitim Dilini Kendisi Belirleyecek(miş)” (Yapı dergisi S.332, Temmuz 2009) başlıklı yazılarımdan yararlanılmıştır. Bkz: www.doganhasol.net Prof. Dr. Güngör Evren İTÜ İnşaat Fakültesi Türkiye'de mühendislik eğitiminin son 30 yılını ve özellikle son 15 yılını dikkatle değerlendirince, sayısal büyümeler öne çıkmaktadır. Büyük sayılar arasında geleceğimiz açısından yaşamsal önem taşıyan kalite kaygısı ve bu yöndeki gelişmeler yer bulamamıştır. Tüm mühendislik alanlarını bu bağlamda gözden geçirmek yararlı olur. Ancak bu yazı kapsamında mensubu olduğum inşaat mühendisliği alanında sınırlı bir değerlendirmeyle yetinmek istiyorum. Diğer mühendislik alanlarında da benzer durumlar söz konusudur… Mühendislik Eğitimi, Sorunlar ve Yetkin Mühendislik E ğitim kuşkusuz ülkelerin ve dünyanın kaderinde , çok önemli bir yere sahiptir. UNESCO başkanı olarak Mayor'un şu sözleri dikkat çekicidir : "Eğitim yalnız temel insan hakkı değil, fakat toplumumuzu rahatsız eden sorunların çözümü için bir anahtardır. Eğitimsiz halk topluma tam olarak katılamaz ve orada gerçek bir demokrasi olamaz. Demokrasisiz, sürdürülebilir kalkınma var olamaz ve kurma misyonunu taşıdığımız barış kültürü de olamaz." Elbette ki ana okulundan yüksek öğretimin en üst düzeyine kadar, eğitimin her aşaması ayrı ayrı toplumu etkilemektedir. Ancak, özellikle yaşamakta olduğumuz bilgi çağında yükseköğretim ve üniversiteler başlı başına belirleyici bir eğitim aşaması niteliğini kazanmıştır. Yükseköğretimde teknik alanının özel bir yeri vardır. Teknik eğitim ve özellikle mühendislik eğitimi diğer alanlara göre farklı bir gelişme izlemiş, bazı ülkelerde üniversite yerine yüksek okullarda yerleştirilmiştir. Dünyada yükseköğretim, doğal olarak, ülkeden ülkeye farklı şekilde gelişmiştir. Yükseköğretim ve üniversite için tartışmasız bir başlangıç tarihi vermek kolay değildir. Ama, 1088 yılında öğrenciler tarafından kurulan, öğrenciler tarafından yönetilen, rektörü de öğrenci olan ve finanse edilen öğretim kurumu Bologna Üniversitesi adıyla üniversitelerin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Öncesinde ve sonrasında doğuda batıda çağın koşullarına göre üst düzeyde eğitim veren eğitim kuruluşlarından söz edilse bile örgütsel durumları, diploma verebilmeleri ve süreklilikleri açısından başlangıç kabulüne uygun bulunmamışlardır. Üniversitelerin önemli özelliklerinden biri sürekli ve gelenek sahibi olmalarıdır. Gerçekten, 1520 yılından önce kurulmuş olup kesintisiz olarak bugüne erişen 80 kuruluştan 70'inin üniversite olması anlamlıdır. Mühendislik Okullarının Kuruluş ve Gelişimi Mühendis yetiştirme amacına yönelik çağdaş anlamda mühendislik okullarının kuruluşu 18. yüzyılın ortalarında gerçekleşebilmiştir. itü vakfı dergisi 29 EĞİTİM DOSYASI 1088 yılında öğrenciler tarafından kurulan, öğrenciler tarafından yönetilen, rektörü de öğrenci olan ve finanse edilen öğretim kurumu Bologna Üniversitesi. İnsanların yaşamlarını kolaylaştıracak araçlar yapma isteği ve amacı insanlığın tarihi kadar eskidir. Endüstri devrimi öncesinde dünyanın bir çok köşesinde daha çok usta-çırak yaklaşımıyla mühendis yetiştirilmiştir. Yani o çağlarda mühendislik hizmeti verenler okullarda eğitilmiş insanlar değillerdi. Tarihçi Herodotos, Miletli Thales'in mühendislik uygulamalarından söz etmektedir. Bilim tarihçileri Thales'i aynı zamanda bilimsel çalışmaları yapan ilk bilim insanı olarak tanımlamaktadır. 18. yüzyılda mühendislik eğitimi gereksinimi ciddi olarak kendini gösterdi. Çünkü kurumsal eğitime dayanmayan, usta-çırak yöntemi ile uygulama süreci içinde yetişmiş kişilerin mühendislik hizmeti sunmaları yetersiz kalıyordu. Endüstri devrimi, teknoloji açısından, üretim araçlarında köklü değişimlerin gerçekleştiği bir dönemi başlattı. Bu durum mühendislik eğitiminin önemini belirgin biçimde ortaya çıkardı ve bu yöndeki gelişmeler hızlandı. İlk mühendislik eğitim kurumu olan Fransa'daki "Ponts et Chaussées"nin kuruluş yılı 1747'dir. Ülkemizde, 1734 yılında, yani Ponts et Chaussées'den 13 yıl önce Üsküdar'da açılan Mühendishane dönemin koşullarında bir mühendis okulu niteliğini taşıyordu. Ancak yeniçerilerin karşı koymaları nede- 30 itü vakfı dergisi niyle 3 yıl sonra kapatıldı. 1759 yılında yeniden açıldı, fakat dikkate değer bir varlık gösteremedi. İstanbul Teknik Üniversitesi'nin kökeni olan ve 1773 yılında kurulan Mühendishane-i Bahri-i Humâyûn, nitelikleri ve günümüze erişen sürekliliği ile Türkiye'de mühendislik eğitiminin başlangıcı sayılmaktadır. Bu kurum, deniz kuvvetlerine mühendis yetiştirme amacı ile kurulmuştu. 1795 yılında da kara ordusunun mühendis gereksinimini karşılamak üzere Mühendishane-i Berri-i Hümâyûn açıldı. Bu iki okul bir süre eğitimlerini birlikte sürdürdüler. Türkiye'de sivil hizmetlerde yararlanmak üzere mühendis yetiştiren ilk mühendislik yükseköğretim kurumu, 1883'de UNESCO başkanı olarak Mayor'un şu sözleri dikkat çekicidir: "Eğitim yalnız temel insan hakkı değil, fakat toplumumuzu rahatsız eden sorunların çözümü için bir anahtardır. Eğitimsiz halk topluma tam olarak katılamaz ve orada gerçek bir demokrasi olamaz. Demokrasisiz, sürdürülebilir kalkınma var olamaz ve kurma misyonunu taşıdığımız barış kültürü de olamaz." yönetim açısından Mühendishane-i Berri-i Hümayun'a bağlı olarak kurulan, Hendese-i Mülkiye'dir. Bu okul öğretim sistemi olarak Fransa'daki "Ponts et Chaussées" yi model almıştır. Öğretim üyeleri olarak Mühendishane-i Berri-i Hümayun'da ders veren subay ve öğretim üyelerinden yararlanılmıştır. Okul 1909 yılında Nafıa Vekâleti'ne bağlanarak Mühendis Mekteb-i Alisi'ne dönüştürülmüştür. 1928 yılına gelindiğinde, Okul Yüksek Mühendis Mektebi adını almış ve çıkarılan kanunla tüzel kişilik kazanmıştır. Bu önemli gelişmeyi dönemin Nafıa Vekili Behiç (Erkin) Bey, şöyle anlatmaktadır : "... En iyi kalitede mühendis yetiştirmek için neler gerekiyorsa onları yerine getirmek lâzımdı. Yeni bir kanun, mektebe esaslı bir inkişaf imkânı verecekti. Bunun için de mektep idaresine selâhiyet tanımak lâzımdı. Onları bir takım şahıs ve makamların tesirinden uzak tutarak her türlü imkân ve huzur içinde ilmî ve teknik çalışmalar ile başbaşa bırakmak kanaatinde idim. İlmî gelişme için birinci şart, tesirden uzak ve tam bir serbesti içinde çalışabilmektedir. İlim ve teknik çalışmalar, görünür ve görünmez bir takım müdahalelerle kayıtlandığı takdirde hakikate ulaşmanın, müsbet neticeye varmanın imkânı olamaz. Bu hususta da mürşidimiz büyük Atatürk idi. Bu düşüncemi başta Atatürk olmak üzere o zamanki Başvekil İsmet İnönü ve kabinenin muhterem üyeleri büyük heyecanla ve takdirle karşıladılar." 4 Şubat 1928 tarihinde mühendislik eğitimi sorununa çözüm bulmak üzere üç gün süren kongre düzenlenmiştir. Bu kongrede belirlenen esaslara göre 28 Mayıs 1928 tarihinde 1275 sayılı "Yüksek Mühendis Mektebi Hakkında Kanun" çıkartılmıştır. Bu kanunla tüzel kişilik kazanan ve "Yüksek Mühendis Mektebi" adını alan kurumda "Yol ve Demiryolu" bölümüne ek olarak "Su" ile "İnşaat ve Mimarî" bölümlerinde de öğretim verilmeye başlanmıştır. 1934 yılında başlatılan makine ve elektrik mühendisliği öğretimi ile Yüksek Mühendis Mektebi'nin öğretim alanı genişletilmiştir. 1941 yılında Bayındırlık Bakanlığı (Nafıa Vekâleti)'nden ayrılarak Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanan kurum Yüksek Mühendis Okulu adını almıştır. Özellikle Osman Tevfik Taylan'ın müdürlük görevine getirilmesinden sonra okul atılım niteliğinde gelişmeler göstermiştir. 1944 yılında okul üniversiteye dönüştü- rülmüştür. 1946 yılında çıkarılan 4936 sayılı kanunla İTÜ özerkliğe sahip üniversite kimliğine kavuşmuştur. Yüksek Mühendis Okulu'nun son Müdürü olan Osman Tevfik Taylan İstanbul Teknik Üniversitesi'nin ilk Rektörü olmuştur. 1940'lı yıllar artık kendini kanıtlayan bir bilim yuvası, parlak günlere hazırlayan bir dönem olmuştur. Bu dönemde çağdaş mühendislik öğretiminin yolunu açan önemli ders planı ve ders içeriği düzenlemeleri yapılmıştır. Bu düzenlemelerin belirgin özelliği temel bilim ve temel mühendislik derslerinin ağırlık kazanması ve son yılda yapı, su, ulaştırma alanlarında kollara ayrılarak belirli ölçüde uzmanlaşmanın sağlanmasıdır. Bu öğretimden mezun olanlara "yüksek mühendis" diploması veriliyordu. Bu uygulama 1969-1970 öğretim yılına kadar sürmüş, bu dönemde iki kademeli sisteme geçilmiştir. 1975 yılında iki kademeli sisteme geçiş, (temel /temel mühendislik/ /uygulama /sosyal bilim) derslerinin oranlarını ayarlamak ve haftalık ders saatlerini uygun düzeylere indirmek ve çağdaş eğitim gereklerine uyum sağlamak amaçlarına yönelik olarak önemli düzenlemeler yapılmıştır. Son 30 Yılda Mühendislik Eğitimi Gelişimi: İnşaat Mühendisliği Örneği Türkiye'de mühendislik eğitiminin son 30 yılını ve özellikle son 15 yılını dikkatle değerlendirince, sayısal büyümeler öne çıkmaktadır. Büyük sayılar arasında geleceğimiz açısından yaşamsal önem taşıyan kalite kaygısı ve bu yöndeki gelişmeler yer bulamamıştır. Tüm mühendislik alanlarını bu bağlamda gözden geçirmek yararlı olur. Ancak bu yazı kapsamasında mensubu olduğum inşaat mühendisliği alanında sınırlı bir değerlendirmeyle yetinmek istiyorum. Diğer mühendislik alanlarında da benzer durumlar söz konusudur. 1992 yılında inşaat mühendisliği öğretim kadrosunun %80'i BÜ+İTÜ+KTÜ+ODTÜ+YTÜ’de toplanmışken, toplam öğrencilerin %53'ü bu üniversitelerde öğrenim görüyordu. 1993 yılında bu üniversitelerin öğrenci payı %40'a düşmüştür. 23 üniversiteden 11'inde öğretim üyesi 5 ya da 5'in altında idi. Bazı anabilim dalları öğretim üyesinden yoksun bulunuyordu. 1993-1994 öğretim yılında, inşaat mühendisliği eğitimi yapılan 25 üniversiteye 2176 öğrenci alınmıştır. 2007- 2008 öğretim yılında 43'ü nor- mal öğretim, 14'ü ise ikinci öğretim programı olmak üzere toplam 57 adet inşaat mühendisliği lisans programına 3481 öğrenci kabul edilmiştir. Bu üniversitelerden 52'si devlet, 5'i ise vakıf üniversitesidir. 20072008 öğretim yılı için giriş taban puanlarının en yüksek değeri 358.902, en düşük değeri ise 280.123'tür. 2014-2015 öğretim yılında 70 devlet, 33 vakıf üniversitesi ile 11 Teknoloji Fakültesi içinde olmak üzere 114 üniversitede inşaat mühendisliği öğretimi yapılmaktadır. Bu üniversitelerde 47'si ikinci öğretimde olmak üzere 185 programa 10.363 öğrenci alınmıştır. Görülüyor ki, bu dönemde 7 yıl öncesine göre inşaat mühendisliği öğretimi yapılan üniversite sayısı tam iki katına, ikinci öğretim ve İngilizce öğretim programlarına kabul edilen öğrenci sayısı ise yaklaşık üç katına çıkmıştır. Taban puanlarının en yükseği 498.062, en düşüğü 196.359'tür. 2007-2008 öğretim yılı ile karşılaştırılınca; öğrenci sayısının çok yükseldiği, taban puanının düştüğü ve en yüksek taban puanıy- Son yıllarda üniversite ve mühendislik fakülteleri sayısal olarak sıçrama niteliğinde bir büyüme göstermiştir. Aynı gelişme öğretim üyesi açısından sağlanamamış, öğrenci niteliği giderek düşmüş ve genelde öğretim koşulları ve öğretim kalitesi kötüleşmiştir. la en düşük taban puanı arasındaki yelpaze ciddi ölçüde açılmıştır. Görülüyor ki, son yıllarda üniversite ve mühendislik fakülteleri sayısal olarak sıçrama niteliğinde bir büyüme göstermiştir. Aynı gelişme öğretim üyesi açısından sağlanamamış, öğrenci niteliği giderek düşmüş ve genelde öğretim koşulları ve öğretim kalitesi kötüleşmiştir. Sonuç yerine... "Yetkin Mühendislik" kavramı üzerine Günümüzün mühendisinden beklenenler, kuşkusuz geçmiştekinden , daha ileridedir. Geleceğin dünyasında mühendislik, toplumları yönlendiren en etkin meslek alanlarından biri olacaktır. Bu nedenle mühendislik eğitiminin gözden geçirilmesi ve yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Verimli ve güvenli bir üretim, doğayı ve çevreyi koruyan, sürdürülebilir bir kalkınma ancak çağdaş olanak ve yöntemlerle iyi yetişmiş mühendislerle gerçekleştirilebilir. Ahmet İnam, mühendisin donanımının hiçbir meslekte bulunmadığını belirttikten sonra şu görüşlere yer vermektedir :" Hem bilim, hem bilimin uygulaması olan teknoloji, hem toplum, hem ekonomi ve üstelik estetik ve kültürel boyutu kattığınız zaman, mühendislik mesleğinin gerçekten 21. yüzyılda belki önümüzdeki yüzyılda da dünyayı dönüştürmeye en yakın aday olabilecek bir meslek olduğunu düşünüyorum." Bu görüşler bağlamında üniversitelerimizin mühendislik bölümleri mezunlarını ülkemizi gelecekteki beklentileri doğrultu- itü vakfı dergisi 31 EĞİTİM DOSYASI sunda yeterli sayabilmek olanaksızdır. Mühendislik eğitimi veren kurumların tümünü, istenen nitelikteki mühendisleri yetiştirecek düzeye eriştirme düşüncesi gerçekçi değildir. Nasıl yapıldığına ve niteliklerine bakılmaksızın her yapılana "yapılmış yapılmıştır" anlayışıyla değer biçen bir kültür ve alışkanlığın kalitesizliği cezalandırması ve iyiyi ödüllendirmesi beklenemez. Yani, gerekli önlemler alınmadığı taktirde, kalitesizlik kendisini sürdürecek ve kaliteyi engelleyecek ortamı bulabilecektir. Bu durumda mühendislik diplomasına sahip olan herkese mühendislik yetkisi verilmesi uygulaması sürdürülemez. Bu nedenle mühendislik yetkisi kullanabilmek için diplomanın yeterliliği konusunu ciddiyetle ele almak zorunlu hale gelmiştir. Mühendislik yetkisi diploma alındıktan sonra, ABD ve Avrupa ülkelerinde olduğu gibi, deneyim süreci içinde bir eğitimin sonundaki sınavlarla yeterliliklerini kanıtlayanlara verilmelidir. TMMOB'nin ve İnşaat Mühendisleri Odası (İMO)'nın bu konudaki çalışmalarının başlangıcı 20 yıl öncesine uzanmaktadır. İMO Yasası'na dayanan ve 1 Temmuz 2005'te yürürlüğe giren Yetkin Mühendislik Yönetmeliği ile uygulamayı başlatmıştır. Yönetmelikte amaç; "kişiler ve kamu yararı ile etik ilkelerine uygun, bilimsel gerekler ve çağdaş tekniklere dayalı, üstün nitelikli ve güvenilir mühendislik hizmetlerinin sunulması ve bu hizmetlerle ilgili yanlış uygulamaların önlenmesini sağlamak" olarak belirtilmiştir. Açılan dava sonucunda, yönetmelik için Danıştay tarafından 2005 yılında yürütmeyi durdurma ve 2007 yılında da iptal kararı alınmıştır. Ardından 2007 ve 2009 yıllarında yinelenen yönetmelik girişimleri de başvuru üzerine Danıştay'ın iptal kararı ile sona ermiştir. Bu süreç uygulama olanağına kavuşamasa da TMMOB'de önemli bir bilgi birikiminin oluşmasını sağlamıştır. İTÜ ise, Türkiye'de ilk kez ABD'nin Yetkin Mühendislik sınavı yapan kurumu Ulusal Yetkin Mühendislik Sınav Konseyi (National Council of Examiners of Engineering and Surveying) ile yapmış olduğu anlaşmaya dayanarak İTÜ mezunları için yetkin mühendislik sınavlarını yapmaktadır. 2012 ve 2013 yıllarında İTÜ son sınıf öğrencilerinin katılımıyla yetkin mühendislik birinci aşama FE (Fundamentals of Engineering) sınavını gerçekleştirmiştir. Nisan 2015 'de ikinci aşama PE (Principles and Practice 32 itü vakfı dergisi Günümüzün mühendisinden beklenenler, kuşkusuz geçmiştekinden , daha ileridedir. Geleceğin dünyasında mühendislik, toplumları yönlendiren en etkin meslek alanlarından biri olacaktır. Bu nedenle mühendislik eğitiminin gözden geçirilmesi ve yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Verimli ve güvenli bir üretim, doğayı ve çevreyi koruyan, sürdürülebilir bir kalkınma ancak çağdaş olanak ve yöntemlerle iyi yetişmiş mühendislerle gerçekleştirilebilir. Engineering) sınavı, mühendislik alanında en az 4 yıl iş deneyimi olan ve FE sınavını geçmiş olan İTÜ lisans ve yüksek lisans mezunları için yapılacaktır. Bu deneyim ve birikimlerin ışığında, daha fazla gecikilmeden yetkin mühendislik uygulaması için yasal dayanağı olan düzenlemelerin yapılması konusu üzerinde çalışılmalıdır. Türkiye'de halen mühendislik tanımı yapan, yetki ve sorumluluklarını belirten yasa, 28 Haziran 1938 tarihli 3458 sayılı "Mühendislik ve Mimarlık Hakkında Kanun" dur. 77 yıllık bir yasa, doğaldır ki, o günün bilim ve teknoloji koşullarına göre hazırlanmıştır. Bir 77 yıldaki bilim ve teknoloji gelişimlerini düşünün, bir de bu yasaya sığdırılmaktan vazgeçilmeyen mühendisliğimizi. Küçük düzenlemelerin, düzeltmelerin değil, kökten çözümlerin zamanıdır artık. Kaynaklar Omay, E., Mühendislik Eğitiminin Sosyo-Ekonomik Temeli, Teknik Eğitim; Dünü Bugünü ve Geleceği Kongresi, İTÜ,1983. Çeçen, K., İstanbul Teknik Üniversitesi'nin Kısa Tarihçesi, İTÜ Bilim ve Teknoloji Tarihi Araştırma Merkezi, İstanbul 1990. Evren, G., "Türkiye'de İnşaat Mühendisliği Öğretiminin Son 30 Yıl İçindeki Gelişimi", İnşaat Mühendisliği Alanında Son Otuz Yıldaki Gelişmeler, İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi, Aralık 1984. ------------, İnşaat Mühendisliği Eğitiminde Türkiye Gerçeği, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası, Eylül 2008. Çıtıpıtıoğlu, E., Wasti, T., "Profesyonel Mühendislik" Ünvanı Hakkında Görüşler, Türkiye Mühendislik Haberleri, Ekim 1993. -------------, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası Yetkin Mühendislik Uygulaması, Türkiye Mühendislik Haberleri, 2005/3. Kafesçioğlu, R., Yüksek Mühendis Mektebi'nde Eğitim ve Yönetim, İTÜ Bugün ve /Gelecek, İTÜ Vakfı Dergisi, Nisan-Mayıs 2014. -------------, İnşaat Mühendisliği Eğitimi Vizyon Raporu 2014, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası,2014. -------------, 2014-2015 Yılı İnşaat Mühendisliği Bölümü Kontenjanlarının Dağılımı, TMMOB İnşaat Mühendisleri Odası İstanbul Şubesi bilgi notu, Mart 2015. İnam, A., Mühendislik Bilinci, Cumhuriyet Bilim ve Teknoloji Dergisi, 11 Ocak, 2008. Zamanın Örgüsü İstanbul Teknik Üniversitesi Prof.Dr. Ergün TOĞROL İTÜ İnşaat Fakültesi İstanbul Teknik Üniversitesi, yurdumuzun en eski ve en başarılı eğitim-öğretim kurumlarından birisi olarak kendisinden beklenenler gerçekleştirebilecek, yükseköğretimdeki gelişmeleri yönlendirebilecek altyapıya sahiptir ve gelişmelere öncülük edecek konumda bulunmaktadır. Üniversite’nin en büyük eseri mezunlarıdır. Mühendislerin birtakım temel değerlere sahip olması gerekir. Mezunlarımızın sahip oldukları, tutarlı kişisel ve meslekî ahlâk her türlü takdirin üstündedir… Mühendis Mektebi’nin ilk sivil müdürü Mehmet Refik Fenmen. 1928 yılında Nafia Vekili Behiç Erkin’in çabası ile mektebe tüzel kişilik verildi, adı “Yüksek Mühendis Mektebi” oldu. “Meşru mazeret makbul değildir” latıldı ise “böyle şey olmaz!” demiş. Sadrazam da bu maddeyi yanlış bulmuş, Nafia Nazırı’na söylemiş, (O tarihte Mektep halâ Nafia Nezareti’ne bağlı) “Bunu halledin” demiş. Nazır da Mektep Müdürü’nü aramış, “Halledin” demiş. Sonunda yönetmeliğin hükmünü aşmak için şöyle bir çare bulmuşlar: Topoğrafya dersinin okutulduğu yıldan başlayarak okutulan bütün derslerin sınavlarını tekrar verdirmişler. Mühendis Mektebi’nde babam, 1912’de Mektebe başlayıp bir yıl öğrenim görüp Balkan Savaşı (1912-1913) yüzünden Mektebin bir yıl kapalı kalması nedeni ile öğrenimine ara vermiş, Mektep açılınca iki yıl okumuş, bu kez Birinci Dünya Savaşı (1914-1918) çıkmış, askere almışlar, dört yıl sonra terhis olmuş, tekrar Mektebe başlamış, yönetmelik maddesi de aşılınca 1922 yılında mezun olmuş. İstanbul Teknik Üniversitesi’ni ne kadar tanıyoruz? Tanımamızı engelleyen ön yargılar var mıdır, nelerdir? İnanıyorum, İTÜ Vakfı Dergisi’nin sayın okuyucularının hepsinin İstanbul Teknik Üniversitesi ile ilgili 1 922 yılında Mühendis Mektebi’nin öğretim yönetmeliğinde böyle bir madde varmış. Babam, Yusuf Nazir Toğrol, başparmağının kopmasına yol açan bir kaza nedeniyle on beş gün mektebe gelememiş, Topoğrafya ara sınavını kaçırmış. Sağlık raporu meşru mazeret oluşturduğu için kabul edilmeyince, bütün sınavları verdiği halde mezun olması mümkün olmuyormuş. Mektep kurulu toplanmış, yönetmeliğin amir hükmü nedeniyle bir şey yapılamayacağına karar vermiş. Hocası Mimar Kemalettin Bey, kurulun tekrar toplanmasını sağlamış, yönetmelik hükmünün mantıksızlığını savunmuş; karar değişmemiş. Evde anne, anne-anne, dede var. Onlara da açılamamış. Sonra dede durumu anlayıp sorguya çekince çare aramış, aklına sınıf arkadaşı olan, o zamanki Sadrazam’ın müsteşarı gelmiş. Ona gitmiş, anlatmış. O da “Meşru mazeret nasıl makbul olmaz, ben bu konuyu Sadrazam Paşa’ya anlatayım” demiş. O tarihte olay kime an- itü vakfı dergisi 33 EĞİTİM DOSYASI anıları, Üniversite’nin geçirdiği dönemler ve gelişmeleri konusunda bilgileri vardır. 1950’de, liseyi bitirdiğim zaman, başarılı lise mezunları için İTÜ tek adresti. Öğrenci sayısı azdı, yükseköğrenim kurumlarının sayısı azdı, mezunların iş olanakları azdı; ama orta öğrenim şimdikinden daha kaliteli idi ve İTÜ ülkenin en başarılı öğrencilerini alıyordu. Mezunları arasından birçok büyük bilim adamı, toplumda temayüz etmiş birçok insan, Başbakan, Cumhurbaşkanı olmuş politikacı çıktı. İTÜ’nün toplumdaki bugünkü yeri, 1883 yılında Mülkiye Mühendis Mektebi’nin kurulmasından günümüze kadar, görevli öğretim üyelerimizin ve mezunlarımızın çabaları, emekleri, yurt içinde ve yurt dışındaki başarılı çalışmaları ile gerçekleştirildi. İstanbul Teknik Üniversitesi, örnek bir üniversite oldu. Yükseköğretim Genel olarak eğitim-öğretim kurumları üçe ayrılır: İlköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretim. Yükseköğretim kurumlarının içerisinde akademiler, teknik okullar, polis koleji, sağlık koleji gibi özel konularda eğitim-öğ- retim yapan kurumlar ve üniversiteler bulunmaktadır. Üniversiteleri diğer yükseköğretim kurumlarından ayıran en önemli özellik, üniversitelerin sadece bir konuda meslek diploması veren kurumlar değil, fakat öğrencilerine yüksek değerler kazandıran eğitim kurumları olmalarıdır. Üniversite öğrencilerinden beklenenler, insan haklarına saygılı, insanî değerlere sahip bireyler olarak yetişmeleridir. İnsanî değerler, ahlâk ve kültürdür. Eğer bir yükseköğretim kurumu öğrencilerine bu değerleri kazandıramıyorsa kapısına hangi tabelayı asarsa assın üniversite sayılamaz. Genellikle, ülke nüfusunun her 1 milyon kişisi için bir üniversiteye gereksinim olduğu söylenilir. Bazı durumlarda, yerel kalkınmayı teşvik etmek ve desteklemek için de üniversiteler kurulmaktadır. Doğal olarak böyle durumlarda kamu kaynaklarından büyük yatırıma gereksinim duyulur. Gelişmiş ülkelerde dahi, bu amaçla kurulmuş üniversiteler vardır. Finlandiya’da Juensu Üniversitesi, Fransa’da Perpignon Üniversitesi gibi. Tablo 1: Yerleştirilen adayların birinci tercihleri Üniversite Birinci tercih Toplam yerleştirilen öğrenci sayısı Birinci tercihi olanların yüzdesi İTÜ 542 2940 0.18 Boğaziçi Üniv. 937 1860 0.50 İ.D. Bilkent Üniv. 572 2301 0.25 Hacettepe Üniv. 1906 7035 0.27 Koç Üniv. 253 969 0.26 ODTÜ 802 3535 0.24 80 756 0.11 338 3640 0.09 Sabancı Üniv. Yıldız T.Ü. İTÜ’nün toplumdaki bugünkü yeri, 1883 yılında Mülkiye Mühendis Mektebi’nin kurulmasından günümüze kadar, görevli öğretim üyelerimizin ve mezunlarımızın çabaları, emekleri, yurt içinde ve yurt dışındaki başarılı çalışmaları ile gerçekleştirildi. İstanbul Teknik Üniversitesi, örnek bir üniversite oldu. Üniversitelerin iyi veya daha iyi olmalarına karar verilmesi karmaşık bir konudur. Doğal olarak, böyle bir sınıflandırma yapılabilmesi için, “başarı kriterleri”nin tanımlanması gerekir. Öğretim Üyelerinin yaptıkları bilimsel yayınların, aldıkları atıfların sayılması bir kriter olarak görülebilir, tek kriter değildir. Bir başka kriter öğrenci tercihleridir. Şurası da dikkatlerden kaçmamalıdır ki, başarılı görünmek isteyen birçok kurum, şu veya bu şekilde, başarı kriterlerini çarpıtmaktan kaçınmamaktadır. Belki, bu çerçevede devamlılık iyi bir gösterge olabilir. Günümüzde, büyük üniversitelerin eğitim-öğretim alanındaki görevleri yanında topluma karşı olan görevleri ön plana çıkmaktadır. Gerçi, üniversitede yapılan araştırmalar, öğretim üyelerinin zaman zaman verdikleri bilimsel raporlar, açıkladıkları düşünceler bir anlamda toplumun yararınadır. Gene de, daha genel çerçevede, üniversitenin toplumdaki izlenimi, etkisi, çağdaş üniversite anlayışı ile özdeşleşmektedir. Burada, İstanbul Teknik Üniversitesi’nin yükseköğrenimdeki yerini, yükseköğretim kurumlarına başvuran adayların sayılarına bakarak irdeleyebiliriz. ÖSYS Merkezi’nin 2014 yılı raporuna göre, yükseköğrenim Tablo 2: Yerleştirilen adayların 1.,2.,3.,4.,5. tercihleri Üniversite Yerleştirilen toplam Tercihler 1. 2. 3. 4. 5. İTÜ 2940 542 (0.18) 482 (0.16) 403 (0.14) 299 (0.10) 259 (0.09) Boğaziçi Ü. 1860 987 (0.50) 359 (0.19) 200 (0.11) 111 (0.06) 84 (0.05) İD Bilkent Ü. 2301 572 (0.24) 537 (0.23) 390 (0.17) 220 (0.10) 152 (0.07) Hacettepe Ü. 7025 1906 (0.27) 1103 (0.16) 703 (0.10) 555 (0.08) 389 (0.06) Koç Ü. 969 253 (0.26) 226 (0.23) 170 (0.16) 110 (0.11) 66 (0.07) ODTÜ 3535 862 (0.24) 755 (0.21) 518 (0.15) 334 (0.09) 242 (0.07) 756 86 (0.11) 107 (0.14) 129 (0.17) 92 (0.12) 89 (0.12) 3640 338 (0.09) 404 (0.11) 407 (0.11) 377 (0.10) 319 (0.09) Sabancı Ü. Yıldız T.Ü. 34 itü vakfı dergisi kontenjanlarına başvuran 2.126.684 adaydan1.987.488’i sınava girmiş, testlerde doğru cevap verme yüzdesi (son üç yılda) % 40 civarında olmuştur. 140 ve daha yukarı puan alanların yüzdesi, kız adaylar için %46, erkek adaylar için %87; 180 ve daha yukarı puan alanların yüzdesi kız adaylar için %72, erkek adaylar için %66 olmuştur. ÖSYS Merkezi tarafından verilen bilgilere göre, adaylar, 207 yükseköğretim kurumu için başvuru yapmıştır. Bu kurumlardan 104’ü devlet üniversitesi, 69’u vakıf üniversitesi, 8’i meslek yüksekokulu, 31’i yurt dışındaki yükseköğretim kurumlarıdır. Devlet üniversitelerine 58.177, vakıf üniversitelerine 96.301, yurtdışındaki üniversitelere 1593 öğrenci yerleştirilmiştir. Çeşitli üniversitelere başvuran ve yerleştirilen öğrenci adaylarının sayıları ve birinci tercihine yerleştirilenlerin sayılarını gösteren bir karşılaştırma Tablo 1’de özetlenmiştir. Tercihlerin ne ölçüde karşılandığını görmek için yapılan başvuruların kaçıncı tercih olarak o kurumu istediğini gösteren daha ayrıntılı bir tabloya bakmak gerekir (Tablo 2). Yabancı Dilde Eğitim Son yıllarda, biraz da öğrenci tercihlerini yönlendirmek amacıyla, bir çok yükseköğretim kurumunda yabancı dilde eğitim-öğretim yapılmasına başlanılmıştır. Yabancı dilin küçük yaşta kazanılması daha kolay ve daha kalıcıdır. Yükseköğretim yaşına gelmiş bir öğrenciye yabancı dili öğretmek zor ve zaman alıcı bir çabadır. Mümkündür; dil laboratuvarları, anadili yabancı dil olan öğreticiler ve öğrencilerin dil öğrenimine konsantre olacak zamanları varsa. Örnek olarak Boğaziçi Üniversitesi’nde eğitim-öğretimin İngilizce dilinde olması gösterilir. Robert Kolej, bir devlet üniversitesi olmak üzere devredilirken tek koşul, eğitim-öğretim dilinin muhafazası olmuştur. Üniversite’nin ilk yıllarında ortaöğretimden başlayarak yabancı dil öğrenmiş öğrenciler bu sisteme kolaylıkla intibak etmişlerdir. İngilizceleri yetersiz olan öğrenciler, öğrenimlerini Meslek Yüksekokulu’nda Türkçe olarak sürdürmüştür. 1982’den sonra Üniversite’nin bütününde İngilizce eğitim-öğretime geçilince, Hazırlık sınıfına ağırlık verilmesi gerekmiş, Hazırlık öğrenimi iki yıla çıkarılmış, sınavların hazırlanması için uzmanlardan oluşan bir “Testing Office” kurulmuştur. Hazırlık sınıfının iki yıla çıkarılması, öğrenci sayısının Mühendishane-i Berri-i Hümayun Sahra Topçu talebeleri. artmasına, başka sorunları birlikte getirmesine yol açmaktadır. Özetle şunu söylemek isterim ki, küçük yaşta yabancı dil öğrenmemiş, Türkçe’yi iyi bilmeyen, yabancı dil öğrenmek için vakti ve istidadı olmayan öğrencilere, kendisi de yabancı dili zor konuşan öğretim üyeleri ile eğitim-öğretim yaptırmak, yapılabileceğini varsaymak zaman ve kaynak israfıdır. Popüler Üniversite Bir tarihte komşu bir ülkeyi ziyaret ettiğimiz günlerde, Rektör seçimi yapılıyordu. Rektör ve 6 yardımcısı için, siyasi partiler tarafından desteklenen, belediye seçimlerini andıran kapsamlı bir mücadele vardı. Sokaklarda afişler asılı idi, gömleklerinde destekledikleri tarafı gösteren işaret ve yazılar taşıyan öğrenciler sokaklarda dola- Üniversitelerin iyi veya daha iyi olmalarına karar verilmesi karmaşık bir konudur. Doğal olarak, böyle bir sınıflandırma yapılabilmesi için, “başarı kriterleri”nin tanımlanması gerekir. Öğretim Üyelerinin yaptıkları bilimsel yayınların, aldıkları atıfların sayılması bir kriter olarak görülebilir, tek kriter değildir. Bir başka kriter öğrenci tercihleridir. şıyordu. Seçim konusunu bu kadar büyütmenin üniversiteye ne kadar yararlı olduğu tartışılabilir. İstanbul Teknik Üniversitesi’nde Rektör seçimi daima yapılmıştır. Yüksek Mühendis Mektebi haline dönüşürken kurumun yönetmeliğinde Alman“Technische Hochschule” sisteminin esas alındığı anlaşılmaktadır. Şöyle ki, üniversite idari ve mali konularda, atanmış bir Genel Sekreter (Curator) tarafından yönetilmekteydi. Bu sistemde, Rektör daha çok akademik konularda söz sahibi idi. Bir başka söyleyişle, Rektör makamında bulunmasa da üniversitede işler yürüyordu. Fakülteler malî bakımdan bağımsızdı. Bütçelerini TBMM’den alırlar ve ita amiri Dekan olurdu. Buna karşılık, Kürsüler, Fakülte Kurulları ve Senato yetkili kurullardı. Kadro sıkıntılarının birçok üniversitede yakınmalara yol açtığı bir dönemde Ekim 1960’da 115 sayılı Kanun, 1973’te 1750 sayılı Kanun, eylemli/eylemsiz, üniversite doçenti/üniversite profesörü gibi kavramları getirdi; kadro sıkışıklıkları, ya da terfi etmek için kürsü başkanının emekli olmasının beklenmesi zorunluluklarını bir ölçüde ortadan kaldırdı. 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu, mevcut sistemi radikal bir şekilde değiştirdi. İdarî ve malî konularda, ita amiri olarak üniversitenin tüm yetkisi Rektör’e verildi. Kurulların, daha önceki yıllardaki düzenle- itü vakfı dergisi 35 EĞİTİM DOSYASI yici yetkisi kalmamıştı. YÖK çok geniş bir şekilde eleştirildi. Eleştirenler, bazen ‘2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nu, bazen ‘Yükseköğretim Kurulu’nun icraatını, bazen de mensubu bulundukları “yükseköğretim kurumu"nu eleştiriyorlardı. 1991’de Rektör’ün seçimle gelmesini amaçlayan bir kanun tasarısı, TBMM’deki görüşmeler sonunda, üniversitelerin 6 aday seçmesi, bu 6 adayın Yükseköğretim Kurulu tarafından 3’e indirilerek Cumhurbaşkanlığı’na sunulması, Cumhurbaşkanı’nın bu üç adaydan birisini Rektör ataması biçimine girdi. Şimdi bu sistem uygulanmaktadır. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin Tarihi Türkiye’de mühendisliğin gelişmesi yazılırken İstanbul Teknik Üniversitesi’nin tarihi önemli bir yer tutmaktadır. 1773 tarihinden başlayarak önce Mühendishâne-i Bahrî-i Hümâyûn, daha sonra kara mühendisliği okulu olan Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn kuruldu. Üçüncü Selim, Mühendishânelerin ve Kumbaracı Ocağı’nın yönetim şeklini, kadrosunu, görevlerin ve malî kurallarını belirleyen bir kanunname yayınladı. Mühendishâne hocalarının dış etkilerden korunması amacı ile 1795 kanunnamesinde, ”Hangi tarikten olursa olsun tarikleri kaydolunmayıp cünh-i azimesi veyahut terki veyahut emr-i hak zuhuru vuku bulmadıkça azli ve infisalden vareste olarak teyiden hoca olmaları meşrut kılına …” denilmektedir. Bu hükümler hocaları baskılara karşı korumakla kalmadı, eğitim-öğretim düzeyinin yükselmesine de yaradı.1825 yılında Yeniçeri Ocağı’nın kaldırılması ile Mühendishâne-i Bahrî ve Mühendishâne-i Berrî birbirinden ayrıldı, birincisi Heybeliada’ya taşındı. 18.Yüzyılda mühendislik askerlik mesleğinin bir bölümü idi. Askerî olmayan mühendislik eğitim-öğretimi 1883’de kurulan “Hendese-i Mülkiye Mektebi” ile başladı. Karaca (2012), ilk sınıfın 1 Kasım 1884’te eğitime başladığını yazmaktadır. İstanbul’da yayınlanan gündelik gazeteleri taradık, ilkokul açılışlar dahi kaydedilmişti. Mühendis Mektebi’nin açılışı ile ilgili bir habere rastlamadık. Belki de o kadar önemsenmemişti. Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin ilk mezunlarından olan dedem Şevket Günal’ın hatıralarında (Uluçay, Kartekin, 1958) açılış tarihi 1299 (1883) olarak verilmektedir. Mektebe kaydolan öğrenciler, bugünkü tanımı ile ‘tam burslu” idi. “Hendese-i Mülkiye 1299’da teessüs etti. Dört sene üzerine tesis edildi. Henüz dört sene ikmal olun- 36 itü vakfı dergisi madan mektep müddeti beş seneye iblağ olundu. İlk sınıf 1304 (1888)’de beş sene tahsil –üzerinden mezun oldu. Mektebe yirmi kişi dahil olduk 13 efendi mezun oldu. …Sene arasında hususi imtihanlar var idi ve tahrîrî olurdu. Umumî imtihanlar şifahî olurdu. O vakit imtihanlar diğer askerî mekteplerde olduğu gibi Şaban ayı içerisinde olur ve Ramazan’da talebe sılaya gider veyahut istirahat mezuniyeti olur ve Bayram ertesi derslere başlanırdı. … İmtihanlar çok sıkı idi. Mümeyyizler hem askerlerden hem Nafia Nezareti'nden idi…. Talebelerin almış oldukları maaş: 1. Sene 30, 2. Sene 60, 3. Sene 80, 4. Sene 110, 5.sene 180 kuruş idi. Elbiseler dahili ve harici idi. Dahililer şayak ceket pantolon ve mes, kundura idi. İç çamaşırlarını da verirlerdi. Harici elbise ikinci nevi alâkazmir çuhasından ceket ve pantolon ve içi kırmızı çuha kaplı kollu ve kukulatalı şayak kaput ve fes verirlerdi… Tedrisat günde üç ders idi. Perşembe günleri iki ders idi. Ameliyat da vardı. Topoğraf- Son yıllarda, biraz da öğrenci tercihlerini yönlendirmek amacıyla, bir çok yükseköğretim kurumunda yabancı dilde eğitim-öğretim yapılmasına başlanılmıştır. Yabancı dilin küçük yaşta kazanılması daha kolay ve daha kalıcıdır. Yükseköğretim yaşına gelmiş bir öğrenciye yabancı dili öğretmek zor ve zaman alıcı bir çabadır. Mühendishane-i Berri-i Hümayun (Halıcıoğlu). ya için araziye çıkılır idi….Bazı kitaplar tab olunmuştu ve bir kısımları için hocanın takriri üzerine not tutulur ve talebe dersi o notlardan hazırlardı. Kitaplar Mühendishâne-i Berrî-i Hümâyûn matbaasında tab edilmişti…Mektep mezunları, Nafia Nezareti’nde Nazır’ın huzurunda Demiryolları, Turku-u Muabir Müdürleri vesair erkân hazır olduğu halde çekilen kur’a üzerine 13 mezundan 3’ü Demiryolları Komiser Muavinliğine, 10’u Vilâyet Başmühendis Muavinliklerine biner kuruş maaşla tayin edildiler…” Mektep Harbiye Nezareti’ne bağlı idi. Mezunlarına askerî rütbe veriliyordu. 1909 yılında Mektep Nafia Vekâleti’ne bağlandı, adı Mühendis Mektebi oldu. İlk sivil müdürlüğe Mehmet Refik Fenmen getirildi. Mektep Balkan Savaşı ve Birinci Dünya Savaşı sırasında büyük güçlüklerle karşılaştı, 1915 ve 1921 yıllarında hiç mezun vermedi. 1909-1928 yılları arasında 237 mühendis mezun oldu. 1928 yılında Nafia Vekili Behiç Erkin’in çabası ile mektebe tüzel kişilik verildi, adı “Yüksek Mühendis Mektebi” oldu.1929 tarihinde kabul edilen yeni yönetmelikte, “Mektep Müdürü” unvanı “Rektör” ile değiştirilmiş, Müderrislerin (O zamanki profesörler) kendi aralarından üç senede bir seçecekleri üç adaydan birinin “Nafia Vekili tarafından tayin ve memuriyeti Cumhur Reisi tarafından tasdik edilmek suretiyle” göreve getirilmesi kabul edilmişti. 1933 yılında Darülfünun’un kaldırılması ve İstanbul Üniversitesi’nin kurulması sırasında, kanuna “Yüksek Mühendis Mekte- bi’nin İstanbul Üniversitesi teşkilatı arasına almaya İcra Vekiller Heyeti mezundur” maddesi konuldu; fakat uygulanmadı. 1936 yılında Nafia Vekili Ali Çetinkaya’nın döneminde “Konya Ovası Sulama İdaresi” ile ilgili kanuna eklenen bir madde ile Mekteb’in tüzel kişiliği kaldırıldı. 1941 yılında Mektep Bayındırlık Bakanlığından alınarak Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlandı, adı Yüksek Mühendislik Okulu oldu. 1944 yılında çıkarılan bir kanunla İstanbul Teknik Üniversitesi kuruldu. 1883 yılında Hendese-i Mülkiye Mektebi’nin kuruluşundan 1934 yılına kadar, Mektep esas olarak inşaat mühendisliği öğretimi yaptı. Yerleşke Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nin yeni bir anlayışla kuruluşu akademik çevrelerde büyük bir heyecan yarattı. İlginç yenilikler vardı. Üniversite’nin bir Mütevelli Heyeti vardı. Öğretim Üyeleri’ne 10 ay çalışıp 12 ay maaş alma, iki aylarını araştırma, kitap yazma, seyahat etmeleri olanağı tanınıyordu. Bir süre sonra, bileşik kaplar kanunu gerçekleşti, öğretim üyeleri on iki ay çalışıp on iki ay maaş almaya başladılar. Mütevelli Heyeti’ni toplum yaşamında çeşitli konularda seçkinleşmiş, üniversiteye yeni hedefler gösterebilecek kişiler yerine diğer üniversitelerin öğretim üyeleri oluşturmaya başladı. Değişikliklere rağmen ODTÜ başarılı bir yükseköğretim kurumu olmuştu. O tarihlerde, birçok kimse, başarının kaynağını üniversitenin yerleşke sahibi olmasına bağlıyordu. Sanıyorum, bu düşüncelerle, Sayın Süleyman Demirel’in ilk Başbakanlığında kendisine başvuruldu ve Ayazağa Yerleşkesi’nin tahsisi sağlandı. Ayazağa’ya kısmen veya tamamen taşınılması tartışma konusu idi. Senato üyesi olan hocam Ord. Prof.Dr-Ing. Hamdi Peynircioğlu’nun Taşkışla ve Gümüşsuyu binalarının bir ‘şehir üniversitesi’ olarak muhafaza edilmesini, Ayazağa’da İTÜ destekli yeni bir üniversite kurulmasını savunduğunu hatırlıyorum. Bu görüş fazla rağbet görmemiş olacak ki, Ayazağa’da planlama ve yapım çalışmalarına hemen başlanıldı.“Cumhuriyet’in 50. Yılı, Üniversite’nin kuruluşunun 200. Yılı” nedeni ile hazırlanan broşürde, Rektör Prof.Dr. Galip Sağıroğlu, “1967 yılından bu yana, artan öğrenci sayısını göz önünde tutan Senatomuz, bu önemli ihtiyacı karşılamak amacıyla yeni bir üniversite kampüsünün kurulmasını kararlaştırmış ve İTÜ’nün kapasitesini üç katına çıkarmak, her gün gelişmekte olan bilim ve tekniğin gereği uyarınca bir kısım laboratuvarları modernleştirmek ve yenilerini kurmak için teşebbüse geçmiştir…. Program gereğince, binaları tamamlanacak olan fakültelerimiz, inşaatın tümünün bitirilmesi beklenmeden, yeni kampüse taşınacaklar ve öğretime yeni tesislerde devam edeceklerdir….” Bu ifadelerden Üniversite’nin bütünü ile yeni kampüse taşınmasının amaçlandığı anlaşılmaktadır. Toplum üniversitelerden eğitim-öğretimde öncü olmalarını, meslek eğitimini yönlendirmelerini, ileri araşırmalar yapmalarını bekler. Üniversiteler masraflı kurumlardır, iyi üniversitelerin masrafları daha da çoktur. Bu bakımdan üniversiteye yönlendirilen kaynakların beslenmesi, artırılması önemlidir. Ayazağa Yerleşkesi'nin geleceği ile ilgili ikinci karar 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu çerçevesinde yükseköğretim kurumları yeniden düzenlenirken ortaya çıktı. O tarihte, Maçka’da İnşaat, Mimarlık, Elektrik, Makine Fakülteleri fiilen çalışıyor, adeta yeni bir üniversitenin çekirdeğini oluşturuyordu. Yükseköğretim Kanunu, bir üniversitede aynı isimde iki fakülte olmasına karşı idi. Maçka’daki fakülteler için birkaç seçeneğin öne sürüldüğü anlaşılıyor. Bunlardan birisi, İstanbul Üniversitesi bünyesinde Mühendislik Fakültesi olmak, ya da Ayazağa Yerleşkesi’nde yeni bir üniversite oluşturmak. O zaman İstanbul Teknik Üniversitesi yönetiminde söz sahibi olan Öğretim Üyelerinin çabaları ile Taşkışla, Maçka, Gümüşsuyu, Ayazağa yerleşkeleri birleştirildi. Fakülteler, laboratuvarlar yeni yerlerine taşındı. Ne Ayazağa Yerleşkesi’nin oluşturulmasında, ne de Yükseköğretim Kanunu’ndan meydana gelen yeni durumda öğretim elemanlarının görüşlerine başvurulmadı. İngiltere’de 1986 yılında yükseköğretim ile ilgili mevzuatın düzenlenmesine önayak olan Bayan M. Thacher’e fahri doktora verilmesi için, adet olduğu üzere oylarına başvurulan Oxford Üniversitesi’nin (M.A. ünvanı taşıyan) mensupları, oyları ile fahri doktora verilmesini önlemişlerdi. Acaba Ayazağa Yerleşkesi’ne kısmî nakil konusunda bir oylama yapılamaz mıydı? Üniversite ve İnşaat Mühendisliği Eğitimi Son yıllardaki siyasal ve teknolojik gelişmeler, günümüz toplumlarını etkilemekte ve yükseköğretim kurumlarından beklentilerimizi artırmaktadır. Çağdaş toplumlar, üniversiteleri daha etkin, daha verimli olmaya zorlamakta, bir yandan da hesap verebilir olmalarını beklemektedir. Bilim ve teknolojideki hızlı gelişmeler, ekonominin büyük önem kazanması, artan demokratikleşme çabaları, genel ve yükseköğretime talebi büyük ölçüde artırmıştır. Yükseköğretim kurumları, bugün daha geniş, daha çeşitli bir öğrenci nüfusuna hizmet vermek durumundadır. Toplum üniversitelerden eğitim-öğretimde öncü olmalarını, meslek eğitimini yönlendirmelerini, ileri araştırmalar yapmalarını bekler. Üniversiteler masraflı kurumlardır, iyi üniversitelerin masrafları daha da çoktur. Bu bakımdan üniversiteye yönlendirilen kaynakların beslenmesi, artırılması önemlidir. Herhalde, İstanbul Teknik Üniversitesi, yurdumuzun en eski ve en başarılı eğitim-öğretim kurumlarından birisi olarak kendisinden beklenenlerl gerçekleştirebilecek, yükseköğretimdeki gelişmeleri yönlendirebilecek altyapıya sahiptir ve gelişmelere öncülük edecek konumda bulunmaktadır. Üniversite’nin en büyük eseri mezunlarıdır. Mühendislerin bir takım temel değerlere sahip olması gerekir. Mezunlarımızın sahip oldukları, tutarlı kişisel ve meslekî ahlâk her türlü takdirin üstündedir. Teşekkür Bu makaleyi yazmak için teşvik eden Sayın Yük.Müh. Naci Endem’e teşekkür ederim. Kaynaklar Beydilli, K. (1995) Türk Bilim ve Matbaacılık Tarihinde Mühendishâne Matbaası ve Kütüphânesi Eren Yayıncılık, 550 sf. Karaca, M.