1 BİR MALİYE MÜFETTİŞİNİN DAYANILMAZ ANILARI YAZAN
Transkript
1 BİR MALİYE MÜFETTİŞİNİN DAYANILMAZ ANILARI YAZAN
BİR MALİYE MÜFETTİŞİNİN DAYANILMAZ ANILARI YAZAN:UÇAR DEMİRKAN EMEKLİ MALİYE MÜFETTİŞİ ÖNSÖZ Emekli olunca ne yapacağımı meslekdaşlarımla konuşuyordum”Üstad;ilginç anıların var.Yitmesinler..Onları yazarsın”dediler.Ben de;emekli olmadan bu işi yapıp bitireyim dedim ve bu anıları yazdım.Emeklilikte rahat etmek istiyordum.Sağlığım yerinde olursa;yurdu ve evreni gezecektim. Anıların “Edebi değeri”nin de olması gerekir.Benimkiler öyle olmadı.Çünkü;mesleğimle ilgiliydiler.Bir tür müfettiş raporu gibi oldu. Olsun;önemli olan biçem değil;anıların içeriği..Böyle düşününce;iyi bir çalışma olduğunu varsayıyorum.Anıları değerlendirecek olanlar;bunları okuyanlar olacaktır. Anılarda bazı isimler var.Bunlar;hep gerçek olaylarda yeralmış kişilerdir.Çeşitli karşı çıkmalar olabilir.Her anıda bun lar oluyor.Diyecek başka bir şeyim yoktur. Ben;Maliye Teftiş Kurulu’nun en şaşaalı değil ama;oldukça iyi dönemlerini yaşadım.Mesleğe ilk başladığımda müsteşarlardan daha çok maaş alıyordum..Şimdi ise;daire başkanından da az maaş alıyorum. Mesleğe başladığımda;bir bakan denli yaygın ve güçlü yetkilerim vardı.Onları da kırptılar ve kuşa döndürdüler. Sonuçta;günümüzde Maliye Teftiş Kurulu’nu kapatmayı düşünüyorlar. İşte;ben;teftiş kurulunun bu geriletilmesi olgusunu başından sonuna yaşadım ve anılarımda da vurgulamağa çalıştım. Yolsuzluklarla etkili savaşım yapılacaksa;Maliye Teftiş Kurulu gibi örgütlere gereksinim vardır.Yoksa;o zaman bu kurulun kapatılmasına üzülmemek gerekir. Kendimi;bu açıdan “Son Mohikan”gibi duyuyorum.Ben de savaşımı yitirdim.Üstelik yoruldum.Dinlenmek istiyorum.Kalın sağlıcakla BAŞLANGIÇ: 1 Siyasal Bilgiler Fakültesi’ni 1961 Haziran’ında iyi derece ile bitirdim.İzmir’e gelip;Haziran sıcaklarında İzmir’in İnciraltı semtindeki Belediye Plajı’nda yüzerek,kumlara uzanarak yorgunluk atmaya başladım. Benden bir yıl önce fakülteyi bitirmiş arkadaşlar “Sen deli misin?Ne işin var buralarda.Dalga geçmek zamanı değil...Ankaraya git..Çalış...Müfettişlik sınavlarına hazırlan ve gir.”dediler.İşte;müfettişlik serüvenim böyle başladı. Önce;gazete ilanlarına baktım ve en yakın iki müfettişlik sınavına başvurdum.Biri;Devlet Denizyolları A.O.;diğeri ise Maliye Teftiş Kuruluydu. Ankara’ya gittim.Fakültenin yurdunda kalıp sınavlara hazırlanmaya başladım.Benim gibi;onlarca mezun olmuş öğrenci;çeşitli sınavlara hazırlanıyordu. Baktım;yurtta kalanlar arasında Ertuğrul Kumcuoğlu yoktu.Araştırdım.Bir dersten Eylül’e bütünlemeye kaldığını öğrendim.Fakülteyi Haziran’da bitirmemişti.Çok şaşırdım.Sınıfın akıllılarındandı. Sonradan;bu konuyu kendisi ile konuştum.Ben Haziran ayında mezun olunca bursum kesilmişti.O ise;Eylül’e bilinçli olarak bir ders bırakarak fazladan dört ay daha devlet bursunu almayı sürdürmüştü. Burs da burstu yani...Ayda 225 lira burs alıyorduk.27 Mayıs İhtilali’nden sonra;askeri yönetim öğrencilere olan borcunu ödemiş;bursları 150 liradan 225 liraya yükseltmişti. O zamanlar bu para büyük paraydı.Örneğin;fakülteyi bitirip stajını tamamlayan bir Kaymakamın eline ayda net 134 lira geçiyordu.Bu nedenle;birçok akıllı Mülkiyeli;o dönemlerde fakülteyi çift dikiş giderek,sekiz yılda bitirmiştir. Ertuğrul’un bu davranışı;sıkı bir maliyeci olacağının işaretiydi.Nitekim;Maliye Müsteşarlığı’na kadar yükselmiştir... Oysa;böyle davranmakla zararlı çıkmıştı.Çünkü ben sınavı kazanınca,Eylül ayından itibaren ayda bin liraya yakın para aldım.O benden 6 ay sonra sınavı kazandı.Kaybı daha çok oldu..Ne de olsa köylü kurnazlığı yapmıştı... Ben yalnızca Maliye Müfettişliği sınavına başvurmuştum..Birçok arkadaş;ayni zamanda Hesap Uzmanlığı sınavına da başvurmuşlardı. Sınavlara hazırlanırken;Maliye Müfettişi Yıldırım Özdamar Mülkiye’ye gelerek bizleri Teftiş Kurulu sınavına girmeye ve müfettişliği seçmeye kandırmaya çalışıyordu.Sonradan;bu davranışın;Hesap Uzmanları Kurulu ile olan çekişme ile ilgili olduğunu anlamıştım.Nitekim;o dönem sınavlarınde ben ve Cengiz Altuğ müfettişlik sınavını kazandık.Diğer sınıf arkadaşlarımızın çoğu,Hesap Uzmanlığı sınavını 2 kazandılar ve Hesap Uzmanı oldular.Cengiz;Hesap Uzmanlığı yazılı sınavını da kazanmıştı.Maliye Müfettişliğini seçip onun sözlü sınavına girdi.Hesap Uzmanlarının sözlü sınavına girmedi. Sözlü sınavı yapan kurulda eski Maliye Müfettişi olan zamanın Gelirler Genel Müdürü olan Mesut Erez bey de vardı.Sonradan Maliye Bakanı da olmuştur.Bana “rüsumu sitte”yi sordu.Osmanlı Devleti zamanında,devletin dış borçlarını tahsil etmesi için Duyunu Umumiye İdaresi emrine verilmiş altı devlet harcını saymaya başladım.Beşini saydım.Altıncıyı anımsamadım.İlle onu da istiyorlardı.Anımsayamadığımı söyledim.İyi ki öyle yapmışım.Meğer atıp atmayacağımı sınıyorlarmış...Böylesine zor bir sınavdı... Ben bu arada;Denizyolları AO nın da müfettişlik sınavını kazandım.Yönetim,ne diller döktü sözlü sınavlarına girmem için.ben,risk alıp Maliye Müfettişliğini seçtim ve o kurulun sözlü sınavına girip başarılı oldum. 30 Ağostos 1961 tarihi itibariyle Gelirler Genel Müdürlüğünden naklen Maliye Müfettiş Yardımcılığı(muavinliği)ne atamalarımız yapıldı. Cengiz Altuğ birinci,Aydın Kezer ikinci,ben üçüncü sırada başarılı olmuştuk.Yeterlik sınavı sonrasında;üç yıl sonra;bu sıra değişti.Ben birinci oldum.Cengiz ikinci,Aydın üçüncü oldular.Bu durumun;Cengiz’i biraz üzdüğünü sonradan anladım.Çünkü;güreşte gençler arası birincilik de dahil olmak üzere;yaşamı birinciliklerle doluydu.Mülkiye’ye de 601 numara ile birinci olarak girmişti.Ertuğrul yedinci,ben onyedinciydim. Maliye Müfettişi olmam bütünüyle rastlantısaldır.Daha önceden;bu mesleğe girmek isteği gibi bir isteğim olmamıştı. Ama;bizlere çok yüksek bir maaş veriyorlardı.Bakanlıkların müsteşarlarından daha çoktu bize her ay verilen maaş ve ekleri.Kendimi;birden çok büyük ve güçlü birisi gibi duymuştum. Sonradan;Maliye Müfettişlerinin gerçekten de çok seçkin ve büyük insanlar olduğunu öğrendim ve anladım. Müfettişlik serüvenim Eylül 1961 ayından itibaren böyle başlamış oldu. İLK TURNE 3 Kurulda ilk günlerimizde bizlere demirbaş olarak birer çanta,bir daktilo makinası ve 18 ciltlik “Mali Kanunlar” mevzuatı verildi. Daktilo yazmayı(iki parmakla doğal olarak) bu makinada öğrendim.Marshal Yardımı’ndan verilmiş amerikan ordusu artığı güzel bir Remington marka yazı makinasıydı.Uzun yıllar kullandım onu. Onsekiz ciltlik Mali Kanunların herbir cildi 600 sayfalık idi. O zaman Başkan Yardımcısı olan müfettiş Nail Çelenoğlu;bu kitapları hep yanımızda taşımamız gerektiğini belirtti. Ben de;bir asker bavulunu dolduran bu kitapları,ilk turne yerim olan Diyarbakır’a taşımış;oradan İstanbula da taşımıştım. Sonraki yıllarda;bunun gereksiz olduğunu gözledim ve üstadın bana küçük bir “şaka” yapmış olduğunu anladım. Ben de;başkan yardımcılığı yaparken ayni “şakayı” o yıl Maliye Müfettiş Muavini olanlara yapmıştım.Sonradan;olayları anımsayıp çok gülerdik. Biraz da insanlık dışı bir çalışma yöntemi olan turnelerden sözedeyim. Maliye müfettişleri;kış aylarında İstanbul ve Ankara’da teftiş yaparlardı.Haziran başlarında enaz dört ay süreli olarak Anadolu kentlerine teftişe giderlerdi.Muavinler enaz altı ay Anadolu turnelerine katılırlardı.Aileden;çoluk çocuktan uzak geçen aylar...Bu nedenle;Mülkiye’de İnek Bayramlarında idari şube öğrencileri mali şube öğrencileri ile “Müfettişin parası pul karısı dul “ diye dalga geçerlerdi. Evet;ilk turne yeri olarak Cengiz Amasya’ya;Aydın Isparta’ya;en kıdemsiz olan ben Diyarbakır’a gidecektik.Diyarbakır’a uçakla gitmem olanaklı iken;daha mevzuatı bilmemekten dolayı;trenle gittim.Yolculuk;yaklaşık birbuçuk gün sürmüştü. Tren Ankara’dan hareket edip Anadolu bozkırına dalınca;nasıl zor bir ortamda geçecek yeni bir yaşama adım attığımı anladım.Ozamana kadar;Ankara’nın doğusuna geçmemiştim.Oraları ve oralarda olanları kitaplardan,gazetelerden okuyorduk.Şimdi ise;yaşayarak öğreniyordum. Müfettişlerin yıllardır uyguladıkları turneye ilk olarak böyle başladım. Diyarbakır’a;gördüklerim ve duyduklarım nedeniyle,moralim bir hayli bozuk gidiyordum.İkinci gün,birden tren,bir büyük gölün kıyısından geçmeye başladı.Sonradan;adının Hazar Gölü olduğunu öğrendiğim bu gölün gürünümü moralimi biraz düzeltmişti. 4 Birden;gölde hızla giden bir sürat motoru gördüm.Motorun arkasında bir sarışın bayan,bikinili olarak su kayağı yapıyordu.O yıllarda;böyle sahneleri filimlerde görüyorduk.İzmir’de bile böyle bir şey görmemiştim.Bu da moralimi biraz daha düzeltti. Sonradan öğrendim.D iyarbakır’da Pirinçlik diye bir Amerikan hava üssü vardı.Motoru kullanan orada görevli bir Amerikalı subay ve su kayağı yapan da eşiymiş. Keza;bu gölle ilgili bir başka öykü daha dinledim sonraları. Demokrat Parti’nin “Su Müdürü” olan kişi (Sonradan Başbakan ve Cumhurbaşkanı olmuştur)Diyarbakır’da Devlet Su İşleri Bölge Müdürlüğü de yapmış .O sırada;gölden kanallarla Diyarbakır’a ve ovalarına su getirip dağıtma projesi oluşturulmuş.Ben de;ana sulama kanalını gelirken trenden görmüştüm.Kanallar tamamlandıktan sonra;milletin aklına gelmiş.Acaba;Hazar Gölü suyu sulamada kullanılabilir mi?Su analiz edilmiş ve sodalı olduğu ortaya çıkmış.Yani;sulamada kullanılamazmış.Böylece;ana kanal ve yan kanallar için yapılmış onca yatırım;işe yaramaz duruma gelmiş. Benzeri bir olayı;1970 yılında Elazığ’da turne sırasında gözlemiştim.Orada da;varolan tren yollarının bir kesimi Keban Baraj Gölü altında kalacağından;yeni tren yolLarı yapılmış .Kamulaştırmalar yapılmış;yolların tesviyesi,mıcır dökümü tamamlanmıştı.Neyse ki;raylar döşenmeden bir mühendis haritaya bakmış.Yeni yapılan yolların da baraj gölü altında kalacağı anlaşılmış ve onca yatırım baraj gölüne gömülmüştü. Basından izlediğim kadarı ile;her iki yatırımın yolaçtığı zararın hesabı;kimselerden sorulmamıştı.Yavaş yavaş;Türk vatandaşı olmayı öğreniyordum. Sonraki yıllarda müfettişlik görevim yoluyla saptadığım yolsuzlukların çoğunun hesabı sorulmamıştı.Bu durum;artan bir eğilimle günümüzde de sürmektedir.Yolsuzlukları tartışıyoruz,yasalar çıkarıyoruz.Bir yandan da bu tür suçluları sık sık affediyoruz. Yine yolsuzluklar araştırılıyor,inceleniyor;ama,soruşturulmuyor.Demek ki;1960 lı yıllardan 2003 yılına dek Türkiye’de pek bir şey değişmemiş. İLK ÜSTADIM VE TEFTİŞİM Trenden inince bir atlı arabaya binip Hükümet Konağı’na gittim.Beni;İlhan Özer adlı genç bir Maliye Müfettişi’nin yanına yollamışlardı. 5 Amerika stajından yeni dönmüş üstadımın eşi hamile olduğu için onu Diyarbakır’a getirmemişti.Eylül ayında olmamıza karşın;çok sıcak ve bunaltrıcı bir hava vardı.Üstadın eşi Adana’da(muhtemelen )akrabalar yanında kalıyordu.İlhan Özer üstad;cuma gecesi Adana’ya gidiyor;pazartesi sabahı dönüyordu. 27 Mayıs İhtilali sonrası olduğundan;onlarca ihbarı soruşturuyordu.Ayrıca;vergi daıresi veznesinin sayımında veznedarın zimmeti(açığı)çıkmış;onu da soruşturuyordu.Bana;vergi dairesinin muhasebe işlemlerini teftiş ettirmeye başladı.Başka kötüye kullanmalar(suistimaller) var mı diye araştırıyorduk. Diyarbakır’da ayrıca beş Hesap Uzmanı vardı.Onlar da turne yapıyorlardı.Vergi mükelleflerinin beyanlarını ve hesaplarını denetliyorlardı. Mesai saatleri dışında birlikte geziyor,yemek yiyip içki içiyor ve eğleniyorduk. Geldiğimin üçüncü günü olmalıydı.Üstad;henüz Adana’dan dönmemişti.Bir başıma teftiş yapıyordum.bir bayan memur çalıştığım odaya gelip bir vergi sorununu anlattı.Ben de;Mülkiye’deki bilgilerime göre ahkam kestim,kız gitti. Sonra;Hesap Uzmanlarına gidip olayı anlattım ve görüşümü söyledim.Bana güldüler ve benim önerilerimin tam aksini belirten Bakanlık Genelgesi olduğunu söylediler. Başımdan aşağı kaynar sular dökülmüş gibi oldum.İlk aklıma gelen istifa edip işin başında bu dikenli yollardan ayrılmaktı.Beni Hesap Uzmanları güçbela yatıştırdılar. Önce odama dönüp kızı çağırdım ve tebliği öğrendiğimden söz ettim ve yaptığı davranışı kınadım.Bu kez o korktu.Durumu üstada anlatabileceğimi düşünmüştü. Böylece;müfettişlik yaşamımın ilk ve en önemli dersini almış oldum.Bu iilkeyi çok iyi öğrenmiştim. Teftişe,incelemeye,soruşturmaya başlamadan önce;o konudaki tüm mevzuatı(yasalar,kararlar,tebliğler) iyice gözden geçirmek ve her yeni iş geldiğinde yeniden öğrenmek gerekiyordu. Bu kuralı kırk yılı aşkın meslek yaşamım boyunca eksiksiz uyguladım ve bir kez daha yol kazasına uğramadım.Bir maliye müfettişi;tüm mevzuatı eksıksiz,herkesten iyi bilmek durumundaydı.Günümüzde ne mümkün.!.. Diyarbakır’daki bir diğer ilginç anım;vergi dairesi hizmetlisi(odacı) ile ilgilidir. Adamın tam on çocuğu vardı.Kendisi ile dalga geçiyorduk.Biraz daha gayret ederse bir futbol takamı kuracağını söylüyorduk.O da “Bir çocuk daha yapacağım ve ben takım kaptanı olacağım” derdi. Gerçekte adam çok akıllıydı.Sorun;devletin nufus sayısını arttırma siyasalarından kaynaklanıyordu.Çocuk sahibi olmayı özendirmek için devlet memurlarına “çocuk 6 başına 5 lira”çocuk zammı veriliyordu.Buma göre;odacının vergisiz 50 lira aylık ek geliri oluyordu. Maaşının neti 37,5 lira olan odacı;maaşından çok çocuk zammı alıyordu.Neredeyse;çocuğu olmayan bir müdür kadar para geçiyordu eline.Bu nedenle;durmadan çocuk yapmıştı.Allah karısına sabır versindi... Sonradan;bu kez hızlı nufus artışını yavaşlatmak için bu uygulama kaldırılmıştı.Günümüzde;o çocuk zammı uygulaması nedeniyle,sembolik denilecek çocuk yardımı verilmektedir. Diyarbakır’da,kaçaktan bir kol saati almak istedim.O güne dek hiç kol saatim olmamıştı... Üstaddan izin aldım.Bir parkta otururken dolaşan bir kaçakçıya saatin fiyatını sordum.10 lira dediğinde çok şaşırdım. Bana;satıcının önerdiği fiyatın yarısını önermem öğütlenmişti.10 lira çok düşük bir fiyattı.6 liraya alırım,dedim..Adam hemen kabul etti.Demek ki;söylenenler doğruymuş...1 lira kazıklanmıştım... Diyarbakır’ın Çınar ilcesi kaymakamı;üstadın sınıf arkadaşı imiş.Bir hafta sonu geldi;bizi Diyarbakır’dan resmi cipi ile alıp hafta sonu gezisine götürdü.Resmi cipte kaymakam,üstadım,iki hesap uzmanı ve bir re’sen yetkili müfettiş muavini vardık. Önce;Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği’ne gittik.Tıpkı amerikan filimlerindeki büyük çiftlikler gibiydi,. Çiftliğin kapısından girdik,onlarca kilometre yol aldık ve sonunda yönetim binalarına geldık.Çiftlikte çok değişik ürünler yan yana tarlalarda üretiliyordu.Pamuk,karpuz,buğday,çeşitli meyveler,sebzeler...Çok güzel bir hafta sonu geçirdik. O sırada bir öykü anlattılar.Eski Maliye Müfettişlerinden Nedim Ökmen;zamanın Tarım Bakanı olarak çiftliğe gelmiş.Yörenin ağaları;devletin çiftliği kendilerine satmasını istemış.Liberal ekonomiden yana olan Bakana bu öneri çekici gelmiş.Ancak;Ankara’ya döndükten sonra,gerçeklerle yüzyüze gelmiş. Bir kez;çiftliğin bedeli,oralardaki ağaların servetlerinin karşalayamayacağı denli büyükmüş.Ayrıca;bütçeye bu çiftlikten her yıl oldukça önemli bir gelir geliyormuş.Kararından caymış... Pazar günü;kaymakamın cipiyle Diyarbakır’a döndük.Dönüş sırasında serüvenler yaşadık.. 7 Önce;Mardin’in Kızıltepe’sine uğradık.Kasrı Konca adlı bir malikanede yemek yiyip mırra kahve içtik.Esrar gibi baş döndürücü bir saf kahve içeceğiydi. Diyarbakır’a gece dönüyorduk.Karayollarındaki bir köprü yıkılmış,onarılıyordu.Bunu,bir gün önce gündüz Diyarbakır’dan gelirken görmüştük.Dönerken;karayolları o yönden hiçbir uyarı işareti koymadığından;büyük bir hızla üç-dört metre derinlikte bir kurudereye uçacaktık.Ertesi günün gazetelerine manşet olacaktık... Neyse ki;cipi kullanan kaymakamın yanındaki hesap uzmanı durumu fark etmiş;direksiyona sarılıp dere kıyısındaki büyük taşlarla dolu bir tarlaya cipi daldırdı.Epeyi gitttikten sonra durabildik.Aracın altı durmadan taşlara çarpmıştı.Büyük bir kazadan kılpayı kurtulmuştuk. İkinci dersimi almıştım.Alkollü araç kullanılmayacaktı.Geceleri olabildiğince araç kullanılmayacaktı. Bir başka anım;Diyarbakır’ a yakın yerlerdeki müfettişlerle ilgilidir. Tatvan’da yetkili muavin Ayhan Öner vardı.Siirt’te de Selahattin Zorlu adlı bir müfettiş vardı.Hafta sonunda Diyarbakır’ a gelirler ve bizlerle olurlardı. Siirt’teki üstad anlatmıştı.Teftiş için Kurtalan’a kadar trenle gelmiş;oradan at arabası ile Siirt’e geçmiş. Yaz günü olmasına karşın;köpekler,evlerin saçaklarının gölgeleri yerine,yolun ortasında,güneş altında yatıyorlarmış.Arabacı da,onları ezmemek için sürekli bağırıyor;kırbacını şaklatıyormuş. Üstad sormuş “Neden köpekler saçak altlarında değil de yollarda uzanıyorlar?”Arabacı yanıt vermiş “Begim,burada trahom çok yaygındır.Görme yeteneğini yitirmiş çok ınsan vardır.Onlar;ellerindeki bastonla duvarlara vura vura,duvar kenarlarınden yürürler.Köpekler de rahatsız olurlar.O nedenle yolun ortasında yatarlar.’Siirt böyle bir yermiş işte... Üstad,kasayı saymış ve öğle tatili gelmiş.Defterdar bey üstadı evine öğle yemeğine davet etmiş.Bizlerde töreydi.Memurların evlerine gidilmez ve yemekleri yenilmezdi.Üstad da kibarca daveti geri çevirmiş.Bir lokanta önerilmesini istemiş.Siirt’in en iyi lokantasını tarıf etmişler. Üstad lokantayı bulmuş.Camekanı ilk yardım araçları gibi;yarıya kadar beyaz boyalıymış.İçerisi görünmesin diye.. Üstad,ayak parmaklarının ucunda yükselip içeri,yemeklere bakmış.Çeşit çeşit salçalı yemeklerin üzerleri silme sinek kaplıymış.Usta,elindeki kepçeyle,sinekleri şöyle yana 8 itip bir kepçe yemeği bir tabağa doldurup garsona veriyormuş.Yemek yemek hayal olmuş doğal olarak. Biraz dolaşıp daireye gitmiş ve defterdara teslim olmuş.Defterdar hazırlıklıymış.Evine haber salmış;yağda yumurta ve yoğurt gelmiş.Onunla öğle yemeğini halletmiş.Sonraları;ne kadar konserve bulmuşsa almış ve onlarla idare etmiş.Diyarbakır’a gelince mideleri bayram ediyordu.S onraları;bu teftişi konserveli turne olarak çok andık. Üstad ve Ayhan üstad;Diyarbakır’dan bir haftalık konservelerini alır ve öyle geri dönerlerdi.Arada yumurta,yoğurt da yiyerek bu konserveli turnelerini sağ ve salim tamamlamışlardı.Sonraki yıllarda,benim de çok konserveli turnelerim olmuştu.Belki de bu nedenle;mide hastalıkları müfettişlerin meslek hastalığıydı.Bir de kalp hastalıkları vardır. Elazığ turnesinde ise;bir Mülkiye Müfettişi,bu kentteki cüzzam hastanesinde yatıp kalkıyor ve yiyip içiyordu.Sorduk;dezenfekte işlemleri nedeniyle kentin en güvenilir yerinin orası olduğunu söylemişti.Yine de,cüzzamdam burunları düşmüş kimselerle bir arada olmak bana çekici gelmemişti. İLK KEZ İSTANBUL Diyarbakır turnesi bitti.Ben ve yetkili m uavin Radi Dikci uçakla İstanbul’a döndük. İlk kez uçağa binmenin heyecanını yaşadım.Bu arada;mali kanunlarla dolu bavul için yüklü bir fazla bagaj ücreti ödedim.Üstelik;devlet bu parayı bana ödemiyordu.Yani;Nail Çelenoğlu üstadın bu şey şakası,bana oldukça pahalıya patlamıştı. İstanbul’u da ilk kez görüyordum.Uçaktan inince;Aksaray’daki “Gönlü Ferah Oteli”ne indik.Birçok hesap uzmanı ve maliye müfettişi;turne dönüşlerinde birkaç hafta bu otelde kalıyor;sonra pansiyonlara kiracı olarak dağılıyordu.Küçük,temiz ve ucuz bir oteldi.Bizlere her zaman öncelik verirler ve her durumda kalacak yer sağlarlardı. Sonradan;Bursa’da ve İzmir’de de “Gönlü Ferah’ otellerine rastlamıştım.Acaba ayni aile mi işletiyordu?Yoksa her ilde bir Yıldız Palas olması gibi bir olay mıydı? Yaşamımızın önemli bir bölümü otellerde geçiyordu.Anadolu’da hemen her ilde ya da ilçelerde bir “Cumhuriyet Oteli” ya da “Şehir Oteli” olurdu.Genellikle bu isimli otellerde kalmıştık. 9 Eşyalarımı otelde bırakıp biraz dinlendikten sonra Radi beyle Beyoğlu’na çıktık.Gece,ışıl ışıl ve yüksek apartmanları iki yanına sıralanmış cadde,başımı döndürmüştü.Köyden indim şehire olmuştum. Sonradan Beyoğlu’na alıştık.Oraya yakın evlerde pansiyoner ya da kiracı olarak kaldık.O civcivli Beyoğlu yaşamını bekar olarak sonuna dek yaşadık. Ayrıca;Maliye müfettişleri öyle her yerde yemek yiyemezlerdi.Kaliteli lokantalarda yemek içmek zorundaydık.Karşıt durumda ayıplanırdık. Öğle ye de akşam yemekleri;Beyoğlu’nda en pahalı lokantalar olan Hacı Salih’te ya da Abdullah’ta yenirdi. Hafta içi,öğle yemekler’i Defterdarlık’ta yemekhanede yenirdi.Maliye Müfetişleri için ayrılmış bir bölmede;garsonlar servis yapardı.Üstadlar ayrı masalarda;muavinler ayrı masalarda oturuduk.Bir aile gibi olmamızı sağlardı bu yemekler. Cumartesi günleri yarım gün çalışılırdı.O zamanlar,tüm müfettiş ve muavinler Defterdarlık’taki Müfettişler Kütüphanesi’nde toplanırdık.Herkes;hafta içinde karşılaştığı sorunları bu toplantılara getirir;ortaklaşa çözümler üretilirdi.Bu durum ve bu tutum;Teftiş Kurulu’nun gücünü oluştururdu. Ayrıca;muavinler ayda bir yabancı dilden bir makale çevirisi yapar;cumartesi günleri kurul üyelerine kütüphane toplantılarında sunarlardı.Ayda bir belli bir konuda özgün çalışmalar hazırlanır ve yine kütüphane toplantılarında sunulurdu.Bu yolla,kurulun güncel konularda da bilgili olması sağlanırdı.Muavinler de bilimsel araştırma yapma,yabancı dil öğrenme,konuşma yeteneklerini geliştirme olanağı bulurdu. İstanbul’da kışları;çeşitli yerlerde pansiyoner olarak kaldım.Önce;Kadıköy’deki hemen tüm müfettişlerin evlenene dek kaldıkları bir pansiyon vardı,orada kaldım.Sonraları;genellikle Rumların evlerinde bir oda kiralayarak pansiyoner gibi kaldım. Bunlardan birisi;Cihangir’de evi olan madam Anjelik idi.1964 Kıbrıs olayları sonrası;İstanbul’daki Rumlar,bu kenti ve ülkeyi terke zorlandılar.Birçok Rum;Yunanistan’a zorunlu göç yaptılar.Madam Anjelik de bunların arasındaydı.Aslında,yetmiş yaşında yaşamının son demlerini geçirmekte olan bir kadındı.Onu neden sürdüler,anlayamamışımdır. Benden yardım istedi.İstanbul’dan ayrılmak istemiyordu.Kendisinin katolik olduğunu;dolayısiyle ortodoksların yaşadığı Yunanistan’da kötü muamele 10 göreceğini söylüyordu.Üstadlara söz ettim ama;kalamadı ve o da Yunan adalarından birine gitti.Ben de yeni bir pansiyon bulmak zorunda kaldım. Bu tür bir uygulamaya temel olabileceğini düşündüğüm iki olay anımsıyorum.Biri;Kıbrıs’ta Türklere uygulanan baskı ve soykırım olaylarıydı.Diğeri ise bir veraset olayıydı. Çok zengin Rum asıllı bir Türk vatandaşı ölmüştü.Mirascılarının Maliye’ye verdikleri veraset beyannamesin,hemen hiç mal varlığı yoktu.Adam ölmeden tüm mal varlığını paraya çevitip yurt dışına;Yunanistan’a transfer etmişlerdi. Bir ders daha edinmiştim.Hükümet kararları;bazı dramatik durumlara neden olabiliyordu.Bu nedenle;mevzuat hazırlarken;çok dikkatli olmak ve her tür olasılığı düşünmek ve kapsamak gerekiyordu. Kış çalışmalarını,Maliye Müfettişi Orhan Güven’in refakatinde,Beyoğlu Malmüdürlüğü teftişi ile geçirdik. Malmüdürlüğü’nün yanında,ayni binada Beyoğlu Vergi Dairesi de vardı.Orada bir müfettişlik odası bulunuyordu.Bu odada,sürekli Maliye Başmüfettişi İhsan Arat bey çalışıyordu.1899 doğumlu olan üstadın tahtı sinden(yaş haddinden) emekliliğine az kalmıştı. Kendisi;Osmanlı İmparatorluğu’nda bile Maliye Müfettişi olarak çalışmış birisiydi.Çok kibar ve güngörmüş bir İstanbul efendisiydi.Bir keresinde iki yıllığına Hicaz teftişine gitmiş bir üstadla çalışmış.Osmanlı döneminde müfettişler üç beş yıllığına bir eyalete yollanır ve orada Maliye Bakanı gibi çalışırlarmış. Birgün;Defterdarlık yemekhanesinde,İhsan Arat üstad,diğer üstadlara yakınıyordu. “Mirim;eskiden Maliye Müfettişi denilince başında fötr şapkası,elinde çantası,kruvaze koyu renk takım elbiseli birisi anlaşılırdı.Şimdi ise;açık renk elbiseli,üç düğmeli takım giyinmiş,çantasız,şapkasız birisi geliyor.”Ben Maliye Müfettişiyim”diyor.Çok şaşırıyorum.Her şey ne hızlı değişiyor...”. Üstadın bahsettikleri bizlerdik.Bizler Kurul’a girene dek Maliye Müfettişleri”kara maliyeciler “olarak anılırmışOysa;bizim bu durumdan bilgimiz olmadı.Sınavı kazanır kazanmaz;Ankara’daki en ünlü terziye zamanın moda renklerinden üç düğmeli(bu da modaydı) takım elbiseler yaptırmıştık.Onları giyiyorduk. O terzi;sonradan,Başbakanları,Cumhurbaşkanlarını giydirdi. Maliye Müfettişleri bu denli şık ve pahalı giyinirdik.Girdiğimiz her toplulukta tüm bakışları üzerimizde toplardık.O zamanlar;konfeksiyon elbise giymek Müfettişlere yasaktı. 11 Teftişi sürdürürken;Ankara’ya çağırıldım.O sıralarda;Ankara’da yine teftiş sırasında bir büyük suistimal Müfettişlerce ortaya çıkarılmış ve soruşturma başlatılmıştı.Bizlerin de soruşturma görmemiz ve öğrenmemiz açısından sırayla Ankara’ya gittik ve soruşturmaya katıldık. Bir dava takip memuru;Hazine davalarının harçlarını yatırmak için avans almıştı.Harçları yatırdıkça;mahkeme kalemlerinden aldığı harcama belgeleri ile avansını kapatmıştı.Ancak;5 liralık harca ait belgede 5 in önüne 1 ekleyerek 15 liralık harç yatırmış gibi belgeler ibraz ederek maaşının yüz katı dolayında devlet parasını zimmetine geçirmiş,mal edinmişti.Ozaman;bu miktar bir yolsuzluk büyük bir yolsuzluktu. Adam hapisteydi.Soruşturmasının tutuklu yapılması gerekiyordu.Savcı ile Maliye Müfettişi İlhan Evliyaoğlu(sonradan Turizm Bakanı da olmuştur.)soruşturmayı ortaklaşa yürütüyorlardı.Sık sık adamın ifadesi alınıyordu.Bazen;Müfettişlik odasında,bazen hapishanede ifade alınıyordu. Adam;benim de bulunduğum ilk ifadede:” Müfettiş bey;savcı beye söyleyin” demişti.”Beni hücreye koydursun.Koğuşta mahkumlar bana çok kötü muameleler yapıyorlar” demişti.Üstad da;zimmetine geçirdiği paraları devlete geri verirse;yardımcı olacağını söyledi.Ancak;adam,paraları nereye sakladığını ya da nasıl değerlendirdiğini söylemedi. Gerçekten de devlet parasına el uzatanlara koğuşlarda çok kötü davranıyorlarmış.İş tecavüze kadar varıyormuş. Adam ifadesinde”Her öğle yemeğinde arkadaşlarıma kebap ve baklava ısmarladım.Parayı öyle bitirdim”diyordu.Oysa;bu denli büyük bir parayı bu yolla bitirmesi olanaklı değildi. Gelen bir ihbar yazısından;adamın Gar Gazinosu’nda bir konsomatrisle “dost hayatı” yaşadığını öğrendik.Onun da ifadesi alındı.Ancak,paranın yatırıldığı ya da saklandığı yer bulunamadıSonradan;buna benzer çok olayla karşılaştım.Türk insanı;fakirlik nedeniyle,devletten büyük paralar çalıp;karşılığında üç beş yıl hapis yatmayı göze alıyordu.Hele günümüzde;banka sahipleri bile döyle düşünür olmuşlardı. İLK GERÇEK TURNE Başkanlıkça hazırlanmış l962 yaz dönemi çalışma proğramına göre;Maliye Müfettişi İsmail Hakkı Batuk’un emrinde Bolu ve Zonguldak illerinde teftiş yapacaktık. 