KONTROLÖR VE ÇOBAN Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez
Transkript
KONTROLÖR VE ÇOBAN Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez
KONTROLÖR VE ÇOBAN Türkiye Tarım Kredi Kooperatifleri Merkez Birliğinin açmış olduğu sınavı kazanmış, Merkez Birliği Müfettişleri refakatinde Kontrolör yardımcısı olarak altı ay çalışmış, sonra re’sen görev yapacağım İzmir Bölge Birliğine intikal etmiştim. Bölge Müdürü hiç Bölgede tutmadı. Hemen elime bir talimat tutuşturdu. Muğla’nın Köy Kooperatiflerine denetim yapmak üzere görev kağıdımı aldığım gibi yola çıktım. Muğla’nın Yemişendere ve Göktepe köylerinde bulunan Kooperatiflerin denetimini yapacağım. Bir yandan heyecanlıyım ama bir yandan da endişeliyim. Çünkü ilk tek başıma yapacağım denetim işi. Endişeyle beraber içimde biraz da sevinç var. Çünkü haritadan baktım, Yemişendere de Göktepe de denize yakın. Eh bir de aylardan temmuz olunca en azından şöyle sayfiyede bir çalışma iyi gelecek diye düşünüyorum. Denetim görevi bu, gizli tutmalı, o yüzden gideceğim yeri kimseye söylemiyorum. Terminale vardığımda ikindi vaktiydi. Birkaç otobüs firması yazıhanesini gezdim. Muğla ve Fethiye arabaları gece saat oniki de kalkıyormuş. Mecbur bekleyeceğiz. Terminal büfesinden, çemberli, yumurtalı, karışık, İzmir usulü, sandviç yaptırdım. Kahvehanede çay içiyorum. Bir elimde yep yeni körüklü bond çantam. Diğer elimde kareli vinileksten yapılma orta boy valizim. Şimdiki gibi değil tekerlekli valizler daha icat edilmemiş. Öyle kaba kuvvet elinle taşıyorsun. Sandviçimi yedikten sonra demli de bir çay söyledim. Ama aklım çantamın içindeki hesap makinem, evraklarım ve mührümde. Açtım çantayı masanın üzerine, önce matbu evrakları bir bir elden geçirdim. Sonra talimatı bir daha okuyup, geri yerine koydum. Biraz televizyon seyrettim vakit zor geçiyor. Saat 12 ye kadar belki 10 bardak çay içtim. O zamanlar sigara da içiyorum varın halimi düşünün. Otobüsün kalkış saatine 40 dakika kala perona gittim. Henüz otobüs gelmemiş. Dua ediyorum, “303 veya 304 olsa” diye. Çünkü 302 ve 302 S’ler konforsuz otobüs. “Yakında 403 çıkacakmış” diyorlar ama kim bilir ne zaman. Otobüs geldi, 303, idare eder. En önden almışım yerimi, hemen valizi bagaja verdim, çantamı da 4 Numaralı koltuğa bıraktım. İndim aşağı, yaktım sigarayı. Uzaktan kesiyorum, yanıma kim denk gelecek. Bir müddet sonra, kasketli bir amca çıkıp geldi. Elinde, çizgili naylon kumaştan dikilme bir pazar çantası, içinde özensizce katlanmış kıyafetler olduğu anlaşılıyor. En üstte de iki tane yarım kiloluk lokum paketi. Pazar çantasını iki bacağının arasına alıp, koridor tarafına oturdu. Benim yerim cam kenarı. Ama oraya geçişim ve çıkışımın biraz zor olacağı açık. Ama amca zayıf, yani en azından beni köşede sıkıştırmaz. Saat geldi ve otobüs hareket etti amca hemen cebinden yenice marka, kutulu, filtresiz sigarasından bana sundu. Kırmamak için, aldım bir tane. “neri gidion delaannı” dedi. “Muğlaya gidiyorum dayı, sen nereye gidiyosun” dedim. “benimi deyon Çine’ye gidiyom, ben oralıyın da, sahi sen nirelisin delaannı” “Çine… adını duydum, amma hiç gitmedim amca. Ha, bu arada ben Aksaraylıyım.” “Gonya Aksaray’mı, Niğde Aksaray’mı yeğenim” Bu Konya Aksaray mı? Niğde Aksaray mı? Sorusundan nefret ediyorum, ama amca hoşuma gitmeye başladı, o yüzden açıkladım. “Amca hepsi aynı Konya, Niğde, ikisi de aynı. Hatta İstanbul Aksaray bile… Yıldırım Beyazıt Zamanında, Aksaray’dan götürülen sanatçıların yerleştiği semt olduğu için Aksaray adı verilmiş oraya, Aksaray eskiden beri vilayet, şimdi de tekrar vilayet oluyor. 