(ed) (2012) İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz İTÜ Maden Fakültesi, 312 sf. Sağıroğlu, G. (1973) İstanbul Teknik Üniversitesi Ayazağa Kampüsü, 1972-1984. 17 sf. Toğrol, E. (1976) İTÜ İnşaat Fakültesi Cumhuriyetin Ellinci Yılı KitabıMatbaa Teknisyenleri Koll. Şt., 252 sf. Uluçay, Ç, E.Kartekin (1958) Yüksek Mühendis Okulu Bersoy Matbaası, 749 sf. itü vakfı dergisi 37 EĞİTİM DOSYASI İTÜ Tarihinde Mimarlık Eğitiminin 167 ve Mimarlık Fakültesi'nin 70 Yılının Ardından Dünden Bugüne ve Yarınlara Prof.Dr. Erol Kulaksızoğlu sanayi devrimi gerçekleşiyor. Bu kapsamda batı’da: • 1245’te bilimsel özerklik tanınan ilk üniversite nüvesi kuruluyor. Hem de kilise 1847’de Mühendishane-i tarafından, kiliseden bağımsız özgür bir Berrî-i Hümayûn’da, bilimsel eğitim öngörülerek. “Harbiye” ve “Mimar” sınıfları • 15 ve 16. yüzyıllarda, antik kültürlenoluşturularak eğitim verilmeye meye dayalı hümanizm etkisiyle edebiyat, sanat ve bilimde yenilenme ve reform anbaşlanıyor… lamında rönesans yaşanıyor, 1517-1520 …1944’te 4619 sayılı özel arasında da Martin Luther öncülüğünde kanunla Yüksek Mühendis dinde reform gerçekleşiyor. Okulu yerine İstanbul • 1618-1648 arasında, kilise destekli Teknik Üniversitesi açılıyor. imparatorluklara karşı 30 yıl savaşları yaMühendislik Fakülteleri ile şanıyor, sonunda Protestanlar dinsel ve siMimarlık Fakültesi yasal bağımsızlık kazanıyorlar, 1789 Frankuruluyor… sız devrimi sonrasında seküler yaşam ve laik devlet görüşü yerleşmeye başlıyor. Bizde ise, 1924’te hilafetin kaldırılmasından sonra 1937’de anayasamızda laiklik ilkesi yer alabiliyor. 014 sonunda Fakültemizin 70. kuru• 1454’te matbaa’nın devreye girişiyluş yılını kutladık. 70 yıllık gurur verici le kültür birikiminin halk kitleleri arasında böyle bir öykünün yeterince değeryaygınlaşması sonucu bilim ve teknoloji lendirilebilmesi bakımından, bu öykünün alanlarında aydınlanma, araştırma ve atıdününü ve yarınlarını bir bütünlük içinde lımlar 18. yüzyılda daha da gelişiyor ve 19. ele almak gerekiyor: yüzyılda sanayi devrimi gerçekleşiyor. BizÜlkemizde üst düzey eğitim alanında, de ise sanayi devrimi yüzyılı bütünüyle hiç Medrese döneminde de Darülfünun döyaşanmıyor. neminde de “bağnazlık”, “bilim” üzerinde • Bizde Mühendislik ve Mimarlık alabir baskı unsuru oluşturageliyor, zıtlaşmanında ise, özellikle 1683 Viyana lar yaşanıyor, bilimsel girişimlere bozgunu ve ardından 1711 Prut çoğu kez karşı çıkılıyor, bu giriyenilgisinden sonra, bilim ve tekşimler engelleniyor. nolojide çok geri kalınmış olduğu • Selçuklular döneminde 11. fark ediliyor, öncelikle ordu saflayüzyılda Bağdat’ta 1067’de ilk rına daha yetkin eleman yetiştiryüksekokul ya da ilk üniversite me amacıyla askerî okullara fen kuruluşu sayılabilecek Nizamiye ve riyaziye dersleri konuyor. Medresesi açılıyor. Sayıları giderek • Bizde matbaanın ancak artan Nizamiye Medreselerinde 1720’de devreye girmesinin arhâdis, fıkıh, kelâm gibi dinî bilimledından, Ordu’da bir reform olarin diğer konulara nazaran giderek rak Bostancı Ocağı’ndan 300 ağırlık kazandığı görülüyor. genç seçilerek onlara batı anla• 1550’den sonra Osmanlılar mında eğitim verilmek isteniyor. tıp, riyaziye, ilâhiyat alanlarında Ancak Yeniçeri ayaklanıyor ve eğitim veren Medreseler açıyorlar. bu gençlerin çoğu öldürülüyor, • 1578’de İstanbul’da Tophagirişim yarım kalıyor. (Daha gene’de Takiyeddin Efendi’ye rasatçenlerde, 2014 sonunda, Pakishane kurduruluyor, ancak dinci 24 Aralık 2014. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nde 70. Yıl kutlaması. tan’da Taliban tarafından 148 kışkırtmalar üzerine bu rasathane Ön sıra soldan: Prof. Ruhi Kafescioğlu, Prof. Dr. Erol Kulaksızoğlu, öğrencinin katledilişi ile çağrışım 1580’de yerle bir ediliyor. Dekan Prof. Dr. Sinan M. Şener. İTÜ Mimarlık Fakültesi 2 38 itü vakfı dergisi 17. yüzyıldan sonra, Medreselerde yozlaşma ve gerileme başlıyor, aklî ilimler önemsenmiyor, din kökenli konular esas alınıyor. • 1839’da Tanzimat Fermanı’ndan sonra 1863’te İstanbul’da ilk Darülfünun yeni bir binada eğitime başlıyor, burada Müderrisler deney yapmaya başlayınca kıyamet kopuyor ve Darülfünun 1870’de kapatılıyor. • İkinci Darülfünun ancak 1898’de açılabiliyor. Hukuk, tıp, edebiyat ve fen bilimleri alanlarında eğitim veriliyor. Darülfünun’un yanısıra Medreseler de din ağırlıklı eğitimlerine devam ediyorlar ve Medreseler Cumhuriyet döneminde 1926’da kapatılıyor. Sonradan dinî konularda ilâhiyat Fakülteleri ve İmam-Hatip Okulları devreye giriyor. • Darülfünun’larda eğitim meslek okulları düzeyini aşamıyor, bilim ve araştırmaya öncelik verilemiyor. Bu nedenlerle Cumhuriyet döneminde Darülfünun etkinlikleri, 1933’te sonlanıyor ve batı anlamında eğitim ve araştırma yapmak üzere İstanbul Üniversitesi açılıyor. Oysa batı’da 18. yüzyıldan önce, dinde ve bilimde reformlar yaşanıyor, kalkınma atılımlarının düşünsel temelleri oluşuyor, aydınlanma dönemi ardından 19. yüzyıl yapan bir gericilik olayı. Gericiliğin bizleri kaç yüzyıl geriye götürebileceğinin bir örneği) • 1793’te Nizam-ı Cedid adı altında kurulan yeni ordu’ya karşı da Yeniçeri gene ayaklanıyor, bu ordu da dağıtılıyor. • Tüm bu gerici başkaldırılardan ders alınarak en sonunda 1826’da Yeniçeri Ocağı yok edilerek kaldırılıyor, ancak o zaman yeni ordu kurulabiliyor. 1834’te de, ordu’ya subay yetiştirmek üzere Mekteb-i Harbiye devreye giriyor. • Diğer yandan ordu’ya teknik eleman yetiştirilmesi de zorunlu görülerek 1773’te Mühendishane-i Bahrî-i Hümayûn ve 1795’te Mühendishane-i Berrî-i Hümayûn açılıyor. • 1847’de Mühendishane-i Berrî-i Hümayûn’da “harbiye/topçu” ve “mimar” sınıfları oluşturularak eğitim verilmeye başlıyor. Ayrı sınıf halinde mimarlık eğitimini yürüten Alman muallim Jachmund/Jasmund’tur. (Bu oluşma, ülkemizde ayrı bir sınıf/ayrı bir dal niteliğinde “mimarlık eğitimi”nin başlangıcı sayılabilir. Bu açıdan bakıldığında, bizler bugün mimarlık eğitiminin 167. yılını da aynı zamanda kutluyor olmalıyız.) • 1883’e gelindiğinde bu kez Hendese-i Mülkiye mektebi açılıyor. Bu mektep 1884’te Halıcıoğlu’ndaki yeni binasına taşındığında, bir ilk olarak “sivil devlet hizmetleri” için “mühendis” ve “mimar” yetiştirmek üzere ayrı şubeler halinde eğitime geçiliyor. “Mimarlık Şubesi” eğitimini de gene muallim Jachmund yürütüyor. Bu okulun mimarlık şubesinden 1891’de Kemalettin Bey birincilikle mezun oluyor. Mimar Kemalettin Bey, bir ara Jachmund Hoca’nın muavinliğini yapıyor, sonra Almanya’ya eğitime gönderiliyor, aynı okulda ve 1882’de kurulmuş bulunan Sanayi-i Nefise Mekteb-i Âlisi’nde Hocalık dışında ayrıca devlet bayındırlık işlerinde ve serbest olarak da çalışmalar gerçekleştiriyor, yarattığı eserlerle “millî mimarlık” dönemi öncülerinden biri olarak ün kazanıyor. • Bu gelişmelerin ardından, 1909’da Mühendis Mekteb-i Âlisi kuruluyor. Bu okul 1928’de Mühendis Mektebi adını alıyor. Bu arada 1933’te Darülfünun kaldırılarak yerine İstanbul Üniversitesi açılmıştır. • 1941’te Mühendis Mektebi, Yüksek Mühendis Okulu adını alıyor ve bu okulda 3 yıllık ortak eğitimi izleyerek 4-5-6. sınıflarda farklı şubeler halinde mühendislik 1883’e gelindiğinde bu kez Hendese-i Mülkiye mektebi açılıyor. Bu mektep 1884’te Halıcıoğlu’ndaki yeni binasına taşındığında, bir ilk olarak “sivil devlet hizmetleri” için “mühendis” ve “mimar” yetiştirmek üzere ayrı şubeler halinde eğitime geçiliyor. ve mimarlık eğitimleri veriliyor. 3 yıllık şube eğitim kısmı, sonradan 2 yıla indiriliyor, toplam 5 yıllık eğitim uygulanmaya başlıyor. • 1943’te Taşkışla binası harap halde MEB’na, ardından MEB tarafından da Yüksek Mühendis okuluna tahsis ediliyor. • 1944’te 4619 sayılı özel kanunla, Yüksek Mühendis Okulu yerine İstanbul Teknik Üniversitesi açılıyor. MEB’na bağlı bu üniversitenin Mimarlık Fakültesine Emin Onat Dekan olarak atanıyor. (Bu nedenle 2014’te Fakültemizin 70. Kuruluş yılını kutlamaktayız.) • 1946’da çıkarılan 4936 sayılı Üniversiteler kanunu uyarınca İTÜ tüzel kişilik ve özerklik kazanıyor. Mimarlık Fakültesine, Emin Onat bu kez Dekan olarak seçiliyor. • 1943’te İTÜ’ye tahsisi yapılmış olan Taşkışla binası, 1943-1950 yılları arasında, İTÜ Merkez binası ve aynı zamanda oraya yerleşecek Mühendislik Fakülteleri ile Mimarlık Fakültesi programlarına uygun bir düzenlemeye göre başarılı bir restorasyon geçiriyor, 1950’de hizmete giriyor. Prof. Bonatz Hoca, restorasyonu biten bu bina içinde duydukları huzur ve mutluluğu, Baumeister Dergisi’nin Ağustos 1950 özel sayısında övgü ile dile getiriyor. • İTÜ Mimarlık Fakültesinin eğitim programı, o dönemlerde Avrupa’nın İsviçre, Almanya gibi ülkelerindeki programlarla eşdeğer, çağdaş içeriktedir. Akademik Örgütlenme, Bina Bilgisi, Yapı Bilgisi, Şehircilik, Yapı Statiği-Betonarme, Mimarlık-Sanat Tarihi alanlarında kurulmuş “Kürsü Şeflikleri” halindedir. Bina Bilgisi alanında E.Onat, C.Holzmeister, P. Bonatz Hocaların yönetiminde Bina Bilgisi I-II-III kürsüleri, Yapı Bilgisi alanında M. Gökdoğan ve O.Safa Hocalar yönetiminde Yapı Bilgisi I-II kürsüleri, ayrıca Şehircilik ve Mimarlık-Sanat Tarihi ile Yapı Statiği – Betonarme Kürsü Şeflerine bağlı kürsüler olarak toplam 8 kürsü vardır. 1847. Mühendishane-i Berrî-i Hümayûn’da “Harbiye” ve “Mimar” sınıfları. 1884. Halıcıoğlu’nda yeni binasında Hendese-i Mülkiye’de “Mühendislik” ve “Mimarlık” şubeleri eğitimi. 1910. “Mimarlık” şubesi mezunları ve Hocaları Mimar Kemalettin Bey. 1944/4619 s.kanunla kurulan İTÜ’’de ilk açılış töreni - İTÜ’de Fakülteleşme. 1946/4936 s. Kanunla İTÜ’ye tüzel kişilik- Rektörlük ve Fakültelerde Rektör ve Dekanlıklar için özgür seçimler. itü vakfı dergisi 39 EĞİTİM DOSYASI Bu dönemde, akademik yükselmelerde “Kütahya Evleri”, “Kayseri Evleri” gibi yerel mimarî incelemeler, tipolojik bina bilgileri, yapısal kuruluş ve yapı detayları bilgisi, yapı statiği ve betonarme hesaplama esasları konularında “yeterlik tezi” çalışmaları geçerlidir. • 4936 sayılı Üniversiteler kanunu ile, yetişen ilk kuşaklardan başlayarak “Doktora zorunluluğu” geliyor. 1 ya da 2 yıllık “Aday Asistanlık” dönemini izleyen 4 yıldan sonra ancak 1 yıl ek süre tanınıyor, ardından doktorayı başaramama halinde kurumla ilişki sonlanıyor. Bu dönemde, Fakültede “bilimsel araştırma” dolayısıyla eğitimde “bilimsellik” ağırlık kazanıyor. Bu düzen 1973’e kadar sürüyor ve sonra bir eğitim reformu gerekiyor. • 1950-1960 arası DP döneminde Hükümet’in giderek antidemokratik bir gidiş içine girmesi üzerine ülkede yaşanan huzursuzluk ve çıkan karışıklıkların ardından 1960 darbesi yaşanıyor. Bu koşullar altında 1960’ta çıkarılan 114 sayılı kanunla 147 öğretim üyesinin ve bu kapsamda Fakültemizden de bazı Kürsü Şefleri ile Hocaların üniversite ile ilişkileri kesiliyor, Hocalarımızın çoğu Almanya’ya giderek eğitim veriyorlar, ancak 1962’de çıkan bir kanunla tekrar görevlerine dönebiliyorlar. Gene 1960’da çıkarılan 115 sayılı kanuna göre, Asistan ve öğrenci temsilcileri Yönetim Kurulu’na çağrılabiliyorlar. • 1966’da Fakültemiz yeni Kütüphanesi’ne kavuşuyor. • 1968’de birçok Avrupa ülkesinde gençlik, kurulu düzene karşı “reform” istekleri ile ayaklanıyor, büyük karışıklıklar yaşanıyor. Avrupa Hükümetleri gençliğin haklı istekleri karşısında beklenen reformları yapıyor, çözüm üretiyor, huzur sağlanıyor. Bizde ise, “reform” ve “bağımsız Türkiye” sloganlarıyla kurulu düzene karşı çıkan gençlik hareketleri hoşgörü ve anlayışla karşılanmıyor ve ne yazık ki bu hareketlerin üzerine şiddetle gidiliyor, bastırılmak isteniyor. Gençlik hareketleri giderek sağ-sol çatışmalarına dönüşüyor, bir türlü yanıt bulamayan gençler aşırı taşkınlıklara, çılgınlıklara başlıyorlar, işler çığırından çıkıyor. Sonunda, 1972 ordu muhtıra ve müdahalesi, sıkıyönetim geliyor, yakalanan gençlik liderleri idam ediliyor. Oysa Batı’da, gençliğin istediği reformların yapılmasının ve huzura kavuşulmasının ardından, o günlerin 1968 gençliğinin 40 itü vakfı dergisi 1944’te 4619 sayılı özel kanunla, Yüksek Mühendis Okulu yerine İstanbul Teknik Üniversitesi açılıyor. MEB’na bağlı bu üniversitenin Mimarlık Fakültesine Emin Onat Dekan olarak atanıyor. içinden bugünün Avrupa Birliği’ni kuran, yaşatan önderler yetişiyor. • 1968 gençlik olaylarının, ülkemizde 1972 müdahale ve korkunç baskıları altında çok üzücü bir şekilde sonlandırılmak istenmesinin ardından bu kez üniversiteler için de yeni bir baskı ve denetim düzeni öngörülüyor ve 1973’te 1750 sayılı yeni bir üniversiteler kanunu dayatılıyor. Bu kanuna göre Üniversitelerarası eşgüdüm, gözetim, denetim amaçlı YÖK, ÜAK, ÜDK gibi üst kurullar oluşturuluyor. Bu kurulların ilgili mercilere görüş bildirme ötesinde başka işlevleri yoktur. Üniversite yönetimleri için özgür seçim esastır, yönetici atama henüz yoktur. Fakültelerde Profesörler Kurulu kaldırılıyor. Sıra ile Rektör seçme usulü ve paralel Kürsü / aynı adı taşıyan Kürsü düzeni kaldırılıyor, 4 yıllık lisans ve 2 yıllık lisansüstü eğitim sistemi getiriliyor. Bu kanuna göre Fakültede yeni bir akademik örgütlenmeye gidilmesi artık zorunlu hale geliyor. Ayrıca “yeterlik” ve “doktora” dönemlerinde Fakültede oluşmuş bilimsel ve eğitsel birikimin de yeni bir yapılaşmaya yönlendirilebilmesi özlemlerinin de aynı zamanda değerlendirilebilmesi gerekiyor. Tüm bu amaçları dikkate alan uzun çalışmalar sonunda 1973’te Fakültede bir eğitim reformu’na gidiliyor: Lisans ve Lisansüstü eğitimleri ile araştırma çalışmalarına yanıt verebilmek üzere 5 Anabilim Dalı ve bu Anabilim Dallarına bağlı farklı bilim alanlarında/aynı adı taşımayan akademik birikimleri yansıtan 13 kürsü kuruluyor: M.Tasarım grubu olarak Bina Bilgisi, M. Tasarım Yöntemleri, Bina Programlama, Çevre Analizi ve Endüstrileşmiş Bina Tasarımı, Mekân Örgütlenmesi ve Donatımı bilim dallarında 5 Kürsü, Yapı Bilgisi grubu olarak Yapı Elemanları ve Malzeme, Yapım ve Yapı Sistemleri, Fiziksel Çevre Kontrolü bilim dallarında 3 kürsü, Şehircilik (şehir – bölge – ülke planlama) grubu olarak Planlama Teorileri ve Metodu, Şehirsel Bölgeler ve Ulaşım, Şehirsel 1950. Taşkışla’nın İTÜ’ye tahsisi ve restorasyonunun ardından İTÜ Mimarlık Fakültesi Taşkışla’da. İTÜ Mimarlık Fakültesi’nin kurucu Hocaları öğrencileri ile bir arada. 1981. İlk YÖK toplantısı-Rektör ve Dekan atamalarıÜniversite Fakülteleri ve Fakültemize eğitim programı dayatmaları – Fakültemiz bu programı reddediyor. 1986-1989. Taşkışla’nın otel yapılmak istenmesi olayı – Öğretim üyelerince iptal davası süreci boyunca Taşkışla’da otel inşaatı iskeleleri – Eğitim sürerken inşaat tacizleri. Tasarım ve Şehir Yenileme bilim dallarında 3 kürsü, Tarihî Çevre grubu olarak Mimarlık Tarihî ve Restorasyon bilim dalında 1 kürsü, Statik ve Betonarme bilim dalında 1 kürsü olmak üzere toplam 13 kürsü. • 1980 dönemine kadar bu bilim dallarında lisans ve lisansüstü programlar geliştiriliyor ve uygulanıyor, tez ve araştırma çalışmaları birikimi sağlanıyor, bu alanlarda akademik kadrolar yetişiyor, bilimsel eserler kazanılıyor. • Bu arada 1975’te Fakültede ilk Döner Sermaye çalışmaları başlıyor, öğretim elemanlarının uygulama ve araştırma deneyimlerinin oluşması yönünde yeni bir kurumlaşma doğuyor. • 1977’de Fakülte 109 no.lu amfisine kavuşuyor. • 1975’te başlayarak 1980’de bitirilmek üzere İTÜ Ayazağa Kampüsü projelendirme çalışmaları tamamlanıyor. Bu projelere dayanılarak uygulamalara başlanmadan önce, 1973-74 öğretim yılında Ayazağa Kampüsü Yerleşme Düzeni kapsamında yönetimim altında 5 farklı çözüm araştırdığımız öğrenci çalışmalarını sergiliyor ve yayımlıyoruz. Bu uyarıcı çalışmalar hiç dikkate alınmıyor ve türlü sakıncalarına değinilen kare iç avlulu şema aynen uygulanıyor. Kare avlulu şemaya göre Kampüsün yaklaşık 1/3’ü uygulanarak hatalar gözle görülür hale geldiğinde, 1986’da ikinci bir inceleme yaparak Fakülte’de ve ayrıca Rektörlükte tüm ilgililere birer sunuş veriyorum. Haklı görülmeme rağmen uygulamalara aynen devam ediliyor. Bir süre sonra sakıncaları anlatılmaya çalışılmış bu şema sürdürülemiyor ve terkediliyor. İTÜ Ayazağa Kampüsü’nde bugün, kare avlulu şemaya göre uygulanmış kısımlar dışında arta kalan alanlarda, sonraki dönemlerde noktasal yapılaşmalar halinde oluşmuş iki farklı yerleşim biçiminin bir düzensizlik, karmaşa ve sorunlar yumağı halinde yan yana gelişi önlenememiş bulunuyor. • 1973-1980 arası dönemde de, ne yazık ki kurulu düzende beklenen reformlar yerine getirilmemiş, huzur sağlanamamış olduğundan öğrenci olayları gene durulmuyor, eğitim büyük ölçüde aksıyor, yarıyıllar yitiriliyor, terör olayları tırmanıyor, can güvenliği kalmıyor. Sonunda, bu olumsuz gidişe son verme gerekçesiyle, 12 Eylül 1980’de askeri darbe yapılıyor. Ardından, Üniversitelere de çekidüzen vermek, onla- rı da denetim altına almak üzere 1981’de 2547 sayılı Y.Ö. Kanunu çıkarılıyor ve YÖK kuruluyor. YÖK 1982 Anayasası kapsamına da alınıyor. Bu kanun ile mevcut kürsüler kapatılıyor, bazı Fakülteler birleştiriliyor. Bu kapsamda, İTÜ Mimarlık Fakültesi ile İTÜ Maçka MMF Mimarlık Bölümü İTÜ Mimarlık bünyesinde birleştiriliyor. Rektörlük ve Dekanlıklarda, üniversite elemanlarının seçtikleri adaylar arasından YÖK sıralamasını izleyen atanma sistemi geliyor. Asistanlık yerine Araştırma Görevliliği esas alınıyor. • YÖK, 1982-83 döneminden itibaren, aynen uygulanmak üzere, hazırlattığı tip öğretim programları dayatıyor. Bu koşullar altında Fakültemizce, YÖK’ün dayattığı eğitim programına karşı çıkılarak bu program reddediliyor. Birleştirilen her iki Fakültenin mevcut programlarını tek bir ortak eğitim – intibak programında birleştiren, aynı zamanda mimarlık eğitiminde reform özlemlerine de yanıt verici bir atılım gerçekleştiriliyor. YÖK, diğer kurumlardan da gelen tepkiler üzerine dayatmalarından resmen vazgeçmek zorunda kalıyor. Bu suretle, 1973 eğitim reformundan sonra Fakültemizde 1982’de de, ikinci bir eğitim reformu gerçekleştiriliyor ve başarıyla uygulanıyor. • 1986-1989 arasında, Taşkışla binamızın otele dönüştürülme olayı yaşanıyor. Buna karşı çıkıldığında Fakültemiz tamamen yapayalnızdır. Buna rağmen benimle birlikte direnen bir grup öğretim üyesi dava açıyoruz, ve dava kazanılarak Taşkışla’nın otele dönüştürülme girişimi engellenebiliyor ve sonunda Taşkışla İTÜ’de kalabiliyor. • Ardından İTÜ’nün Maçka binalarına da el konulmak istendiğinde, tüm İTÜ ayağa kalkıyor, birleşiyor. Bizler bu binalar için de İTÜ’nün haklarını korumak için çaba veriyoruz. İTÜ Rektörlüğü ancak 1992’de aldığı Senato kararıyla “çok kampüslülüğü” ve kent içi yapılaşmayı kabul ediyor ve Mimarlık Fakültemizin Taşkışla’da yerleşik kalmasını onaylıyor. Fakültemizde kent planlama, kentsel dönüşüm, kent yenileme, çevre koruma, trafikten arındırılmış yaya bölgeleri, Taksim gibi büyük kent odaklarında meydan ve çevre düzenleme benzeri konularda incelemeler yapılmalı, çözümler üretilebilmelidir. 1986-89. DAVA SÜRECİNE DESTEK ÇABALAR: Taşkışla’yı sahiplenen Fakültemiz öğrencileri. Öğrencilerimizin orta avluda sahneledikleri tepkisel oyun. Öğrencilerinin sahneledikleri tepkisel oyunu izleyenler arasında ön planda Hocaları. 1989. İptal davasının kazanılması ve kesinleşmesi. 1990. Kurulan TEK Derneğince sağlanan zorunlu onarımlar ardından bugünlere ulaştıran çabalar. itü vakfı dergisi 41 EĞİTİM DOSYASI • Bu yaşananlar dikkate alınarak, Taşkışla’nın korunması ve yaşatılmasında sürekli rol üstlenebilecek bağımsız bir ek kurumlaşma olarak, 1990 yılında Taşkışla Eğitim ve Kültür Derneği kuruluyor. • 1982-1983 Eğitim Reformu’nun ve buna bağlı akademik örgütlenmenin uygulanmaya başlayışından sonraki yıllarda; 1983’te Şehir ve Bölge Planlama Bölümü, 1993’te Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü, 2002’te Peyzaj Mimarlığı ve İç Mimarlık Bölümleri açılıyor. • Bu gelişmelere karşın, İTÜ genelinde ve Fakültemizde, kanunun açıkça öngördüğü akademik örgütlenme modelinin/ sisteminin tamamlayıcısı ve belirleyicisi niteliğinde bir zorunluluk olan, Anabilim Dallarına bağlı Bilim Dalları, nedense bir türlü kurulmuyor ve bunda ısrar ediliyor. Bunun sonucu olarak bilimsel üretim, kişisel tercihler yönünde kotarılan Doçentlik ve Profesörlük tezleri ile araştırmalara bağlı kalıyor. Bu nedenle zorunlu alanlarda derinleşmeler sağlanamıyor, boşluklar oluşuyor. Bu alanlarda, öykünülen ABD sistemindeki gibi gerektiğinde yerli-yabancı otoriteleri istihdam edebilmek üzere yeterli malî olanaklardan yoksunluğumuz unutuluyor. Dolayısıyla, kıta Avrupası’nda yaygın ve ülkemizin koşullarına daha uygun olan kendi akademisyenlerini kendi bünyesinde yetiştirebilme önceliği bir sorun olarak boşlukta kalıyor. • Y.Ö. Kanunun dayattığı yönetim ve karar alma düzeninin, uygulamada bir takım sıkıntıların yaşanmasına neden olduğu da görülüyor. Örneğin, Bölümlerin ve alt birim temsilcilerinin katılımıyla oluşan üst kurullarda her zaman uzlaşı sağlanamıyor, atılımlar aksayabiliyor veya huzursuzluklar giderilemiyor. Yönetim düzeninde yaşanan diyalogsuzluk ve kopuklukları giderecek daha tutarlı, katılımcı bir düzen sağlanıncaya kadar, örneğin sorunlu konuların / çözümlerin, geniş katılımlı çalışma gruplarında ortaklaşa etraflıca incelenerek uzlaşı tabanında olgunlaştırılması, ondan sonra karar kurullarına sunulması benzeri yollara gidilmiyor. • 1991-1994 yıllarında, Bilgisayar destekli tasarım eğitimi başlayarak gelişiyor, zorunlu ders haline geliyor. Bugün ben kişisel bir gözlem olarak, bilgisayar destekli tasarım programları ortamında ortaya çıkan projelerin giderek bir kübizm ve rasyonel mimarlık dönemi geometrik biçimlenişlerine, ya da eğrisel yüzeyli yeni bir sanal dünyaya doğru sürük- 42 itü vakfı dergisi Bugünkü varlığımız ve kazanımlarımız için nice savaşımlar verilmiştir. Bu nedenle birey ve kurumlar, içinde bulunulan durum ne olursa olsun, en kötü koşullar altında dahi, bugün ve her zaman, varlıklarını daima hissettirebilmeli, özellikle yetkin oldukları alanlarda söz sahibi olma ve çözüm üretme çabalarını toplumumuzdan esirgememeli, suskun kalmamalı, toplumumuzun bilinçlenmesine katkıda bulunmalıdırlar. lendiklerini izliyorum. Üstat Gehry ya da Zaha Hadid’in her iki doğrultudaki eserlerinde de bu açıkça gözlemlenebiliyor. Bu konuda, yeni yeni bilgisayar program ve yöntemlerinin araştırılması, bu suretle, insan beyninin sonsuz yaratıcılık etkinliğinin, bilgisayar ortamı kolaylıkları ile sınırlanmaması, engellenmemesi gerektiği kanısındayım. 1973’te Fakültemizde kurulan ve 1981’de YÖK tarafından kaldırılan Mimari Tasarım Yöntemleri ve Bina Programlama Kürsüleri bu yönde de araştırmalar yapılabilmesi, çözümler üretilebilmesi için de öngörülmüş olmalıdırlar. Bu kürsülerden yetişmiş olanlardan, ayrıca sonradan kurulan MimED gibi kurumlardan da bu yönde de katkı sağlayıcı çabalar beklenmelidir. • Akademik Yükselme Kriterleri, Uluslararası Akreditasyon sorunu, YÖK’ün varlığı-yokluğu ve özgür Üniversite konuları üzerinde de tartışmalar, özeleştiriler yapılabilmeli, çözümler önerilebilmelidir. • Fakültemizin buraya kadar özetlemeye çalıştığım 70 yıllık geçmişinin ardından, Ülkemizin bugün içinde bulunduğu bunalımlı ortamdan kopuk olarak Fakültemizin geleceğini düşünebilmek olanaksızlaşıyor. Böyle bir dönemde, ülke olarak daha güçlü ve bilinçli konumda olmamız gerekirken, ülkemizde ne yazık ki çağdışı bir geriye dönüş, bunalım ve baskı ortamı yaşanıyor. Böyle bir gidiş devam ederse, kurtuluş ve kuruluş savaşımlarımız sonunda ulaşmış olduğumuz tüm kazanımların yok olması, zayıflamamız ve tamamen güdülenebilir konuma düşmemiz önlenemeyecektir. Bugün ülkemizin içinde bulunduğu ortamda, toplumumuz sanki bir “kanıksama” hastalığına tutulmuştur. Toplumumuzun temel kurumları, üniversitelerimiz dahil, bir suskunluk içinde, gündeme ard arda sürülen konuları, olayları izleme ve bekleme ile yetinir bir görünüm veriyorlar. • Böyle bir olumsuz gidiş karşısında, tüm kurumlar, üniversitelerimiz ve Fakültemiz dahil, en azından, kendi alanlarında söz sahibi oldukları konularda kendilerinden beklenen çabaları toplumdan esirgememeli, çözümler üretebilmeli, kamuoyuna yansıtabilmelidirler. Örneğin, Fakültemizde kent planlama, kentsel dönüşüm, kent yenileme, çevre koruma, trafikten arındırılmış yaya bölgeleri, Taksim gibi büyük kent odaklarında meydan ve çevre düzenleme benzeri konularda incelemeler yapılmalı, çözümler üretilebilmelidir. Bu amaçla süreli çalışma grupları oluşturulabilmeli, öğrenci projeleri yaptırılabilmeli, sonuçlar sergilenebilmelidir. Geçmiş yıllarda başarıyla denenmiş olan, Fakülteye bağlı Şehircilik ve Planlama, Yapı Araştırma, M.Tasarım alanlarında yan kurumlar niteliğinde Enstitüler yeniden kurulabilmeli, bu suretle üniversitenin uygulama alanlarına ve topluma karşı görevleri doğrultusunda sürekli ve aydınlatıcı etkinlikler daha kapsamlı nitelikte sağlanabilmelidir. Bu suretle Fakültemiz, temsil ettiği ve söz sahibi olduğu konularda alan hâkimiyetini ve toplum karşısında saygınlığını koruyabilmelidir. Son Söz Burada değinilmeye çalışıldığı gibi, Fakültemizin bugünlerine kolay ulaşılmamıştır. Bugünkü varlığımız ve kazanımlarımız için nice savaşımlar verilmiştir. Bu nedenle birey ve kurumlar, içinde bulunulan durum ne olursa olsun, en kötü koşullar altında dahi, bugün ve her zaman, varlıklarını daima hissettirebilmeli, özellikle yetkin oldukları alanlarda söz sahibi olma ve çözüm üretme çabalarını toplumumuzdan esirgememeli, suskun kalmamalı, toplumumuzun bilinçlenmesine katkıda bulunmalıdırlar. Aksi halde toplum yalnız ve çaresiz kalmaya devam edecek, cehalet ve gerileme devreye girecek ve herşeye egemen olacaktır. Bu nedenle, ancak toplumsal bilinçleşme oluştuğu oranda herşeyin doğru yörüngesine oturmaya başlayabileceği unutulmamalıdır. Mensubu olduğumuz bu yüce Kurumun, tüm güçlükleri yenerek daha nice yılları aşmasını yürekten diliyorum. Bir dikdörtgenin uzun kenarının kısa kenarına oranını ifade eden Altın Kural'ın sayısal gösterimi. Kanımızca matematiğin en yalın, en güzel ve en önemli denklemlerinden biri de bu denklemdir. Sayıların inşasında temel olan 0 ve 1 gibi sayılar ile trigonometrik ögeleri de içermektedir. xn + yn = zn Fermat denklemi. Türkiye’de Matematik Eğitimindeki Genel Düzey Düşüklüğü Prof.Dr. Ahmet Fahri ÖZOK İTÜ Endüstri Mühendisliği Bölümü Bir başka bilim alanındaki temel kavramlardan (Örneğin fizik, kimya, ekonomi, psikoloji, yöneylem araştırması, üretim planlama ve kontrol vb. gibi) daha zor bir yapıya sahip olmayan matematik, kullanılabilecek tüm matematik ilkelerinin aynı anda bilinmesini ve çözülecek problemlerde kullanılmasını gerektirir. Bu ise hem iyi bir hafızayı hem de bilinen bilgilerden yararlanılarak yaratıcı yeni sentezler yapabilmeyi gerektirir. B aşlığa uygun ayrıntılara girmeden önce matematiğin bazı temel niteliklerine değinmek uygun olacaktır. Matematiğin uygarlık tarihi içindeki yeri ve her ülkenin temel kültüründeki önemi bütün bilim insanlarınca ve iyi eğitilmiş herkes için bilinen bir gerçekliktir. 17. yüzyılın başında Francis Bacon ve René Descartes modern bilimin doğuşu hakkındaki düşüncelerini ifade ederken matematiğin çok önemli bir rol oynayacağını ifade etmişlerdi. Bilindiği gibi bilimsel düşüncenin gelişimi de matematiğin yardımı olmadan düşünülemez. Bilgimiz sınırları içinde tüm evrende insan beyninden daha karmaşık ve daha mükemmel bir yapı yoktur. Matematik ise insan beyninin mantık ve sezgi yoluyla ortaya koyduğu en önemli eseridir. Son onyıllardaki büyük bilimsel gelişmelere rağmen beynin sırrı birçok fonksiyonu için henüz çözülebilmiş değildir. Zaten çözülebilmiş olsaydı beynimiz umulandan daha az karmaşık bir yapı göstermiş olacaktı. Matematik insan Eski uygarlıklarca da bilinen ve özel bir hikayesi olan Pi sayısı. beyninin en üst düzeyde kendi kendisiyle hesaplaşması, sorulan sorulara mantık kuralları içinde yine kendi kendine cevap aramasıdır. Örneğin bir matematik problemi çözerken hiçbir etki altında kalmadan ve hiçbir dış yardım almadan ve sadece kendi kendimizle başbaşa olduğumuzda matematiğin aksiyom, postüla, kuram ve teoremlerinden yararlanarak sonuca ulaşmaya çalışırız. Bu haliyle matematik kendi kendimizi sorgulamamızı, daha önce doğru veya yanlış adımlar atıp atmadığımızı ve sonuca ne kadar yakın veya uzak olduğumuzu en sağlıklı bir şekilde bize gösterir. Matematik bireye düşünmeyi öğretir. Örneğin politikada olduğu gibi hiçbir demagoji ve yalan matematikte geçerli değildir. Matematik aracılığıyla bilimsel düşüncenin kurallarını içselleştirmiş olan bir kimse ise yalan ve demagojiyi kolaylıkla gerçeklerden ayırdeder. Uçağı, asma köprüleri, bir kuyruklu yıldıza inebilen uzay araçlarını, tüm dünyadaki hazır bilgileri bize sunabilen cep telefonlarını ve günlük yaşantımızı kolaylaştıran ve itü vakfı dergisi 43 EĞİTİM DOSYASI yaşam kalitemizi artıran tüm araç ve gereci diğer bilim alanlarındaki (malzeme, makina, elektronik vb.) gelişmelerle birlikte fakat onlardan çok daha önemli olarak bir üst disiplin ve tüm bilimlerdeki ortak dil ve araç olan matematiğe borçluyuz. Bir uzay aracını 10 yıldan fazla uzayda dolaştırabilmek, hızını ayarlayabilmek ve yörüngesini hesaplayabilmek ancak matematik sayesinde mümkün olabilmiştir. Hemen tüm mühendislik problemlerinde doğru karar vermenin yolu ancak matematiksel işlemler sonucu elde edilen bilimsel düşünceden geçer. Bilmeliyiz ki yeni ve yaratıcı teknoloji üretebilen her ülkede matematik eğitiminin düzeyi de yüksektir. Bugün Türkiye'de katma değeri yüksek teknolojik ürünleri yeterince üretemiyorsak bunda başta matematik olmak üzere temel bilimlere yeterince önem vermeyişimizin önemli bir rolü vardır. Bir başka bilim alanındaki temel kavramlardan (Örneğin fizik, kimya, ekonomi, hukuk, psikoloji, yöneylem araştırması, üretim planlama ve kontrol vb. gibi) daha zor bir yapıya sahip olmayan matematik, kullanılabilecek tüm matematik ilkelerinin aynı anda bilinmesini ve çözülecek problemlerde kullanılmasını gerektirir. Bu ise hem iyi bir hafızayı hem de bilinen bilgilerden yararlanılarak yaratıcı yeni sentezler yapabilmeyi gerektirir. Sosyal antropolojinin tarihine baktığımızda kültürü uygarlığın bir alt bölümü olarak ele alırsak, tarih boyunca matematiği kültürlerinde içselleştirmiş olan ulusların ölümsüz eserler bıraktığını, devasa yapıların binlerce yıldır ancak matematik sayesinde ayakta kaldığını görebiliriz. Bir başka deyişle matematikle içi içe olan topluluklar yaşam biçimi ve entelektüel faaliyetler açısından daima diğer toplumlardan ileri bir uygarlığa sahip olmuşlardır. Birçok bilimsel ve kültürel konunun matematikle içi içe olduğunu düşünürsek, insanların soyutlama yeteneği ölçüsünde matematiksel kuramları ortaya koyduklarını gösterebiliriz. Zira matematik temel karakteri itibariyle bir soyutlamadır. Bilimin her alanda gelişmesi, -sosyal bilimler de dahil olmak üzere- ve ileriye dönük tahminler yapılabilmesi ancak matematik sayesinde mümkün olabilmiştir. Matematik insanlığın yaratığı en basit sistematik disiplin olarak gerçeğin çok sınırlı bir bölümünde yoğunlaşmış olmakla birlikte, sağduyumuzla ulaşamayacağımız sonraki aşamalara ışık tutmaktadır. Üç insan 44 itü vakfı dergisi Spiraldeki geometri ve estetik. ve üç elmanın ortak özelliği olan üç sayısı nesnelerin niteliğinden tamamen bağımsız olarak elemanter bir özelliktir ve bir soyutlamadır. Beynimizin soyutlama yeteneğine göre biz matematik kavramlar sayesinde (Örneğin sanal sayılarla yapılan işlemlerde olduğu gibi) bazen sanaldan gerçeğe dönüşen sonuçlar da elde edebilmekteyiz. Matematiğin temel kavramları çok elemanter olmalarına rağmen bu gerçek matematiğin çok kolay ve basit olduğu anlamına da gelmez. Örneğin daha önce de belirtildiği gibi “sayı nedir?” diye soyut bir soru sorulduğunda, cevabının çok kolay olmadığını hepimiz biliriz. Matematik özel simgeleri aracığıyla, somut olguları bile soyut terimlerle dile getirerek genel yargılara varabilme gücünü verir. Matematik ve matematikçinin ne olduğu konusunda eski uygarlıklardan günümüze değin birçok tartışma süregelmiştir. O aynı zamanda her bilimin temelinde yatan bilimsel bir düşünce olma yanında bilim ve sanat açısından da çok yönlü bir ilişkiye sahiptir. Günlük yaşantımızda gereksinim duyduğumuz birçok maddi soruna çözüm bulması yanında, matematik daha önce de belirtildiği gibi hiçbir maddi sonuca ulaşmayan entelektüel bir yaratma çabasına da hizmet eder. Örneğin matematiksel parametreler arasında bir ilişkiyi ortaya koyma ve bunu teorem olarak ispatlamaya çalışma çabası buna örnek olarak verilebilir. Bir problemin çözümünde ilk aşamada problemi anlama, yaratıcı düşünce ile sezgi ve imge gücü gerekirken ikinci aşamada belli kural ve yöntemler ışığında mantıksal bir süreçle ulaşılan önermelerin kesin ve açık bir şekilde ortaya konması gerekir. Bunun ise tartışmasız tek yolu matematiktir. Mantıksal doğruluğun temel niteliği ise analitik olmasındandır. Bir bilimsel temel olarak ifade etmek gerekirse, çok sayıda parametrenin karmaşık ilişkilerini matematiksel olarak ifade etmek istesek bunu kişisel sezgi yoluyla değil adım adım mantıksal bir süreçle elde etmemiz gerekir. Doğal bilimlerde olduğu gibi matematiksel sonuçlar da nesnel doğruların tartışma götürmez gücüne sahiptir. Sosyal bilimlerde olduğu gibi farklı bakış açısına göre şöyle veya böyle olabilen yorumlar matematikte söz konusu değildir. İnsanların ortak anlayış ve bilinci matematikteki önermelerin anlamlarını kavramamıza ve ortak bilincimizin gelişmesine yardımcı eder. Felsefe, sanat, tarih ve edebiyat gibi insan bilimleri, matematik esaslara dayanan bir bilimsel bakış açısıyla ele alınmadığı sürece mantıklı dayanaklardan yoksun çelişkiler yumağı olmanın ötesine gidemez. İnsanlığın tarih boyunca yarattığı eserlerin en güvenilir ve sağlam ürünü olan matematik, yine insanoğlunun eseri olan kültür kavramının çok önemli bir ögesi olarak eski çağlardan günümüze değin gelişerek varlığını sürdürmüştür. Eski çağlarda matematik bilmek ve onun dayandığı aksiyom ve postülalar konusunda soyut olarak tartışabilmek, bunu yapabilen toplumları diğer toplumlardan daha üstün kılmıştır. Zamanımızda matematiğin çeşitli alanlarında bir yılda yüksek lisans, doktora gibi tez konuları ile makalelerde yaklaşık ikiyüz bin teoremin ispatlandığı ifade edilmektedir. Bu disiplinin bütün alanlarında söz sahibi olup önermelerin doğruluk ve yanlışlığı üzerinde fikir sahibi olabilmek sözkonusu değildir. Seçilen uzmanlık alanına göre derinleşmek mümkün olduğundan her matematik öğreticisinin temel olarak ancak matematiğin tarihsel gelişimi ve temel felsefesini bilmesi ve bunu öğrencilerine aktarabilmesi oranında matematiğin öğretim düzeyinde bir yükselmenin söz konusu olabileceğini söylemek mümkündür. Doğa olaylarını açıklarken onun yasaları ile matematik arasındaki hayret verici uyum örnek olarak verilebilir. Deneyimlerimizden bağımsız olarak ileri doğru matematiğin türetilmesi, akıl ile matematiğin bir başka değişle mantık ile matematiğin kabul edilebilir uyumunda ortaya koyar. Doğa insan etkileşiminden kaynaklanan ilkel matematiksel kavramlar giderek gözlenmesi mümkün olmayan ileri sonuçlarından yararlanma olanağı doğmuştur. Matematik, mantıksal yapısının dışında iç yapısı şiirsel güzelliği ve kapsamlı felsefesi yeterince anlaşılmadığı sürece sadece sayılar ve semboller yığını olmaktan öte gidemez. Onun olağanüstü güzelliği ve yalınlığı ona tüm bilimlerin üstünde her zaman ışıklara donanmış ve insana heyecan veren âdete gizemli bir yücelik kazandırmaktadır. Seçilen uzmanlık alanına göre derinleşmek mümkün olduğundan her matematikçinin temel olarak ancak matematik, tarih ve felsefe bilmesi ve bunu öğrencilerine aktarabilmesi oranında matematiğin öğretim düzeyinde bir yükselmenin söz konusu olabileceğini söyleriz. Türkiye'de Matematik Eğitimi İTÜ Makina Fakültesi'ne 1959 yılında öğrenci olarak girdiğimde bu Fakültenin öğretim programlarında matematiğin çok büyük bir ağırlığı vardı. Daha sonraki Asistanlık yıllarımda da matematiğin güzelliğini, felsefesini ve insan düşüncesindeki yerini giderek daha çok kavramaya başladım. Matematik sadece işlem yapmaktan ve bazı kavramları öğrenmekten daha farklı ve derin birşeydi benim için. Bunun üzerine asistanlığım sırasında üniversite giriş sınavlarına girip Eski uygarlıklarda matematiksel söyleşi. İstanbul Üniversitesi Teorik Matematik Bölümü'nü bitirdim. Doğrusunu söylemek gerekirse, anladıkça ve çözebilmesi mümkün değildir. Örneğin, orta onun iç güzelliğini keşfettikçe matematik-dil, öğretimde basit problemleri çözerken dahi matematik-şiir, sanat ve bilimde yaratıcılık o problemlerin ele alabileceğimiz temel gibi konulara daha büyük bir heyecanla ilgi noktalarını ve uygulayabileceğimiz adımladuymaya başladım. Tarihsel gelişim içinde rını hem kuramsal hem de uygulamalı olamatematiğin derinliklerini keşfedip ve onu rak; yani problemleri farklı yollarla çözerek her gün yeni bir heyecanla inceledikçe, mave bunlar üzerinde öğrencilerin yorum yaptematik eğitiminin öğrencilere nasıl verilmemasını sağlayarak konuları işlemek gerekir. Yapılan incelemeler ve elde edilen sınav si gerektiği konusunda daha çok düşünme sonuçları göstermektedir ki ülkemizde ilk, gereğini duydum. İTÜ Endüstri Mühendisliorta ve yüksek öğretimde genel bir eğitim ği Bölümü'nde 1989 yılından 2008 yılına kadüzeyi düşüklüğü yanında, özellikle matedar bulanık mantık ve modelleme derslerini verdim. 1982 yılından itibaren de yine aynı matik eğitiminde farkedilir bir düzey düşükbölümde 33 yıldır Mühendislik Matematilüğü söz konusudur. Bu düzey düşüklüğüği dersini vermekteyim. Son zamanlarda nün temel nedenlerinden bazıları aşağıdaki özellikle gözlemlediğim olgu öğrencilerde başlıklarda özetlenebilir: matematik bilgisi düzeyinin büyük ölçüde 1- İlk ve orta öğretimde her milli eğitim düştüğüdür. bakanına göre değişen eğitim programları En alt düzeyden başlayarak matematik dolayısıyla yerleşmiş bir matematik öğretim eğitimi, onun tarihsel ve felsefi temelleri göz sisteminin olmaması, önüne alınarak yürütülmelidir. Sadece ezbe2- Üniversite sınavlarının sadece dersre dayanan, belli soruların çözümlerinin anhanelerde hazırlanılan ve test- sınav sistelamadan ezberlemeye çalışmış öğrencilerin mine göre düzenlenmiş olması, temel bilgilerine dayanarak yeni problemler 3- Öğrencilerin dijital ortamda çok sa- yıda uğraşları dolayısıyla, analitik düşünce sistemine yeterince zaman ayırmamaları, 4- Üniversitelerimizde havuz sistemi dolayısıyla çok farklı niteliklere sahip öğrencilerin aynı derste bir arada bulunmaları ve sadece diğerlerinden daha yüksek not almış olanların AA veya BA ile geçme olanağının doğmuş olması, 5- Öğrencilere matematikte yoğunlaşmalarını sağlayacak temel problemlerin öğrenimleri sırasında gösterilememiş olması, 6- Ülkemizdeki genel yaklaşım ve hakim olan değer yargıları sisteminin giderek din odaklı hale gelmesi, 7- Bu konuda ayrılan kaynakların düzenlenmesi ve harcanması konusunda uzmanlardan yararlanılacak yerde, politik nedenlerle genel halk eğilimine göre ayarlanmış programlarla hareket edilmesi. Ne Yapmalı? Türkiye matematik eğitimin gelişmesi için yukarıdaki yedi maddede sıralanan aksaklıkları birbirleri ile ilişkisi açısından ve bir sistem yaklaşımı ile incelemek gerekir. Bunun için aşağıdaki konuları tartışmaya açmak uygun olur düşüncesindeyim. 1- Öncelikle Türkiye’deki matematik eğitiminde bir sorun olduğu konusu politik irade dahil (Hükümet, Milli Eğitim Bakanlığı, YÖK) tüm taraflarca ( üniversite yönetimleri, matematik öğretim üyeleri ve nihayet öğrenciler) tarafından kabul edilmeli. 