12 Üstad da Amerika stajından yeni dönmüştü.Önceki Üstadım İlhan Özer’in sınıf ve promosyon(Müfettişlikte,mesleğe aynı yarışma sınavı ile girenler bir promosyon oluştururdu) arkadaşıydı.Gelirken;Avrupa’dan bir de otomobil getirmiş.İstanbul’dan Bolu’ya üstadın kullandığı otomobili ile gittik. “Otomobil yeni,şoför yeni,kork onlardan”derler.Doğru vallahi..İşte öyle,yürek çarpıntıları ile geçti yolculuğumuz.Neyse ki;o yıllarda yollarda çok araç yoktu.Kazasız,belasız Bolu’ya ulaştık. Vergi dairesi teftişine başladık.İkinci haftada bir ihbar mektubu geldi.Vergi dairesindeki bir servis şefinin;yumuşak erkek olduğu ileri sürülüp bu durumunun memurlukla bağdaşmadığı belirtiliyordu.Dehşet verici bir ihbardı.Tüm memurlara bu türden çamur atmak çok kolaydı. Üstad;servisle telefon paralel çalıştığından;adama gelen telefonları dinlememizi istedi.Ben bunun doğru olmayacağını belirttim. Ayrıca;bu durumun,adamın kişisel tercihi olacağını;işyerinde ve iş zamanında bu türden davranışlarda bulunmuyorsa;konunun bizi ilgilendirmeyeceğini belirttim.Üstad;bir iki kez,adamın telefon konuşmalarını paralel telefondan dinledi. Ayrıca;Defterdar’dan ve Vali’den üstü kapalı olarak bu konuyu araştırdı.Sonunda;ihbarın doğru olmadığı kanısına ulaştık. Adam;çok başarılı bir vergi şefiydi.Belki de bazı mükelleflerin canını yakmıştı.Mesleğiyle ilgili açığı olmadığından;bu tür bir ihbarla yıpratılmak istenmişti ve biz bu oyuna gelmedik. Sonraki yaşamımda;benzer ihbarları ben de inceledim.Çünkü:en azından,gerçekse disiplin cezası uygulanması gerekiyordu.Hiçbiri gerçek çıkmadı.Kimbilir;belki benim hakkımda da benzeri çamur atmalar olmuştur... Ençok haksız ve gerçek olmayan ihbarlara muhatap olan memurlar;maliye ve özellikle vergi memurları oluyordu.Canları yanan vatandaşlar;bu yöntemle öç almaya çabalıyordu. Nitekim;Diyarbakır’da,itirazlı işler servisi teftişi yaparkan;benzer bir durumla karşılaşmıştık.Bir yıl önce vergi incelemesine tabi tutulan vergi mükelleflerine cezalı vergiler salınmıştı. Bunlara itiraz eden bir mükellef;vergi yasalarına göre haklı bir itirazda bulunamadığından;inceleme elemanlarına itiraz dilekçesinde çamur atıyordu. “Diyarbakır’da her gece kötü kadınlarla düşüp kalkan bu inceleme elemanları;genelevlerden hiç çıkmamışlardır.Ahlaksız kişiler olup;bunların yaptığı 13 incelemeler de bu kadar olur”gibi ibarelerin bulunduğu itiraz dilekçesinin örneğini;Hesap Uzmanları Kurulu Başkanlığı’na yollatıp;mükellefler hakkında hakaret davası açılmasını istemiştik. Keza,birgün Başkan bana telefon açıp “Uçar bey,kötü kadınlarla gezip dolaşıyormuşsun;artık evlenseniz iyi olur” demişti.O sıralar;bir vergi mükellefi grubunu inceliyordum.Beni yıldırmak için;Başkanlığa bu tür bir ihbar yazmışlardı.Başkan;işleme bile koymamış ve olay telefon aşamasında kalmıştı. Bütün bu gelişmelerden şu dersi çıkarmıştım.Maliye Müfettişi ve muavinleri,rahibe yaşamı yaşamak zorundadır.Çünkü,her işlerinde birilerinin,insanların yararına dokunmaktadırlar,onları rahatsız etmektedirler.O nedenle,sık sık ihbar edileceklerdir.Yaşamımı ona göre kurdum ve yürüttüm. Bolu’nun Kıbrıscık ilçesinde,İlhan Karadeniz adlı bir sınıf arkadaşımın kaymakam vekilliği yaptığını öğrendim.Kendisi Mali Şube mezunu olduğu halde;Kaymakamlığı seçmişti.Bu ilçede başından bir “kaza” geçtiğini sonradan duydum.İlçeye ilk gittiği gün;kendisine “hoş geldin” yemeği vermişler.Sonra;yazı işleri müdürü,onu evine çağırmış ve içmeyi sürdürmüşler.Sabah uynadığında,müdürün kızı koynundaymış..Müdür de “Eh..Artık bir düğün yaparız”diyormuş.Evlenmek zorunda kalmış ve “hayatı kaymış”mış.Kendisi,Abaza kökenliydi... Onunla telefonlaştık.Bizi ilçesine davet etti.Fakültede çok candan bir arkadaşlığımız vardı..Sabahtan akşama o,ben ve Ehtiyar Erhan ve Davar Şener briç oynardık.Adımız “Las Vegas dörtlüsü”ne çıkmıştı. Ehtiyar Erhan’ın da çok kötü bir alınyazısı olmuştu.İlk oğlu Mert,kendisini kumara kaptırmış,mafyaya borçlanmış.Babası ve annesinden borç istemiş..Onlar da durumunu bildikleri için parayı vermemişler.O da,onları öldürmeyi ve miras payından borçlarını ödemeyi düşünmüş.Tuttuğu kiralık katiller,işi yapamamışlar.Kendisi,Bursa dışındaki bir dağ yolunda,Mersedes araçlarında ikisini de öldürmüştü..Ne acı ve garip bir yazgı be Ehtiyar... Ben bir hafta sonu İlhan’a gitmeye karar verdim.Üstad;”Ben de geleyim” dedi.Onun otomobili ile gidecektik. Cumhuriyet Oteli sahibi;nereye gideceğimizi sordu.Söyledik..”Deli misiniz..Orası,Bolu’nun en geri kalmış ilçesidir..Herkes hafta sonu için oradan buraya gelir.Bırakın Kaymakam bey buraya gelsin..Böylece;ona iyilik de yapmış olursunuz.”dedi.Bunun üzerine proğramı iptal ettik..İyi ki öyle yapmışız.Tam bir mahrumiyet yeriymiş..Onun yerine,otel işleticisini de alıp Abant Gölü’ne çıkıp,nefis 14 bir hafta sonu geçirdik.Ertesi hafta sonu,biz İlhan’ı Bolu’ya çağırdık..Ama gelmedi.Belki de alındı... Maliye Müfettişliği mesleğinin en hoşuma giden yanı bu olmuştur.Birçok insanın paralar ödeyip turlara katılıp turıstik gezilerle gezdiği yerleri;bizler sıfır maliyetle görebiliyor ve yaşayabiliyorduk.Bu yolla;Türkiye’nin turistik yöre ve yerlerinin büyük bir kesimini görme olanağı buldum.Bu açıdan,mesleğimi çok sevmiştim.Çünkü;bana göre yaşamın amacı;gezmek ve yeni yerler görüp yeni ve değişik tadlar tatmaktı..Sonradan;birçok kişinin altmışlı yaşlarda bu noktaya geldiklerini gözledim. Ayrıca;birçok Avrupa kentini;Vashington DC ve New York’u;Tahran’ı da görmek ve yaşamak olanağı buldum.Bu da Maliye Müfettişliği mesleğini çekici kılan bir diğer öğe olmaktadır.Bu mesleğin en güzel yanı ise;amirinin ve memurunun olmamasıydı.Bağımsız çalışmanın rahatlığıydı. Bolu turnesindeki bir diğer anım şudur..Birgün;öğle yemeği için vergi dairesinden çıkmıştık.Önümüzde;tahsilat şefi yürüyordu.Tomruk yüklü bir kamyonu durdurdu.Nereye gittiğini,tomrukların kime ait olduğunu sordu..Kamyoncunun elindeki belgeleri inceledi. Sonra;çantasından bir haciz varakası çıkardı ve tomrukları haczetti.Tutanağı şoförle imzalayıp;tomrukları vergi dairesi önüne götürmesini söyledi. Adamın çalışma istek ve anlayışına hayran kaldık.Nitekim;öğleden sonra borçlu mükellef gelmiş;vergi borçlarını ödeyip tomruklarını geri almıştı. O zamanlar;müfettişler,memurlara takdirname verebiliyordu.Üstad da bu memura takdirname vermişti.Müfettiş takdirnameleri,memurların ilerlemesinde etkili oluyordu. O yıllarda;defterdar ve yardımcıları;vergi dairesi müdürleri ve yardımcıları;malmüdürleri ve diğer müdürlerin atanma ve ilerleme işlemlerinde Maliye Müfettişlerinin düzenledikleri tezkiye varakaları(memur tanıtma belgeleri)önemli olurdu.Bazı önemli illere atama yapılırken,Maliye Müfettişlerinden aday adları istenir;bunlar arasından atama yapılırdı.Maliye Müfettişleri;maliye teşkilatının işleyişinde bu denli etkiliydiler.Bu tür,bilimsel bir seçim nedeniyle;maliye teşkilatı çok etkili ve verimli çalışırdı..Sonraları;atamalarda siyasilerin etkisi başladı ve giderek arttı.Bunun sonucunda;maliyenin etkinliği ve verimliliği çok azaldı. Günümüzde;bu tür atamalar siyasal atamalar yapısındadır.Öyle ki;hizmetli atamalarında bile siyasiler devreye girmeye başladılar.O nedenle;memurlar da 15 siyasallaştılar.Oysa;Devlet Memurları Kanunu;memurların siyaset yapmasını yasaklamaktadır.Ancak,günümüzde bir kadroya yapılacak atamalarda,memurların siyasi eğilimleri gözönüne alınmaktadır.Böyle garip ve yasaya aykırı bir uygulama ortaya çıkmıştır. İ.Hakkı Batuk üstad;refah dernekleri denilen derneklerden birine üyeydi.Daha önce;Aydın Kezer yanındaydı.Sanırım onu da kendi yoluna sokmuş.Bolu’da üstü kapalı olarak bana da öneride bulundu.Bu tür konularla ilgilenmediğimi belli ettim.Ben gençliğimi dolu dolu yaşamak istiyordum ve öyle de yaşadım..İyi ki öyle yapmışım. Bolu teftişi iki ay sürdü.Sonra;üstadın otomobili ile ikinci turne yerimiz olan Zonguldak’a geçtik.Herşey çok güzeldi.Türkiye Kömür İşletmeleri’nin açık,kapalı sinemaları;tenis kortlu sosyal tesislerinde kalıyorduk.Denize giriyor,güzel günler geçiriyorduk. Bir hafta sonra;Ankara’dan bir telgraf emri geldi.Antalya’da önemli bir yolsuzluk ortaya çıkmıştı.Oradaki Orhan Güven adlı müfettiş;Başkanlık’tan bir müfettiş yardımcısı istemiş.Benim gitmem uygun bulunmuştu.Üstadla vedalaşıp önce İstanbul’a gittim,oradan uçakla Antalya’ya ulaştım.Antalya o zamanlar,bir ilçe irisiydi.Doğa çok güzel ve el dokunulmamıştı. ANTALYA GÜNLERİ VE SONRASI Antalya’da Orhan Güven üstadın yanında bizden sonra kurula girmiş,sınıf arkadaşım olan Maliye Müfettiş Muavini İlhan Ersen vardı.Ayrıca;sınıf arkadaşım Ercan Bozdoğan da oradaydı.Çalışma Bakanlığı müfettiş yardımcısıydı. Vergi dairesinde bir icra memuru,dipkoçanlarında düzeltmeler yaparak;altı başka üstü başka vergi makbuzu düzenleyerek zimmetine yüklü bir devlet parasını geçirmişti.Şefi de olayın ortaya çıkmasını önlemek için ona yardım etmişti.Başka türlü bu tür bir yolsuzluk yapılamazdı.S oruşturma konusu buydu. Burada;Maliye Müfettişlerinin ne denli önemli kişiler olduklarının bir örneği ortaya çıkmıştı. Üstad ve muavini de Antalya’ya yeni gelmişlerdi.Soruşturma işlerine gömünülce Valiyi ancak ziyaret olanağı bulmuşlardı. Beni de yanına alıp;bir amiral eskisi olan Vali’ye nezaket ziyaretinde bulunduk.Vali;nezaket ziyaretini iade etmedi.O zamanlar askeri yönetim olduğundan;böyle davranmış olmalıydı. 16 Üstad,durumu Ankara’ya bildirdi.Bir hafta sonra Başkanlık;devrin Maliye Bakanı ve eski bir Maliye Müfettişi olan Ferit Melen’in Antalya’ya geleceğini;kendisini hava alanında karşılamamızı istedi. O gün alana gittik.Protokol gereği Vali bey de gelmişti.Maliye Bakanı uçaktan indi.Vali beyi görmezden gelip elini sıkmadan ve kendisiyle konuşmadan;bizlerin yanına geldi ve elimizi sıktı.Bizleri;kendisi için alana gelmiş olan Bakan aracına alıp havaalanından ayrıldık ve Antalya’ya geldik. Gece;Vali bey,Bakanın onuruna bir toplantı düzenlemişti.Bizler de davetliydik.Yemek sırasında Vali bey;gündüzki davranışı değerlendirmiş olacak ki;üstadtan özür diledi ve en kısa zamanda ziyarete geleceğini bildirdi.Birkaç gün sonra;üstadın ziyaretini iade etti. Bu olay;bizleri çok gururlandırmıştı ve tüm ülkede duyulmuş ve Maliye Müfettişliği mesleğinin saygınlığı bir kez daha konuşulmuştu. Oysa;sonradan,müfettişin Bakan adına yaptığı işlere karışan ve teftişini yarıda bıraktıran bakanlar da gördük... Son olarak;günümüzde bir ilçe kaymakamına teftiş dolayısıyle nezaket ziyareti yaptımAdam,ziyareti iade etmedi..Ulusalcı geçinen bir partinin adamı olduğu biliniyordu.Ben de ayrılırken;veda ziyaretine gitmedim.Durumu;yazdığım raporlarda Başkanlığa bildirdim.Olayın üzerine gitmediler..Böyle böyle;devlet protokolü,düzeni ve saygınlığı yok oldu gitti. Bu durumun bir nedeni de;geçmiş kırk yıl içinde Maliye Müfettişliği mesleğinin çok geriletilmesiydi.Gelen tüm siyasi iktidarlar;Maliye Teftiş Kurulu’nu yapmak istediklerinin önünde bir engel gibi görüyorlardı.Çünkü;yasal olmayan işler yapıyorlar;yasal hükümleri zorluyorlar ve usulsüzlükler yapıyorlardı.Maliye Teftiş Kurulu da bunları ortaya çıkarıp siyasilerin Hazineden yarar sağlamalarını önlüyordu.Ancak;siyasiler yarar paylaşımında biribirlerine düşerlerse;akıllarına Maliye Teftiş Kurulu’nu kullanmak geliyordu. Devlet yönetimine ise;Osmanlı nezaketi ve protokolü yerine;politik eğilimlere göre popülist davranışlar egemen oldu.Sonuçta;demokrasi dediler ve devleti yıprattılar.Şimdi de yıkmaya çabalıyorlar.Günümüzde;devletin bu hoyratça yıpratılmışlığının sıkıntılarını yaşıyoruz. Antalya’da gölgede kırkiki santigrad dereceyi bulan sıcaklıklı bir iklimde çalışıyorduk.Sabah sekizden onikiye kadar ve onüçten onyediye kadar mesai 17 yapıyorduk.Perişan durumdaydık.Oysa;memurlar sabah sekizden kesintisiz öğleden sonra ikiye kadar çalışıyorlardı. Ben;kıdemli muavin olarak üstada sekiz ile oniki ve onaltı ile yirmi arası çalışmayı önerdim.Böylece;dört saatlik arada,denize gidebilecek ve biraz serinleyebilecektik. Üstad öneriyi benimsedi.Ertesi gün,yeni çalışma proğramını uygulayacaktık. Ben,o akşam İlhan’a üstadla ilgili bana anlatılmış bir anıyı aktardım.Bir yıl önce;üstad Ayvalık turnesi yapıyormuş.Yanında,bizlerden kıdemli iki muavin varmış. Hafta sonunda üstadla ilk kez denize gitmişler.Muavinler kıyıda otururlarken,üstad denize yürümüş.Vanlı olan üstad,meğer yüzme bilmezmiş.O nedenle;karın hizasına kadar denize girmiş.Denizin içinde dizlerini kırıp düzeltip denize dalıp çıkmağa başlamış.Muavinler;bu duruma sesli olarak gülmüşler.Üstad,güldüklerini görmüş;muavinleri haşlamış ve denize girmelerini yasaklamış. Bunu İlhan’a anlattım.”Ne olur kendini tut ve gülme”dedim...Ne mümkün...Üstad denize girdi ve ayni hareketleri yapmağa başladı.Vee..İlhan güldü.Üstad da duydu. Üstad kıyıya,yanımıza gelip “İlhan bey ,siz bana güldünüz”dedi.Ben hemen işe karışıp “Hayır üstadım..Bir fıkra anlatmıştım..İlhan bey ona güldü”dedim.Doğal olarak üstad bu yalanı yutrmadı ve ayni sonuç.Bize de denize girmek yasaklandı.Üstelik ve işin garibi;İlhan de yüzme bilmiyordu.Daha doğrusu kulaç atıyor,su yüzünde kalıyor;açılamıyordu. Neyse ki;onbeş gün sonra,üstadın hanımı ve çocuğu Antalya’ya geldiler.Onlar ayrı biz ayrı yaşamağa ve eğlenmeye başladık ve her bakımdan rahatladık ve yeniden denize de başladık. O günlerde,Antalya’da bahçeler vardı.Oralara gidip;akşam serinliğinde bira içiyor laflıyorduk.Arada;üstad ve ailesi de geliyordu. Yine böyle bir yere birlikte gittikBiraları içtik;kuru yemişler yedik.Hesabı,üstad ödemek istedi. Gelen hesabı çok buldu.Kendisinin Maliye Müfettişi olduğunu söyleyip hesabı düzeltip getirmesini garsondan istedi. Bu davranışı;bizim eğitimimiz sırasında bizlere anlatılan Maliye Müfettişi profiline uymuyordu.Olayı çok garipsemiştik.Nitekim;müfettiş olduktan sonra,bu tip yerlerde çok kazıklanmış;sesimi çıkarmadan hesapları ödemiştim. Sonraki yıllarda;üstadın mali sıkıntı içinde yaşadığını ve bu nedenle de hesabi davrandığını gözledim.Ne olursa olsun;orada unvanını kullanmamalıydı.Bu tip davranışları var diye bir muavin yeterlikte döndürülmüş;müfettiş yapılmamıştı... 18 Yeni bir ders çıkardım...Kişiler gibi;üstadlar da türlü türlüydü.Her ne kadar öyle olmamızı istiyorlarsa da;üstadlar tek tornadan çıkmış gibi değillerdi. Üstadın hanımı gelene dek akşamları dondurmacıda dondurma yiyorduk.Dondurma,gerçek Maraş dondurmasıydı ve kilo ile satılıyordu.İkiyüz gram dondurma yiyorduk,örneğin...Sonra;açık hava sinemalarına gidiyorduk.Türk filimleri seyredip serinliğin gelmesini bekliyor;sonra gidip uyuyabiliyorduk.Açıkhava sinemalarından biri;dondurmacının olduğu apartmanın çatı katındaydı ve serin oluyordu.Sık sık oraya gidiyorduk. Üstadın ailesi geldikten sonra;çalışma saatleri dışında üstad bizden koptu.Biz de;Ercan Bozdoğan’la bir araya gelip bira ya da şarap içip “Tanrı”yı bulmaya çalışıyor,sabahlara dek süren felsefi tartışmalar yapıyorduk.Bu tartışmaların sonunda;tanrının zaman olduğunu anladım ve rahatladım. Yirmi yaşlarında vardığım bu noktada;tanrının zaman olduğuna inanmıştım.Kendimi;bir tür bilimsel dinin inanıcılarından gibi görüyordum. Zaman;Einstein’ın tanrısıydı.Benim de tanrım olmuştu. Gerçekten de;Einstein e=mc2 formülüne ulaştığında “O my god...” deyip tebeşiri yere fırlatmış.Ertesi gün tüm gazetelerde manşet haber şuymuş:”Uğraştı uğraştı..Sonunda tanrıya ulaştı” Basın mensupları bir görüşme istemişler ve üstada sormuşlar “Bu kadar çalıştınız,çabaladınız..Sonunda tanrıya ulaştınız.Değer miydi bunca çabaya”.Bu arada;kilise de üstadın çaluışmalarının tanrının varlığının bir kanıtı olduğunu ilan etmiş...Üstad;şunları söylemiş:“Birkez,benim labaratuvarıma benden ve kedimdem başka bir şey giremez.O gün de böyleydi.İkinci olarak;benim dediğim tanrı;kilisenin ve kutsal kitapların tanrısı değildir” Pekiyi,nedir diye sormuşlar.O da “Zamandır.Yani;dördüncü boyuttur”demiş.Tanrının tüm özellikleri zamanın özellikleridir.Herşey onda doğar,onda ortaya çıkar,onda çoğalır,onda yok olur.Yaratılmamıştır ve yaratılamaz.Yok edilemez. “Pekiyi..Sonunda bu da bir kavramdır.Tanrı yerine,yaradana zaman demenin ne anlamı var.”demişler.O da;”Ama..Zamanın içinde olduğumu,zamanın geçtiğini hissediyorum”diyerek,zamanın daha somut bir tanrı kavramı olduğunu vurgulamış.Ben de böyle düşünmeye başladım ve bugün de böyle düşünüyorum. Antalya’da yirmili yaşlarda olan üç gençtik.Hiç kız serüvenimiz olmadı mı.Hiç bu tür serüvenlere yönelmedik mi..Yönelmiyorduk.Rahibe yaşamı yaşıyorduk. 19 Çünkü;turistik bir kente turneye giden üstadla muavini;turistik bir otele inmişler.Otelde çok güzel turist kızlar da kalıyormuş. Muavin;bunlardan birisi ile arkadaşlık kurmak istemiş;biraz da ısrarcı olup ileri gitmiş olmalı ki;İngiliz kızından lobide tokadı yemiş.Bu olay;kulağımıza küpe olmuştu.Müfettiş muavini,müfettiş olunca da karşı cinse karşı zaafiyet göstermemeliydi. Bu nedenlerle;güzel turist kızları uzaktan seyrediyorduk. Antalya’da bir de vergi dairesinin odacısı ve gece bekçisi olarak çalışan bir hizmetli var anlatılacak.. Kurtuluş savaşına katılmış.O savaştan kalma bir Barabellum tabancası vardı.Bizler,saat yirmiye dek çalıştığımız için;arada çalışmaya ara verip çay içer ve onunla söyleşirdik. Bize Kurtuluş Savaşı anılarını anlatırdı.Sonradan;bu anıları “Kurtuluş” adlı bir romanda yazıya döktüm..Bir yarışmaya yolladım bu romanı.O yarışmada Kemal Tahir’in “Devlet Ana”sı birinci oldu ve basıldı.Benim bu romanım yayınlanmadı.Öylece kaldı.Belki bugünlerde yayınlayacak birilerini bulurum. Gece bekçisi olduğu için;bir tabancası olması gerekiyordu.Barabellumu var diye bu kişiye tabanca vermemişler.Olayı bize anlattı.Biz de üstada anlattık.O da Ankara’ya yazdı.Gece bekçisine biz oradayken tabancası gelmişti.Adam,mutlu olmuştu. Antalya’da soruşturma ve teftişi bir arada yürütüyorduk.Bir yıl önce;bir üstad ve iki muavinden oluşan bir ekip yine Antalya’daymış.Tahsilat teftişi de yapmışlar.Ama;icra memurunun suistimalini yakalayamamışlar. Adam;servis şefine “Şef,müfettişler gidene dek bu işe ara verelim”demiş.Şef ise;”Boşver,görmüyor musun..Adamlar turist gibi.Orayı burayı gezmekten;çalışmaya vakit bulamıyorlar.Yakalayamazlar,korkma”demiş ve zimmetlerine para geçirmeyi sürdürmüşler... Bu öyküyü;savunmalarını alırken icra memuru anlatmıştı.Bir ders daha çıkarmıştım.Müfettişlik,ciddi ve sorumluluk isteyen bir işti.Müfettişler de insandı ve zaafları olabiliyordu.Görevlerini tam yapmamışlar ve zimmetin artmasına neden olmuşlardı.Ceza Kanunu’nda bunu cezalandıran maddeler vardı.Üstad;kol kırılır yen içinde kalır yaklaşımı ile olayın bu yönünün üzerine gitmemişti.İsatanbul’a dönüşte ilgililere sitem etmekle yetinmişti. Bir de;bir mükellef anım vardır.Antalya’da. Yaşlı bir adam teftiş yaptığımız odaya daldı.İki gözü iki çeşme ağlıyordu. 20 Ne olduğunu sorduk..Acaba adama kötü mü davranmışlardı. Yaşı altmışbeşi aştığından;vergi dairesi götürü gelir vergisi mükellefiyetine son vermişti.Yasa yeni değişmiş ve vatandaş lehine bir uygulama başlatılmıştı.Vergisini ödemeye geldiğinde;kendisinden vergi almamışlardı. “Ben vatandaş değil miyim..Neden benden vergi almıyorsunuz..”diyerek ağlıyordu.Oysa;ayni durumda olan babam bu duruma çok sevinmişti.Çünkü;maliyeden allahtan korkar gibi korkardı.Böylece;bir korku kaynağı ortadan kalkmıştı. Ama;böyle vergi mükellefleri de vardı.Türkiye;böyle düşünen vatandaşları ile ayakta duruyor ve varlığını sürdürebiliyordu. Antalya’da en zor günlerimi de yaşadım. Bir gün;Çaışma Bakanlığı Müfettiş Yardımcısı olan Ercan Bozdoğan’ın yanında söyleşiye ve felsefeye dalmışız.Saatin onaltıyı geçtiğinin farkına varmadık. Ben;vergi daıresine on altı otuzda geldim ve işe koyuldum.Meğer;saat tam on altıda üstad beni arayıp mesai denetimi yapmış.Orhan Güven adlı bu üstad;aramış ve vergi dairesinde olmadığımı saptamış. Geldikten biraz sonra bir kez daha telefon etti.Neden mesaide olmadığımı sordu.Ben de Ercanla muhabbete daldığımızı;o nedenle geciktiğimi söyledim ve özür diledim. Üstad bana “Yalan söylüyorsunuz Uçar bey..”dedi.Bu beni şok etti.Ben de “Yalan söylemiyorum.Nasıl isterseniz öyle düşünebilirsinziz”dedim.Üstad bana “Sen bana,belimden aşağısı Kasımpaşa mı diyorsun”dedi.Ben de “Nasıl isterseniz,öyle düşünün”dedim. Tatsız geçen görev günlerinden sonra turne bitti.İstanbul’a döndük.Bu tartışmamız tüm kurulda duyulmuş ve yayılmış.Ben,orada kaldığını sanmıştım. Meğer bu kişi;bana “bozuk tezkiye”vermiş.Bu olay nedeniyle “Müfettiş olamaz”görüşü belirtmiş.Bunu,yeterlik sınavı sonrasında öğrendim. Sınav kurulu;yeterlik sınavımızda bizleri çok sıkılamıştı.Özellikle sözlü sınavlarımız dörder beşer saat sürmüştü.Başkan yardımcısı olan İlhan Evliyaoğlu “Herhalde aranızdan sınavda döndürülecek,müfettiş yapılmayacak olanlar var.”deyip moralimizi bozmuştu. Sorun benmişim..Sekiz müfettiş hakkımda olumlu tezkiye verip benim müfettiş olabileceğimi belirtmişken;Orhan Güven olumsuz tezkiye vermiş ve “müfettiş olamaz” demiş. 21 O zamanlar;bir olumsuz tezkiyenin bulunması durumunda bile muavini müfettiş yapmıyorlarmış.Bu nedenle;benim durumum sorun olmuş. İlk kez,uygulamadan sapma yapılmış..Antalya olayı tartışılmış;Orhan Güven’e yeniden ve yeni bir “müfettiş olabilir” tezkiyesi doldurtulmuş ve ondan sonra müfettiş olabilmişim. Sözlü sınavdan sonra kurul başkanı;bizleri lütfen müfettiş yapmışlar gibi bir tavırla,bir konuşma yaptı. Aydın,yumruğunu masasına vurup “Kazandıksa müfettiş yapın,yoksa yapmayın.Bu laflara gerek yok”dedi.Biz de onu destekler tavırlar aldık.Başkan,özür dilemek zorunda kaldı. Ben çok başarılı bir sınav verdiğimden;benimle ilgili işlemleri yapmışlar.Sınavda çok başarılı olmasam,beni müfettiş yapmayacaklarmış. Orhan Güven;Vanlı olup çok kindar birisiydi.l977 yılında;Kıbrıs’taki görevimden İzmir’e dönerken;düzenlediğim harcırah beyannamelerini geri yollayarak daha düşük bedelli Ankara’ya dönüş belgeleri düzenlememi istedi ve bana yasaya aykırı davranarak düşük harcırah ödetti.O zamanlar;Teftiş Kurulu Başkanlığı’na vekaleten bakıyordu. Benim olayım üzerine;Orhan Güven’e uzun süre muavin verilmemişti.Başkanlık;tezkiye sırasında tarafsız kalamadığını düşünüyordu. Başka muavinlerle de sorunları olmuştu. Örneğin;Aydın Kezer Cuma günü saat onaltıda nikah randevusu almıştı.Orhan Güven’e de davetiye verdi.”Neden nikah için Cumartesiye gün almadınız Aydın Bey”diyerek onu azarlamıştı.Aydın sonradan “Ulan adam karımla ne zaman aşk yapacağıma da karışacak...”diye sinirlenmişti. Antalya dönüşü;İstanbul’da bol paralı ve bol zamanlı bir delikanlılık yaşamı geçirmeye başladık.Gilbert Becaut’nun şarkısının aksine “On a d’argent ve on a le temps”günleri geçirdik.Ertuğrul Kumcuoğlu promosyonu;hesap uzmanı yardımcıları ile;bir eski Maliye Müfettişinin kızının Taksim’deki apartman dairelerini kiralamışlardı.Kadın,içki,kumarla dolu kış günleri geçirmiştik. O kış yapılan giriş sınavı ile Sümer Oral(Maliye Bakanlığı ve başka bakanlıklar yapmıştır) ve Erhan Güven(Ehtiyar Erhan) da kurula muavin olarak girmişlerdi.Üçümüz de İzmir Atatürk Lisesi mezunu ve arkadaştık.Güzel ve hareketli günler geçirmeye başladık. Burada;Erhan Güven’in alın yazısını anlatmanın zamanı geldi. 22 Onunla Beyoğlu’nda “sokak zamparalığı”na çıkardık.Böyle bir günde;iki yeni öğretmen olmuş genç kızla tanıştık..Edirne’de öğretmenlik yapıyorlar;hafta sonları İstanbul’a iniyorlar;beraber oluyorduk. Kızların amacı;biran önce evlenmekti.Evlilik benim için erken bir olaydı.Bu nedenle;üçüncü randevudan sonra,kızla konuştuk ve ayrıldık.Erhan ise evlenmeye karar verdi ve ilişkisini sürdürdü. Mine ile sonradan evlendiler.Erhan,yeterlik sınavında başarılı olamamıştı.Bir muavini döndürmek istiyorlarmış.Soruları biraz “kazık” hazırlamışlar.Ehtiyarın notları,elenmesi istenen muavinden az olduğundan onu da elemişler. Onu;Merkez Bankası müfettiş muavinliğine naklettiler.O zamanlar;bu türden uygulamalar yapılıyordu.Bu nedenle de;bizim yeterlik sınavında başarısız olmuş pekçok kişi;sonradan atandıkları bu tür görevlerde yükseliyorlar ve Maliye Müfettişlerinden daha iyi kadrolara gelebiliyorlardı. Erhan;bir süre sonra bu müfettişliği de bıraktı ve Bursa’da eşinin erkek kardeşleri ile boya üretim ve pazarlama işine girdi.Beş on yıl sonra,Bursa’nın sayılı zenginlerinden birisi oldu. Mert ve Sutay adlı iki oğulları oldu.Mert’in sünnet düğünü için Bursa’ya gitmiş ve ailecek ağırlanmıştık. Ne yazık ki;Mert sonra hayırsız çıktı ve kumar borçları nedeniyle Ehtiyar Erhan’ı ve Mine’yi öldürdü. Ehtiyar’ın düğünü ile ilgili bir kabus gibi anım vardır.Düğüne geldiğimizde;pantolonumun fermuarı bozulmuştu.Bir çengelli iğne ile tutturmuştuk.Her gelene diğer arkadaşlar ile birlikte beni de tanıtıyorlardı.Ben de ayağa kalkıp;bir elimle önümü tutup ,gelenlerle el sıkışıyordum.Arkadaşlar;bu duruma durmadan gülüyorlardı.Sonraları da aramızdaki espri konularından biri de bu benim el sıkışma görünümüm olmuştu. 1963 YILI TURNESİ Müfettişlik yaşamımın en renkli ve en güzel beş ayı;bu turnede geçti.Üstadım Ali Necmi Eren idi.Ben de ikinci yılıma girdiğimden;imza yetkim verilmişt,Kendi imzamla raporlar yazabiliyordum. Nitekim;bu turnede,üstadın denetiminde ilk teftiş raporlarını yazdım.Servislerin yanıtlarına son görüş ekleyip raporların tüm işlemlerini ben tamamlamış oldum.Bu durum;kendime güvenimin artmasına neden oldu. 23 İstanbul’dan Haziran ayının ilk haftası içinde,Karadeniz vapuru ile yola çıktık.Turne yerlerimiz Ordu ve Artvin il merkezleriydi.Ayrıca;Ordu ilinin Aybastı ilçesinden yollanmış bir ihbar vardı.Onu incelemek için bu ilçeye de gidecektik. Vapur,Zonguldak,Sinop ,Samsun’a uğradıktan sonra;Ordu’ya ulaştık.O zamanlar;hiçbir Karadeniz ilinin limanı yoktu.Gemiler açıkta duruyor;yükleri ve yolcuları takalar kıyıya taşıyordu.Gemide her türlü konfor vardı.Yemekler nefisti. Ordu’da da öyle oldu.Gelip bizleri “kapan” bir takaya bavullar ve çantalarla tıkıştık.