68 plaka bizim amca” dedim. Amca, gözümün içine içine bakıp “sayi mi deyon” dedi, kaşlarını yukarı kaldırıp, dudağını bükerek, kafasını birkaç kez aşağı yukarı sallayarak, anlattıklarımı onayladı. “Hayırdır amca, İzmir’de ne işin var dedim.” “Ah be delannı sorma, ben hastayın, emeliyet oluveedim. Toktur -sende daş vaa, emeliyetinen alceezdedi, beni bah dohtur dedim, beniynen eğleniyonnu sen, daş nerden gicek bene. Boş yere beni kesvecesen garişmem huna göre, dedim. Tohtur, bene nası gülüveedi, kikirdeyo hınzır, bide hemşireyi cığrıveedi, -demin dediini bide hemşireye diyive- dedi. Tohtura gızıveedim, bak beniynen eğlenmen benim iki böğrüm, sızım sızım sızleyo siz içine daş girmiş deyonuz. Heç olumu, adamın içine daş needen giicek dedim. Tohturunan hemşire kikirdeyi kikirdeyi güldü bene, hemşire, amca insanın yidiği içtiği içinde taş olabiliyo, o da bazı yerleri dıkayıp, sancı yapeyo- dedi. Bene bi iğne kahtırıveediler, bayılttılar emeliyete aldılar. İki böörümü kesmişle, heç duymadımya le, tööbü tööbü, adamı gebeedip geri canlandıreyyo bunlaa“ Bir yandan tövbe çekerken, ceketinin yan cebinden bir mendil çıkarttı, özenle açtı, üç dört tane, nohut, mercimek büyüklüğünde taşları bana göstererek “mendilimin içine gattın, köyde heekese gösteecen, işte bu daşlar benim içinden çıhtı deyveceem, emme bene inanmeycekler biliyon, bizim avrat, -iki ineen parasını bu mercimek kadee daşlara mı veedin, vara içinde duruvereedi.- deycek a nedeceen cavır daşlee çok gıvrandıreyyo delaannı beribenzer bir aarı deel bu. ” Derken, taşları yine özenle mendilinin içine katlayıp cebine koydu. Cebinin üzerine iki kere eliyle vurdu. Sanki onlara “sizi seviyorum” der gibiydi bu hareketi. Bu arada ben de, cebimden filtreli bir samsun sigarası çıkardım ve amcaya uzattım. Hiç tereddüt etmeden aldı ve yaktı. Konuşmasına kaldığı yerden devam etti. “Neyse 10 gün yatıdılaa, iki dene inek satıvediidim, gelveceemde hepisini burada harcayıveedim. Yoğusa, bende sen gibi pambıklı ciğara içeyon. Neydecen, köyü varana kadar gatlancez. Gafanı şişirmeyon, deel mi yenim. Sahi sen Muğla’da neydeceen İzmir’de neişleyon.” Dedi. “Dayı, sen hiç, Tarım Kredi Kooperatifi duydun mu?” dedim. “Duymam mı delaanı, bizim köye yakın bi köyde vaa, emme biz onu panka dey bileyoz, orda mı çalışeyon sen” “Evet dayı ben orda kontrolörüm, denetim yaparım, Muğla’da da Kooperatifler var, onları denetlemeye gidiyorum.” “Haa kondüntürsün demek, hıı kondületür mü dedin.” “Yok be dayı, yani senin anlayacağın müfettiş, müfettiş” dedim “Hee annadıım Müteffiiiş, ben mektebe gideeken, bi sefee köyün mektebine müteffiş gelveceemiş, Mıstıfa örtmen bene -sen yarın gelmeycen- deyi tembihledi babam bene önnük diktiremediydi, müteffiş bene gızmasın deyi, okula gitmediidim, sende gızeyon mu olur olmaz” Adama kontrolör dedirtemedim, ama müfettişte dedirtemeyeceğimi anladım. O yüzden havadan sudan konuştuk. Ama sevdim dayıyı, çok temiz, iyi kalpli biri, fazla masraf olmasın diye İzmir’e yalnız gelmiş, ameliyat olana kadar, Basmahane de bir otelde kalmış, önüne gelen kandırmış, doktorundan otelcisine kadar herkese elindeki avucundakini son kuruşuna kadar kaptırmış, ama kandırıldığını bilmiyor, İzmir’in kuralı olarak kabul etmiş, kimseye kızmamış, kırılmamış, ameliyat masasına yattığında, cebinde dönüş yol parası varmış, ama onu da ameliyattayken birileri almış. Özellikle almış diyorum, çünkü dayı çalmışlar demiyor, “herhal birinin bi haceti vaadı, onu gööcek, geri getceedi, emme benim yatdıım odeyi deeşdidilee, bulemedi, beekide yerine goyceedi, bende