2- Bu konuda ısrarlı bir çaba gösterilmeli; yurt içinde gençleri bilimsel düşüncenin en önemli temeli olan matematiğe yöneltmek için yarışmalar, kongreler düzenlenmeli. 3- Matematik bütün kavramların sürekli bir şekilde zihinde tutulmasını gerektirir. Sosyal bilimlerde birbirine bağlı olgular sözkonusu değilse birbirinden bağımsız olarak bir önceki konuyu öğrenmeden bir sonraki konuyu öğrenebilmek mümkün olabilir. Matematikte ise birbirine bağlı bir mantıksal süreç söz konusudur. İlkokuldan itibaren ilk temel kavramları iyice öğrenmek, ortaokul ve lisede de bunu devam ettirerek, üniversite ortamında ezbercilikten uzak bir temel inşa etmek gerekir. 4- Üniversite girişte test sisteminin uygulanmasında genelde olamayacak şıkların elimine edilmesine dayandığından analitik itü vakfı dergisi 45 EĞİTİM DOSYASI olarak teoremlerden yararlanıp işlem yaparak sonuca ulaşmak mümkün olamamaktadır. Bu halde ise ezbere dayanan bir matematik söz konusu olmakta, bu ise matematiğin temel kavramlarını öğrencilerin anlayamamasına neden olmaktadır. 5- Üniversite giriş sınavlarına çok sayıda öğrencinin girmiş olması sonucu, test sınavı bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Test sorularını hızlıca cevaplandırma zorunluluğu ise derin analitik düşünmeyi engellemektedir. O halde analitik düşünce bugünkü sistemde mümkün gözükmemektedir. 6- Soyut düşünce matematikte en ileri düzeye vardığına göre, bu soyut genelleme yeteneğinin küçük yaştan itibaren nasıl olup da geliştirilebileceği çok ayrıntılı ve uzun uğraş gerektiren bir konudur. Bilim ve sanatın çeşitli alanlarında da soyut düşünce söz konusu olDoğada geometri ve simetrinin uyumu. makla birlikte, anlamayı gerektiren matematik, kişiye bağlı olmaktan ziyade her bireyin nin sırlarını keşfetmek ve buradan hareketle kendi mantıksal sorumluluğu içindedir. evrenin tasarımında matematiğin ön planda olması gerektiği sonucuna götürmüştür. Ha7. Genel olarak "Bilimsel Düşünce'ye" saygı ve Disiplin tüm toplum bireylerinde taların azaltılması, çıkartılacak sonuçların içselleştirilmiş olmalı ve bunun için kitle iledoğruluğu, yerine göre kullanılacak matetişim araçları dahil tüm devlet olanakları sematiksel yöntemlerle mümkün olabilir. Onu bir korkulacak konu olmaktan çıkartıp zevk ferber edilmeli. alınacak hale getirmenin yegâne yolu da taBu konuda insanları rahatlatan ve dogmalara dayanan inançla, bilimsel düşünrihsel gelişimi ve felsefesiyle belki derslerde sık sık tekrarlayarak öğrencilere aktarmakce arasındaki ayrıma dikkat etmek gerekir. Sorgulamadan inanmaya dayanan doğma, tan geçer. mantıksal süreçleri izlemeden kesin olarak Bugün üniversite öğrencilerinin çoğuinanmamayı gerektiren bilim arasındaki çena matematik derslerin nasıl işlendiğini sorsanız, belki çoğuluğu derslerde ispat lişkiyi bilinçle öğrenmek gerekir. Çalışmak, yönteminin genellikle kullanılmadığını öğrenmek, uğraş vermek, düşünsöyleyeceklerdir. Bu ise matemamek, tam herşeyin üstesinden geldim, öğrendim, anladım tiğin en büyük özelliği olan derken birden bire yanılgının zihnin kendi kendisiyle heboşluğuna düşmek matesaplaşması ve analitik bir düşünce sistemi olarak matik öğrenmenin kadematematiğin inşası dürindendir. Her konuda olduğu şüncesine aykırıdır. İspat gibi herhangi bir alanda fikrini benimsemiş birisi derinleşebilmek önce o alaayrıca mesleki yaşamda hangi olayla karşılaşırsa nın temel ilkelerini iyice hazPisagor tableti karşılaşsın ikna edici delliler metmeyi gerektirir. Bu iyice olmadan demagoji ve yahazmetme süreci olmazsa onun üstüne yeni şeyler inşa edilemez. Malanla gerçeklerin üstünü örtme girişiminde bulunmaz. Çünkü matematik delil olmadan tematik bir bilgi deposu olarak sadece öğbir şeye inanmanın mümkün olmadığını renmeye değil öğrenilecek temel kavramlarbize gösterir. Matematiğin bir başka önemli la yeni kavramların inşasına yönelebilmeyi özelliği onun sembolik bir dilinin olmasıdır. öğretmelidir. Bu ise ezbercilikle kesinlikle Örneğin bir fonksiyon ifadesi söz ile anlatımümkün olamaz. Matematiğin evrensel geçerliliği güneş labilecek birçok kavramı kısaca ifade edeışıkları kadar net ve pırıl pırıldır. bilme olanağı sağlar. Bu gerçek, matemaMatematiğin entelektüel gücünü muhtetiksel kavramları bilmeyenlerin bazı ifadeleri anlayamamasına da yol açar. melen ilk defa keşfeden Yunanlılarda, evre- 46 itü vakfı dergisi Ulusal düzeyde matematik eğitimimizi yeniden ele almanın önemi Türkiye’de bilimsel düşüncenin gelişimine de yardım edecektir. Tıpkı felsefe eğitiminde olduğu gibi insanların düşünebilmesi ve sorgulayabilmesi ancak sorgulaya bilme ilkelerine sahip olmalarıyla mümkündür. Burada ise en temel rol tartışmasız matematiğe aittir. Matematiğin meydan okuyucu, tahrik edici ve insan düşüncesini yeni dünyalara yöneltici özellikleri, bu özelliklerin kazanılması halinde başka alanlara yansıyacak ve böylelikle ülkenin entelektüel sermayesinin gelişmesine yardım edecektir. Zira, ülkelerin gücü ne toprak büyüklüğü, ne insan sayısının çokluğu ne silah gücü ne de başka faktörlere bağlıdır. Bu konudaki en önemli etmen entelektüel sermayedir. İnsan gücünü eğitmenin, onun doğru yolu bulmasının ülkesi için en doğru olanı yapabilmesinin erdemli ve etik ilkeler de gözönüne alınarak ancak bilim sayesinde mümkün olduğunu düşünürsek matematiğin önemi daha da artar. Bu konu ülke çapında ele alınmalıdır. Zira her gün karşılaştığımız problemleri çözebilmek ve ülkenin uzun erimli sorunlarının üstesinden gelebilmek ancak bu sayede mümkün olabilir. Kaynaklar 1. Klein, M. (1978) “Mathematics in Western Culture” Oxford University Press. 2. Odifreddi, P. (2004) “The Mathematical Century”, Princeton University Press. 3. Özok, A.F. “Matematik ve Kültür”, ( İTÜ 199091 Akademik Yılı Açılış Dersi), İTÜ Vakfı Dergisi, 1990-3, s. 17-23. Matematikçiler, Fizikçiler, Mühendisler için… Lineer Sınır-Değer Problemleri ve Özel Fonksiyonlar 1. Baskı Çıktı Prof. Dr. Mithat İdemen İTÜ Vakfı Yayınları ISBN: 978-605-4778-95-9 439 sayfa, 16.5x23.5 cm Şubat 2015 YENİ İTÜ Vakfı Yayınları Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları İtuyayinlari.com.tr Online Sipariş: www.1773itu.com Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05 ituvakif@ituvakif.org.tr Tanıtım Fiyatı: 25 TL Yazarın İstanbul Teknik Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi ve Gebze Yüksek Teknoloji Enstitüsü’nde aynı ad altında vermiş olduğu derslerin notları esas alınarak hazırlanmış bulunan bu kitap, öğrenciye, özel fonksiyonlar olarak tanınan fonksiyonların ve çekirdeklerinde bu fonksiyonların yer aldığı integral dönüşümlerin temel özelliklerini, onların klasik teorik fiziğin lineer sınır-değer problemleri ile ilişkilerini göz önünde bulundurarak sunmayı amaçlamaktadır. Değişik dillerde yazılmış bulunan mevcut kitapların hemen hemen hepsinde birbirinden ayrı şeylermiş gibi sunulan özel fonksiyonların ve integral dönüşümlerin hepsi, bu kitapta, dalga denkleminin değişkenleri ayrılmış çözümleri olarak bir çatı altında toplanmakta ve böylece, verilmiş bir problemi çözmek için izlenmesi gereken en uygun yöntemin hangisi olduğu, kendiliğinden, berrak biçimde ortaya çıkmaktadır. Kitap, bazısı ayrıntılı biçimde çözülmüş, bazısı da yeter derecede yol gösterilerek ayrıntıları okuyucuya bırakılmış çok sayıda örnek problem içermektedir. Bu problemlerde verilen sonuçlar, aynı zamanda araştırmacılar için yararlı referans niteliğindedirler. PORTRE DOĞAN KUBAN Söyleşi: Pelin Derviş FOTOĞRAF: CEMAL EMDEN Yeniye nasıl ve nereden başlayacağız? Yeni bir söylemden! Yeni söylem yaratmak için ona inanmak gerek. Fakat bu inanç telefonlu ve otomobilli ortaçağcıların bilgi ve bilinçlerinin çok uzağında. Burada nasıl çözüleceğini bilemediğim bir eksiklik var. Günde 25 kadının öldürüldüğü toplum sağlıklı düşünceye olanak vermiyor. Bu toplumsal cinnet ortamında mimarlık mı düşüneceğiz…? 48 itü vakfı dergisi Matematikte iyi olan öğrenciler, biraz da gösteriş için, onu seçerlerdi. Emin Onat, bizim akrabamız olur. Ankara’ya geldikçe bize uğrardı. “Ne yapacaksın, nereye gideceksin?” diye bana sordu. Yüksek Mühendis Mektebi’ne gideceğimi söyledim. “Aferin” dedi. O da orada okumuş, sonra İsviçre’de ETH’dan mezun olmuştu. “Peki ne olacaksın?” Hiçbir kararım yoktu. Her derste iyi bir öğrenci olduğum için tarihçi veya asker olmayı düşündüğüm olmuştu, dış işleriyle, felsefe ve matematikle ilgileniyordum. Fakat bir şey bilmiyordum doğrusu. Mühendis Mektebi’nin şöhreti çekici Yeni söylem yaratmak için ona inanmak gerek Pelin Derviş: Mimarlık öğrenimi görmeyi neden ve nasıl seçtiniz? Doğan Kuban: Bu benim seçimim değil. Çalışkan bir öğrenci idim. Anadolu’da büyüdüm. Babam askerdi. İlkokulda üçüncü sınıfı Elazığ’da, dördüncü ve beşinci sınıfı Eğirdir’de, altıncı sınıfı ise Denizli’de okudum, köylerde yaşadım. O zamanları hala bir cennet gibi hayal ediyorum. Geri kalan yılları Ankara Gazi Lisesi’nde tamamladım. Liseyi bitirdiğim zaman üniversite olarak iki kurum vardı. Biri Yüksek Mühendis Mektebi, diğeri İstanbul Üniversitesi. Çalışkan ve matematiği iyi bilenler Yüksek Mühendis Mektebi’ne giderdi. Sınavla girilen tek yüksek okul oydu. O dönemde gerçekten iyi lise sayısı 20’yi geçmiyordu. İyi bir fen öğrencisi olarak liseyi bitirince Yüksek Mühendis Mektebi’ne girmeye karar verdim. idi. “Gemi İnşaat Mühendisi olacağım” dedim. “O da nereden çıktı, Türkiye’de gemi mi yapılıyor?" dedi. O sırada Yüksek Mühendis Mektebi’nde gemi inşaat mühendisliği falan yoktu. “Peki ne olayım?” dedim. “Mimar ol” dedi. “Peki” dedim. Sınavı kazandım. O zaman Mimarlık Fakültesi de yoktu. Mimarlar, İnşaat Fakültesi içindeki küçük bir gruptu. Bütün öğrenciler üç yıl birlikte matematik, fizik, kimya, malzeme, mühendislik dersleri okur, sonra üç yıl ihtisas yaparlardı. Okuldan Yüksek Mühendis olarak mezun olunurdu. Girdiğimiz yıl (1943) İnşaat Fakültesi’nde mimar olmak isteyen sekiz kişiydik! Bir Avustralyalı teknik resim hocamız vardı. O zaman projeksiyon falan yoktu. Kitaplardan kestiği resimlerle hazırladığı levhaları duvarlara asmıştı. Bize eski ya- pıları, resimleri ve heykelleri göstererek sanata duyarlılığımızı artırmaya çalışırdı. İkinci sene Yüksek Mühendis Mektebi, Teknik Üniversite’ye dönüştü. Mimarlık Fakültesi kuruldu (1944). Yüksek Mühendis Mektebi’nden kalan eski öğrenciler ve o yıl alınan yeni öğrencilerle herhalde toplam öğrenci sayısı 100 kişiyi geçmeyen bir fakülteydi. En kalabalığı birici sınıftı, eski-yeni toplamı 32 kişi idi. Gümüşsuyu’ndaki binanın üst katındaydık. Bir tarafta hocalar, öbür tarafta dershaneler. Üçü Alman olmak üzere toplam altı profesör vardı. Burası bir ev, biz bir aile idik. Alman hocalarla dil konusu nasıl aşılıyordu derslerde? Almanca bilen asistanlar vardı, onlar çevirirlerdi. Clemens Holzmeister’i Celile Hanım diye bir doçent vardı, o çevirirdi. Paul Bonatz’ı başka biri, Gustav Oelsner’i galiba Kemal Ahmet Arû çeviriyordu. Emin Onat’ın iki doçenti vardı. Orhan Safa ve Kemal Ahmet Arû GSA’dan gelmişlerdi. Asistan olunca Profesör Paolo Verzone’nin Fransızca verdiği dersleri de ben çevirdim. Verzone, Türkiye’ye mimarlık tarihi ve restorasyon dersini, üniversite düzeyinde getiren kişidir. Biz mimarlık tarihini üniversitede doğru dürüst okumadık. Restorasyon da görmedik. O zaman her şey yeni başlıyordu. Hocalar akademisyen değil profesyonel mimarlardı. Fakat genelde İstanbullu uygar aile çocukları idi. Dil biliyorlardı. Cumhuriyetin ilk kuşakları, en aydın kişilerdi. Çağdaş dünyada üniversite öğretiminin ne olduğunu biliyorlardı. Onat İsviçre’de okumuş, çok zeki ve yetenekli bir adamdı. O küçük grup pek çoğu Anadolu’dan gelen öğrencilere çağdaş dünyayı öğretti. Ve onların arasından Fakülte’nin geleceğini ellerine teslim edecekleri insanların yetişmesi için büyük bir özveri ile çalıştılar. İTÜ’nün bugünkü mimarlık eğitimini sizin döneminizdeki eğitime kıyasla biraz daha değerlendirebilir misiniz? İlk fark sayısal. 32 kişilik bir sınıf. 1993’te emekli olduğum zaman, Mimarlık Fakültesi (profesörü, doçenti ve talebeleriyle birlikte) 1000 kişi değildi. Şimdi Fakülte itü vakfı dergisi 49 PORTRE 3500 kişiymiş. Bunun yeterli bir eğitim yoğunluğu yaratacağına inanmıyorum. O dönemde iki tane 16’şar kişilik sınıf vardı. Bonatz yahut Holzmeister gelir, her öğrencinin başına oturur, eleştirirlerdi. Şimdi öğrenci başına 5 dakika bile olduğunu sanmıyorum. Mimarlık Fakültesi’ne girenler gerçekten seçme zekalardı. Dünya görgüleri, çevre deneyimleri ve duyarlıkları ise kuşkusuz çok sınırlı idi. Biraz da Türkiye’deki koruma ortamından konuşalım mı? ICOMOS’un (Uluslararası Anıtlar ve Sitler Konseyi) Türkiye’de kuruluşu, Verzone’nin doçenti ve İtalyanların biraz tanıdıkları biri olduğum için benden istendi. 1965’te yeni profesör olmuştum. Ve Verzone’den sonra Restorasyon derslerini de ben veriyordum. ICOMOS hükümetler dışı bir statüde kuruldu. 1951 yılında kurulan Anıtlar Yüksek Kurulu’nda çok efendi insanlar vardı. Tarihçi, arkeolog, müzeci, aydın ve korumanın toplumsal ve kültürel öneminden haberli insanlar. Avrupa’ya gitmiş, bir- iki yıl restorasyon öğrenimi görmüş sadece Ali Saim Bey vardı (Ali Saim Ülgen). Şimdi üniversitede restorasyon uzmanı olduktan sonra “Ben uzmanım” diyenlerden duyarlık, kültür ve sorumluluk açısından çok daha ileriydiler. Kurulda üç-dört mimar vardı. Diğer üyeler “Siz tartışın, yanıtları sergileyin, biz oylayalım” derlerdi. Başka bir dünyaydı. Bitti o dünya! Herkes ‘uzman’ oldu, daha doğrusu hiçbir şey olmadı. Bugün Türkiye’de dehşet verici bir restorasyon etkinliği var. Koruma ölçütleriyle, tümü saldırı ve cinayet. İyi niyetli! Hele ayrıntıya girince, insanın tüyleri diken diken oluyor: Mozaikler, ortaçağ taş yontuları, mukarnas onarımları, boyalı bezemeler. Yakında tarihi mirasa bir cenaze duası okuruz. Bilgi, sevgi, ehliyet, yetenek. Bunları ithal edemeyiz. Şimdiki uzmanların içinde de duyarlı olan, sorumluluk hissedenler var kuşkusuz. Ama kime dinletecekler? Kaldı ki seçen cahil ve bilinçsiz olunca seçilenler uzman ol- 50 itü vakfı dergisi Bugün Türkiye'de dehşet verici bir restorasyon etkinliği var. Koruma ölçütleriyle, tümü saldırı ve cinayet. Hele ayrıntıya girince, insanın tüyleri diken diken oluyor. muyor. Anıtlar Kurulu’nun en büyük kavgası resmi makamlara karşı olmuştur. Peki, biraz da güncel mimarlığa gelelim isterseniz. Gene belki sizin mimar olarak mezun olduğunuz ya da okuduğunuz yıllarla kıyaslayabilirsiniz. Sayısız kıyaslama ölçütü olabilir. 1945 sonrası. Biz her şeye yeni başlamıştık. Değişmeye başlayan bir dünyada yaşıyorduk. Holzmeister klasik gelenek içinde yetişmiş bir adamdı ama modernistti. Bonatz, yetenekli ve iyi bir mimardı ama Nazilere daha yakın bir ‘Neocu’ydu. Türkiye’de İkinci Ulusal’ı icat eden Bonatz gibi adamlardır. Sedad Hakkı Bey (Sedad Hakkı Eldem), modernist başladı. Emin Onat ve Sergi Evi’ni yapan Şevki Balmumcu da öyle. Hep modern üslupla başladılar. Fakat sonra Nazi Almanyası model oldu. Holzmeister Türkiye’ye bir Nazi üslubu getirmedi. Ernst Egli ve Bruno Taut da getirmediler. 1947’de Holzmeister’a bir apartman projesi çizdim. Şimdi Divan Oteli’nin olduğu sırada (Eski Surp Agop Mezarlığı) yeni bir apartman ve büro dizisi başlıyordu. Ben de o sıralar Wright’tan etkileniyordum. Wright’vari bir tasarım hazırladım. Holzmeister suluboyayı çok severdi. İyi perspektif çizerdim ama pek boyama marifetim yoktu. İranlı bir arkadaşım iyi suluboya yapardı. Sabahleyin çizimi ona götürdüm, boyattım. Hocayı aldatmak için değil. Öyle sevdiği için. Hoca baktı, kendi yaptıklarından da uzak bir tasarım. “Buna, Bonatz olsa numara PROF. DR. DOĞAN KUBAN 1926 yılında Paris’te doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Mimarlık Fakültesi’nden 1949 yılında mezun oldu. Aynı üniversitenin Mimarlık Tarihi kürsüsünde asistan oldu. Tezini Türk Barok mimarisi üzerine yaptı. 195455’te İtalya’da Rönesans mimarisi üzerine çalışarak “Osmanlı Mimarisi’nde İç Mekan Teşekkülü ve Rönesans’la bir Mukayese” adlı çalışmasıyla doçent oldu. 1962-63’te Fullbright bursuyla Amerika’da Michigan Üniversitesi İslam Sanatı bölümünde misafir öğretim üyesi olarak bulundu. 196364 yıllarında Harvard Fellow’u olarak Washington’da Dumbarton Oaks Bizans Araştırmaları Merkezi’nde Anadolu Bizans Mimarisi üzerine çalıştı. 1965’te “Anadolu Türk Mimarisinin Kaynak ve Sorunları” adlı kitabıyla profesör oldu. 1967’den sonra Michigan ve Minnesota üniversitelerinde İslam Sanatı ve Mimarisi, 1980-81’de MIT’de misafir Ağa Han profesörü olarak İslam Mimarisi Tarihi dersleri verdi. 1965-75 yıllarında Harvard Üniversitesi’nin sponsorluğunu üstlendiği İstanbul’daki Kalenderhane Camisi kazısı ve restorasyonunda (Prof. L. Striker’le birlikte) direktör vermez ama ben sana 20 veriyorum!” dedi. Bonatz taş kaplama duvar tasarlamaya zorlardı. Ona Ankara’da bir Devlet Kitaplığı projesi yaptım. Önerdiğim vaziyet planı şemasını beğendi. Fakat ilk iki katı taş kaplama olacak diye tutturdu. On katlı kitap deposunun ilk iki katında ders yapılacak, salonlar vesaire olacak ve o katlar taş kaplanacaktı. Her şeyi doğru yapmaya çalışıyorum. Taş kaplama için Osmanlı’yı, Selçuklu’yu inceledim. İki ay taş duvar çizdim. Sonunda Bonatz “Çok güzel bir şema ile başladı ama geliştiremedi” dedi. Ben de kızdım, “Siz bana iki ay taş kaplama çizdirdiniz!” dedim. Günümüz mimarisine gelelim. Dünyanın her tarafını dolaştım, Amerika’da yaşadım, yüksek binaların her türünü gördüm. Ama yüksek binada oturmadım. Kimse ailesiyle, bağlasan oturmaz o binalarda. Arsa pahalı, çok kat yapmak ucuza gelir. Ama işletme ve inşaat pahalıdır. Bunu dünyanın başına Amerikalılar olarak çalıştı. Kalenderhane, Tahtakale Hamamı, Kazakistan’da Yesevi Türbesi, Türkmenistan’ın Merv kentinde Sultan Sancar Türbesi restorasyonlarının danışmanı olarak çalıştı. İstanbul, İzmir, Gaziantep, İznik, Kastamonu, Sivas ve Erzurum kentleri tarihi çevre koruma rapor ve projelerini yaptı. 1975’te Mimarlık Tarihi ve Restorasyon Enstitüsü’nü kurdu ve başkanlığını yürüttü. İTÜ’de Mimarlık Tarihi ve Restorasyon kürsüleri başkanlığı (195893) ve Mimarlık Fakültesi dekanlığı yaptı (1974-77). Ağa Han Mimarlık Ödülü yürütme komitesinde çalıştı (1978-83). İlkesel açıdan, atom bombası gibi dünya geleceğini karartan nesneler olarak yüksek yapıyı ve megalopolisi tümüyle reddediyorum. bela olarak sardılar. Ama kendileri çoğunlukla az katlı evlerde otururlar. Bizde ilk yüksek yapı Mimar Enver Tokay’ın 24 katlı Kızılay Emek İşhanı’dır. İstanbul’da o sırada yüksek yapı yoktu. Cephe tasarımı, yüksek blok tasarımı zordur. Cam üretimi gelişmemişti. Şimdi binlerce yüksek bina yapılıyor. Bir sürü kopya. Aralarında iyi olanlar da var. Cam üretimi arttı. İnşaat mekanik. Cephe etüdü gerekmiyor. Birkaç günde yüzlerce metrekare cam cephe yapılıyor. Biz cephe etüdü yaparak bir ömür geçirdik. Bence yapı tasarımı dibe vurdu. Çok katlı yapılar çirkin. Hele sitele- 1968-83 yılları arasında Gayrimenkul Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu üyesi (1981-83’te başkan yardımcısı) oldu. 1993’te emekliye ayrıldı. Kültür Bakanlığı, Mimarlar Odası ve Tübitak Hizmet ödülleri aldı. 1994 yılında American Institute of Architects’e yabancı şeref üyesi seçildi. “Sinan’ın Sanatı ve Selimiye” (1997) adlı kitabı ile Aydın Doğan ödülü aldı. İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Ahmet Piriştina’ya danışmanlık yaptı. Kent ve mimarlık üzerine yayımlanmış pek çok kitabı bulunan Kuban TÜBA şeref üyesidir. rin vaziyet planları, akıl almaz bir toprak spekülasyonu ve kontrolsüzlük nedeniyle, utanç verici bir fenomen. Mezun olduğum zaman Türkiye’de 500 mimar vardı. Şimdi 50.000’e yaklaşmış. İyi ve yetenekli genç mimarlar, hoş tasarımlar var. İyi kopyalar bile var. Fakat yoğunluk, plansızlık kentleri yaşanmaz hale getirdi. Arsa ve kat spekülasyonu olduğu için nefes alınacak ortamlar değil. Dışarıdan alınan enerji ile ucuz da olamaz. Elektrik kesilince yaşam duruyor. Her tarafı cam olan yapı sağlıksız. Klima pahalı. Büyük kent de pahalı. Bunların sosyal, psikolojik, ekonomik, hatta teknolojik sorunları yarım yüz yıl önce tartışılıyordu. İlkesel açıdan, atom bombası gibi dünya geleceğini karartan nesneler olarak yüksek yapıyı ve megalopolisi tümüyle reddediyorum. Kentler, bizim gibi zavallı ülkelerde, ulaşımları, kötü havası, yeşil tahribi ile “Dünyanın sonu geldi!” diyen felaket habercileridir. Kanımca İstanbul boşalmazsa Türkiye’nin sonunu politik partilerden önce getirebilir. Türkiye’de otomobil bir oyuncak. Planlama olanağı bile vermiyor. Bizim gelişmemiş toplumumuzda müthiş bir spekülatif enerji var. Tarih, estetik, hukuk kimsenin umurunda değil. Kent toprağı ‘yağma Hasan’ın böreği’. İstanbul’da park yok; kaldırım da yok. Hepsini otomobiller istila etti. Planı dışladılar. Plancı “Bu ağacı kesmeyin” diyor, işinden atıyorlar. Eski dünya bitti. Bitirenler de büyük büyük dedeleri gibi yaşamak istiyorlarmış. Kabe’yi İstanbul’a getirdiler. Tabii otomobilli olarak! Pastanın üstüne Kuran resmi koyup yediler. Bunlar toplumsal şizofreni göstergeleri. Yeniye nasıl ve nereden başlayacağız? Yeni bir söylemden! Yeni söylem yaratmak için ona inanmak gerek. Fakat bu inanç telefonlu ve otomobilli ortaçağcıların bilgi ve bilinçlerinin çok uzağında. Burada nasıl çözüleceğini bilemediğim bir eksiklik var. Günde 25 kadının öldürüldüğü toplum sağlıklı düşünceye olanak vermiyor. Öldürenler de intihar ediyorlar. Bu toplumsal cinnet ortamında mimarlık mı düşüneceğiz? itü vakfı dergisi 51 DEPREM DOSYASI İklim Değişikliği ile İlgili Afetlerin Kentsel Dönüşüm İle Ele Alınması Bülent Yalazı Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü Yüksek Şehir Plancısı 2011-2020 dönemini kapsayacak şekilde Temmuz 2011’de yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı’nda sera gazı emisyon kontrolünün uygulanacağı sektörler itibariyle uygulanacak hedefler geliştirilmiştir. Bu noktada altı çizilmesi gereken husus ise, kentsel dönüşüm belirli bir yaşam döngüsü içerisinde takip edilecek bir süreç olarak ele alındığı takdirde her bir adımında bu sektörel hedeflere katkı sağlayabilecek olmasıdır… 52 itü vakfı dergisi Giriş Ü lkemizin 1950’li yıllardan beri yaşadığı hızlı kentleşmenin bir sonucu olarak çarpık kentleşen şehirlerimiz, aynı zamanda halkın satın alma gücünün düşüklüğünün bir göstergesi olarak yapı kalitesinin düşüklüğü ile birleştiğinde, başta depremler olmak üzere afetlere karşı dayanıksız bir görünüm arz etmektedir. Bu sebeple yayımlanan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun ile afetlere karşı riskli yapıların bulunduğu alanların, bu alanların dışında kalan münferit yapıların da sürece dâhil edilmesi suretiyle, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilenmeleri amaçlanmaktadır. Bu amaç çerçevesinde, ülkemizi sarsan deprem afetleri sonucunda daha evvel yayımlanan Deprem Yönetmeliği ve Yapı Denetim Kanunu gibi kazanımların elde edildiği 1990 yılı öncesinde yapılmış yapıların en az yarısının güvensiz olduğu varsayımından hareketle ortaya konan 6,5 milyon konutun 2023 yılına kadar yenilenmesi hedeflenmiştir. Kentlerimizin afetlere karşı dayanıklı hale getirilmesi amacıyla güdülen bu hedefin büyüklüğü ele alındığında dönüşümün çevresel etkilerinin de değerlendirilmesi ihtiyacı ortadadır. Ancak, kentlerimizin mevcut hali ve halkımızın yaşam tarzları ele alındığında dönüşüm sayesinde kentlerimizin mevcut çevresel etkilerinin azaltılması fırsatı da bulunmaktadır. Bu önemli bir fırsattır, zira depremler kadar iklim değişikliğinden kaynaklı olarak yaşanacak özellikle kuraklık ve sel baskınları gibi küresel ısınmanın sonuçları da geleceğin şehirlerinde karşı karşıya kalacağımız fiziki ve sosyal afetlerdir. Bu hususta alınması gereken tedbirler için Bakanlığın İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planına başvurulması gerekmektedir. Kentsel Dönüşümün esas ölçeği olan yerleşmeler boyutunda, ülkemiz İklim Değişikliği Eylem Planı içerisinde belirtilen sektörler olan Enerji, Binalar, Sanayi, Ulaştırma, Atık, Tarım, Arazi Kullanımı ve Ormancılık gibi sektörlerin her birisine etki edebilecek tedbirler alınması olasıdır. Kentsel Dönüşüm ve İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı 2011-2020 dönemini kapsayacak şekilde Temmuz 2011’de yayımlanan Türkiye Cumhuriyeti İklim Değişikliği Ulusal Eylem Planı’nda sera gazı emisyon kontrolünün uygulanacağı sektörler itibariyle uygulanacak hedefler geliştirilmiştir. Bu noktada altı çizilmesi gereken husus ise, kentsel dönüşüm belirli bir yaşam döngüsü içerisinde takip edilecek bir süreç olarak ele alındığı takdirde her bir adımında bu sektörel hedeflere katkı sağlayabilecek olmasıdır. Özellikle ölçeği itibariyle sadece bir yapı yenilemesi işi olmayıp şehirlerin belirli kısımlarının yeniden oluşturulması gibi iddialı bir hedefe hizmet etmekte, böylece yaşam tarzlarının yeniden ele alınabilmesi potansiyelini taşımaktadır. Buna göre öncelikle kentsel dönüşüm süreci tanımlanmalıdır. Şekil 1’de bu süreç görülmektedir. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü tarafından eylem planında tanımlanan tedbirlerin dâhil edilebileceği bir Ekolojik Yerleşme Birimi Standardı hazırlanması için gerekli girişimler başlatılmış bulunmaktadır. Bu çalışmalar 6306 sayılı Kanun kapsamında yürütülecek kentsel dönüşüm çalışmaları çerçevesinde yeni bir uygulama dili oluşturulmasını hedeflemektedir. Ancak, belirtilen bütün bu tedbirlerin her birisinin uygulandığı alana yaptığı pozitif ve negatif çevresel etkilerin bilinebilmesi, buna göre hangi tedbirlerin o yerleşim için daha doğru ve ne oranda faydalı olacağına ilişkin karar vericileri yönlendirecek bir uygulama aracı ile desteklenmesi gerekmektedir. Zira her bir tedbir, bir yatırım gerektirecek olup bunun maliyetinin yerleşmenin sakinlerine yükleyeceği yükümlülüklere değip değmeyeceği kısa vadeli ölçütler ile değil daha kapsamlı değerlendirmeler ile kıyaslanabilmektedir. Yaşam Döngüsü Değerlendirmesi Yerleşmelerin sürdürülebilir olması, yani alınan tedbirler sonucunda sıradan bir yerleşmeden belirli oranlarda daha az çevresel etkilerinin olması halinde mali destekler ile teşvik edilmeleri söz konusu olduğunda, bunların belgelendirilmesi yasal bir gerekliliğin ötesinde bir zorunluluk haline gelecektir. Bu amaçla yukarıda belirtilen standart çalışmasının bir bileşeni olarak bir ulusal belgelendirme altyapısının kurgulanması da söz konusudur. Ancak kentsel dönüşümün uzun ve yıllara yayılan bir süreç olması sebebiyle, bu altyapının Yaşam Döngüsü Analizi etrafında şekillendirilmesi ise teknik bir gerekliliktir. Bu noktada, yapı işlerinin sürdürülebilirliği çerçevesinde gerçekleştirilen bilimsel araştırmalar ve geliştirilen standart ve rehberlerden istifade edilmesi ise kaçınılmazdır. Standardizasyon örgütleri CEN ve ISO, yapı işlerinin ve yapı malzemelerinin çevresel etkilerini tanımlayan temel standartları ortaya koymuş olup, Avrupa Komisyonu bu temel kararların nasıl uygulanması gerektiğine dair rehberler hazırlamaktadır. Gerek yapı mal- Şekil 1: Kentsel dönüşümün yaşam döngüsü zemelerine ilişkin TS EN 15804 ve gerekse yapı işlerine ilişkin TS EN 15978 standartları tarafından temel alınan yaşam döngüsü aşamaları Şekil-2’de görülmektedir. Yapılar için ise, yapı malzemesi olan ve olmayan tüm girdilerin belirli bir yaşam ömrü (ör: 50 yıl) zarfında yapı için öngörülen senaryolara göre yapıda oluşturduğu toplam çevresel etki ele alınmaktadır. İşlevsel olarak birbirleri ile kıyaslanabilecek yapıların öngörülen senaryolar çerçevesinde çevresel performansları ortaya konmaktadır. Yaşam döngüsü değerlendirmeleri bir proje için projenin farklı aşamalarında yenilenmektedir. Örneğin, yatırım kararlarının alındığı aşamada, projelerin kesinleştirildiği aşamada ve yatırımın tamamlanıp kullanıma geçildiği aşamada farklı veri hassasiyetine sahip değerlendirmeler yapılmaktadır. Zira nihai performans kadar yatırım ve tasarım kararlarının alındığı çeşitli aşamalarda karar vericilerin, projenin performasına ilişkin fayda maliyet analizleri yapabilmeleri gerekmektedir. Çünkü bu toplumsal bir süreç olup toplu karar alabilmeyi gerektirmektedir. Bu sebepten, proje kapsamında kullanıcıların projelerinin çevresel etkileri ve maliyetlerine dair fikir alabilecekleri bir simülasyon programı elde edilmesi ve web üzerinden halkın kullanımına sunulması da hedeflenmiştir. Bu anlamda çevresel sürdürülebilirlik kadar ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik kavramları da ortaya çıkmaktadır. Çevresel sürdürülebilirliğin ölçütü olan yaşam döngüsü değerlendirmesine karşılık, ekonomik sürdürülebilirliğin ölçütü olarak yaşam boyu maliyet kavramı ön plana çıkmaktadır. Sosyal sürdürülebilirlik ise yerleşme sakinlerinin beden ve ruh sağlıklarının korunması ve bunların sosyal maliyetlerinin minimumda tutulması fikrine dayanmaktadır. Yerleşme boyutu ise, konut ve konut dışı yapıların ve altyapıların performanslarının toplamına odaklanmaktadır. Böylece, alandaki ulaşım ve altyapı taleplerinin sı- Şekil 2: Yaşam Döngüsü Aşamaları itü vakfı dergisi 53 DEPREM DOSYASI nırlanması ya da verimliliği ön plana çıkmaktadır. Alandaki ticaret, işyeri ve donatı imkânlarının artırılması, su ve atıksu başta olmak üzere diğer tüm altyapının toplumsal maliyetlerinin azaltılması öngörülmektedir. Böylece yapıların ötesindeki çevresel etkilere de odaklanılmakta ve toplumsal hayat tarzımızın gerçek çevresel etkileri ortaya konabilmektedir. Görüldüğü üzere malzeme boyutundan imar kararlarına varan bir yelpazede çevresel, ekonomik ve sosyal sürdürülebilirlik unsurlarını iklim değişikliği potansiyeli çerçevesinde ölçebilecek bir altyapı toplamına ihtiyaç duyulmaktadır. Yapı malzemeleri için çevresel ürün beyanı (EPD), binalar için çevresel bina beyanı (EBD), yerleşmeler için de çevresel yerleşme beyanı (ESD) gibi kavramlar altında etkileri ölçecek TS ISO 14025 temelli olması gereken bu altyapının, projenin paydaşı olması beklenecek bir üniversite marifetiyle hayata geçirilmesi hedeflenmektedir. En Ekolojik Yerleşme Birimleri Ama önemli olan, uygulamanın proje paydaşlarının toplu kararları ile şekillendirilmesi gerekliliğidir. Kat Mülkiyeti Kanunu ile tanımlanan Apartman Yönetimi, Ada Yönetimi ve Toplu Yapı Yönetimi gibi birimler bu konuda değerlendirilmesi gereken unsurlardır. Enerji ve su tasarrufuna ilişkin yatırımların çoğu maliyetin paylaşımı ve verimliliği gereği bireysel yapılardan ziyade ada boyutunda olmalıdır. Buna göre bir yapı belgesinin muhatabı ada ölçeğinde örgütlenen bir Ada Yönetimi olmalıdır. Aynı şekilde bir yerleşme belgesinin muhatabı da asgari olarak yerleşme ölçeğinde örgütlenen bir Toplu Yapı Yönetimi olmalıdır. Şüphesiz bir yerel yönetim de bir yerleşme belgesinin muhatabı olabilir. Özellikle, rezerv yapı alanı ve imar hakkı transferi gibi araçlar ile yürütülecek projelerde alınacak daha büyük ölçekli kararların muhatabı plan yapma yetkisini haiz idarelerdir. Bu doğrultuda yönlendirici olması itibariyle proje ile; yerinde güçlendirme, yerinde yıkıp yapma, yakın rezerv alan, kopuk rezerv alan ve kentteki diğer boşlukların değerlendirilmesi gibi farklı senaryoların hangilerinin birbirlerine kıyasla çevresel etkilerinin daha düşük olacağının, başka bir ifade ile daha ekolojik olacaklarının belirlenmesi de hedeflenmektedir. Ancak ekonomik sürdürülebilirlik de bu 54 itü vakfı dergisi Yapı işlerinin sürdürülebilirliği çerçevesinde gerçekleştirilen bilimsel araştırmalar ve geliştirilen standart ve rehberlerden istifade edilmesi kaçınılmazdır. Standardizasyon örgütleri CEN ve ISO, yapı işlerinin ve yapı malzemelerinin çevresel etkilerini tanımlayan temel standartları ortaya koymuş olup, Avrupa Komisyonu bu temel kararların nasıl uygulanması gerektiğine dair rehberler hazırlamaktadır. değerlendirmede ele alınması gereken bir diğer unsurdur. Zira en ekolojik yerleşme biriminin, yaşam döngüsü çerçevesinde aynı zamanda en düşük maliyetli (yapım, işletim, yıkım) olduğunun da gösterilmesi gerekir. Örneğin, alandaki atık su ve evsel atık miktarlarının sınırlanması bile alana ilişkin kamusal harcamalarda ciddi bir düşüşe yol açacaktır. Ama özellikle alandaki ulaşım taleplerinin sınırlaması doğrudan sakinlerin cebine yansıyacak boyutta olacaktır. Halkı iş, okul ve diğer hizmetlere bağlayan yeterli yaya ve toplu ulaşım ve iletişim hizmetleri bu sonucu doğurabilecektir. Atık suyun değerlendirilmesi yöntemi olarak bahçe ve katlardaki ortak alanlarda tarımsal üretim gerçekleştirilmesi de benzer bir ek değer yaratımına imkân verecektir. Ancak doğal olarak ekonomik açıdan pozitif bir Net Güncel Değeri (NPV) haiz bir projenin ilk yatırım maliyeti, negatif bir değeri haiz bir projeye göre nisbi olarak yüksek olacaktır. Bu nisbi değerin yatırım sahipleri tarafından üstlenilmesi ise belirli ölçüde teşvik edilmelidir. Tamamlayıcı Düzenlemeler Halen 6306 sayılı Kanun kapsamında kendi evini yıkıp yapanların, Bankalardan alacağı kredilere ilişkin olarak 2012/3803 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı ile, Dönüşüm Gelirleri Özel Hesabından yıllık %4’e kadar faiz desteği verilmektedir. Kredilendirilecek gayrimenkullerin sürdürülebilir olmalarını teşvik etmek amacıyla bu oranın yükseltilmesi, hatta bu gayrimenkuller sürdürülebilir bir yerleşme içinde bulunuyorsa daha da yükseltilmesi gibi bir düşünce bulunmaktadır. Bu oranın değeri ise 6306 sayılı Kanun çerçevesinde yeni bir Bakanlar Kurulu kararı alınmasını ya da mevcut kararın güncellenmesini gerektirecektir. Bunun yanı sıra, kentlerimizin mevcut yerleşme dokusu ile belirlenen bu hedeflere ulaşılmasının mümkün olmadığı değerlendirilmektedir. Kentsel Dönüşüm çerçevesinde gereğine göre Uygulama İmar Planı ve/veya Kentsel Tasarım ile yeniden oluşturulacak yapı adaları ve mülkiyet yapılanması bir gerekliliktir. Gerek kentlerimizin mevcut çarpık yapısının giderilmesi, gerekse alanların sürdürülebilirliğinin artırılabilmesi amacıyla konut dışında ilave sosyal donatı hatta ticaret kullanımları eklenmesi gerekmektedir. Bu yatırımların kamuya ilave yükler getirmeden sakinleri tarafından yapılmasını teşvik etmek üzere, sadece bu kullanımlar için ilave imar hakları verilmesi de bir gerekliliktir. Girişimcinin yerel yönetimlerin kendisi olması halinde ise bu haklar doğrudan kamunun mülkiyetinde değerlendirilebilecektir. Ancak, bu hakların ne oranda verileceği ise yine yapacağı pozitif çevresel etki ile orantılı olmalıdır. Zira yapılacak yatırım belirli bir büyüklüğe vardıktan sonra çevresel etkileri negatife dönmeye başlayabilir. Buna göre, plan kararlarının verilmesi öncesinde bu yatırımların çevresel etkilerinin belgelendirilmesi yerinde bir uygulama yöntemi olacaktır. Bahsi geçen planlama çalışmalarının yönlendirilebilmesi amacıyla 6306 sayılı Kanun’un Uygulama Yönetmeliği’nde bu amaçla güncellemeler yapılması yerinde olacaktır. Sonuç Kentsel dönüşüm, yaşam alanlarımızın sürdürülebilirliğinin artırılması çerçevesinde ciddi fırsatlar yaratmaktadır. Ancak uygulamanın yönlendirilebilmesi amacıyla yaşam döngüsü analizine dayalı ciddi bir belgelendirme altyapısı ve uygulama rehberlerinin yayımlanmasını gerektirmektedir. Zira mevcut kent dokumuzun dönüştürülmesi, yapı malzemesi boyutundan en üst düzeyde kent planlarına varan ölçeklerde alınacak tedbirleri gerektirmektedir. Ayrıca, bu tür eylemleri destekleyecek yasal ve idari düzenlemelerin yapılması da bir gerekliliktir. Tüm bu tedbirler Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nca yayımlanan 6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesine dair Kanun’un sağladığı yasal çerçevede alınabilecek durumdadır. Bu doğrultuda başlatılan “Ekolojik Yerleşme Birimi” standardı çalışması ve pilot proje uygulamasının yanı sıra ilave düzenlemelerin yapılması da gerekmektedir. Kentsel Dönüşüm Sürecine Mevzuat Açısından Bakış Zeynep Afşeören Çevre ve Şehircilik Bakanlığı Altyapı ve Kentsel Dönüşüm Hizmetleri Genel Müdürlüğü Daire Başkanı Afetler oluştuktan sonra gerekli tedbirlerin alınması ve hasar giderme, kaçak yapılaşmanın engellenmesi, yapı kalitesinin arttırılması, kentlerin sağlıklaştırılması, amaçlarıyla çeşitli mevzuat düzenlemeleri yapılmış ve stratejiler belirlenmiştir. Bunların hepsi doğrudan kentsel dönüşüm uygulamasına yönelik olmasa da, gerek afet riski gerekse de kentsel risklerin (yapısal ve yaşanabilir şehirler) giderilmesine yönelik hazırlanan mevzuatlardır… K entsel dönüşüm kavramı son yıllarda ülkemizde çok fazla konuşulan konuların başında gelmektedir. Kentlerimizin gerek afet riski gerek yapısal sorunları, gerekse de kentsel donatıların yetersizliği nedeniyle yaşanmaz hale gelmesi kentsel dönüşümü zorunlu kılmaktadır. Ülkemizde özellikle 1950’li yıllardan sonra yaşanan sanayileşme sonrasında köyden kente yaşanan göç hızlamıştır. Hızlı göç, kent merkezlerinde kaçak yapılaşma ve yapı kalitesinin düşmesi gibi sorunları da beraberinde getirmiştir. Bunun yanı sıra yaşanan afetler de gerekli tedbirlerin alınmasını zorunlu kılmıştır. Tüm bu sorunlar kentlerimizin yaşanabilirliğini azaltmıştır. Bu nedenle afetler oluştuktan sonra gerekli tedbirlerin alınması ve hasar giderme, kaçak yapılaşmanın engel- lenmesi, yapı kalitesinin arttırılması, kentlerin sağlıklaştırılması, amaçlarıyla çeşitli mevzuat düzenlemeleri yapılmış ve stratejiler belirlenmiştir. Bunların hepsi doğrudan kentsel dönüşüm uygulamasına yönelik olmasa da, gerek afet riski gerekse de kentsel risklerin (yapısal ve yaşanabilir şehirler) giderilmesine yönelik hazırlanan mevzuatlardır. Ancak, bu düzenlemelerin bir kısmı gerek mevzuatlardaki eksiklikler gerekse uygulama sürecinde yaşanan sorunlar nedeniyle istenen amaca ulaşmamış, bazı uygulamaların sonuçları da amaca hizmet etmek yerine yeni sorunlar doğurmuştur. Bu yazıda, temelde bu yasal düzenlemelerin uygulama sorunlarından ziyade, sadece kronolojik olarak sürecin gelişimi vurgulanmaktadır. 7269 Sayılı Umumi Hayata Müessir Afetler Dolayısiyle Alınacak Tedbirlerle Yapılacak Yardımlara Dair Kanun: 15.05.1959 tarihinde yürürlüğe giren kanunun amacı “Deprem (Yer sarsıntısı), yangın, su baskını, yer kayması, kaya düşmesi, çığ, tasman ve benzeri afetlerde; yapıları ve kamu tesisleri, genel hayata etkili olacak derecede zarar gören veya görmesi muhtemel olan yerlerde alınacak tedbirlerle, yapılacak yardımlar”ın düzenlenmesidir. Bu kanun, afet öncesi zemin tespitine ve afet sonrası yapılacaklara ilişkin hükümleri içermekte olup doğal afetler sonrası yapılacak konut ve diğer yardımlar, borçlandırma usulleri belirtilmektedir. Temelde, oluşan afetler sonrası zarar gidermeye yönelik devletin yürüteceği iş ve işlemleri belirlemiştir. Ancak, gerek Kanunun içerik olarak pek çok konuya ilişkin hükümleri içermesi, gerekse yayımlandığı 1959 tarihinden bu yana yaşanan afetler sonrasında yapılan revizyon ve eklemelerin fazla olmasından dolayı uygulanmasında güçlükler ortaya çıkmıştır. (1960/1968/1981/1985/1992/1993/1995) 775 Sayılı Gecekondu Kanunu: Hızlı ve çarpık yapılaşma sonucu 20.07.1966 tarihinde yürürlüğe giren Kanun, gecekonduların ıslahı, tasfiyesi, yeniden gecekondu itü vakfı dergisi 55 DEPREM DOSYASI yapımının önlenmesi ve bu amaçlarla alınması gereken tedbirleri belirlemektedir. Ancak ilan edilen gecekondu önleme bölgelerinde yeniden imar mevzuatına aykırı yapıların yapılmasının önlenmesine ilişkin hüküm yetersiz olup gecekondu sorununa bir çözüm üretememiştir. Yeni bir mülkiyet sorunu doğurmuştur. 2981 Sayılı İmar ve Gecekondu Mevzuatına Aykırı Yapılara Uygulanacak Bazı İşlemler Hakkında Kanun: İmar ve gecekondu mevzuatına aykırı olarak inşa edilmiş ve inşa halindeki bütün yapılar hakkında uygulanacak işlemleri düzenlemek ve bu işlemlere dair müracaat, tespit, değerlendirme, uygulama ve duyuru esaslarını ve ilgili diğer hususları belirlemek üzere düzenlenen mevzuat, 24.02.1984 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Bu Kanun kapsamında yapılan ıslah imar planları ile kentin sorunlu bölgeleri iyileştirilmeye çalışılmış, ancak bu tür yerleşimler düzenli ve yeterli kentsel standartlara hiçbir zaman ulaşamamış, sosyal donatı alanları, yollar ve yeşil alanlar standartların çok altında kalmıştır. Günümüzde afet riskli alanlar genellikle bu tür alanlardan oluşmaktadır. 