Üstadın eşi ve çocuğu da yolculuğa katılmışlar;Samsun’da gemiden inmişlerdi.Biz de sağ ve salim karaya ayak bastık. En iyi otel “Şehir Oteli”ydi.Bir atlı araba ile otele gittik ve yerleştik. Otele yerleşirken Üstad;iki kişilik bir odada birlikte kalmayı önerdi.Bu öneri bana garip geldi.Karşı çıktım.Tek yataklı iki ayrı odaya yerleştik.Odalar yanyanaydı. Basit bir akşam yemeğinden sonra;otele dönüp uyumağa çalıştık.Böyle diyorum;çünkü,otel odasında sivrisinek hücumuna uğradım.Pencereyi ve kapıyı kapatıp;otel odasının havlusu ile tüm sinekleri imha ettim.Havlu,kıpkırmızı olmuştu. Yanımdaki odada üstad da ayni işle uğraşıyor olmalıydı.Gürültülerden onu anlıyordum.Sonra;üstad odasında bir aşağı bir yukarı dolaşmağa başladı.Anlaşılan uykusuzluk sorunu vardı.Bir süre sonra uykuya geçebildim. Ertesi gün;vergi dairesi veznesini sayıp vergi dairesi işlemlerinin teftişine başladık. Ordu Valisi’ne nezaket ziyaretine gittik.Briç bilip bilmediğimizi sordu.Bildiğimizi söyledik.Emniyet Müdürü de biliyormuş.Artık;hemen her akşamüstü onlarla briç oynamaya başladık. Daha sonra;Vali beyin kayınbiraderi İstanbul’dan geldi.O da kıyı balıkçılığına meraklı imiş.Bu kez;haftada birkaç gün vali bey ve onunla balıkçılığa başladık.Briç partileri geceye kaymıştı. Ordu’nun merkezinde ,kıyıda bir tahta iskele vardı.Mesai bitimi;ben ve üstad,vali bey ve kayınbiraderi o iskeleye gidiyor ve allah ne verdiyse balık tutuyorduk.Sonra;vali beyin evinde balıklar pişiriliyor,rakı eşliğinde yeniyor,sonra yine briç oynanıyordu.Benim açımdan;çok değişik ve güzel günler geçirdim. Ordu’nun en ilginç yeri hapishaneydi.Deniz kıyısında bir tepede;deniz manzaralıydı.Sinop hapishanesi’nin de öyle olduğu söylenirdi.İnsanın gidip hapis yatası geliyordu. Giresun’da İ.Hakkı Batuk üstad ile Aydın Kezer turnedeydiler.Bir hafta sonu onlar bize konuk geldiler.Bir hafta sonu da biz onlara konuk gittik.Üstad;arada bir 24 Samsun’a gidiyordu.Ben de o zamanlar Giresun’a gidip Aydın’la birlikte oluyordum.Sonraları;Samsun genel evinde bir kadınla tanıştım.Hafta sonlarımı onunla geçiriyordum. Bu kadının ilginç bir yaşam öyküsü vardı.Bunun uydurulmuş bir yaşam öyküsü olduğuna ihtimal vermiyorum.Çünkü;kadın İstanbul ağzıyla konuşuyordu ve görgülü,bilgili birisiydi. Anlattığı yaşam öyküsü şuydu:Zengin bir İstanbul ailesinin kızıymış.Liseyi,Notre Dame De Sion’da okumuş.lisenin son yılında;ders vermeye gelen genç bir katolik rahibe aşık olmuş.Adamı baştan çıkarmak için elinden geleni yapmış.Katolik rahiplere kadın yasak olduğu için daha da önemsemiş bu işi.Sonunda;rahibi baştan çıkarmayı başarmış. Çok mutlu bir son sınıf dönemi geçirmiş.Neredeyse hergün rahiple sevişiyorlarmış. Sonra;okul bitmiş ve rahip de bununla olan ilişkisini sonlandırmış.Önce,çevresindeki genç erkeklerle yatmağa başlamış.Sonra,yaşlı erkeklerle para karşılığı,armağan karşılığı yatmalar başlamış.Sonunda,birisiyle yakalanmış ve ailesi bunu dışlamış. O da önce;buluşma evlerinde çalışmış.Sonra;yine yakalanıp genelevde çalışmaya başlamış.Patronu;onu Samsun’daki bir patrona satmış.Şimdi,burada çalışıyormuş.Cumartesi gecesi,sabahlardık ve ödeme yapmama izin vermezdi.Patronu da bu duruma ses çıkarmazdı.Vazgeçilemeyecek bir sermayeydi... Giresun’a ilk gittiğimizde Şehir Lokantası(ya da Liman Lokantası)na gittik.Balık yiyecektik.Garson,”balık yoktur”dedi.oysa;herkes,sardalyaya benzer bir balık yiyorduGarson’a “Onlar yiyorlar ya...”dedik.Garson,”Haa..Onlar mi..Onlar balık değil,hamsidur daaa..”dedi.Meğer,Karadenizli hamsiyi balıktan saymazmış. Hamsilerimizi yedik.Üstüne hamsili pilav yedik.Başka bir hafta sonunda ise;hamsi böreği yemiştik.Hamsili yemekler çok lezzetliydi. Bir başka hafta sonu Aydın Kezer’e gitmiştim.Aydın;Mülkiye’de bizden iki sınıf öndeydi.Fakülteyi bitirdikten sonra iki yıl yedek subaylık görevini yapmış;sonra bizimle müfettişliğe girmişti. Onun bir sınıf arkadaşı olan,takma adı ile “kedilerin babası Aykut”;Zıraat Bankası müfettişi olarak Giresun’daymış.Üçümüz;bir cip kiralayıp Gelinkayası denilen bir mesire yerine,yaylaya gittik. Aydın’ın fakültedeki takma adı Hans Kelzendi.Başında saç kalmamıştı.Almana benziyordu.Aydın;eşinden izin alıp bizimle geziye gelmişti.Giresun’a eşini de getirmişti.Çok ceberrut bir eşi vardı.Aydın,ondan bayağı yılgındı. 25 Üç kişi;akşam üzeri,gelin başına benzeyen kayanın bulunduğu yaylaya vardık.Bir köyde;han gibi kalınacak bir yer bulduk.Orada kalacağız.Ancak;gece bastırmıştı.Yiyecek ve içecek birşeyler alalım dedik.Hancı;kasap,bakkal ve manavın kapatmış olduğunu söyledi.Biz de hazırlıksız gelmiştik.Dımdızlak,aç biilaç ortada kalmıştık. Kedilerin babası Aykut;bir süre ortalıktan kayboldu.Yanında muhtar ve bir adam ile geldi.Elleri yiyecek,ekmek ve rakı doluydu.Oturduk;yedik içtik;eğlendik ve geç vakit uyuduk. Geri dönerken;Aykut’a o yiyecek ve içecekleri nasıl sağladığını sordum.Şunu anlattı: Hancıdan,muhtarın evini öğrenmiş.Muhtara gitmiş,kendisini tanıtmış.”Köyünüze büyük adamlar geldi;sizler onlarla ilgilenmiyorsunuz.Ayıp oluyor “demiş Muhtar “Bunlar ne kadar büyük adamlar”demiş.O da”ohhoo...Çok büyükler”demiş. Muhtar”Yani,bunlar benim ve kolcunun maaşını arttırabilirler mi?”demiş.O da “Tabii,bunlar çok yüksek maliyeci.Ben onlara söylerim.Ankara’ya dönünce sizin maaşları arttırırlar”demiş. Muhtar da;bakkalı,manavı uyandırmış ve dükkanlarını açtırmış ve bizim akşamki nevaleler böyle sağlanmış.Aydın biraz;adımız ve unvanımız kullanıldı diye bozuldu ama;bu olaya epeyi güldük ve Pazar günü Giresun’a döndük. Aydın’ın anlattığına göre;üstadı ve eşi ve Aydın ve eşi;bir taka kiralayıp Giresun’dan uzaklaşıp;tenha bir kıyıda rahat rahat denize girmek istemişler ve bir Pazar günü bunu uygulamışlar. Issız bir kıyıya gitmişler.Bir süre sonra;uzaktan bir başka taka görünmüş.İçinde üç dört Karadeniz delikanlısı varmış.Kıyıya gelmişler.”Bu kadınları bize vereceksiniz.Biz de onlardan yararlanacağız”demişler.Bizimkiler donup kalmışlar.Kendilerinin evli olduklarını;kadınların nikahlı eşleri olduğunu söylemişler.Adamlar dayatmışlar. Bizimkilerin takasının kaptanı da olaya karışmış.”Yapmayın,ayıptır.Hem onlara hem bana ayıptır.Bu işi sonra kan temizler.Ya da onlarla birlikte beni de öldürmek zorunda kalırsınız.Buraya geldiğimizi biliyorlar.Sizleri ararlar ve bulurlar”demiş.Güç bela adamları ikna etmiş.Hoş olmayan bir durumdam kurtulmuşlar. Benzer olay,1970 yılında Elazığ’da benim de başıma gelmişti.Bizim gibi yeni evli olan Karayolları avukatı ve eşi ile benim vosvosa binip Fırat kıyısında piknik yapmağa gitmiştik. Fırat kenarına ulaştık. 26 Yaygılarımızı yayıyorduk ki;önce 13-14 yaşlarında çocuklar;sonra 18-20 yaşlarındaki onu aşkın genç;yarım daire biçiminde bizim oraya yaklaşmaya başladılar. Kimisinin elinde yabalar vardı.Giresun olayını dinlemiş olduğumdan “Haydi,telaşlanmadan ama hızlıca yaygıları toplayın.”dedim.Bizlere iyice yaklaştıkları sırada;güçlükle ve telaşla vosvosa binip kaçarcasına oradan uzaklaştık Keza;daha sonraları,dinci partilerin koalisyon ortağı olduğu bir dönemde;Konya’da da başımıza benzer bir olay geldi. Akşehir’e balayına ve turneye gelmiş bir müfettiş arkadaşla eşi ile ben ve muavinim bir yapay baraj gölü kıyısında piknik yapalım dedik. Benim vosvosla piknik yerine gittik.Yaygıları yayıp;yiyip içmeye başlamıştık ki;elinde orak ve yabalarla kadınlı ve erkekli bir köylü kalabalığı gelip çevremizi kuşattı. Oradan gitmemizi istediler.Kötü kadınları burada istemiyorlardı.Arkadaşım çok kızdı.Evlilik cüzdanını gösterdiler.Oturmak istediğimizi söyledik. Muhtarlık olarak karar aldıklarını;köyün ahlakının bozulmaması için kimsenin piknik yapmasına izin vermediklerini söylediler.Bizleri,ahlaksız yapmışlardı. Böylece;kendi yurdumuzda,muntazaman verdiğimiz vergilere karşın;dilediğimizce yaşayamayacağımızı anladık.Toparlanıp oradan ayrıldık. O sırada;Alman plakalı bir minibüs geldi.Onlar da piknik için yayılmaya başlamışlardı.Biraz sonra;onların da çevresine dizilip;onları da kovdular.Karılarının,kızlarının namusunu korumuş oldular... Ertesi gün;Vali beyi ziyaret ettim.Muhtarın böyle bir karar almasına yetkisinin olmaması gerektiğini belirttim.”Bu tür şikayetler oluyor,ne yapayım”dedi Cumhuriyetin valisi. Ben de şaşırıp kaldım.İçişleri Bakanı dinci partiden olduğundan;bu tür hukuksuzluklara göz yumuyorlar,Vali olarak kalmak;yerlerinden olmamak istiyorlardı... Bu tür gelişmelerden sonra Türkiye,çeşitli benzer olaylar yaşayıp;kanlı bir bölünmüşlük ortamına sürüklenmişti.Günümüzde de,benzer hukuksuzluklar sürmektedir.Hem de Millet Meclisi’nde oluyordu. Ordu’da,meslekle ilgili ilginç gözlemlerim de oldu. Ata Bodur adlı bir milletvekili;bir milli emlak arazisini haksız olarak kullanmak istiyordu.Vali bey,buna direniyordu. Hatta,bu konuda üstad da bakanlığa bir yazı yazıp durumu bildirmiş ve Vali beyin tutumunu desteklemişti. 27 Buna rağmen;turnenin sonlarına doğru,Vali beyin Siirt ya da Bitlis’e tayini çıktı.Bu işlemi;milletvekilinin yaptırdığı söylendi. Üstad da ben de bu duruma çok üzüldük.Politikacının ağırlığını bu olayda gözlemiş olduk.Gerçi;üstad bu konuda bir rapor yazıp hukuksuzluğu önlemeye çabaladı.Ama,sonradan adamın istediğini aldığını öğrendik ve bir kez daha üzüldük. Bir yıl önce Ordu’ya gelen hesap uzmanları;bir fındık tüccarına tefecilikten vergi salmış ve ceza uygulamışlardı.Fındık eken köylüler,yıl boyunca tüccara borçlanıyor;fındıklarını borçlarını kapatmak için yok pahasına tüccara teslim ediyorlardaı.Tüccarlar,borç paraların faizlerini böyle kamufle etmiş oluyorlardı. Adam;birgün bizleri ziyarete geldi.Derdini üstada anlattı.Olay Danıştay’daymış.Dosyasına göre;yapılacak bir şey yoktu. Adam gittikten sonra vergi dairesi müdürü ile görüştük.”Danıştay vergi ve cezaları onaylarsa;bu adam kalpten gider”dedi müdür. Bir süre sonra;adamın kalp krizi geçirdiğini duyduk.Baktık;Danıştay,vergi ve cezaları onaylamıştı. Ali Necmi üstad;Ordu’daki doktor ve avukatları vergi incelemesine tabi tuttu.O zaman yasada olmadığı halde;adamları servet beyanına tabi tuttu.Geçmiş yıllar kazanç beyanları ile bu servetlerikarşılaştırıp;mükelleflere tutanaklara dayalı cezalı vergi saldırttı. İtiraz etseler,yasal dayanak olmadığından kazanacakları bu vergi incelemelerinden çıkmış vergi farklarını hemen hepsi ödedi.Çünkü;üstad bu arada bu tür vergilemeye karşı çıkan birkaç mükellefi “ikna” etti.Onlar da vergilerini ödediler. Örneğin;bir avukat,hukukçu olduğundan olsa gerek,itiraz edeceğini söylüyordu.Üstad adama”itiraz ederse,her gece şehir kulübünde gizlice kumar oynadığını eşine ve kayın pederine duyuracağını”söyledi.Adam;vergi ve cezaları ödedi.Dinsizin hakkından,imansız gelmiş oldu. Bu “ikna etme” olayı da;bir başka müfettişin anısına dayanmaktadır.Turgut Akman adlı bir müfettiş,İstanbul’da bir yap-satçı Karadenizli müteahhidi vergi incelemesine almış. İncelemeler sırasında adam;bir arsayı aldığını,yanındakinin malikinin arsasını satmaması nedeniyle bu arsayı değerlendirip inşaat yapamadığını;bunun canını sıktığını söylemiş. Vergi incelemesi bitmiş.Son tutanak sırasında müfettiş;arsa sorununun çözümlenip çözümlenmediğini sormuş. 28 Adam;”Haaa...Onu mi soraysınız mufettiş bey...Gittik adamla adam gibi koniştuk.Bir daha,bir daha koniştuk...Baktık anlamay...İkna ettik oni.”demiş.Bunu derken de sağ elini tabancaya benzetip kafasına dayamış.Yani,adamı tabanca ile tehdit ederek “ikna”etmişler. Ordu’ya,Aybastı ilçesindeki bir ihbarı da incelemek için gelmiştik.İhbarı;ilçedeki tüm parti başkanları imzalamıştı.İddiaya göre;bir vergi şefi,kanunsuz vergi topluyordu.Suçun cezası o zamanlar idamdı.Çok şaşırmıştık ihbar karşısında.Karşımıza ne çıkacağını bilmiyorduk. Vali beye durumu anlattık,yardımcı olmasını istedik. Adına bakarak iyi bir ilçe olması gerektiğini düşünüyorduk.Meğer,Ordu’nun en geri kalmış ilçesiymiş. Bir vadinin iki yamacına kurulu iki köyün ortasına hükümet binaları yapıp burayı ilçe ilan etmişler.Ekonomik ve sosyal yaşam tam bir felaketmiş. Vali bey “sizi makam aracımla oraya götüreyim.Ben de,ilçe teşkilatını denetler ve ayni gün dönerim”dedi.Buna çok sevindik. Otomobille yola koyulduk. Öykülerdeki gibi Kaf dağını ve başka yedi dağı aştık. Bir kasabı,bir manavı ve bir bakkalı olan ilce merkezine geldik. Vali bey,bir saat kadar kaldı ve aracıyla geri döndü. Allahtan o gün ilçenin pazarı varmış.Jandarmanın yardımı ile şikayetçileri buldurduk ve tek tek dinledik.Olayın yapısını anladık. İlçeye yeni atanan vergi şefi,o zamana dek taşınmaz mal alım satımlarında “yasadaki emsal bedeli uygulaması”nın yapılmadığını görmüş ve bu uygulamayı başlatmış.Eksik olan yasal harçları cezalı olarak tebliğ etmiş.Kanunsuz vergileme eylemi buymuş.Adamın ödüllendirilmesi gerekirken,hakkında ihbara dayalı soruşturma yapılmıştı. İhbar,bu işten ençok zarar gören bir siyasi parti ilçe başkanının başının altından çıkmıştı.Okuma yazması bile olmayan diğer ilçe başkanlarına “hayırlı bir iştir”deyip ihbar maktubunu imzalatmış ya da parmak bastırmış. Üstad;dönüşte,bu ilçe başkanı hakkında “memura iftira” suçundan dava açılmasını istedi.Bakanlık da,durumu Aybastı Savcılığı’na bildirip davayı açtı. Aybastı’da öğle yemeği yiyecek yer aradık,bulamadık.Kasapta,pöstekisi ile satılan koyun eti vardı.İlçede mezbaha da yokmuş. 29 O etlerden şiş kebap yaptılar.Pöstekilerini bıçakla ayıklayıp eti yedik ve ayran içtik.Akşama da ayni menüyü tekrarlayıp;ertesi sabah oradan ayrıldık. Belediyenin çöp kamyonunun şoför mahallinde komşu Gölköy ilçesine dek geldik.İlçede,otomobil,otobüs gibi araçlar yoktu.İlçenin Ordu ile ilişkisini,Gölköy aracılığıyla bu çöp kamyonu sağlıyormuş. Gölköy’den minibüsle Ordu’ya döndük. Aybastı Kaymakam vekili sınıf arkadaşım çıktı.Gece,onun lojmanında kaldık.İlçe ile ilgili ilginç öyküler dinledik. İlçede bir hakim,bir savcı,bir hükümet tabibi vardı.Hepsi de bekarlarmış.Geçen yıl,doktor evlenmiş.O olayı anlattılar. Kaymakamla,akşamüstü ilçe içinde gezelim dedik.Kaymakam,bir sokakta ileri geri gezinmeye başladı.Sonunda,,bir pencere açıldı.Çağdaş görünümlü bir bayan,”akşama gelebilirsiniz”dedi. Doktorun karasıymış.Arada ev yemeği yemek isterlerse,hakim ve savcıyla gelip evin önünde aşağı yukarı volta atıyorlarmış.Doktorun hanımı da illallah deyip onları akşam yemeğine davet etmek zorumda kalıyormuş! Doktor,ilçeye gelince,fakülteden arkadaşı olan kıza evlenme teklif etmiş.O da,Ordu adını duyunca “olur”demiş..Başına neler geleceğini nereden düşünsün ki.. Doktor,izin alıp İstanbul’a gitmiş ve kızla nikahı kıymış.Vapura bimip rüya gibi bir yolculukla Ordu’ya gelmişler.Arkadan,minibüsle Gölköy’e ulaşmışlar.Eh,o da idare etmiş. Sonra,Aybastı gerçekleri başlamış.Çiçeklerle süslenmiş belediyenin çöp kamyonunun şoför mahalline kızı bindirmişler.Kız,o zaman biraz anlamış hanyayı konyayı..Kamyonun arkasında davul zurna müziği ile yola çıkmışlar.Akşam üzeri Aybastı’ya varmışlar.Evlerine gitmişler.Kız tam şoktaymış. Biraz onra,kaymakam,savcı,hakim evin önünde voltaya başlamışlar.Kızın garibine gitmiş bu durum.Doktora söylemiş durumu.Doktor “Vallahi,günlerdir gelmeni bekliyorler.Aylardır ilk kez kadın elinden çıkmış ev yemeği yiyecekler”demiş.Kız,anlayışlı birisiymiş.”Haydi buyurun bakalım”deyip onları eve çağırmış.O gün bu gündür,haftada bir ya da iki gün evin önünde tur atma seremonileri başlamış. Ordu turnesi sırasında;hafta sonlarında Samsun’a,Giresun’a ve bir kez de Trabzon’a gittim.O kentleri de tanımış oldum. Ordu turnesi tamamlandı.Yine Karadeniz adlı gemiye binip Artvin yollarına düştük. 30 Gemiyle,önce Hopa’ya gittik.Gemi,Hopa’ya gece yarısı ulaşmıştı.Denizden gelen ve tanımadığım lehçelerde konuşulan insan sesleri ile uyandım.Küpeşteden denize bakınca,onlarca taka gördüm denizde.. Herkes müşteri kapmaya çalışıyor,bağırışıp duruyorlardı. Sonunda,biri beni ve üstadı kaptı.Bavulları da gemiden aldık.Kıyıya gelince,yakındaki “Şehir Oteli”ne kapağı attık ve uyuduk. Ertesi gün,Artvin’e geçmeden önce,üstadın önerisi üzerine Sarp sınır kapısına gittik,.komutandan izin aldık ve sınıra dek gittik.Karşı taraf Gürcüstan(Rusya)ydı. Komutan,bizleri büyük adamlar gibi karşıladı ve ağırladı.Bizleri,tel örgülere kadar götürdü.O sırada,sınırın öbür yanında,tepelerde bir ışık yanıp söndü.Ne olduğunu komutana sorduk. Ruslar;sınıra gelen herkesin,yetenekli kameralarla resimlerini çekiyormuş.Resimler Moskova’ya yollanıp gelenlerin kimlikleri ve sınıra neden geldikleri kısa sürede araştırılıp öğreniliyormuş.Bizim sınırımız ise,allaha emanetti. Geri dönüp bir cip kiraladık ve Artvin yolarına düştük.Cankurtaran geçidini;Çifte Köprüler köprüsünü geçip;çok dar yollarda dağları ve Çoruh vadisini aşıp Artvin’e vardık.O zamanlar,en iyi şoförler Artvinli olurlar diye bir söylence vardı.Bunun doğru olabileceğini gözledik. Cankurtaran Geçidi;Hopa ile Artvin arasındaki dağların en yüksek yeri olan tepeydi.Karayollarının bir yol bakım ünitesi vardı orada.Kış aylarında,karlı havalarda kendini ve aracını oraya ulaştıranlar canını kurtarırmış. Çifte köprülere gelince:Burada,birini bizim birini de Rusların yaptığı iki köprü vardı..Ruslarınki demirdendi ve sağlamdı.Herhalde,Artvin’in işgali nedeniyle yapmışlardı ve o tarihten bu yana hala kullanılıyordu. Artvin;Çoruh Vadisi’nde ırmağın tabanından yüz metre dolayındaki bir tepenin üzerinde kuruluydu.Yılan kıvrımlı dönemeçlerle tepeye tırmandık ve kendimizi “Cumhuriyet Oteli”ne attık. Kentin elektriğini;mazotla çalışan bir dinamo ile belediye elde edip dağıtıyordu.Bu nedenle;akım,bazı kez 240 volta çıkıyor;bazı kez 180 volta düşüyordu.Traş makinem ile traş olurken epeyi canım yanıyordu. Otel;ahşap bir yapıydı.Üstad yine ayni odada kalmamızı önerdi.Bu kez;öneriye şiddetle karşı çıktım.Bunun üzerine,üstad da durumu anladı ve şu açıklamayı yaptı: “Yanlış anlamayın Uçar bey..Beni geçen yıl;Karadeniz bölgesine yolladılar.Takalarla Tuna nehri üzerinden Almanya’ya kaçak fındık satıyorlarmış bu yörenin tüccarları. 31 Alman makamlarından gelen belgeler ve ifadeler üzerine,bu kaçakçılık olayının Türkiye yanını soruşturmakla görevlendirildim. Hakkında inceleme yaptığım fındık tüccarları beni ölümle tahdit ettiler.İncelemeleri,bir polis korumasında yaptım ve tamamladım. Bu yıl beni yine bu bölgeye yolladılar.Öldürülmek korkusu ile yalnız kalmak istemiyorum.Korkudan uyuyamıyorum. Demek;üstad bu nedenle geceleri uyuyamıyormuş.Bu durum,benim de dikkatimi çekmişti.Bir tür paranoya oluşmuş üstadda. Öyle de olsa;ayrı odalarda kalmak istediğimi bir kez daha belirttim.Üstad anlayışla karşıladı ve bu konu kapanmış oldu. Artvin,çok küçük ve az nufuslu bir ildi.Rus sınırında olmasının bu durumda etkisi vardı.Kimse kalmak ya da yatırım yapmak istemiyordu. Vali bey,”Kasım ayında burada kalırsanız,aşağıya Hopa’ya inişiniz tehlikeye binebilir.Yollar kapanırsa;Nisan ayına dek burada kalabilirsiniz”dedi.Bunun üzerine;iki aylık proğramı bir ayda tamamlayıp Hopaya indik ve oradan da gemiyle İstanbul’a döndük. Artvin’de tam Osmanlı defterdarları gibi bir Defterdar ile tanıştık.Oldukça yaşlı,bilgili,deneyimli ve kibar bir memurdu.Birgün,şunu anlattı. Ben ne zaman yeni bir ile atansam;ilk gün makamıma gidip işe başlamadan önce,Hükümet Konağı bahçesinde ya da genellikle bu yapıların yakınında bulunan parklarda otururum.Mesaiye gelen memurlardan maliye memuru olanları ayırmaya çalışırım.Bir tür oyun oynarım kendimle. Sonradan;memurlarımla tanışınca;yüzde doksanın üzerindeki bir oranla,hangi memurların maliye memuru olduğunu tahmin ettiğimi görürüm. Neden derseniz;bir kez en kötü giyinen onlardır.Malum,mum dibine ışık vermezmiş..En az maaşı onlar alırlar.Hiçbir yan ödemeleri yoktur. En yorgun memurlar onlardır.Çünkü,diğer memurlara bakarak iş yükleri çok fazladır. E n dalgın mamurlar,maliyecilerdir.Çünkü,kafalarında eve iş götürüp getirirler. Sonradan,bu deneyi ben de yaptım.Doğruluğunu ben de gözledim.Hele,şimdilerde,tam açıklamalara uygun maliye memuru gibi oldum. Biz oradayken;devrin Bayındırlık Bakanı Artvin’e geldi.Artvin’in Yusufeli ilçesi ile olan tek karayolu,çok kötü durumda imiş.Vali bey;Bakan’dan bu yolun genişletilmesini istiyordu. Bakan beye Yusufeli’ne gitmeyi önerdi.Beni ve üstadımı da davet etti. 32 Ben vali beyin aracının şoför mahalline oturdum.Bakan beyi,şoförün arkasına oturtular.Yola koyulduk. Yol;düzeltilmiş orman yoluydu.Bazı yerlerde çok dardı.Öyle ki;Mercedes otomobilin tekerlekleri uçurumun kenarını yalıyordu.Uçurumsa enaz üçyüz metrelik bir derinlikti ve aşağıda Çoruh deli deli akıyordu. Arada;karşımıza diğer yönden gelen araç çıkıyordu.İleri,geri manevralarla,yolun geniş yerlerinde yanından geçiyor ve yola devam ediyorduk. Son olarak;karşımıza bir kamyon çıktı.Durmadan geldi ve bunun sonucunda,valilik aracının şoför yanındaki tekerleklerinin neredeyse yarısı,uçurumun kıyısına dayandı. Bakan bey,salavat getirmeye başladı.Vali bey gülümsüyordu.Vali beye ikna olduğunu söyledi.Yusufeli’ne gitmekten vazgeçildi.Geri döndük.Bakan,yolun yapılacağına dair bir kez daha söz verdi.Eminim;hala yapılıyordur o yol!... Murgul İlçesinde bakır madeni çıkarma ve işleme ünitesi vardı. Birgün orayı gezdik. Gururlandık doğrusu. Devasa bir teşekkülü tıkır tıkır işletiyorduk. Çıkarılan blister bakır ürünün tamamını İngiliz firmaları satın alıyordu. Blister bakırı eritip kullanıyorlar; bu arada ortaya çıkan altını bize geri yolluyorlardı. İşletme müdürü; İngilizlerin yeterince altını bize geri vermediklerini düşünüyordu. O nedenle; altın ayrıştırıp bakırı altınsız ihraç edecek bir yöntemi uygulamaya koymuştu. Böylece; bakırın içindeki altının tamamı ülkede kalacaktı. Çifte köprüler diye anılan yer Çoruh nehri üzerindeki iki köprünün olduğu; Artvine yakın bir yerdi. Çifte köprülerin birini Ruslar yapmış; birini biz yapmışız. Bu vesile ile; Kurtuluş Savası Öncesi Rusların Kars; Ardahan, Rize, Trabzon, Hopa’yı işgal etmiş olduklarını öğreniyorum. Bizim tarih kitaplarımızda bu olaylar detaylı olarak yer almazdı. Duyunca, çok şaşırmıştım. Çifteköprülerdeki bir balıkçı lokantasında hayatımın en tatlı ve güzel alabalıklarını yemiştim. Tahtalardan Çoruh Nehri kıyısına yapılmış; salaş bir lokanta. Altına ağ germişler. Alabalıklar ağa takılıp kalıyor. Kepçe ile alıp kızartıyor ve müşteriye sunuyorlardı. Üstad’la üçer porsiyon balık yemiş ve alabalığa doymuştuk. Artvin’deyken ünlü “Küba krizi” patlak vermişti. Olayı radyodan dinliyor ve savaş çıkacak diye çok korkuyorduk. Çünkü; çıkacak bir savaşta; Artvin savunulmadan Ruslara bırakılacak; Ruslar; Erzurum’da durdurulmaya çalışılacaktı. Neyse ki; bir haftalık bir gerginlikten sonra; Küba’daki ve Türkiye’deki füzeler söküldü ve savaş önlendi. Sonunda yola koyulduk. 33 Cankurtaranı devirip Hopa’ya ulaştık. Karadeniz Vapuru bizi alıp; İstanbul’a geri getirdi. YETKİLİ TURNEM 1964 Haziran’ın ilk haftası; bir başıma turneye çıktım. Gittiğim yerlerde işlemleri bir başıma denetleyecektim. Altı ay süre ile İskenderun’u ve Kilis’i denetleyecektim. Malmüdürlüğü işlemlerini; vergi işlemlerini; Hazine Avukatlığı işlemlerini denetlemekle görevliydim. O zamanlar; emekli maaşlarını da mal sandıkları (maliye) ödüyordu. O işlemleri de teftiş edecektim. Cengiz’e yeni ilçe olmuş (2000 nufuslu) Pehlivanköy ve bir başka ilçe; Aydın’a da iki ufak ilçe vermişlerdi. Bana yüklenmişlerdi. İskenderun o zamanlar 80.000 nüfuslu idi ve Türkiye’deki illerin dörtte üçünden daha kalabalıktı. Kilis ise 40.000 nufusluydu ve tüm illerin yarısından daha çok nüfus yapısı vardı. Ayrıca; Urfa’da bir vergi şefi hakkında da bir ihbar yazısını vermişlerdi. Onun da soruşturmasını yapacaktım. Başkanlık neden böyle davranmıştı? O zaman bu soruya yanıt veremiyordum. Sonradan; Orhan Güven’in benim için kötü tezkiye verdiğini öğrenince durumu kavradım Beni; yeterlik sınavı öncesi, daha sıkı bir sınava sokuyorlardı böylece sınavlara hazırlanamayacak; belki de teftişlerin ağırlığından sürmenaj olacak (kafayı yiyecek) tım. Ama ben; hem sınavlara hazırlandım. Hem de devasa bu iki ilçenin teftişlerini noksansız yaptım. Ayrıca; sanşsızlığıma İskenderun’da bir; Kilis’te iki soruşturma daha yapmak zorunda kalmıştım. Şimdi düşünüyorum da, ben o zaman bir mucize gerçekleştirmişim. Ağır teftiş; çeşitli soruşturmalar, sıcak yaz günleri beni yıldırmadı. Hem görevi dört dörtlük yaptım. Hem de sınavlara hazırlanıp başarılı oldum!.. Hem de promosyon birincisi oldum!... Bu;üstad muavin ilişkilerinde duygusal davranmış olan Orhan Güven’e iyi bir yanıt olmuştur diye düşünüyorum. Önce; Urfa’ya gittim. Şehir oteli’ne indim. Gitmeden önce; bu bölgede akrep ve yılan sokması sonucu birçok kişinin öldüğüne dair öyküler anlatılmıştı. O nedenle; gece, uyumadan önce yatağın içine, altına; dolaba, masaya, sandalyeye, köşe bucağa bakmış; sonra yatağa girmiştim. Yine de uyuyamıştım. Bu durum; üç gece sürdü. 34 Sonra; kendimi alın yazıma teslim edip uyumaya başladım. Bunda; biraz da, her gece aldığım alkolun de etkisi vardı şüphesiz. İhbara göre vergi servis şefi; mükelleflerin defterlerini tutuyor ve beyannamelerini düzenliyordu. Vergi Usul Kanunu’na göre bu suçtu. Adamın el yazısını aldım. Mükellef beyannameleri ve defter kayıtları ile karşılaştırdım. İhbar doğru değil gibi görünüyordu. Sonra; aklıma eşi geldi. Onun el yazısı örneği; beyannameleri ve bazı mükellef defter kayıtlarını tuttu. Adam; işlemleri yapıyor; karısı el yazısı ile belgeleri dolduruyormuş. İfadeleri aldım ve raporu düzenledim. İskenderun’a geçtim. Urfa’da; İzmir’den bir arkadaşıma rastladım. Ankara Hukuk Fakültesine benimle aynı dönemde başlamış ve mezun olmuştu. Adı Kuten idi. Yedek subaylığını yapıyormuş ve Urfa garnizonunda Adli Subay imiş. Onunla arkadaşlık ettik. Ayrıca; Emlak Bankası Müfettişi Armağan abi ve Ziraat Bankası yetkili müfettişi ile de arkadaşlık ettik. Hiç sıkılmadım. Yemeklerimizi Şehir Lokantası’nda yiyorduk. Nami Usta’nın lokantası çok ünlüydü. Nami Usta’nın kasayı tuttuğu ve işleri yürüttüğü bir camlı masası vardı. Camın altı yüzlerce müfettiş kartviziti ile kaplıydı. Ben de bir kart bıraktım ayrılırken. Yemekleri çok güzeldi. Patlıcanlı kebabı yemeyi öğretti bana. Sonra; Gazinantep’te, İstanbul’da bu kebabı sipariş verdiğimde garsonlar “Beyim, sen onu yiyemezsin!.. Başka şey getirelim” derlerdi. Benim ısrarım üzerine kebabı getirirler ve nasıl yendiğini bildiğimi görünce alkış tutarlardı. Balıklı göle gittik ve öyküsünü dinledik. Urfalılar, çok efsane düşkünüydü. Biri de bir vali ile ilgiliydi. Alabalıkların yenmediğini, kimsenin bu balıkları yemediğini, günah saydıklarını söylüyorlardı. Bir tarihte bir vali gelmiş. Balıklı Gölü ziyaret etmiş. Balıklarının yenmeyeceğini duyunca; bir tanesini kızarttırıp gölün kenarında rakı mezesi yaparak yemiş. Kalkma vakti geldiğinde; atına binmiş. At; tökezlemiş ve vali paşa attan düşüp başını taşa vurmuş ve ölmüş. Balıkların lanetine uğramış!.. “Urfa’ya paşa geldi. Halka temaşa geldi.” türküsü buradan çıkmış. O zamanlar tüm valilere halk “vali paşa” derdi.Urfa’nın ayrıca bir de ünlü “vali kebabı”vardır. 