yateyon, galkameyon, ötee odaya gidemeyon, gayrı helal osun neydeceen” diyor. Amcayı daha çok sevdim. İşte Anadolu insanı, aldatıyorlar, soyuyorlar, kandırıyorlar, o hala kimsenin kötü niyetli olduğunu düşünmüyor. Ameliyattan çıktığında iki gün yataktan kalkamamış, orada diğer hastaların yakınları ilgilenmiş, otobüs bilet parasını hastanedeki diğer hasta ve yakınları toplamış. Acıdım üzüldüm Aydın’da mola verince bir şeyler ikram ettim. Otobüse binince çantasında duran lokum paketinin birini bana uzattı . Almak istemedim ama ısrar edince kıramadım. Lokum alması dikkatimi çekti. Sordum “Dayı İzmir’den mi aldın lokumları” “Yok be yeenim, para mı galdı gaari, hestenede yanımda yatan, bi güccük cocuk vaadı, onu yoklemeye gelenlee benede getvemişlee, bahele rabbım kimlerin nasibini veyo, heç tanıımın sen onlaa, emme sene lokum alveemişee, tööbü tööbü inanmeyen cavıı” Aydından yarım saat sonra da Çine’ye geldik, gecenin üçünde indi otobüsten, ne yaptı sonrasında kim bilir. Amcayla helalleştikten sonra aklıma geldi, ben amcanın adını bile sormadım, o da benim adımı sormadı. Kendi kendime güldüm. Biraz sonra uyumuşum. Muğla terminalinde uyandım. Saat sabahın beş buçuğu, Muğla merkez kooperatifinin misafirhanesi var. Ama bu saatte kooperatifçiyi rahatsız etmek istemedim. Terminalde, sabahçı kahvede, iki saat zaman geçirdikten sonra, taksiyle çarşıya geçtim. Bir çorbacıda çorba içtim. Saat sekiz buçuğa kadar oyalandım. Saat Sekiz buçukta, Muğla Kooperatifine geldim. Üç personel vardı. Onlara kendimi tanıttım. İsteksizce ayağa kalkıp, ceketlerini düğmelediler. Misafirhanede kalacağımı söyledim. Anahtarların Müdürde olduğunu Müdürün de saat Dokuzda geleceğini söylediler. Müfettiş odasına geçtim. Hiç umduğum gibi karşılanmadığımı düşündüm. Ben, güler yüzle, Muğla’ya gelmiş bir misafir gibi karşılanmayı umuyordum. Ama herhalde çekindiler, içeride bir telaş başladığını fark ediyorum. Ama ben burayı denetlemeyeceğim. Biraz sonra, kapıyı vurarak muhasebeci içeri geldi, “kontrolör bey kasa sayımı yapacak mısınız?” dedi. “Hayır, bu gün başka kooperatife sayıma gideceğim, bidik bir taksici var mı?” diye sordum. Muhasebecinin, Muğla kooperatifinin denetime alınmayacağını öğrendiğinde rahatladığı, yüzünden anlaşılıyordu. ”kontrolör bey, nerede sayım yapacaksınız” dedi. “ Sayım yapılacak yer söylenmez, sen bir taksi çağır” dedim. “Kontrolör bey, burada birkaç kooperatif var, orman köylerinde, oralara her taksi gitmez, sadece ormandan emekli, ormancı hasan dayı var, o köylere sadece o gider. Eğer, Göktepe’yle Yemişendere ise sayacağınız yerler, yağışlı günlerde ormancı hasan dayı da gitmez” dedi. Şaşırdım ve içimden “bizi denetime gönderiyorlar nereye gideceğimizi personel biliyor dedim,” ama çaresiz söylemeliyim. “Sakın kimse duymasın, ama Göktepe ve Yemişendere’yi de sayacağım, ormancı hasan dayıyı bana bir bulur musun?” dedim. Öğlene doğru ancak bulundu, Ormancı hasan dayı, ama ne ukala bir adam, kendisinden başka gidecek kimse olmadığını biliyor ya, öyle bir para istedi, ağzım açık kaldı. Harcırahımız 6 lira, hasan dayı iki kooperatife gidiş geliş için 80 liradan bir kuruş aşağı inmiyor. Tam pazarlığın ortasında, Muğla Kooperatifinin Müdürü Mustafa bey çıkıp geldi, tanıştık adı Mustafa 39 yıllık personel, ama saygılı. Araya Kooperatif Müdürü girince Ormancı hasan dayı 70 liraya razı oldu ve yola çıktık. Yılanlı ormanlarının içinde yaklaşık bir saat yol gittik, sonunda “Yemişendere’ye yaklaştık” dedi hasan dayı. Tam o sıra, aşağıdaki düzlükte bir keçi sürüsü gördüm. Başında da yaşlı bir çoban, hasan dayıya, “dur