3194 sayılı İmar Kanunu'nun 39’uncu maddesi (Maili İnhidam): İmar Kanunu 03.05.1985 tarihinde yürürlüğe girmiş olup Kanun’un bu maddesi ile sadece yıkık veya yıkılacak derecede tehlikeli yapılara ilişkin ilgili idarelerce yapılması gerekli işlemler belirlenmiştir. Tehlikeli yapıların maliklerce yıkılması, yıkılmadığı taktirde belediye veya Valiliklerce yapılan yıkım işleminin giderlerinin yapı sahibinden tahsili öngörülmektedir. Ancak tahliye ve yıkım işlemlerine ilişkin finansman düzenlemesi bulunmadığından uygulanmasında güçlük çekilmektedir. 595 Sayılı KHK (Yapı Denetimi Hakkında) ve 4708 sayılı Yapı Denetimi Hakkında Kanun: 1999 depremi sonrası yürürlüğe girmiştir. 19 ilde pilot uygulama öngörülmüş, Yapı Denetim kuruluşları kurulması ve denetim işlerinin süreci düzenlenmiştir. 24 Mayıs 2001 tarihli Anayasa Mahkemesi Kararıyla iptal edilmiştir. 29.06.2001 tarihinde 4708 sayılı Yapı Denetimi Kanunu yürürlüğe girmiş olup can ve mal güvenliğini teminen, imar plânına, fen, sanat ve sağlık kurallarına, standartlara uygun kaliteli yapı yapılması için proje ve yapı denetimini sağlamak ve yapı denetimine ilişkin usul ve esasları düzenlenmiştir. 56 itü vakfı dergisi Öncelikle pilot illerde geçerli olan düzenleme 01.01.2011 tarihi sonrası tüm illerde geçerli olmuştur. Ancak yeni yapılacak yapılara ilişkin bir düzenleme olup, mevcutta bulunan yapılara ilişkin herhangi bir hüküm bulunmamaktadır. 5104 Sayılı Kuzey Ankara Girişi Kentsel Dönüşüm Projesi Kanunu: 12.03.2004 tarihinde yürürlüğe girmiş olup 10 maddelik bir kanundur. Amacı kuzey Ankara girişi ve çevresini kapsayan alanlarda, kentsel dönüşüm projesi çerçevesinde fiziksel durumun ve çevre görüntüsünün geliştirilmesi, güzelleştirilmesi ve daha sağlıklı bir yerleşim düzeni sağlanması ile kentsel yaşam düzeyinin yükseltilmesidir. Proje sınırları kapsamında düzenlenen alana özgü bir kanun niteliğindedir. Dönüşüm alanında inşa edilecek resmî ve özel her türlü yapı, altyapı ve sosyal donatı düzenlemeleri ve kamulaştırma işlemleri ile Projenin amacına uygun gerçekleştirilmesine yönelik usul ve esasları kapsar. Sınırlı bir alana ilişkin özel bir Kanun olduğundan ülke bütününe yönelik çalışmaları kapsamamaktadır. 5366 Sayılı Yıpranan Tarihi Ve Kültürel Taşınmaz Varlıkların Yenilenerek Korunması ve Yaşatılarak Kullanılması Hakkında Kanun: Yıpranan ve özelliğini kaybetmeye yüz tutmuş; kültür ve tabiat varlıklarını, koruma kurullarınca sit alanı olarak tescil ve ilan edilen bölgeler ile bu bölgelere ait koruma alanlarının, bölgenin gelişimine uygun olarak yeniden inşa ve restore edilerek, bu bölgelerde konut, ticaret, kültür, turizm ve sosyal donatı alanları oluşturulması, tabiî afet risklerine karşı tedbirler alınması, tarihi ve kültürel taşınmaz varlıkların yenilenerek korunması ve yaşatılarak kullanılmasını amaçlamakta olup oluşturulacak yenileme alanlarının tespitine, teknik altyapı ve yapısal standartlarının belirlenmesine, projelerinin oluşturulmasına, uygulama, örgütlenme, yönetim, denetim, katılım ve kullanımına ilişkin usûl ve esasları belirlemiştir. 16.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren kanunun amaç maddesinde, doğal afetlere karşı tedbirler alınması vurgulanmakta olup temelde sit alanı ilan edilen alanlara ilişkin uygulama yapılmasına dair hükümler bulunmaktadır. Bu kanun düzenlemesi ile Kentsel Yenileme kavramı mevzuata girmiştir. 5543 Sayılı İskan Kanunu: 26.09.2006 tarihinde yürürlüğe girmiş ve bu kanun ile 14/6/1934 tarihli ve 2510 sayılı İskan Kanunu yürürlükten kaldırılmıştır. Temelde afet ya da kentleşme ile ilgili bir düzenleme olmasa da göçmenlerin, göçebelerin, yerleri kamulaştırılanlar ile millî Özellikle 6306 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle daha çok konuşulan Kentsel Dönüşüm kavramı bu temelde büyük önem arz etmektedir. Afet odaklı dönüşüm süreci bu kanun ile tanımlanmış ve uygulama süreci bütüncül olarak belirlenmiştir. Gerek alan bazındaki uygulamalar, gerekse de yapı bazındaki bireysel uygulamalar, uygulama araçları ve destek alternatifleri ile tanımlanmıştır. alınmasına yönelik hususlar içermemekte olup Kentsel Dönüşüm ve Gelişim Alanı kavramı kanunun uygulama alanıdır. Bu kanun kapsamında belediyeler bir çok uygulama yürütmekte olup süreçte Büyükşehir Belediyelerinin daha etkin rolü öngörülmektedir. güvenlik nedeniyle yapılacak iskân çalışmalarını, köylerde fiziksel yerleşimin düzenlenmesine ilişkin uygulamaya esas şartları ve alınacak tedbirleri, iskân edilenlerin hak ve yükümlülüklerini düzenlemektir. Devlet eliyle iskanda; devletin büyük projelerini gerçekleştirmek için yeni yerleşim alanları oluşturmak hedeflenmiştir. Ancak afetten dolayı zarar görebilecek yapılar için bir düzenleme bulunmamaktadır. 2985 sayılı Toplu Konut Kanunu’nun ek 7. Maddesi; 05.05.2004 tarihinde yürürlüğe girmiş olup bu maddeye göre TOKİ, gecekondu bölgelerinin tasfiyesine veya iyileştirilerek yeniden kazanımına yönelik olarak gecekondu dönüşüm projeleri geliştirebilmekte, inşaat uygulamaları ve finansman düzenlemeleri yapabilmektedir. Özellikle 2000’li yılların ortasından itibaren bu madde kapsamında TOKİ birçok bölgede Belediyelerle protokol yaparak konut üretmiş, dönüşüm uygulamaları gerçekleştirmiştir. 5393 sayılı Belediye Kanunu’nun 73. Maddesi; Bu madde etkin halini 17.06.2010 tarihinde almış, son şekli 29.05.2012 tarihinde yürürlüğe girmiştir. (6306 sayılı Kanun ile yapılan değişiklik kapsamında) Belediyelere, kentsel dönüşüm alanı ilan etme ve projeleri uygulamaya yönelik yetkiler verilmiştir. Afet riskine karşı tedbirler Bütünleşik Kentsel Gelişme Stratejisi ve Eylem Planı (2010-2023): Yüksek Planlama Kurulu’nun 25.10.2010 tarih ve 2010/34 sayılı kararı ile kabul edilmiş ve 4 Kasım 2010 tarih ve 27749 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanmıştır. “Sürdürülebilir ve Çeşitlendirilmiş Arsa ve Konut Üretimini ve Sunumunu Gerçekleştirmek” ve “Sosyal, Kültürel ve Ekonomik Boyutlarla Bütünleşik Bir Kentsel Yenileme ve Dönüşümü Sağlamak” eksenleri altında kentsel dönüşüme ilişkin Strateji ve Eylemler belirlenmiştir. 6306 Sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun: 31.05.2012 tarihinde yürürlüğe giren kanunun amacı; afet riski altındaki alanlar ile bu alanlar dışındaki riskli yapıların bulunduğu arsa ve arazilerde, fen ve sanat norm ve standartlarına uygun, sağlıklı ve güvenli yaşama çevrelerini teşkil etmek üzere iyileştirme, tasfiye ve yenilemelere dair usul ve esasları belirlemektir. Çeşitli tarihlerde hazırlanan ve yasalaşmayan Kentsel Dünüşüm Yasa tasarıları temelinde hazırlanan kanun özellikle 2011 yılı Van depremleri sonrası yapı bazındaki düzenlemeleri de içerecek şekilde yasalaşmıştır. Afet odaklı bir dönüşüm kanunu olup vatandaşların kendi yapılarının dönüşümünü destekleyici düzenlemeler içermekte, vergi ve harçlardan muafiyet, kira yardımı, kredi faiz desteği gibi finansal destekler öngörülmektedir. Yerel Yönetimlere kentsel dönüşüm uygulamaları için önemli görev ve yetkiler vermekte olup yerel yönetimlere de finansal destek verecek düzenlemeler yapılmıştır. Afetler oluşmadan önce zarar azaltmaya yönelik gerekli tedbirleri ve pratik ve hızlı müdahaleyi sağlayacak uygulama araçları içermektedir. Onuncu Kalkınma Planı (2014-2018); 06.07.2013 tarihli 28699 sayılı Mükerrer Resmi Gazetede yayınlanarak yürürlüğe girmiştir. “Rekabetçiliği ve Sosyal Uyumu Geliştiren Kentsel Dönüşüm Programı” yer almakta olup bu kapsamda 5 bileşen oluşturulmuştur. Bu bileşenler; “Şehirlerin rekabet gücü ve yaşanabilirliğin arttırılması”, “Yerli ve yenilikçi üretim”, “finansmanın kolaylaştırılması”, “Konut sahipliğinin arttırılması”, “sosyal uyumun güçlendirilmesi“ temelindedir. Son Söz: Afet ülkemizin en önemli gerçeklerinden biri olup yukarıda da belirtildiği gibi risk azaltma, hasar giderme, kentleşme, yapı kalitesinin arttırılması, iskan gibi birbiriyle temelden ilgili konularda problemler oluştukça yasal düzenlemeler yapılarak sorunlar giderilmeye çalışılmıştır. Ancak bu mevzuatların bir kısmına ilişkin uygulamalar istenilen sonucu vermekten uzak kalmıştır. Özellikle 6306 sayılı Kanunun yürürlüğe girmesiyle daha çok konuşulan Kentsel Dönüşüm kavramı bu temelde büyük önem arz etmektedir. Afet odaklı dönüşüm süreci bu kanun ile tanımlanmış ve uygulama süreci bütüncül olarak belirlenmiştir. Gerek alan bazındaki uygulamalar, gerekse de yapı bazındaki bireysel uygulamalar uygulama araçları ve destek alternatifleri ile tanımlanmıştır. Başta deprem olmak üzere, doğal afetlerin büyük bir kısmının engellenmesi mümkün olmadığından afet zararlarını azaltıcı tedbirlerin alınması en önemli çözümdür. Yara sarma değil yara almama anlayışı ile yerleşim yerlerimizi, yapılarımızı, kente değer katan başarılı uygulamalar ile afetlere hazır ve dayanıklı bir hale getirmek can ve mal kayıplarımızın engellenmesi adına büyük bir zorunluluktur. Bu nedenle önyargılardan uzak bir şekilde toplumun her kesiminin birlikte çalışması ile yürütülecek kentsel dönüşüm uygulamaları ile ancak istenen sonuca ulaşılabilir. itü vakfı dergisi 57 DEPREM DOSYASI Doğa Olayı mı, Tanrı’nın Gazabı mı? Bizanslılar Depremi Nasıl Algıladılar? Mevlüde Bakır İTÜ Sanat Tarihi Bölümü Bizanslıların yüzyıllar boyunca depremlerin oluş sebeplerini farklı şekillerde yorumladıklarını söyleyebiliriz. Kimi zaman bilimsel ve dini sebepler öne çıkarken, kimi zaman da toplum içerisinde popüler inanışlar öne çıkmıştır. Ancak, Bizanslılar arasında depremlerin oluş sebepleri için yaygın olan görüşün, insanların günahlarından dolayı, Tanrı’nın ilahi adaleti ile insanları cezalandırması olarak algılandığını belirtebiliriz… B izans İmparatorluğu Anadolu coğrafyasındaki aktif fay hatları üzerinde hakimiyet sürmüş ve tarihi boyunca da, özellikle imparatorluğun iki önemli şehri olan başkent Konstantinopolis ile Antakya, sürekli depremlere maruz kalmıştır. Bizans’ta meydana gelen depremler hakkında kaynaklardan elimize ulaşan bilgiler oldukça fazladır. Bizans kaynaklarının verdiği bilgilere ek olarak, kronik tarihler, azizlerin yaşam hikâyeleri, dini hitabeler, ilahiler ve dini takvimler gibi dinsel kaynaklar da depremler hakkında bilgi vermektedir. Bu kaynaklardan edindiğimiz bilgiler bize depremlerin oluş nedenlerine ilişkin teoriler yanında, halkın, kilisenin ve imparatorların deprem sonrasındaki tutumları hakkındaki bilgileri iletmektedir. Ancak, bu kaynakları incelediğimizde dikkat etmemiz gereken noktalardan bir tanesi, kaynakların verdikleri bilgiler açısından zengin olmaları yanında aynı zamanda verdikleri bilgilerin sınırlı olduğudur. Bizans erken ortaçağ döneminden elimize ulaşan bütün kaynaklar küçük veya büyük şiddetli bütün depremler hakkında detaylı bilgiler verirken, onüçüncü ve ondördüncü yüzyıllara ait kaynakların sağladığı bilgiler daha sınırlıdır. Peki Bizanslılar depreme neyin sebep olduğunu düşünüyorlardı? Depremlerin oluş sebeplerine ilişkin olarak yapılan bilimsel ve dinsel açıklamalara ek olarak, Bizanslılar ta- Depremi tasvir eden Yunanca el yazması 211, Atina Milli Kütüphanesi Michel Kaplan, Bizans’ın Altınları (Yapı Kredi Yayınları, İstanbul: 2001). 58 itü vakfı dergisi rafından naturalist teoriler de ortaya atılmıştır. Bizanslılar tarafından, Aristo’dan itibaren depremin oluş sebeplerine ilişkin yapılan bilimsel ve dini açıklamalar bilinmekteydi. Antik çağlardaki yazarların eserleri (Miletli Thales, Democrit, Anaxagoras gibi) kaybolmuş olsa da, Aristo ve Seneka’nın eserlerinden bu tarihçilerin çalışmaları hakkında fikir edinmemiz mümkün olmaktadır. Aristo ve Seneka tarafından savunulan Greko-Romen görüşüne göre, depremler yeraltındaki büyük boşluklarda oluşan hava hareketleri sonucunda meydana gelmekteydi. Özellikle Aristo, denize yakın bölgelerin depreme daha elverişli olduğu görüşünü de savunarak, en şiddetli depremlerin deniz akıntısının güçlü, toprağın geçirgen ve derin olduğu bölgelerde olduğunu savunmuştur (Oeser, 1992; Guidoboni vd, 1994). Günümüze ulaşan Bizans kaynaklarını incelediğimizde, depremin oluş sebeplerini araştıran ilk kişinin dördüncü yüzyılda yaşayan tarihçi Ammianus Marcellinus olduğunu görmekteyiz. Ammianus’a göre, isimsiz bir pagan tanrısı depremlerin oluşmasına sebep olmaktaydı: “Dini törenlere ait kitaplar ve dini makamlarda bulunanlar tarafından depremlere tanrıların sebep oldukları konusunda birşey söylenmemiş, gerçekte bir tanrının adının verilmesinden korkulmuştur. Tanrıların hangisinin depreme neden olduğu bilinmemekle beraber, isim vermek Tanrı’ya karşı bir suç işlemek olarak düşünülebilir (A.Marcellinus, The History).” Ammianus’un bu görüşüne karşıt olarak, altıncı yüzyılda yaşayan Kosmas Indikopleustes Aristo’nun deprem teorisini reddederek, depremlerin havanın etkisiyle oluşmadığını ve yer sarsıntılarının sadece Tanrı’nın kontrolünde olduğu görüşünü savunmuştur (Kosmas Indikopleustes, Topographie Chrétienne). Altıncı yüzyılda yaşayan diğer bir tarihçi Agathias ise, 15 Ağustos 554’te meydana gelen ve etki alanı Konstantinopolis’ten Antakya, Filistin ve Arap Yarımadası’na kadar uzanan deprem, Agathias’ı, Aristo’nun özellikle denize yakın bölgelerin depremden daha çok etkilendiği görüşünü yeniden düşünmeye sevketmiştir. Agathias, insan aklının almadığı konularda yorum yapmanın mümkün olmadığını, insanın göremediği ve etkisinin olmadığı konularda kesin bir yargı- ya varılmasını ummayı anlamadığını, aslında herşeyin ilahi gücün kontrolünde olduğunun bilinmesi gerektiğini belirtmiştir (Agathias, The Histories). Yedinci yüzyılda yaşayan Theophylaktos Simokattes 583’te Konstantinopolis’te meydana gelen depremini ve insanların tepkisini anlatırken, Aristo’nun deprem teorisine referans yaparak, “eğer Aristo’nun bize anlattıklarını kabul edilebilir olarak gören varsa, onu aklından dolayı tebrik etmemiz gerekir, ama bunun tersini düşünen varsa bu fikri babasına iade edelim” demiştir (Theophylaktos Simocattes, Historiarum). 2 Eylül 967’de Bolu ve Konstantinopolis çevresini etkileyen depremi anlatan onuncu yüzyıl tarihçilerinden Leo Deacon, depremin Tanrı’nın isteğiyle olduğunu belirterek, matematikçileri depremin oluş nedenlerini açıklamak için, kendisinin yanlış ve gereksiz gördüğü Yunan teorilerini savunmakla suçlamıştır (Leo the Deacon, Historiae). Onbirinci yüzyılda yaşayan Michael Psellos ise 24 Eylül 1063’te Konstaninopolis, İznik ve Balıkesir’de meydana gelen depremi anlatırken aynı görüşü savunmuştur: “Deprem bir cezalandırma değil, kâinatın değişen düzenine karşı bir uyarıdır ve Tanrı bu şekilde kızgınlığını göstermiştir. Kâinatın tek hakimi Tanrı’dır ve kâinatın düzenini bozduğumuz taktirde, O da bizim düzenimizi bozacaktır.” Psellos’a göre, Aristo’nun depremin oluş nedenlerine ilişkin belirttiği teoriler geçerlidir, ancak, rüzgarı estiren de yeryüzünü sallayan da gene Tanrı’dır (Michael Psellos, Monodies). Depremin oluş sebeplerinin dini nedenlerle açıklanmasının imparatorluğun son yüzyıllarında bile geçerliliğini koruduğunu söyleyebiliriz. Ortodoks Dininin Hazineleri adlı eserinde, depremin oluş nedenlerine ilişkin görüşlerini anlatan onikinci yüzyıl tarihçilerinden Niketas Choniates, depremlerin aslında Tanrı tarafından insanlara Tanrı korkusunu öğretmek amacıyla gönderildiğini söylemiştir (Niketas Choniates, Annals). Depremlerin oluş sebeplerini dini ve bilimsel nedenlere dayandıran görüşlere karşıt olarak, onbirinci yüzyıl tarihçilerinden Michael Attaliates Aristo’nun deprem teorisininin doğru olma ihtimalini kabul etmiştir. Ona göre, “depremin oluş nedenlerine yönelik olarak hem ilâhi hem de bilimsel açıklamaların bir doğruluk payı vardır. Depremlerin rüzgârın esmesiyle ve suyun hareketleriyle olduğunu savunan görüş mantıksız değildir. Ancak, bu oluşum Tanrı’nın isteğiyle olan bir harekettir.” Michael Attaliates aynı zamanda 16. yüzyılda Mount Athos’ta Kıyamet Günü’nü anlatan deprem betimlemesi A. Guillou, La Civilisation Byzantine (Paris: 1974). kâinatın yıkılacağı evrensel bir depremin olacağı görüşüne de inanmıştır (Michael Attaleiates, Historia). Depremlerin oluş nedenlerine yönelik diğer bir görüşte, insanların depremleri gelecek olan tehlikelerin habercisi olarak görmeleridir. Bu tarz bir yaklaşım ilk olarak Şubat 363’te meydana gelen Konstantinopolis depremini anlatan Ammianus Marcellinus ile karşımıza çıkmaktadır. Ammianus, İmparator Julian döneminin (361-363) sonunu ve savaştaki yenilgisini önceden bildirdiğine inanılan olağandışı ve astronomik olaylardan bahsedilmesinin, ve depremin, imparatorun Partlılar üzerine sefer yapmaya hazırlandığı sırada meydana gelmesinin iyi bir işaret olarak algılanmadığını belirtir (A.Marcellinus, The History). Kronik ve tarihçilerin eserlerinden anladığımız kadarıyla, depremlerin bir kehânet alâmeti olarak görüldüğü görüş bu tarihten sonra da devam etmiştir. 1 Haziran-17 Temmuz 1296’da meydana gelen ve Konstantinopolis ile civarını etkileyen depremin Venedik saldırısının bir habercisi olarak görülmesi görüşü George Pachymeres tarafından savunulmuştur (George Pachymeres, Relations). Buna karşılık, 17 Ocak 1332’de Konstantinopolis’te meydana gelen deprem sonrasında olan güneş ve ay tutulmalarıyla yıldırımlar, Nikephoras Gregoras tarafından, İmparator Andronikos Palaeologos’un ölümümün habercisi olarak düşünülmüştür (Nicephoros Gregoras, Byzantinae). 14521453’te meydana gelen ve sebebi anlaşılamayarak olağandışı olarak tanımlanan depremler ve doğaüstü olaylar, tarihçi Kritoboulos Imbros tarafından Konstantinopolis şehrinin Osmanlılar’ın eline geçeceğinin habercisi olarak yorumlanmıştır (Kritoboulos of Imbros, Critobuli). Depremin sebebini yıldızların hareketlerine bağlama görüşü de Bizanslılar arasında yaygın olan bir görüştür. İmparator Manuel Komnenos’un anlattığı bir rivayete göre, Konstantinopolis şehri kurulurken İmparator Konstantine astrolog Valens’e şehrin yıldız haritasına göre şehri kurarken hangi günlerin dikkate alınması gerektiğini sormuş ve şehri depremlerin, yangınların ve isyanların önceden haber verilmediği bir günde kurmak istemiştir. İmparator Manuel Komnenos astrolojiye inanan bir kişi olması sebebiyle, şehrin kurulması aşamasında İmparator Konstantine’in yıldızlara ve Tanrı’ya sığınmasını garipsememiştir. Fakat, bu görüş, Michael Glykas’ın önderliğindeki bir grup tarafından, Konstantinopolis şehrinin koruyucusunun yıldızlar değil, Meryem Ana ile İsa olduğu ve Tanrı’nın toprağı sarstığı görüşünü savunmlarına sebep olmuştur (Dagron, 1981; Vercleyen, 1988; Magdalino, 1992). Dokuzuncu yüzyılda Konstantinopolis şehrinin patrikliğini yapmış olan Photios, depremlerin varoluş nedenlerini açıklayan bilimsel ve dini görüşlerin aksine, aslında depremlerin yeryüzündeki suların çokluğundan meydana geldiğini savunmuştur. Aynı görüş, onuncu yüzyılda yaşayan tarihçi Symeon Magister tarafından da tekrarlanmıştır (Symeon Magister, Chronographia). Bilimsel ve dini açıklamaların yanısıra bazen depremlerin oluş nedenlerine ilişkin olarak popüler inanışlara da rastlamaktayız. Kaynaklardan, Yahudilerin Tanrı’ya karşı yaptıkları saygısız davranışlardan dolayı depremlerin meydana gelmesine sebep olduklarına inanıldığı gibi, homoseksüellerin de depreme sebep oldukları düşünülmektedir (Corpus Iuris Civilis; Vercleyen, 1928). Bizanslıların genel olarak, depremlerin Tanrı tarafından işledikleri günahlardan tövbe etmek üzere rehber olması amacıyla gönderildiğine inandıklarını söyleyebiliriz. Deprem, onlar için ilahi bir cezalandırmaydı. Kaynakların depremi nasıl tanımladıklarına baktığımızda, bu doğa olayının “Tanrı’nın gazabı, ilahi öfke” (Θεομηνíα, συμφορí) olarak tanımlandığını görüyoruz. Bu tanımlamaların hepsini burada belirtmemiz maalesef itü vakfı dergisi 59 DEPREM DOSYASI – Corpus Iuris Civilis, ed.R.Schoell (Berlin: 1928). mümkün olmamakla beraber, vereceğimiz bilgiler sınırlıdır. İmparatorlar, kimi zaman – Dagron, G. “Quand la terre tremble…,” Travaux birkaç örnek bu konuda genel bir fikir edinhalk ile birlikte Aya Sofya Kilisesi’nde ayine et mémoires 8 (1981), pp.87-103. katılmışlar, Noel gibi dini törenlerde taclarını memize yardımcı olacaktır. İmparator The– E.Oeser, “Historical Earthquake Theories from takmamışlar, kimi zaman da matem simgesi, ophanes zamanında (408-450) meydana Aristotle to Kant,” in Historical Earthquakes in göstergesi olarak Hipodrom’da geleneksel gelen deprem, altıncı yüzyıl tarihçilerinden Central Europe, eds.R.Gutdeutsch, G.Grünthal olarak düzenlenen yarışları iptal etmişlerdir. John Malalas tarafından “İznik şehri Tanrı’nın and R.Musson, Abhandlungen der Geologischen İmparatorluk makamı nezninde, deprem songazabı ile beşinci kez sallandı” olarak anlaBundesanstalt 48 (Vienna:1992). tılmıştır (John Malalas, Chronographia). Therasında başkent Konstantinopolis ile impara– Frank Vercleyen, “Tremblements de terre à Consophanes Confessor ise, 29 Kasım 529’da torluğun diğer şehirleri arasında sergilenen tantinople: L’impact sur la Population,” Byzantion Antakya’da meydana gelen depremi “.... tutumun aynı olduğunu söyleyebiliriz. İmpara58 (1988), pp.155-173. Aynı sene, 29 Kasım Çarşamba günü, – George Pachymeres, Relations Historiqugünün üçüncü saatinde, Antakya şehri es, ed.A.Failler, trs.V.Laurent, 2 vols (Paris: Tanrı’nın gazabına uğradı” olarak an1984). latmıştır (Theophanes Confessor, Ch– Guidoboni, E.,Comastri, A., Traina, G. Catalogue of Ancient Earthquakes in the ronographia). Ekim 1343’de meydana Mediterranean Area up to the 10th Cengelen ve sarsıntılarıyla beraber oniki tury (Rome: Istituto Nazionale di Geofisiay boyunca devam ederek, Konstanca,1994). tinopolis ile Trakya çevresini etkileyen – John Malalas, Chronographia, ed.L.Dindeprem Nicephoras Gregoras tarafındorf, CSHB, (Bonn:1831); dan “Tanrı toprağı iki defa salladı” ola– Kosmas Indikopleustes. Topographie Chrak anlatmıştır (Nicephoros Gregoras, rétienne, ed.Wanda Wolska-Conus, Vol.I., Byzantinae). Kaynakların depremleri (Paris: 1968). anlatış şekillerinden çıkardığımız diğer – Kritoboulos of Imbros, Critobuli Imbriotae bir sonuç da, meydana gelen her depHistoriae, ed.D.R.Reinsch, CFHB, (Berlin/ remden sonra Bizanslılar’ın dünyanın 26 Ekim 740’ta meydana gelen Konstansinopolis depremini anma New York:1983); trans.Charles T.Rigg as törenleri (T.F. Mathews, The Early Churches of Constantinople sonunun geldiğine inandıkları, bunun History of Mehmed the Conqueror (Prin(Pennsylvania University Press, 1971). onlar için Kıyamet Günü olarak algıceton: Princeton University Press,1954). lanmasıydı. Bu görüşlerini de, deprem – Leo the Deacon. Historiae, ed.C.B.Hasi, CSHB, (Bonn:1828). sonrasında gökyüzünde beliren haç işareti torlar deprem sonrasında halka gösterdikleri – Michael Attaleiates, Historia, ed.W.Brunet de ve yıldız ile (Mayıs 525 Antakya, 15 Ağustos manevi destek yanında finansal açıdan da Presle & I.Bekker, CSHB, (Bonn:1853). 554 Konstantinopolis ve İznik, 6 Mart 1033 destek olarak, yıkılan şehirlerin ve zarar gö– Michael Psellos, “Monodies inédites de Michel Konstantinopolis depremleri sonrasında) ren eserlerin onarımı, yeniden yapılması için Psellus”, ed.P.Gautier in Revue des Études Byzandesteklemişlerdi. destek olmuşlardır. Bu vesileyle, depremin tines 36 (1978), pp.83-151. Depremlerin Tanrı tarafından ilâhi bir cehem fiziksel hem de psikolojik sonuçlarının – Nicephoros Gregoras, Byzantinae Historiae, üstesinden gelmeyi amaçlamışlardır. zalandırma olarak gönderildiği görüşü, kilise ed.L.Schopenus, CSHB, 3 Vols., (Bonn:1829tarafından da yoğun bir şekilde desteklenSonuç olarak, Bizanslıların yüzyıllar bo30-35); German translation with commentary by miştir. Bu görüş, Konstantinopolis şehrinin yunca depremlerin oluş sebeplerini farklı J.L.van Dieten, Nikephorus Gregoras, Rhoäische dini takvimi olan ve onuncu yüzyılda derleşekillerde yorumladıklarını söyleyebiliriz. Kimi Geschichte, (Stuttgart, 1973-). zaman bilimsel ve dini sebepler öne çıkarnerek, şehirde yapılan anma törenlerini an– Niketas Choniates, Annals, trans.Harry J.Malatan Synaxarium Ecclesiae Constantinopoken, kimi zaman da toplum içerisinde popügoulias as O City of Byzantium: Annals of Nikelitanae’de de belirtilmiştir. 26 Ekim 740’da ler inanışlar öne çıkmıştır. Ancak, Bizanslılar tas Choniates (Detroit: Wayne State University meydana gelen ve Konstantinopolis, İzmit arasında depremlerin oluş sebepleri için yayPress,1984). – Oxford Dictionary of Byzantium. eds. Alexander ve İznik’i etkileyen depremi anlatırken “.... gın olan görüşün, insanların günahlarından P.Kazhdan & Alice-Mary Talbot, et al. 3 Vols. ( New aynı gün günahlarımızdan dolayı olan depdolayı, Tanrı’nın ilahi adaleti ile insanları ceYork: Oxford University Press,1991). remin acılarını sarmak için biraraya geldik” zalandırması olarak algılandığını belirtebiliriz. – Paul Magdalino, The Empire of Manuel I Komdenilmiştir. Bizans kaynaklarını incelediğimizde ve gününenos, 1143-1180 (Cambridge University Press, Peki, deprem sonrasında halkın ve impamüz ile karşılaştırdığımızda, insanların depre1992). ratorların tavırları nasıldı? Deprem sonrasında min oluş sebeplerine ilişkin inandıkları sebep– Synaxarium Ecclesiae Constantinopolitanae. ed. halk kiliselere koşarak, dua ve ilâhiler eşliğinlerde bir farklılık olmadığını söyleyebiliriz. H.Delehaye in Propylaeum ad AASS Novembris de günahlarından arınmaya çalışmışlardır. (Brussels:1902). KAYNAKÇA Halkın umudunu yitirdiği bu zor zamanlarda, – Symeon Magister, Chronographia, ed.I.Bekker, – Agathias, Historiarum, ed.R.Keydell, CFHB, kendisini peygamber ilan eden kişiler olduğu CSHB, (Bonn:1838). (Berlin:1967); Eng.tr.Joseph D.Frendo, The Histogibi, halkın içinde bulunduğu zor durumdan – Theophanes Confessor, Chronographia, trans. ries, CFHB, (Berlin:1975). yararlanmaya çalışan büyücülerin, hırsızların C.Mango & R.Scott as The Chronicle of Theop– Ammianus Marcellinus. The History, trans.J. ve yağmacıların da olduğunu söyleyebiliriz. hanes Confessor, Byzantine and Near Eastern C.Rolfe (Harvard University Press,1972). Deprem sonrasında imparatorların tutum ve History A.D.284-813 (Oxford: Oxford University – Aristotle. Meteorologia, trans.H.D.P.Lee (Harvard Press,1997). tavırları hakkında kaynaklardan bize iletilen University Press,1952). 60 itü vakfı dergisi TEKNOKENT DOSYASI İTÜ ARI Teknokent Girişimcilere Amerika Kapılarını Açıyor Dünyanın en başarılı kuluçka merkezlerinden Chicago 1871'de ofis açan İTÜ ARI Teknokent, teknoloji üreten yenilikçi firmaları yurtdışına taşıyarak, yeni iş ortaklıkları kurmalarını destekleyecek. İ TÜ ARI Teknokent yeni açıkladığı destekleme programı ile tüm teknoloji girişimcilerine, dünyanın teknoloji merkezlerinden Chicago’da ofis, pazarlama ve iş geliştirme hizmetleri sunuyor. Amerika’daki yatırımcılarla Türkiye’den girişimciler arasında köprü kuruyor. Türkiye’nin en gelişmiş teknoparkları arasında yer alan İTÜ ARI Teknokent, Türkiye’deki teknoloji girişimcilerini uluslararası pazarlarla buluşturmaya hazırlanıyor. Dünyanın en başarılı kuluçka merkezlerinden Chicago 1871’de ofis açan İTÜ ARI Teknokent, teknoloji üreten yenilikçi firmaları yurtdışına taşımak için sadece bu yıl 1.8 mil- 62 itü vakfı dergisi yon TL harcayarak, girişimci firmaların yeni iş ortaklıkları kurmalarını destekleyecek. Böylece Türkiye’den çıkan girişimci teknoloji firmaları Amerika pazarının ve uluslararası yatırım almanın kapısını aralayacak. Kabul etmesi zor, avantajları benzersiz ITU ARI Teknokent’in ofisini açtığı Chicago 1871, Amerika’nın önde gelen donanım, nanoteknoloji, biyoteknoloji ve robotik girişimcilerine en sahipliği yaparken, Northwestern, Chicago ve Illinois Üniversiteleri ve dünyaca ünlü Techstars kuluçka merkezlerine ve iş geliştirme ofislerine de ev sahipliği yapıyor. 4.700 m2 üzerine kurulmuş Chicago 1871’in en büyük özelliklerinden biri ekosistemi içerisine alacağı kurumları uzun bir süreç içerisinde farklı değerlendirme kriterlerine göre incelemesi ve sonrasında merkeze kabul etmesi. Bu yöntem ile uzun soluklu ve sağlam iş ortaklıkları kuran merkez, kabul ettiği kurumlara eğitim, uluslararası yatırımcıyla buluşma, mentorluk ve danışmanlık hizmetleri, dünya genelinde panel ve konferanslara katılım, ofis ve konferans salon kullanımları gibi çok önemli avantajlar sağlıyor. Yaklaşık iki yıldır söz konusu değerlendirme sürecinden geçen İTÜ ARI Teknokent, böylece Amerika’nın en seçkin girişimcilik merkezlerinden birinde girişimcileriyle yıl boyunca ve doğrudan yer alma imkanına sahip oluyor. İTÜ ARI Teknokent Genel Müdürü Kenan Çolpan konuya ilişkin yaptığı açıklamada, yeni teknoloji geliştiren girişimcilerin dünyaya açılan kapısı olma yolunda atılan bu adımın mutluluk verici olduğunu ifade ederken; “Chicago 1871’te ofis açmak oldukça zor. Buraya kabul edilmek için çok farklı aşamalardan geçmek gerekiyor. ITU ARI Teknokent olarak uzun bir süredir dahil olduğumuz bu süreci başarıyla tamamlayarak ofisimizi açtık. Türk teknoloji girişimcilerine rekabetin üst düzey yaşandığı ancak vaat ettikleriyle eşsiz imkanlar sunan Amerika’da bir destek eli sunuyoruz. Girişimcilerimizin bu eli tutarak Türkiye’den çıkan uluslararası bir marka olmalarına olanak tanıyacak olmak bize gurur veriyor” dedi. Önümüzdeki dönemde uluslararası bir marka çıkarma ve Türk girişimciliğini geliştirme misyonu doğrultusunda yurt dışı yatırımlarına devam etmeyi planlayan İTÜ ARI Teknokent, bu tip uluslararası merkezler açmaya kısa süre içinde San Francisco, Boston, Berlin ve Şanghay’da yeni merkezlerle devam edeceğini bildiriyor. İ Girişimciler için pasaportlarını hazırlama vakti geldi: ITU GATE’in Yeni Dönemi İçin Başvurular Başladı! İTÜ ARI Teknokent'in 2015 büyüme hedefleri doğrultusunda küresel pazarlara açılmasının önemli bir ayağını oluşturan ITU GATE Uluslararası Hızlandırma Programı, firmaları uluslararası platformlarda yatırımcılarla buluşturuyor. TÜ ARI Teknokent’in bu yıl ikincisini düzenleyeceği “ITU GATE Uluslararası Hızlandırma Programı” için başvurular başladı. İTÜ ARI Teknokent’in 2015 büyüme hedefleri doğrultusunda küresel pazarlara açılmasının önemli bir ayağını oluşturan program, ürün ve servisleri uluslararası piyasalarda yer almaya hazır teknoloji tabanlı firmalara, iş geliştirme desteği ve uluslararası müşteri ve yatırımcılarla bir araya getirme imkanı sunuyor. “ITU GATE Uluslararası Hızlandırma Programı” için son başvuru tarihi ise 1 Mayıs 2015. Programa katılacak olan firmalara öncelikle uluslararası tecrübeye sahip profesyoneller tarafından tamamen ücretsiz olarak, iş modeli geliştirmeden pazar araştırması ve analizine mini MBA eğitimleri verilecek. 6 haftalık eğitim süreci mentorluk, iş geliştirme atölyeleri ve müşteri odaklı sunum teknikleri ve yatırımcıya sunum hazırlıkları gibi farklı konuları da kapsayacak. Eğitimi başarıyla tamamlayan firmalar arasından seçilecek olanlar daha sonra İstanbul, Chicago ve San Francisco’da uzman ve yatırımcılarla bir araya gelerek onlara sunum yapma fırsatı yakalayacak. İTÜ ARI Teknokent, programın yurt dışı ayağında katılımcı firmalara geçtiğimiz ay açtığı ve dünyanın en başarılı kuluçka merkezlerinden Chicago1871’in içinde yer alan ITÜ ARI Teknokent Chicago ofisinde iş geliştirme imkanı da sunacak. Hem Chicago hem de San Francisco’da firmaların sektörüne özel doğru kişilerle randevu alınmasına yönelik destek ve danışmanlık sağlayacak. “Yurtdışı Piyasalarına Açılmak Hayal Değil” “ITU GATE Uluslararası Hızlandırma Programı” kapsamında girişimci firmaların uluslararası platformlarda yatırımcılarla buluşma fırsatı yakaladıklarını belirten İTÜ ARI Teknokent CMO’su Deniz Tunçalp, “Geçtiğimiz yıl başladığımız ve ba- itü vakfı dergisi 63 TEKNOKENT DOSYASI şarılı sonuçlar aldığımız programa bu yıl da devam ederek, Türkiye’deki girişimcilerin uluslararası arenada kendilerini tanıtmalarına destek olmaktan mutluluk duyuyoruz. Henüz ilk senemizde elde ettiğimiz başarılı sonuçlar bizi dünyanın en saygın üniversitelerinin de kuluçka merkezlerinin bulunduğu Chicago1871’in içinde kendi ofisimizi açmaya yöneltti. Süreç sonunda ITÜ ARI Teknokent Chicago ofisimizi hizmete soktuk. Teknoloji tabanlı girişimci firmalarımızın dünyanın en iyi kuluçka merkezlerinin ekosistemlerinde mevcut ve potansiyel yatırımcılarla bir araya gelmesinin bu alanda sürdürülebilir bir başarı yakalamalarında önemli bir adım olduğunu düşünüyoruz. Bu süreçte biz de kendilerine verdiğimiz eğitimlerden danışmanlığa, strateji geliştirmeden işbirlikleri kuracakları yatırımcılarla tanıştırmaya kadar her konuda yanlarında oluyoruz” değerlendirmesinde bulundu. ITU GATE Uluslararası Hızlandırma Programı’nın ilk döneminde yatırımcıların, Türkiye’den gelen girişimcileri yenilikçi ve merak uyandırıcı buldukları gözleminde bulunan Tunçalp,”Amerika’ya 64 itü vakfı dergisi ITU GATE Uluslararası Hızlandırma Programı ilk döneminde Amerika'ya giden 9 firmadan biri olan ve hastanelerdeki verililiği artırmaya yönelik çözüm sunan Borda, beş potansiyel müşteriye ulaştı; Zebra d ABD'de 2 bin 500'den fazla hastaneye ulaşacak bayi/ distribütor firma ile anlaştı; Invent Analytics, ABD'li perakendecilerle masaya oturdu... giden 9 firmadan biri olan ve hastanelerdeki verimliliği artırmaya yönelik radyo frekansı ile tanıma (RFID) temelli çözüm sunan Borda’nın bugün Türkiye’de 21 hastane ile anlaşması bulunuyor. Önümüzdeki dönemde de toplam 6 milyon dolarlık satış bekleyen Borda, ABD’deki hızlandırıcı programını tamamladıktan sonra beş potansiyel müşteriye ulaştı. Zebra (Motorola Solutions) ile bir ortaklığa imza atıp, ABD'de 2 bin 500’den fazla hastaneye ulaşacak bayi/distribütör firma ile anlaştı. Perakende sektöründe ürün performansı ve karlılığı arttırıcı bulut tabanlı çözümler üreten Big Data Analytics şirketi Invent Analytics (www.inventanalytics. com) ise 2015’te ABD pazarına girmeyi hedefliyor. ITU GATE’in San Francisco ayağında IBM Venture Capital Investment Competition’ın finallerine kalan ve finallerde ikinciliği kazanan Invent, ABD’li perakendecilerle masaya oturdu. 2015’in ilk çeyreğinde 1 milyon doların üzerinde hizmet sözleşmesi imzalayarak seneye hızlı başladı. Bu başarı hikayeleri hem yaptığımız işin doğruluğunu bir kez daha göstermiş oluyor hem de gelecek hedeflerimizi büyütmemizde bizlere büyük bir motivasyon kaynağı sağlıyor. ITU GATE sayesinde birçok başarılı girişimcinin uluslararası pazarlara açılarak büyük başarılar yakalayacağına inancımız tam. Bu alanda kendini geliştirmek isteyen tüm firmaları programımıza bekliyoruz.” dedi. ITU GATE “Rocket Your Business” hakkında daha fazla bilgiye http://www. itugate.com linkinden ulaşılabiliyor. Bilgi için: Erdem Dicle/Mehveş Erdoğan/Artı İletişim Yönetimi / 0212 347 03 30/ tekno@artipr.com.tr İTÜ Çekirdek Firmaları Startup Turkey'de Büyük İlgi Gördü İTÜ Çekirdek'ten firmaları, Avrasya'nın en büyük internet ve girişimcilik etkinliği Startup Turkey finaline kalarak sunum yaptılar. B u yıl 100'ü aşkın girişimi 150'den fazla yatırımcı ile buluşturan Avrasya'nın en büyük internet ve girişimcilik etkinliği Startup Turkey'de İTÜ Çekirdek'ten firmalarından Tüccarefendi, Kuax, Tabtoy Studios, ITU Gate firmalarından Katıhal, Imona, SBS, Ingenous İTÜ ARI Teknokent firmalarından Gumush sunum yaptı. Türkiye'deki 300 kayıtlı melek yatırımcı arasından dokuz adayın ve Startup Turkey finallerine kalan 15 girişimin değerlendirildiği gecede ITU Gate firmalarından Ingenious Startup Turkey'de son 15'e kalarak finalde sunum yaptı. Startup Challenge Finalistleri kıyasıya yarıştı Dünya çapında umut vadeden girişimcilerin yarışına sahne olan Startup Turkey, iki gün boyunca “Startup Challenge” adı verilen girişimci sunumlarıyla, dünyanın dört bir yanından gelen 67 girişimi dünya çapında ün salmış yatırımcılar karşısında ağırladı. Kitlesel fonlamadan halk ulaşım bilgilendirme sistemlerine, mobil oyun geliştiricilerden yenilikçi online yayıncılık çözümlerine kadar pek çok farklı alanda geleceğin teknolojilerini yaratma hedefiyle yola çıkan 15 girişimci, aşamalı elemeler sonunda dünya devlerinin önünde Startup Turkey finallerinde ter döktü. Girişimciler, Sean Percival (500 Startups), Kentaro Sakakibara (Samurai Incubate), Mike Butcher (TechCrunch) ve Vitaly Golomb'dan (CCC) oluşan zorlu bir jüri önünde ikişer dakikalık sunumlar ile ürünlerini, ekiplerini ve iş modellerini yatırımcılara ve internet canlı yayınıyla dünyaya anlatma fırsatını yakaladı. Jüri oylaması sonunda finale kalan 15 girişim arasından Ferruh Mavituna’nın ekibiyle birlikte geliştirdiği web uygulamalarının güvenlik açıklarını tarayan ve raporlayan yazılım Netsparker birinciliği elde etti. Ürdün çıkışlı sosyal oyun geliştiricisi Play3arabi ikincilik ödülünü alırken, farklı müzik servislerini tek noktada birleştirerek dijital müzikteki parçalanmış yapıyı ortadan kaldıran Türkiye çıkışlı müzik platformu Cubic.fm de üçüncü oldu. Etohum'un Kurucusu Burak Büyükdemir, aynı zamanda Kemal Akçalı ve Caner Soyer tarafından kurulan, inşaat ve mimarlık sektörleri için özelleştirilmiş bir artırılmış gerçeklik uygulaması olan Pandora'nın, Startup Turkey'e katılan yatırımcılar ile 260 bin TL'lik yatırım sözleşmesine imza attığını duyurdu. Melek Yatırımcı Ödülleri sahiplerini buldu Bu yıl girişimci ekosisteminin en önemli parçalarından biri olan melek yatırımcıları ödüllendirmek ve melek yatırımcılığı teşvik etmek amacıyla ilk kez verilen Melek Yatırımcı Ödülleri, 120'den fazla aday arasından seçildi. Prof. Erhan Erkut, Kenan Çolpan, Dr. Recep Bildik ve Hakan Ertürk gibi sektör oyuncularını yakından tanıyan jüri üyelerinin oluşturduğu kısa listede yer alan ilk dokuz aday, Hasan Aslanoba, Joachim Behrendt, Mehmet Bodurgan, Ziya Boyacıgiller, Ahu Büyükkuşoğlu Serter, Emre Kurttepeli, Selçuk Saraç, Tahir Zaimoğlu ve Umur Özal olarak belirlendi. Melek yatırımcıların geçmiş performanslarından portföy büyüklüklüklerine, girişimcilere yönelik mentorluk süreçlerinden yatırımcı ağı üyeliklerine ve üniversiteler ile sivil toplum işbirliklerine kadar 15'e yakın farklı kriter ile değerlendirilen dokuz aday, son olarak melek yatırımcılar hakkında girişimcilerle yapılan mülakatlar sonunda belirlendi. Türkiye melek yatırımcılık ekosistemine katkılarından dolayı Melek Yatırımcı Ödülleri'yle onurlandırılan melek yatırımcılar ve melek yatırım kurumları ise şöyle: Yılın Melek Yatırım Kurumu Ödülü: T.C. Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı ve TEB Özel Bankacılık Yaşam Boyu Onur Ödülü: Hasan Aslanoba, Emre Kurttepeli ve Ziya Boyacıgiller Yılın Melek Yatırımcısı Ödülü: Joachim Behrendt itü vakfı dergisi 65 TEKNOKENT DOSYASI İTÜ'lü Mühendisler Daha Temiz Bir Dünya İçin Çalışıyor İTÜ Enerji Enstitüsü Nükleer Araştırmalar Yenilenebilir Enerji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Üner Çolak, İTÜNOVA TTO işbirliğinde, artan nüfusla dünyanın büyük bir sorunu olan atıkları bertaraf ederken enerji üreterek, “bir taşla birkaç kuş” hedefleyen bir proje gerçekleştiriyor. İTÜNOVA TTO bünyesinde, Ar-Ge kuruluşu işbirliği ile gerçekleştirilen TÜBİTAK destekli proje, "tehlikeli" sınıfındakiler de dahil olmak üzere, atıkları sıvı yakıt, gaz ve gübre elde edecek biçimde dönüştürecek santraller kurulmasını hedefliyor… D ünya nüfusundaki artış, bir yandan enerjiye olan talebi tırmandırırken, diğer yandan atıkların çoğalmasına yol açıyor. Yeryüzünü giderek daha yaşanamaz hale getiren atıklardan, en düşük maliyetle, en etkin biçimde kurtulabilmek için, tüm dünyada alternatif teknolojiler geliştiriliyor. İTÜ Enerji Enstitüsü Nükleer Araştırmalar Yenilenebilir Enerji Ana Bilim Dalı Başkanı Prof. Dr. Üner Çolak tarafından İTÜNOVA TTO bünyesinde, bir özel sektör Ar-Ge kuruluşu işbirliği ile gerçekleştirilen TÜBİTAK destekli proje, “tehlikeli” sınıfındakiler de dahil olmak üzere, atıkları sıvı yakıt, gaz ve gübre elde edecek biçimde dönüştürecek santraller kurulmasını hedefliyor. Günümüzde hızla artan enerji maliyetleri de gösteriyor ki, enerji üretimi ile ona olan talep arasındaki uçurum giderek derinleşiyor. 