35 Oysa;bir hafta sonu,Harran’dan geçerken köylülerle konuştuk.Balıklı Göl’ün mazgallarından suyu Harran Ovası’na salınıyordu.O arada balıklar da bu suyla;ovaya iniyordu.Köylüler de onları bir güzel yakalayıp yiyorlardı.”Neden yenilmesin ki bey,allahın yarattığı balık”diyorlardı. Urfa’da bir de;bir kıza aşık olmuş,bu nedenle kafayı üşütmüş bir üsteğmen pilot vardı.Gün aşırı;topçu keşif uçağı ile eğitim uçuşu yapar ve her kezinde kızın evinin üzerine gelip eve intihar dalışı yapardı.Tüm Urfalılar da seyrederlerdi.Kızın babasının inadı tutmuş;kızı istettiğinde üsteğmene vermemiş.O da bu yöntemle babayı ikna etmeğe çabalıyormuş! Akşamları;bir açıkhava lokantasında yemek yiyorduk.Lokanta sahibi;plak ile müzik dinletiyordu müşterilerine.Arada,eline mikrofonu alıp “Şimdi sizlere kürtçe bir türkü çığıracam”deyip kürtçe türkü okurdu.Kürtçülük olayı ile bu ikinci karşılaşmamdı. Diyarbakır turnesinde;üstadı Mülkiye’den sınıf arkadaşı olan bir Diyarbakırlı ziyarete gelmişti.O kişi;kürtlerin bağımsızlığı için çalışan birisi imiş.Polis,adamı sürekli izliyordu.Sonradan;Belçika’da kurulan sözde kürt parlamentosunun başkanı olmuştu sanırım. Plaktan müzik dinlemek deyince;aklıma,geçirdiğim dehşet dolu bir yarım gün geldi.Urfa’ya gitmek için önce uçakla Diyarbakır’a gelmiştim.Oradan bir minibüse bindim.Urfa yollarına düştüm. Şoförün tam arkasında oturuyordum.Yanıma burnunun yarısı cüzzamdan düşmüş,yok olmuş;bir gözü trahomdan kapanmış birisi oturmuştu.Bu durumun yarattığı gerginlik ve tedirginlik içinde yolculuk yapıyordum. O zamanlar minibüslerde plak çalarlar vardı.Şoför;o dönemin en ünlü türkücüsü olan Nuri Sesigüzel (Urfalıdır)in okuduğu “Kundurama kum doldu”türküsünün plağını pikaba koydu.Türkü bitince,plağa bir fiske vuruyor,plak yeniden çalmağa başlıyordu.Bundan daha berbat ,acımasız bir işkence olamazdı.Yol bitene dek belki elli kez ayni türküyü dinledim. Şoför;cüzzamlıdan rahatsız olduğumu anladı.Siverek’te beni öne,yanındaki koltuğa aldı.Bu kez;plak kafamda daha çok uğulduyordu.Ama,durumuma şükrediyordum.Cüzzamlının muhabbetinden kurtulmuştum. Sonunda;Urfa’ya ulaştığımızda,dayak yemiş gibi perişandım.Üç günde zor toparladım. Urfa’daki ihbar incelemesini tamamladım.Yine,bir minibüse binip İskenderun yollarına düştüm.Gece yola çıktık,sabaha karşı İskenderun’a varacaktık. 36 Kırıkhan Ovası’na inerken;ovanın ay ışığında büyük bir göl gibi parladığını gördüm.Dolunay zamanıydı ve ova ay ışığınde gümüş gibi parlıyordu. Kırıkhan’ı geçtikten sonra;geceyarısı bir köyde durduk.Bir düğünde bulunmuş olan bir davulcu,bir zurnacı ve iki dansöz kadın minibüse bindiler.Ancak;minibüsün çevresine jandarmalar geldi.Yol,kaçakçıların kullandığı yol olduğundan bu tür durdurmalar ve aramalar yapıyorlardı. Şoförle yarım saat kadar tartıştılar.Şoför,homurdanarak minibüse bindi ve yola çıktı.On kilometre sonra jandarmalar minibüsü yine durdurdular.Şoför,öfkeli olarak jandarmalarla bir süre tartıştı.Minibüse bindi ve yeniden yola koyulduk. Şoförün dediğine göre;jandarmalar dansöz kadınlarla yatmak istiyorlarmış.Şoför de;minibüsüne bindikten sonra kadınların kendi namusuna teslim edildiğini;kadınları rızaları olmadan bırakamayacağını söylüyormuş.Jandarmaların her türlü tehdidi işe yaramamış.Jandarmalar bir kez daha yol kesip bizlere de kötü davranacaklar diye korka korka İskenderun’a vardık. İskenderunda Hesap Uzmanlarının turne için bu kente geldiklerinde kaldıkları otele indim.Kentin,en konforlu ve pahalı oteliydi.Yatıp uyudum ve ertesi gün Malmüdürlüğü ‘nde sayım yapıp teftişe başladım. Sayım deyince aklıma geldi.Ertuğrul Kumcuoğlu da yetkili muavin olarak Ceyhan’daydı.Sayıma başlamış,biraz sonra elektrıkler kesilmiş.Bu heyecanla paraların üzerinde durduğu masaya abanmış ve herkesin vezneden dışarı çıkmalarını haykırmış. Sonra,ışıklar gelmiş ve sayımı tamamlamış.Allahtan,sayımda paralar tamam çıkmış.Eksik çıksaydı ve adamlar”Müfettiş bey,paraları o karanlıkta senin almadığın ne malum”deselerdi ne olacaktı?!..Olayı bana anlatınca bunu sormuştum.O da;ne denli yanlış davrandığını anlamıştı.. Benzer bir olayı;Urfa’da anlatmışlardı.Bir Tekel müfettişi,Urfa’ya gelmiş ve tekel ambarını saymak üzere ambara gitmiş.Ambar sorumlusu “Senin müfettiş olduğunu nereden bileyim”demesi üzerine kimliğini adama vermiş.O da kimliği o sırada gürül gürül yanmakta olan sobaya atmış ve adamı “Sen müfettiş değilsin artık”diyerek kovmuş ve ambarı saydırmamış..O akşam,tekel deposu yanmış ve adam sayımı yapamamış kalmış. Sonraları;bu öyküyü yanıma verilen her müfettiş yardımcısına anlatır ve kimliklerini memurlara vermemelerini söylerdim. 37 Ertuğrul’a bir milli emlak ihbarı gelmiş.Birinci gün muhbir,iki isim daha vermiş.İkinci gün,o iki kişiyi dinlemiş.Ertesi gün,bunların ismini verdiği dört kişiyi dinlemiş.Onlar da daha on isim vermişler. Cumartesi günü.İskenderun’a bana geldi.Bu durum nedeniyle “kafayı yiyeceğini” söylüyordu,Ona;savcı gibi davranmak zorunda olmadığını;ihbar konusunda kanaati oluştuysa;diğerlerini dinlemeden rapor yazabileceğini belirttim.Hepsi ayni şeyleri söylüyormuş.Çok rahatladı ve dönünce de öyle yapmış. Muhasebe teftişi sırasında;günümüz parasıyla elli milyarlık bir paranın kredi olarak kullandırılacakken;milli eğitim mutemedine avans olarak verildiğini saptadım.Olayın soruşturmasına başladım ve durumu Başkanlığa bildirdim.O zaman memurlar hakkında “olur” almadan doğrudan soruşturma yapabiliyorduk.Bu bizi çok korkulan kişiler yapıyordu. Başkan telefon etti ve beni kutladı.Olay;Milli Eğitim Bakanlığı’ndan Maliye Bakanlığı’na bildirilmiş ve maliye personeli hakkında da soruşturma yapılması istenmiş.Ben,olayı bizzat saptayınca,bu durum,Başkanlığın ve Bakanlığın hoşuna gitmiş.Durumu,Milli Eğitim Bakanlığı’na bildirmişler. Milli eğitim mutemedi;zimet suçundan tutuklu olarak hapishanedeydi.Acaba;bizim memurlardan ortağı var mıydı? Bunun için ifadesini almam gerekiyordu.Savcıdan izin aldım ve ifade için hapishaneye gittim. Adamı;zemin katta bir odaya getirdiler.Yaz sıcağı nedeniyle,pencereler açıktı.Ben;ifade için yazı makinesine kağıtları takıyordum ki;adam,pencereden dışarı atlayıp kaçmaya başladı. Hemen;”tutun,yakalayın”diye bağırmaya başladım.Neyse ki;dışarıda jandarmalar varmış.Adamı yakalayıp odaya getirdiler.Ben de iki jandarmayı pencerenin önüne dikip ifadeyi tamamladım. Sonraki soruşturmalarda;bu tür güç durumlarla karşılaşmamak için;önceden alınması gereken tüm önlemleri aldırıyordum. Soruşturmayı tamamladım.Malmüdürünün ihmali olduğuna dair ilk kez soruşturma raporu düzenledim.Adam,temelde ve savunmasında haklıydı.Büyük bir kentin nufusuna sahip bir ilçenin muhasebe işlerini,küçük ilçelerin memur kadrosu ile yürütmeye çalışıyordu.İşlem gözünden kaçmıştı.Ancak,benim de elim mahkumdu.Kendisi için suç duyurusunda bulunmak zorundaydım. 38 Bir ay kadar sonra;daireye geldiğimde malmüdürünün tüm saçlarının bir gecede beyazlamış olduğunu gördüm.Genç birisinin bu duruma düşmesinin nedenini anlamadım. Şefe,nedenini sordum.Raporum üzerine,il idare kurulunca yargılanmasına karar verilmiş.Üzüntüden,bir gecede tüm saçları beyazlaşmıştı adamın.Bu durum;beni daha da üzmüştü. İskenderun’da bir Gümrük Müfettişi ve iki yardımcısı;bir Merkez Bankası müfettişi;bir de Mülkiye’li bir muhasebeci ile ahbaplık ediyorduk.Otelin zemin katındaki restoranda içkili muhabbetler kuruyor:değişik yemekler yiyor;hafta sonlarında ise yakınlardaki plajlarda denize giriyorduk. Sonraları;Mülkiye’de takma adı “Eskici Ömer” olan bir hariciye(dış işleri) personeli ile tanıştık. Kendisi;kadınlara düşkün olduğu için bu takma ada layık görülmüştü.Bunu önce Varşova’ya görevli yollamışlar.Bir genç kızla ahbaplığa başlamış.Kısa süre sonra;kızın o ülkenin gizli servis ajanı olduğu anlaşılmış.Lefkoşa’ya yollamışlar.O zaman Kıbrıs bağımsız bir devletti. Orada da bir rum kızı ile çıkmağa başlamış.O da gizli servis ajanı çıkmış.Bu kez;rahat durması için Halep’e konsolos olarak yollamışlar.Müslüman ülkesi olduğu için durulmuş. Ama;hafta sonları,son model bir amerikan otomobili ile ve arap giysileri içinde İskenderun’a geliyordu..Bizleri de alıyor ve İskenderun’un eğlence yeri olan Soğukoluk’a çıkıyor ve genç kızlarla eğleniyorduk.Eskici Ömer’i arap sandıkları için(ya da öyle davranıyorlardı) itibarımız çok yüksekti.Pazar akşamları,Halep’e geri gidiyordu. Zat maaşları(Emekli,dul ve yetim maaşları) teftişi sırasında;adı “Uçar “ olan bir emekli çocuğu olduğunu gördüm.Maaş dağıtımında,az rastlanan adaşımı görmek için sabırsızlanıyordum.Maaş dağıtıumında;bunların sağ olup olmadıklarını da denetliyorduk.Bizden vize almadan,maaşları ödenmiyordu. Uçar;maaşını almağa geldi.Bir ermeni bayanın kız çocuğuymuş.Çok şaşırmıştım adımı bir kız adı olarak görünce. Çalışırken;birgün odama birisi girdi.MİT ajanı olduğunu belirtip bir ermeni hakkında vergi incelemesi yapmamı ve adamı yurt dışına kaçmaya zorlamamı istedi.Ben de;proğramım olduğunu,böyle bir incelemeye vaktim olmadığını;Başkanlığıma 39 başvurmalarının gerektiğini belirttim.Oradan emir gelirse,işi yapardım.Sonradan,bir ses çıkmadı. MİT İLE İLGİ ANILAR Bu arada;MİT ile ilgili anılarımı anlatabilirim. Bu kuruluşla ilgili ilk anım;Nisan 1960 sonlarına dek gitmektedir.Nisan öğrenci olayları sırasında;askerler silah kullanarak hükümete baş kaldırmış olan Mülkiye’ye zorla girmişlerdi.Hemen sıkıyönetim uygulaması başlatılmış ve Ankara’da oturmayan öğrencilerin gece inene dek kenti terk etmeleri istenmişti.Otobüslerde yer bulmak olanaksızdı.Gece de olmuştu ve ben Ankara’dan çıkamamıştım. Gece kalacak bir otel aramağa başladım.Tüm oteller;ya doluyuz diyorlardı ya da öğrencisiniz sizi alamayız diyorlardı. Kızılıay’daki küçük bir otelin gece görevlisi Mülkiye’li bir ağabey çıktı ve bizi otele aldı.Ertesi gün hemen İzmir’e gittik. İzmir’de Özgen Acar’ı gördüm.Bana ve tüm Mülkiyelilere;İzmir’deki öğrenci olaylarına katılmamamızı salık verdi.Dediğine göre;zamanın MİT örgütü,bizi İzmir’de izleyecek ve olaylara karışırsak ‘teşvikçi ve elebaşı’olarak tutukluyacaktı.Dediklerini önemsedik ve olaylara katılmadık.Ege Ünüversiteli öğrenciler ve göstericiler bizlere laf atarak bizleri de gösterilere çekmeğe çabaladılar,başarılı olamadılar. Mülkiye’yi bitirdikten sonra;müfettiş yardımcısı olarak İzmir’e gelmiştim..Bizden bir yıl sonra Mülkiye’yi btirmiş olan Turgay Gönenç de İzmir’de İstatistik Bölge Müdürlüğü’nde çalışmaya başlamıştı. Hem ressam hem de ozan olan Turgay ile bu sırada birkaç yıl süren bir dostluğumuz oldu.O sırada;’Sevi’ adlı şiir kitabımı yayımlamıştım ve o da bu kitaba çok güzel bir kapak çizmişti. Bölge müdürlüğü o sıralar,ekonomik ve mali konularda önemli bir anket uyguluyordu.Anket sonuçları;hükümetin düşüncelerine ters düşen sonuçlar olmuş.Turgay’a sonuçları değiştirmesini önermişler;o da kabul etmemiş.Bu nedenle;tayinini çıkarıp onu istifaya zorladılar.O da buna uydu ve memuriyetten ayrıldı.Turgay’ın görevden alınmasında MİT raporlarının önemli olduğunu sonradan duydum.Zaten o sıralar;MİT bölge müdürlüğü de Turgay’ın çalıştığı istatistik bölge müdürlüğü ile ayni binadaydı 40 Sonra;İskenderun’daki olayı yaşadım.Sonradan;Maliye Müfettişlerini herkesin ya da her örgütün kullanmak istediğini gözledim.O nedenle;çok dikkatli olmak gerekiyordu. Askere gitmeden önce;bir süre İzmir’de çalışmıştım.Bu sırada Ercan Meftunoğlu ile bana ortakaşa bir iş gönderdiler.”Çok gizli” işaretiyle yollanan bu görevin konusu;İzmir’de yayınlanan iki aşırı sağcı dergi ile iki aşırı dinci dergi hakkında vergi incelemesi yapılmasıydı.Ancak;asıl amaç,bu dergilerin finansman kaynaklarının araştırılması ve varsa yurt dışı finansman kaynaklarının sptanmasıydı. Gerekli incelemeleri yaptık ve bir aşırı dinci derginin Suudi Aarabistan tarafından finanse edildiğini saptadık.Finansman,dergi aboneliği görünümü altında sağlanıyordu.Derginin;Suudi Arabistan’da 40.000 abonesinden gelen paralar banka hesaplarında yer alıyordu.Oysa;gazetenin kullandığı kağıt sayısı ve diğer giderlerine bakıldığında;derginin yaklaşık 2000 adet basıldığı ve bunların da yurt içinde pazarlandığı anlaşılıyordu. Durumu Ankara’ya bir raporla bildirdik.O derginin sorumluları mahkemeye çıkarıldı ve mahkum edildiler. Daha sonra;Nürnberg Başkonsolosluğu’nda yaptığım soruşturma sırasında MİT karşıma çıktı.Cumhurbaşkanlığında gelen bir ihbar mektubundaki olayları soruşturuyordum İhbar yazısını yazmış olabileceğini sonradan düşündüğüm bir idari ateşe;ifade verirken kendisinin Mit mensubu olduğunu belirtmişti.Hakkında ihbar yapılmış olan Başkonsolos da Mit mensubu olduğunu söylüyordu.Ayrıca;bana bilgi ulaştıran bir başka bayan idari ateşe de MİT mensubu olduğunu ileri sürüyordu.Kafam iyice karışmıştı. Erkek idari ateşenin MİT mensubu olma olasılığı fazlaydı.Tedavi edilmiş frengi hastalığı vardı ve halen çalışıyordu.Buraya gelmeden önce Moskova’da çalışıyormuş;birgün ateşli bir hastalığa yakalanmış ve elçilik doktoruna gidecek yerde elçilik yakınındaki bir Rus eczanesine gitmiş ve derdini anlatıp ilaç istemiş.Rus eczacı buna bir iğne yapmış ve adam frengi hastası olmuş.Türkiye’ye yollayıp tedavi etmişler ve yeniden dış göreve Nürnberg’e yollamışlar. Bu kişinin anlattığına göre;sonradan cumhurbaşkanımız olan Moskova Büyükelçimiz;çalışma odasında(güya çalışma masasının altında)uyurmuş.Bunun başına gelen olaylardan dolayı duyulan korkunun sonucuymuş bu. 41 Bayan idari ateşeye de sonraları başka iki ayrı konsolosluk teftişinde rastladım.Onun da MİT mensubu olması olasılığı fazlaydı. İşin tuhaf yanı;bayan ateşenin dediğine göre,onlar da benim MİT ajanı olabileceğimi düşünmüşler. Kıbrıs Savaşı’ndan önce;bir sigara fabrikasında mali analiz yapmak için Kıbrıs’a gittim.Büyükelçiyi ziyarete gittiğimde;briç bilip bilmediğimi sordu;ben de oynadığımı belirttim.Meğer dördüncüleri yokmuş,briç oynayamıyorlarmış.Çok sevindiler. O akşam yemeğe büyükelçilik rezidansına davetliydim.Yemekten sonra ben,büyükelçi,müsteşarı ve tanımadığım bir kişi brice oturduk.Dördüncü kişi;asker kökenli MİT mensubuydu;o sırada Kıbrıs’ta faal olanTMT adlı Türk gizli örgütünün başkanıydı.Adı hiç geçmiyor;Bayraktar bey diye anılıyordu.Yıllar sonra;bu kişinin bir Maliye Müfettişi arkadaşımın dayısı olduğunu öğrenince çok şaşırmıştım.Ayrıca;her ilçede bir sancaktar vardı ve ilçenin Rumlara karşı direnişini örgütlüyordu.Larnaka sancaktarı sınıf arkadaşım çıktı. Sigara fabrikalarını görmek için Güney Kıbrıs’a geçmiştik.Büyükelçilik otomobilindeydik ve geçtiğimiz her yolda Türkçe olarak bizlere küfür ediliyordu.Larnaka’da sınıf arkadaşımla bir öğle yemeği yedik.Ahmet bey adlı İngilizlerle içli dışlı bir sınıf arkadaşımız vardı Mülkiye’de.Onu sordum ve ihanet eden birisi olduğunu öğrendim. Savaşın hemen sonrasında;Kuzey Kıbrıs’a görevle gittim.Maliye Bakanlığı’nda teftiş kurulu kurdum ve Türkiye’ye döndüm.Sonra;Romanya Büyükelçiliğinde bir görevle bulunuyordum.Orada;Kıbrıs’taki ticari ateşemize rastladım.Onun dediğine göre;benden sonra Kıbrıs’a bir Uçar Demirkan daha gelmişti.Büyükeçi geleni karşılamak görevini bu kişiye vermişti.O da hava alanına gitmiş ve bir başka kişinin Uçar Demirkan olarak gümrükten geçtiğini görmüş.Adama’Ben Uçar Demirkan’ı tanırım.Siz o değilsiniz.’demiş.Adam;sus işareti yapmış ve bir daha bu konuyu konuşmamışlar.İşte;büyük olasılıkla bu olaydan dolayı;sonraki yaşamımda herkes;buna Ermeni militanları da dahil;beni MİT elemanı olarak görmeğe başladı.Ermeniler;dışişleri personeli,arkadaşlarım ve hatta çocuklarım.Onlar bile;bu örgütte çalışıp çalışmadığımı soruyorlardı. Sonraki dönemlerde,dışişleri personeli ile ilgili olarak yaptığım teftişler ve soruşturmalar nedeniyle dışişleri personeli de hakkımda böyle düşünmeğe başlamıştı. 42 Kıbrıs’a ikinci kez gitmeden önce İstanbul’da MİTten gelmiş bir inceleme görevi yapmıştım.Ancak;bana görevi sözlü olarak ayrıca veren Maliye Bakanı;ihbar edilen adamın holdinginin kuruluşlarının birinin mali danışmanlığını yapmış birisi çıktı(incelemeler sırasında bu kişinin holdingin yönetim kurulu üyeliğini yapmış olduğunu saptadım) ve o işten hiçbir sonuç alınamadı.Bunun üzerin;MİT İzmir bölge müdürlüğü yapan bir arkadaşıma,bu olayı anlattım ve önerilerde bulundum.Ülkeler;biri birlerini artık topla tüfekle değil,ekonomi ve maliye ile yıkmağa çabalıyorlardı.O nedenle;MİT bir ekonomik ve mali kaçakçılıkları izleme ve inceleme birimi kurmalıydı.Bu türden sapmalar o zaman ortaya çıkmazdı. Başka bir görevde de ayni durum ortaya çıkmıştı.Kuşadasında kurulu bir Ermeni kökenli vatandaşın işlettiği firmaların kazançlarının Asala terör örgütüne gittiğine dair duyumların incelenmesi isteniyordu.Adres yanlıştı;çünkü,Ermeni vatandaşların firmalarının adresi İstanbul’daydı ve Kuşadası incelemeleri ile adamlar uyandırılmıştı.Kuşadasında hiçbir kayıtları yoktu;yalnızca çalıştırdıkları işçilerin vergilerini ödüyorlardı.Durumu Başkanlığa bildirip İstanbul’daki bir arkadaşın görevlendirilmesini istedim;çünkü,iş işten geçmişti.Olayın bu tür gelişmesi sonunda da meslekdaşlarım benim MİT ile ilişkilerim olduğunu düşünmüşlerdi. İzmir’de görevliyken MİT bölge müdürü sınıf arkadaşım olam Kibrit Kafaydı.Birgün bana ‘Bana bak,dosyan kızarmağa başladı,ayağını denk al.’demişti.Daha sonraları;MİT te renkli dosyalar tutulduğunu öğrenmiştim.Beyaz dosyalar şüpheliler için,kırmızı dosyalar komünistler için,yeşil dosyalar irtica mensupları ve aşırı dinciler için,sarı dosyalar masonlar için,kara dosyalar da faşistler için kullanılıyormuş.Böylece;dosyasının renginden kişilerin dünya görüşleri anlaşılıyormuş. Sonradan öğrendiğime göre:İttihat ve Terakki (Union et Progres) bir mason locasıydı ve Atatürk’te bu locaya girmiş;anlaşamamış ve uyutulmuştu.İngilizler de Hürriyet ve İtilaf locasını(Liberty and fraternity) kurmuşlardı.Bu iki loca aralarında siyaseten çekişiyorlardı.Atatürk,bundan rahatsız olmuş ve gizli bir kararname ile mason localarını kapatmış ve izlenmelerini istemişti.Sarı dosyalar o zaman açılmış olmalıydı. Hala o tür dosyalama var mı,doğrusu bilmiyorum. Bölge müdürünün bazı kez muhasebe müdürüyle ödenek sorunları oluyordu.Her kezinde;devreye ben girip sorunları çözüyordum.Bu nedenle de adımız MİTciye çıkmıştı. 43 Son olarak şunu anlatmak istiyorum.Bir tarihte;bir Maliye Müfettişinin kayın pederine Kürt solcu örgütü temsilcileri gelmiş ve haraç istemişlerdi.Arkadaş durumu bana anlatıp,MİT bölge müdüründen yardım isteyelim dedi.Ben de istemeye istemeye arkadaşıma telefon edip durumu anlattım.’İstenen parayı belirtilen ağacın altına koysunlar,gerisini merak etmesinler’dedi.Meğer olaydan zaten bilgileri varmış.Ertesi gün;tüm gazetelerde;Bafa Gölü yakınlarında bir terörist grubun yakalandığı yazılıydı.Bu olaydan sonra;MİT kuruluşunun hayranı oldum ve öylece kaldım. YETKİLİ TURNE ANILARI Bu arada;İskenderun’a ilk geldiğim günü anımsadım.Nezaket ziyareti için Kaymakam’a gitmiştim.Kendimi tanıtınca;”Vay...O müfettiş sen misin?..Gel seni bir alnından öpeyim.”dedi.Beklemeden alnımdan öptü.Sonra olayı anlattı. Ben;Urfa’da her akşam üzeri Emlak Bankası müfettişi Armağan Çağatay’la açıkhava kahvesinde buluşuyordum.Birlikte akşam yemeği yiyip sinemaya,kahveye gidiyorduk.O banka müfettişi olduğu için yerli halkla,eşrafla da tanışmıştı.Birlikte oluyorlar,yiyip içiyorlardı.Ben,Maliye Müfettişi olarak bunları yapamazdım ve yapmıyordum. Bir akşam üzeri;açıkhava kahvesine geldim.Armağan abi;birileri ile bir masada oturmuş,muhabbet ediyordu.Selamlaştık ve ilerideki bir masaya oturup onu beklemeye başladım. Önce Armağan abi,sonra masasındakiler kalkıp benim masama geldiler.Ben de buyur edip çay ısmarladım.Konuştuk,gülüştük.Sonunda kalkmağa karar verdik. Ben hesabı ödemek istedim.Garson “Hesap ödenmiştir babo..”dedi.Ben de hesabı ödemediğimi;ödemek istediğimi söyledim. Baktım;garson,korkuyla masadakilerden birisinin gözlerine bakıyordu.Olayı anladım.Adama;hesabı ödememe izin vermesini istedim”Vallah olmaz begim...Siz bizim konıgımızsiniz”dedi.Ben de;İzmirli olduğumu;İzmir’de birisinin masasına oturulursa,hesabı o masanın sahibinin,yani benim ödeyeceğimi belirttim ve tartıştık.Sonunda;biraz da garsonu tehdit ederek,zorla çayların parasını verdim ve kalktık. Meğer;o kişi Urfa’nın en hatırlı ağasıymış.Ben adamı;halkın önünde kötü duruma düşürmüşüm.Bu durumda;töre gereği adam beni vurdurabilirmiş...Böylece,yaşamımı tehlikeye atan bir davranış sergilemişim meğer.. 44 Urfa neresi...İskenderun neresi...Olay;oraya dek yayılmış ve duyulmuş. Kaymakam’ın masasının ön yanında;konuklar için iki sandalye –koltuk vardı.Bunların hizasında;masanın üzerinde birer çubuk üzerine takılmış 20 santim boyunda “park edilmez”levhası vardı.Beş dakika sonra;”ben kalkıyorum”dedim.Kaymakam,”dur yahu,daha yeni geldin,nereye gidiyorsun” dedi.Levhayı gsöterdim.Gülümsedi ve levhaları ters çevirdi..Bu kez “park yeri” işareti ortaya çıktı.”Parka edilmez levhaları,can sıkıcı,sırnaşık iş sahipleri için”dedi.Gülüştük. Yetkili turnesine çıkmadan önce;iki iş verilmişti.Onları anımsadım. Biri;İller Bankası ile ilgiliydi.Ben ve üstadım İlhan Evliyaoğlu bu bankaya “mali analiz”e gittik.Bir milletvekili bankanın mali bakımdan güç durumda olduğunu;belediyelere yeterince yardım yapamadığını;belirtip bankaya Hazine yardımı yapılmasını önermiş. Banka genel müdürü ile tanıştık.Üstad;çalışmalar için bir yer gösterilmesini;mali analizi benim yapacağımı söyleyip gitti. Bana,izbe bir odayı hazırladılar.Belgeleri getirdiler;çalışmaya başladım.Ertesi gün üstad,denetim için geldi.Odanın durumunu görünce;genel müdüre çıkıştı.Bir Maliye Müfettişinin bu koşullarda çalışamayacağını belirtti.Hemen,çalışma yerimi,bankanın toplantı salonuna aktardılar ve konforlu bir ortamda çalışmayı sürdürdüm ve raporu tamamladım. Devrin Maliye Bakanı;Meclis’te bu raporu gösterip Hazine yardımına gerek olmadığını savundu.Bu beni çok gururlandırdı.Sonradan;benzer olayları çok yaşadım.Maliye Müfettişi raporları neredeyse yasa gibi tartışmasız benimseniyordu. İkinci iş:bir vergi incelemesidir.Necdet Uran-Süleyman Demirel İnşaat Ortaklığı’nın vergi kaçırdığı ihbar ediliyordu.Bu firma;ABDde kurulu Morrison firmasının Türkiye temsilciliğini de yapıyordu. O sıralar,Adalet Partisi genel başkanlığı’na oynayan Süleyman Demirel’in amerikancı olduğu ve mason olduğu ileri sürülerek yıpratılmaya,önü kesilmeye çalışılıyordu.Sanırım;bu vergi ihbarı da tam o sırada,bu bağlamda yapılmıştı. Defter ve belgeleri inceledim.Bir vergi farkı ya da suçu bulamadım.Durumu belirtir bir yazıyla;ihbarı geri yolladım. Sonradan;Adalet Partisi İzmir İl Başkanı Halil Ünal( O da inşaat mühendisiydi ve Süleyman Demirel’in güvenilir adamıydı) beni paraşütle Meclis’e indirmeyi(milletvekili yapmayı) önerdi.Ben kabul etmedim ve teşekkür ettim. 45 Süleyman Demirel’in oluru alınmadan böyle bir öneri yapılamazdı.O zaman aklıma geldi;yetkili muavinken yapmış olduğum vergi incelemesindeki tarafsız tutumum bunda etkili olabilirdi. Zaten;biz Maliye Müfettişleri;aramızda şöyle bir espri yaparız.Kimleri Maliye müfettişleri incelemiş,soruşturmuşsa;o kişiler çok büyük adamlar olmuşlardır.Eski Maliye Bakanı Yılmaz Ergenekon ve Cumhurbaşkanı Turgut Özal da bu tiplerdendir. Nitekim;Turgut Özal,Başbakan olur olmaz Maliye Teftiş Kurulu’nu kapatma kampanyası başlatmış;kurulla uğraşmış;başarılı olamamıştır. Sonradan;bir Maliye Teftiş Kurulu kokteylinde şöyle demişti”Hayatımda birkaç kez yenilgiyi tattım.Bunlardan biri;sizin kurulunuzla ilgilidir.Bu kurulu kapattırmaya çalıştım,başarılı olamadım.” Maliye Teftiş Kurulu;Osmanlı’dan gelen sağlam temelleri,dayanışması ve kendine has kültürü ile gerçekten de yıkılmaz bir kale gibidir.Günümüzde;Maliye Teftiş Kurulu’nu bitirme çabaları yine ortaya çıkmıştır. İskenderun turnesini tamamladım ve Kilis turnesi için Gaziantep’e gittim.Orada bir gece kalıp Kilis’e geçtim. Gaziantep oto garındaki lokantada öğle yemeğinde patlıcanlı kebap(Urfa işi) yemek istedim.Garson;”Beyim,siz o kebabı yiyemezsiniz.Ben size başka kebap getireyim”dedi.Ben ısrar edince kebabı hazırlatıp getirdi. Ceketimi çıkardım.Gömleğin kollarını sıvadım.Kravatımı gevşettim.Tüm lokanta ve garsonlar bana bakıyorlardı. Lavaş ekmeğine patlıcanın içini fırttırdım.(Sonradan aramızda bu kebaba patlıcan fırttırık kebap dedik)Çatalla ezdim.Köfteyi ellerimle küçük parçalara ayırıp;lavaşın üzerine yaydım.Domatesin kabuğunu çıkarıp üzerlerine koydum.Sumak ve kırmızı biber ekleyerek çatalla iyice ezip biribirine karıştırdım.Sonra;lavaşı dürüm yapıp yemeğe başladım. Herkesin gözleri faltaşı gibi açılmış beni seyrediyorlardı.Garson “Helal olsun abi;böylesini görmedim”dedi.Müfettiş;çevreye uymayı bilecekti.Ben de öyle yapıyordum. Kilis’e ulaştım.Sayımı yaptım ve yerleşme sorununu çözmeğe koyuldum. Kentte otel yoktu.Osmanlı’dan kalma bir hamamın yanında ,Türk filimlerinde görülenlerin benzeri bir han vardı.Kale kapısı gibi bir kapısı,bahçesi,bahçeye açılan odaları vardı.Bir de ikinci katta odalar vardı. 46 Umumi tuvalet vardı ve terlik yerine handa kalan müşterilere nalın veriliyordu.Tam bir insan ve hayvan kokusu vardı her yanda. Han sahibi;inadından olsa gerek;bana tuvaletin yanında bir oda verdi.Sabaha dek;takunyalarla tuvalete taşınanlar nedeniyle uyuyamadım. Kaymakam;Hükümet Konağı’nda kalmamı önerdi ertesi gün ziyaretine gittiğimde.Bir gümrük Müfettişi ve yardımcıları vardı ve onlar,gümrük binasında kalıyorlardı.Mevzuata göre;bu onların hakkıydı.Maliye Müfettişleri ise;hükümet binalarında konaklayamazdı.Onun için öneriyi kabul etmedim. Bir veremle savaş derneği binası varmış.