hasan dayı şu çobanla biraz sohbet edeyim” dedim. Araba durunca, çobanın epey uzakta olduğunu anladım. Ben yukarıdan baktığım için sürünün tüm hayvanları sayılıyordu. Yürüyerek çobanın yanına varırken, gözlerimle keçileri saydım 98 taneydi. Çoban, benim geldiğimi görünce durdu ve bir iki ıslık çalarak sürüyü topladı. “Selamın aleyküm” dedim. “aleyküm selaaam ve bereketullah” dedi. Çobanla sohbete başlamadan bir şaka yapayım istedim. “kolay gele, senin süründe kaç keçi olduğunu bileyim mi” dedim. “Bilemen beyim, ben yılların çobanıyın, başkesinin sürüsünü sayemyon, keçi bu oreyi bureyi mertle, bi yerde durugomaz” dedi “Peki, bilirsem oğlakların birini bana verirmisin” dedim. “Beyim oğlak sene feda ossun, emme bilemen” dedi. Ben kendimden emin” 98 tane keçin var” dedim. Çoban şaşırdı ve “essah bildin beyim, oğlak sene gurban olsun, beğenivee hemen keseem” dedi. Ben şaka yapıyorum, ama çoban ciddi, gerçekten verecek, bende onu denemeye devam ettim. Şöyle sürünün en küçüğü kıvırcık tüylü, yerde yatan beyaz bir oğlağı gösterdim “işte bunu istiyorum” dedim. Çoban güldü “onu sene veedim gitti beyim” dedi. Arkasından ekledi, “peki beyim, ben senin nerde çalışıveedini, mesleeni, neede böyüdüünü, nire gettiini, gettiğin yeede neynen kaaşıleşceeni biliisem sen bene ne vecen” dedi. Şaşırdım, duraksadım,“Bu saydıklarını bilmesi imkansız” diye geçirdim içimden, “Tamam, kazandığım oğlağı geri veririm, bir oğlak parası da fazladan veririm.” Dedim. “Temam” dedi çoban ve saymaya başladı. “Tarım gredi de çalışeyon, işe yeni giimissin, defdişcisin, şeherde böyümüssün, Gökdipe ve Yemişindere Köylerine gidiveceen, gidiveeceen yerlereeki gopratif müdürleri yok, ağşema ance geliilee, gari bekleycen.” dedi. Şaşırdım, çobanların evliya olduğuna dair hikayeler duymuştum. İçimden bir an bu çoban evliya olabilir mi? Diye düşündüm. Çobanı bir kere daha ayağından başına kadar süzdüm. “Bundan evliya olmaz” diye geçirdim içimden. Sonra gülerek,“Tarım Kredi’de çalıştığımı nereden bildin?” Dedim. “Boyun bağıynen hu dağlaada Tarım gredi çalışeninden başgesi gezmez” Dedi. “İşe yeni girdiğimi ne bildin?” Dedim “Eski olsan, seni bureye göndermezleedi, hep yini işe başleyaenlee Yemişindere ve Gökdipeye geliilee” Dedi “Teftişçi olduğumu ne bildin?” Dedim. “Hesabı çok ey bileyon, geçilee bi temam saydın” Dedi. “Şehirde yetiştiğimi nerden bildin” Dedim. “Maldan, davardan, itten, uğlaktan hiç anlameyon, benim yeede yatıpduran fino köpeemi uğlak dey kestiriveceedin.” Dedi. “Kooperatif Müdürlerinin Köyde olmadığını ne biliyorsun” Dedim, “Buuladan, sabeh bi dolmuş gidee, işi ulan sabeh o dolmuşa yetişii ve Muğla’ya gidee, aynı dolmuş akşem saet 4 ten sona geri dönee, yetişebilen o dolmuşla gelii, yetişemeyen kalıı, gopratif Müdürlee tütün parasını yakalemeye sabehten gittilee. Gideeken onlaa göödüm. Emme gaygılenme , dolmuşçu gopratif Müdürleeni koyup geemez, yani aaşam beş buçukte ney buude oluula.” Dedi. Ağzım açık kaldı. Çobana kaybettiğim oğlak için para vermek istedim. Çoban büyük bir olgunlukla “Beyim senin şake ettiini biliyon, ben de sene şake yaptım, hiç ööle şe olu mu? Ne paresi? Hunu bak para veeceeemiş, Sen misafirsin, ağşeme benim eve buyuugee, Allah ne veediise, tuz ekmek, aadından köy odasında aakıdeşleenen yarenlik etveceez, oomancı hasan emmi alışık, geci galmeye, sen galıısen o dünden kalvee. ” dedi. O gün, ısrarlara rağmen orada kalmadım. Sayımları yapıp gece Muğla’ya döndüm. Aradan yirmi beş sene geçti. Ama hala pişmanım. O gece orada kalıp, Yemişendere’nin mahrum ama alim köylüleriyle sohbet etmediğim için.