1982 yılında İTÜ’de Türkiye’nin ilk Metalurji Fakültesi’nden mezun olduktan sonra, master ve doktorasını ABD’de tamamlayan; 1989’da Türkiye’ye dönüp Hacettepe Üniversitesi Nükleer Enerji Merkezi’nde öğretim üyeliği yapan ve son 3 yıldır da İTÜ’de enerji alanında yeni malzeme ve teknolojilerin geliştirilmesi konusunda çalışmalar yürüten Prof. Dr. Üner Çolak, gelecekte şartların daha da zorlaşacağına işaret ediyor. Prof. Dr. Çolak bu durumu, “Çin ve Hindistan’ın nüfusu milyarın üzerinde. Sonra da Afrika gerçeği var. Bu aslında dünyada enerji tüketiminin giderek daha da artacağını gösteriyor. Türkiye’de kişi başı enerji elektrik tüketimi yıllık 3200 kilowatsaat mertebesinde. Dünya ortalaması ile hemen hemen aynı düzeyde. Bazı ülkelere bakıyoruz, bizim neredeyse 15’te, 66 itü vakfı dergisi 30’da birimiz mertebesinde elektrik tüketimi. Dolayısıyla onların da epey yol kat etmesi gerekiyor. Yani enerji, ileride çok daha önemli hale gelecek” şeklinde özetliyor. Aslında dünyada nüfusun artmasıyla beraber bir başka problem daha gündeme geliyor. O da, atıkların artması. “Atıkları eğer biz bertaraf edemezsek, dünya yaşanılmaz bir hale gelecek. Dolayısıyla bizim sürdürülebilir yaşamımız için birincisi enerji sağlamamız, ikincisi atıkları herhangi bir problem yaratmayacak şekilde bertaraf edebilmemiz lazım” diyen Prof. Dr. Üner Çolak, İTÜNOVA Teknoloji Transfer Ofisi çatısı altında, üniversite sanayi işbirliğinin çarpıcı bir örneğini oluşturacak biçimde, bu alanda “bir taşla birkaç kuş” hedefleyen bir proje gerçekleştiriyor. Prof. Dr. Çolak, projeyi tanımlarken, “En güzeli atıkları bertaraf ederken, enerjiyi üretebilmek. İşte benim çalıştığım proje buna ait” saptamasını yapıyor. “Atıktan enerji dönüşümü, yeni bir proses değil. Dünyanın pek çok yerinde kullanılıyor. En yaygını ise, atıkların yakılması. Ama evsel atıkların içinde genellikle, her tür organik malzeme var, nem miktarı yüksek, yanması kolay değil. Ama bertaraf etmek çok önemli olduğu için, kurutulup yakılması maliyeti göze alınarak gerçekleştirilen bir proses” diyen Prof. Dr. Çolak, projesini “Benim uğraştığım farklı bir yanı. Atıkları sıvı yakıta dönüştürmek üzerine çalışıyorum” diye açıklıyor. Yokluktan teknoloji doğdu… Geçmişi, sıvı yakıta ihtiyacın karşılanamadığı İkinci Dünya Savaşı’nın yokluk yıllarına kadar giden “sıvılaştırma teknolojisi”nin, Ortadoğu ve Afrika’da sömürgesi bulunmadığı için petrol bulmakta zorlanan 1940’ların Nazi Almanyası’nın, savaş yakıtı için kömürü sıvılaştırılması ve gazlaştırılması ile ortaya çıktığını anlatan Prof. Dr. Üner Çolak, ırkçı Güney Afrika döneminde de, bu teknolojinin ticarileştirildiğini belirtiyor. O dönemde Güney Afrika’ya uygulanan ambargonun, bu teknolojinin Almanlar’dan satın alınarak, ülkenin büyük akaryakıt şirketi South Africa Sentetic Oil’i ya da bilinen adıyla Sasol’u ortaya çıkardığını kaydeden Prof. Dr. Çolak, Sasol’un ise 4-5 yıl önce teknolojiyi ABD’ye ihraç ettiğini belirtiyor. Almanya ve Güney Afrika’nın zengin kömür kaynaklarına dayandırdığı bu teknolojinin, günümüzde petrol fiyatları karşısında ekonomik hale geldiğini, bunun yanında oksijensiz ortamda yanma sağlayan piroliz teknolojisi gibi gazlaştırma teknolojilerinin de kullanılmaya başlandığını anlatan Prof. Dr. Çolak, “Bu teknolojilerin ortak sorunu kuru malzeme ihtiyacı. Yani yüksek sıcaklığa çıkarmak için, eğer çok yüksek nemli bir malzeme varsa, önce onu kurutmamız lazım. Tabi o da enerji tüketimi yüksek bir proses. Enerji üretirken, bir miktarını orada tüketmek gerekiyor” diyor. Bu alana ilgi duyan bir holdinge bağlı Ar-Ge şirketinin, Türkiye’de çeşitli araştırma ve girişimlerde bulunduktan sonra, bilgi birikimlerinden yararlanmak amacıyla, işbirliği için kendilerine başvurduğunu anlatan Prof. Dr. Üner Çolak, İTÜNOVA TTO’nun profesyonel desteği ile geliştirmekte oldukları yeni teknolojiyi ise şöyle aktarıyor: “Bizim üzerine uğraştığımız teknoloji, tamamen su içeren ortamda, yüksek sıcaklık ve basınçta, uzun organik molekülleri parçalatarak, daha kısa zincirler oluşumunu ve böylece organik molekülleri de, atıktan sıvı hale dönüştürmeyi sağlıyor. Çünkü molekül uzunlukları kısaldıkça, daha sıvı, daha gaz haline gelebilen moleküller oluşuyor. Bu yine çok çok yeni bir düşünce değil. Ama, dünyada ticarileşmesi gerçekleşmemiş bir teknoloji. ABD de bir grup bununla ilgili çalışmış. Şimdi biz, aslında onlarla da beraber çalışıyoruz. Amacımız, özellikle bertaraf etmemiz için para harcamamız gereken negatif değerli atıklar. En yaygını arıtma tesislerindeki çamur. Bu, tehlikeli atık sınıfına girebilecek nitelikte bir atık. Bunun ortadan kaldırılması gerekiyor. Çünkü çevreye zararlı. Bunları günümüzde kurutup, çimento fabrikalarında para karşılığında yakarlar. Yani onu yaktırmak için para ödersiniz. Bizim amacımız o maliyetleri ortadan kaldırmak ve sonuçta o istemediğimiz atıkları da bertaraf etmek. Yan ürün olarak da, sıvı yakıt elde etmek. Aynı zamanda bu atıkların içinde, özellikle azot içeren belli bileşikler var. Bu da bize, özellikle zirai amaçlı kullanılabilecek, besin değeri yüksek gübre olarak faydalı hale dönüşüyor. Dolayısıyla hem sıvı, hem gaz yakıt, aynı zamanda bir miktar o atığın niteliğine göre sıvı ve katı gübre sağlanmış oluyor.” Pilot tesisin bu yıl kurulması hedefleniyor Son yıllarda bu teknolojiye olan ilginin daha da arttığını, İskandinav ülkelerinin endüstri ormanları oluşturduğunu, örneğin Finlandiya’nın ağaçtan sıvı yakıt dönüşümü sağladığını, Danimarka’nın 20 yıllık amortisman maliyetini göze alıp, evsel atıkları yakmayı tercih ettiğini kaydeden Prof. Dr. Çolak, “Bizimki çok daha yararlı, çünkü depolayıp metan gazı üretmek gibi sakıncalı bir prosesle uğraşmayacağız. Yakma maliyeti gibi bir maliyete de girmiyoruz. Çok daha yüksek karlı biçimde, hem atığı bertaraf ederken, hem de yararlı ürünleri elde etme amacını güdüyoruz” vurgusu yapıyor. Prof. Dr. Çolak, ilk aşamada deneysel başlayan çalışmaları, bu yıl bir pilot tesise dönüştürmeyi hedeflediklerini belirtiyor. Inovasyon ve teknoloji, katma değer üretmekte sınır tanımıyor. Artık, teknolojiye yön verenler, tek getiri ile ve tek hedefle yetinmiyor. Zararlı atıkların yok edilmesi ile ilgili maliyeti ortadan kaldırmak bile önemli bir ekonomik değer ifade ederken, üstüne sıvı ve gaz yakıtlar ile gübre gibi çıktılar elde edebilmek, teknolojinin aynı zamanda ne denli büyük bir yatım potansiyeli taşıdığını, bir kez daha gözler önüne seriyor. itü vakfı dergisi 67 TEKNOKENT DOSYASI GREENWAY’den Türkiye’nin İlk Kule Tipi Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi Santrali Güneş enerjisi teknolojisi alanında yeni bir sistem olan ve yüksek verimlilikle çalışan Türkiye'nin ilk 'Kule Tipi Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi (YGE) Santrali", Greenway'in Ar-Ge çalışmalarının bir sonucu olarak Mersin'de kuruldu. İTÜ Enerji Teknokenti bünyesinde çalışmalarını sürdüren Greenway'in yazılım ve donanımını özel olarak tasarladığı GreenBox, özel bir algoritma ile belirli aralıklarda güneşin pozisyonunu hesaplıyor, aynaları uygun yöne çeviriyor ve gereken kalibrasyonları akıllı yazılımı sayesinde yapıyor. Yönetim Kurulu Başkanı Serdar E. Erduran bu yeni sistemin çalışma prensibi ve avantajlarını İTÜ Vakfı Dergisi için değerlendirdi... G ünümüzde enerji ihtiyacının giderek artması ve fosil enerji kaynaklarının tükenmesi, firmaları yeni enerji kaynakları yaratmak amacıyla proje üretmeye yönlendirmektedir. Bu çalışmalar çoğunluklu doğal enerji kaynakları üzerinde yoğunlaşmaktadır. Greenway,Türk mühendislerinin 7 yıllık bir AR-GE çalışmasının ardından 2012 yılında Mersin’de Türkiye’nin ilk “kule tipi yoğunlaştırılmış güneş enerjisi” santralini kurdu. Türkiye, özellikle güney kesimleri yoğunlaştırılmış güneş enerjisi sistemi için oldukça elverişlidir. Tamamı yerli sermaye ile kurulan Mersin’deki Ar-Ge tesisimizin kurulumu 8 ay gibi kısa bir sürede tamamlanmıştır. Dünyada sadece birkaç ülkede uygulanan Kule Tipi Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi (YGE) teknolojisi henüz yeni bir sistem olmasına rağmen verimlilik oranı diğer güneş enerjisi ile elektrik üreten sistemlere nazaran çok daha yüksektir. Greenway, 2014 yılında, Türkiye’nin en prestijli teknoloji ödülü olan TÜBİTAK, TTGV ve TÜSİAD tarafından düzenlenen XI. Teknoloji Ödülleri’nde Büyük Ölçekli Süreç Kategorisi’nde birincilik ödülünü kazanmıştır. Kule Tipi Yoğunlaştırılmış Güneş Enerjisi Enerjisi (YGE) Temel çalışma prensibi,heliostat adı verilen yansıtıcı yüzeylerin gün içerisinde güneşi takip ederek güneş ışınlarının yansıtılarak kulede odaklanmasıdır. Kule üzerindeki alıcıya gelen ışınlar yüksek Greenway, 2014 yılında, XI. Teknoloji Ödülleri’nde Büyük Ölçekli Süreç Kategorisi’nde birincilik ödülünü kazanmıştır. 68 itü vakfı dergisi montajı kolay olacak şekilde LEGO sitilinde tasarlamıştır. Ayrıca Avrupa’daki çeşitli kuruluşlarla yapılan ortak proje ile buhar depolama sistemi geliştirilmesi üzerinde çalışmalar yapılmaktadır. Bu sistem gündüz üretilen fazla buharın depolanarak gece de elektrik üretiminde kullanılmasını sağlayacaktır. Projenin hayata geçirilmesi durumunda güneş ile çalışan sistemlerdeki en büyük sorunlardan biri olan günde 24 saat aralıksız üretimde kalamama durumu ortadan kalkmış olacaktır. Bu açıdan bakıldığında tesisimiz bu konuda da dünyadaki emsallerinden farklı olacaktır. sıcaklık ve basınçta kızgın buhar elde edilmesini sağlıyor. Elde edilen kızgın buhar türbinlerde elektrik enerjisine dönüştürülüyor. Buhar, elektrik üretiminin ana kaynağıdır. Elektrik enerjisi üretiminde çoğunlukla ilk önce buhar, daha sonra da buhar türbini kullanılarak elektrik elde edilir. Kule tipi YGE ile direk olarak güneşten kızgın buhar elde etmek mümkün hale gelmiştir. yeşil veya fosil enerji kaynaklarıyla beraber entegre olarak kurulup işletilebilir. Böylece güneşin olmadığı zamanlarda depolama maliyetine girilmeden elektrik üretimi devam edebilir. Greenway’in YGE sistemi ve bileşenleri hafif, dayanıklı ve İTÜ ARI Teknokent’i Tercih Nedeni Greenway, İTÜ Enerji Enstitüsü ile beraber yürüttüğü çalışmalarına daha kolaylıkla devam edebilmek ve ARI Teknokent’in sunduğu avantajlardan yararlanmak amacıyla Enerji Teknokent’ini tercih etmiştir. Enerji Enstitüsü ile yakın olmamız proje çalışmalarımız açısından büyük kolaylık sağlamaktadır. Enerji Enstitüsü ile beraber yürüttüğümüz çalışmalarımızda öğretim üyelerinin de katkılarıyla İTÜ’nün araştırma altyapısı ve birikiminden faydalanmaktayız. İTÜ Enerji Enstitüsü öğretim elemanları ve öğrencileriyle proje bazında işbirliği çalışmalarımız artarak ve gelişerek devam etmektedir. İTÜ öğrencilerine staj ve iş konularında imkanlarımız ölçüsünde yardımcı olmaktayız. GREENWAY Dünyada YGE Teknolojisine Sahip Üç Firmadan Biri İspanya, İsrail ve Amerika’da kule tipi YGE santrali bulunmasına karşın Mersin’deki tesisin dünyadaki benzerlerinden bazı farklılıkları bulunmaktadır. Tesisin kablosuz iletişime sahip olması en önemli özelliklerinden biridir. Yazılımı ve donanımı Greenway tarafından özel olarak tasarlanan GreenBox kontrol kartı ile birimler kablosuz iletişim kuruyor. GreenBox, özel bir algoritma ile belirli aralıklarda güneşin pozisyonunu hesaplıyor, aynaları uygun yöne çeviriyor ve gereken kalibrasyonları akıllı yazılımı sayesinde yapıyor. Sistem, kolaylıkla hibrit olarak diğer itü vakfı dergisi 69 İTÜ'DEN HABERLER İTÜ’den Türkiye’nin İlk Çelik Test ve Araştırma Merkezi Ç Çelik ürünlerin üretimi, geliştirilmesi ve test aşamalarında hizmet verecek Türkiye’nin ilk Çelik Test ve Araştırma Merkezi, ilklerin üniversitesi İTÜ’de kurulacak. İTÜ, uzman ihtiyacını karşılamak adına alana yönelik lisansüstü eğitim programları da geliştirecek. elik ürünlerin üretimi, geliştirilmesi ve test aşamalarında hizmet verecek Türkiye’nin ilk Çelik Test ve Araştırma Merkezi, ilklerin üniversitesi İTÜ’de kurulacak. Çelik sektörünün yanı sıra çelik kullanan ana sektörlere de hizmet verecek olan merkezde; test analiz maliyetlerinin düşürülmesi, sektörün rekabet gücünün artırılması, ar-ge ve inovasyon kapasitesinin geliştirilmesi, yurt içi ve yurt dışı satışlar için gerekli uygunluk değerlendirmelerinin yapılması üzerine çalışmalar yürütülecek. İTÜ, uzman ihtiyacını karşılamak adına alana yönelik lisansüstü eğitim programları da geliştirecek. İstanbul Kalkınma Ajansı’nın desteğiyle çelik sektörü özelinde hizmet verecek merkezin fiziki kurulumu için İTÜ, İstanbul Kalkınma Ajansı, Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM), Çelik İhracatçıları Birliği ve sektörel dernekler tarafından imzalar atıldı. 10 Şu- bat 2015 tarihinde gerçekleştirilen imza törenine İstanbul Valisi ve İstanbul Kalkınma Ajansı Başkanı Vasip Şahin, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, TİM Başkan Vekili Mustafa Çıkrıkçıoğlu, ÇİB Yönetim Kurulu Başkanı Namık Ekinci ve Çelik Boru İmalatçıları Derneği’nin yanı sıra birçok sektör temsilcisi katıldı. Törende konuşan İstanbul Valisi ve İstanbul Kalkınma Ajansı Yönetim Kurulu Başkanı Vasip Şahin, "Çelik sektörü inovatif olarak en çok gelişmesi gereken sektörlerden biri. Dolayısıyla projeyi destekledik. Hedefimiz çelik sektörüyle başladığımız desteğin diğer sektörlere de örnek olması” diye konuştu. ÇİB Yönetim Kurulu Başkanı Namık Ekinci ise Türkiye’nin en çok ihracat gerçekleştiren sektörleri arasında çeliğin bulunduğunu anımsatarak, merkezin İstanbul'un bilim ve teknoloji üssü haline gelmesinde ve Türkiye’nin yanı sıra çevre ülkelere de hitap eden bir ekonomi başkenti olmasında etki sağlayacağını söyledi. TİM Başkan Vekili Mustafa Çıkrıkçıoğlu da Türkiye Cumhuriyeti’nin 2023 hedeflerine işaret ederek, bu hedeflere ulaşmak için inovasyon, ar-ge, tasarım ve markalaşmaya daha fazla yatırım yapılması gerektiğini vurguladı. Rekabet gücü artacak İTÜ Ayazağa Yerleşkesine kurulacak merkez, kamu, özel sektör ve üniversite işbirliği kapsamında İstanbul’da güdümlü proje desteği almaya hak kazanan ilk proje oldu. Mart ayı içinde inşasına başlanacak merkezin yapımı 2 yıl sürecek. Merkezde çelik sektöründe katma değeri yüksek çelik ürünlerinin üretimi ve geliştirilmesi hedefleniyor. Merkez; test, analiz ve malzeme karakterizasyonu hizmetleri vererek üniversiteler, araştırma kuruluşları ve diğer kamu kurumlarıyla ar-ge ve inovasyon projeleri geliştirecek, mesleki ve teknik eğitimle danışmanlık hizmetleri sağlayacak ve bu sayede bir sektörel veri merkezi olarak faaliyet yürütecek. Çelik kullanan ana sektörlere de hizmet verecek olan merkezde; test analiz maliyetlerinin düşürülmesi, sektörün rekabet gücünün artırılması, ar-ge ve inovasyon kapasitesinin geliştirilmesi, yurt içi ve yurt dışı satışlar için gerekli uygunluk değerlendirmelerinin yapılması gibi birçok çalışma gerçekleştirilecek. Ayrıca, merkezin insan kaynağını karşılamak üzere ilerleyen dönemlerde sektöre yönelik yüksek lisans ve doktora programları açılması da gündemde. Karaca: Ülkemiz Kazanacak Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca projeye çok önem verdiklerini belirterek merkezin çelik sektörüne önemli katkı sağlayacağını söyledi. İTÜ’nün bir ar-ge ve inovasyon üniversitesi olduğu vurgusunu yineleyen Karaca, bu niteliğin farklı sektörlerde atılan adımlarla güçlenmeye devam edeceğini belirtti. Çelik sektörünün gelişiminin ülke adına büyük önem taşıdığını kaydeden Karaca, şöyle konuştu: “Ülkemizde çelik sektörünün özellikle analiz ve test aşamalarında yurtdışı bağımlılığını ortadan kaldırmak, prosedürleri en aza indirgemek ve yaşanan zaman kaybını ortadan kaldırmak adına ciddi bir adım atıyoruz. Merkez ekonomimize katkı, firmalara kolaylık sağlayacak. Ancak bunun da ötesinde, bir ar-ge merkezi olarak faaliyet gösterileceği için yeni fikirlere ve sektörün gelişimine önemli bir kapı açacak.” Çevre Dostu Hava Taşımacılığı İçin İTÜ-Safran İşbirliği Havacılık ve uzay teknolojilerinde Türkiye’nin önde gelen üniversitesi İTÜ, yeni bir ar-ge projesi daha başlattı. Dünyaca ünlü Safran Group (Aerospace-Defence-Security) ile anlaşma imzalayan İTÜ, yeni nesil uçak motorlarında kullanılacak malzemelerin geliştirilmesi için çalışacak. Uluslararası Savunma Sanayi Fuarı IDEF’15 kapsamında İTÜ – Safran Group arasında ar-ge anlaşması imzalandı. İmza törenine, Savunma Sanayi Müsteşarı Dr. İsmail Demir, İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca ve Safran Group Ar-Ge Müdürü Eric Bachelet katıldı. Anlaşma ile Safran Group, Türkiye’deki ilk üniversite-sanayi işbirliğini İTÜ ile gerçekleştirmiş oldu. Öğrenciler için önemli fırsat İTÜ ve Safran, yeni nesil uçak motorların- da kullanılacak seramik matrisli kompozit malzeme geliştirme çalışmaları yürütecek. Yüksek sıcaklık ortamında servis veren seramik matrisli kompozitlerin özelliklerini geliştirmek üzere yapılacak ar-ge çalışmaları, 2 yıl sürecek. Proje süresince farklı disiplinlerden araştırmacıların yanı sıra öğrencilerin de görev alacağı çalışmalar gerçekleştirilecek. Çevre dostu havacılık Projede nano-mimarilerin mevcut kompozitlerin yapısına eklenerek çok fonksiyonluluk elde edilmesi hedefleniyor. Hafifliklerinin yanı sıra mekanik ve ısıl dirençlerinden dolayı aranan kompozit malzemeler sayesinde yakıt tasarruflu ve çevre dostu bir hava taşımacılığına katkı sağlanması amaçlanıyor. itü vakfı dergisi 71 İTÜ'DEN HABERLER İTÜ – Yıldız Holding Akademik İşbirliği İTÜ ile Yıldız Holding arasında, akademik ve endüstriyel kalkınmada öncü rol üstlenecek kapsamlı bir protokol imzalandı. Protokol sayesinde, lisansüstü eğitim çalışmaları, ar-ge projeleri ve üniversite-sanayi işbirliğinde yeni ufuklar açacak ortak akademik çalışmaların yürütülmesi hedefleniyor. “İTÜ – Yıldız Holding Akademik İşbirliği Protokolü”nün imza töreni, 30 Nisan 2015 Perşembe günü İTÜ Rektörlüğünde gerçekleştirildi. İTÜ adına Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca’nın, Yıldız Holding adına Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Ülker’in imzaladığı protokol ile iki üniversite – sanayi işbirlikleri kapsamında çok aşamalı büyük bir işbirliği başlatıldı. Törene, İTÜ Rektör Yardımcıları Prof. Dr. İbrahim Özkol, Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik, Kimya Metalurji Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Beraat Özçelik, Kimya Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Gürbüz Güneş, İTÜ Genel Sekreteri Prof. Dr. Tayfun Kındap ile Yıldız Holding Global İnovasyon Başkanı Ahmet Anbarcı da katıldı. ‘Üniversiteyi anlayan sanayi, sanayiyi anlayan üniversite’ Törende konuşan İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ’nün 250. Yılına doğru geri sayıma geçen bir üniversite olduğuna işaret ederek, “Amacımız tam bir araştırma ve inovasyon üniversitesi olarak İTÜ’yü ge- 72 itü vakfı dergisi leceğe taşımak” dedi. Özellikle son 2 yıldır yeni atılan adımlarla girişimcilik ve inovasyonu destekleyen programlar geliştirdiklerine işaret eden Karaca, öğretim üyesi projelerine verilen destek miktarı ve proje sayısının artırıldığının da altını çizdi. Karaca, “Üniversiteyi anlayan bir sanayi, sanayiyi anlayan bir üniversite modeli kurmak arzusundayız. Ülke kalkınmasının sürdürülebilirliği için akademik ve endüstriyel gelişimin birbirini tamamlaması zorunludur” dedi. Karaca, İTÜ’nün işbirliği anlaşmalarına hassasiyetle yaklaştığını, dünya markalarıyla somut ve başarılı adımlar atmayı tercih ettiğini belirterek, “Bu açıdan da Yıldız Holding ile birlikte yürüteceğimiz projelerin yeni değerler üreteceğine inanıyor, bunun için heyecan duyuyoruz. Dünyanın en eski üniversiteleri arasında yer alan yükseköğretimdeki aralıksız 242 yıllık tarihiyle İTÜ ve dünya pazarındaki prestijli konumuyla başarılı uluslararası markaları bünyesinde barından Yıldız Holding’in, akademik çalışmalar ve ar-ge faaliyetleri yürütmesine ilişkin bu protokolün, öncü bir rol üstlenerek yeniliklere kapı açması amaçlıyoruz” diye konuştu. ‘Omega-3 üzerine Almanya ile ortak çalışma’ Yıldız Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Ali Ülker, kurumların bilim ve akademi çevreleriyle dirsek temasında olmasının, birlikte ortak projeler üzerinde çalışmasının önemini vurguladı. Ülker, “Global bir gıda şirketi olarak akademik işbirlikleriyle topluma fayda sağlayacak işler yapmak ve bu konuda da öncü olmak istiyoruz. Dünyanın mücadele ettiği sorunlara çözüm bulabilmek için yeni yaklaşımlar gerekiyor. Geleneksel entelektüel alanlar global toplumun karmaşık sorularına cevap bulabilmek için değişiyor. Global sorunlara çözüm üretirken ancak el ele verdiğimiz ortak çözümler etkili oluyor” şeklinde konuştu. İstanbul Teknik Üniversitesi’nin gıda alanında yaptığı araştırmalarla dünyada da saygın bir yere sahip olduğuna işaret eden Ali Ülker, “Uzun yıllardır pek çok projede İTÜ’den destek aldık, birlik- te araştırmalar yaptık. Bu çalışmayı şimdi bir protokolle kalıcı hale getiriyoruz. Protokolün ilk adımı olarak, uluslararası bilim, teknoloji ve sanayi paydaşlarının bir araya geldiği çok boyutlu bir çalışma üzerine yoğunlaştık. Almanya’dan Kiel Üniversitesi ve Breko GmbH şirketi ile Türkiye’den İstanbul Teknik Üniversitesi ve Yıldız Holding’in inovasyon şirketi NorthStar Innovation, insanlardaki omega-3-yağ asitleri düzeyini arttırmayı hedefleyen fonksiyonel ürün üzerinde çalışacak” dedi. Yeni ürünlere yön verecek İTÜ Gıda Mühendisliği Bölümü ile Yıldız Holding arasındaki ortak projeler kapsamında, son olarak yağ-su emülsiyonlarının stabilitesinin arttırılması üzerine bir çalışma gerçekleştirilmişti. Gıda bilimi ve teknolojisinin sınırlarını genişleten bu çalışma ile elde edilen bilimsel veriler, Yıldız Holding’in ilgili kategorilerinde ürün geliştirme ekipleri tarafından yeni ürün geliştirme çalışmaları için yön verici oldu. Bir başka ortak çalışma ise çikolatada doğal olarak bulunan ve çok sayıda bilimsel çalışma ile insan sağlığına olumlu etkisi kanıtlanmış olan bazı antioksidantların incelenmesine ilişkindi. Protokol ile benzer çalışmaların artırılması da sağlanacak. Protokol neleri kapsıyor? Yıldız Holding’de kısa dönem staj yapan İTÜ’lü öğrencilerden staj sonunda seçilenlere 1 yıl boyunca yarı zamanlı çalışma imkânı, eğitimini tamamlayan öğrencilere ise tam zamanlı işe alımlarda öncelik sunulacak. Yıldız Holding’in, ulusal ve uluslararası fonlarla desteklenen projelerinde öncelikli tercih İTÜ’lü öğretim üyeleri ile işbirliği yapılması olacak. Yüksek lisans ve doktora tez çalışmalarını sürdüren İTÜ’lü öğrenciler, ortak ilgi alanına giren konularda Yıldız Holding tesis ve laboratu- varlarını kullanabilecek ve tez çalışmalarını gerçekleştirmek için hammadde, sarf malzeme desteği alabilecek. Ayrıca yüksek lisans çalışması boyunca 2 yıl süreyle, doktora çalışması boyunca 4 yıl süreyle öğrenciler Yıldız Holding bünyesinde yarı zamanlı çalışma hakkı kazanabilecek. İTÜ Gıda Mühendisliği Bölümünde belirlenen bir laboratuvarın Yıldız Holding tarafından organize edilerek, pilot tesis ve laboratuvar kurulumu üniversitenin tabi olduğu mevzuat hükümleri doğrultusunda sağlanabilecek. ASELSAN ve İTÜ Eğitim Gemisi Anlaşması ASELSAN ve İstanbul Teknik Üniversitesi (İTÜ) arasında 13 Mart 2015 tarihinde Test ve Eğitim Gemisi Niyet Anlaşması imzalandı. ASELSAN Genel Müdür Yardımcısı Mustafa Kaval ile İTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik tarafından imzalanan Test ve Eğitim Gemisi Niyet Anlaşması ile her iki kurumun da ihtiyaç duyduğu modern bir geminin ortak bir proje ekibi tarafından birlikte projelendirilmesi, tasarlanıp ürettirilmesi ve birlikte kullanılması hedefleniyor. 2016 yılı içinde inşasına başlanması hedeflenen Test ve Eğitim Gemisi, askeri ve sivil deniz sistemlerinin geliştirme aşamasında denizde denemelerinin yapılması için uygun alt yapılar ile özel analiz ve test laboratuarlarını bünyesinde bulunduracak. Üniversite ile sanayi işbirliği için yeni bir rol model olacak Test ve Eğitim Gemisi maliyet etkin olarak test imkanı sunmak yanında, modüler sistemlerin geliştirilmesine de olanak sağlayacak. ASELSAN tarafından İstanbul Kalkınma Ajansı’nın finansal desteği ile tedarik edilmesi öngörülen Test ve Eğitim Gemisi, İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesinin katkıları ile ASELSAN tarafından işletilecek. Test ve Eğitim Gemisi ASELSAN ve İTÜ dışında ürün geliştirmek isteyen şirketler ile diğer üniversitelerin eğitim amaçlı kullanımına da açık olacak. Test ve Eğitim Gemisi, ürün geliştirme yanında Denizcilik Fakültelerindeki öğrencilerin yeni nesil sistemleri, daha geliştirme aşamasında tanımasına ve kullanmasına imkan vererek Türk denizcilerinin modern imkanlar ile eğitim görmesini de sağlayacak. Test ve Eğitim Gemisi doğal afetlerde Lojistik Destek Platformu olarak yararlanılabilecek kapasite, olanak ve yeteneklere de sahip olacak. itü vakfı dergisi 73 İTÜ'DEN HABERLER İTÜ’den Rusya ile Nükleer Eğitim İş Birliği İTÜ, Rusya Federasyonu’nun nükleer araştırmalar konusunda en güçlü üniversitesi NSNU-MEPhI ile iş birliği yaptı. İTÜ ile Rusya Ulusal Nükleer Araştırmalar Üniversitesi - Moskova Mühendislik Fiziği Enstitüsü (NSNU-MEPhI) arasındaki iş birliği anlaşması, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nda düzenlenen törenle imzalandı. İmza törenine, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ve NSNU-MEPhI Rektörü Prof. Dr. Mikhail N. Strikhanov ile iki üniversiteden yetkililer ve Bakanlık temsilcileri katıldı. Lisansüstü desteği Rektör Karaca, yapılan işbirliği ile İTÜ Enerji Enstitüsü ve NSNU-MEPhI arasında araştırma ve lisansüstü eğitimde ortak çalışmalar yapılacağını belirterek, akademisyenlerin değişimi, lisansüstü öğrencilerin tez aşamasındaki değişimleri ve ortak yayınlar gibi çeşitli iş birliklerinin organize edilebileceğini kaydetti. İTÜ Enerji Enstitüsü Müdürü Prof. Dr. Altuğ Şişman ise anlaşmanın uzun süredir yapılan karşılıklı görüşmeler neticesinde en fazla ortak faydanın sağlanacağı şekilde yapılandırıldığını söyledi. İTÜ Enerji Enstitü- sünün yakında NSNU-MEPhI öğretim üyelerine de ev sahipliği yaparak nükleer alanda ortak bir lisansüstü programı başlatacağını ve böylece ortak araştırmalar için köprü oluşturacaklarını belirtti. lar, Laser Kesici, CNC Tezgahı, Vinil Kesici, Enjeksiyon Kalıplayıcı, Masaüstü CNC yer alıyor. İTÜ öğrencilerinin ve girişimcilerin bu makineleri uygulamalı olarak deneyimleme olanağı bulacağı GE Garaj atölye çalışmaları, seminerler ile desteklenecek. GE Garaj Açıldı İTÜ’nün General Electric (GE) Türkiye ile yaptığı işbirliğinin en önemli parçası olarak "GE Garaj" Ayazağa Yerleşkesinde açıldı. İTÜ GİNOVA’nın ev sahipliğinde İTÜ Ayazağa Kampüsü Deprem ve Afet Yönetimi Enstitüsü'nde gerçekleştirilen açılış töreni, katılımcılara GE Garaj’da yaptırılan tanıtım gezisi ile başladı. Endüstriyel tasarımcıların, mühendislerin, girişimcilerin ve akademisyenlerin bir araya gelerek fikirlerini ürünlere dönüştüre- 74 itü vakfı dergisi ceği bir üretim merkezi olacak GE Garaj, haziran ayına kadar her hafta çarşamba ve perşembe günleri hizmet verecek. GE Garaj’da; 3D Tarayıcı, Arduino, 3D Yazıcı- İlk Seminer GE İnovasyon ve Pazarlama Başkanından Açılış için Türkiye’ye gelen GE Dünya İnovasyon ve Pazarlama Başkanı Beth Comstock, ise GE Garaj Atölye Çalışmaları kapsamında ilk semineri veren isim oldu. “Endüstrinin Geleceği ve İnovasyonda Yeni Yaklaşımlar” konulu seminere; öğrenciler, akademisyenler ve farklı sektörlerden iş dünyası profesyonelleri katıldı. Comstock, inovatif bakış açısının geleceğin dünyasındaki önemine değindiği seminerinde, öğrencilere tutkularının peşinden gitmelerini tavsiye etti. İTÜ GİNOVA Müdürü Prof. Dr. Şebnem Burnaz ise seminerin ardından Beth Comstock’a teşekkürlerini iletirken, etkinliğe ev sahipliği yapmaktan mutluluk duyduklarını belirtti. Burnaz, GE Garaj’ın ayrıcalıklı bir çalışma olduğunu vurgularken, inovatif fikirlerin gelişmesinin destekleneceğini söyledi. na başvurmak isteyen akademisyenlere Rektörlüğün her zaman destek olduğunu söyledi. Araştırmacıların projelerini uluslararası platformlarda tanıtmaları ve destek almalarının hem kendileri hem de İTÜ için ne denli önemli olduğuna değinen Karaca, “İTÜ bir araştırma ve inovasyon üniversitesi diyoruz. Bunu sağlayacak, bu varlığı güçlendirecek adımı atacak olanlar akademisyenlerimiz. Başka türlü bu niteliği taşıyan bir üniversite olmamız mümkün değil” dedi. Rektör Mehmet Karaca, toplantıda akademisyenlerin sorunlarını ve taleplerini de dinledi. Akademisyenlere “Horizon 2020 Programı” Tanıtımı AB’nin Araştırma ve Yenilik Çerçeve Programı olan “Horizon 2020 Programı”, İTÜ akademisyenlerine tanıtıldı. İTÜ AB Merkezi Araştırma Ofisi tarafından 28 Nisan Salı günü Ayazağa Yerleşkesi - Kültür Sanat Birliği Küçük Salonda düzenlenen toplantıya, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Mehmet Sabri Çelik ve genç araştırmacılar katıldı. Toplantıda akademisyenlerle sohbet eden Karaca, araştırma programları- Bilgi Toplumu Yolculuğunda “İTÜ 5G Çalışma Grubu” İTÜ, Türkiye’nin bilgi toplumu olma yolculuğunda hak ettiği yeri alması, hatta dünyada lider ülkelerden biri olması adına 5G çalışmalarını çok önemli ve tarihsel bir fırsat olarak değerlendiriyor. Türkiye’nin iletişim teknolojilerinde sadece kullanıcı ve ithalatçı konumundan çıkıp hızla teknoloji geliştiren ve satan konuma gelmesi için Elektrik-Elektronik Fakültesi ve Bilişim Enstitüsü’nün işbirliği içinde, “5G Çalışma Grubu” oluşturuldu. Yaklaşık 1 yıldır 5G üzerine araştırmalarına devam eden İTÜ, ileri teknolojilerde öncü olma misyonuyla yeni bir çalışma başlattı. Bilişim, elektronik ve telekomünikasyon alanında uzman akademisyenlerden oluşan “İTÜ 5G Çalışma Grubu” kuruldu. Bu sayede, sadece ülkemiz değil dünya için de yeni olan bu teknolojiyle ilgili teknolojik bileşenler, standartlar ve insan kaynağı konusunda araştırmalar yürütülecek. İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca, “250. Yaşına doğru ilerlerken dünyanın en köklü üniversitelerinden biri olarak, amacımız yeni teknolojilerin keşfedilme sürecinden itibaren tüm aşamalarında sektörel paydaşlarla işbirliği yaparak yer almak. İTÜ bilimsel ve teknolojik çok sayıda yeniliğe imza atmış, ülkemizi yeni teknolojilerle tanıştırmış bir kurum olarak bugün de pek çok geleceğe yönelik çalışma yürütüyor. Şimdi ise dünyanın gündemindeki böyle önemli bir konuda, geleceğin teknolojilerini yapılandıracak aktörlerden biri olmak için çalışıyoruz” dedi. İTÜ’nün akademik bir kurum olarak başlıca görevleri arasında nitelikli insan kaynağı ye- Horizon 2020 Programı Avrupa’nın küresel rekabet edebilirliğini güçlendirmeyi amaçlayan Horizon 2020’de, 2014-2020 yılları arasında yürütülen tüm araştırma ve yenilik programlarının bütüncül bir sistem altında toplanması hedefleniyor. Bilimsel Mükemmeliyet, Endüstriyel Liderlik, Rekabetçilik ile Toplumsal Sorunlara Çözümler olmak üzere üç ana başlık altında yapılanan Hoziron 2020’nin toplam bütçesi 72,5 Milyar Avro. tiştirmenin olduğuna dikkat çeken Karaca, şunları kaydetti: “5G’nin Türkiye’de şekillenmesi sürecinde aktif yer almak istiyoruz. Bunun standartları, frekansları ve alt teknoloji bileşenlerinin belirlenmesi gibi birçok aşamayı ele alacağız. Ama en önemlisi, bu alanla ilgili uzman işgücünü yetiştirmek hedefindeyiz. Bunun için öncelikle insan kaynağı eksikleri nedir, hangi akademik programlar geliştirilmeli konularına eğileceğiz. 5G üzerine hem sektörde hem de akademik anlamda çalışacak insan kaynağını yetiştirmeye yönelik yüksek lisans ve doktora programları açmayı hedefliyoruz.” İTÜ Elektrik Elektronik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Serhat Şeker de mobil internet pazarının giderek büyüdüğüne ve bu temeldeki teknolojilerin insan hayatının her alanını kolaylaştıracağına dikkat çekti. Şeker, “Mobil internet, nesnelerin interneti, makineler arası iletişim ve bulut teknolojilerinin potansiyeli hem ülkemizin ekonomik kalkınması hem de bilimsel ve teknolojik ilerleme adına çok önemli. İTÜ, bilimsel ve akademik ilerlemede inisiyatif alarak, bu alanda Türkiye’de yapılacak araştırma çalışmalarının mimarları arasında yer alma amacındadır” dedi. itü vakfı dergisi 75 İTÜ'DEN HABERLER Meteoroloji Mühendisliği Brifing Odası Açıldı 23 Mart Dünya Meteoroloji Günü kutlamaları kapsamında İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölümü tarafından “Şehircilik Meteorolojisi Çalıştayı” ve “Meteoroloji Mühendisliği Brifing Odası” açılışı gerçekleşti. Şehircilik ve meteoroloji konusunda uzman ve akademisyenlerin katıldığı “Şehircilik Meteorolojisi Çalıştayı” Meteoroloji Mühendisi Çetin Gül’ün bağlama dinletisi ile başladı. Meteorolojik açıdan şehirlerin değerlendirildiği çalıştayın açılış konuşmasını, İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Duran Şahin yaptı. Meteorolojinin disiplinler arası bir bilim olduğunu ve özellikle Mimarlık, Şehir ve Bölge Planlama Bölümleriyle ortak çalışmalar yapılması gerektiğini vurgulayan Şahin, “Meteoroloji hayati öneme sahip bir alandır. Meteoroloji, afetlerden korunmak için, su kaynaklarının korunması için, ulaşım, havacılık, denizcilik gibi birçok alanda etkin bir role sahiptir” dedi. ‘Meteoroloji şehircilikten ayrı düşünülmemeli’ Meteoroloji Mühendisleri Odası Başkanı Fırat Çukurçayır da meteoroloji biliminin 76 itü vakfı dergisi yasasında, kanunlarda ve yönetmeliklerde yer bulmalı” diye konuştu. dünyada hak ettiği yeri bulamadığını belirterek, “Şehircilikte altyapıdan üstyapıya kadar bütün alanlarda meteorolojinin yeri olması gerekiyor. Ülkemizde binaların sadece barınma amaçlı inşa ediliyor. Bu nedenle şehirlerde yaşadığımız kronik sorunlarla karşı karşıyayız. Meteoroloji ve çevre gibi bilimler ülkelerin gelişmişliği ile bağlantılı olarak ilerliyor. Meteoroloji imar ‘İstanbul laboratuvar gibi’ Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ise meteoroloji biliminin hemen her alanı ilgilendirdiğini vurgulayarak, açılışı yapılan Brifing Odası’nın meteoroloji mühendisliği için gerekliliğine dikkat çekti. Brifing odası sayesinde öğrencilerin verileri nasıl değerlendirmeleri gerektiğini öğreneceklerini söyleyen Karaca, meteoroloji biliminin ve meteoroloji mühendislerinin sektörde daha etkin rol alması için Rektörlük olarak her zaman destek sunacaklarını vurguladı. Karaca, iklimin ve meteoroloji biliminin çağlar boyunca önemini hep koruduğuna işaret ederek “Binlerce yıl önce insanlar iklim değişiklikleri yüzünden göçebe hayat sürüyorlardı. Günümüzde yerleşik toplumlar halinde yaşıyoruz ve iklim değişikliklerine uyum sağlamak zorundayız. Şehir iklimi araştırmalarında en önemli laboratuvar İstanbul’dur aslında” dedi. Hava olaylarının tahmini Şehircilik Meteorolojisi Çalıştayı açılış konuşmalarının ardından Meteoroloji Mühendisliği Brifing Odası açılışı yapıldı. Açılış kurdelesini Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ve bir öğrenci kesti. Açılışın ardından Prof. Dr. Sibel Menteş kısa bir sunum yaparak Brifing Odası hakkında bilgi verdi. Atmosferin seviye seviye katmanlarını gösteren 13 ekranlık harita duvara sahip İTÜ Meteoroloji Mühendisliği Brifing Odasında önemli hava olaylarının önceden tahmini yapılabilecek. İstanbul ve önemli il merkezleri için hava tahmini konusunda kamu ve özel kurumlara meteorolojik destek verilebilecek. Aynı anda pek çok haritanın yorumlanabileceği laboratuvar, öğrencilere teorik bilgileri pratiğe geçirirken görsel bir destek sunacak. Şu an kullanılan haritaların uluslararası hava istasyonlarından alındığı laboratuvarda en kısa zamanda İTÜ’nün ürettiği haritalar üzerinden hava tahmini yapılabilecek. İTÜ’den Meteorolojik Tahmin ve Analizde Yeni Adım yorumlanabiliyor ve bu sayede daha hızlı hava tahmini yapılabiliyor. Dünyada yıldırım ve şimşek takibi Avrupa Meteorolojik Uyduları İşletme Teşkilatı’nın (EUMETSAT) sahip olduğu uydu veri ve görüntülerini gerçek zamanlı olarak yansıtabilme özelliğine sahip Brifing Odasında, önemli hava olaylarının gerçek zamanlı takibi yapılabilecek. Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün işlettiği meteorolojik radarların veri ve görüntüleriyle birlikte, hava tahmin harita ve ürünlerine ulaşılabilecek. Ayrıca Brifing Odası, küresel olarak yıldırım ve şimşek olaylarının takibine olanak sağlayacak. Türkiye’nin ilk ve tek Meteoroloji Mühendisliği Bölümüne sahip İTÜ, meteorolojik tahminler yayınlamaya ve önemli hava olaylarının tahmin ve analizinde yeni çalışmalar yapmaya hazırlanıyor. İTÜ Meteoroloji Brifing Odası, kamu ve özel kurumlara meteorolojik bilgi desteği de verebilecek. Harita duvar İTÜ’de Meteoroloji Mühendisliği Bölümünün eğitim kalitesini artırmak ve çalışma- larında uzmanlığı yükseltmek amacıyla atılan adımlara bir yenisi daha eklendi. Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesi içinde Meteoroloji Mühendisliği Brifing Odası açıldı. Öğrencilerin bilgi ve becerilerini artıracak ve teorik bilgilerini pratiğe geçirirken görsel bir destek sağlayacak Brifing Odasında, 13 ekrandan oluşan meteorolojik harita duvar yer alıyor. Atmosferin seviye katmanlarını gösteren haritalar, aynı anda İstanbul ile başlayacak Meteoroloji Mühendisliği Bölümünde geçtiğimiz yıl açılan WRF sayısal hava tahmin modelinden elde edilecek harita ve grafiklerin Brifing Odasına sunulmaya başlanması ile birlikte öncelikle İTÜ merkez yerleşkesi ve İstanbul olmak üzere, daha sonra da diğer il merkezleri için hava tahminleri yayınlanacak. 24 saat çalışılabilecek laboratuvarda kamu ya da özel sektöre hava tahmini hizmeti verilmesinin yanı sıra önemli hava olaylarının öncesi ve sonrasında meteorolojik destek sağlanacak. İTÜ, Açık Deniz Mühendisi Yetiştirecek Türkiye’nin ilk Açık Deniz Mühendisliği Lisansüstü Programı, mühendislik eğitiminin 242 yıllık adı olan İTÜ’de açılıyor. Ülkemizdeki gemi inşa sanayinin açık deniz yapıları sahasına yönelme kararı üzerine yurtdışındaki örnekler incelenerek geliştirilen program, sanayinin bu alandaki gelişimini destekleyecek adres olacak. İTÜ, değişen ülke ve sektör koşullarına göre akademik yeniliklere imza atmayı sürdürüyor. Bu kapsamda, İTÜ Gemi ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği Bölümü bünyesinde Açık Deniz Mühendisliği Lisansüstü Programı hayata geçirilecek. Gemi inşa sanayinin önümüzdeki yıllarda açık deniz yapıları sahasına yönelme kararı alması üzerine İTÜ’ye kazandırılan program, yetiştireceği uzmanlar saye- sinde ülkemizin bu alandaki gelişiminde öncü rol üstlenecek. Sektöre Canlılık 2015-2016 Akademik Yılı itibariyle öğrenci kabul etmeye başlayacak program, özellikle yurtdışından gelen gemi ve yat siparişlerinde düşüşler yaşayan sektörün, açık deniz yapılarının inşası- na yönelmesini destekleyecek profesyonelleri yetiştirecek. Ders programları ve içerikleri, İTÜ Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi akademik kadrosu tarafından yurt dışındaki başarılı programların incelenmesiyle oluşturuldu. Ayrıca, akademisyenler, sanayiciler ve öğrencilerden geri beslemeler ve öneriler de alındı. itü vakfı dergisi 77 İTÜ'DEN HABERLER Kent İçi Ulaşım Çalıştayı İTÜ'de Yapıldı İTÜ, Yalova Üniversitesi, Bahçeşehir Üniversitesi ve E'PR Yerel Yönetim Ajansı işbirliğiyle düzenlenen “Kent İçi Ulaşım Çalıştayı” 24-25 Mart tarihlerinde İTÜ'nün ev sahipliğinde gerçekleştirildi. Ayazağa Yerleşkesi Süleyman Demirel Kültür Merkezinde yapılan çalıştaya, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Feridun Bilgin, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Yalova Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Niyazi Eruslu, Bahçeşehir Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Şenay Yalçın, Bursa Büyükşehir Belediye Başkanı Recep Altepe, Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, Hatay Büyükşehir Belediye Başkanı Lütfü Savaş, yerel yöneticiler, akademisyenler ve ulaşım sektörü temsilcileri katıldı. 3 araçtan 1’i İstanbul’da Bakan Feridun Bilgin, 2023 yılında kadar ülke genelindeki bütün büyük şehirlerde kent içi ulaşıma yönelik izlenecek eylem planlarından bahsetti. Kent içi ulaşım sorunun giderilmesi için toplumda toplu taşıma araçlarının kullanımına ilişkin kültürün yerleşmesi gerektiğini söyleyen Bilgin, “Nüfus artışı ve büyüme eğilimleri, 2023 yılında toplam taşıma düzeyinin bugünkünün 3 ka- 78 itü vakfı dergisi tına çıkacağını gösteriyor” dedi. Bilgin, şu bilgileri aktardı: “Ulaştırma, sanayileşme, konut, turizm, tarım politikalarının birbirini tamamlayacak bir nitelikte olmasını zorunlu kılmaktadır. Kent nüfusunda yaşanan her artış ise daha fazla taşıt trafiği olarak geri dönmektedir. Bakınız ülkemizde sadece geçen yıl ülkemizde trafiğe yeni çıkan taşıt sayısı 888 bin 974 oldu. Bu yılın sadece ocak ayında 137 bin 334 yeni araç trafiğe girdi. Bu araçların yaklaşık üçte biri İstanbul trafiğine kayıtlıdır.” 