İnşaatı tamamlanmış.Elektiriği,suyu bağlanmış.Birkaç ay sonra,Bakan gelip açılışını yapacakmış.Bana orada bir odayı açtılar.Teftiş sonuna dek orada kaldım. Teftişin son ayları Ekim ve Kasım aylarıydı ve Kilis geceleri soğuk oluyordu.Isınma düzeni olmayan odamda,Tekel’in küçük kanyaklarından birkaç yudum alıyor;onun sağladığı sıcaklıkla sabahı ediyordum. Kilis’te çok ilginç olaylara tanık oldum.Çok değişik konularda görgüm ve bilgim arttı.Önce;mesleki anılar... Veznedarın sayım sırasında küçük bir açığı çıkmıştı.Kendisi;yirmi yıl kadar önce orayı teftiş etmiş olan ve o sıralar kurul başkanımız olan müfettişi hatırlıyordu.O zaman açığı çıkmamış ve eksiksiz teftiş vermiş. Onun yüzsuyu hürmetine bu küçük açığı tamamlamasına izin vermemi istedi.Tutanağa geçmesini zul addediyordu. Tamamladık ve tutanağı Malmüdürü ile buna göre “tamam”olarak imzaladık. Sonradan;bu veznedar ile sohbetlerimiz oldu.Kilis;o zamanlar Türkiye’ye kaçak giren malların giriş ve dağıtım yeriydi.Bunun nasıl finanse edildiğini sordum. Kendisinin de üye olduğu gizli bir anonim ortaklığın olduğunu belirtti.Bankaya koyacak tasarrufu olan Kilisli;parasını bankaya vermiyordu.Bu gizli anonim şireketin yöneticilerine gidiyor,parayı verip,gelecek kaçaktan sehem alıyordu. Böylece toplanan paralarla bir parti mal geliyor,hızla satılıyor ve para verenlere karları ile ana paraları geri veriliyordu. Günümüzde;İslami banka örgütlerinin bir türü biçiminde bir örgütlenme ya da mafyanın sehem uygulamaları ...Bizim veznedar da devletten aldığı maaşı hep seheme yatırıyormuş.Çünkü;ailesi zaten zenginmiş... Sonra;Kilis’e mal almaya gelen Hesap Uzmanları ile konuyu tartıştım.Nasıl oluyordu da bu kazançlar vergilenemiyordu... 47 Bir zamanlar;Çin’denki Türkistan’dan gelen göçmenler;Türk Parasının Kıymetini Koruma mevzuatına göre Çin’den gümrük vergisiz mal getirmişler.Ne zaman vergi incelemesi yapılsa;bu kişilerden mal alındığına dair çok eski tarihli faturalar ya da başka belgeler ibraz ediyorlarmış kaçakçılar..Bu yolla;hem gümrük kaçakçılığı hem vergi kaçakçılığı mevzuatından kurtuluyorlarmış... Kaçaktan mal almaya gelen birçok tanıdığa ve meslekdaşa rehberlik yaptım.Ben kendim,bir tek kaçak mal almadım.Çünkü;teftiş sırasında çok can yakmıştım.Tüm Kilis beni tanımıştı.O nedenle;kentten ayrılırken kesin ihbar yapıp beni kaçakçı diye yakalatacaklardı.Garip bir durum vardı.Gerçek kaçakçıların ellerindeki mallar belgeli olduğu için onlara dokunulmuyordu.Buna karşılık,Kilis’ten kaçak mal alanlara belge verilmediğinden,bu kişilerde kaçak mal yakalandığında;kaçakçı işlemi yapılıyordu. Kaymakamı ziyarete gittiğimde;yanında bir jandarma üsteğmeni vardı.Üstü başı perişan,dengesiz beslenmiş ,uykusuz kalmış bir görünümü vardı.Kaymakam;bu üsteğmeni kaçakçılarla fazla uğraşmaması konusunda ikna etmeğe çalışıyordu.Sağlığını yitirdiğinden söz ediyordu.Durum,çok garibime gitmişti.Sonunda jandarma üsteğmeni elini masaya vurdu ve “Ben orada durdukça,benim bölgemde kaçak olmayacak”dedi ve sinirli bir biçimde çıktı,gitti. Bir süre sonra;Kilis çarşısı durgunlaştı.Yeni bir jandarma albayı atanmış Kilis’teki alayın başına.Sınırda kaçakçılara kuş uçurtmuyormuş.Gizli anonım şirketin işleri kesat gitmeğe başlamış.Üsteğmen de o nedenle öyle yüreklenmişmiş. Bir hafta sonra;albayı vurdular.Eşini de yaraladılar.Albay,eşini de yanına alıp cipi ile sınır birliklerini denetlemeğe gitmiş.Karşıdan gelen bir atlı;makinalı tüfek ile cipi taramış ve albay ölmüş. Bir haftra sonra,Kilisli gülümsüyordu.Kilis çarşısı yine hareketlenmişti.Sonraları hep o üsteğmenin akibetini merak ettim durdum.O da mı albayın akibetine uğramıştı acaba... Kilis;böyle netameli bir yerdi işte. Teftiş sırasında;iki soruşturmaya değer olayla karşılaştım. Birinde;malmüdürü,ilçe kız meslek lisesi müdiresinin harcırahını ödemiyordu.Kızı sınıfta kalmış.O da geçirmelerini istemişmiş.Müdire hanım buna “hayır”dediği için malmüdürü de onun yasal hakkı olan ve doğru hesaplanmış olan yolluğunu ödemiyor,onu cezalandırarak,öç alıyordu. 48 Malmüdürünü ödemeye ikna etmeye çalıştım.Ödememekte direndi.Olayı soruşturup;fezlekesini ile yolladım.Ankara’ya da harcırahın ödettirilmesi için malmüdürlüğüne talimat yollanmasını önerdim. İkinci olay komik bir durumdu.Malmüdürü,Ankara’ya gittiğinde akrabası olan bir senatöre(o zamanlar çift meclis vardı)rastlamış.Odasının tefrişi için Maliye Bakanlığı’ndan Kilis’e “döşeme”ödeneği için ricada bulunmasını dilemiş.Kilis’e döndükten sonra senatör ödeneği kopardığını bildiren mektup yazmış.Ödeneğin Kilis’e yollanmak üzere olduğunu bildirmiş. Malmüdürü de,odasını dayamış ve döşemiş.Ödeneği beklemeğe başlamış. Malmüdürü belki de bu senatör akrabasına dayanarak,harcırahı ödememe,ödeneksiz mal alma gibi yasal olmayan işlere girişmişti. Osmanlı’da oyun bitmez derler.Öyle de olmuş.Ödenek,döşeme yerine demirbaş faslından yollanmış.Bu ödenekle koltuk v s alınamayacağından malmüdürü zor durumda kalmış..Esnaftan,demirbaş almış bibi fatura toplayıp;bunlara göre ödemeyi döşemeciye yapmış.Doğal olarak;faturalarda yer alan ve demirbaş defterine yazılmış demirbaşlar,dairede görünmüyordu.Ben de.demirbaş teftişi sırasında zaten bu durumu saptamıştım. Malmüdürü olayı itiraf etti.Senatörün mektubunu da savunma belgesi olarak ibraz etti Maaş kesilme cezası verilmesini önerdim ve ceza uygulandı. Daha önca belirttiğim gibi;bu kişi sonradan yükseldi ve defterdar oldu.Senatör akrabanın yardımı ile,Maliye Müfettişinin uğraştığı bir kişi daha büyümüş oldu. Bir akşamüstü Kilis çarşısında dolaşıyorken;Mülkiye’den sınıf arkadaşım olan Cemal Bor’a rastladım.Kendisi;muhtemelen burs sistemi dolayısiyle idari şubeyi sekiz yılda bitirenlerdendi.. Kilis’in bir bucağında müdürlük yaparak kaymakamlık stajını tamamlamaya çalışıyormuş.Sonradan,milletvekili de oldu. Akşam,bir lokantada yiyip içmeye başladık.Biraz sonra;Kilis’in en zengin kuyumcusu(muhtemelen sanal anonim kaçakçılık ortaklığının yönetim kurulu başkanı)masamıza geldi.Cemal ile selamlaşıp oturdu.Muhtemelen,benim kim olduğumu da biliyordu.Adama,masamdan kalkmasını söyleyemezdim.Çok kötü açmazda kalmıştım.O da muhabbete katıldı. Ayrılma vakti geldiğinde,hesabı istedim.Garson;Urfa’daki gibi;hesabın ödendiğini belirtti.Anlaşılan,hesabı adam ödeyecekti. 49 Bir süre adamla tartıştık.Cemal’in benim konuğum olduğunu belirttim.Garsonu tehdit ederek hesabı getirttim ve ödedim. O gecenin sonunda Cemal beni müdürü olduğu bucağa davet etmişti.Hafta sonunda;Kilis’ten bir minibüs ile yola çıkıp,sanırım Yavuz Sultan Selim’in iranlıyı yendiği Merc-i Dabık ovasına yakın bu bucağa gittim. Gece olmuştu.O yörelerde;köy ağaları “ocak”işletiyormuş.Bir tür köy misafirhanesi.Töreye göre;köye gelen ve gece kalan herkes;ocakta yiyor,içiyor ve yatıyordu.Ocağın giderlerini köyün ağası karşılıyordu.Ocak işletmek yüzünden iflas etmiş ağalar olurmuş.Ancak;toplumda itibar görmeleri sürermiş.Ocağı;yine köyün en zengini devralıp işletirmiş. İşte;bu tür bir ocakta içki alemine oturduk.Cemal,ben,ağa ve adamları;bir sulh hakimi,bir tarım müdürlüğü personeli;jandarma komutanı vardı.Keşif için gelmişler.Hakim ve tarımcı gece yarısı Kilise döndüler. Yedik,içtik ve muhabbet yaptık.Saat yirmi üçte hakimi ve tarımcıyı uğurladık.Ocağa geri döndüğümüzde,sofra yenilenmişti.Cemal’in dediğine göre;bazı kez bu tür muhabbetler iki üç gün kesintisiz sürermiş.Ben o kadar kalamazdım.Gidip yatmak istedim.”Ayıp olur,biraz daha otur”dedi. Gece,ikiye dek oturdum.O zamana dek içmediğim kadar çok içki içtim.Sonra izin alıp Cemal’in evine yatmağa gittim.Cemal beni bıraktı ve geri dönüp muhabbete katıldı. Bir aralık;silah sesleri ile uyandım.Aklıma;köyü eşkiyanın bastığı geldi.Dışarı çıktım.Cemal de elindeki tabanca ile havaya ateş ederek eve geliyordu.Bu da töredenmiş.İçki sofrası bitince,silahlar atılırmış. Cumartesi gecesi oturmuştuk sofraya.Çok içki içilmişti.Ben de alışık olduğumdan çok içmiştim. Cemal’den izin alıp Kilis’e döneyim dedim.”Yarın Pazartesi,mesai var”dedim.Cemal,”Hayır,bugün Pazartesi,yarın Salı”dedi.O zaman sızıp kaldığımı anladım.Yaklaşık otuz saat sızmış,kalmıştım.Sonraki yaşamım da dahil,bu türden sızmalardan ender birini burada yaşamıştım. Cemal Türkoğlu adlı bir Hesap Uzmanının eşi ve akrabaları Kilis’e gelip benim rehberliğimde kaçaktan alışveriş yapmışlardı.Cemal bey Gaziantep’te başka uzmanlar ve yardımcıları ile vergi incelemeleri yapıyorlarmış.Bir hafta sonu,Gaziantep’te onlarla olmamı önerdiler.Kabul ettim.Hiç değılse,orada bir hafta sonu anıları edinecektim. 50 Gaziantep’in Kavaklar diye anılan bir mesire yerine gittik.Akşama kadar yedik,içtik,eğlendik.Akşam da;Gaziantep’li bir iş adamının evine konukluğa gideceklermiş,emrivaki yapıp beni de götürdüler. Evin hanımları;gözlerimizin önünde etleri bıçaklarla,kıyma makinesiyle kıyılmış duruma getirene dek kıyarak çiğ köfte yaptılar.Bu kez,akşam içki masasına otuduk.Bana da çiğ köfte ikram ettiler.ben,çiğ et nedeniyle çekindim ve yemek istemedim. Cemal üstad ayıp olacağını,birazcık yememi söyledi.Marula sarıp bir parça yedim.Harika ve değişik bir tattı.Daha önce,yemeyeceğimi bildirdiğim için çok pişman oldum ama iş işten geçmişti. Evin beyi;bir Gaziantep öyküsü anlattı. Bir tarihte;Gaziantep’in ilçelerinden birine bir kaymakam atanmış.Kaymakam;ilçenin en zengininin kızına aşık olmuş.Araya aracılar konulmuş ve sonunda kızı istemeğe karar vermişler.Ağa da “olur gelsinler kızı istesinler”demiş. Kaymakam ve aracı eşraf;ağanın evine kız istemeye gitmişler.Kuş sütünün eksık olduğu bir sofrada yiyip içmeye başlamışlar.Kaymakam;bir aralık,masadan kalkmış. Ağa,nereye gittiğini sormuş.Kaymakam;tuvalete gideceğini belirtince;ağa,yumruğunu masaya vurmuş ve “Biz içki masasından kalkıp tuvalete giden erkeğe kız vermeyiz”demiş. Kaymakam,donup kalmış ve kendini toparlayıp “kız sizindir karar da sizindir.Sağlık olsun”demiş ve çıkıp gitmiş.Meclis yarım kalmış. Kaymakama bu durum çok dokunmuş.İlçede herkes bu konuyu konuşur olmuş. Bir süre sonra kaymakam,ağadan öç almağa karar vermiş”Biz de karşılık olarak ağamızı Antep’te ağırlamak isteriz”diye haber salmış.Ağa da daveti kabul etmiş. Kaymakam,açıkhava lokantası olan Antep’teki bahçenin garsonlarına “Benim sağ yanımda oturacak kişinin yemeğine ve mezelerine basın tuzu,basın tuzu...”demiş.,Gün gelmiş,bahçede içki faslı başlamış..Zaman geçtikçe,kaymakamın yanında oturan ağa,sandalyede sağa sola kıpırdanmağa başlamış.Yemiş tuzlu mezeleri,içmiş suları ve tuvalete gitme gereksinimi doğmuş. Kaymakam da dalgasını geçiyormuş.”Hayrola ağam bir sıkıntın mı var..Yoksa sandalyen mi rahat değil “diyormuş.Ağa da “Bir şey yoktur...Öylesine..”diyormuş. Ağa;sonunda kaymakamın ne yaptığını anlamış.Kulağına eğilip “Bana bak..Şimdi kalkıp tuvalete gideceğim.Sakın benim yaptığımı yapma,elini masaya vurma.Kızı da,karıyı da sana verdim.Kurbanın olayım beni rezil etme”demiş. 51 Kaymakam sesini çıkarmamış ve ağanın kızıyla evlenmiş.Akıl akıldan üstünmüş,taaa arşa kadar... Bir ilginç öykü de Cemal üstad anlatmıştı.O günlerden birkaç yıl önce;Cemal üstad hesap uzmanı yardımcısı iken de Gaziantep’e görevle gelmişler.Vergi incelemeleri yapıp esnafın.tüccarın,halkın canını yakmağa başlamışlar. Başlarında dini görevlerine düşkün bir üstad varmış.Her Cuma camiye gider;yardımcılarını da götürürmüş. Yardımcılar;bunun tehlikeli olduğunu;camide bazı hoş olmayan olaylar olabileceğini söylemişler ama,dini bütün üstad buna ihtimal vermemiş. Bir Cuma günü;namazdan sonra caminin imamı hutbe için minbere çıkmış.”Eyy cemaati müslümin...Bugün size vergilerden söz edeceğim.”deyince,cemaat dönüp bizimkilere kötü kötü bakmış.Üstadları da ikirciklenmiş ama,kımıldamamışlar. Hoca konuşmasını sürdürmüş.”Bu devlete vergi vermek caiz midir”Cemal üstad ve diğer yardımcılar “Üstad,yavaş yavaş camiden çıkalım”demişler ama üstadları oralı olmamış.Hoca,konuşmasını sürdürüp bir yerinde “Sizden alınan vergiler;komünistlere maaş oluyor”deyince;üstad da uyanmış.”Çocuklar,birer birer saftan ayrılıp camiyi terk edelim”demiş ve öyle yapmışlar. Ondan son ra;turne bitene dek Cumalar da dahil camilere gitmemişler..Sokaklarda korka korka dolaşmışlar.Bu onlara bir ders olmuş. Günümüzde de;bu tür düşünen cami hocaları vardır.Vatandaşı dininden çıkarmak için çabalıyorlardır.Yani;onca yıl geçmesine karşın,Türkiye layiklik ve cumhuriyet sorunlarını çözememiştir. YETERLİK SINAVI Turne dönüşü,yeterlik sınavına girmemiz gerekiyordu.Oysa;üç yılın dolduğu Eylül ayında bizler hala turnedeydik.O nedenle;sınavı Aralık ayına ertelediler. Turne dönüşü;Ankara’daki müfettişlere ait “Gezgin apartmanı”nda kaldık.Orada yeterlik sınavına hazırlandık,yedik içtik ve yatıp kalktık. Bu dönemde bu evde iki önemli olay oldu. Benim elektrikli traş makinem ve Biltekin’in radyosu çalındı.Polise durumu bildirdik.Hırsızlık masasından iki polıs geldi.Şüphelendiğimiz kimse olup olmadığını sordular.Yok deyince “Öyleyse üzerlerine bir bardak soğuk su için”diyerek dalga geçtiler ve gittiler.Doğal olarak çalıntı eşyalar bulunamadı. 52 Ayni hafta;İstanbul’da İsmet İnönü’nün (o zaman Başbakandı) Maçka’daki evine hırsız girdi.Onun da radyosunu çaldılar.Bir hafta sonra hırsız da radyo da bulundu. Böylece;vatandaşlar arasında eşitlik olmadığını anlamış olduk.Bizler,ikinci sınıf vatandaştık.Radyomuzu aramaya değmezdi. Yıllar sonra;İstanbul’a gelen bir arkadaşımın cüzdanını çarpmışlardı.En yakın karakola gitmiş.Karakolun komiseri okul arkadaşı çıkmış.Yarım gün içinde cüzdanı bulup getirmişler..İçindeki para yirmi lira eksikmiş.Bunu söyleyince arkadaşı komiser “Eee...O kadar maliyet olacak” demiş. Bu olay da Türkiye’de hak aramanın ve hukukun ilginç bir örneği olarak belleğimde yer etmiştir. Yeterlik sınavından sonra da Gezgin Apartmanı’nda bir süre daha kalmıştık.Talat Aydemir başkaldırısını bu evin penceresinden izlemiştik. Bir Harbiyeli;apartmanın bahçesinde sipere yatıp kendilerine karşı koyan askerlerle silahlı çatışmaya girmiş ve sonunda teslim olmuştu. U çaklar;Ankara’nın üzerinde ses hızını aşarak uçuyorlardı.Başkaldıranları yıldırmak istiyorlardı.Her uçak geçtiğinde;hızlı solcu geçinen ve o sırada apartmanda kalan Aydın Erdim,kendini yere atıp tabana yapışıyordu.Çok korkuyordu.Bizler ise;onun durumuna kahkahayla gülüyorduk .Sonunda;radyoda konuşan İnönü(O zamanlar daha televizyon yoktu ülkede)”Talat’ın üçbuçuk adamı asla muvaffak olamayacaktır.”dedi.Başkaldırı hemen son buldu ve Harbiyeliler teslim olmaya başladılar. Sonraları;1968 gençlik olaylarını bitirmek için de De Gaulle aynisini yapmıştı.”Hayır,iktidardan çekilmiyorum”demişti ve olaylar bıçakla kesilmiş gibi bitmişti.,.Ancak;bunu söylerken Fransız ordusu Paris’i kuşatmış durumdaydı. Yeterlik sınavına hazırlanırken;Gıcık Cengiz,bize sorular soruyor ve moralimizi bozuyordu.Bu durumdan zevk alıyordu.Genelde;Milli emlak mevzuatı belgelerinin dipnotlarını soruyor ve bilemeyince çok keyifleniyordu. Yazılı sınavlarından,devlet muhasebesi ile ilgili olanında maaşımızın netini hesaplattılar.Hepimiz ayrı sonuca ulaşmışız.Bu,moralimizi bozmuştu.Ayni durumu;soruşturma sınavında da yaşadık.Bir olayın hangi suç olduğu konusunda üçümüz de ayrı görüşler ileri sürmüştük. Sözlü sınavlarımız çok uzun sürdü.Her birimiz yaklaşık beş altı saat sözlü sınava tabi tutulduk.Üstadlarla sınav odasında konuları tartışıyorduk.Kütüphaneden mevzuatı 53 alıp geliyorlar,inceliyorlardı.Genelde biz haklı çıkıyorduk.Çünkü,sınava iyi hazırlanmıştık.Tüm mevzuatı ezbere biliyorduk. Ben sınavlarda çok rahattım.Genç olduğumu;sağlıklı olduğumu ve başaramazsam kendime yeniden yeni bir yaşam kurabileceğimi düşünüyordum.Bu beni rahatlatmıştı.Aydın,evli olduğu için gergindi.Cengiz de;yaşamda iddialı olduğu için gergindi.Sonunda;üçümüz de başarılı olduk.Artık;Maliye Müfettişiydik. Sınavı kazandığımızı bildirmek için bizleri sınav odasına aldılar.Başkan,sınavlarımızın pek de iyi gitmediğini,lütfen bizleri müfettiş yaptıklarını belirtir bir havaya girdi konuşurken.Üçüncü ve sonuncu olmanın verdiği rahatsızlıkla olsa gerek Aydın elini masaya vurarak sınavı bileğimizin hakkıyla kazandığımızı belirtti.. Biz de onun yanında yer aldık.Başkan yanlış anladığımızı belirtip geri adım attı ve bizleri kutladılar. ASKERLİK Askerlik anıları;bir erkeğin yaşamında önemli yer tutar.Benim de öyle oldu.Gerçekte askerlik anılarımı,ayrı bir kitapta toplamam gerekirdi. Yeterlikten sonra,askere gidene dek beni görevle İzmir’e yolladılar.Promosyon arkadaşım Aydın askerliğini yaptıktan sonra kurula girmişti.Ben ve Cengiz askere gidecektik. Cengiz;levazım sınıfına ayrıldı.Ertuğrul Kumcuoğlu promosyonu da yeterliği vermişler,bizimle askere gidiyorlardı.Onlar da levazım okuluna ayrıldılar.Piyadeler onlarla “Esnafatı askeriyye”diye dalga geçerlerdi.Ben,piyade sınıfına ayrılmıştım. Elimdeki işleri bitirip askere gittim.O nedenle;Piyade Okulu’na üç gün geç teslim oldum.Benim durumumda olan kaymakamlar,gazeteciler,öğretim görevlileri vardı.Okul komutanı;hepimize iki hafta sonu okulu terk etmeme cezası vermişti. Askere gelmeden önce;bir yolculuk sırasında Cemal Türkoğlu adlı Hesap Uzmanı üstada rastladım.Dilersem;beni genel kurmaya aldırabileceğini söyledi.Ben “Anadolu’ya gidip Mehmetcikleri tanımak istediğimi belirtip teşekkür ettim.Okul biterken kurada Trakya’da bir birliği çektimZırhlı piyade birliğiydi.Kıtaya gittikten üç ay sonra “yandım allah..Beni genel kurmaya transfer edin”diye bağırdım..İş işten 54 geçmişti.Olamayacağı söylendi.Tüm arkadaşlarım,askerliklerini genel kurmayda rahatça yaparlarken;ben dağ bayır dolandım durdum.Sonradan;”iyi ki kıtada kalmışım.Burada edindiğim deneyimlerden uzak kalacaktım”diye düşündüm. Esnafatı askeriyenin tamamı Genel Kurmay Başkanlığı’nda memur-askerlik yaptılar.Ben ise kıtada;takım komutanlığı,kantin ve gazino subaylığı yaptım.Silah takımı subayı olup kıtanın silahlarını onarıp işler duruma getirdim ve kullandım. Yaşamım boyunda;iki kez beyin yıkama operasyonuna tabi tutuldum.Birisi;Piyade Okulu’nda,diğeri ise yıllar sonra İMF deki kursta. Piyade Okulu’nu bitirince;Harbiye’yi yeni bitirmiş bir teğmen kadar subay olmuştum.Kendimi tanıyamıyordum.Subay gibi düşünüp,davranıyordum. İMF dönüşü ise,birkaç yıl İMF ci ve amerikancı kesilmiştim.Yine;dediklerime ,tavırlarıma,davranışlarıma bakarak kendimi tanıyamıyordum. Her iki kuruluşun;etkili bir eğitim sisteminin olduğunu anlamıştım. Kıtaya gittiğimde;birliğim Küçükçekmece kenarında yerleşik olması gerekirken;o sıralar atışlı tatbikat için Terkos Gölü çevrelerindeki arazideymiş.Orada;dördüncü bölük ikinci takım komutanı oldum.19 Zırhlı Piyade Taburu birliğimizdi.Özel bir kuruluş olup; C Muharebe Grubu’na bağlıydık. Hemen atışlı tatbikata katıldım.Hedefimiz bir tepeydi.Orayı ele geçirecektik.Gerçek mermilerle tepeye doğru ateş edip saldırıya başladık. Bir baktım ki;takımın önünden gerçek makineli tüfek mermileri uçuşuyordu.Kimileri;önümüzde kayalardan sekiyor,kimilere toprağa saplanıp kalıyordu.Heman takımı yere yatırdım ve tam siper yaptırdım. Arkamda;tatbikatın gözcülüğünü yapan Ali Yüzbaşı vardı.Ona çaresizlik içinde baktım.O da bizimle tepeye dek gelecek ve tatbikatımıza not verecekti. “Olduğunuz yerde yere yatın ve kıpırdamadan öylece kalın”dedi.Ben “Ama,tepeyi almak zorundayız.”dedim.O tecrübesini komuşturdu.”İlerlersek askerlerden yaralananlar olacak.Boşver Uçar Asteğmen..Tabur komutanı durumu anlamıştır..Tatbikatı izleyen generallere;bizim burada yedek güç durumuna geçtiğimizi söyler.”dedi. Böylece;yara bere almadan,zayiat vermeden tatbikatı tamamlamış olduk.Olay;tam da Ali Yüzbaşı’nın dediği gibi yaşanmış ve sonlanmış. Askerlikte çeşitli kişilikler tanıdım ve ilginç olaylar yaşadım. 55 Bölükte;güneydoğulu bir adam vardı.Yaklaşık elli yaşlarındaydı ve hala askerlik yapıyordu.Bu duruma çok şaşırmıştım..Birgün,adamı çağırdım ve bu durumun nedenini sordum. Adamın kimi kimsesi yokmuş.Orduya katılıp askerliğe başlıyormuş.Askerliğinin biteceğine yakın firar edip askerliğini yakıyormuş.Gidiyormuş Irak’a..Irak ordusunda askerlik yapıyormuş.Ayni şekilde;orada da ordudan firar ediyormuş.Bu kez;iran’a geçiyormuş.Orada da ayni durumu yaşadıktan sonra Türkiye’ye geliyormuş ve kendisini yakalatıp yine baştan asker oluyormuş. Bu çarkı yaklaşık otuz yıldır döndürüyormuş. Adamın tezkeresine çok az kalmıştı.Durumu Bölük Komutanı’na anlattım.adama;tezkereyi alana dek süresiz hapis cezası verdi.Sonunda,süresi doldu ve adama tezkeresini verdik”Haydi git şimdi;Irak ve İran ordularını sömür” dedik.Adam,bu duruma çok bozuldu..Ne de olsa,en iyi ordu bizimkiydi ve rahatı yerindeydi. Bir başka gün;çavuşlardan birisi geldi.Bölükteki bir İstanbullunun erlere esrar sattığını ve erleri bu uyuşturucuya alıştırdığını söyledi.Araştırdım;olay doğruydu. Durumu yine bölük komutanına bildirdim.Ata Yüzbaşı adlı bu yüzbaşı da benim gibi bu tür eylemlere çok kızıyordu.Bu adamı da;tezkeresini alana dek hafta sonları hapse attık ve tezkeresini verip yolladık.Adam,pisliklerini kıtaya getirip dağıtamadı. Birgün;Beyoğlu’nda gezerken bu adamı sivil elbiseleri ile gördüm.Tam bir bitirimdi.Beni göğüsleyerek önümü kesti “Hatırladın mı beni teğmenim”dedi.Hatırladığımı söyledim.”Şimdi seni burada vursam,çizsem ne yazar”dedi.Ben de ona “Sen hırlayan bir itsin.Beni vuramazsın...Vuracak yüreğin olsaydı,şimdiye vurmuştun beni.Çekil yolumden,defol git”dedim..Geri geri çekilip “Yürrrüüü...Yürü de enseni görelim”diye laf atıp defolup gitti. Başka bir gün;hafta sonuydu.Nöbetçi çavuş geldi.”Teğmenim,yılancı geldi”dedi.Bizim tabur;işlenmemiş,hali arazide olduğundan bol yılan vardı.Bazan eğitim sırasında .Mehmetciklerden birisi kepini çıkarır,yakındaki bir yılanı kapar,silkeler,yere atardı.Ayrıca;eğitim alanlarına şahin gibi yırtıcı kuşlar gelir,yılanları yerden kapar,yükseklere çıkarıp yere bırakarak öldürür ve yere inip afiyetle yerdi.Keza;yazları göle girerken,erlerin çevresinde yarım ay biçiminde yılan başları suyun üzerinde görünürdü. 56 Yılanların;suda yüzdüklerini de bu kıtada öğrenmiştim.Her hafta Perşembe günleri öğleden sonra,erleri Küçükçekmece Gölü’ne yüzmeye götürürdük.Birlik zaten göl kıyısındaydı. Erler suya girince,gölün içinde,yaklaşık yirmi metre ileride yarım ay biçiminde yılan kafaları belirirdi.Bir sandalla;gölde gezinip güvenliği sağlardık.Gölde sandalı kullanırken;sandalın iki yanından,kafaları suyun dışında kara yılanları geçerdi.Askerlerin dediğine göre;bunlar su yılanı değil kara yılanıydı.Onlar da çok sıcak havalarda serinlemek için göle giriyorlar ve kafaları suyun dışında geziniyorlardı. Yılancıyı getirdiler.ufak tefek,köylü kılıklı birisiydi.İsteğim üzerine,tabur komutanının tabur alanı içinde yılan toplayabileceğine dair izin belgesini gösterdi.yılan toplamağa gitti. Taburdan ayrılmadan önce bana uğramasını söylemiştim.Akşama doğru;bir at arabasına yüklemiş olduğu içi sırlı iki büyük varille geldi. Birini arabadan indirip kapağını açtı.Varilin içi vıcık vıcık yılanla doluydu.Her boyda ve her türde elliye yakın yılan vardı. Yılanları nasıl yakaladığını sordum.Kalın,deriden yapılmış bir eldiveni eline geçirdi birkaç yılanı sırlı varilden çıkarıp anlattı. Yılan yuvası olan delikleri tanıyormuş.Bu yılan yuvalarına çomak sokuyormuş.Yılan kafasını yuvadan çıkarınca,bakıyormuş.Kafa yapısına göre zehirli ise eldivenli eliyle;zehirsizse çıplak eliyle tutup sırlı varile atıyormuş.Kaygan yüzey nedeniyle yılanlar devinemiyor ve dışarı çıkamıyorlardı. Gösteri için,bir yılanı parlak beton zemine bıraktı.Yılan,kıvrıldı,büküldü ve fakat hareket edip kaçamadı. Yılanları ne yaptığını sordum.Bazılarını canlı olarak belediyelerin hayvanat bahçelerine satıyormuş.Çoğunu;Milli Eğitim Bakanlığı’na satıyormuş.Bakanlık,içlerini doldurup ders gereci olarak ülkedeki liselere dağıtıyormuş. Eh,yarım günlük çaba ile bir yıl geçinecek kadar da para kazanıyormuş. Yılancı gibi;bir başka ilginç kişi vardı o da ,domuzcuydu.Birliğin yakınında bir domuz ağılı vardı.Yanımızda ve yakınlarda başka askeri birlikler de vardı.Bir kamyonla,bu birliklerin yemek artıklarını toplayıp domuzlara yediriyordu.Bu yolla beslediği domuzları kesip İstanbul’daki domuz kasaplarına ya da şarküteri ürünleri üreten firmalara satıyormuş. 57 Eh,o da iyi kazanıyormuş.Bizim dini bütün askerlerimiz,yılancıya değil ama;domuzcuya kızıyorlardı. Birliğimiz;Çekmece Nükleer Araştırma E nstitüsü ile komşuydu ve bu kuruluşun dış güvenliğini bizim birlik sağlıyordu.Güvenliği sağlıyorduk ama;neyin güvenliğini sağladığımızı bilmiyorduk. Durumu;tabur komutanına bildirdim.O da önerimi uygun buldu ve enstitü yöneticileri ie görüştü. Bize,bir tanıtma proğramı uyguladılar.Nükleler çekirdeğin olduğu yere dek,tüm üniteleri gezdik. Enstitüde çalışanlar kısırlık ve erken ölüm tazminatı alıyorlarmış.Komutana,bu tazminatı onların de alması gerektiğini söyledim.”Haklısın,genel kurmaya bildirelim,bakalım ne diyecekler”dedi. Kantin ve gazino hasılatlarından yüzde on pay kesilip kolorduya yollanıyordu.Ben;her iki yerdeki mali kaçakları çok iyi önlediğimden;kolorduya yollanan pay aşırı yükselince,kolordu komutanının bu durum dikkatini çekmiş. Komutan benden ve tutumumdan söz edince,beni kolorduya istemiş.Oranın kantinlerini ve gazinolarını da disipline etmemi istiyormuş.Durduk yerde başıma iş açmıştım.İstanbulun ve gölün yanandaki birlikten;Çerkezköy’deki kolorduya girecektim....Neyse ki;tabur komutanı ne yaptıysa yaptı;oraya gitmemi önleyebildi ve yerimde kaldım. Birgün;resmi elbiseli ve silah belimde Beyoğlu’nda bir rum meyhanesine gittik tüm müfettiş kökenli yedek subaylar.Bir ben;uzaktan geldiğim için subay giysileri içindeydim.Müfettişken de sık sık gittiğimiz bir yerdi. Yedik,içtik,Rum müziği dinledik ve dans edenleri izledik.Hesabı istedim. Hesap;her zamankinden biraz yüksek geldi.Garsona “Koço bizi tanır.Bu hesap biraz fazla olmuş.Götür doğrusu gelsin.”dedim.Bu kez;çok düşük bir hesap geldi.”Bu kadar da değil oğlum.Koçoyu çağır”dedik ve derdimizi meyhane sahibine anlattık.”Hesap tamamdur pasamu...”diyordu. Baktık,sorun çözülmeyecek;kafamıza göre ortalama bir miktarı masaya bırakıp kalkıyorduk ki;birden bu garip tutumun farkına vardım...Askeri ceketim,yukarı doğru sıyrılmış ve toplanmış ve belimdeki tabanca ortaya çıkmıştı.Zavallı garson ve Koço;bunu yanlış yorumlamışlardı Nasıl kendime karşı mahcup olmuş ve üzülmüştüm anlatamam... 