'Toplu ulaşımda yenilenebilir teknolojiler önemli' Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca ise ulaşımın büyükşehirlerde güncelliğini hiçbir zaman yitirmeyen özellikle, İstanbul’un gündemini sürekli meşgul eden bir konu olduğuna işaret ettiği konuşmasında, İTÜ’nün yer aldığı ulaşım projelerinden de bahsetti. Karaca, toplu ulaşım alternatiflerini ve kapasitelerini artırmanın çok önemli olduğunu ancak kent içi ulaşımda nitelikli ve erişilebilir toplu ulaşım alternatifleri sunmak kadar yenilenebilir teknolojilere yönelmenin de gerekliliğine dikkat çekti. Karaca, şunları kaydetti: “İTÜ olarak bu teknolojileri geliştirmek için çalışan bir üniversiteyiz. Türkiye’nin ilk elektrikli minibüsünü tasarladık hala geliştiriyoruz; şu anda bir şarjla en az 400 km yol alabiliyor. Şarj süresini kısaltma ve mesafeyi uzatma yolundaki çalışmalarımız sürüyor. Tamamlandığında üniversitemizdeki ring servisleri elektrikli minibüsle gerçekleştirmeyi hedefliyoruz. Ayrıca ülkemizin güneş enerjili ilk aile arabasını da öğrencilerimiz tasarlıyor. İsmi ARUNA. İnşallah bu yaz tanışacaksınız, ülkemizi bu araçla yurtdışında da temsil etmeye hazırlanıyoruz. Biz yenilebilir ulaşım çözümleriyle örnek olmayı da amaçlıyoruz” dedi. Çözüm raylı sistemlerde Çalıştayın ilk oturumu büyükşehir belediye başkanları tarafından gerçekleştirildi. Başkanlar sunumlarında, şehirlerinde kent içi ulaşıma yönelik yapılan çalışmalardan bahsetti. Farklı şehirlere ilişkin yapılan tüm sunumlarda, çözüm noktası raylı sistem ağının genişletilmesi üzerinde birleşti. Kent içi ulaşımının bütün yönleriyle ele alındığı ve çözüm önerilerinin masaya yatırıldığı çalıştayda Kentsel Ulaşımda Planlama, Trafik Yönetimi ve Denetimi, Ulaşım Alt Yapıları, Toplu Taşıma- Raylı Sistemler, Lojistik, Denizyolu ve Organik Ulaşım gibi konu başlıklarıyla gerçekleştirilen oturumlarda, çok sayıda sorun uzmanlar tarafından ele alındı. “Türkiye’de Anma ve Anıtlaştırma Yolları” Paneli Çevre ve Şehircilik Uygulama Araştırma Merkezi tarafından Çanakkale Zaferinin 100. Yılı kapsamında, “Türkiye’de Anma ve Anıtlaştırma Yolları” başlıklı panel düzenlendi. 18 Mart 2015 Çarşamba günü Mimarlık Fakültesinde gerçekleştirilen etkinlikte, “Zamanın Mekânsal Kurguları: Anma, Anıtlaştırma Biçimleri ve Anma Mekânları” araştırmasının çıktıları paylaşıldı. Panel, Çevre ve Şehircilik Uygulama ve Araştırma Merkezi Müdür Doç. Dr. Hayriye Eşbah Tunçay ve Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Sinan Mert Şener’in açılış konuşmalarıyla başladı. Disiplinlerarası bakış açısıyla Türkiye’deki anma yolları ve anıtlaştırma biçimlerini Çanakkale üzerinden anlamaya çalışmak ve anmalara yönelik ülkemizdeki çağdaş temsillerin, tasarım dillerinin ve Doç. Dr. Hayriye Esbah Tunçay başka zaman algılarının açığa çıkarılması hedefleriyle 1,5 yılı aşkın araştırma projesindeki gözlem ve deneyimler; sosyoloji, peyzaj ve tasarım üzerinden katılımcılara aktarıldı. İlk oturum konuşmalarında Gelibolu yarımadasında bütünsel bir temanın olmaması ve birbirinin kopyası anıtlaştırma örnekleri eleştirilirken, toplumda iz bırakan olaylar ve anıtlaştırmalar konusunda dünyadan örnekler ile karşılaştırma yapıldı. Anma mekânlarının yılın 365 günü hayatın içinde ve bireylere hitap edecek tasarımlara sahip olması gerektiği vurgulanırken, peyzajın tasarım unsuru olarak kullanılması gerektiğinin altı çizildi. Oturum sonlarında güncel bir anma yolu denemesi olarak sunulan, sanatçı Ayşe Gül Süter’in video enstalasyonu ve İTÜ TMDK Müzik Teknolojileri Bölümü öğrencilerinin ses enstalasyonu katılımcılardan oldukça ilgi gördü. Bilim, Sanat ve Teknoloji Seminerleri 'Deniz' Temasıyla Sürdü Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi'nden Prof. Dr. Odd Magnus Faltinsen, 30 Mart Pazartesi günü İTÜ’ye konuk oldu. Prof. Faltinsen,"Challenges in Marine Technology Related to Food, Energy, Transportation and Inrastructure" konulu seminer verdi. Üniversitemizin Bilim, Sanat ve Teknoloji Seminerleri serisi kapsamında, Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi tarafından düzenlenen seminere çok sayıda öğretim üyesi ve öğrenci katıldı. Prof. Faltinsen konuşmasında, dünya denizlerinin beslenme, enerji ve ulaşım açısından sağladığı olanaklar ile üstesinden gelinmesi gereken güçlüklere dikkat çekti. Artan dünya nüfusu her gün daha fazla yiyeceğe ihtiyaç duyduğunu fakat insanların deniz ürünlerinden yeterince faydalanamadığını söyleyen Faltinsen şunları aktardı: “Denizlerden daha fazla besin elde etmek için büyük bir potansiyel mevcuttur. Toplam biyolojik üretim kalori cinsinden kara ve deniz arasında eşit olarak bölünmüştür. Fakat insanların tüketimi için üretilen yiyeceklerin sadece yüzde 2’si deniz kaynaklıdır. Dünya denizlerinin yüzde 80’i 3 bin metreden daha derindir. Bu nedenle denizlerin çeşitli maksatlar için kullanılması önemli zorlukların üstesinden gelinmesini gerektirmektedir.” Dr. Faltinsen, deniz dalgaları, rüzgar ve akıntı gibi yenilenebilir enerji kaynaklarının kullanımının oldukça önemli olduğuna da dikkat çekerek, bunun hem bugünün hem de geleceğin gündemi olduğunu söyledi. Prof. Dr. Odd Magnus Faltinsen Hakkında Odd Faltinsen, 1968 yılında Bergen Üniversitesinden mezun olduktan sonra 1971 yılında Michigan Üniversitesinde Gemi İnşaatı ve Deniz Teknolojileri Mühendisliği alanında doktorasını yaptı. Faltinsen, Norveç Bilim ve Teknoloji Üniversitesi Deniz Hidrodinamiği Departmanında hidroelastik de dahil olmak üzere her türlü deniz yapılarındaki yükler konularında çalışmalar yürütüyor. Prof. Faltinsen’nin dünya çapında bir başvuru kaynağı olarak kullanılan kitabı “Sea loads of Ships and Offshore Structures” Korece ve Çince’ye; “Hydrodynamics of High-Speed Marine Vehicles” kitabı da Çince’ye çevrilmiştir. itü vakfı dergisi 79 İTÜ'DEN HABERLER Prof. Dr. Celâl Şengör Avusturya Bilimler Akademisi'ne Seçildi İTÜ Maden Fakültesi ve Avrasya Yerbilimleri Enstitüsü öğretim üyesi Prof. Dr. Celâl Şengör Avusturya Bilimler Akademisi'nin muhabir üyeliğine seçildi. Şengör, Ord. Prof. Dr. Ekrem Akurgal'dan sonra bu akademiye seçilen ikinci Türk oldu. Akademide, Avusturya vatandaşı olmayan bilim insanları muhabir üyeliğe seçiliyor. 750 üyesi olan akademi, İngiltere'deki Royal Society ve Almanya'daki Leopoldina'yı model alarak 1847'de kuruldu. Bu yılki bütçesi 97 milyon Avro olan akademi, Avusturya'da üniversitelerden sonra en kapsamlı bilimsel araştırma kurumu olma özelliği taşıyor. Prof. Şengör “Bana bugüne kadar bilimsel araştırmalarımda en büyük desteği sağlayan sizlere, üniversiteme ve İTÜ'deki arkadaşlarıma en içten teşekkürlerimi bildirmek benim için en büyük zevktir. Bu hiç kuşkusuz hepimize yansıyan bir başarıdır.” dedi. Prof. Dr. Celâl Şengör daha önce Academia Europaea (ilk Türk), ABD Ulusal Bilimler Akademisi (ilk Türk), Rus Bilimler Akademisi (Ord. Prof. Dr. Fuad Köprülü'den sonra ikinci Türk) ve Leopoldina Alman Ulusal Bilimler Akademisi (Ord. Prof. Hamit Nafiz Pamir'den sonra ikinci Türk) üyeliklerine de seçilmişti. Mikro Robotlar Dünyasına Yolculuk çalışıyoruz. Önemli konuları ele alıyor, değerli isimler ağırlıyoruz” dedi. Arpacı, Dr. Cavit Çıtak hakkında da konuklara bilgi aktardı. Doğadan Esinlenen Robot Tasarımları Ardından, Max Planck Enstitüsü ve Carnegie Mellon Üniversitesinde çalışmalarını sürdüren Prof. Dr. Metin Sitti “Minyatür Robotlar” konulu konferans verdi. Sitti, kan damarları gibi küçük boyutlu alanlara sığabilen minyatür ve hareketli robotların tıp, biyomühendislik, mikro üretim, güvenlik ve denetleme gibi alanlarla yeni ve radikal uygulamaları mümkün kılabileceğini belirtti. Milimetrik ve santimetrik boyuttaki robotları anlatan Sitti, duvara tırmanan, su üstünde yürüyen, kanatlarla uçan ve havaya zıplayıp süzülen robotlar gibi doğadan esinlenen tasarımlar ve bunların üretim – denetim süreçleri hakkında bilgi verdi. İTÜ Makine Fakültesi tarafından, Dr. Cavit Çıtak anısına bu yıl 8. kez “Dr. Cavit Çıtak Teknoloji Konferansı” gerçekleştirildi. 15 Nisan Çarşamba günü Makine Fakültesi Orhan Öcalgiray Konferans Salonunda düzenlenen konferansta, mikro robotlar konuşuldu. Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, Maki- 80 itü vakfı dergisi ne Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Mehmet Alaittin Arpacı, Çıtak Ailesi, akademisyenler ve öğrencilerin katıldığı konferans, internet üzerinden de canlı yayınlandı. Açılış konuşmasını yapan Dekan Prof. Dr. Arpacı, Makine Fakültesi’nin 70. Yılı için bir seminer dizisi başlattıklarına işaret ederek, “Her hafta bir seminer yapma gayretiyle Hap Robot Tıbbi uygulamalarda kullanılmak üzere tasarlanan, ağızdan yutulan ve mide içinde görüntü alabilen, biyopsi yapabilen, ilaç verebilen kapsül boyutundaki robotları da tanıtan Sitti, neredeyse gözle görünemeyen, manyetik ya da bakteriler tarafından itilen yeni mikro robotlar hakkında da bilgi verdi. Geleceğin Teknolojilerinde İTÜ’lülerin Adı Robotikte Avrupa Üçüncülüğü Arı Teknoloji Geliştirme Kulübü (ARIGE), uluslararası çaptaki en büyük ve en prestijli robot yarışmaları arasında yer alan “Robot Challenge”da İTÜ’yü temsil ederek, Avrupa üçüncülüğü aldı. Avusturya'nın Viyana şehrinde düzenlenen ve yaklaşık 500 robotun katıldığı uluslararası robot yarışmasında, İTÜ’yü Makine Mühendisliği Bölümü öğrencisi Ümit Yelken ve Erdem Şen, Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Bölümü öğrencileri Talha Gülbudak, Erkan Şen ve Abdüssamet Hatipoğlu ile Endüstri Mühendisliği Bölümü öğrencisi Elif Almira Sözlü'den oluşan takım temsil etti. “Puck Collect” kategorisinde yarışan ve bu kategorideki tek Türk takımı olan İTÜ ekibi, “The Bee of Vienna” isimli robotu ile Avrupa üçüncülüğü elde etti. ‘İyi bir ekip çalışması’ Makine Mühendisliği Bölümü 3. sınıf öğrencisi Ümit Yelken, daha yüksek bir derece alabilecekken yaşadıkları çeşitli olumsuzlukların kendilerini zorladığını belirterek, “Yarışmaya hazırlanmak için sınavlarımızdan, derslerimizden çok fazla taviz verdik. Yarışmanın ilk günü teknik bir arıza sonucu tüm elektronik aksamımız yandı. Ancak ekip çalışması olarak gerçekten çok iyi olduğumuz için hızlı bir şekilde tüm elektronik aksamımızı yeniledik” dedi. Ekibin elinden geleni yaptığını ve böyle prestijli bir yarışmada ilk 3 derecede yer alabilmenin önemli olduğunu söyleyen Yelken, şöyle konuştu: “Tüm ekip arkadaşlarıma teşekkür ediyorum. Çok ciddi rakiplerimiz vardı, özellikle Ruslar teknik anlamda yarışmaya çok iyi robotlar getirmişlerdi. Türkiye’den katılımın çok az olduğu bir yarışmaydı. Ödülümüz verilirken bayrağımızı dalgalandırmak bizi çok gururlandırdı. Verdiği destek için üniversitemize de çok teşekkür ederiz.” Robot Challenge Hakkında Robot Challenge, katılımcıların kendi otonom ve mobil robotlarını yaptıkları, dünya çapındaki en büyük etkinlikler arasında yer alıyor. Dünyanın her yanından robotik konusunda ilgili insanları bir araya getirerek, geniş kitlelere yaratıcılıklarını sergileme fırsatı sunuyor. 14 farklı yarışma kategorisiyle, yeni başlayanlar kadar deneyimli robot tasarımcılarına, her yaştan katılımcıya da mücadele zemini sağlıyor. Bilişim, elektronik, mekanik ve yapay zeka alanında ayların emeğine karşılık, katılımcılar ödül olarak robotlarını hevesli izleyicilere tanıtma şansı yakalıyor. Son yıllarda robotik alanında dünya çapındaki en büyük etkinliklerden biri haline gelen Robot Challenge’da, 2004 yılından bu yana 56 ülkeden 2 binden fazla robot yarıştı. Türkiye’de bu yıl ilk kez düzenlenen IoT Line Fair - Nesnelerin İnterneti ve Akıllı Ürünler Fuarı kapsamında düzenlenen yarışmada, öğrencilerimiz iki derece aldı. Aynı tarihlerde düzenlenen robot yarışlarından ise yine dereceyle döndü. 18 Nisan 2015 tarihinde üniversitemiz ev sahipliğinde düzenlenen IoT Line Fair kapsamında çok sayıda akademik toplantı ve proje sergileri gerçekleştirildi. Türkiye’den alanla ilgili birçok projenin yer aldığı fuarda, Elektronik Mühendisliği Yüksek Lisans öğrencisi Güray Yıldırım, Elektronik ve Haberleşme Mühendisliği Lisans öğrencisi Burak Acar ve Elektrik Mühendisliği Lisans öğrencisi Oğuzhan Gençel’den oluşan takım “Burun” ve “Düşenin Dostu” projeleriyle ikincilik ve üçüncülük dereceleri aldı. Fuarı takiben 19 Nisan 2015 tarihinde Bahçeşehir Üniversitesinde düzenlenen “BAU Robotics” etkinliğine katılan öğrencilerimiz, Microsoft İnternet Çözümleri kategorisinde “İnternet Will Bee” projesiyle ikincilik elde etti. itü vakfı dergisi 81 İTÜ'DEN HABERLER İTÜ’lülerin Yeni Gururu Ağustos'ta Türkiye Turunda rında temsil edecek. İTÜ’lülere ve ülkemize yeni bir gurur yaşatmayı hedefleyen öğrencilerimiz, “Avusturalya’daki 3 bin km’lik WSC yarış parkurunu bitirebilen ilk Türk ekibi olarak Türkiye’nin yenilenebilir enerji ve elektrikli araç teknolojileri konusunda geldiği noktayı göstermek istiyoruz” diyor. ARUNA için farklı bölümlerden 26 İTÜ T ürkiye Ağustos 2015’te, ülkenin ilk 4 kişilik güneş enerjili arabası “ARUNA” ile tanışacak. Kilometrede 1 kuruşluk enerji yakan ARUNA, 70 km/ saat hızla giderken, ev tipi su ısıtıcısı kadar enerji harcıyor. Türkiye’nin 'en fazla kupaya sahip güneş arabası ekibi' unvanına sahip İTÜ Güneş Arabası Takımı (İTÜ GAE) yeni araç için hem heyecanlı hem de iddialı: “ARUNA ile yerli otomobil çalışmalarının ciddileşmesine katkıda bulunacağımıza inancımız tam.” Ağustos ayında İstanbul’dan başlayarak Türkiye turuna çıkacak ARUNA, 16 il gezdikten sonra tekrar İstanbul’a dönecek. Ekimde ise kıtalar aşıp Avusturalya’ya gidecek ve ülkemizi 1987’den bu yana düzenlenen World Solar Challenge yarışla- 82 itü vakfı dergisi öğrencisi çalışıyor. Projelerini ve hedeflerini, İTÜ GAE Ekip Lideri Elektrik Mühendisliği Bölümü Öğrencimiz Burak Oklar ve İTÜ GAE Organizasyon Sorumlusu İnşaat Mühendisliği Bölümü Öğrencimiz Murat Kütük anlattı: “Güneş Enerjili Aile Aracı” Türkiye için bir ilk olacak ve dünya çapında yarışacaksınız. Ekibe neler hissettiriyor? - İlk olması hem bizim ekibimiz hem de üniversitemiz için önemli bir tanıtım kaynağı olacak o yüzden heyecanlıyız. 10 sene boyunca tek kişilik 7 araç ürettik. 4 kişilik bir araç üretecek deneyimimizin olmaması bizim için dezavantajdı. Tasarım başlayınca çok da eksiğimiz olmadığını gördük. Sadece bazı şeyleri değiştirmemiz gerekiyordu. Başta bizi korkutsa da şu anda öyle bir korkumuz kalmadı, çalışmalara doludizgin devam ediyoruz. Katılacağımız World Solar Challenge (WSC), Avusturalya’da 1825 Ekim 2015 tarihlerinde düzenlenecek. Yarış 3 farklı sınıfta düzenleniyor. Geçmişte Challenger sınıfında yarışıyorken, şu anda Cruiser sınıfına geçtik. Birkaç takımın daha bu sınıfa geçmesini bekliyoruz. Oldukça heyecan verici bir konsept. Tek kişilik araçlardan sonra yarışa ilaç gibi geldi. Aracın hangi aşaması daha çok uğraş istiyor? Tasarım boyutu mu, üretim safhası mı? - Kabuk tasarımı konusunda epey problem yaşadık. Aracımızın özgün bir tasarıma sahip olmasını istedik. Bu süreçte birçok aracı inceledik; çizgileri nasıl, aerodinamik özellikleri nasıl, birçok araçtan feyz aldık. Bu güne kadar ürettiğimiz araçların verimli olması için aerodinamik olması ön planda idi. Bu aracımızda fonksiyonellik de önem kazandı. nımlı fren sistemi (regenerative brake) de eklendiğinde bu miktar 0.8 kuruşa kadar düşüyor. Bu tip aracın dünyada örnekleri var mı? - World Solar Challenge yarışları 1987’den bu yana 2 senede 1 defa olmak üzere Avusturalya’da düzenleniyor. Bochum Üniversitesi 2011 yılında ilk defa sıradan güneş enerjili araç tasarımlarının dışına çıkarak Cruiser sınıfında bir araç ürettiler ve büyük beğeni topladılar. BOcruiser adlı araçlarına atıfta bulunarak Cruiser sınıfı eklendi. Bochum Üniversitesi araçlarını 4 kıtada toplam 23 bin km sürerek Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi. 2013 yılında Eindhoven Üniversitesi Amerika turu gerçekleştirdi. New South Wales Üniversitesi de ürettikleri araçla başka bir dalda Guinness Rekorlar Kitabı’na girdi. Şu anda da araçlarını yollarda yasal olarak kullanabilmek için çalışmalar yapıyorlar. Yeni bir sınıf olmasına rağmen dünyada birçok örneği var. 70 km/saat hızla giderken, güneşten enerji almadan yaklaşık 500 km yol almak. Bu hızla giderken evde kullanılan bir su ısıtıcısı kadar güç harcıyoruz. Katılacağımız yarışın kuralları gereği 60 kg’lık bir lityum-iyon bataryaya sahibiz. Bu miktar normal bir araç için oldukça düşükken ARUNA için normal kullanımda 500 km’lik menzil demek. Bunda aracımızın günlük araçlara göre 3 kat daha aerodinamik olmasının çok büyük etkisi var. ‘Temmuz’da yürür hale gelecek’ ARUNA’nın özelliklerini anlatır mısınız? - World Solar Challenge kurallarına göre 6 metrekare güneş paneli sınırımız var. Bu aracımızda yaklaşık olarak 5 metrekare kullanacağız. Bu da bize anlık olarak maksimum 1.2 kW güç sağlıyor. Yaklaşık 11 saatte sadece güneş enerjisi ile şarj edebiliyoruz. Oldukça büyük bir akü grubu olması nedeniyle uzun sürüyor. Alternatif olarak atölyemizde kuracağımız 7.5 kW’lık şarj ünitesi ile 2 saatte şarj etmeyi planlıyoruz. Amacımız Benzinli araca göre maliyet kıyaslaması yapılabilir mi? - Aslında değişen akaryakıt fiyatları düşünüldüğünde km/kuruş hesabı yapmak çok sağlıklı bir yöntem değil ancak petrol fiyatlarının oldukça düşük olduğu şu dönemde bile km/kuruş oranında oldukça ileride olduğumuzu söyleyebiliriz. Ortalama bir benzinli aracın 7 lt/100 km yakıt tükettiğini düşünürsek kilometrede 30 kuruş yaktığını görüyoruz. Aruna ise kilometrede 1 kuruşluk bir elektrik tüketiyor. Bu hesaba güneşten alınan ve geri kaza- Araç şu anda hangi aşamada? - Aruna’nın tasarımı 2015 ocak sonunda bitti ve kalıp üretimi için ana sponsorumuz Hexagon Studio’ya teslim edildi. Bir aksilik olmazsa nisan başında kalıplarımız elimizde olacak ve karbonfiber gövdenin üretimine başlayacağız. Elektronik devre kartlarımız elimize ulaştı, elektik ekibimiz tüm sistemi hazır hale getirmek için üzerinde çalışıyor. Mekanik tasarımlar da sona ulaşmak üzere ve üretime gönderilecek. Haziran ayının montaj ayı olarak geçmesini planlıyoruz. 1 Temmuz’da ise aracımızı yürür hale getireceğiz. ‘ARUNA Geliyormuş!’ Araç tamamlandıktan sonra Türkiye Turuna çıkacaksınız… - WSC’a gitmeden önce Türkiye’de 6 bin km yol alarak WSC mesafesini iki kere turlamak istiyoruz. Aynı zamanda sponsorlarımızın, aracımızın ve İTÜ’lülerin çalışmalarının tanıtımı için de bir fırsat olduğuna inanıyoruz. Tur ne zaman başlayacak? -Türkiye Turumuzu ağustos ayının ikinci haftası başlatmayı planlıyoruz. Şu an tahmini başlangıç tarihimiz 10 Ağustos olarak düşünülüyor. Güzergâh belli mi? - Tanıtımı İstanbul’dan başlatarak FSM köprüsünü geçeceğiz ve Ankara’ya doğru itü vakfı dergisi 83 İTÜ'DEN HABERLER yol alacağız. Sonrasında Samsun, Trabzon, Erzurum, Erzincan, Sivas, Malatya, Gaziantep, Adana, Kayseri, Konya, Antalya, İzmir, Bursa, Çanakkale ve Edirne’den geçerek tekrar İstanbul’a döneceğiz. Turun son ayağı olan Edirne-İstanbul arasını güneş battıktan sonra kat ederek güneş arabasının gece de yol alabildiğini göstermek istiyoruz. Tur için özel bir bilgilendirme ya da gidilen illerde etkinlik düşünüyor musunuz? - Tur öncesinde kapsamlı bir tanıtım programı gerçekleştireceğiz. İstanbul çapında billboardlarda ve yazılı-görsel basında çokça yer alarak halkımıza “Aruna geliyormuş!” dedirtmek istiyoruz. Gittiğimiz her ilde de şehir merkezi veya sembolik bir yerde tanıtım gerçekleştirmeyi planlıyoruz. ‘Çölde mahsur da kaldık, kaza da yaptık’ 10 yılda çok önemli başarılar kazandınız. Ekibinizde hiç bitmeyen bir istikrar ve heyecan var. İTÜ GAE’nin farkı ne? - 2014 TÜBİTAK Formula-G yarışına 18 kişi katılmıştık. 5 arkadaşımız ayrıldı. Bu sene birçoğumuz son sınıfa geçecek ya da mezun olacak. Bu nedenle ekibin devamlılığını sağlamak için ekibimize 13 arkadaşımız daha katıldı. Şu an 26 kişiyiz. Farkımıza gelince; hangi bölümden gelirse gelsin ekipte herkesin heyecanı üst düzeyde tutuluyor. Sağlıklı ve doğru bir iş bölümü yapılıyor. Burada güzel bir aile ortamımız var. Hani siz üstünüze düşen görevi yapmazsanız kardeşiniz üzülecek duygusu yaşıyorsunuz... O da çalışma hevesinizi hep canlı tutuyor. Ayrıca tecrübeli üyeler yeni üyelere büyük destek verip, bilgi aktarımı yapıyorlar. İTÜ GAE’nin en büyük farkı bu... Sadece proje bazlı değil akademik odaklı da çalışıyorsunuz. Bu anlamda da önemli bir başarıya ulaştınız. -Evet, akademik çalışmalarda en üst düzeye 2013 yılında ulaştık. Budapeşte’de bir konferans gerçekleştirdik ve İngilizce dergi makalesi yazdık. Şu an yayınlanma işlemi sürüyor. Özellikle bitirme tezlerine çok önem veriyoruz. Bu sene Uçak ve Uzay Bilimleri Fakültesinde düzenlenecek Kompozit Konferansına bir bildiri yazıyoruz. Her sene bir akademik yayın çıkarmaya özen gösteriyoruz. Bu konuda hocalarımızın payı oldukça büyük. Öğrenciler olarak hem derslerle uğraşıyoruz, hem projeye vakit ayırmamız gerekiyor. Aslında projeyle uğraşıyoruz, derslere vakit ayırmamız gerekiyor. 84 itü vakfı dergisi Hocalarımız akademik yayın konusunda bizi teşvik ediyor. Biz de bundan memnunuz, bu şekilde anılmak çok hoş bir duygu. final yarışına 11. sırada başladık. Tüm bu olumsuzluklara rağmen yarışı 2. sırada tamamladık. 10. yılda en önemli hedefiniz nedir? - Öncelikli hedefimiz aracı yollara çıkarmak ve Türkiye Turunu başarıyla tamamlamak. Sonrasında ise 3 bin km’lik WSC yarış parkurunu bitirebilen ilk Türk ekibi olarak Türkiye’nin yenilenebilir enerji ve elektrikli araç teknolojileri konusunda geldiği noktayı göstermek istiyoruz. Aslında çok yorucu, zahmetli, uzun ‘Dünyadaki örneklerden farklıyız’ Yanınızda yer almayı düşünen sponsor firmalara çağrınız var mı? - Bu araç Türkiye’de bir ilk olacak. 4 kapılı sedan bir araç olması yönüyle dünyadaki örneklerden de farklılaşıyoruz. Biz yapabileceğimize inanıyoruz. Sadece vaatlerle gitmiyoruz, elimiz oldukça güçlü. Aracı üretmeye başladık ve 1 Temmuz’da yola süren çalışmalardan bahsediyoruz. Çalışmaların sürdürülebilmesi için fedakârca çalışılması gerektiği çok açık… - Kesinlikle doğru, zaman zaman bizi olumsuz etkileyen şeyler de yaşıyoruz. Mesela; 2013 yılında Avustralya’da gerçekleşen yarışta araca yanlış yağ konulmasından dolayı yarış aracına eşlik eden aracımızda yangın çıktı ve arkadaşlarımız çölde mahsur kaldı. Bu bizi etkileyen bir olay oldu. Bir diğer olay ise 2014 TÜBİTAK Formula-G yarışı öncesinde yaşadık. Aracın tüm testlerini yaptıktan sonra Etiler yolunda bir test daha yapma kararı aldık. Test sırasında virajı alamayarak kaza kaptık. Yarışa iki haftamız vardı. Biz bu iki haftalık sürede biraz dinlenmeyi umarken tekrar çalışmaya başladık ve aracımızı eski haline getirdik. Yarış haftası da şansımız yaver gitmedi. Ekip üyelerimiz ilk defa yarışıyordu, tecrübesizdik. Sıralama turlarında birkaç spin attık ve bunun sonuncunda çıkacağız. Sponsor olan firmalar için büyük bir tanıtım imkânı olduğunu düşünüyoruz. Aynı zamanda da Türkiye’nin en başarılı öğrenci projelerinden birine destek vermiş olacaklar. Görüşülen bir firma var mı? Seri üretim çok uzak bir ihtimal mi? - İTÜ bünyesinde yer alan ve kar amacı gütmeyen bir öğrenci projesi olarak Aruna’yı seri üretime geçirmemiz mümkün değil maalesef. Ancak planladıklarımızı başarıyla gerçekleştirdiğimiz takdirde gerçekten de günlük hayatta rahatlıkla kullanılabilecek bir otomobil ortaya çıkaracağız. Belki babayiğit olamayacağız ancak Türkiye’nin yerli otomobil çalışmalarına damga vuracağımıza ve kamuoyunun konuya bakışını değiştirerek yerli otomobil çalışmalarının ciddileşmesine katkıda bulunacağımıza inancımız tam. Söyleşi; www.itu.edu.tr'den aktarılmıştır. Tasarım Yarışmasında İTÜ Öğrencilerine 9 Ödül Koçtaş tarafından 5. kez düzenlenen ulusal düzeydeki “Açık Fikir İç Mekan Tasarım Yarışması”na İTÜ öğrencileri damga vurdu. Öğrencilerimiz, birincilik ve ikincilik dahil olmak üzere toplam 9 ödül aldı. Bu yıl “Yatma Mekânı ve Buradaki Saklama İhtiyacını Karşılayan Elemanların Tasarımı” ana temasıyla açılan yarışmaya, Türkiye çapından çok sayıda üniversitenin mimarlık, iç mimarlık ve endüstri ürünleri tasarımı bölümlerinde okuyan öğrenciler başvurdu. Mimarlık öğrencisi Emre Üngör, “Retire into One’s Shell - Kendi Kabuğuna Çekilmek” projesiyle birincilik ödülünün sahibi oldu. İkincilik ödülü ise İç Mimarlık Bölümü öğrencileri Ece Hapcıoğlu ve İbrahim Tekin Karatepe’ye verildi. Teşvik Ödülleri ve mansiyonları da yine İTÜ öğrencileri aldı. Mimarlık Fakültesi öğrencileri Burcu Berberoğlu, Yasemin Begüm Zinzade, İrem Naz Kaya ve Endüstri Ürünleri Tasarımı Bölümü öğrencisi Onur Tekin Teşvik Ödülü kazandı. Yine Mimarlık Fakültesi öğrencilerinden Türker Naci Şaylan, Cihangün Kaan Hacımemişoğlu ve Sara Cansın Güngör ise mansiyonların sahibi oldu. 800 Robot, İTÜRO’15’te Yarıştı Seçen, Kendini Dengeleyen, Senaryo ve Serbest” olmak üzere 10 kategoride yapıldı. İTÜ Kontrol ve Otomasyon Kulübü (OTOKON) tarafından bu yıl 9. kez düzenlenen İTÜ Robot Olimpiyatları’nda 800 robot yarıştı. İTÜ Ayazağa Yerleşkesi Süleyman Demirel Kültür Merkezinde 3 gün süren İTÜ Robot Olimpiyatları, robotik alanda çalışan öğrencileri, akademisyenleri ve endüstri temsilcilerini bir araya getirirken çok sayıda panel, seminer ve atölye çalışmasına da ev sahipliği yaptı. Farklı yaş gruplarından binlerce ki- şinin ziyaret ettiği olimpiyatlarda, 800 robot yarıştı. Yarışmalar; “Çizgi İzleyen, Basketbol, Mikro Sumo, Yangın Söndüren, Merdiven Çıkan, Labirent, Renk Eray’dan yine derece Küçük robot dâhileri, her yıl olduğu gibi yine olimpiyatların en ilgi çekici yarışmacıları oldu. Daha önce İTÜ Robot Olimpiyatları dahil 6 yarışmada birincilikler alan 12 yaşındaki Eray Aktokluk, tasarladığı üç ayrı robotla labirent, yangın, basketbol ve renk seçen olmak üzere 4 kategoride yarıştı. Eray, Labirent ve Yangın Söndüren kategorilerinde birincilik, basketbol kategorisinde ikincilik elde etti. itü vakfı dergisi 85 İTÜ'DEN HABERLER Liselilerin Yenilikçi Fikirlerine 7 bin Ziyaretçi TÜBİTAK Finalistleri Ankara Yolcusu Bu yıl 46.’sı gerçekleştirilen “TÜBİTAK Ortaöğretim Öğrencileri Arası Proje Yarışması’nın bölge finaline, 4. kez İTÜ ev sahipliği yaptı. 61 okuldan 180 öğrencinin katıldığı İstanbul Avrupa Bölge Finalinde, 30 Mart – 1 Nisan 2015 tarihleri arasında sergilenen projelerin kazananları, 2 Nisan Perşembe günü gerçekleştirilen tören ile açıklandı. Bölge finalistleri, Ankara’da gerçekleştirilecek büyük finalde yarışacak. ‘Çağımızın anahtarı girişimcilik ve inovasyon’ 2 Nisan Perşembe günü İstanbul Teknik Üniversitesi Ayazağa Yerleşkesi – Süleyman Demirel Kültür Merkezinde gerçekleştirilen ödül töreninin açılış konuşmasını, TÜBİTAK Ortaöğretim Öğrencileri Araştırma Yarışmaları İstanbul Avrupa Bölgesi Koordinatörlüğünü yürüten Rektör Yardımcımız Prof. Dr. İbrahim Özkol yaptı. Özkol, Türkiye’nin 12 farklı bölgesin- de TÜBİTAK tarafından gerçekleştirilen yarışmanın Avrupa Bölgesi için 10 farklı branşta 745 başvuru yapıldığını, İTÜ’ye davet edilen 100 proje arasından sözlü mülakatlar sonrasında puanlama esasına göre dereceye girenlerin belirlendiğini belirtti. Çağımızın anahtar kavramlarının girişimcilik ve inovasyon olduğunu belirten Özkol, öğrencilere bu kavramların izini sürmelerini ve özümsemelerini önerdi. edebiyat kategorilerinde toplam 100 proje sergilendi. Öğrencilerin prototipler, maketler, afişler aracılığıyla tanıttığı ve yenilikçi fikirlerin peşinde koştuğu projeleri, 3 günde 5 binden fazla kişi ziyaret etti. Dışarıdan sağlanan katılımın yanı sıra İTÜ öğrencilerinin ve akademisyenlerinin 46. TÜBİTAK Ortaöğretim Öğrencileri Arası Proje Yarışmasının bölge finalinde İstanbul Avrupa Yakası, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’dan gelen 61 okul, 3 gün boyunca İTÜ Ayazağa Yerleşkesi – Süleyman Demirel Kültür Merkezindeydi. Bilgisayar, biyoloji, fizik, sosyoloji, psikoloji, tarih, matematik, kimya, coğrafya ve 86 itü vakfı dergisi de oldukça ilgi gösterdiği bölge finalinde, Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca da stantları gezdi. Öğrencilerin projeleri hakkında bilgi alan Rektörümüz, gençleri merak duydukları ve yenilik üretmenin peşinde oldukları için tebrik ederek, finalde başarılar diledi. Etkinlik süresince SDKM giriş kata kurulan İTÜ mesaj panosuna ise birbirinden Dereceye giren okullar ve projeleri: Bilgisayar: “Veri Madenciliği İle Maden Kazaları Risk Tayini” İstanbul Suat Tecimer Anadolu Lisesi Matematik: “3 ve 4 Boyutta Küp Kesitleri” projesi ile İstanbul Özel Darüşşafaka Lisesi / “Nesbitt Eşitsizliğinin Geometrik Olarak İncelenmesi” - İstanbul Özel İstanbul Fatih Fen Lisesi Biyoloji: “Pavlov Refleksinin Tigmomorfogenez Yoluyla Lens Culinaris, Phaseolus Vulgaris, Cicer Arietinum Tohum Türlerine Uygulanması ve Çimlenme Üzerine Etkisinin İncelenmesi” - İstanbul Özel Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesi / “Flow Sitometri ile Ülkemizin Doğal Florasında Bulunan Hypericum Perforatum L. Popülasyonlarının Çekirdek DNA İçeriği ve Ploidi Düzeylerinin Belirlenmesi” Tekirdağ Ebru Nayim Fen Lisesi ‘Kaybetmek, hata yapmak kazanmaya giden yoldur’ Rektörümüz Prof. Dr. Mehmet Karaca ise her yıl sergiyi gezdiğini, projeleri öğrencilerden dinlediğini ve giderek daha da etkileyici fikirlerle projelerle karşılaştığını belirtti. İTÜ’nün projelerin gerçeğe dönüşmesini ve ticarileşmesini desteklediğini, girişimciliğe uygun bir ortam sağladığına da dikkat çeken Karaca, “Hayalleri gerçekleştiren bir üniversiteyiz” dedi. Bu yarışmanın kaybede- Coğrafya: “Ya Kararmazsa?” İstanbul Özel Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesi Fizik: “Leap Motıon Aracılığıyla İşaret Dili Tercüme Cihazı” - “Kineterapi” - İstanbul Özel Bahçeşehir Fen ve Teknoloji Lisesi Kimya: “Sulardaki Cıva Tayini için Ekonomik ve Kullanışlı Sensör Geliştirilmesi” İstanbul Çapa Anadolu Öğretmen Lisesi Sosyoloji: “Büyükşehirlerde Çocuk Suçlarının Sebeplerinin Araştırılması Yeni Sahra Mahallesi Örneklemi” Galatasaray Lisesi ve İstanbul Özel Amerikan Robert Lisesi / “Okul Başarısında Öğretmen Faktörü: İbni Sina Anadolu Lisesi Örneği ve Bir Model Önerisi - Bisal Eğitim Modeli” - İstanbul Özel Çınar Fen Lisesi Tarih: "El Yazması Bir Esere Göre Osmanlı Devleti'nde Silahşorluk Eğitimi” İstanbul Beşiktaş Bilim ve Sanat Merkezi / “Korunan Bellek - T.C. Başbakanlık Osmanlı Arşivi Konservasyon ve Restorasyon Şube Müdürlüğü Örneğinde Türkiye'de Kağıt Konservasyonu ve Restorasyonu” - İstanbul Özel Darüşşafaka Lisesi Psikoloji: “Bir Benlik Arayışı Olarak Selfie” - Tekirdağ Ebru Nayim Fen Lisesi ni olmadığını ve bölge finaline kalmanın da önemli bir başarı olduğunu söyleyen Karaca, Michael Jordan’ı örnek vererek binlerce atış kaçırdıktan sonra kazanmaya başladığını söyledi. Karaca, “Önemli olan hata yaparak, elenerek, yarışmalara katılarak öğrenmek ve bir yerlere gelebilmektir” dedi. 7 bini aşkın ziyaretçi Konuşmaların ardından, İTÜ TMDK Hazırlayıcı Birim Lise Devresi Repertuvar Sınıfı- Türk Dili ve Edebiyatı: “Atasözü Öğretimde Alternatif Yöntemler” İstanbul Bilim ve Sanat Merkezi nın verdiği mini konser ile keyifli bir müzik arası veren konuklar, ardından ödül heyecanı yaşadı. İstanbul Avrupa Yakası, Edirne, Kırklareli ve Tekirdağ’dan gelen 61 okul’dan 100 proje; prototipler, maketler, afişler aracılığıyla tanıtıldı. Öğrencilerin yenilikçi fikirlerin peşinde koştuğu sergiyi, 3 günde 7 binden fazla kişi ziyaret etti. Bölge finalinde birinci olan projeler, mayıs ayında Ankara’da yapılacak büyük finalde yarışacak. renkli yorumlar bırakıldı. Öğrenciler hem yarışmanın heyecanı hem de İTÜ’ye duydukları hayranlığı içeren çok sayıda mesaj yazdı. Sergi eşliğinde kokteyl Öğrenciler ve öğretmenler, 31 Mart Salı günü İTÜ Rektörlüğünün verdiği kokteylde de bir aradaydı. TÜBİTAK Ortaöğretim Öğrencileri Araştırma Yarışmaları İstanbul Avrupa Bölgesi Koordinatörlüğünü yürüten İTÜ Rektör Yardımcısı Prof. Dr. İbrahim Özkol da projelerle yakından ilgilenerek, sergi süresince öğrencileri yalnız bırakmadı. itü vakfı dergisi 87 İTÜ'DEN HABERLER İTÜ Konservatuvarı 40 Yaşında Ülkemizin ilk Türk Müziği Konservatuvarı olan İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı (İTÜ TMDK), kuruluşunun 40. yılını 1 Mart Pazar akşamı gerçekleştirilen görkemli bir törenle kutladı. İTÜ Maçka Yerleşkesindeki tarihi binaya kırmızı halı geçişiyle alınan konukları, konservatuvar tarihinden siyah beyaz fotoğraflarla bezenen fuaye karşıladı. Yaklaşık bin kişinin katıldığı gecede, 40. Yıl Özel Konseri ile Türk Müziği ziyafeti sunuldu. İTÜ TMDK’dan mezun sanatçılar Sevcan Orhan ve Orhan Hakalmaz’ın sunuculuğunu üstlendiği konser, 40 yıla kısa bir yolculuk yaptıran film gösterimi ile başladı. Ardından açılış konuşması için sahneye çıkan İTÜ TMDK Müdürü Prof. Adnan Koç, konservatuvarın 1975 yılında büyük bir özveri ve gayretle kurulduğuna dikkat çekerek, “Sıfır noktasından itibaren, hangi olumsuz şartlarda, ne gibi yokluklar ile mücadele edildiğini ve bunlarla nasıl baş edildiğini anlamak, idrak etmek, günümüz şartlarında çok zordur. Ancak şundan eminiz ki; ulusal müziğimizi koruma, geliştirme, yayma ve geleceğe aktarma adına, o günün cefakâr neferlerinin can siperane savunmaları, bugün burada toplanmamızın yegâne sebebidir. Bu nedenle başta banimiz Ercümend Berker olmak üzere geçmiş tüm yönetimlerde görev alan ve bu uğurda emeği geçen herkese 88 itü vakfı dergisi sonsuz şükranlarımızı arz ediyoruz” diye konuştu. Koç, şunları kaydetti: “Bundan tam 40 yıl önce ulusal müziğimize atılmış olan tohum filizlenmiş ve bereketli meyvelerini her gün artırarak vermiştir. Nitekim bugün burada, yurdun 4 bir yanından 40. yılımızın heyecanını yaşa- maya gelen onlarca değerimiz var. Sayıları 3 bin 500’ü bulan mezunlarımız; devlet kurumları bünyesindeki koro, topluluk ve orkestralarda Türk Halk Müziği, Türk Sanat Müziği ses ve saz sanatçısı, besteci, dansçı, çalgı yapımcısı, tonmayster, müzikolog, aranjör, üniversitelerde öğretim elemanı gibi meslekler ile sadece alanlarına katkı sunmakla kalmıyorlar, aynı zamanda ulusal ölçekte sanat ve müzik gündemine yön veren aktörler olarak toplumda rol alıyorlar. Bu da şunu gösteriyor ki biz büyük ve güçlü bir aileyiz. Ve bu büyük potansiyel, 1982 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi’ne bağlanarak İTÜ garantörlüğünde gerek lisans gerekse lisansüstü seviyede, yüksek standartlarda eğitim veren bir güce dönüşmüştür.” 40. Yılda 2 Müjde Koç, Milli Eğitim Bakanlığı ve Yükseköğretim Kurulu tarafından onaylanan “Müzik Ortaokulu”nun Eylül 2015 tarihinden itibaren öğrenci kabulüne başlayacağı müjdesini de vererek, İTÜ Geliştirme Vakfı Okulları Beylerbeyi Ortaokulu ile işbirliği yapıldığını ve artık Türk Müziğinin yeni neferlerinin çekirdekten yetişeceğini söyledi. Bir başka müjde olarak ise 40. Yıl Özel Albümlerinden bahseden Koç, “Rektörlüğümüzün olağanüstü desteği sayesinde Konservatuar tarihinde bir ilk olarak kendi öz kaynaklarımız ile meydana getirdiğimiz THM alanında Pür Nida, Klasik Türk Müziği alanında ise Meşk-i Sefa ve Aşkname albümlerini sizlerle paylaşmanın gururunu ve sevincini yaşamaktayız” dedi. ‘Artık Çıtamız Daha da Yükselecek’ Koç’un ardından söz alan Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca da İTÜ TMDK’nın birikimine işaret ederek, “40 yaş çok önemli bir yaş. Olgunluk yaşı, erdem yaşı, hatta peygamberlik yaşı der büyükler. Ben 40. yılın Konservatuvarımız için dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Birikimi var, enerjisi var… Artık bundan sonra farklı bir çıtaya yükseltmemiz gerekiyor” dedi. Ulusal müziğimizin çok zengin olduğuna dikkat çekerek, “Mükemmel bir kültür medeniyetinin üzerinde oturuyoruz. Sazlarımız, sözlerimiz, hoyratlarımız, nice değerlerimiz var” diyen Karaca, öz müziğimiz üzerine çalışma yapmanın önemini vurguladı. Konservatuvarın YÖK kararı ile İTÜ’ye bağlandığını hatırlatan Karaca, “Çok şanslıyız; iyi ki varsınız, iyi ki teknik üniversiteye bağlanmışsınız. Üniversitelerin müziği ve sanata çok ihtiyacı var, kuruma çok farklı bir ruh katıyor. Ben 1992 yılından beri teknik üniversitedeyim ve geldiğimden beri konservatuvara bu nedenle TMDK Koro ve Orkestrası, THM ve TSM şarkıları ile sahnedeydi. İlk bölümün sonunda İTÜ TMDK’nın kurucularından olan Türk Müziğinin duayen ismi Prof. Dr. Alaeddin Yavaşca’ya doğumgünü sürprizi yapıldı. Büyük usta sahneye davet edildi ve kendisi için hazırlanan doğumgünü pastasını kesti. hep çok farklı baktım, çok önemsedim. Şimdi inşallah sizlerle beraber, mezunlarımızın da desteğiyle daha güçlü bir yere geleceğimizi umuyorum” diye konuştu. Yavaşca'ya Sahnede Doğumgünü Mustafa Kemal Amfisinin ev sahipliği yaptığı konserin ilk yarısında, Cihangir Terzi ve Yeşim Altınel Çoban’ın şefliğinde İTÜ Solistler geçidi Konserin ikinci yarısı ise solistler geçidi ile sürdü. Münip Utandı, Melihat Gülses, Adnan Çoban, Esma Başbuğ, Çiğdem Yarkın, Orhan Hakalmaz, Adile Kurt Karatepe, Gökhan Tepe, Sevcan Orhan ve Cumali Özkaya TSM ve THM şarkıları ile sahnedeydi. Konserin kapanış şarkısı ise tüm solistlerin yanı sıra İTÜ Rektörü Prof. Dr. Mehmet Karaca ve İTÜ TMDK Müdürü Prof. Adnan Koç’un da sahneye çıkmasıyla hep birlikte söylendi. İTÜ TMDK’dan Dev Sesleri Buluşturan CD'ler İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı (İTÜ TMDK), kuruluşunun 40. Yılına özel 3 albümlük bir arşiv serisi hazırladı. Türkiye’nin coğrafi ve kültürel zenginliğini yansıtan, müziğimizin kronolojik bir özeti olma niteliği taşıyan CD’ler için birçok usta sanatçı bir araya geldi. İTÜ TMDK 40. Yıl kutlamasına özel, Türk Halk Müziği, Klasik Türk Müziği ve Çoksesli Makam Müziği türlerinde olmak üzere 3 albüm hazırladı. İTÜ TMDK Orkestrası ile usta sesleri buluşturan albümler için, Türkiye’nin ve müziğimizin zenginliğini yansıtacak nitelikte özel bir repertuvar çalışması yapıldı. Dört Bir Yandan Türküler Pür Nida’da THM türündeki Pür Nida, Anadolu’nun derin köklerinden beslenen halk türküleriyle yurdun dört bir yanından renkler taşıyor. Sanat Yönetmenliğini İTÜ TMDK Müdürü Prof. Adnan Koç’un yaptığı albüm için Erzurum'dan Yozgat'a, Kırıkkale'den Kütahya'ya farklı bölgelerden 15 türkü seçildi. Türküleri; Zara, Volkan Konak, Erol Parlak, Cem Doğan, Cengiz Özkan, Nursaç Doğanışık, Erdal Erzincan, Sevcan Orhan, Orhan Hakalmaz, Cumali Özkaya, Adile Kurt Karatepe, Celal Bakar, M. Salih İnan, Deniz Güneş ve Fatma Şahin seslendirdi. Esma Başbuğ, Çiğdem Yarkın ve Adnan Çoban seslendirdi. Meşk-i Safa ile Tarihe Yolculuk Klasik Türk Müziği albümü Meşk-i Safa ise sanat müziğinin zengin varlığından yapılan titiz bir seçkiyle hazırlandı. Sanat Yönetmenliğini Yrd. Doç. Dr. Adnan Çoban’ın üstlendiği ve kronolojik bir repertuvara sahip olan albüm, Klasik Türk Müziğinin geçmişten bugüne uzanan birbirinden güzel şarkılarını aynı CD’de topladı. Şarkıları; Münip Utandı, Başarılı Başlangıç Pür Nida ve Meşk-i Safa, 3 Mart itibariyle mağaza raflarında ve dijital platformlarda satışa sunuldu. iTunes, TTNET Müzik, Turkcell Müzik, Deezer, Spotify gibi önemli dijital müzik platformlarının tümünden ulaşılabiliyor. Yayına girdiği andan itibaren büyük ilgiyle karşılanan albümlerden Pür Nida, iTunes en çok dinlenen albümler listesinde ilk 10'da yer aldı. Aşkname Yakında Satışta Çoksesli Makam Müziği türündeki Aşkname’nin ise yayına hazırlık aşaması sürüyor. Aşkname’nin Sanat Yönetmenliğini, İTÜ TMDK Müzikoloji Bölümü Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Atilla Coşkun Toksoy yürütüyor. Aşkname de kısa süre içinde serinin 3. albümü olarak satışa sunulacak. itü vakfı dergisi 89 İTÜ'DEN HABERLER Lise Öğrencileri İçin İTÜ'de İnovasyon Kampı İTÜ Girişimcilik ve İnovasyon Merkezi (GİNOVA) ev sahipliğinde, lise öğrencileri İTÜ’de inovasyon kampına girdi. General Electric (GE) Türkiye ve Genç Başarı Eğitim Vakfı işbirliği ile 28 Mart Cumartesi günü düzenlenen “2. GE – Genç Başarı İnovasyon Kampı”, öğrencilerin girişimcilik ve yaratıcılık yeteneklerini keşfetmeleri yolunda yeni ufuklar açtı. İTÜ’de gerçekleştirilen GE - Genç Başarı İnovasyon Kampı’na, 8 farklı liseden 64 öğrenci katıldı. Öğrenciler; enerji, sağlık ve endüstriyel internet konularında geliştirdikleri yenilikçi fikirler ile yarıştı. Proje sunumları öncesi İTÜ GİNOVA Genel Müdürü Prof. Dr. Şebnem Burnaz öğrencilere açılış konuşması yaptı. Girişimciliğin öneminden, İTÜ GİNOVA’nın misyonundan bahseden Burnaz, yenilikçi fikir üretebilmenin geleceğin dünyası için ne denli değerli olduğuna dikkat çekti. İTÜ Tanıtım Koordinatörlüğü de öğrencilere kısa bir sunum yaparak; İTÜ’nün ar-ge, girişimcilik ve inovasyona verdiği öneme işaret ederek, bu kapsamdaki çalışmaları anlattı. Tema enerji verimliliği Kampta, öğrencilerin GE tarafından kendilerine verilen konularından birine yönelik 90 itü vakfı dergisi çözüm üretmeleri ve ürettikleri çözümleri mentorlarının da destekleriyle bir iş planına dönüştürerek jüri önünde sunum yapmaları istendi. Bu kapsamda; enerji, sağlık ve endüstriyel internet alanında daha fazla enerji verimliliği sağlayacak fütüristik bir dünya veya üretimden pazarlama ve satışa kadar verimliliği artıracak fütüristik bir endüstriyel dünya hayal etmeleri ve tasarlamaları beklendi. Konular üzerine fikir üreten öğrenciler, kamp sonunda hazırladıkları projeleri jüriye sundular. Jüride yer alan isimler; GE Sağlık Küresel Ürün Müdürü Bertay Fişekçi, İTÜ İşletme Mühendisliği Bölümü Öğretim Üyesi ve İTÜ GİNOVA Yönetim Kurulu Üyesi Prof. Dr. Nihan Yıldırım, TEB Girişim Evi Girişim Bankacılığı Müdürü İbrahim Coşkuner, In- tel Kurumsal İlişkiler Yöneticisi Onur Yıldırım, Borsa İstanbul Özel Pazar Yöneticisi Recep Bildik, Vestel Elektronik Genel Müdürü Metin Salt, Arkan & Engin Corporation Finans Danışmanı ve Genç Başarı Gönüllüsü Doğan Taşkent oldu. Jüri, değerlendirme sürecinde iş planı, yaratıcılık, sunum tekniği ve takım ruhu ölçütleri dikkate alınarak değerlendirme yapıldı. Birincilik geri dönüşüm projesinin Tüm gün süren kamp sonunda, ambalaj atıklarının geri dönüştürüldüğü ve kullanıcıların ulaşım kartlarına yüklendiği akıllı bir cihaz ile geri dönüşümü teşvik etmeyi hedefleyen “AT-MAK” adlı proje birinci seçildi. Birinci takım, GE GENIUS programı kapsamında 3 gün boyunca GE liderlerinden çeşitli eğitimler alacak, toplantılara katılabilecek ve Gebze’de bulunan Türkiye Teknoloji Merkezi’ni ziyaret ederek GE teknolojileri ile tanışma fırsatı bulacak. Diğer taraftan, kazanan takıma GE liderleri ve mevcut stajyerler tarafından koçluk programı kapsamında kariyerlerine yönelik eğitimler verilecek ve danışmanlık yapılacak. Mikrotonal Gitar Aşık Veysel'i Singapur’a Taşıdı kişilik gitar orkestrasının konuk sanatçısıydı. Çoğulu’nun mikrotonal gitarıyla sahneye çıktığı konserde, düzenlemelerini orkestra şefi Robert Casteels ve Tolgahan Çoğulu’nun birlikte yaptığı Aşık Veysel’in adıyla özdeşleşen eseri “Kara Toprak” müzikseverlerle buluştu. Yaklaşık 400 kişinin izlediği konserde, Vivaldi’nin “RV 93 Gitar Konçertosu" ve Şef Casteels'in mikrotonal gitar için yazdığı solo eseri “KHI” da seslendirildi. İTÜ Türk Musikisi Devlet Konservatuvarı (İTÜ TMDK) Öğretim Üyesi Doç. Dr. Tolgahan Çoğulu, usta ozanımız Aşık Veysel’in büyük eseri Kara Toprak’ın ezgilerini Singapur’a taşıdı. Çoğulu, 14 Mart’ta Singapur Üniversitesi Gitar Orkestrası ile birlikte iki ayrı konserde sahne aldı. Tasarladığı mikrotonal gitar ile hem ülkemizde hem de yurtdışında oldukça ses getiren ve Margaret Guthman Müzik Ödülü kazanan Çoğulu, Singapur’daki 60 Kız Öğrencilerimizin Eğitimine Çiçek Gibi Destek İTÜ Rektörlüğü'nün “Çiçeklenen Burslar” kampanyası için iş ve cemiyet hayatının 12 tanınmış ismi çiçek tasarım atölyesinde bir araya geldi. İlk kez çiçek tasarlayan yardımsever kadınların tasarımları, etkinlik sonrasında açık artırma ile satıldı. Elde edilen gelir İTÜ'lü kız öğrenciler için bursa dönüşecek. İTÜ Rektörlüğü’nün Başarım Sensin Derneği ile yaptığı işbirliği ile 16 Mart Pazartesi günü “Çiçeklenen Burslar” kampanyası düzenlendi. İş, sanat, moda ve medya dünyasının başarılı kadınlarının katılımıyla İTÜ Ayazağa Yerleşkesinde çiçek tasarım atölyesi düzenlendi. Atölyeye; Başarım Sensin Derneği Yönetim Kurulu Üyesi - A&D Art And Design Tasarım ve Mobilya Sahibi Ahu Orakçıoglu, Moda Tasarımcısı Arzu Kaprol, Gazeteci Balçiçek İlter, Ses Sanatçısı ve İTÜ Mezunu Melihat Gülses, Capital Dergisi Yayın Yönetmeni Sedef Seçkin Büyük, TÜRDEV Yönetim Kurulu Başkanı - Gündüz Group Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı İTÜ Mezunu Ruken Mızraklı, Kütahya Porselen Yönetim Kurulu Başkanı Sema Güral Sürmeli, Moda Tasarımcısı Gizem Turan, Tasarımcı Gönül Paksoy, Ressam - Tasarımcı Souadad Al-Sigab Kandemir, Tasarımcı Nida Bulut ve İdil Fırat katıldı. Etkinliğin açılışını İTÜ Rek- törü Prof. Dr. Mehmet Karaca yaparak, gösterilen duyarlılığa teşekkür etti. Daha sonra atölyenin eğitmenliğini üstlenen, İTÜ Rektör Danışmanı - Tekstil Teknolojileri ve Tasarımı Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Telem Gök Sadıkoğlu, öncelikle çiçekler ve çiçek tasarımı hakkında katılımcıları bilgilendirdi. Çiçek tasarımının çok eski ve köklü bir alan olduğuna işaret eden Sadıkoğlu, farklı kültürlerde farklı biçimlerde ortaya çıktığından bahsetti. Atölye çalışmasında kullanılacak çiçekleri de tanıtan Sadıkoğlu, temel bilgileri verdikten sonra katılımcılar rengarenk vazoların içinden diledikleri çiçekleri seçti. Büyük bir heyecan ve özenle kendi tasarımlarını yapan konuk kadınlar, zaman zaman Sadıkoğlu’ndan da destek aldı. Keyifli anlara sahne olan atölyenin sonunda verilen kokteyle, cemiyet hayatının birçok tanınmış ismi katıldı. Atölyenin katılımcıları ile destek veren kuruluşlara İTÜ adına teşekkür belgelerini Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca takdim etti. Karaca, İTÜ’nün sosyal sorumluluk projelerinde yer almasını çok önemsediklerini, kadınların başrolde olduğu çalışmaların ise ayrıca önem taşıdığının altını çizerek, destek veren herkese teşekkür etti. Konuklar ise İTÜ’nün ev sahipliğinde böyle anlamlı bir etkinliğe katılmaktan duydukları memnuniyeti paylaşarak, bu vizyona sahip olunmasından ve ortak iş yapabilmekten gurur duyduklarını belirtti. Başarım Sensin Derneği Başkanı Şule Argüder ise dernek adına tüm katılımcılara ve Rektör Karaca’ya teşekkür plaketi takdim etti. Argüder, “İTÜ ile birlikte bu projeyi gerçekleştirmekten çok mutluyuz. Sizlere de yardımseverliğiniz ve desteğiniz için teşekkür ederim. İyilikleriniz karşılığını bulacak” diye konuştu. Etkinlik, çiçeklerin ünlü müzayede yöneticisi Uğur Batur tarafından satışıyla sona erdi. Elde edilen gelir, Başarım Sensin Derneği çatısı altında bulunan İTÜ’lü kız öğrencilere burs olarak aktarılacak. itü vakfı dergisi 91 İTÜ'DEN HABERLER İTÜ’ye Bisiklet Evi İTÜ Yeşil Kampüs projesinin en önemli bileşenlerinden biri Ayazağa Yerleşkemizi bir “bisiklet kenti” haline getirmek. Bu amaçla hızla süren bisiklet yolları yapımının yanı sıra önemli bir adım daha atılıyor. Bisiklet satışı, tamiri, kiralaması olmak üzere tüm hizmetlerin bir arada sunulacağı “Bisiklet jenin, mayıs ayı sonuna doğru tamamlanması hedefleniyor. İki katlı olacak bisiklet evinin giriş katı, tamir atölyesi ve kiralama için kullanılacak. İkinci kat ise satış mekânı olacak ve İTÜ’lülere özel avantajlı fiyatlar sunulacak. Kiralama ünitelerinde yer alacak bisikletler arasında akademisyenlerimizin tasarımları da yer alacak. Evi” inşası başladı. Yeşil Kundura'nın desteğiyle gerçekleştirilecek proje, Türkiye üniversiteleri için bir ilk olacak. Ayazağa Yerleşkemizde, açık tenis kortları ile servis alanı arasında bulunan alanda Bisiklet Evi inşasına başlandı. Pro- Teknik Üniversite İçin Yeşil Gelecek İTÜ Rektörlüğü’nün 2013 yılında çok aşamalı ve uzun soluklu bir proje olarak başlattığı “Yeşil Kampüs” projesinin en önemli bileşenlerinden biri, bisikletli ve yaya sayısının artmasına yönelik düzenlemeler. İTÜ’lülerin yerleşkede daha çok zaman geçirmesi, özgürce pedal çevirmesi, rahatlıkla yürümesi ayrıcalığını sunmak için yürütülen yoğun çalışmalar ile toplam 5 kilometrelik bisiklet ve yürüyüş yolu yapılacak. Şimdiye dek bu yolun 2 kilometresi tamamlandı; 1,5 kilometrelik kısmı için ise çalışmalar sürüyor. Ardından kalan 1,5 kilometre için de yeni çalışma başlayacak. İTÜ Denizcilik Fakültesi SİSMİK-1 ile Çanakkale’de Denizcilik Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri, 18 Mart Çanakkale Deniz Zaferinin 100. Yıldönümünü kutlamak ve Çanakkale şehitlerini anmak için, fakültenin SİSMİK-I adlı eğitim gemisi ile Çanakkale’ye gitti. 16-18 Mart 2015 tarihleri arasında gerçekleşen gezide, SİSMİK-I eğitim gemisi ilk olarak Kepez Limanına demirledi. Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Deniz Bilimleri Fakültesi öğretim üyeleri ve öğrencileri tarafından karşılanan SİSMİK-I eğitim ge- 92 itü vakfı dergisi misi, öğrencilerimiz tarafından ziyaretçilere tanıtıldı. Program, Şehitler Abidesi’nin ziyareti ve çelenk konulması ile sürdü. Zaferin mimarlarından Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve Çanakkale Savaşı’nın tüm komutanları ile isimsiz kahramanlar olan şehitler anısına saygı duruşunda bulunuldu. Şehitliğin ardından Çanakkale Gemi Trafik Hizmetlerini ziyaret eden İTÜ’lüler, burada yapılan sunumlarda merkezdeki sistemin işleyişi hakkında bilgi aldı. Bu sırada öğretim üyeleri ve gemi personelinden oluşan bir diğer ekip de Liman Başkanlığını ziyaret etti. Ziyaretler, Çanakkale 18 Mart Üniversitesi Deniz Bilimleri Fakültesi Müzesi’nin gezilmesi ile noktalandı. 18 Mart Salı günü ise Kepez Limanından hareket edilerek, denizde şehitler anısına tören düzenlendi. SİSMİK-I Eğitim Gemisi ile Mehmetçik Abidesi önünde saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı okundu ve ardından denize çelenk ve duman kandili bırakıldı. Denizdeki törenin tamamlanmasının ardından dönüş yoluna geçildi ve 19 Mart 2015 Perşembe sabahı SİSMİK-I yeniden İTÜ Denizcilik Fakültesinin bulunduğu Tuzla’ya demir attı. BTM-KAUM Dünya Kadınlar Günü Etkinliği İTÜ BMT-KAUM tarafından Dünya Kadınlar Günü kapsamında 9 Mart 2015 tarihinde ‘Üniversitelerde Cinsel Taciz ve Ayrımcılık’ adlı panel düzenlendi. Açılış konuşmasını Prof. Dr. Fatma Arslan’ın yaptığı panelde İşletme Fakültesinden Doç. Dr. İpek İlkkaracan Ajas veYrd. Doç. Dr. Çiçek Ersoy, İnsanve Toplum Bilimleri Bölümünden Yrd. Doç. Dr. Ayşe Akalın, İTÜ Psikolojik Danışma ve Rehberlik Merkezinden Cem Demirbaş ve İTÜ Kadın Araştırmaları Kulübü’nden Aslı Ateş panelist olarak yer aldılar. Etkinlikte ayrıca cinsel taciz ve ayrımcılığa ilişkin broşür ve kitapçıklarla, İTÜ BMT-KAUM’ un Aralık ayında yayına başlayan dergisi Mimoza’nın ilk sayısı dağıtıldı. Doç. Dr. İpek İlkkaracan, oturum başkanı olarak paneli açarken İTÜ'de yeni kabul edilen Cinsel Taciz ve Ayrımcılığı Önleme Yönergesinin, İTÜ'de toplumsal cinsiyet eşitliğini geliştirmek açısından öneminden ve diğer üniversiteler için örnek teşkil edeceğinden ayrıca bu çerçevede Türkiye'de kurulan CTS (Cinsel Taciz ve Saldırı) dayanışma, haberleşme ve işbirliği ağından ve İTÜ’nün buradaki rolünden bahsetti. İkinci olarak Cem Demirbaş, gelişim psikolojisi açısından ele alındığında bireyin aile ile başlayan eğitim sürecinin kadın erkek algılarımızı belirlediği, kültürel ve sosyolojik dinamiklerimizin güç-hak-inanç-erkek-kadın kavramlarına getirdiği toplumsal bakış acımızın "kadına cinsel taciz" olgusunun belirleyici ana karakterleri olduğunu söyledi. Cem Demirbaş son olarak farkındalık yaratmak ve önleyici çalışmalarla toplumda ortak akıl ve tepki uyandırmak adına cinsel taciz ve ayrımcılıkla ilgili her tür faaliyetin başta üniversiteler olmak üzere toplumsal yaşamın her alanında gerçekleştirilmesi gerektiğini vurguladı. Yrd. Doç. Dr. Ayşe Akalın konuşmasında kadına yönelik tacizin genel sosyolojik anlamlarına değindi. Akalın, “Bugün Türkiye toplumunun hızla değişmesi sebebiyle, geleneksel ile modern toplum arasında açık ya da doğrudan yaşanan çatışmalar, aralarındaki gerilimi kadın kimliğinin üzerine yüklemektedir. Güncel bağlamın böylesi olduğu bir durumda İstanbul Teknik Üniversitesi gibi toplumda her zaman öncü rol üstlenmiş kurumların da kadına yönelik şiddet ve tacizin önlenmesinde merkezi bir rol üstlenmesi gerekmektedir. Bu doğrultuda yakın zaman Senato'dan geçen ve uygulamaya giren ‘Cinsel Taciz ve Ayrımcılığı Önlenme Yönergesi’ hem idari hem de sembolik olarak büyük önem taşımaktadır. Ancak burada unutulmaması gereken şey, dünyanın en iyi ve açık görüşlü genelgesinin dahi onu uygulamaya sokacak anlayış değişikliği olmaksızın yetersiz kalacağıdır. Kadına yönelik tacizin en yaygın özelliği, söz konusu suçun faili ile değil mağduru ile anılan bir "utanç hali" şeklinde ortaya çıkmasıdır. Bu durum da mağdur kişilerin kolaylıkla ortaya çıkamamasına ve böylece de tacizin gündelik olarak süregelmesine sebep olmaktadır. Bu yüzden kadına yönelik tacizin önlenmesine yönelik eylem planları ancak ve ancak kurumsal kültürün de bu yönde değişmesi ile mümkündür. "Utanç" hissi, kadının omuzlarında alınıp tacizin failine doğru yönlendirilmelidir” diye ekledi. Yrd. Doç. Dr. Çiçek Ersoy, Cinsel Taciz ve Ayrımcılığı Önleme Kurulunun hukukçu üyesi olarak yaptığı konuşmada cinsel taciz ve saldırı fiilinin hukuki sonuçlarını anlattı. Cinsel tacizin TCK’na göre suç niteliğinde olduğundan, buna ek olarak aynı fiilin özel hukuk açısından da tazminat borcu doğurabileceğinden bahseden Ersoy, konuşmasında özellikle faile karşı üniversite bünyesinde açılan disiplin soruşturmalarında nasıl bir usul izlendiği, hangi fiillerin taciz suçunu oluşturduğu, soruşturma taraflarının temel hakları ve ispat aracı olarak ne tür delillere dayanılabileceğini açıkladı. Çiçek Ersoy, son olarak cinsel tacizi önleme kurulu inceleme ve raporlarının hukuki niteliğinden bahsederek soruları cevapladı. Son olarak Kadın Araştırmaları Kulübü temsilcisi Aslı Ateş kulüplerinin faaliyetlerinden ve yönerge ile ilgili öğrencilerin taleplerinden bahsetti. itü vakfı dergisi 93 İTÜ'DEN HABERLER İTÜ RSG'den Altan Bal ile Fotoğraf Atölyesi İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi (İTÜ RSG), sanatçılarla atölye çalışmalarının bir yenisini gerçekleştirdi. “Kamyoncular” adlı belgesel fotoğraf sergisi 26 Mart’ta İTÜ RSG’de açılan Fotoğraf Sanatçısı Altan Bal, 29 Nisan’da “Fotoğrafı Anlamak, Fotoğrafla Anlatmak” başlıklı bir atölye çalışması gerçekleştirdi. Fotoğrafa ilgi duyan herkese açık ve ücretsiz olarak gerçekleştirilen atölye çalışmasına katılanlara İTÜ tarafından katılım belgesi verildi. Fotoğraf meraklılarına yönelik Atölye duyurusunda amaç şu şekilde özetlendi: Her fotoğraf doğası gereği ‘gösterir’, etkili fotoğraflar ise göstermekle kalmaz aynı zamanda ‘anlatır.’ Güçlü fotoğrafların ortak noktası ise fotoğrafçının ‘gösterdiğinden’ yola çıkarak kendini anlatmasıdır. Fotoğrafçının onlarca seçiminden oluşan bir fotoğrafı tam olarak anlayabilmek için fotoğrafa bakmanın temel başlıklarını bilmek gerekir. Tıpkı dili kullanmak için dilbilgisi gerektiği gibi… Çünkü bu başlıklar, fotoğrafçının ‘grameri’dir. ‘Fotoğrafı Anlamak-Fotoğrafla Anlatmak’ atölyesinde, gördüğümüzü fotoğrafça anlatmanın temellerinden başlayarak fotoğrafla nasıl anlatacağımızı-fotoğrafla nasıl anlayacağımızı birçok örnek ışığında tartışacağız…” 94 itü vakfı dergisi Altan Bal Belgesel Fotoğraf Sergisi “Kamyoncular” İTÜ Rektörlük Sanat Galerisi, kapılarını bu kez belgesel fotoğraf sergisine açtı. Fotoğraf Sanatçısı Altan Bal’ın 3 yıllık emeği ile ortaya çıkan “Kamyoncular” sergisi, yaşamını yollardan kazanan ve hayatı özlemek üzerine kurulu olanların öyküsünü siyah beyaz karelerle anlatıyor. Kamyoncular sergisinin açılışı, 26 Mart Perşembe akşamı İTÜ RSG’de verilen davetle yapıldı. Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, akademisyenler ve öğrencilerin yanı sıra Bal’ın bir dönem birlikte çalıştığı Yönetmen Yeşim Ustaoğlu, profesyonel ve amatör birçok fotoğrafçı açılışa katıldı. Fotoğraf Sanatçısı Altan Bal, 2008 yılında İstanbul’da, 2012 yılında Almanya’da açılan ve her ikisinde de oldukça ses getiren “Kamyoncular – Belgesel Altan Bal Hakkında 1977 İstanbul doğumlu Altan Bal, derece ile girdiği Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümünden yine derece ile mezun oldu. Belgesel fotoğrafçılık üzerine yoğunlaşan çalışmalarını 4 kişisel, 2 karma sergide sanatseverlerle buluşturdu. “Bekar Odalar”, “Kağıt Toplayıcılar” ve “Kamyoncular” projelerine imza attı. İstanbul Fotoğraf Bienali ve Ulis Uluslararası Fotoğraf Festivalinde çalışmaları sergilendi. 2000 yılında Yunus Nadi Fotoğraf Ödülünü, 2002 yılında Kodak Türkiye Fotoğraf Yarışması Profesyonel Kategori Büyük Ödülünü kazandı. 2015 yılında Nikon Türkiye Marka Elçisi seçildi. Fotoğraf Sergisi” ile 26 Mart – 19 Nisan 2015 tarihleri arasında İTÜ RSG’ye konuk oldu. Bal’ın deyimiyle “kelle koltukta yollara düşen, her iklimde direksiyon sallayan” insanların öyküsünün 71 fotoğrafla anlatıldığı sergi İFSAK’ın desteğiyle açıldı. ‘Görmek yetenek işidir’ Rektör Prof. Dr. Karaca, belgesel fotoğraf alanında Türkiye’de az sayıda iş üretildiğine dikkat çekerek, Bal’ın çalışmalarının oldukça emek isteyen bir projenin ürünü olduğunu söyledi. “Bakmak var, görmek var… Fotoğraf çekmek kadar neyi çekeceğini görebilmek de yetenek işi. Bu sergide bu yeteneği açıkça görüyorsunuz” diyen Karaca, Kurumsal İletişim Biriminde görev yapan Bal’ın İTÜ ailesinin bir parçası olmasından ayrıca gurur duyduklarını belirtti. Altan Bal’ın prestijli ödüller sahibi olduğuna işaret eden Karaca, “Yunus Nadi Fotoğraf Ödülü, Kodak Türkiye Profesyonel Kategori Fotoğraf Ödülü almış ve daha birkaç gün önce Nikon Türkiye Marka Elçisi seçildi. Bunlar herkese verilen ödüller, unvanlar değil, çok kıymetli” dedi. Altan Bal, fotoğraf kariyerinin yanı sıra belgesel film çalışmaları da yürüttü. 2010 yılında çektiği “Gümrü Kukla Tiyatrosu” adlı belgesel film, 2011 İstanbul Film Festivali’nde gösterildi. 2013 yılında Özden Demir’in yönetmenliğini yaptığı “Net 1789” filmiyle Ankara Film Festivali’nde “En İyi Görüntü Yönetmeni Ödülü” aldı. Aynı film ile 2012 İstanbul Tasarım Bienali’ne katıldı. “Veda Makamı” adlı kısa filmde görüntü yönetmenliği, “800 Km Engelli” filminde ikinci kameramanlık ve yardımcı yönetmenlik yaptı. Film Kültür Bakanlığı Belgesel Ödülü aldı. Altan Bal, profesyonel fotoğrafvideo çalışmalarına İTÜ’de devam ediyor. İFSAK’ta eğitmenlik yapıyor, seminer ve atölye çalışmaları gerçekleştiriyor, amatör fotoğrafçılara özel ders veriyor. Bal, farklı kategorilerde fotoğraf derslerinin yer aldığı uzaktan eğitim veren www.onlinefotografokulu.com adlı sitenin de sahibi. itü vakfı dergisi 95 MEZUNLARDAN Dr. Fatih Birol Uluslararası Enerji Ajansı İcra Direktörlüğü’ne seçildi Dr. Fatih Birol, Uluslararası Enerji Ajansı İcra Direktörlüğü’ne oybirliğiyle seçildi. İTÜ Elektrik-Elektronik Fakültesi Mezunu Fatih Birol, Uluslararası Enerji Ajansı (IEA) İcra Direktörlüğü’ne seçilmeden önce Uluslararası Enerji Ajansı’nın baş ekonomisti ve kurumun enerji ve iklim değişikliği politikasının ekonomik analizinden sorumluydu. I EA’nın önde gelen yayını olan ve enerji analizi ve projeksiyonlarıyla ilgili en güvenilir kaynak kabul edilen yıllık World Energy Outlook raporunu da hazırlayan Birol’un sorumluluk alanına giren IEA Enerji İş Konseyi ise yasama organlarına enerji piyasalarıyla ilgili konularda işletme açısından bakış sunuyor. Uluslararası basında sık sık makaleleri yayımlanan ve enerji konusunda uluslararası otorite olarak kabul edilen Fatih Birol ayrıca uluslararası zirveler ve konferanslara da çağrılı konuşmacı olarak katılıyor. Dr. Fatih Birol, enerji tartışmalarına yaptığı katkılardan ötürü kariyeri boyunca pek çok ödül aldı. Son olarak, Forbes dergisi tarafından dünyanın enerji konusundaki en nüfuzlu dördüncü kişisi seçildi. 2009 yılında, Hollanda Ekonomik İlişkiler Bakanlığı ve Polonya Ekonomi Bakanlığı’ndan aldığı ödüllerin yanında, Almanya Federal Liyakat 96 itü vakfı dergisi Nişanı ile ödüllendirilen Birol, 2007 yılında Avusturya Cumhuriyeti Altın Onur Madalyası’na, 2006 yılında ise Fransa Akademik Şövalyelik unvanına layık görüldü. 2005 yılında Uluslararası Enerji Ekonomisi Birliği’nin “Mesleğe Olağanüstü Katkı” ödülünü kazanan Birol, 2004 yılında ABD Enerji Bakanlığı’ndan ve 2002 yılında Rusya Bilimler Akademisi’nden de ödüller aldı. Birol, en son Japonya İmparatoru Akihito’nun prestijli ‘Yükselen Güneş’ ödülünün sahibi oldu. Dr. Fatih Birol, 1995 yılında IEA’ya katılmadan önce altı yıl süreyle Viyana’da Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü (OPEC) bünyesinde görev yaptı. Dr. Fatih Birol, 1958’de Ankara’da doğdu. İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik-Elektronik Mühendisliği Fakültesi’nden mezun olduktan sonra Viyana Teknik Üniversitesi’nde enerji ekonomisi dalında lisansüstü ve doktora çalışmalarını tamamladı. Fatih Birol: Türkiye dünyanın enerji kavşağı olabilir… İTÜ’de öğrenim görmek size ne gibi katkılar sağladı? İTÜ bana çok önemli iki özellik kazandırdı: Birincisi, matematik mantığı ve dünyaya kantitatif açıdan bakma özelliği. İkisi de çok önemli. Yani belli bir formasyon verdi analitik düşünme yapısını geliştirdi. Bu analitik düşünme yapısını bir kere aldığınız zaman, bugün benim uğraştığım enerji meselelerinden tutun da bir futbol maçını izlerken bile size yardımcı olabilecek çok önemli bir gözlük veriyor size. İkincisi de, İTÜ’de sadece mühendisliği değil Türkiye’yi ve Türkiye’nin bütününü düşünme özellikleri de kazandım. En azından ilham aldığımı düşünüyorum. Kariyerinizde bugünkü konuma nasıl ulaştınız? Çok çalıştım, hâlâ çok çalışıyorum. Birincisi bu. İkincisi de biraz şans yardım etti, biraz da bazı riskleri göze alarak verdiğim kararlar… Mesela Türkiye’den Viyana’ya gitmek, Viyana’dan Paris’e gitmek... Ben Türkiye’de elektrik mühendisi olarak çalıştığım zaman oldukça iyi bir konumdaydım. Ama doktora yapmak için Viyana’ya gittim. O zaman bu karar oldukça riskliydi. Viyana’da çok önemli bir şirkette Petrol İhraç Eden Ülkeler Örgütü’nde (OPEC) çalışıyordum. Hayat boyu kontrat vermişti bana. Ama OPEC’i bırakıp Paris’e Uluslararası Enerji Ajansı’na sadece 13 aylık bir kontratı alarak gittim. Çünkü o çok istediğim bir işti. 13 aylık kontrat aldım ama şu anda 19 yıldan beri aynı yerdeyim ve başladığım seviye ile şu anda geldiğim seviye arasında çok büyük bir fark var. Türkiye’nin enerji alanındaki durumunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Biz her şeyden önce enerji fakiri bir ülkeyiz. Bunu bilmemiz lazım. Petrolümüz, doğalgazımız, kömürümüz yok. Enerji tabii ki büyüyecek, nüfus arttıkça daha fazla enerjiye ihtiyaç duyulacak. Bu demektir ki daha fazla enerji ithal edeceğiz. Dışa olan bağımlılığımız daha yüksek seviyeye gelecek. Ama bu, dünyanın sonu değil. Mesela Japonya’nın veya Kore’nin enerji kaynakları bizden bile az ama buna rağmen gelişmişler. Ne yapmak lazım? Bir kere bu gerçeği kabul ettikten sonra ne yapılabilir, bu durumu nasıl düzeltebiliriz, diye düşünmek lazım. Bunlardan birincisi, bence elektrik üretiminde nükleerin payının olması. Bu konuda bir çok üniversitemize ve İTÜ’ye de önemli görevler düşüyor. Çünkü nükleer enerji bugün elektriği hiç kesintiye uğratmadan ve çevreye negatif bir etkisi olmadan öğretilebilecek bir teknoloji. İkincisi, Türkiye’de yenilenebilir enerji kaynaklarından özellikle rüzgar, su ve güneşten ekonomiklik çerçevesinde mümkün olduğu kadar fazla faydalanılmalı. Üçüncüsü, enerjiyi daha verimli hale getirmek ve daha verimli kullanmak lazım. Türkiye’de çok fazla eneji israf ediyoruz. Bunu da gündeme almak gerekiyor. Türkiye için enerji fakiri diyoruz ama etrafımızda enerji zengini bir çok ülke var. Bu ülkelerde hem çok fazla enerji kaynakları var hem de bu enerji kaynakalarının üretim maliyeti çok ucuz. Mesela, Amerika’da çok fazla kaya gazı var ve bu Amerika’nın ekonomisine çok büyük bir motor gücü kazandırıyor, çünkü çok ucuz. Bütün dünya bunu konuşuyor şimdi. Bizim yanıbaşımızda Irak’taki gazın fiyatı kaya gazından bile ucuz. Yani çevremizde hem çok fazla enerji kaynağı olan ülkeler var hem de bunların maliyetleri son derece ucuz. O bakımından Türkiye’nin önünde çok tarihi bir şans var. O da Türkiye’nin, dünyanın enerji kavşağı olma şansı. Önümüzdeki 5 yıl çok önemli. Bu 5 yıla baktığımız zaman üç önemli ülke var çalışabileceğimiz ve anlaşabileceğimiz: Bir tanesi Azerbeycan’dan gelecek olan gaz, ikincisi Irak’tan petrol ve doğalgaz kaynaklarını Türkiye üzerinden geçirebiliriz ve bazılarını kendimiz de kullanabiliriz ve satabiliriz; üçüncüsü de Doğu Akdeniz’de İsrail’de çok ciddi doğalgaz kaynakları var. O da Türkiye üzerinden dünyaya satılabilir. Yani Türkiye bu üçünü birleştirebilse önümüzdeki 5 yıl içerisinde dünyanın en önemli enerji kavşağı haline gelir, ki bu hem Türkiye’nin ekonomisine çok büyük bir ivme kazandırır, maliyetler daha ucuz olduğu için hem de Türkiye’nin dünyadaki ve bölgedeki jeopolitik önemini kat be kat artırır. Nükleer enerji konusunda ne yapılması gerekiyor? Üç şeye dikkat etmek lazım: Birincisi, partnerlerimizi hem ülke hem firma olarak çok iyi seçmemiz, iyi ve adı duyulmuş partnerlerle çalışmamız lazım. İkincisi, seçeceğimiz teknolojiler. En yeni en gelişmis teknolojileri seçmek lazım. Üçüncüsü de olmazsa olmaz prensip, güvenlik... Güvenlik konusunu son derece ciddi bir şekilde ele alıp, tüm bunları bilimsel bir çerçeveye oturtmak lazım. Enerji alanında çalışmak isteyen mühendis adaylarına tavsiyeleriniz… Bence enerji, şu an dünyada en gözde meslek dallarından bir tanesi. İleriye baktığımız zaman da enerji alanında çalışacak mühendislere talebin daha da artacağını söyleyebilirim. Çünkü sorunlar daha büyüyor ve komplike hale geliyor. Bu bakımdan mühendislerin, -bu elektrik olabilir makine, çevre, inşaat olabilirhepsinin enerjiyle ilgisi var. İstekleri ve eğilimleri varsa enerji konusuna bir göz atmaları gerektiğini dünüyorum. Şu nokta da çok önemli; benim tecrübem, insanların en büyük şansı sevdikleri bir işte çalışmak. Bu bakımdan bu seçimi yaparken, sadece gelecekte nasıl bir iş bulabilirim diye değil, zevkle çalışabileceğim bir iş mi? diye düşünmeleri lazım. Mühendis adayları için enerji sektörünün çok güzel bir alan olduğunu düşünüyorum. İTÜ web sitesinde yayımlanan söyleşiden (video) özetlenmiştir. itü vakfı dergisi 97 İTÜ VAKFI'NDAN HABERLER Mütevelli Heyeti’ne Yeni Üyeler Seçildi T emeli 1984 yılında atılan ve kuruluşunun 30. yılını geride bırakan İTÜ Vakfı’nın 60. Mütevelli Heyet toplantısı 30 Mart günü İTÜ Maçka Sosyal Tesislerinde yapıldı. İTÜ Vakfı’nın Mütevelli Heyet toplantısına, kurucularla, İTÜ mezun ve mensuplarından oluşan çok sayıda üye katıldı. Vakfın 2014 yılı Yönetim Kurulu faaliyet raporu ile bilanço ve gelir-gider tablosu, Denetim Kurulu raporu görüşülerek onaylandı, Yönetim ve Denetim Kurulları ibra edildi, 2015 yılı Çalışma Programı ve Tahmini Bütçesi görüşmeye açılarak onaylandı. Toplantıda, Vakıf Senedi’nde bazı değişiklikleri içeren tadil metni de Mütevelli Heyet üyelerinin görüşüne sunularak oylandı. Mütevelli Heyeti’ne, Resmi Senedin ilgili maddesi gereğince yeni üye seçimi yapıldı. İTÜ Vakfı Yönetim Kurulunca önerilen Prof. Dr. Ramazan Evren, Prof. Dr. Tayfun Kındap, Kimya Müh. Yalım Çakıroğlu, Uçak Müh. Serhat Özeren, İnşaat Müh. Necip Naci Doğru, Makine Müh. Mehmet Osman Soyoğul, İnş.Yük.Müh. Tayfun Selen, Metalurji Müh. Ahmet Kamil Erciyas, Mak.Yük.Müh. Şevki Yöntem ve Mak.Müh. Suat Necat Öney için yapılan oylama sonucu, bu isimler Mütevelli Heyet üyeliğine seçildiler. Kurulduğu dönem büyük bir heyecan yaratan ve zaman içinde İTÜ’nün sosyal ve kültürel ortamına yeni bir soluk getiren, İTÜ’ye ve öğrencilere verdiği destekle amacını gerçekleştirmekte olan İTÜ Vakfı’na, yeni Mütevelli Heyet üyelerinin yeni bir güç katacağına inanıyoruz. Toplantıda konuşan İTÜ Rektörü ve İTÜ Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Karaca, Vakıf Yönetim Kurulu ile çalışmaktan duyduğu gururu vurgulayarak, 98 itü vakfı dergisi Rektör, İTÜ Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı Prof. Dr. Mehmet Karaca konuşmasında İTÜ'deki çalışmalar ve hedefleri aktardı. İTÜ Genel Sekreteri Prof. Dr. Tayfun Kidap’a, İTÜ Vakfı’na yaptığı katkılar nedeniyle teşekkür plaketi verildi. Soldan sağa: Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca, İTÜ Vakfı Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı Y. Müh. Naci Endem ve İTÜ Genel Sekreteri Prof. Dr. Tayfun Kindap. Vakfın son dönemdeki ciddi bütçe artışına ve büyüyen hedeflerine dikkat çekti. İTÜ Vakfı ve iştiraki olan 3M ARGE A.Ş.’nin İTÜ’ye yaptığı katkıların ve Maçka Sosyal Tesisleri ile Verda Üründül Kız Öğrenci Yurduna yapılan yatırımların çok önemli olduğunu belirten Karaca, söz konusu yatırımlarla her iki birimin İTÜ’lülere yakışır hale geldiğini belirterek, bu çalışmalar nedeniyle Yönetim Kurulu’na ayrıca teşekkür etti. İTÜ’de eğitim-öğretim ve Ar-Ge alanındaki çalışmalar ve gelişmeler hakkında da bilgi veren Rektör Karaca, yurt, yayın ve tarihi bina restorasyonları gibi sorunlara dikkat çekerek, bu sorunların çözümünde mezun ve mensupların desteğine ihtiyaç duyulduğunu vurguladı. Toplantıda, İTÜ Vakfı çalışmalarına yaptığı katkılardan dolayı İTÜ Genel Sekreteri Tayfun Kındap’a, İTÜ Vakfı Yönetim Kurulu’nca bir teşekkür plaketi sunuldu. Mütevelli Heyet üyelerinin çeşitli konularda görüş ve önerilerini aktardıkları dilekler bölümü ile toplantı sona erdi. Prof. Dr. Mustafa Gediktaş Anısına Konser İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, İTÜ öğrencilerine burs desteği sağlamak amacıyla, müzikseverleri İTÜ’nün unutulmaz hocalarından Prof. Dr. Mustafa GEDİKTAŞ anısına düzenlenen “Türk Müziği” konserinde buluşturdu. Konserin solistleri, Türk Müziğinin günümüzdeki popüler iki ismi Mine GEÇİLİ ve Bekir ÜNLÜATAER, sevilen eserlerin yer aldığı zengin bir repertuarla dinleyici karşısına çıktı. Bu konserle Prof. Dr. Mustafa Gediktaş bir defa daha sevgi ve özlemle anılırken, konserden sağlanan gelir de, gençlerimize eğitim yolunda ışık tutmak üzere Burs Fonu’na aktarıldı. Konser, önceki yıllarda gerçekleştirilen anma konserlerinde olduğu gibi Sayın Tülin Gediktaş’ın katkıları ile gerçekleştirildi. İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi, 26 yıldan bu yana düzenlediği sayısız etkinlikten elde ettiği gelirle binlerce İTÜ öğrencisine verdiği burslarla karşılıksız eğitim desteği sağlıyor. Maçka Sosyal Tesisleri Yenilendi 'İTÜ Maçka Oteli' Konuklarını Bekliyor İTÜ Maçka Sosyal Tesisleri konaklama birimi, büyük boyutlu bir tadilat döneminin ardından yenilenerek “İTÜ Maçka Oteli” adı ile kapılarını açtı. Tüm odalar, koridorlar ve lobide gerçekleştirilen tadilat çalışmalarının ardından modern çizgiler taşıyan bir konsept tasarımla donatılarak 4-5 yıldızlı otel konforuna bürünen birim hizmet vermeye başladı. İTÜ Maçka Oteli, mevcut hali ile TV, klima ve mini bar’lı 2’si suit olmak üzere 36 oda ve 79 yatak kapasitesi ile hizmet sunuyor. İstanbul dışındaki İTÜ mezunları, mezun ve mensuplarımızın konukları ile diğer üniversite mensuplarını ağırlamakta olan İTÜ Maçka Oteli, şehir merkezindeki lokasyonu, ulaşım kolaylığı, kültür-sanat merkezlerine yakınlığı nedeniyle öncelikli tercih ediliyor. Otel’in modern bir tasarım anlayışıyla yenilenerek, konukların İTÜ’ye yakışır bir ortamda ağırlanmasını sağlayan bu çalışma, İTÜ Vakfı iştiraki olan 3M ARGE A.Ş. tarafından gerçekleştirildi. itü vakfı dergisi 99 İTÜ VAKFI'NDAN HABERLER Verda Üründül Kız Öğrenci Yurdu Yenilendi İTÜ mezunu Dr. Y. Müh. Sedat Üründül’ün Vakfımıza yaptığı bağışla, eşi anısına 1992 yılında yaptırılan İTÜ Ayazağa Yerleşkesi’ndeki Verda Üründül Kız Öğrenci Yurdu yenilendi. İTÜ Vakfı iştiraki 3M ARGE A.Ş. tarafından gerçekleştirilen çalışma ile binanın tüm dış cephesi ve iç mekanlar yenilendi, odalar ve diğer birimler günün şartlarına ve öğrenci gereksinimlerine uygun biçimde donatılarak daha konforlu hale getirildi. Açıldığı tarihten itibaren dönem dönem İTÜ Vakfı tarafından yenileme çalışmaları yapılmış olan yurt, geniş kapsamlı son çalışma ile yeni bir çehreye bürünmüş oldu. İTÜ Vakfı tarafından yapımı gerçekleştirilen Verda Üründül Kız Öğrenci Yurdu, 5072 sayılı yasa gereğince 2011 yılında Rektörlüğe devredildi. Üçer kişilik odalara sahip yurt binasında 111 öğrenci barınıyor. Ayazağa Çim Halı Saha’da Barselona Futbol Kulübü ile Futbol Okulu Ayazağa Yerleşkesi’ndeki Çim Halı Saha İTÜ Vakfı iştiraki 3M ARGE A.Ş. tarafından yenilenerek spor etkinliklerine açıldı. Çim Halı saha kiralanmak suretiyle çeşitli futbol etkinliklerinde kullanılabiliyor. Geçtiğimiz dönem bu saha için futbol camiasında ilgi uyandıran bir işbirliğine imza atıldı, Barselona Futbol Kulübü ile yapılan işbirliği anlaşmasıyla, geleceğin yıldızlarını yetiştirmek üzere bir Futbol Okulu açıldı. Bu çerçevede, Çim Halı Sahada sürdürülen Futbol Okulu’nda Barselona Kulübü antrenörleri tarafından 7-14 yaş grubuna verilen eğitimle geleceğin yıldızları yetiştiriliyor. 100 itü vakfı dergisi kullandılar, toplumsal yaşama getirdiler ama bizi eşit yapmadılar diye… Aslında dünya çapında kuralsız düzenin çok daha yaygın yeni çıkış arayışlarında bu sistemde en çok kadın sömürüsünün kullanıldığı sonucuna varıldı. Amerikan işçileri Konfederasyonu’ndan bir hukukçu arkadaşımın paylaştığı verilerine göre; Jordan marka Nike, Endonezya’da üç buçuk milyon kadın ve çocuk işçi eliyle üretiliyordu. Onların iki buçuk yılda aldığı ücret toplamı, Michael Jordan’a bir yılda verilen reklam telif ücretine eşdeğerdi. O tarihte bizim piyasaya baktım. Jordan marka ayakkabıların diğer Nike ayakkabıların üç buçuk katı fiyatına olduğunu gördüm.” Şükran Soner İTÜ Vakfı'nda Dünya Kadınlar Günü’nün Konuğu Oldu 8 Mart Dünya Kadınlar Günü, İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi’nin düzenlediği, Gazeteci-Yazar Şükran Soner’in konuşmacı olarak katıldığı etkinlikle kutlandı. İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi’nin Geleneksel 8 Mart Dünya Kadınlar Günü etkinliği İTÜ Maçka Sosyal Tesislerinde gerçekleştirildi. Gazeteci-Yazar Şükran Soner’in misafir konuşmacı olarak katıldığı etkinliği Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi üyeleri, İTÜ Vakfı Genel Sekreter Yardımcısı Kenan Mete ve çok sayıda davetli izledi. İTÜ Türk Musıkisi Devlet Konservatuvarı öğretim elemanlarından Ayşegül Kostak Toksoy ve Hatice Doğan Sevinç’in etkinlik kapsamında verdiği mini Türk Müziği konseri güne ayrı bir renk kattı. İTÜ Vakfı Sosyal ve Kültürel Hizmetler Komitesi Başkanı Şadiye Karadoğan’ın açılış konuşmasından sonra söz olan Gazeteci- Yazar Şükran Soner, Cumhuriyet’in kadına kazandırdığı değerler üzerinde durdu. Kadın sömürüsü ile çocuk sömürüsü yeniden hortladı Şükran Soner, konuşmasında dünyada ve Türkiye’de kadın haklarının geriye gitmeye başladığını belirterek, kadın ve çocuk emeği sömürüsünün dünyada yeniden ortaya çıktı- ğın vurguladı. Soner, “Din kurallarıyla kadının örtünmesinin özgürlük savaşı gibi olduğunu söyleyen bir kadın hareketi çıktı. Konu, kadının sokağa çıkma özgürlüğü olarak savunuldu. Ama Cumhuriyet değerleri de geriye püskürtülmeye başlandı." dedi. Kadın üzerinden siyaset Dünya sendikacılık hareketi içinde ortaya çıkan “sava mucizesi” kavramından da bahseden Soner, okuma yazma bilmeyen kadınların, bir sendika çatısı altında toplandığını ve milyonlarca üyeye ulaştığını hatırlatarak şu bilgileri verdi: “Yaptığı iki önemli iş vardı bu sendikanın. Birincisi, banka kurdu. Çok komik paralarla kadınlara borç veriyorlar, o parayı kadınlar zorla ödüyorlar. Amaç, en ucuz, en çok sömürülen kadın emeğini istenilen boyutta, yoğun bir şekilde üretime sokmak. Özellikle yoksul ülkelerde bu kuralsız çalıştırılma ile kadın ve çocuk emeği sömürüsünü bir yanıyla pozitif olarak destekliyor gibi görünüyor ama negatif olarak geriye götüren bir olay yaşandı. Dünya sendikacılık hareketinin sonraki keşfiyle eyvah, dediler. Bizim bu büyük savaşımızı kadını vitrinde kullanarak, kadın üzerinden siyaset yaparak kadının ve çocuğun kuralsız düzende sömürülmesinde araç yaptılar, diye… Bugün türbanlı feminist kadınlarımız da aynı dertten yakınıyorlar. Bizi çok kötü Dünyada ilk feminist anayasa metni Afganistan’da yazıldı Soner, konuşmasının devamında şunları söyledi: “Dünyada aslında ilk feminist anayasa metni Afganistan’da yazılmış. Afganistan anayasasındaki metnin yazımında savaş vermiş kadın örgütü başkanının sürgünde olduğunu söylemeye gerek yok zaten. Dünya çapında yaşadığımız bu süreç aslında evrensel uygarlık ve demokratik insan hakları kazanımlarının hepsinde 1970’ler püskürtme yaşanan yıllar. Karamsar değilim! “Dünyanın her yerinde, her ülkede insan hakları ve demokrasi sorunu var. Özellikle ülkemiz açısından çok karamsar değilim…” diyen Soner, bu dönemde dünyada ödenen bedellere bakıldığında en az bedel ödeyen ve en az savrulan ülkelerden birinin Türkiye olduğunu söyledi. Henüz geri dönüşü olmayan bedeller ödemedik ama çok risk altındayız ve hedef noktasındayız. Biz kırıldığımızda İslam dünyası açısından çok ürkütücü bir geriye sürüklenme söz konusu olacak. Ama yine dünyanın her yerinde en çok bedeli ödeyen kadınların kendi koşulları içinde bir duruşları da var. Çarşaflı ya da türbanlı, siyasal İslamcı radikal örgütlerdeki kadınlar, çok eşliliği ve imam nikahını kabul etmediler. Hiçbiri Cumhuriyet’in medeni haklarından vazgeçmeyi akıllarının ucundan bile geçirmedi. Bu da bir kazanım. Bu da bir ortak payda... Bir diğer kazanımımız da artık eskisinden daha çok ilgiliyiz. Nasılsa bize bir şey olmazın olmadığını anladık. Ve şimdi herkes kendi çapında bir yerlerde direniyor. Konuşmasının ardından katılımcıların sorularını yanıtlayan Şükran Soner’e, Komite tarafından bir teşekkür plaketi sunuldu. Etkinlik, her yıl olduğu gibi, Komite üyelerinin kendi elleriyle hazırladıkları ikramlarla sürdü. itü vakfı dergisi 101 SPOR İTÜ’nün Şampiyon Tenisçileri İ Metin Tükenmez Türkiye’de üniversite spor organizasyonundan söz edildiğinde genellikle profesyonel dünyanın dışında kalan amatör oyuncuların mücadelesi şeklinde bir algı oluşur. Oysa Manavgat’taki organizasyonun “Türkiye Tenis Şampiyonası” kalitesinde geçtiğine yerinde tanıklık ettim… TÜ Vakfı Dergisi’nin 67. Sayısı yayıma hazırlandığı günlerde Antalya’nın Manavgat ilçesinde Türkiye Üniversite Sporları Tenis Şampiyonası başlamak üzereydi. 