58 Kıtaya ilk gittiğimde;yedek subaylar da dahil;rütbeli personelin erleri döğdüğünü görmüş ve bu duruma üzülmüş ve bunu kınamıştım.Ancak;altı ay dayanabildim.Öyle yanlış işler yapıyorlar,disiplin dışı davranıyorlardı ki;takımda düzenin bozulması ve gırgıra alınmam işten bile değildi. Örneğin;bir şoför,aracı bozuk olmadığı halde öyle olduğunu söyleyip kendisinin ve bir manga er ve erbaşın atışlı tatbikata katılmasını önlemiş,bölük komutanından fırça yememe yol açmıştı.Hem beni;hem de diğer mangaları enayi yerine koymuştu. Bu eylem cezasız kalmamalıydı.Karşıt durumda,otorite yok oluyor ve ordu düzeni kalmıyordu. Dolayısiyle bu türden olaylar üzerine önce neden olan erleri döğüyor;sonra da takım önünde özür diliyordum.Ama,bir türlü akıllanmıyorlar ve durmadan dayaklık eylemler yaratıyorlardı.Sonunda;kendimi tanıyamaz ve kendimden utanır oldum. Tezkereyi aldıktan sonra;askerlikten öyle yılmıştım ki;İzmir’de göreve başladıktan sonra,otobüse bir er binerse,kokusuna dayanamıyor ve ineceğim durağı beklemeden,ilk durakta iniyordum.Bu durumum birkaç ay sürmüştü.O sıralarda taburların ve askeri koğuşların koşulları çok kötü olduğundan böyle bir olgu ortaya çıkmıştı.Sonra;bu türden davranışları bırakıp normal yaşamıma dönmüştüm.Bugün,askerlerle sarmaş dolaş bile olanilirim. ÇANAKKALE TURNESİ Müfettiş olarak yaptığım ilk yaz turnesidir.Yanıma;yetiştireyim diye,Salih Yardımcı adlı bir de müfettiş muavini vermişlerdi.Sonraları;Darphane ve Damga Matbaası Genel Müdürlüğü ve Altın Borsası Başkanlığı yapmıştır. Çanakkale’de vergi dairesi teftişi;Gelibolu’da ve Biga’da malmüdürlüğü teftişi yapacaktım. Ayrıca;Ertuğrul’un promosyonundan Biltekin Özdemir de Çanakkale muhasebe müdürlüğünü ve Lapseki malmüdürlüğünü teftiş edecekti.Yanında müfettiş muavini olarak Mehmet Aydoğdu vardı. İlhan Ersen adlı maliye müfettişi,yedek subaylığını burada yapıyordu.Ayrıca;Tevfik Altınok ve pormosyon arkadaşları da Çanakkale’nin çeşitli ilcelerinde yetkili turnesine gelmişlerdi. Kalabalık bir grup oluşturup;neşeli günlerle dolu bir turne geçirdik. 59 Salih Yardımcı’ya;teftişin başlama gününden bir gün önce Çanakkale’ye gelmesini;ertesi sabah sayım yapmak için Defterdarlık’ın önünde buluşacağımızı söyledim.Vergi dairesi veznesini sayacaktık ve sayımın verimli ve güvenilir olması için,vergi dairesinin veznesine gizlice girmek gerekiyordu. Sabah,defterdarlığın önünde beklerim,beklerim....Salih yok.Sonunda;yolculukta bir terslik olabileceğini düşünüp vergi dairesine girdim.Sayıma başladım. Biraz sonra Salih,Defterdar ile vezne odasına geldi.Meğer;sabah defterdarlığa gelmiş ve beni Defterdar’ın makam odasında beklemeye başlamış...Tabii,sayımın tüm güvenilirliği yitmişti.Durumu;sonradan kendisine anlattım ve ilk mesleki dersini,kötü bir uygulama ile almış oldu. Teftişe başladık.Birkaç gün sonra;vergi dairesinde çalışırken,güçlü bir deprem oldu.Salih;hemen masadan kalkıp kaçmağa yeltendi.Baktı;ben masamda oturuyorum ve depremin bitmesini bekliyorum.O da masasına oturdu. Bu arada;serviste çalışanlar koşuşturarak binaden çıkmağa çabalıyorlardı.Yapılı bir servis şefi vardı.Bizim çalışma odamızın önünden geçerken içeri baktı.Çalıştığımızı ve paniklemediğimizi gördü.İki kolunu açıp,odanın önündeki koridoru geçişe kapattı.Tüm memurlar,arkasına gelip durdular.O arada;deprem durmuştu.Böylece;bir paniğin yol açacağı yaralanmalar önlenmiş oldu. Sonra;o servis şefi,soğukkanlılığımıza övgüler yağdırarak;bir önceki yıl yaşadıkları şiddetli depremi anlattı. Bir yıl önce;Cemal Süreya üstad ve iki muavini vergi dairesi teftişindeymişler.Deprem başlayınca önce onlar kaçmışlar.Cemal üstadın,1938 Ünlü Erzincan depremini yaşamış olma olasılığı vardı.Erzincanlıydı kendisi.Ondan korkmuş ve paniklemiş olabilir. Cemal üstad ve muavini;kendilerini binanın dışına atmışlar.Bakmışlar;ikinci muavin yok.Başına birşey geldi diye telaşlanmışlar. Biraz sonra;ikinci muavin de koşarak gelmiş.Meğer;o korku ve panik nedeniyle;zemin kattan dışarı çıkacak yerde;o hızla bir kat daha merdivenleri inmiş ve binanın bodrum katına geldiğini görmüş.Hemen geri dönüp;yukarı koşup binadan çıkmış.O arada bina yıkılsaydı,paniklemenin kurbanı olacakmış. O deprem;bizim yaşadığımızdan daha şiddetli olmuş.Valilik binasının önündeki ağaçlar ve elektrik direkleri eğilmiş;öylece duruyorlardı. 1967 yılında Çanakkale’de bir şey dikkatimi çekti.Çok sayıda Yahudi kökenli vatandaş vardı kentte.Defterdar’ın açıklamasına göre;bu yıla kadar Türkiye’de 60 Yahudilerin yerli halka oransal olarak ençok yaşadıkları il Çanakkale imiş.1967 Arapİsrail savaşından sonra;tatsız olaylar olmuş.Çoğu İsrail’ e göçmüşler.Yine de hemen her meslekten Yahudi vatandaşlar vardı. Yahudilerin çok güzel ve lezzetli “pirinçli boyoz”ları vardır. Sordum,soruşturdum.Çanakkale’de de bir Yahudi vatandaş;bunlardan pişirip satıyormuş.Salih ile abone olduk.Kahvaltıda sık sık pirinçli boyoz yedik. Çanakkale’de çok güzel sahil lokantaları vardı.Cumartesi günleri ateşe dokunmaları yasak olan Yahudi vatandaşlar,yemek yapmıyor ve buraları dolduruyorlardı.Biz de;her gece buralarda yiyip içer;söyleşirdik.Çevre ilçelerdeki yetkili muavinler de ile gelir ve bizlere katılırlardı. İlk Truva Festivali de o yıl belediyece Çanakkale’de düzenleniyormuş.Bu nedenele;çok hareketli ve şenlikli bir yaz geçirmiştik. Mesai dışında;Çanakkale’de ya da karşı yakasındaki pilajlarda denize girip yüzüyorduk. Çanakkele’nin içinde belediyenin işlettiği deniz banyoları(Bir tür kapalı plajlar) vardı.Deniz kıyısına yapılmış;ahşap yapılardı.Bu pilajlara ilk gittiğimizde donup kalmıştık.Erkekler ayrı,kadınlar ayrı deniz banyolarında denize giriyorlardı. Biltekin’in hanımı anlattı.Hanımlar deniz banyosunda ayrıca perdelerle ayrılmış üç bölüm varmış.Evliler,bekarlar,dullar için...Dullar;öbürlerinin ahlakını bozmamasınlar diye,onlar için ayrı bölme varmış.Çok gülmüştük bu duruma..Bir yandan da ülkenin en batısındaki bir ilin bu durumunu görüp Cumhuriyet yaşamı adına çok kaygılanmıştık. Askerden dönüşte”Maliye Bakanlığına-Bakan Önüne”diye işe başlama dilekçesi vermiştim.Dilekçe;askeri dilekçe yapısında ve bir de öz türkçe ile yazılmış olduğundan;Başkanlık’ta okuyup çok gülmüşler.Demek ki askerlikten o denli etlilenmişim ki bu durum ortaya çıkmış. Çanakkale’de de;teftiş sonunda düzenleyip servise tebliğ ettiğimiz cevaplı raporları da öztürkçe ile yazmıştım.Personel;anlamakta güçlük çekmişti.Ayrıca;onlar da öztürkçe yanıtlar vermeğe çalışınca ortaya çok komik ifadelerle dolu bir cevaplı rapor çıkmıştı. Bir ders de buradan çıkarmıştım.Sonraki yazışmalarımda ve raporlarımda ılımlı bir yeni türkçe kullanmağa başladım. Teftiş sırasında;bir garip olaya daha rastladım.Otobüs ve kamyon işleten vergi mükellefleri;1966 yılı için zarar beyan etmişlerdi.Beyannamelerinde;otobüs ya da 61 kamyonlarını;Çanakkale’deki feribot faciasında yitirdiklerini belirtmişlerdi.Dosyalarında;araçların deniz kazasında denize gömüldüklerine dair resmi belgeler vardı.Demek ki;bir feribot Çanakkale’de ,boğazda batmıştı.Ciddi bir deniz kazası yaşanmıştı.Garip olan husus;bu tür bir olayın basında ya da radyoda yer almamış olmasıydı.Tıpkı;Yahudilere ait iş yerlerinin yağmalanması olayı gibi;bu olay da basın yayında örtbas edilmişti.Sansür uygulanmıştı. Çanakkale teftişini tamamlayıp Gelibolu’ya geçtik.İlçe,çok geri kalmış durumdaydı.Kalabileceğimiz bir otel bile yoktu. Bir ilkokulun sıralarını birleştirdiler.Üzerlerine jandarmadan yatak,nevresim attılar.İki ay orada yatıp kalktık. Son onbeş günde okullar açıldı.Sabahları öğrenciler gelip,”Amca,ders başlayacak,kalkın artık”diyerek bizi uyandırıyorlardı. Sonraları;bir İş Bankası müfettişinin kiraladığı bir evi boşalttığını duyduk.Bu sıkıcı durumdan kurtulmak için,mal sahibi ile anlaşıp,bir yazlık yapısındaki,deniz kıyısındaki dayalı döşeli bu eve geçtik.Turnenin son on gününü sabahları yüzümüzü denizde yıkayarak geçirdik. Gelibolu’da bir gece,lokantada yediğim balıktan zehirlendim.Üç gün boyunca,bir şey yiyemedim.Yemek ne demek;içtiğim su ve çayları bile çıkarıyordum.Toparlayana dek perişan oldum. Teftişi tamamladık.Bigaya geçmemiz gerekiyordu.O zamanlar;bugünkü gibi boğazın iki yakası arasında gidip gelen feribotlar yoktu.Bir takanın,karşı yakadaki Lapseki’ye gideceğini öğrendik.Reis ile konuştuk.Ücreti ile bizi karşıya taşımayı kabul etti. Takanın ambarına ben ve muavinim;kravatlı ve takım elbiseli olarak indik.İçeride;beş altı kılıksız müşteri daha vardı.Bizi görünce çok şaşırdılar..Şimdi düşünüyorum da;reis bizi yukarıda ,kamarasında taşıyabilirdi..Neden yapmamıştı acaba?.. Acaba,ona ya da yakınlarına vergi mi saldırmıştık.Bilemiyorum. Sırtımızı geminin ahşap duvarlarına dayayıp yere oturduk.Gemi yola çıktı.Sürekli,yan duvarlarından su alıyordu.Battı batacak korkusu içinde;bir saatlik bir yolculuk sonunda Lapseki’ye ulaştık.Orada teftişe başlamış olan Biltekin’lere uğrayıp öğle yemeği yedik.Bir minibüse binip Biga’ya gittik. Biga;ufak bir ilçeydi.”Esmer vatandaş”denilenlerden çok kişi vardı bu ilçede.Sayım yapıp ertesi gün teftişe başladık. 62 Birgün;çalışma odamıza mahkemenin mübaşiri geldi.”Ağır Ceza reisi sizleri çağırıyor”dedi.Biz donup kaldık.İlçeye yeni gelmiştik ve hakimlik bir işimiz de olmamıştı.Korka korka,reisin çalışma odasına gittik. Yaşlı bir hakimdi.Durumumuzu görünce “Bu herif,benim sizi çağırdığımı söylemiştir”dedi.Oysa;rica etmiş gelmemiz için.Ama;mübaşir bunu kendi diline göre ifade etmiş..Özür diledi. Eşi;yaz tatili için İstanbul’a gitmiş.Geceleri;benim ve muavinin şehir kulübündeki içkili yemeklerimizi görüp imrenmiş.Geceleri o da bizim muhabbete katılmak istiyordu.Memnuniyetle olabileceğini söyledik. O sırada;elinde bir dilekçe ile yirmibeş-otuz yaşlarında bir kadın içeri girdi.Ayni zamanda asliye hukuk hakimi de olan reis bey bize göz attı ve hanıma seslendi. “Kocandan ayrılmak istiyorsun değil mi?” Kadın ,şaşkın yanıtladı “He yaa hakim bey...Nereden anladın.” “Biz kaçın kurrasıyız hanım.Şıp diye herşeyi anlarız.Hem;kabahat kocamda da diyeceksindir değil mi?...” Kadının yanıtı çok ilginçti.”Neden onda olsun kabahat hakim bey...Kabahat hem tabağında hem kaşığında”deyiverdi.Halkın “cici maması”nı çok güzel anlatmış oldu.Tabii;bizler makaraları koyuverdik. Biga’da bir de Beşiktaş maçına gitme serüvenimiz vardır.Biltekin;fanatik Beşiktaşlıydı.O cumartesi;Beşiktaş,Bursa’da Bursaspor ile maç yapacakmış.Bize de telefon etti.Birlikte gitmeye karar verdik. Cumartesi sabahı minibüs garajına gittik..Bir tek minibüs kalmamıştı..Nedenini sorduk.Meğer;birçok kişi bizim gibi Beşiktaşı izlemek için Bursa’ya gitmeğe karar vermiş.Minübüsleri birgün önceden kiralayıp;sabah erkenden yollara düşmüşler. N e yapacağımızı şaşırmış;ortalıkta dolaşırken;bir yazıhane sahibinden bir öneri geldi.İlçenin doktorlarından birisinin otomobilinin ön camı kırılmış.Bursa’ya otomobiline cam taktırmaya gidecekmiş.Belki bizi alırmış.Doktorla telefonla görüştük,bizleri de alıp Bursa’ya götürmeye karar verdi.Ben,Biltekin ve iki muavin;ön camı olmayan otomobile bindik ve yola koyulduk.O zamanlar,ülkede naylon ürünleri de yoktu.Camın olduğu yer tamamen açık olarak yola koyulduk. İlçenin dışına çıkınca;ne kötü bir karar vermiş olduğumuzu anladık.Çevredeki tarlalarda uçuşan ne kadar börtü böcek varsa;açık olan ön cam yerinden aracın içine doldular.Hepimiz birer “böcek adama” dönüşmüştük. 63 Bir süre sonra;karşıdan gelen bir başka aracın;birden yolda sağa sola yalpalamaya başladığını gördük.Bize çarpabilirdi.Ynımızdan hızla geçti;boş yolda zigzaglar yaparak gitti gitti ve yan yatıp bir süre yolda sürüklendi ve durdu. Biz de bizim otomobili durdurduk.Doktora “Gidip aracın içinde bulunan kazaya uğramışlara yardım edelim”dedik.Doktor;oralı olmuyordu.Dikiz aynasından arkaya bakıyordu.Geri dönmek istemiyordu.”Bir şey olmamıştır.Geri dönmemize gerek yok” dedi.Kazayla ilgilenip yoldan kalmak istemiyordu. Gerçekten de;otomobilin gökyüzüne bakan kapısı açıldı.İçinden iki kişi;bedenlerini dışarı çekerek otomobilden çıktılar.Bize el sallıyorlardı.Doktor”işte gördünüz...Durumları iyi” dedi ve yola devam etti. Pazartesi günü;yerel Biga gazeteleri”Allahsız doktor,yaralılara yardım etmedi” diye çıktı...Doktorun,umurunda bile olmadı.Hastalarının elleri mahkumdu.İlçenin tek doktoruna gelmek zorundaydılar. Üstelik;Bursa Defterdarı’nın sahayı gören jojmanının balkonundan maçını izlediğimiz Beşiktaş;maçı kazanamamıştı.Keyfimiz kaçmış,yine doktorun arabasıyle;bu kez böcek adam olmadan Biga’ya dönmüştük. Biga’da bir Zıraat Bankası müfettişi ile tanıştık.Müthiş zampara birisiydi.Arkadaşlık ettiği kadınlar için;resimli albüm oluşturmuştu.Her birisinin adresleri,özellikleri,zevkleri resimlerinin yanında yazılıydı.Her hafta sonu İstanbul’ gidiyor;sevgililerinden biriyle oluyor;hafta içinde de her gün sevgililerinden gelen mektupları yanıtlıyordu. Bir hafta sonu İstanbul dönüşünde;gemide yeni tanıdığı,bir maliye müfettişinin karısıyla birlikte olduğunu söyledi.Ne derecede doğrudur,bilemem.Adını öğrenmek istedim,onu da söylemedi.Belki de;bizlere çamur atmak için böyle bir öykü uydurmuştu..Bilemedim.Ayrıca;Maliye Bakanlığı’ ndaki tüm üst düzey denetim elemanları öyle olmadıkları halde kendilerine Maliye Müfettişi diyorlardı.Onlardan birisinin karısı da olabilirdi. Bu müfettiş bana bir kooperatiften söz etti.Karabiga’da on dönümlük bir arazi varmış.Beni de üye yapmayı önerdi.Kabul etmedim. Sonraları;oraların çok değerlendiğini öğrendim.Ayni yanlışı;askerlik sırasında da yapmıştım.Küçükçekmece’de bir emlakçi bana Halkalı’da bedava fiyatına;hem de taksitle arazi satmak istedi.Onu da almadım.Kent kökenli olduğum için toprağın değerini anlamıyordum. 64 Oysa;yetkili muavin turnesinde İskenderun’da Fevzi Ertürk abiyi tanımıştım.Mülkiye’de bizden üç sınıf öndeydi.O da gümrük müfettişi olarak İskenderun’da bulunuyordu.Gelir gelmez bir emlakçiye tembihlemiş;uygun bir arsa bulup tapudan satın almıştı.Her turneyle ya da görevli gittiği yerden mutlaka bir tapu ile dönermiş. Emekli olduğunda;Türkiye’nin yüzü aşkın yerinde alınmış taşınmazlara ait tapuları vardı.Bana göstermişti.Ben;müfettişliğin bu yanını da değerlendiremedim. Keza;Antalya’da turnede iken;bir İran Konsolosu’nun tapulu arazisi satılıyordu.Bizim üstada da önermişler.Gittik,gördük..Çok ucuz fiyatla devredeceklerdi.Almadık. Şimdi;orada sanırım Dedeman Oteli yükseliyor.Dedim ya;biz kentliler,toprak değerini bilmiyorduk ve bilemedik. Müfettişliğin bir güzel yanı da buydu.Akıllı davrananlar,emekli olunca ya da meslekten ayrılınca;arsa zengini oluyorlar,bunları satarak kendilerine çok zengin bir yaşam sağlıyorlardı. PARİS TURNESİ Teftiş Kurulu Yönetmeliği’ne göre;müfettişler bir yıllığına “görgü ve bilgi” arttırmak için yurt dışına yollanıyordu.Bu görgü ve bilgi arttırma kavramıyle ilk kez Artvin’de karşılaşmıştım..Orada rastladığımız bir toptancı(!) albay;”Herkesi bir aylığına yurt dışına yollayacaksın.Görgü ve bilgileri artınca bak ülke nasıl kalkınır”diyordu. Bizler de,yurt dışına yollandık.Ben ve Cengiz Paris’e;Turgut Akman,Orhan Süzen ve Biltekin ve eşi Londra’ya gidecekti. Promosyon(mesleğe giriş sırası) arkadaşımız Aydın Kezer;askerliğini kurula girmeden yapmış olduğundan;yeterlik sınavından sonra bir yıllığına Londra’ya yollanmış ve görgü ve bilgisini arttırıp gelmişti... Ayni durumda olan Turgut Akman,çifte standart uygulanıp yeterlikten sonra yurt dışına yollanmamış ve bize kadar bekletilmişti.Kurul başkanları,bu konularda kurulu “babalarının çiftliği gibi” yönetirlerdi Nitekim;Londra’ya gönderilenler “görgü ve bilgi arttırmaya” yollanmışken;ben ve Cengiz;memur gibi çaşılmak üzere;OECD Türk Delegasyonu nezdine yollandık.Delegasyonun başında;sonradan Maliye Müsteşarlığı da yapacak olan eski bir maliye müfettişi olan Büyükelçi Metin Kızılkaya vardı.Üstad bize;9.00-17.00 saatleri arasında memur mesaisi yaptırdı.Delegasyonda Vural Güçsavaş’ı,Ertuğrul 65 İhsan Özol’u tanıdık.Sonraları,Türkiye’nin mali yaşamında önemli görevler üstlendiler. Paris ve Londra’ya gezerek gitmeye karar verdik.Gemiyle İzmir-Napoli yolculuğu yaptık.Sonra;trenle birer ikişer gün geçirerek Roma,Floransa,Venedik,Milano ve Paris yolculuğu yaptık.Londraya gidecekler;Paris’ten sonra,Belçika üzerinden İngiltereye geçtiler. Çok güzel anılarla dolu bir yolculuk oldu.Gemi çok güzeldi.Yemekler şahane,deniz dalgasızdı. Pire’ye uğradık.Oradan Atina’ya geçip yarım gün Atinayı gezdik.Sonra;Korint Boğazı’ndan geçip Adriyatik’e açıldık.Daha sonra,Messina Boğazı’ndan geçip Napoli’ye ulaştık. Napoli’de bir “oteller zinciri”ne dahil olduk.Paris’e gidene dek gittiğimiz yerlerde otelimizde yerlerimiz ayrılmış oluyordu.Napoli’yi gezdik.İzmir’e benziyordu.Evlerin pencereleri arasında ip gerip çamaşırlarını asmışlardı.Filimlerdeki gibi. Otele yerleştik.Kenti gezmek üzere anlaştık ve otelin lobisinde Turgut’u beklemeye başladık.Gecikince;resepsiyondaki görevliye odasına telefon ettirdik.Adam;”Nooo...Nooo...Not up...Down...Down...”diyordu..Meğer Turgut telefonda “i am coming up” diyormuş.Odalarımız otelin en üst katında olduğundan;Turgut’un yukarı gideeceğini düşünüp,otelin çatısına çıkmasından endişelenmiş,adam onun için durmadan “Yukarı değil...Aşağı...”diye bağırıyormuş. Napoli’nin yakınında Pompei harabeleri vardı. Bir turist kafilesine katılıp oraya gittik.Biribirilerine sarılmış halde,lavların yakaladığı,taşlaşmış bedenleri gördük.Grupta Biltekin ve hanımı da vardı.Hep birlikte,lavlar altında kalmış ve sonradan kazılarla ortaya çıkarılmış bir eski romalı evinin önünde toplandık.Turist rehberi ingilizce içinde ladies geçen bazı laflar etti.Bizler;o seller sular gibi ingilizcemizle,doğal olarak adamın ne dediğini anlamamıştık! Evin sokaktan giriş kapısının iki yanında,üzerleri bezle örtülü,muhtemelen iki heykel vardı.Adam,birinin üzerindeki örtüyü kaldırdı.Örtü altında,bir romalı heykeli vardı.Ancak;adamın iki eliyle tuttuğu üreme organı,adamın boyu kadardı.Pallus tanrının heykeliymiş.Bereketi ve üremeyi simgeliyormuş. Kadınlardan,bir çığlık sesi yükseldi.Sonraları,Türkiye’ye döndüğümüzde Turgut Biltekin’e takılıyordu.Biltekin’in hanımı o heykeli görünce aile saadetleri sarsılmış!...Biltekin,aşağılık kompleksine kapılmışmış!... 66 Bu arada;Tugut Akman’ın da oldukça haşmetli bir organının olduğu söylenirdi.Aydın Erdim adlı promosyon arkadaşıyla erkekler tuvaletinde imişler.Aydın,meraklı turşucudur.İşlerini görürken Turgut’un yanına eğilip bakmış ve “Ayyy...O ne öyle...”diye bağırmış.Böyle bir tevatür vardı.Sonraları bu kez biz ona takılmaya başladık.Fatih’in topları gibi tarihi kıymeti olduğunu;kıymeti harbiyesinin olmadığını söylerdik.Kendisi bizlerden beş altı yaş büyüktü... Sonra;Pompei’yi uzaktan gören bir tepeye çıktık.Beş tane koka kola içtik.Garson,bin liret hesap istedi.Cengiz,hesabı yüksek bulmuş;kazıklanmak istediğimizi düşünüyordu.O da;selis ve şahane(!) fransızcası ile “Cinq koka kola bin liret?..”diye bağırıyordu.Garson,tümcedeki bin sözcüğünü anlamıyordu doğal olarak..Bön bön bakıyordu...Sonunda parayı ödedi ve”Herifler fransızca da bilmiyorlar azizim...”dedi.Bizler,kahkahayı patlattık. Napoli’de makarnalarımızı yiyip ertesi gün trenle Roma’ya geçtik.Roma’da iki gece kaldık.Yine turist rehberi eşliğinde turistik yerleri gezdik,Vatikan’ı gördük ve gezdik. Gezintiler sırasında Romalı bir kadınla tanıştım.Gruptan ayrılıp onunla evine gittik.Evde annesi vardı.Sofra kurdular.Yedik,içtik ve kadınla yattık.Alberto Moravia’nın “Romalı Kadın”romanındaki kadınlardandı.Para vermek istedim,almadı.Bana,kartvizitini verdi .Roma’dan her geçişte onu arayabileceğimi söyledi.Yarı fransız bir kadındı.Arkadaşlar;bu tür işleri beceremeyeceğimi sanıyorlardı.Otele dönüp anlatınca çok şaşırdılar. Sonra;Floransa’ya geçtik.Orada da tarihi ve turistik yerleri dolaştık.Pizza Kulesi’ni gördük.Bol bol fotoğraf çektirdik.Ortaklaşa bir kaliteli fotoğraf makinası almıştık.Sonra;Paris’te kura çektik.Kurayı ben kazandım ve makine benim oldu.Daha sonra;yine birlikte çıktığımız Avrupa turunda makineyi İsviçre’de çaldırdık .İsviçre öyle uygar bir ülkeymiş ki;cüzdanını düşürsen ertesi gün gider orada bulurmuşsun.Böyle tevatürler duymuştuk.Biz makineyi bir kilisenin önündeki alçak duvarın üzerinde unuttuk.Bir saat sonra durumun farkına varıp geri geldiğimizde makine gitmişti.”Herhalde bir Türk işçisi almıştır”diye kendimizle dalga geçmiştik. Sonuçta;kişioğlu her yerde ayniydi.İsviçreli’si Zürih’lisi fark etmiyordu. Oradan Venedik’e geçtik.Bir gece de bu ilde kaldık.Gün boyu kenti gezdik,gondola bindik ve gece bir italyan lokantasına gittik.Yemeklerin siparişini verdik.Garson,lokantanın özel şarabından getirdi.Tadımlık bir bardağa koydu.İçimizde içki uzmanı Katolik Orhan(Orhan Süzen)idi.ona,tatması için işaret 67 ettik.Orhan;garsonun gülümseyerek uzattığı bardaktaki şaraptan bir yudum aldı.Ağzında gezdirdi ve yuttu. Garson,Orhan’ın şarap hakkındaki görüşünü öğrenmek istedi.Orhan”Ehhh...Fena değil” işareti yaptı.Garson;”Mösyö herhalde fransız!...”dedi.Yani;şaraptan iyi anlıyorsunuz demek istemişti.Orhan’a çevirdik tümceyi...Orhan,ingilizce”Hayır...Türküm...”dedi. Garson;bir hışımla servis tabaklarını,çatalları ve bıçakları topladı ve bir daha bize servis yapmadı.Orhana çok bozulduk.İyi bir Venedik lokantasında yemek yiyememiştik.Gidip pizza yedik ve yattık. Ertesi gün;Paris trenine bindik ve Milano’da indik.Orada da bir gün ve gece geçirdikten sonra,Ertesi sabah trene binip Paris yollarına düştük. Domodossola diye bir sınır kapısına geldik.Gümrükçüler,denetim için vagona ve bizim kompartımana da geldiler..Benim askerlik bavulumu ve Orhan’ın bavulunu açmamızı istediler. Benim bavulum,asker bavulu olduğundan şüphelenip görmek istemişlerdi.Katolik Orhan ise;biraz fazla esmerdi.onun bavulunu da mafya olabilir diye denetlediler Bu olay;sınırın İtalya yanında olmuştu.Tren hareket etti ve fransız gümrüğüne girdi.Bu kez onların gümrükçüleri geldi.Yine benim bavulumu ve Orhan’ın bavulunu denetlemek istediler.Denetimden sonra,tren hareket ettiğinde bu duruma çok güldük.Ben ve Orhan mafya elemanı izlenimi yaratıyorduk.Ben bavulumla,o da esmer görünümüyle... Ben nasıl olsa;her şeyimi Avrupa’da yeniliyeyeceğim diye paspal giysilerle Napoliye dek gelmiştim.Orada;iki takım elbise aldım.Biri,çağla yeşili bir takımdı.Onu giyiyordum ve o nedenle de mafya elemanlarına benzemiştim...Türkiye’den getirdiğim giysilerimi Cengiz,trenin penceresinden İtalya ovalarına savurup atmıştı. Paris’e Mart ayında geldik.Hep birlikte bir otele indik.Ertesi sabah,Turgut ve Orhan’ı Londra için uğurladık.Kendimize bir ev aramaya koyulduk.Tek odalı “stüdyo”lardan bulacaktık. Cengiz sekizinci mahallede ben de ondokuzuncu mahallede birer stüdyo bulduk.Benim bulduğum stüdyoda,beş yıl kadar önce,Cemal Süreya(Seber) üstad kalmış.Evin her yeri kırmızıydı.Perdeler,boyalar,deri kaplamaları hep kırmızıydı. Evi bir emlakci kanalıyle buldum.Evin sahibinin temsilcisi,eski bir fransız maliye müfettişi(emekli)imiş.Cemal üstaddan o söz etmişti.Kırmızıları da kiralarken Cemal 68 üstad döşetmiş.Her yerde aynaları da olan,bir oda-salon,mutfak ve banyodan oluşan bir “aşk yuvası” görünümünde bir yerdi. Eski fransız maliye müfettişi;her ayın ilk günü kirayı almaya gelir;oturur bir öğle yemeği yer;fransız şarabı içerdik.O da bana;Cezayir turnelerini;Fransız Güyanası turnelerini anlatırdı.Ben de ona,Türkiye’deki teftiş kurulu ile ilgili müfettiş anılarımı aktarırdım. Paris’te ayrıca bizim sınıftan Güray Koruyan,Davut Orhon adlı hesap uzmanları;Ercan Bozdoğan adlı Çalışma Bakanlığı müfettişi de vardı.Ayrıca;konsoloslukta Fofo Selçuk(İncesu) ve eşi de vardı.Hareketli günler ve geceler geçirmeye başladık. Cengiz’le OECD Türk Delegasyonu’nda çalışmaya başladık.Öğle tatillerinde,Yakındaki bir kafeye gidip sandviç yemek istedik. Garson listeyi getirdi.Listede ,ondan fazla sandviç çeşidi vardı.Tanımadığımız ve Fransızcamız da bu açıdan yetersiz kaldığından neli sandviç yiyeceğimize karar veremedik.Gözümüzü kapatıp işaret parmağımızı listeye bastırdık.Garsona o sandviçi getirmesini söyledik. Sandviçler ve biralar geldi.Bir süre sonra Cengiz “Uçar yahuuu...Burada bari yapma...Ayakkabılarını mı çıkardın”diye bana takıldı.Ben de “Yok vallahi...Bak işte,ayaklarımdalar”dedim. Gerçekten de;kokmuş asker postalı kokusu geliyordu bir yerlerden.Çevremizdeki masaların altına da baktık.Herkesin ayakkabısı ayağındaydı. Cengiz;sandviçi ısırmak için ağzına götürdü.”Ulan;bu sandviç kokuyormuş”dedi.Benimki de berbat kokuyordu.Sanviçlerin içini açıp baktık.Bozulmuş peynire benzer bir peynir vardı içlerinde. Hemen garsonu çağırdım ve “Bu sandviçler kötü kokuyor...”dedim.Garson,”Bu sandviçler kokar..”dedi.Ben;”Bizleri yabancı gördünüz...Kokmuş peynirli sandviçleri bizlere satmağa çalışıyorsunuz..”dedim.O hala,”Bu sandviçler kokar”diyordu. Sonunda “Sizi belediyeye şikayet edeceğim...”dedim.Adam;bir hışımla önümüzdeki sandviçleri aldı ve bir daha bize dönüp bakmadı ve servis yapmadı.Kalkıp;başka bir yere gidip birşeyler yedik. Sonradan öğrendik.Meğer;bu sandviçler ,çok değerli bir fransız peyniri olan Camambert peyniri ile yapılmışmış.Nereden bilelim biz bunu...Sonradan;her yemeğin üzerine bu peynirden yer olduk.Her yiyişimizde de,ilk günkü olayı anımsayıp gülerdik. 69 Akşam;bir süpermarkete gittik.Alışveriş yaptık.Mutfak malzemeleri,temizlik malzemeleri ve yiyecekler aldık.Türkiye’de süpermarket düzeni olmadığından;aldığımız malzemeleri koyacak naylon torba istemeyi bilemedik.Cengiz “Yahu;bu kadar şeyi nasıl taşıyacağız...Bir torba bulsak dedi...”Kasadaki kıza torba sormaya başladık.Tarzanca konuşuyorduk...Kasiyer kız anlamıyordu.Sonunda Cengiz “Yahu,bu kıza fileyi nasıl anlatacağız”dedi...Kasadaki kız hemen “Aaaa...File,file...”dedi ve bize iki tane Pazar filesi getirdi.Bir mutlu olduk ki...O kadar olur..Malları doldurup evlere yollandık. Sonradan;birçok fransızca sözcüğün,Türkçeye girmiş olduğunu keşfettik. Cengiz’in fransızcası iyi değildi.Bu nedenle;delegasyondan izin alıp haftada üç gün Alliance Française’e gitmeye başladık.Hem de bu ortamda daha rahat kız arkadaş edinecektik. Nitekim;o bir İsviçreli ile ve ben de bir Çekoslavakla çıkmağa başladık.Uzun boylu ve güzel bir kadındı Çek..Ancak;birkaç hafta sonra birileri;bu kızın Çek gizli servisinde görevli birisi olduğunu söyledi.Kendisi;mühendis olduğunu;komünist partiye üye olmak istemediği için izlendiğini;kaçıp Paris’e geldiğini anlatmıştı.Ben de ilişkiyi hemen kestim. Bir İspanyol kızla çıkmaya başladım.Koyu bir katolik olan kızı ikna etmekte oldukça zorlandım.Devlet bize bol para verdiğinden;düşünmeden harcayabiliyorduk.Bu da,o okuldaki kızlar açısından çekici oluyordu.Arkadaş bulmakta zorlanmıyorduk. Sonra;Cengiz iki türk bayanla tanışmış.Yaşlı olanı ile çıkmak istiyordu.Rahat davranabilmek için,yanındakini benimle tanıştırmayı önerdi.