13-17 Mart 2015 günleri düzenlenen şampiyonada üniversitemiz kız takımı 1. Lig erkekler ise süper Lig’de mücadele edecekti. Organizasyonun düzenlendiği otelin kortları toprak olduğundan, bizim öğrencilerimiz ağır ders yükü nedeniyle İTÜ’nün Ayazağa Yerleşkesi’ndeki sert zeminli kortlarında bile yeterince antrenman yapamadıkları için, bu eksikliği giderebilmek amacıyla onları bir gün önce göndermeyi planladık. Vakıf üniversiteleri ya da özel üniversitelerin sporculara burs vermeleri, İTÜ gibi ders yükü ağır devlet üniversitelerinde yarışan sporcuların işini zorlaştırmaktadır. Bu bağlamda hem kız hem de erkek takımlarının konumunu koruması bile başarı olarak algılanılabilecek durumda iken kız takımımızın şampiyon Kızlar Soldan Sağa: Bahar Sancaklı (Kimya Metalurji Fak.), Selen Deniz İğcioğlu (Maden Fak.), İzel Ece Yılmaz (Takım kaptanı-İnşaat Fak.), Aslınur Çalışıyor (Fen Edebiyat Fak.) Erkekler Soldan Sağa: Serhat Naci Çetindemir (Takım kaptanı-Tekstil Fak.), Cem Cingil (İnşaat Fak.), Berk Dehrioğlu (Bilişim Fak.), Öğr. Gör. Metin Tükenmez (Tenis takımları sorumlusu-Beden Eğitimi Bölümü), Sercan Posacı (Makine Fak.), Mümin Göker Gayretli (Elektrik Elektronik Fak.), Buğra Altuncu (Mimarlık Fak.) 102 itü vakfı dergisi olarak Süper Lig’e çıkması şampiyonaya katılan üniversiteli tenisçiler arasında ilgi ve övgüyle karşılandı. Türkiye’de üniversite spor organizasyonundan söz edildiğinde genellikle profesyonel dünyanın dışında kalan amatör oyuncuların mücadelesi şeklinde bir algı oluşur. Oysa Manavgat’taki organizasyonun “Türkiye Tenis Şampiyonası” kalitesinde geçtiğine yerinde tanıklık ettim. Asıl işleri tenis oynamak olan, Türkiye’nin çeşitli tenis kulüplerinde belli bir antrenman disiplini ve devamlılıkla tenis oynayan sporcular üniversite oyunlarını bir Türkiye Tenis Şampiyonası’na dönüştürdüler. Bu bağlamda grup maçlarını birinci bitirip Süper Lig’e çıkma karşılaşmalarında İzmir Ticaret Üniversitesi’ni 2-1 yenerek başarılı olan kızlarımızın yanında Süper Lig’deki yerini koruyan erkek takımımızın da başarılı olduğu kabul edilmelidir. Mesleği spor olan ve aynı zamanda Spor Yüksek Okulu olan Marmara Üniversitesi’nin Süper Lig’den 1. Lig’e düştüğü göz önüne alındığında tenisçi öğrencilerimizin başarısının değeri daha iyi anlaşılabilir. Baştan söyleyeyim, Avrupa ve Dünya Kupaları da olmak üzere birçok uluslararası düzenlemenin içinde günlerce, haftalarca kaldım ama Manavgat’taki tenis şampiyonası denli hoş bir spor ortamına ilk kez tanık oldum. Tenis sporunun doğasındaki saygınlık bir yana, üniversiteli öğrencilerimizin çekişme (rekabet) sırasında birbirlerine gösterdikleri saygıyla birlikte bu saygı ortamının arasına serpiştirdikleri zeka parıltısı içeren takılmalar, eğlencenin tadını çıkartarak yarışma içinde kalabilme, birbirlerini küçük yaşlardan başlamak üzere tanıdıklarından kime nasıl davranılacağını bilmeleri, herkesin birbirinin işini kolaylaştırmak için çaba göstermesi, düşenlerin çok da aldırmadıkları, şampiyon olanların sevinçlerini olduğundan daha büyük göstermedikleri (abartmadıkları) bir tenis ortamı… Tenisin araç olduğu bir ortamda yarıştıkça oynayan, oynadıkça yarışan, bir başka deyişle işin içine eğlenceyi ve oyunu yerleştiren bilinçli bir o kadar da sporcu gençlerimiz… Evet, oynarken eğlenen, eğlenirken iş yapan hoş bir ortamın içinde kaldım Ma- navgat’taki Tenis Şampiyonası’nda. Oyun oynayan dolayısıyla hareket halinde olan insan bedeninin güzelliği, en yüksek ifadesini oyunda bulmaktadır. Oyun, en gelişmiş biçimleri içinde insana bahşedilmiş estetik algılama yeteneğinin en soylu unsurlarını oluşturan ritim ve armoni ile doludur. Oyun ile güzellik arasında çok sayıda bağlantı olduğunu üniversiteli tenisçilerin oyunlarında gördük. Her oyun, her şeyden önce gönüllü bir eylemdir. Üniversiteli tenisçilerimizin çekişmelerinden, yarışmalarından bize kalan ana fikir şudur aslında: Oyun yaşamı süslemekte, yaşamın boşluklarını doldurmakta ve bu bağlamda vazgeçilmez olmaktadır. İnsan için çok çeşitli tanımlamalar, betimlemeler yapılmaktadır. Ancak ben Üniversiteler Tenis Şampiyonası’nda Homa Ludens’i gördüm yani gülen insanı. Puan yitirmek bir yana maçı kaybederken bile yüzü gülen, rakibini öven insan yapısını… Futboldaki ayak oyunlarını düşündüğümde bana olağandışı bir durum gibi geldi. Denebilir ki “Hocam sonuçta üniversite şampiyonası, bundan daha doğal ne olabilir ki?” Ben nice üniversite futbol şampiyonaları gördüm içinde şiddet barındıran… Hatta üniversitenin fakülteler arası maçlarında hakemlere yerleşke içinde çeşitli atletizm rekorları kırdıran nice futbol karşılaşmaları gördüm. İnanıyorum ki güzellik tenisin doğasında var… Bir profesyonel futbol takımında (İstanbulspor) düzenli olarak futbola başladığım yıl Kasım 1973’dür. Yani o günden bu yana futbolun içindeyim. 1980 yılında Anadoluhisarı Gençlik ve Spor Akademisi’ni bitirdikten sonra ise çoğu spor dalının da yakınında bulundum. Ülkemizin kirli futbol ilişkileri içinde temiz kalmayı başarmış az sayıda insanlardan biri olduğumu düşünüyordum. Manavgat’taki tenis şampiyonasındaki temizlik ve hoşluğu görünce ne denli kirlendiğimin farkına vardım. Belki de Özdemir Asaf’ın özlü sözü bu noktada yerine oturmaktadır: “Bütün renkler kirleniyordu, birinciliği beyaza verdiler.” Her oyun, her şeyden önce gönüllü bir eylemdir. Üniversiteli tenisçilerimizin çekişmelerinden, yarışmalarından bize kalan ana fikir şudur aslında: Oyun yaşamı süslemekte, yaşamın boşluklarını doldurmakta ve bu bağlamda vazgeçilmez olmaktadır. Okçuluk Takımı Türkiye İkincisi Üniversite Sporları Federasyonu tarafından düzenlenen "Türkiye Üniversitelerarası Salon Okçuluk Şampiyonası"na katılan Okçuluk Takımımız, Türkiye İkinciliği de dahil olmak üzere 3 derece ile döndü. 5 – 7 Mart 2015 tarihleri arasında Eskişehir Anadolu Üniversitesi ev sahipliğinde düzenlenen Şampiyonaya, 31 üniversiteden 144 oyuncu katıldı. Şampiyona kapsamında okçular bireysel ve takım halinde ayrı kategorilerde yarıştı. Öğrencilerimiz Nurullah Talha Görücü, Doğaç Tarı ve Gökberk Yılmaz’dan oluşan İTÜ Klasik Yay Erkek Takımı Türkiye İkinciliği elde etti. Gözde Fırtın, Ceren Güngör ve Rüveyda Gargı'dan oluşan Klasik Yay Bayan Takımı ise Türkiye Dördüncüsü oldu. Mix Takım kategorisinde ise öğrencilerimiz Nurullah Talha Görücü ve Gözde Fırtın’dan oluşan takımımız, sıralama atışlarında topladıkları puanlarla Türkiye Altıncısı oldu. En Centilmen Takım İTÜ’den 10. İstanbul Lale Festivali kapsamında Türkiye’de ilk kez düzenlenen, Üniversiteler Arası Plaj Futbolu Turnuvası "İstanbul Cup 2015", 12 üniversitenin katılımıyla 6 - 12 Nisan 2015 tarihleri arasında gerçekleşti. “En Centilmen Takım Ödülü” alan İTÜ Plaj Futbolu Takımı, 3.’lük kupasının da sahibi oldu. itü vakfı dergisi 103 SPOR Orienteering Kulübü’nden 9 Madalya Türkiye Orienteering Federasyonu tarafından 26 Şubat-1 Mart 2015 tarihlerinde Alanya'da düzenlenen “Antalya Oryantiring Günleri ve 3.Kademe Mustafa Karataş Yarışması”na katılan İTÜ Orienteering Kulübü 4 madalyayla döndü. Kulübümüz, 6 sporcuyla katıldığı yarışmada 1 altın, 2 gümüş ve 1 bronz olmak üzere toplamda 4 madalya kazandı. 4 gün süren yarışmanın 3. gününde Tutya Yılmaz Artistik Jimnastikte Türkiye Birincisi İTÜ Spor Kulübü sporcusu ve İTÜ Geliştirme Vakfı Okulları Ekrem Elginkan Lisesi öğrencisi Tutya Yılmaz, 03-05 Nisan 2015 tarihleri arasında İzmir’de düzenlenen Artistik Jimnastik Kulüpler Arası 1. Etap Yarışmasına İTÜ Spor Kulübünü 104 itü vakfı dergisi Yeni Başlayan Kadın kategorisinde 2. olan Selin Çiftçi, 4. gün de 1. olurken, Yeni Başlayan Erkek kategorisinde Halil İbrahim Karagöz 4. günde 2. oldu. 21 Yaş Kadın A kategorisinde Ezgi Baştürk yarışmayı 3. olarak tamamladı. İstanbul Spring Cup'tan da 5 Madalya İTÜ Orienteering Kulubümüz, İstanbul Oryantiring İl Temsilciliği'nin desteğiyle 13- 14-15 Mart 2015 tarihlerinde Macera Akademisi tarafından İstanbul’un Sultanahmet, Belgrad Ormanı ve Kapalıçarşı gibi tarihi mekânlarda düzenlenen yarışta da yerini aldı. 3 gün süren yarışta 8 sporcusuyla yarışan İTÜ Orienteering Kulübü toplamda 5 madalya aldı. Mert Sugür 1. gün Yeni Başlayan Erkek kategorisinde 1.lik, Ezgi Baştürk 21 Yaş Kadın kategorisinde ilk gün 3.lük, 2. gün ve 3.gün 2.lik, Ahmet Korkmaz 21 Yaş Erkek kategorisinde 3.gün 1.lik kürsüsüne çıktı. temsilen katılmış ve 54,35 puan alarak Türkiye birincisi oldu. Tutya Yılmaz, aldığı birincilikle Olimpiyat Komitesinin 12-28 Haziran 2015 tarihleri arasında Bakü’de düzenleyeceği ve Avrupa’dan 50 ülkenin 20 branşta 6050 sporcu ile katılacağı 1. Avrupa Oyunları’nda, Artistik Jimnastik Bayanlar Kategorisinde ülkemizi tek başına temsil etmeye hak kazandı. Tutya Yılmaz, İtalya'da düzenlenen 2014 Akdeniz Oyunlarında da şampiyonluk kazanmış ve İTÜ Spor Kulübünün uluslararası başarılarına yenisini eklemişti. İTÜ, Amerikan Futbol Türkiye Şampiyonluğunu üst üste 2. kez kazandı Ünilig Korumalı Futbol Süper Lig’in final maçı, 3 Mayıs Pazar günü Samsun’da oynandı. İTÜ Amerikan Futbol Takımı “İTÜ Hornets” ile Eskişehir Anadolu Üniversitesi Amerikan Futbol Takımı “Ana- dolu Rangers”ın karşı karşıya geldiği maçın sonunda, kupayı kaldıran taraf İTÜ oldu. Son derece çekişmeli ve zorlu geçen maçın ilk yarısını Anadolu Rangers, 24- 14’lük farklı bir skorla önde kapattı. Son ana kadar kıyasıya mücadele eden İTÜ ise ikinci yarıda açığı kapattı. Dördüncü çeyreğin son dakikasında oyunun üstünlüğünü ele geçiren İTÜ Hornets, baskılı hücumun sonucunda yakaladığı pozisyonu sayıya çevirerek, maçı 28-27 kazandı. İTÜ Hornets, geçen yıl final maçında ODTÜ ile karşılaşmış ve Türkiye Kupasının sahibi olmuştu. diğini yineleyen Rektör Karaca ise öğrencilerimizi tebrik etti ve hediyelerini takdim etti. Rektör ve öğrenciler, kulübün ba- şarısının yükselerek devam etmesi için sponsorluk arayışı konusunda da fikir alışverişinde bulundu. Yelken’de Çifte Kupa “MIYC Campus Cup 2015”e katılan Yelken Kulübümüz, 2 kupayla döndü. Mart ayında Marmaris’te gerçekleştirilen yarışlara, 19 üniversiteden 23 takım katıldı. İTÜ Yelken Kulübü, kendi klasmanda 2.’lik, genel klasmanda ise 3.’lük kupasının sahibi oldu. Kulüp öğrencilerimiz, başarısını Rektör Prof. Dr. Mehmet Karaca’yı makamında ziyaret ederek paylaştı. 10 yıldır kulüp olarak birçok yarışmada İTÜ’yü temsil ettiklerini ve başarılar elde ettiklerini anlatan kulübümüz, çalışmaları hakkında Rektör Karaca’ya bilgi verdi. Spor ve sanat alanındaki başarıları çok önemse- itü vakfı dergisi 105 SEKTÖRDEN HABERLER Eryap’ın Son Ürünü Wooler Taşyünü Eryap’ın son ürünü olan Wooler taşyünü; ısı, ses ve yangın yalıtımının üçünü birden sağlayarak diğer yalıtım ürünleri arasında fark yaratıyor. Wooler ısı yalıtımı özelliği sayesinde; ısıtma ve soğutma masraflarında %50’ye varan tasarrufun yanı sıra yaşam alanlarındaki konfor ve hijyenik şartları artırıyor. Ses yalıtımı özelliği sayesinde; kentleşmenin doğal bir sonucu olan gürültünün özellikle hastane, okul, ofis vb.ortamlarda günlük hayatımızda sağlığımızı ve konforumuzu tehdit eden boyutlarını en aza indiriyor. Eryap, Wooler ürün grubunda ürün gamına eklediği 2 yeni ürün ile taş yünü sektöründeki iddiasını sürdürüyor. Wooler Flexible Alu Boru Levhası ve Wooler Door Yangın Kapısı Levhası ile farklı kullanım yeri ve amacına göre geniş bir alanda hizmet edecek tamamen yerli ve doğal kaynaklar kullanılarak üretilen çözümler sunuyor. Wooler Flexible Alu Boru Levhası; bacalarda ve yüksek sıcaklıktaki sanayi borularının ısı yalıtımında kullanılmak üzere 100 kg/m3 yoğunlukta ve 25mm kalınlığında üretilen, 950mm x 8400 mm ebatlarına sahip, alüminyum folyo kaplı taş yünü levhadır. Ürünün rakiplerinde olmayan kanallı yapısı sayesinde alüminyum folyo yırtılma riski olmadan 100mm-300mm aralığında tüm çaptaki borulara rahatlıkla kaplanabilmektedir. Wooler Door Yangın Kapısı Levhası levhası ise; 600-1000mm eninde, 1500-2500mm boyunda isteğe uygun ölçülerde üretilmekte olup, 150 kg/m3’lük yüksek yoğunluğu sayesinde yangın kapılarında mükemmel yangın yalıtımı sağlamaktadır. İzocam 50. Yılını Çırağan’da Kutladı Türkiye’de yalıtım sektörüne 50 yıldır yön veren İzocam, bu özel yılı için Çırağan Palace Kempinski’de düzenlenen bir resepsiyonda davetlilerini ağırladı. Alghanim Grup ve Saint Gobain’in üst düzey yöneticilerinin de bulunduğu resepsiyona, yalıtım ve inşaat sektörlerinin önde gelenleri, İzocam bayileri, sektörel dernekler ve İzocam üst yönetimi katıldı. İzocam’ın 50. Yıl Resepsiyonu’nda, Fazıl Say'ın “İlk Şarkılar” albümünün vokali olan ve sesiyle geniş kitleleri kendisine hayran bırakan Serenad Bağcan sahne aldı. Bağcan’ın güçlü sesi ve özgün yorumu ile seslendirdiği şarkılar davetlilere keyifli anlar yaşattı. 40 kişilik dev kadrodan oluşan dansçılar ve orkestra ise İzocam için hazırlanan özel bir repartuarda buluştu 106 itü vakfı dergisi ve gece boyunca izleyenleri büyüledi. İzocam Genel Müdürü Nuri Bulut gecede yaptığı açılış konuşmasında, 1965 yılında başlayan yolculuğumuzda 50. yılımıza ulaşmış olmanın heyecanını yaşıyoruz dedi. “Kuruluşumuzla birlikte yalıtım sektörünün ülkemizdeki tarihini de başlatmış olmak bizler için ayrıca gurur kaynağıdır. İzocam’ın kurulduğu günden bu yana ürettiği tüm yalıtım ürünleri toplandığında, bu üretimin ülke ekonomisine ve çevreye sağladığı fayda oldukça çarpıcıdır. 50 yılda, sunduğumuz ürünlerle 200 milyon ton petrole eşdeğer enerji tasarrufunun gerçekleşmesinde katkıda bulunduk. 650 milyon ton CO2’in atmosfere salımını önledik. Ürünlerimizle ülke ekonomisine 50 yılda, 110 milyar dolarlık enerji tasarrufu sağladık. Elbette ki başarımızın ardında tüm İzocam ailesinin ve paydaşlarımızın ilkeli, düzenli, özverili çalışması da yatıyor. 2015 yılında, tüm değerli paydaşlarımızın bu güne dek sağladıkları katkıları sayesinde 50. yılımızı kutluyoruz.” Yazıları ve Rölöveleriyle Sedat Çetintaş Yazar: Prof. Dr. Ayla Ödekan ISBN: 975-561-252-1 Basım Yılı: 2004 Boyutlar: 27 x 39 cm Cilbent kutu içinde 79 sayfa metin + 108 sayfa rölöve föyleri. 2005 “Yunus al sy Nadi So r le Bilim ası” Araştırm Ödülü İTÜ Vakfı Yayınları Genel Dağıtım: İTÜ Vakfı Yayınları İtuyayinlari.com.tr Online Sipariş: www.1773itu.com Satış:0212 230 73 71 – 246 64 05 ituvakif@ituvakif.org.tr Sedat Çetintaş, mimarlık tarihimizde sanatsal ve mimari değeri güçlü rölöve ve restitüsyonların yaratıcısı, 19. yüzyıl kültürü ile beslenmiş 20. yüzyılın ilk yarısında yaşayan bir Cumhuriyet aydını. O, Selçuklu dönemi ile Erken ve Klasik Dönem Osmanlı mimarlığı tutkunu bir ‘Ülkügüder’. Sedat Çetintaş, anıtsal yapıtları çizimleriyle günümüze taşımakla kalmamış, yazılarıyla da mimar olarak toplumsal duyarlılığı sürekli diri tutmuş bir aydın. Ülküsü bir ‘Corpus’ oluşturmak. Amacı doğrultusunda yaklaşık 200 adet rölöve ve restitüsyon üretmiş. Bu ürünlerden 108’i İTÜ Mimarlık Fakültesi Arşivi’nde bulunmaktadır. Bu kitap da, Sedat Çetintaş’ın bu arşivde yer alan yapıtlarını toplu olarak okuyucuya ulaştırmayı ve araştırmaya açmayı hedefliyor. Buna ek olarak, çizimleriyle tanıdığımız Sedat Çetintaş’ı yazılarından da okuyarak ‘ülkügider’liğinin insancıl boyutlarına da erişme olanağı veriyor. Bu nedenle, kitapta yazar sık sık Çetintaş’ın kendi anlatımlarına yer veriyor. Böylece kendi sözcük ve anlatım dilini okuyucuyla paylaşarak Çetintaş’ın özellikle eski yapıları koruma konusundaki savaşçı kişiliğini açığa çıkarıyor. ‘Sedat Çetintaş’ın inanılmaz rölöveleri karşısında insan şaşırıyor. Şaşırmamız rölövelerin insan emeğinin ürünleri oluşundan. Hele bilgisayara dayalı bir tasarım kuşağı içinde olduğumuz günümüzde, bu çizimler doğal olarak inanılmaz geliyor’ diyor, Prof. Dr. Ayla Ödekan. ÖĞRENCİ KULÜPLERİ ‘Karşılıksız’ Kelimesinin En Anlamlı Hali: İTÜ Gönüllülük Kulübü hükümlü ve tutuklu çocuk ve gençlerin bu süreçte gelişimlerinin olumsuz etkilerini en aza indirebilmek amacıyla infaz kurumlarına düzenlenen periyodik ziyaretlerle tiyatro, müzik, sinema&belgesel ve oyun atölyesi düzenleniyor. U mut Okulu, Yaşayan Kütüphane, Nar Harekatı, Benimle Oynar mısın?, Engeller Durmasın, Bir Başka Yol, Hayata Bir Adım… Bu başlıklar, İTÜ Gönüllülük Kulübü’nün hayata geçirdiği, karşılıksız kelimesinin en anlamlı kılındığı projelerden bazıları. Toplumsal duyarlılık ve farkındalık yaratmak, ‘sivil toplum’ bilincini yaygınlaştırmak, gençliğin kişisel gelişimini sağlamak ve İTÜ öğrencilerinin toplumsal sorunların çözümüne yönelik çalışmalarda etkin rol almasını sağlamak amacıyla yola çıkan Gönüllülük Kulübü, bu çerçevede toplumsal sorunların üzerine eğilerek fırsat eşitliği, sosyal haklar, gençlik, çevre ve toplum bilinci ile ilgili çeşitli gönüllülük faaliyetleri yürütüyor. Kulübün, gönüllere dokunan bu çalışmaları kapsamında yetiştirme yurdundaki çocuklar periyodik olarak ziyaret edilerek ders dışı eğitimler sunuluyor; Türkiye’nin çeşitli bölgelerinde birleştirilmiş köy okullarına yardım kampanyaları düzenleniyor; ayrım- 108 itü vakfı dergisi cılığa yol açan önyargılarla ilgili farkındalık yaratmak üzere kitap yerine insanı okumayı deneyimleyen Yaşayan Kütüphane etkinliği düzenleniyor; hastanede uzun süre kalmak zorunda olan çocuklar ziyaret edilerek onlarla eğlenceli ve eğitici etkinlikler gerçekleştiriliyor; engelli bireylerin hayatını biraz olsun kolaylaştırmak üzere çözümler üretiliyor; olanaksızlıklar nedeniyle dersaneye gidemeyen lise öğrencilerine üniversite giriş sınavlarına yönelik dersler veriliyor; Gönüllülük Kulübü Köy Okullarında Gönüllülük Kulübü’nün projelerinden biri olan “Umut Okulu Projesi” ile Anadolu’nun dört bir köşesindeki okullara ışık saçmaya devam ediyor. Kulüp üyeleri, kendi olanakları ile oluşturdukları bütçelerle, yaptıkları duyurular ve girişimlerle topladıkları kitap ve kırtasiyeden oluşan okul malzemelerini, ya grup olarak bizzat yollara düşerek okullara götürüyorlar, ya da kargo ile gönderiyorlar. Ziyaret ettikleri okullarda, kitapla kucaklaşan öğrencilerin heyacanını ve sevincini görmenin eşsiz bir deneyim olduğunu vurgulayan Gönüllülük Kulübü üyeleri, “Umut Okulu Projesi” kapsamında bu yıl içinde 80 civarında okula yardım ulaştırmayı başardı. Mayıs 2005 sonuna kadar ise bu sayı 100 okulu aşacak. “Umut Okulu Projesi”ni yürüten üyeler “Bu ay da bizden yardım bekleyen 20 okulumuza yardım ulaştırmak istiyor ve sizlerden destek bekliyoruz.” çağrısı yaparak, “Yaptığımız tüm işler için bizleri Facebok, Twitter ve Instagram’dan takip ederek görebilirsiniz.” diyorlar. “Umut Okulu Projesi” kapsamında Nisan ayı içinde kitap ve kırtasiye yardımı gönderilen 10 okul: Korucu Köyü İlkokulu Gölbaşı / ADANA, Alaattin Sucular İlkokulu Erciş / VAN, Zaferiye İlkokulu Cihanbeyli / KONYA, Ayrancı İlkokulu Doğubayazıt / AĞRI, Üzümlük İlkokulu Eruh / SİİRT, Ilıcaksu İlkokulu Domaniç / KÜTAHYA, Soma 13 Mayıs Madenciler İlkokulu Merkez / AĞRI, Aşağı Bağcılar İlkokulu Pervari / SİİRT, Salman Köyü İlkokulu Mutki / BİTLİS, Arıklı Köyü İlkokulu Kızıltepe / MARDİN. “Ver Bi’ Pati” Projesi İTÜ Gönüllülük Kulübünün bir diğer projesi de “Varolanı korumak ve uyum içerisinde kalmak” anlayışıyla başlattığı “Ver Bi’Pati” projesi. Gönüllülük Kulübü üyeleri, ilk defa gerçekleşen bu öğrenci yaklaşımını şu cümlelerle anlatıyor: “Bu projede öncelikli amacımız, kampüslerimizdeki hayvan dostlarımızın yaşam koşullarını iyileştirerek standartlarını yükseltmek ve bu sayede bizlerle uyum içerisinde yaşamalarını sağlamak. Gönüllü arkadaşlarımızdan oluşan ekibimizle çalışmalarımıza ocak ayında başladık. Okulumuzdaki hayvanların düzenli beslenmeleri konusunda önemli adımlar attık. İTÜ Vakfı aracılığıyla aldığımız 650 kg kuru mama bağışı sayesinde, besleme ekibimiz her gün belirlenen lokasyonlarda mama dağıtımı gerçekleştiriyor. Siparişini verdiğimiz mama odakları ve su kapları ile beslenmelerini hem çevreye rahatsızlık vermeden hem de daha düzenli biçimde gerçekleştirmeyi amaçlıyoruz. Dostlarımızın sağlık kontrollerinin düzenli olarak yapılması konusunda da çalışma- larımız devam ediyor. Köpeklerimizin her birinin sağlık karnelerinin çıkartılıp aşılarının takip edilmesi için çalışıyoruz. Bunların yanısıra; kampuslardaki köpeklerimizin bizlerle uyum içerisinde yaşamalarını sağlayabilmek adına köpek davranış uzmanlarıyla, bizlere danışmanlık yapmaları için anlaştık. Onların da birlikte yaşadığımız kampüsümüzün birer bireyi olduğunu vurgulamak için her biri için tasma siparişi verdik. Gönüllü arkadaşlarımızın çoğalması ile daha güzel işler başarabileceğimize inanıyoruz…” Bize düşen ne? Tüm çalışmalarını yakından izleyip, inanılmaz çabalarını gördüğümüz Gönüllülük Kulübü öğrencilerimizin özveri ile yürüttükleri bu çalışmalara destek vermek, geleceğimizi aydınlatacak girişimlerine katkıda bulunmak… Bilgi ve iletişim için www. gonullu.itu.edu.tr sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. itü vakfı dergisi 109 YAYINLAR "Mühendis" - Ersin Arıoğlu’nun Yapı Merkezi ile Bütünleşen Hayatı "B Yapı Merkezi Yayınları, 2014. 398 sayfa u sözlü tarih kitabı, Ersin’e, aileme ve Yapı Merkezi’ne karşı duyduğum sorumluluk neticesinde ortaya çıktı.” Projenin fikir-annesi ve yöneticisi olan Y. İnş. Müh. Ülkü Arıoğlu, MÜHENDİS'e yazdığı Önsöz'ü şöyle sürdürüyor: "Ersin’in ... azim ve heyecanının, ailemizin ve Yapı Merkezi’nin gelecek kuşaklarına, aynı zamanda genç mühendis ve müteşebbislere de örnek olabileceğini düşünüyorum." Ersin Arıoğlu'nun okul arkadaşları, hoca ve öğrencileri, işarkadaşları, ortakları, inşaat sektöründe veya toplumsal projelerde birlikte çalıştığı dostları, aile bireyleri ve tabii bizzat kendisi ile yapılmış görüşmelerin kayıtları, MÜHENDİS adlı ve 11 bölümlü kitabın ana malzemesini oluşturuyor. Bu sözel birikimin belge, kupür ve fotoğraf desteğiyle içiçe kurgulanması, metnin ve öykünün kesintisizce akmasını sağlamış oldu. Kitabın ilk iki bölümünde Ersin ve Ülkü Arıoğlu'nun çocukluk anıları, Osmanlı dönemine uzanan aile tarihçeleriyle birlikte anlatılıyor. İmparatorluğun çöküşü ve Cumhuriyetin kuruluşu sırasındaki savaş, göç ve toplumsal dönüşümlere dair tanıklıklar ise, kitabın yaşam öyküsüyle sınırlı kalmayıp, Türkiye'nin yakın tarihindeki önemli dönüm noktalarını da içerdiğini haber veriyor. Nitekim sonraki bölümlerde de İTÜ'deki öğrencilik ve asistanlık dönemi, sonar Ersin-Ülkü Arıoğlu birlikteliği ile Yapı Merkezi'nin eşzamanlı kuruluş ve büyüme süreçleri, 27 Mayıs 1960 ve 12 Eylül 1980 öncesi ve sonrasın- 110 itü vakfı dergisi Yapı Merkezi Holding Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Arıoğlu'nun Yapı Merkezi ile bütünleşen hayatını anlatan MÜHENDİS kitabının 9 Nisan 2015 tarihinde, kurucularından biri olduğu Irmak Okulları Kültür Merkezi’nde yapılan tanıtım toplantısında konuşmasını yaparken. daki toplumsal çalkantılarla eşzamanlı yürüyor. Arıoğlu'nun aktif-siyaset dönemini ve "milletin vekili" olma çabasını anlatan bölüm ise, tercih ve kararlarını bilimsel verilere, objektif ve özgün fikirlere dayandırmayı ilke edinmiş bir mühendisin, keyfilik ve sübjektifliğin kol gezdiği siyaset ortamında, mutlu/verimli olmaya çalıştığı yılların "garip-ama-gerçek" öyküsü gibi... MÜHENDİS'te, inşaat sektörünü doğrudan ilgilendiren temel ve hayati konulara ağırlıklı yer verilmiş. "İstanbul betonlarının kalitesi" hakkındaki ilk bilimsel araştırmada, deprem bölgelerindeki yapılarla ilgili ayrıntılı incelemelerde, "durup dururken çöküveren" bir apartmanla ilgili rapor vb. Çalışmalarda sergilenen sosyal ve siyasal "acı" gerçekler, mesleği/statüsü ne olursa olsun her okurun ilgisini çekecek nitelikte. Bu olumsuz örneklere mukabil, "yapıda bilim ve teknoloji" ilkesiyle kurulan Beton Laboratuvarı ve AR-Ge Bölümündeki yüksek-kaliteli beton üretimleri, "doğal ve kültürel çevreye saygı" ilkesiyle geliştirilen tasarımlar gibi olumlu çalışmalar dikkat çekiyor. Aynı bölümde, çok önemli bir soruya da cevap aranıyor: İnşaat mühendislerinin ve genelde tüm sektörün sorumluluk alanı, nereden başlamakta ve nereye kadar uzanmaktadır? Bu temel soru, "TMB Etik İlkeler Belgesi"nin anlatıldığı alt-bölümde cevabını buluyor. "İyi inşaatçı" olmanın koşulları, kriz yönetimi, yurt içinde ve dışında inşaatçının yaşadığı ekonomik, politik, lojistik vb. Sorunlar gibi pek çok mesleki konunun yanısıra; kitabın çeşitli bölümlerinde nitelikli eğitim, nitelikli bilgi üretimi, nitelikli demokrasi, siyasetin bilimle ve bilimin siyasetle ilişkisi, kişi-şirket-toplum ölçeğinde gerekli zihniyet değişimleri, "ölçü organizasyonu" kavramı gibi genel ve temel konular da sorgulanıp tartışılıyor ve somut önerilerle besleniyor. Kitabı farklı kılan diğer bir özellik ise, "aile şirketi" yapısındaki tüm kuruluşların şu ortak problemine cevap aranması: Ebeveyn-evlat ilişkisi ile yönetici-iş arkadaşı ilişkisinin iç içe geçme olasılığı ve sakıncaları. Kitabın iki bölümü, ailedeki ve şirketteki "birlikte büyüme" süreçlerine "dışarıdan" ve "içeriden" tanıklık edenlere ayırılmış. Kısacası MÜHENDİS; çok geniş konu ve ilgi alanı yelpazesiyle, her daldan öğrencilerin, her meslekten genç-yaşlı meraklıların, akademisyenlerin, siyasetçilerin ve doğal olarak inşaat mühendisleri ile tüm inşaatçıların keyifle okuyabilecekleri bir kitap… Matematik 1 Çözümlü Problemleri 7. Baskı Matematik I Çözümlü Problemleri kitabı, tematik dersiyle ilgili gereksinimlerini karşıyazar Yrd. Doç. Dr. Ayşe Peker Dobie'nin layacağını umuyoruz. on yılı aşkın bir süredir, İstanbul Teknik Matematik 1 Çözümlü Problemleri; GiÜniversitesi Fen ve Mühendislik Fakülteriş, Limit ve Süreklilik, Türev, Türev Uygulalerinin birinci sınıf öğrencilerine vermekte maları, İntegral, İntegral ve Uygulamaları, olduğu Matematik I dersinin notlarından Transandan Fonksiyonlar, İntegrasyon Tekderlenmiş bir problem nikleri ve L’Hospital Kuralı, kitabıdır. Her bölümde, Genelleştirilmiş İntegraller, Ayşe Peker DOBIE öncelikle yeterli ölçüde Kutupsal Koordinatlar olİTÜ Vakfı Yayınları gerekli olan teorik bilgi mak üzere 10 bölümden Yayın Tarihi: 2015 verilmiş olup bu bilgi, oluşmakta ve her bölüm Sayfa Sayısı: 475 konu ile ilgili çok sayısonunda Çözümlü ProbISBN No: 978-975-7463-11-5 Fiyatı: 22 TL da basitten daha zora lemler yer almaktadır. sıralanmış çözümlü Matematik 1 Çözümproblemlerle pekiştirillü Problemleri kitabının, miştir. İkinci baskısı kutupsal koordinatla1. Baskıdan itibaren tüm basımlarının telif rı kapsayacak biçimde genişletilmiş olan hakları, Yazar Ayşe Peker Dobie tarafınbu problem kitabının, üniversitelerin ilgili dan, İTÜ öğrencilerine burs verilmek üzere bölümlerinin birinci sınıfında verilen maİTÜ Vakfı’na bağışlanmıştır. Yol Türküleri “Yol Türküleri” adını verdiği 15. Gezi culuk diğerinin aynısı olmaz…” kitabı ile bir rekora da imza atan Orhan Yolculuk; biraz burukluk, biraz telaş, Kural, “Bu gezi kitabını, altmış yetmiş biraz kaygı, biraz korku, biraz heyecan, yıl önceleri bir yandan klarnet çala çala biraz sıkıntı, biraz gerginlik, biraz merak, mahalle aralarında dolaşarak bakır sini biraz özgürlük, biraz yalnızlık barındırır. içinde satılan o renk renk macunlara Ama unutmayın hakiki dostlara ancak benzettim. Ülkeler ile bulundukları coğzor yollarda rastlanır… “Yalnız gezme” korkutucu görünse rafyalar da renk renkti” diyor. “Yol Türküde kendinizi daha iyi taleri” kitabında Almanya, Cayman Adaları, Ermenırsınız, sorunları çözme Orhan Kural becerisi kazanırsınız, nistan, Guam, İskoçya, Dinç Ofset Yayınları lisanınızı ilerletirsiniz, İspanya, Jamaika, PaYayın Tarihi: 2015 yerel halkla kaynaşırsılau, Polonya, Reunion, Sayfa Sayısı: 208 Sao Tome&Principe, nız; anlık sürprizler sizi ISBN No: 978-605-4318-07-0 Slovakya (Bratislava) sevindirir, anlık terslikler ve Yeni Kaledonya’dan sizi üzer ama inanın hiçilginç bilgiler, renkli kabir gezgin aslında yolda kalmaz… Bir şekilde hep hedefine doğreler aktaran Kural, kitabın önsözünde gitmek ve gezmek eylemine dair düşünru devam eder. Ara sokaklarda amaçsızca yürümek celerini de şu cümlelerle paylaşıyor: ve kaybolmak zevklidir. Evleri, meydan“Gitmek; hep başka yerlere, uzaklara seyahat etmek siyah-beyaz bir rüyadır. Neları, mezarlıkları, pazarları, anıtları, heydense hep gidemediğim yerlerde daha kelleri, kanalları, tapınakları, avluları, mutlu olacağımı hayal ederim. Yolculuk; köprüleri, istasyonları uzun uzun seyhep yeni yüzlere, yeni görüntülere, gizleretmek de zevklidir. Gezmek bir bakıma hayallerin içinde yuvarlanmaktır…” re ve düşüncelere hamiledir. Hiçbir yol- itü vakfı dergisi 111 YAYINLAR İTÜ VAKFI YAYINLARI İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013 İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz 2. baskı, 2013 150 TL Theory and Practice of Ship Handling Kinzo Inoue 50 TL Yazıları ve Rölöveleriyle Sedat Çetintaş - 2004 Editör: Ayla Ödekan 150 TL Mimarlıkta Estetik Değerlendirme Mete Tapan 10 TL Ord. Prof. Ata Nutku-Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi - 1.baskı, 2013 Aydın Eken 50 TL Teknik İngilizce 2014. 5. Baskı Pamela Edis 15 TL Essentials Of Research Paper Writing - 2.baskı, 2013 Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman 17 TL Ebrunun Mermer Yüzü Hikmet Barutçugil 150 TL Writing Research Papers 2.baskı, 2006 Editörler: Dilek Vidana Tavaşoğlu, Süeda Albayrak, Suzan Arıman 15 TL Muallim İsmail Hakkı Bey ve Musiki Tekamül Dersleri 2006 Nermin Kaygusuz 10 TL Matematik I Çözümlü Problemleri - 7. Baskı, 2013 Ayşe Peker Dobie 22 TL ORFF Yaklaşımı, Elementer Müzik ve Hareket Eğitimine Giriş - 2014 Atilla Coşkun Toksoy 15 TL Cisimlerin Mukavemeti Yenilenmiş 9. Baskı Mustafa İnan 35 TL Müzikoloji ve Kaynakları 2014 2. Baskı Yrd. Doç. Dr. Recep USLU 17 TL Matematik 1 Teoremler, İspatlar, Problemler - 2008 Mehmet Ali Karaca 25 TL Analiz Ratıp Berker 10 TL Dalga Kırınımında Analitik Yöntemler Cilt:I-II - 2011 Alinur Büyükaksoy,Gökhan Uzgören, Ali Alkumru 25 TL Otomatik Konteyner Terminalleri ve Terminal Yönetim Bilgi Sistemleri Yavuz Keçeli Volkan Aydoğdu (Çok yakında kitabevlerinde) Kompleks Değişkenli Fonksiyonlar Teorisi - 2008 Mithat İdemen 15 TL Gemi Formunun Hidrodinamik Dizaynı Kemal Kafalı Diferansiyel Denklemler 2010 Faruk Güngör 25 TL Gemi İnşaatı ve Deniz Teknolojisi Mühendisliği Tarihi Reşat Baykal (Çok yakında kitabevlerinde ) Elektromanyetik Alan Teorisinin Temelleri - 2006 Mithat İdemen 11 TL İstanbul Boğazı Güneyi ve Haliç'İn Geçe Kuvaterner Dip Tortulları Engin Meriç 10 TL Mimarlıkta Değerlendirme 2004 Mete Tapan 10 TL Yüksek Matematik Cevdet Koçak 10 TL Planlamada Sayısal Yöntemler - 2005 Vedia Dökmeci 10 TL Genel Fizik Deneyleri Mustafa Çetin 8 TL Lineer Cebir Çözümlü Problemleri - 2009 Mehmet Ali Karaca 15 TL İTÜ Tarihçesi Kazım Çeçen 10 TL Uçuşun Yüzüncü Yılında Modern Aerodinamiğin Temelleri - 2006 Ülgen Gülçat 17 TL Sözlü Yazılı ve Bilimsel Anlatım Teknikleri Ö.Bayramıçlılar, N.Ak 8 TL Gökhan Uzgören, Alinur Büyükaksoy, Ali Alkumru 35TL Fizik 1 Hüseyin Güven v.d. 8 TL Mithat İdemen 25 TL Flotasyon Suna Atak Elektromanyetik Alan Teorisi Çözümlü Problemleri Cilt:I-II - 2009 Lineer Sınır-Değer Problemleri ve Özel Fonksiyonlar Enstrüman Yapım Eğitiminde Oransal Ölçeklendirme 112 itü vakfı dergisi Eren Özek (Çok yakında kitabevlerinde) 10 TL 10 TL İTÜ VAKFI YAYINLARI SATIŞ YERLERİ: İTÜ Vakfı (İTÜ Maçka Yerleşkesi), Çantaylar Kitabevi (İTÜ Ayazağa Yerleşkesi), YEM Kitapevi, Pandora, EDGE Akademi (Ankara) Ayrıntılı bilgi için: www.ituyayinlari.com.tr Sipariş: info@ituvakif.org.tr İstanbul Teknik Üniversitesi ve Mühendislik Tarihimiz Editör: Prof. Dr. MehmetKaraca 2. Baskı Yazıları ve Rölöveleriyle Sedat Çetintaş Prof. Dr. Ayla Ödekan Matematik I Teoremler, İspatlar, Problemler Y. Doç. Dr. Mehmet Ali Karaca 2. Baskı 5. Essentials of Research Paper Writing Dilek Vidana Tavaşoğlu Suzan Arıman Süeda Albayrak - 2. Baskı Matematik I Çözümlü Problemleri Y.Doç.Dr. Ayşe Peker Dobie 7. Baskı Teknik İngilizce Pamela Edis 5. Baskı Ord. Prof. Ata Nutku Türk Gemi İnşaatı Endüstrisi ve Mühendislik Eğitiminin Önderi Y. Müh. Aydın Eken Theory and Practice of Ship Handing Kinzo Inoue Elektromagnetik Alan Teorisinin Temelleri Prof. Dr. Mithat İdemen 3. Baskı Mimarlıkta Değerlendirme Prof. Dr. Mete Tapan Muallim İsmail Hakkı Bey ve Musiki Tekâmül Dersleri Prof. Nermin Kaygusuz Planlamada Sayısal Yöntemler Prof. Dr. Vedia Dökmeci Cisimlerin Mukavemeti Prof. Dr. Mustafa İnan Lineer Sınır-Değer Problemleri ve Özel Fonksiyonlar Prof. Dr. Mithat İdemen Diferansiyel Denklemler Prof. Dr. Faruk Güngör 4. Baskı itü vakfı dergisi 113 Hazırlayan : Süleyman Kolata atalok55@hotmail.com Briç Turnuvaları 2015 İstanbul Açık İkili Şampiyonası 28-29 Mart tarihlerinde yapıldı. 299 çiftin katılımıyla gerçekleşen turnuvada dereceye giren çiftler şöyle : 1. Kudret Metin – Hasan Yirik %59,73 2. Levent Özgül – Tayfun Özbey %59,60 3. Okay Gür – Gökhan Yılmaz %59,58 Kadın 1 : Pınar Ayaz – Mey Zaim %56,14 Karışık 1 : Aslı Acar – Erhan Evcimen %56,08 Senyör 1 : Özkan Avcıoğlu – Rauf Temizel %54,40 Genç 1 : Nihat Albayrak – Cem Celep %47,21 17. si düzenlenen İskenderun Briç Festivali patton takımlar ve ikili turnuva şeklinde 3-5 Nisan tarihlerinde gerçekleştirildi. 37 takımın katılımıyla gerçekleşen Patton takımlar turnuvasının şonuçları : 1. YARIKKAYA 89 VP 2. 100. YIL ÇANAKKALE 86 VP 3. İSMO 84 VP 91 çiftin katılımıyla gerçekleşen İkili turnuvanın sonuçları : 1. Tevfik Gürkan – İlkay Özge %63,18 2. Süleyman Kolata – Merter Kapulu Boybek %61,26 3. Mustafa Özgür – İbrahim Teke %60,66 11. si düzenlenen Tüpraş Briç Festivali BAM takımlar ve ikili turnuva şeklinde 10-12 Nisan tarihlerinde gerçekleştirildi. 39 takımın katılımıyla gerçekleşen BAM takımlar turnuvasının sonuçları şöyle : 1. PATAGONYA 34 VP 2. TEZ 33 VP 3. KORKMAZ 32 VP 153 çiftin katılımıyla gerçekleşen ikili turnuvanın dereceye girenleri şöyle : Üniversitelerarası Briç Kadın Takımlar Şampiyonu Anadolu Üniversitesi Takımı 114 itü vakfı dergisi 1. İhsan Tosun – Volkan Denizci %62,40 2. Yusuf Kahyaoğlu – Orhan Ekinci %58,94 3. Yavuz Ferah – Levent Karabaş %58,43 Senyör 1 : Ergun Korkut – Enver Durulmuş %56,58 Tüpraş 1 : Nami Yılmaz – Hüseyin Büyükyıldız %55,85 Karışık 1 : İsmail Kandemir – Sevil Nuhoğlu %54,97 Kadın 1 : Dilek Yavaş – Nur Kumkale %53,69 Genç 1 : Eren İmdat – Burcu Üsküp %49,52 18. Manisa Egemenlik ve Mesir Briç Turnuvası 23-24 Nisan tarihlerinde gerçekleştirildi. 21 takımın katılımıyla gerçekleşen Patton takım turnuvasının sonuçları şöyle: 1. MANİSA BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE 72 VP 2. EGE71 VP 3. BASEK67 VP 128 çiftin katılımıyla gerçekleşen ikili turnuvanın sonuçları şöyle: 1 Işın Kandemir – Kenan Özkurt %62,24 2. Akif Dağdelen - İbrahim Kılıç %61,35 3. Süleyman Kolata - Ömer Kızılok %60,27 2015 Türkiye Üniversitelerarası Briç Şampiyonası Balıkesir Üniversitesi’nin ev sahipliğinde 14 açık ve 10 kadın takımının katılımıyla 26-28 Nisan tarihleri arasında gerçekleşti. Dereceye giren üniversiteler şu şekildedir : Açık Takımlar : 1. Koç Üniversitesi 106,94 VP 2. Akdeniz Üniversitesi 99,37 VP 3. Orta Doğu Teknik Üniversitesi 92,17 VP Kadın Takımlar : 1. Anadolu Üniversitesi 146,05 VP 2. Akdeniz Üniversitesi 145,15 VP 3. Balıkesir Üniversitesi 143,53 VP Dereceye giren bütün takım ve çiftleri tebrik eder, başarılarının devamını dileriz. Üniversitelerarası Briç Açık Takımlar Şampiyonu Koç Üniversitesi Takımı 17. Hatay Büyükşehir Briç Festivali’nden bir el. El no: 15 Dağıtan: Güney AV7654 Piki elden alan deklaran trefl As’ını, karo As ve Rua’sını çekerek, son trefl ile eli güneye verir. Elinde sadece karodan Q8 kalan güney, karo sekizlisini yere vermek zorunda kalır. Böylece 3N+ tam olur, 100 üzerinden 87 puan Kolata-Boybek çiftine gider. AQ108 V6 8 K R109 V9732 B ----- Q3 ----- D 9 R6 AR1032 Aynı Turnuvadan bir el daha: El no: 9 Dağıtan: Kuzey 9742 ARV5 QV109654 G - 82 XA64 54 1064 Q8754 KolataEser BoybekAltunbozar Batı KuzeyDoğu Güney - - - pas 1 kör 1 pik 2 karo pas 2 kör 2 pik kontur pas 3 NT pas pas pas Batı küçük pik atak eder, elden 10’lu ile olan Kolata, kör oynar ve yerden Rua’yı kazanır. Trefl oynar ve valeyi koyar, trefl asını çekince kuzey bir adet pik atar. Oynayan şimdi kör oynar. Kuzey 10’lu ile alır, eğer diğer 2 büyük körünü çekerse, oynayanın son körünü sağlayacaktı. Onun için pik As çeker ve pik devam eder. Son durum şöyledir artık: 76 V6 - V97 K B ----- B ----- ----- D R98 96432 7532 Q2 AR8753 G A8 ARV875 QV10 V9 ----- D - 9 AK103 A5 97 G Q875 Q10 Q10 32 Öncü BoybekArıkanKolata Batı Kuzey DoğuGüney - 2 pik pas 4pik Paspaspas AQ - K R7 Q1063 Kör atağını yerden As ve Rua’yı oynayan Boybek, elden 2 adet trefl atar. Yerden 2 turda karo damını ve valesini oynayarak Rua empası yapar. Bu anda pik asını da çeken Boybek, tekrar sağ kalan vale körü oynar. Elinde pikden sadece R kalmış olan Doğu çaresizdir. O çakarken deklaran son kayıp treflisini de kaçar. İyi oynanmış bir oyun sonucunda 4 pik + 2 olur ve maç puanlarının 82’si Boybek-Kolata çiftine gider. itü vakfı dergisi 115 İTÜ VAKFI DERGİSİ İçerik: İTÜ Vakfı Dergisi her sayıda özel bir "Dosya Konusu"nun yanısıra, özgün bilimsel makale, araştırma yazıları ve derlemelere; İTÜ’deki tüm disiplinler ve disiplinlerarası konularda güncel bilimsel makalelere; bilimsel ve teknolojik gelişmeler ve yeniliklerle ilgili haberlere; İTÜ öğretim elemanlarının akademik başarı, yenilikçi proje ve buluş, yayın haberlerine ilişkin metin ve görsel malzeme katkılarına açıktır. Yazı Boyutu: İTÜ Vakfı Dergisi’ne gönderilecek makaleler 4 sayfa; 1850 sözcük (15 bin karakter) sınırını aşmamalıdır. Dipnotlar ve kaynaklar bu sınırlamaya dahildir. Metin Yazım Özellikleri: Dergiye gönderilecek metin, Microsoft Word programıyla yazılmalı, yazıda 12 punto boyutu kullanılmalı, yazı karakteri olarak Times New Roman veya Arial tercih edilmelidir. Görsel Malzeme: Gönderilen yazıda kullanılacak fotoğraf, şekil, tablo vb. görsel malzemenin sayısı makaleler için 5’i, haberler için 1’i aşmamalıdır. Görsel malzeme, kesinlikle metin içine yerleştirilmemeli, ayrıca iletilmelidir. Renkli, siyah-beyaz fotoğraf görsel gönderilebilir. Görsel malzemenin dijital imaj dosyası olarak JPG, TIFF, PSD formatlarında sunulmalı ve çözünürlükleri 300 DPI’dan düşük olmamalıdır. Yazar İsmi: Gönderilen makale, haber vb. metinlerde yazar ismi, unvanı ve çalıştığı kurum/görevi belirtilmelidir. Metin Başlığı: Makalelerde başlık bulunmalıdır. Dipnot: Dipnotlar sayfa altında değil, metnin sonunda yer almalıdır. Metin içinde dipnot göndermeleri yer alacaksa, sıra numarası ile belirtilmeli ve metin sonunda da aynı sıra numarası ile yazılmalıdır. Kaynaklar: Metin sonunda yer almalı ve sıra numarası verilmelidir. Metin içinde kaynaklara gönderme varsa, parantez içinde gösterilmelidir. Kaynakça yazım düzeni; yazar soyadı, adı, basım tarihi, yayın adı, çevirmen adı-soyadı, yayınevi, basım yeri şeklinde olmalıdır. Metin ve görsel malzeme elektronik ortamda e-posta ile veya CD’ye kayıtlı olarak, aşağıdaki iletişim adresimize gönderilmelidir. hyazici@ituvakif.org.tr veya basin@ituvakif.org.tr Tel. 0212 291 34 75 – 230 73 71 REGNUM HOTEL SUNSET OTEL KONYA GÜRAL PREMIUM HOTEL MAXX ROYAL WEST GATE NEVȘEHİR EMNİYET MÜDÜRLÜĞÜ İNȘAATI ADANA HATAY KIRIKHAN DEVLET HASTANESİ KOÇAK VİLLALARI TOKAT G.O.P. ÜNİVERSİTESİ EK BİNA RAMADA OTEL DİYARBAKIR DİYARBAKIR HAVALİMANI İNȘAATI TRABZON YALI PARK OTEL İNȘAATI TOKAT ÇİMENTO FABRİKASI TOROS GÜBRE FABRİKASI SAMSUN HİLTON OTEL GAZİANTEP ERİKÇE GAZİANTEP KONAKLARI FUAR KONGRE MERKEZİ İSTANBUL: AND PLAZA / MARMARA PARK AVM CİNEBONUS PROJESİ / SABİHA GÖKÇEN HAVALİMANI / UÇAK HANGARI İNȘAATI / MALİYE KOMPLEKSİ / ZENIUM DATA MERKEZİ NEWİSTA / AHL PAT SAHALARI / RİNGS İSTANBUL PROJESİ SPOR SALONU İNȘAATI / VALLE LACUS / KALEKENT / OKUL PROJELERİ / KULELİ ASKERİ LİSESİ AFYON: ALİA OTEL ANKARA: HORIZON LIFE / KORMAN SİTESİ / UPTOWN İNCEK / KOÇ KULELERİ GİMAT OTEL ANTALYA: KARMİR OTEL / CARYA BELEK OTEL / DREAM WORLD OTEL / VERTIA OTEL ARTVİN: İMAM HATİP LİSESİ İNȘAATI AYDIN: PAMUKÖREN JEOTERMAL ENERJİ SANTRALİ / KUȘADASI 200 YATAKLI DEVLET HASTANESİ BALIKESİR: ELBİS OTEL BOLU: GÖYNÜK TERMİK SANTRALİ / İZZET BAYSAL ÜNİ.DİȘ HEKİMLİĞİ FAK BURDUR: BURDUR M.AKİF ERSOY ÜNİVERSİTESİ İZMİR: İZMİR ALİAĞA DOĞALGAZ KOMBİNE ÇEVRİM SANTRALİ / KONAK İL ÖZEL İDARE BİNA İNȘAATI / BORNOVA ANADOLU LİSE İNȘAATI / İZMİR ALİAĞA DOĞALGAZ KOMBİNE ÇEVRİM SANTRALİ / ÖDEMİȘ İMAM HATİP LİSESİ MUĞLA: YATAĞAN TERMİK SANTRALİ / GOLDEN SAVOY HOTEL / CENNETKÖY KONUT PROJESI RİZE: RİZE SPOR SALONU İNȘAATI / CEMAL KAHVECİ ÖZEL KONUT PROJESİ SAKARYA: HENDEK 100 YATAKLI DEVLET HASTANESİ İNȘAATI.... MERSİN METCEM MERSİN ÇİMENTO FAB. ADANA ÇİMENTO FABRIKASI KAYSERİ 2. HAVA İKMAL BAKIM MERK KASTAMONU TOSYA DEVLET HASTANESİ NEVȘEHİR ODTÜ TEKNOPARK ANKARA ÇANKAYA EVLERİ AKSARAY SÜTAȘ FABRİKASI ANKARA ÇUMRA ȘEKER FABRİKASI ESKİȘEHİR ȘEKER FABRİKASI ESKİȘEHİR ANTALYA RİYA KAYA OTEL AFYON ALIA HOTEL ESKİȘEHİR ȘİȘECAM FABRİKASI ESKİȘEHİR TERMİK SANTRALİ NEXT LEVEL KOÇ KULELERİ BİZİ TERCİH EDEN DİĞER REFERANSLARIMIZDAN BAZILARI BEREKET ENERJİ JES DENİZLİ OTOGAR YHT İSTASYONU BİLECİK BÜYÜKȘEHİR BELEDİYE BİNASI BURSA ÇİMENTO FABRİKASI BURSA DENİZLİ ZORLU JES HAVALİMANI OTOPARK İNȘ. KAVUKLAR AVM RESİDENCE TİMSAH ARENA RÖNESANS OFİSPARK PROJESİ BATIȘEHİR PROJESİ İSTANBUL QUASAR PROJESİ ORHANELİ TERMİK SANTRALI BALIKESİR BORNOVA PAZAR YERİ İNȘAATI İZMİR HABAȘ A.Ș. İZMİR ALİAĞA TERMİK SANTRALİ İSTWEST ZORLU CENTER AYVALIK BAGFAȘ DEVLET HASTANESİ BANDIRMA TEKİRDAĞ SİO OTOMOTİV KIRKLARELİ ASKERİ LOJMANLAR VİZE MODERN KARTON KARAYOLLARI YAPIM İȘİ VAN KARAKOL İNȘAATI VAN YÜZÜNCÜ YIL ÜNİVERSİTESİ REKTÖRLÜK BİNASI KARS SARIKAMIȘ ASKERİ DOĞU KARS KIȘLASI DEVLET HASTANESİ T. +90 212 213 15 15 www.wooler.com.tr www.er-yap.com.tr ERZURUM AȘKALE ÇİMENTO ARDAHAN 25. MEKANİZE PİYADE TUGAYI TÜRKİYE'NİN KAPLAMA ALANI EN HIZLI BÜYÜYEN TAȘYÜNÜ MARKASI. TAȘ YÜNÜNÜN PRESTİJLİ ADI 5 kıtada 60 ülkeye yayılan ihracatı ve ABD’deki üretimiyle globalleşen bir yıldız Bakır İhracatında Lideriz. Sarkuysan, 2014 yılında da İstanbul Maden ve Metaller İhracatçı Birlikleri tarafından verilen “İhracatın Yıldızları Ödülleri”nde “Bakır Teller ve Örme Halatlar İhracatı” kategorisinde 1. sırada yer aldı. Şirketler Topluluğumuz www.sarkuysan.com