Şimdiki eşim olan Tülay ile Paris’te böyle tanışmış olduk.İsviçre’den Paris’e gezmeğe gelmişler.Kız arkadaşının bir fransız arkadaşı varmış Paris’te..Adam,bunları atlatmış.Bir rahibeler evinde kalmağa başlamışlar.Bir yandan da okula yazılmışlar.Nisan-Mayıs 1968 öğrenci olayları boyunca onunla bereber olduk..Tüm Paris’i gezdik neredeyse.O zamanlar daha otomobil almamıştım.Metro ile kentin altından girip üstünden çıkmıştık. Paris’e gittikten sonra;sanırım Haziran ayında Cengiz elindeki fazla parayla beni destekledi.Bana bir kaplumbağaVolkswagen aldık.Sonraki üç aylıklarda ben onu destekledim ve ona da bir kaplumbağa satın aldık. Türkiye’de otomobil sürücü belgesi alamamıştım.Paris’te bir sürücü okuluna yazıldım.Üç haftalık bir eğitimden sonra,sürücü belgemi aldım.Bunda;İzmir’de girdiğim üç direksiyon sınavının ve fransızcamın yeterli olmasının payı vardır.Diğer 70 arkadaşlar;enaz üçer kez direksiyon sınavlarına girdikten sonra Paris’te ehliyet alabildiler.Otomobile sahip olmamız;bize daha çok hareketli ve zevkli bir yaşam sağladı. Nisan ayının ortalarına doğru,1968 öğrenci olayları başladı Paris’te.Avrupa’nın her yerinden,her ulustan gelen komünist ve anarşist öğrenciler;bunların fransız yandaşları;bir halk hareketi başlattılar.Önce üniversiteleri;sonra resmi binaları işgal ettiler.Geceleri;televizyonda naklen halk ihtilali izliyorduk.Öğrenci hareketi neredeyse,tüm Fransa’yı sarmıştı. Sanırım Lyon’da geçiyordu olay.Öğrenciler;bir yapıyı ateşe vermişlerdi.İtfaiye gelmiş;itfaiyeciler yangını söndürmeye çalışıyorlardı. Öğrenciler;iki ya da üç itfaiyeciyi yakaladı.Asırlık,geniş çevreli bir ağacın göğdesine yanyana,bedenlerine ip dolayarak bağladılar.Sonra;yokuş aşağı duran itfaiye aracının el frenini boşalttılar.Araç;tüm hızıyla ağaca bağlı itfaiyecilere çarpıp,ölmelerine yolaçtı.Öğrenciler;kızılderili filimlerindeki gibi,ağacın çevresinde dans edip naralar atıyorlardı. Paris’te çöpler toplanmıyordu.Sular kesiliyordu..Metro çalışmıyordu.Benzin dağıtılmadığından,araçlar da çalışmıyordu.Kente tam bir anarşi egemen olmuştu. Tülay da ben de hiç durmadan yürüyorduk.İnsafa gelip aracına alanlar olursa,biniyorduk. Fransa;tamaniyle anarşiye teslim olmuştu.Ancak;komünist öğrenciler de hükümet etmeyi ve ekonomiyi yönetmeyi bilmiyorlardı ve yapamıyorlardı.Bir ütopya olan Prüdhomculuk(malın malla değişimi) görüşünü yaşama geçireceklerini söylüyorlardı. Bir akşam üzeri;Cezayir kökenli bir fransız bizi kötü otomobiliyle Bulvar Raspaille’ya bıraktı.Yolda giderken;o gece televizyonu izlememizi istedi.Dediğine göre;De Gaulle pes edecek;ulusa seslenip yönetimden çekilecekti. Oysa;biz o gün;De Gaulle’ün Genel Kurmay Başkanı General Matsou ile anlaşıp Paris’i kuşattığını duymuştuk.Bu durumda;şiddetli çatışmalar olacak demekti. Neyse ki;öyle olmadı.O gece,De Gaulle televizyona çıktı ve uzun bir ulusa sesleniş konuşmasının sonunda “Non...Je ne me retirerai pas!...”(İktidardan çekilmeyeceğim) dedi.Ertesi sabah olaylar bitti.Yurt dışından gelmiş yabancılar(Bu arada Daniel Cone Bendit de)ülkeden çıktılar,kaçtılar..Bir hafta sonra Paris normal yaşamına dönmüştü. O günlerde komünistlerin gazetesi Le Canard Enchené’de çok güzel bir karikatür yayınlanmıştı.Fransız Cumhuriyeti’ni temsil eden şuh ve çıplak bir kadına tecavüz 71 eden De Gaulle “non...Je ne me retirera pas(Kendimi geri çekmeyeceğim)diyordu.Çok güzel bir çizgi karikatürdü. Olaylar sırasında;kötü bir fotoğraf makinası ile ben de anı resimleri çekiyordum.Birgün polisler,beni de copladılar.”Turistim” diye bağırdım ama,dinlemediler.Çok öfkeliydiler, Hemen hergün öğrenci gösterileri ve yürüyüşleri oluyordu.Bunlardan birini ben de izledim.İşçiler,öğrencilere destek vermek için bir milyonu aşkın bir katılımla gösteri yürüyüşü yaptılar.Bu da beni çok etkilemişti. Paris’te geçen bir yıl boyunca çok devingen bir yaşamım oldu.Çoğu güzel anılarla dolu,bir yıl geçirdik.İşte onlardan bazıları... Önce;başkonsolosluğumuzla ilgili anekdotlar ve anılar..Konsolosluk Paris’te “Boulevard Hausseman”(Bulvar Hosman)da bulunuyordu.Fransa’da çalışan Türk işçileri,mektup zarflarının üzerine adres yerini “Bulgar Osman” diye yazıyorlarmış.Fransız PTT si bu mektupları konsolosluğa getiriyormuş.Yalnız Bulgar Osman yazılı olanları da... Konsolosluğun adı “Consulat General Turc” olduğundan;işçiler mektuplarına “Sayın Generalim” diye başlıyorlarmış.Konsolosun general rütbeli olduğunu düşünüyorlarmış. Bir keresinde;Lyon’daki işçiler;patronlarının kendilerine kötü davrandıkları konusunda konsolosluğa şikayette bulunmuşlar.Konsolosluk;yanıt vermiş ve “Adamın ev adresini bildirin.Kendisine yazı yazalım.Gerekirse fransız makamlarına bildirelim”demiş.Bir ay sonra işçilerden yine mektup gelmiş .”Adamın ev adresini öğrendik.Yazıyoruz”demişler ve yazmışlar .Onlara göre,Adamın ev adresi”chien mechant-sonnez avant “(Dikkat ısıran köpek var.Önce zili çalınız)imiş. Davut Orhon hemşerim birgün bir fransız kafesine girmiş.Yanındaki masadan garsona “parfait café”siparişi vermişler.Onunda canı okkalı bir türk kahvesi çekiyormuş.Garsonu çağırıp bir parfait(mükemmel,okkalı) kahve söylemiş.hem de iyice tembihlemiş.”Aman parfe kafe olsun”demiş. Davut,kahve beklerken;garson beş dakika sonra büyük ve biçimli bir cam bardakta,kocaman bir dondurma getirmiş.Davut;kahve beklerken gelen dondurmaya fit olmuş. Cengiz’le ben birgün bir kafede oturuyorduk.Bir ara;yakınımızdaki bir masada yaşlı bir kadınla genç bir kızın türkçe konuştuklarının ayrımına vardık.Biz de türkçe konuşuyorduk. 72 Onlara doğru dönüyorduk ki;yaşlı kadın,ermeni lehçesi ie “Kalk kızım,buraya Türk köpekleri geldi.Artık burada oturulmaz”dedi.Hızla çıkıp gittiler...Biz duyduklarımız nedeniyle donup kalmıştık.Onlara bir yanıt bile veremedik.Ermenilerin türk düşmanlığı ile ilk yüzyüze gelmemdi. Sonradan;birgün,Davut’un evine gitmek için Cengizle bir taksiye bindik.Taksi;Saine Nehri kıyısındaki yolda ilerlerken biz Cengizle türkçe sohbet ediyorduk. Şoför,birden,”Siz Türk müsünüz?”dedi.Biz de evet dedik.Adam,otomobili durdurdu.”Ben Marsilya Ermenisiyim.Sizler,benim dedemi öldürmüşsünüz.Sizi aracımla taşıyamam.İnin otomobilden”dedi. Biz yine donup kaldık.Gece yarısı;in cinin top oynadığı Saine kıyısında yeniden otomobil bekleyecektik. Sözünü ettiği olayın çok eski olduğunu;bizimle bir ilgisi olmadığını söyledik.Adam bizi indirdi.Para bile almadan ,telaşla uzaklaştı.Yanında silahı olsaydı bizi haklayacak bir tavır içindeydi..Nasıl beyinlerini yıkıyorlardı çocuklarının tanrım...Belki de ona Türkleri öyle zalim tanıtmışlardı ki;onu haklayacağımızdan korktu ve panik içinde uzaklaştı. Sonraları;iki kez daha Paris’e gittim.Her ikisinde de Ermenilerle ilgili olay yaşadım. Birinde;Büyükelçilikteki mali danışman ile sürekli gittiğimiz bir lokanta vardı.Monparnasse Bulvarı’ndaydı.İşleticisi;bir fransız kadınla evli bir türktü. Adam birgün;”Artık sizlere servis yapamayacağım...Lütfen başka bir lokanta bulun “dedi.Biz hemen durumu anlamıştık.”Ermeniler mi?”dedik.”Evet,dün geldiler ve beni tehdit ettiler.Size servis yapmayı sürdürürsem,işyerimize zarar vereceklermiş.Eşim çok korktu.”demişti. Diğer olayda ise;indiğim otelin sahibini yine Ermeniler tehdit etmişler.”Lüften otelimi terk edin.Yoksa Ermeniler bana zarar verecekler”demişti.Durumu;Konsolosluğa bildirdim.Beni bir Cezayirlinin işlettiği otele yerleştirdiler.Bir koruma da bir başka odada kaldı teftişi bitirene dek. Ercan Bozdoğan;Türkiye’ye dönmeye hazırlanıyordu.O zamanlar Türkiye’ye “Dual pikap”götürmek modası vardı.Ben de getirmiştim dönerken. O da Almanya’dan bir tane ısmarlamış.Mal fransız gümrüğüne gelmiş.Ercan’dan gümrükte vergi ödemesini istemişler.Oysa;bir hafta önce,Avrupa Ortak Pazarı’nda gümrükler sıfırlanmış ve gümrük birliği başlamıştı.Frransızların,Almanya’dan ithal edilen mallardan gümrük vergisi almamaları gerekiyordu. Sorunu Başkonsolos yardımcısı Fofo Selçuk çözememiş.Beni aradılar. 73 Ercan’la fransız gümrüğüne gittik.Bir memur,belgeleri inceledi;diğer memura yolladı.O da belgelere baktı,bir başkasına yolladı.Sonuncu;ilk memura yolladı.Olayı anladım.Rüşvet istiyorlardı. Müfettişlerini görmek istedim.Yukarı katı işaret ettiler.Çekme kata çıktık.Odada iki gümrük müfettişi vardı. Kendimi tanıttım.Adamlar “İnspecteur general des finances”(Maliye müfettişi) lafını duyunca;esas duruşa geçtiler.Ercan bu duruma çok şaşırdı.Sonraları Almanya’da da unvanımı söyleyince ürkmüşlerdi. Derdimizi anlattık.Ercan’ın belgelerine “eec”kaşesi bastılar.Pikabı vergisiz aldık. Müfettişler;onların kuruluşlarından kimseyi tanıyıp tanımadığımı sordular.Ankara’dan verilmiş “vergi işlemlerinde sır saklama”konusunun Fransa’daki uygulamasının araştırılması görevi dolayısiyle Gelirler Genel Müdürleri ile tanışmıştım.Adamın adını söyleyince;gümrük müfettişleri teleme peyniri gibi eridiler.Binbir özürle bizleri kapıya dek uğurladılar. Biz oralara gittiğimizde 1967 Arap-İsrail savaşı nedeniyle uygulanmış petrol ambargosunun etkileri sürüyordu.Fransız ekonomisi;bizim 1995 lerde yaşadığımız krizli kalkınmalı dönemi yaşıyordu. O nedenle;İngilizler ve Fransızlar;geçici olarak kambiyo sınırlamaları uygulamaya başladılar.Yurt dışına gereksiz döviz çıkışını önlemeye çabalıyorlardı.İngiltere’den 200 pound’tan fazla;Fransa’dan 600 franktan fazla,yurt dışına para yollanamıyordu. Londra’daki arkadaşlar paraya sıkışmışlar.Bizden para istediler. Havale işlemi için postaneye gittik.En çok 600 FF yollayabileceğimizi bildirdiler. Biz;bir 600 FF ben;600 FF da Cengiz yollayabilir mi diye sorduk. Eğer;paranın ayni adrese gittiği saptanırsa,başımız mevzuatla derde girermiş. Fransızlar bize benziyorlardı.Her türlü kötüye kullanmaya karşı önlem alıyorlardı.Çaresiz;600 FF yolladık Bir ay sonra;Londra’dakiler parayı yollamak için bankaya gitmişler.Ancak;50 pounds yollayabilecekleri söylenmiş. Bizimkiler;fiskos edip “her birimiz ayni adrese 50 pounds ayrı ayrı yollayabilir miyiz”demişler. İngiliz görevli “Bunu nasıl düşündünüz!..”demiş.Bizimkilere göre; İngilizler önlem almamışlardı ve aptaldı.Bana göre ise;İngilizler bir kural konulmuşsa ona uyulur,aksi düşünülemez demek istemişlerdi. 74 OECD toplantılarına da bizim delegasyonun arka sıralarında oturarak katılıyorduk.Bir toplantıda “70 lerin önerisi”görüşülüp oylanacaktı. Hindistan’ın önderliğinde evrenin 70 geri kalmış ülkesi Cezayir’de toplanmış ve bir karar almışlardı.Gelişmiş ülkeler;geri kalmış ülkelere bire bir yardım yapmamalıydı.Bu ülkelerin yıllık bütçelerinin her yıl yüzde bir kadarı bir havuzda toplanmalı ve belirli kriterlere göre;yoksul ülkelerece paylaşılmalıydı. Bu sistem;Türkiye’nin lehine sonuçlar verecek bir uygulama olacaktı.Ancak;OECD üyeleri,bu öneriye karşı çıkıyorlardı.Başkan gülerek “Türkiye’nin oyu nedir?” demişti.Bizim delegasyon da “red” diyerek,bu lehine öneriye karşı çıkmıştı. Ben ve Cengiz,çok şaşırdık.Ulusalcı geçinen üstadlarla bu nedenle tartıştık.Bize;”Biz burada papağan gibiyiz.Ankara bize neyi ezberletirse,onu tekrarlıyoruz”dediler. Böylece;uluslar arası ilişkilerle ilgili ilk dersimizi almış olduk. Delegasyonun bedelsiz olarak OECD yayınlarından edinme olanağı vardı.Güzel ekonomik ve mali yayınlar vardı.Edinmek istediğimiz yayınlarla ilgili bir liste yapıp delegasyona verdik.Kitaplar bir türlü gelmiyordu.Ben;Uluslararası Atom Enerjisi Enstitüsü yayınlarından da istemiştim.OECD sekreteryası telaşlanmış."Bunlar,atoma niye birden ilgi duydular"”diye şaşırmışlar.Görüşmelerden sonra;tüm istediğimiz kitaplar geldi.Türkiye'’e dönüşte;bu kitaplardan yararlanarak “Sermaye Piyasaları"”le ilgili yazılar yazdım.Bir de kitabım yayımlandı. Cengiz ile Paris’te “sokak zamparalığı” da yapıyorduk.İki PTT memuresi ile;iki Paris Belediyesi’sekreteryası personeli ile;üniversitede okuyup ay sonlarında para durumları sıkışınca fahişelik yapan kızlarla arkadaşlık ettik. Cengiz;Paris Belediye Başkanı(aklımda yanlış kalmamışsa Jacque Chirac idi) nın sekreteri oldığunu söyleyen Martine adlı bir kızla Türkiye’ye dönene dek arkadaşlığının sürdürdü.Bu nedenle:benim bir başıma yaşadığım serüvenlerim de oldu.PTT li kızlarla bir gece Moulin Rouge’un oralarda bir çok güzel caz müziği yapan kafeye gittik.”Hot Jazz” dedikleri hızlı müzikten yaptıklarından,alkollü içki satılmıyor;kolalı içkiler içiliyordu. Kovboy filimlerindeki barlara benzeyen bir mekandı.Kapısı bile o barlarınki gibiydi. İşleticiden izin alıp kızlarla dans etmeğe başladık.O sırada;yanlarında kız arkadaşları olmayan iki Fransız delikanlısı,”yabancılarla dans etmeğe utanmıyor musunuz!..”dediler.”İstiyorsanız gelin biz sizi becerelim”gibi laflar ettiler.Kızları zorla alıp dans etmek istediler. 75 Çam yarması gibi bir garson geldi.Amerikan lehçesi ile,iki Fransızın bizleri rahatsız edip etmediklerini sordu.”Ediyorlar”dedik.Cengiz çok kızmıştı.Neredeyse kavga edecekti. Adam;ufak tefek olan Fransızları,birer eliyle giysilerinin enselerinden kavradı;açılırkapanır kapıya bir tekme atıp;Fransızları barın önündeki kaldırıma fırlattı,attı.Bizden,gelip yeniden özür diledi.Eylenceye kaldığımız yerden devam ettik. Fransızların da ;bizim Amerikalılar karşısında olduğumuz gibi milliyetçi(!) olduklarını öğrenmiş olduk. İz bırakmış;iki ayrı kadın daha oldu. Birisi;bir Amerikalıydı.Paris’e gezmeye gelmiş.Saint Michel’deki bir self serviste;çatalı bıçağı amerikalılar gibi kullanarak yemek yiyordum.Böylece;hızlı yemek yememi önlemiş oluyordum. Yandaki masadaki kadın;”Amerikalı mısınız?”diye sordu.İngilizce Türk olduğumu söyledim ve tanışıp muhabbete başladık. Uçağı gece kalkıyormuş.Otomobilim olduğunu;Paris’i biraz daha gezebileceğimizi söyledim.Sonra;hava alanına götürürüm dedim.Kabul etti. Otomobilime binip biraz Paris’te gezdik.Sonra benim eve gittik.Yedik,içtik ve yattık.Gece;o uçağına binip ülkesine gitti;ben de Paris yaşamıma geri döndüm. Bir diğeri ise;bir öğretmendi.İş çıkışı bir bara takılmış.Yanyana düştük ve tanıştık.İçkilerini ödedim ve evime gitmeyi önerdim.Otomobile binip evime geldik.Güzel bir bir saat geçirdik.Daha sonra;evine bıraktım.Evine varmadan birkaç sokak önce indi.Evliymiş,görülmek istemiyormuş. Sonra;birkaç kez buluştuk..Sanırım;altıncı buluşmamızdan sonraydı.Evine bırakırken;benden ayrılmak istediğini söyledi.Ben nedenini sordum.”Ben evliyim ve bu tür yaşamı seviyorum.Diğer yandan;sana alışmaya başladım.Bu beni korkutuyor.”dedi.Eşi ve çocukları vardı.İlişkinin daha fazla gelişmesinden;bir aşka dönüşmesinden korkmuştu.Bir daha görüşmemek üzere ayrıldık. Ben;kadınların daha fazla üzerlerine düşülmesi için yaptıkları oyunlardan biri diye düşündüm ve buluştuğumuz “bistrot”ya birkaç kez daha gittim.Göremedim onu.Muhtemelen ,iş sonrası uğradığı kafesini değıştirmişti. Böylece “a la français” bir aşk da yaşanmış oldu. Sanırım Agostos başında;delegasyondan bir aylık izin aldık.Yıllık iznimizi kullanmış oluyorduk.Londra’dan Turgut ve Katolik Orhan da geldiler. 76 Belçika,Hollanda,Danimarka,İsveç,Doğu Almanya,İsviçre,Fransa’ya dönüş biçiminde bir Avrupa turu yaptık.Benim arabama doluştuk ve yollara koyulduk.Çok güzel,değişik günler geçirdik. Berlin’deyken;1968 yılındaki Rusların Çekoslavakya’yı işgali olayına denk geldik.Üç gün;bu kentte mahsur kaldık.Vize almak için Doğu Berlin’e geçerken;Berlin Duvarı muhafızları bizleri sıkı bir aramadan geçirdiler.Turgut’un İsveç’te iken aldığı porno dergilerine el koydular.Komünist Alman gençliğinin ahlakını bozacakmışız.!... Arkamızda;sıra bekleyen Amerikalı yaşlı bir karı koca,neler olduğunu sordular.Biz de;arkadaşımızda çok gizli evrak buldular ve el koydular,dedik.Karı koca bizlere;biraz sonra öldürülecekmişiz gibi baktılar.Tabii;bu olaya sonradan çok güldük. Doğu Berlin’den vizeleri alıp otomobile döndük.Ön cama türkçe bir bildiri bırakmışlardı.Komümizm propogandası yapıyorlardı.Adamlar;iyi organize olmuşlar.Her fırsatta sistemlerinin propogandasını yapıyorlardı.Bu duruma çok şaşırmıştık.Sonradan;gizli Türk Komünist Partisinin başkanının Berlin’de yaşadığını öğrendim.Bu ;onların işi olmalıydı. Tatil dönüşü;Turgut ve Orhan’ı Paris’te on gün kadar ağırlamıştık.Bir ay sonra;onlar bizi Londra’ya çağırdılar ve bir hafta ağırladılar.Turgut,Orhan ve Hesap uzmanı Sezai bir arada kalıyorlardı.Londra’nın tarihi ve turistik yerlerini gezdik.Arsenal’in bir maçını izledik. Bir gece;Katolik Orhan ile bir galon(yaklaşık dört buçuk litre)cini,içtik bitirdik.Yine;yirmidört saat sızmışım.Allahtan alkol zehirlenmesinden hastanelik olmamışız. Katolik Orhan çok içiyordu.Bu nedenle;karaciğer yetmezliğinden genç yaşında bu alemden göçtü,gitti.İçince;çok güzel Ankara’nın “misket havası”nı oynardı. Londra’da metroda oturmuş,bir yerlere gidiyordum.Önümde,bir ingiliz genç kızı,ayakta durup kitabını okuyordu.Birden;sesli bir biçimde,gerisinden gaz çıkardı.Ben çok şaşırdım.Oysa;kimse dönüp bakmamıştı.İngilizlerde bu tür gaz çıkarmak ayıp değilmiş.Buna karşılık;ağızdan gaz çıkarmak(geğirmek)ayıpmış.Uluslar arasındaki;kültür ayrılıkları işte!... Londra’dan ucuz olduğu için bol giysi aldık.Orada iken aldığım iç çamaşırlarını;on yılı aşkın kullanmıştım.Buna karşılık;bir takım elbise beğendim.Kumaşının kenarında “Sümerbank-Made in Turkey” yazıyordu.Buna da çok şaşırmış ve bundan gururlanmıştım. 77 Sonra;Paris’e döndük.Sıkıcı delegasyon mesaisi başladı.Palais de Chaillot ile delegasyon binası arasında mekik dokuduk.Neyse ki;geceleri ve hafta sonları bizimdi. Bir yıllık staj süresi tamamlandı.Cengiz ile dönüş yollarına koyulduk.Bu arada;Paris’te tanıdığım,şimdiki eşim Tülay;Münih’e gelecekmiş.Onlarla Münih’te buluştuk.Felekten bir gece daha çaldık.Sonra;Avusturya üzerinden dönüşü sürdürdük. Paris’te bize bir de “Vergide sır saklama uygulaması”ile ilgili bir görev verilmişti.Bu nedenle;Gelirler Genel Müdürlerinden benim adıma bir randevu alındı.Rue de Rivoli’deki Maliye Bakanlığı binasına gittim.Kendimi tanıttım ve beni genel müdüre götürdüler. Bakanlığın,yüksek tavanlı salonları bomboştu.Duvarlarda,adımlarımız yankılanıyordu.Bir de bizim Bakanlığı düşündüm.Koridorları,daima “Ankara’nın Kızılay Meydanı”kadar kalabalık olurdu!... Genel müdürle tanıştım.Derdimi anlattım.Beni dokuzuncu mahalle vergi müfettişine yolladı.Ondan;vergi dairesinin çalışma yöntemleri ve “mali sır saklama”uygulamaları ile ilgili bilgi ve belge aldım.Yurda dönüşte,güzel bir rapor yazdım.Tüm raporlar gibi,hala özenle bir yerlerde saklanıyordur!... Bir keresinde;fransız kızlarla kuzey Fransa’daki Brest liman kentine gittik.Burası;savaş sırasında tümüyle yıkılmış.Yeniden;çağdaş görünümlü bir kent kurmuşlar. Liman lokantasında,kızlara uyarak “Fruıts de mer” diye birer yemek ısmarladık.”Fruits”lafından dolayı;meyveli bir yemek bekliyorduk.Kocaman kayık tabaklar içinde midye,deniz salyangozu,istakoz,karides,yengeç geldi.Cengiz yemedi,sandviç istedi.Fransız kızlar;onun tabağını da iştahla bitirmişlerdi.Meğer;lokantaların en değerli ve pahalı yemeğiymiş yediğimiz. Paris’te ise İspanyol kız arkadaşım beni bir İspanyol lokantasına götürmüştü.Orada “paella” diye;deniz ürünleri ve tavuk etli ;safranlı bir pilav yemiştim.Çok güzel bir tattı.Sonraları;birçok dostumu ve arkadaşımı,bu tadı tatmaları için oraya götürmüştüm. Saint Michel bulvarında bir Ermeninin işlettiği lokanta vardı.Kuru fasulye,arnavut ciğeri,patlıcan, karnıyarık gibi yemekleri yapıyordu.Ermeniler işletiyor olsalar da ayda bir orada hesap uzmanları,konsolosluk çalışanları ve Ercan Bozdoğan’la buluşur,kafa çekerdik.Türkiye özlemini giderirdik. 78 Avusturya’ya Mart ayında girmiştik.Sıkı bir kar yağışı bizi karşıladı.Viyana’da birer zincir,çekme halatı aldık.Zincirleri takıp yola öyle devam ettik..Malibor sınır kapısından;Yugoslavya’ya girdik. Yugoslavya’dan itibaren;geri kalmışlık başlıyordu.Slovenya nisbeten iyi durumdaydı.Hırvatistan,Bosna-Hersek,Sırbistan felaket durumdaydı.Üstelik;komünist rejim egemendi. Korka korka yolculuğu sürdürüyorduk.Ama;yolun üzerindeki hemen her ilçede ya da ilde türkçe konuşana rastlayıp derdimizi anlatabiliyorduk. Bir keresinde;ben önden giderken;arkadan gelen Cengiz’i yitirdim.Bir yol kenarı parkına çekip beklemeğe başladım.Yarım saat sonra geldi.Yugoslav trafikçiler çevirip ceza yazmışlar.Doğal olarak;makbuz falan vermemişlerdi.Bir benzin istasyonunun önünden geçerken yavaşlamamışmış!... Yola devam ettik..Gece yarısı bir motelde kalmak istedik.Moteli işleten kadın önce “olur”dedi.Sonra;yeşil pasarortları görünce,bizi motele almadı..Uykusuz bir sürüşle,Bulgar sınırını geçip;orada bir motelde kaldık. Bu yeşil pasaport;iki kez daha başımıza iş açmıştı.Danimarka’dan İsveç’e bir feribotla geçiyorduk.İneceğimize yakın;herkesin pasaportunu vize için topladılar.Bizimkiler de gitti.Herkesinki geri geldi;bizimkiler gelmedi.Kaptana gittik.Adam;değişik renkli pasaporttan kuşkulanmıştı.Epeyi konuştuktan sonra adamı ikna edebildik.Vizeleri ve pasaportları aldık. Dönüşte;Göteborg’tan Stettin diye bir Doğu Almanya kentine giden feribota bindik.Ayni durumu,orada da yaşadık.Üstelik;gemi limana yanaştıktan sonra,yarım saat kadar daha bekledik ve pasaportları ve vizeleri alabildik.Mahsus yapmışlar...Sonra;Doğu Almanya’dan geçip Batı Berlin’e girene dek bir sivil polis aracı bizi izlemişti. Gördüğüm yerler içinde ençok Danimarka’dan etkilendim.Bir de Doğu Almanya’da Penenmünde diye bir kıyı kentinde güneşin batışına denk gelmiş;hayran hayran izlemiştik. Komünist düzenle kapitalist düzen arasındaki çarpıcı farkı;Doğu Almanya’dan geçerken anlamıştık. Yalnızca gençler otomobil kullanıyorlardı.Onların özel araçları vardı.Sonradan;Batı Berlin’de öğrendik. Yeterince özel otomobil üretemediklerinden;işinde başarılı olmuş kişilere,satışta öncelik veriyorlarmış.Gençler;daha çok ürettiklerinden,onlar otomobil 79 alabiliyormuş.!..O zamanlar;komünist sistemin bir çöküntüye doğru gittiğini gözlemiştik. Edirne’den Türkiye’ye sabah girdik.İlk işimiz;birer simit alıp çayla kahvaltı etmek olmuştu.Cengiz İstanbul’a ben de Çanakkale üzerinden İzmir’e geçtim. Diyarbakır’dayken başımızdan geçmiş trafik kazasının benzeri;bizden altı ay sonra Fransa’dan dönen Savaş Toprak adlı bir Hesap Uzmanının başına gelmişti. Edirne’den gece giriş yapmış.Bir an önce sevdiklerine kavuşmak için,İstanbul’a doğru yola koyulmuş. Meğer,yola mıcır döküp asfalt atıp öylece bırakmışlar.Hiçbir uyarı işareti de koymamışlar.Koysalar bile,benim necip halkım onları çalıyordu. Aracı sürerken;birden,direksiyonu elinden almışlar gibi olmuş.Otomobil yolda yalpalamağa başlamış ve yol kenarındaki bir ağaça çarparak durmuş. Otomobilin kasko sigortası varmış.Almanlar,sigortadan gelmişler ve aracı görmüşler.”Bu araç onarılmaz..Size bir yenisini verelim”demişler.Kaza ne denli ciddiymiş.Diğer yandan;on gün sonra araç İstanbul gümrüğüne gelmişti..Aklımıza,bizim kaplumbağa hızıyla çalışan sigorta sistemimiz gelmişti. Ayni şey;Cengiz’in de başına geldi.Paris’te gece yarısı Concorde meydanında bir Fransız gelmiş;buna yandan çarpmış.Bana telefon etti..Kaza yerine gittim.Kazayı yapan Fransızla;sigorta belgelerini doldurduk;kazanın krokisini çizdik ve otomobili çektirdik. Ona da yeni bir otomobil verip “kazayı zamanında bildirdiği için”teşekkür etmişlerdi..Bir de bizdeki sigorta sistemi... Benim başıma gelen bir kazada;kaza mahallinde ,yüzde yüz bana vuran araç suçludur diye rapor düzenlemişti polisler..Sonradan;yüzde yirmi ben,yüzde seksen taksi şoförü suçlu diye rapor değişmişti.Neymiş;adam taksici imiş.Kaza;bir bayramın arifesinde olmuştu.Yüzde yüz suçlu olunca tutuklanması gerekiyormuş.O zaman çoluğu çocuğu aç kalacakmış. Ben şok geçirmiş;bir haftalık iş göremezlik raporu almıştım..O önemli değilmiş!.. İki yıl süren bir dava sonunda;şoförün yüzde yüz suçlu olduğunu kanıtlayıp sigortasından para alabilmiştik!..Burası da benim ülkemdi işte...Burada işler böyle yürüyordu. Volkswagenimi getirip İzmir gümrüğüne teslim ettim.Bir gün dinlendikten sonra;aracın ithal işlemlerini başlattım ve yaşamımda ilk kez;rüşvet vermek zorunda kaldım. 80 İşlemleri tamamlamış;aracı alıp çıkıyordum ki,iki gümrük muhafaza memuru önümü kestiler.”Abi,bir rakı parası vermezsen salmayız”dediler.Bir miktar para verdim.Bu kez;”Hani bunun mezesi” dediler.Lanet okuyup biraz daha para verdim ve aracı gümrüklü alandan çıkardım Benim müfettiş olduğumu ve müdürü tanıdığımı biliyorlardı.Ona karşın;para istemekten ve almaktan korkmamışlardı. İzmir’de son model Volkswagen ile pek havalıydım...O zamanlar;İzmir’de özel otomobil parmakla sayılacak kadar azdı.Çoğu da;eski Amerikan arabalarıydı.İzmir’in zenginleri İzmir’den ayrılan Nato personelinden satın alıyorlardı. Birgün annem dediki”Oğlum,babanın bir müteahhid –yap satçı-arkadaşı varmış.Senin aracını görmüş.Oğlun,otomobilini versin,sana bitmiş bir apartman katı vereyim”demiş. Ben de ona “Sen nediyorsun anne”dedim.Annem okumuş birisiydi.Osmanlı Lisesine bile devam etmişti.Babam ise;Cumhuriyet’in “Halk mektepleri”ne gidip biraz okuma yazma öğrenmişti. “Bak oğlum..Bizler yaşlandık artık.Evimiz olsa da olur;olmasa da...Sana gelince;bekarsın,gezginci bir mesleğin var...İşte;bu otomobil ayni zamanda senin evin..Kabul etme ve aracını verme.”dedi.Öyle de yaptık.İyiki öyle yapmışım.O yaşlarda,kişinin otomobilinin olması yaşamını çok devingen kılıyordu. O zamanlar;benzin ucuzdu.Heryere aracımla-resmi görevler dahil-gidiyordum.Hafta sonları;ailemi yakınlardaki mesire yerlerine götürüyordum.Ailecek çok güzel günler geçirdik. GAZİANTEP-KAHRAMANMARAŞ TURNESİ Bekar olarak çıktığım son turne bu turne olup;çok renkli geçmişti. Ayhan Öner üstad;ben ;muavinler Tuğrul Bilen ve Mustafa;ikişer ayda illerin vergi dairesi;muhasebe;milli emlak işlerini denetlemiştik. Hafta sonları;banim otomobilim ile İskenderun’a iniyorduk.Cumartesi geceleri Soğukoluk’ta eğleniyor;Pazar günleri denize giriyor ve Pazar gecesi geri dönüp Pazartesi sabahı doğrudan mesaiye iniyorduk. 81 Soğukoluk’ta kendimizi;öğretmen,bankacı,yedek subay olarak tanıtıyorduk.Doğal olarak;oradaki tesislerin işleticileri bu durumdam ikirciklenmişler. Birgün bize “Patron sizi görmek istiyor”dediler.Ağaçlarla dolu bir arka bahçeye götürdüler bizi.Evin patronu;oturmuş rakı içiyordu.Bizleri de buyur etti.İçmeye başladık.Ne olduğumuzu;orada ne aradığımızı soruyordu. Adam;bir yandan da havaya tabak attırıyor ve elindeki av tüfeği ile bunlara ateş edip havada parçalıyordu.Bize “İyi silah kullanır mısınız?”dedi.Ben,askerde silah takımında olduğumdan “Ben iyi kullanırım”dedim. Tüfeği bana verdi.Yirmi metre öteye bir kibrit kutusu koydurdu.Vurmamı istedi Nişan alıp ateş ettim.Kutu yere düştü.”Rüzgardan düştü”dedi adam.Ben de “En az üzerinde üç saçma izi vardır”dedim. Adamını yolladı.Kutuyu getirdiler.üzerinde saçma deliği vardı. Bunun üzerine bize”Bakın beyler...Kim olduğunuzu bilmiyorum ve anlamadım..Bende her bir numara vardır..Yalnız beyaz kadın ticareti yoktur”dedi.Adam;herhalde bizlerin sivil polis olduğumuzu düşünüyordu. Polis olmadığımızı;buraya eğlenmeye geldiğimizi,rahat olmalarını söyledik ve kadınlarımızla odalarımıza çekildik. Burada;Ankara Üniversitesi’ndeki bir profesörün menapoz çağlarındaki karısı ile yatıp kalkıyordum.Kadın öyle tanıtmıştı kendisini.Kocası;kendisi ile ilgilenmiyormuş.O da;her yıl bir ay;İskenderun’daki akrabası bayanın yanına gelip;bu evde gizlice çalışıyormuş Bana;Ankara’daki ev adresini ve telefonunu da verdi.Ankara’ya gelince onu aramamı istedi.Doğrusu;bu kadından iyi seks teknikleri öğrenmiştim.Ancak;ben,sürekli ilişkilere gelemiyordum.O nedenle;kadını aramadım.Telefonunu bir arkadaşa verdim ve kurtuldum. Bu gidiş gelişlerimizde;iki kez ölüm tehlikesi atlattık. Birinde;İskenderun’dan Antepe dönerken;gece yarısı jandarmanın kurduğu yol kesme eylemine denk geldik.Askerler;yaklaşık kırk santim çapında bir ağaç gövdesini yola uzatıp yol kesmesi yapmışlar.Amaçları;kaçakçı yakalamak. Yanımda müfettiş muavini Mustafa Görson vardı.Aracı ben kullanıyordum.Yaklaşık 120 km lik bir hızla gidiyorduk. Birden;aracın farlarında yoldaki ağacı fark ettik.Sağ yanda;yolda bir boşluk kalmıştı.İki tekerleği oradan geçirip kurtulabileceğimi düşünüyordum .Nitekim;Mustafa “Üstad sağa kır”diye bağırdı. 82 Ancak;ben teklikeyi görüp dediğini yapmadım ve dört tekerlek ile kütüğün üzerinden geçtim.Öyle yapmasaydım;araç savrulacak ve takla atacaktı.İçsiz lastikler gürültü ile indi ve araç;cantların üzerinde durdu.Çevremizi;silahlarını bize doğrultmuş jandarma erleri sardı. Arkada uyuyanlar da uyanmıştı.Kendimizi toparlayıp araçtan indik.Jandarmaların astsubayı ile konuştuk.Kaçak eşya ihbarı almışlar. Bizde;kaçak sigara bile yoktu.Adama bağırıp çağırmağa başladık..Böyle yol denetimi mi yapılırdı.Az kalsın ölüyorduk... Astsubay kimliklerimizi görünce özür diledi ve yoldan geçen bir motosikleti durdurdu. Aracın altına;yakındaki bir bakkalın önünde bulduğumuz içecek kasalarını koyup tekerlekleri söktük.Motorun arkasına Tuğrul Bilen bindi.İkişer ikişer lastikleri iki kezde yakındaki bir benzin istasyonuna götürüp şişirtip getirdi. İki saat gecikme ile yola koyulduk.Mustafa’yı dinleyip sol yandaki iki lastikle kütüğün üstünden geçseydik;araç devrilecek,sürüklenecek ve büyük bir kazaya karışıp yaralanacak ya da ölecektik. Bir başka gün ise,Yine İskenderun’dan gece dönüyorduk.Sabaha karşı;Antep yakınındaki Kömürlük rampalarını inip çıkıyorduk.Arkamızdan da bir taksi geliyordu. Karşıdan yokuş aşağı bir kamyon geliyordu.Yanyana gelmemize yaklaşık elli metre kala,kamyon şeridinden çıkıp üzerimize doğru gelmeğe başladı. Hemen korna çalmağa;selektör yapmağa başladım.Bir yandan da aracı frenliyordum. Şoförü gördük.Başını direksiyona dayamış,uyuyordu.Sağ yanımız derin şarampol olduğundan;kendimizi şarampole de atamıyorduk. Araçlar arasında on metre kadar kala şoför uyandı ve bizi gördü.Kamyonun direksiyonunu sağa kırdı.Yanımızdan geçerken;benim aracın yan aynasına çarptı.Biraz daha gidip durduk.Urfa plakalı kamyon çoktan gazlayıp kaçmıştı.Birer sigara yaktık ve kendimize geçmiş olsun dedik. Biraz sonra;arkamızdaki taksi geldi yanımıza.Şoför,durumu görmüş ve anlamış.Taksiyi sağa çekip durdurmuş ve müşterilerine “Beyler;şımdi çok kanlı bir trafik kazasına şahit olacaksınız.”demiş.Geçmiş olsun dediler ve yola devam attiler.Azraile bir kez daha çalım atmıştık. 83 Bir Cumartesi sabahı İskenderun’a giderken;anayol üzerinde bir köy düğününe rastladık.Adamların,eğlencesi ilgimizi çekti.Aracı durdurup hem dinlendik hem de düğünü izledik. Biraz sonra;yanımıza düğün halkından birisi geldi.Düğün sahibinin bizleri düğününe davet ettiğini söyledi. Oradaki töreleri az çok öğrenmiştik.Böyle bir çağrıyı reddetmemek gerekiyordu.Yine de yolcu olup gideceğimizi söyledik.”Olur mu..Sonra ağamız bize kızar”dediler. Aracı park edip düğüne katıldık.Bizi en baş köşeye oturttular ve itibar gösterdiler. Yiyip içtik..Gelinle damadı kutlayıp yola çıkmak istedik.Her kezinde “Vallah olmaz begim” deyip bizi salmadılar. Sonunda;güçbela ayrılmaya ikna ettik düğün sahibini.Kendisine teşekkür ettik.O “Asıl bizler sizlere teşekkür ederiz”dediler.Biz neden deyince”Sayenizde bu düğün bir tarih başlangıcı oldu..İleriki yıllarda herkes bu düğünü anımsayacak,hani müfettişlerin de bulunduğu düğün diyecek” dedi.Bu bizi çok duygulandırdı. O yörelerin;İzmir’lilere ters gelen töreleri vardı.Bizler de zaman zaman bunlara uyuyorduk.Örneğin;Antep’te bahçe biçiminde açıkhava pavyonları (genç kadınlara içki ısmarlanıp eğlenilen yerler)vardı.İlk böyle bir yere gittiğimizde;içerken,masamıza bir meyve tabağı geldi.İzmir’de kadınların masasına meyve tabağı yollanırdı.Garibimize gitti. Garsona durumu sorduk.Oranın zenginlerinden birisi;kendi aramızdaki muhabbetimizi beğenmiş ve tabak yollamış.Garson,adamı gözüyle işaret etti.Bizler de kadehlerimizi şerefine kaldırdık. Bir iki saat sonra;bu kez biz onların masasına meyve tabağı yolladık.Garson,anlatmıştı töreyi..Bu uygulama İzmir’de de yapılırdı..Ama;kadınlara yollanırdı.Durumu yadırgadık ama;;töre olduğu için uyduk. Bahçe işletenler deyince;aklıma bir başka öykü geldi. Vergi dairesinin batak vergi borçlarının çoğu;bahçe işleten mükelleflerden ortaya çıkıyordu.Vergi dairesi;mafya bulaşığı bahçe işleticilerinin üzerine gitmiyor,korkuyordu.Bu vergi borçlarını tahsil ettirmeye karar verdik. Birgün;bahçe işleticilerinden birini vergi dairesine çağırdık.Neden vergi ödemediklerini;bu vergi borçlarını nasıl tahsil edebileceğimizi sorduk.Kendisine uygulanmaması koşuluyle adam bize şunu anlattı. 84 Maliyenin adamları,geceleri hasılat haczine geliyorlar.Burası küçük yer ve herkes tanınıyor,biliniyor...Maliyenin elemanları gelince;kasaya biraz para koyuyorlar.İcra memurları tutanakla o parayı alıp gidiyorlar.Borçlar da durmadan büyüyor.Oysa;bahçe sahiplerinin hepsinin ruhsatsız silahı vardır.İcra memurlarınız bunların üzerinde para aramak isterlerse;yanlarında polis de olduğundan,bahçe sahipleri çekinir ve üzerlerini aratmak istemezler.Aramayı yaptırmaz ve cüzdanlarını çıkarıp o günkü hasılatı verirler. Adamın belirttiği yöntemi aynen uyguladık.Son olarak da;bize akılveren bahçe sahibinden de ayni yöntemle vergi borçlarını trahsil ettik. Adam;bir hışımla odamıza girdi.Bizlere bağırdı,kalleş dedi,küfür etti...Ben olay çıkacak diye beklerken;Ayhan üstad adamı yatıştırdı ve şunları söyledi.”Eğer,ayni uygulamayı sana da yapmasaydık;yaşamın tehlikeye girerdi.Bu aklı senin verdiğini;bizimle işbirliği yaptığını düşünürlerdi.” Adam;”Haklısımız yahu...Ben işin bu yanını düşünmemiştim.Verin elinizi öpeyim...Ama yine de beni kazıkladınız..Helal olsun size”demiş ve gitmişti,. Müfettişlikte;bazı kez,rakibin yöntemlerini kullanmanın yararlı olduğunu bu uygulama ile öğrendik.Yasa dışı işlerde;bazı kez yasa dışı davranmak gerekiyordu. Bir başka gün;benim ve Ayhan üstadın birlikte çalıştığımız odaya bir adam geldi.İhbarda bulunacağını söyledi.Biz de ciddi ciddi adamın tüm anlattıklarını daktilo ile yazdık ve tutanağı imzaladık.Tüm maliyeyi ihbar ediyordu.Ona göre;temiz bir müdür ya da müdür yardımcısı kalmamıştı.Herkes;bir pisliğe bulaşmıştı. Adamı yolladık ve donup kaldık.İhbarı Başkanlığa yollayacaktık ki;Defterdar koltuğunda bir dosya ile geldi. Meğer adam;Antep’in zararsız delisi imiş.Önüne gelen memuru ihbar edermiş.Vali ve Defterdar adamdan yılmışlar.Bize;dosyadaki asılsız çıkmış ihbarları ve inceleme belgelerini gösterdi. Vali beyle de görüştükten sonra;adamın ifadesini çöp sepetine attık ve rahatladık.Yoksa;bir de soruşturmalara girişecek;ağzımızın tadı kaçacaktı. Sonraları;başka yerlerde de böyle ihbar hastası zararsız delilere rastladım.Deli oldukları için;adamlar hakkında memura iftira etme davası da açılamıyordu.,Bir başka delilik öyküsünü de İzmir’de yaşamıştım.. Bir adam;Hazine avukatlarını ihbar etmişti.İzmir Defterdarı;adamın asılsız çıkmış ihbarlarını içeren dosyayı önüme koydu.Adam;bir hazine evini haksız işgal ediyormuş.Mahkeme kararı ile tahliyesi gerekiyormuş.Adam;gerçekten de Manisa 85 akıl hastanesinden raporlu deliymiş.Evi tahliyeye gelen hazine avukatlarını,memurları taşa tutuyor ve evi boşaltmıyormuş. Adam;üç günde bir daireye gelip “Ne oldu bizim ihbar”demeye başladı.Adamın ihbarını çöpe atmıştım.Sonunda;adamı kovdum.Elini çalışma masama vurup “Bana bak,ben deliyimdir,ona göre”dedi.Ben de elimi masaya vurarak “Ben de deliyim ulan!..Senin kaç günlük raporun var?”dedim.”Üç aylık raporlu deliymiş.”Bana bak...Ben altı aylık raporlu deliyim...Bir daha bu daireye gelirsen bacaklarını kırarım senin..”dedim. Deli deliden korkar derler..Öyle oldu.Adam;çalışma odamdan hızla çıktı..”Ben sana göstericem...”dedi.”Defol...Daha duruyor musun “dedim.Kapıyı kapattı ve gitti.Bir daha da görünmedi.Bir deliden daha kurtulmuştum. Bir başka olayda da Burdur’da bir deli muhbire rastladım.Yalnız;onu maliye yönetimi delirtmişti. Yüzlerce vergi ihbarı yapmış;bunun bir ikisi doğru çıkmıştı.Adam;buna dayanarak her ihbarı için ikramiye istiyordu.Yönetim de adama;hak ettiği ihbar ikramiyesini de ödemiyordu. Olayı inceledim.Bir ya da iki ihbarla ilgili ikramiye ödenmesi gerektiğine dair rapor düzenledim.Sanırım;adama bazı ödemeler yapmışlar.Onun ihbarları da bir süre sonra kesilmişti. Antep teftişini iki ayda tamamlayıp Maraş’a geçtik.Gaziantep ne denli çağdaş bir kent görünümünde idiyse;Maraş ayni derecede tutucu bir kentti.Birkaç yıl önce çıkan olaylarda;alevi kadınlarının karınlarındaki bebeklerini bile öldürmüşlerdi bu kentte.. Kadınlar;kara çarşaf giyiyor;peçe takıyorlardı.Yaz günü;ellerinde şemsiye ile dolaşıyorlardı.Nedenini sonradan gözledik. Belediye otobüslerinde;biletçiden bilet alırken;otobüsün içinde şemsiyeyi açıyor ve parayı şemsiye altından uzatıyorlardı.Böylece;göz zinasını da önlemiş oluyorlarmış. Sonraları;Maraşlılara,bu kentte hafif meşrep kadınlar olup olmadığını sormuştuk..Çarşaflıların bazılarının,bu işi yaptığını anlattılar.Ancak;biz denemedik..Korkuyorduk..O nedenle;onbeş günde bir İskenderun’a gidiyorduk. Maraş’ta iken 1969 genel seçimleri yapılacaktı.Milli Selamet Partisi lideri Necmettin Erbakan;propaganda çalışmaları için Maraş’a geldi. 86 Akşamları;yemek yiyip içkimizi içtiğimiz lokantaya gittiğimizde;köşeli U biçiminde dizilmiş masaları gördük.Garsonlar;Necmettin Erbakan ve arkadaşlarının akşam yemeğini burada yiyeceklerini söylediler. Bizler;dört kişi;bir masaya oturup demlenmeğe başladık.Yarım saat kadar sonra;Erbakan ve partizanları geldiler.Masalara otudular.Onlara da servis başladı. Erbakan;garsonların özenle servis yaptığı bizleri fark etmiş.Garsonlara,kimler olduğumuzu sormuş.Müfettiş olduğumuzu öğrenince;bizleri sofrasına çağırmış. Oysa;bizler,rakı içiyorduk.Erbakan’lar içmiyordu.İçki içilmesine karşıydılar. Ayhan üstad nazik davete teşekkür etti.Memur olduğumuz için bunun doğru olmayacağını söyledi.Garsonlar;bunu Erbakan’a ilettiler.Elindeki su bardağını kaldırıp bizleri selamladı.Bizler de kadehlerimizi kaldırıp onu selamladık. Erbakan;garsonların özeninden,bizlerin önemli kişiler olduğumuzu düşünmüş;bizleri bir oy deposu olarak görmüş olmalıydı.Tam bir politikacı davranışı. Sonradan;buna benzer durumları çok sık gözledim.Maliye bakanları için;ülkenin mali durumu hiç önemli değildi.Kendilerinden istekte bulunanların kaç oyu kendisine ya da partisine dönecekti.Bunu düşünüyorlar ve ona göre kararlar alıyorlardı.Bu nedenle de ülke;bütçe açıkları ile karşılaşıyor ve mali durum giderek bozuluyordu. Kahramanmaraş’ta ilginç olaylar yaşamadık.Çünkü;gerçekten tutucu bir ortam ve yaşam biçimi vardı. Güzel bir türk hamamı vardı.Her Çarşamba oraya gidip yıkanıyorduk.Bir keresinde;hamamdan çıkmış giyinmeye gidiyorduk ki;bizi bir masaya buyur ettiler.Kavun,karpuz,üzüm ve şeftali ile dolu,kocaman bir sini vardı ortada.Buz gibi meyveler;hamamın üzerine iyi gitmişti.Patronun ikramıymış.Para almadılar.Biz de ogün personele meyve maliyetini karşılayacak ek bahşişler vermiştik. Burada da bir zararsız deliye rastladım.Adam;İstiklal Madalyası sahibi bir gazi idi.Odama gelip kendisini tanıttı.İstiklal Savaşı anılarını anlattı.Artık;iki günde bir geliyor ve anılarını anlatıyor ve beni ille de bir Maraşlı hatunla evlenmeye ikna etmeğe çabalıyordu.Hatta;birkaç kez,kız göstermek istedi.Turne bitene dek;adamı kırmadan idare etmeye çalıştım.Cumhuriyet Bayramı kutlamalarında en önde onu yürütüyorlar ve durmadan adını bağırıyorlar,alkışlıyorlardı.O da zafer kazanmış bir komutan tavırları ile halkı selamlıyordu. MİLLİ EMLAK SERÜVENİ 87 Bu müfettişlik mesleğinde ençok duyduğum söz ”Bu işten bir şey çıkmaz”lafıdır.Hemen tüm müfettişler;işlerini eksiksiz yapıp yazdıkları mükemmel raporlara karşın;eski kötü düzenin süreceğini düşünürler.Bunun sonucunda da sık sık bunalıma düşerler.Gerçi;bu yaklaşım,tüm Türk insanlarında görülen genel bir kanıdır.Böyle gelmiş;böyle gider derler. Oysa;atalar “İyilik yap denize at;balık bilmezse halik(yaradan) bilir”demişler.Ben;tüm meslek yaşamım boyunca bu özdeyişe göre,yılmadan çalıştım.Yazdığım her türden raporun birgün gelecek işe yarayacağını düşündüm.Nitekim;yazdığım raporlara dayanılarak enaz beş hileli vergi suçu işleyen vergi mükellefi;üç memur yargılanıp suçlu bulundular.Ayrıca;önerdiğim birçok konu yasalarda yer aldı ve uygulamaya yön verdi. Bunlardan birisi de;İzmir’de yaptığım bir milli emlak ihbarı incelemesi ile ilgilidir. Gelen ihbar yazısına göre;İzmir’in Güzelbahçe semtinde deniz kıyısına ,hazine arazisine kaçak gazino ve motel yapılmıştı.Burada; fuhuş yapılıyordu.Bunu ben de biliyordum.Çevredeki yerleşik aileler;bu durumdan rahatsızdı.Her gece olay çıkıyor ve huzurları kaçıyordu. Dosyayı inceledim.Binalar;deniz kıyısına kaçak yapılmış ve yıkılmaları kesinleşmiş, mahkeme hükmüne bağlanmıştı. Hazine avukatları;buraları işleten mafyadan çekindikleri için;mahkeme ilamını uygulamaya koyup kıyıdaki .kaçak yapıları yıkamamışlardı.Maliye müfettişleri;birçok işte,ateşi tutmaya yarayan maşalar olarak kullanılırdı.Burada da öyle oldu. Gittim;binaları ve işleyişlerini yerinde gözledim.Milli Emlak müdürüne talimat verdim.Jandarma ile gidip binaları yıkacaklardı. Mahalline gitmişler.Mafyanın ayağı olan patron;gidenlere o gün,Maliye Bakanlığı’ndan gelen bir telin örneğini göstermiş.Bakan adına müsteşar yardımcısı imzalı bu belgeye göre;o günkü yıkım durduruluyor ve belirsiz güne erteleniyordu. Ayni yapıdaki bir telgraf da Milli Emlak müdürlüğüne gelmişti.Tam;mafya,bürokrat ve politikacı sacayağı vardı olayda.Gidenler;yıkımı durdurup geri geldiler. Ben de;telgraf emrinin bir örneğini bir yazı ekinde Teftiş Kurulu Başkanlığına yollayıp: Bakanın bilgisi dışında imzalanmışsa müsteşar yardımcısı hakkında; Bakanın bilgisi dahilinde imzalanmışsa bakan ve müsteşar yardımcısı hakkında soruşturma açılmasını istedim.Mahkeme ilamının uygulanmasını ancak;yeni bir yasa çıkarmak durdururdu.Onun da anayasaya uygunluğu tartışılırdı.Bir yargı hükmü,bir 88 yasama hükmüyle ortadan kaldırılmış olurdu ve bu durumda kuvvetler ayrılığı ilkesi zedelenmiş olurdu. Başkan”Bakan hakkında nasıl soruşturma isteyebilirim”dedi telefonda..Ben de;durumu Türkiye Büyük Millet Meclisi ne ihbar etmesi gerektiğini bildirdim.Bu tür bir yazıyı bakanın bizzat imzalaması gerekiyordu.İmzalamazsa ne olacakt?.Ben de “O zaman yazıyı Bakan adına imzalar ve meclise yollarsınız”dedim. Başkan işlem yapmaktan çekindi.Bu konudaki raporumu işleme koymadılar.Kimse hakkında soruşturma açılmadı.Ama;yeni bir tel emriyle;yıkımın yapılabileceği bildirildi ve aylarca sonra yıkım yapılabildi. Ancak;12 Eylül darbesinden sonra bu olay soruşturuldu.Müsteşar yardımcısı İzmir’de yargılandı ve mahkum oldu.Böylece;suç cezasız kalmamış oldu. EVLİLİK VE ELAZIĞ TURNESİ Babam okumamış olmasına karşın çok demokrat bir adamdı.Bunda mensubu olduğu Bektaşi tarikatinin de rolü vardı herhalde.Evlenme konusunda,tek laf etmemiş ve beni evlenmeye zorlamamıştı. 1970 yaz turnesi öncesi,soyda erkek kalmadığını;ağabeyimin de evlenmediğini;ben de evlenmezsem “Demirkan”ların tükeneceğini belirtip evlenmemi ve çocuk yapmamı istedi.Çok şaşırdım. Şimdilerde ben de babam gibi düşünmeye başladım.Evlendim;iki oğlum ve bir kızım oldu.On lar da evlenmek istemiyorlar.Ben de babam gibi demokrat davranıyorum ve evlenmeleri ile ilgili baskı yapmıyorum.Doğru mu yapıyorum acaba diye kendi kendime sorup duruyorum. Ben de;eşim olacak olan Tülay’a mektup yazdım.Ankara’da buluştuk.Ona evlenme teklif ettimÜstelik yıldırım nikahı istiyordum. Şok oldu ve kabul etti.Yıldırım nikahı gerçekleştireceğime ihtimal vermiyordu.Niyetim;yıldırım nikahı ile evlenmek ve turneye onunla birlikte gitmekti. Bir arkadaşımın akrabası Kırşehir’in Mucur ilcesinde sulh hakimi imiş.Herşey ayarlandı ve Mucur’da yıldırım nikahı ile bir hafta içinde evlendik.Turneye birlikte gitmeye gelince Tülay yan çizdi.İlle de düğün,dernek istiyordu.O İstanbul’a döndü.Ben de turne yerim olan Elazığ’a gittim.Sonra;bir haftalık izin aldım.Önce İzmir’e geçip ailemi aldım..Birlikte İstanbul’a gidip düğüne katıldık.Tülay’ı alıp Ankara da bir gece kalarak Elazığ’a döndüm. 89 Karayolları misafirhanesinde kalıyorduk.Atilla adlı bir karayolları avukatı vardı.O da yeni evlenmiş ve eşini İstanbul’dan getirmiş..Onlarla arkadaşlık edip iyi bir “balayı turnesi”geçirdik. Elazığ Defterdarı Esat bey bana sonraları şöyle demişti”Müfettişlerin çalışkan olduklarını bilirdim ama;bu kadarını beklemiyordum.Balayına gelmiştiniz ve gece gündüz demeden çalışıyordunuz.Çok şaşırmıştım” Gerçekten de;Elazığ’da vergi dairesi,muhasebe,milli emlak müdürlükleri teftişlerini bir başıma,üç ayda tamamlamıştım. Birgün;Defterdar bey odama geldi “Mü fettiş bey..Nasıl olsa şikayet edecekler.Ben doğrudan söyleyeyim size.Ben,Hazar Gölü kıyısına kaçak beş tane yazlık bina yaptım.Yanımızdaki yine kaçak yapılmış jandarma kampından elektrik de aldım.Müdürlerim;sıra ile gidip bu binalarda tatil yapıyorlar.”dedi. Gerçekten de;bir hafta sonra,bu konuda postadan imzasız bir ihbar yazısı geldi.Gittim;binaları ve diğer kamu kuruluşlarının kamplarını gördüm.İhbarı yırttım ve çöpe attım. İyiki de öyle yapmışım.Üç yıl sonra;orası Maliye Bakanlığı’nın sosyal tesisi olarak hizmet verir duruma geldi. Böylece;yaz tatillerinde pahalı otel ve motellere gidemeyen üst personelin gidebileceği yeni bir tesis kurulmuş oldu. Bir hafta sonu;biz ve Atilla ve eşi;benim vosvosa binip Fırat kenarına pikniğe gittik.Güzel bir yer bulup ırmak kenarına yayılıyorduk ki;çevrede önce oniki onüç yaşlarında;sonra onsekiz yirmi yaşlarında erkekler belirdi ve bir çember halinde bizlere doğru ilerlemeğe başladılar.Aklıma;Giresun turnesinde üstadların başına gelenler düştü.Tehlikeyi sezdim ve hemen toparlanıp vosvosa binip oradan hızla kaçtık.Bir daha da doğada piknik yapmayı düşünmedik.Hazar Gölü kenarındaki çeşitli kurumlara ait sosyal tesislere gittik. Sık sık otomobile binip Harput’a çıkıyorduk.Oradaki kahvehanelerde çay içip Elazığ’a tepeden bakıyorduk.Harput’un yamaçlarında Ermeni mezarları vardı.Elazığ’da çok sık Amerikan plakalı araçlar görünürdü.Bunlar;Harput’ta yatan yakınlarını görmeğe gelen Amerikalı Ermenilere ait olurdu.Harput’ta Bir Amerikalı diye bir tiyatro oyunu bile yazılmıştı. Harput’ta ünlü bir cami vardı.Birgün,onu ziyarete gittik.Yerde;çok büyük bir halı vardı.El dokumasıymış..Dört yandan bakıldığında;dört ayrı desende görünüyordu.Bir sanat harikasıydı. 90 Kesin;birkaç yıl sonra çalınmıştır.Öyle bir halıya göz dikecek çok antikacı vardır. Bir de Arap Baba türbesi diye bir yatır vardı.İçinde;mumyalanmış gibi bir ceset yatıyordu.Tabut ya da sanduka olmadığı halde;beden çürümemişti.Altıyüz yıldır bozulmadan duruyormuş.Yerli halk öyle diyordu. Tülay’ı Elazığ’a getirdikten sonra Tülay “Malatya’ya gelene dek yolların ıssızlığından ve doğanın vahşiliğinden çok korktum.Sonra rahatladım”demişti.Oysa ben;Malatya’dan sonra korkmaya başlamıştım.Çünkü;on gün kadar önce;bu yolda araçları durdurmuşlar ve soymuşlardı.O zamanlar;oralarda bu türden olaylar çok oluyordu. Tülay gelmeden önce;Malatya’dan Ertuğrul Kumcuoğlu,Bingöl’den Ayçal Ulugeçit geldiler.Hazar kenarındaki sosyal tesis yapılarında bir hafta sonu geçirdik.Ertuğrul;evin içine girmiş bir yılanı;kapı aralığına sıkıştırıp öldürmüştü. Sonra ben;bir hafta sonu Ayçal’a gittim.Bingöl’de iki şeye şaşırıp kalmıştım.Osmanlı sarayı gibi debdebeli ve büyük bir vali konağı yapılmıştı.Harcanan paralara yanmıştım.Bingöl çarşısında herkes kürtçe konuşuyordu.Kendimi;Fransa’nın Strazburg kentinde gibi duydum.Orası bir Fransız kenti idi.Ancak;tüm işyeri tabelaları almancaydı ve sokaklarda almanca konuşuluyordu. Ertuğrul’a ise;Tülay Elazığ’a geldikten sonra;bir hafta sonu gittik.Çok güzel bir hafta sonu geçirdik.Kişinin otomobili olunca;çok devingen bir yaşamı oluyordu. Üç ay bitince Tülay’ı İstanbul’a yolladım ve ben teftiş için Keban’a geçtim.Turne proğremımda Keban da vardı.Ankara’ya “Beni neden Keban’a yolluyorsunuz”dedim.Bir ihbar var;sonradan sana yollayacağız;onu inceleyeceksin dediler.Ancak;sonradan böyle bir ihbar gelmedi.Malmüdürlüğü işlemlerini teftiş ettim. Keban’a ilk gittiğim gün;Keban Barajı’nı yapan Fransız inşaat firmasının sözleşmeli Türk doktoru beni telefonla aradı ve akşam içki içmeye çağırdı.”Müfettiş bey;ben buraya teftişe gelen tüm müfettişleri içki masasında tuş ettim.Şimdi sıra sizde”demişti.Müfettişlerin;iyi içkici olduklarına dair Anadolu’da yaygın bir kanı vardı. Akşam;Keban Simli Kurşun Maden İşletmesi sosyal tesislerinde buluştuk.Kaymakam,malmüdürü,hükümet doktoru ve adliyeciler vardı. Biz;doktor Ümit ile yanyana oturduk.Şarap içmeğe başladık.Bir galon Derdalan şarabı onun önünde bir galon da benim önümde vardı.Şaraplar;barajı yapan firmanın kantininden alınmıştı ve çok kaliteliydi.Muhabbet ederek birer galon şarabı 91 bitirdik.İkinciler geldi.Onları da yarılamıştık ki doktor Ümit”Müfettiş bey beni yendiniz..Ben sızıyorum.”dedi ve başı masaya düştü.Hükümet doktoru cipine bindirip onu evine götürdü. Karadenizli olan bu doktorla çok iyi arkadaş olduk.Hemen hergün Fransız firmasının deposundan dinamit çalıp Fırat’ta balık avlıyordu.Eşi de bize yemekler hazırlıyordu.Her gece;yiyip içip ,karadeniz fıkraları anlatıp eğleniyorduk. Turne sonrası;İstanbul’da da ben onu ağırladım.Fransız firmasından ayrılmış;Libya’ya gidiyordu.Sonra;Libya’dan bir mektup aldım.”Kaddafi içkiyi yasakladı ama;yabancılara serbest “diyordu.Aylar sonra;bu kez Cezayir’den mektup yazmıştı.Çok kısa yazmıştı.”Kaddafi;yabancıların da içki içmesini yasakladı” Bırakıp Cezayir’deki bir firmaya gitmiş.Böyle bir karadeniz uşağıydı bizim doktor... Keban’da bir de müfettiş hikayesi dinlemiştim.Keban gümüşlü kurşun madeni Etibank tarafından işletiliyordu.Maden;Osmanlıdan beri işletiliyormuş.Gerçekte maden bitmiş.Zaten;Keban’ın altı köstebek yuvası gibi olmuştu.Yerin altında dekoviller çalıştıkça yeryüzündeki yapılar sallanıyordu.Sürekli deprem oluyor gibiydi.Yöre halkının geçim kaynağı olduğundan;politikacılar Etibank’ın ekonomik olmayan madeni kapatmasına engel oluyormuş. İki yıl önce;Etibank Müfettişleri gelmiş.Madeni incelemişler.Kapatılması için rapor düzenleyeceklerini belirtip Keban’dan ayrılmışlar.Bu yaşamlarının yanlışı olmuş. Keban-Elazığ yolunda karşıdan gelen iki atlı aracı taramışlar.Müfettişler raporlarını yazmadan ölmüşler.Sonuçta;ben gittiğimde maden hala işletiliyordu.... Bir de komik bir anım var Keban’da..Arapkir İlcesi’nin üzüm bayramı varmış.Kebanı yapan Fransız firmasının genel müdürü ve Keban’ın üst düzey kişileri ile bu bayrama gittik. Meydanda ;kalabalık vardı.Bizleri;kalabalığı yarıp;konuklara ayrılmış sandalyelere getirdiler.Oturduk. Baktım;Mülkiye’de takma adı “Dört Duvar Ahmet” olan bir sınıf arkadaşım;orada oturuyor.Ben onu;misafir kaymakam sandım ve ensesine tokadı basıp “Ne haber lan Dört Duvar”dedim. Bir anda;meydana atom bombası düşmüş gibi oldu.Önce;bir bağırtı,çağırtı.Sonra sessizlik.Tüm sesler kesilmişti.Sinek vızıldasa duyulurdu.Herkes bana kötü kötü bakıyordu.Yanlış birşeyler yaptığımı anladım,ama,iş işten geçmiş gibiydi. 92 Ahmet;yanındaki adama işaret etti.O kalktı ve başka bir yere gitti.Ahmet,beni o sandalyeye oturttu.Gürültü,patırdı yeniden başladı.Film koptuğu yerden sürüyordu.” Ne oldu Ahmet”dedim. “Ben buranın bağımsız milletvekili oldum.O nedenle;halk biraz sinirlendi.”dedi. Meğer;bizim Ahmet şeyh oğluymuş.Seçimlerde bağımsız aday olmuş ve müritlerin oyları ile milletvekili seçilmiş.Zaten;sonraları iki dönem daha,bağımsız milletvekili seçilmişti. O zaman;yaptığım gafın büyüklüğünü anladım.Seçimlerde ben Fransa’daydım.Bu nedenle;bu durumdan bilgim olmamıştı. Şeyh oğluna tokat atmanın cezası ölümmüş meğer...Ben büyük bir tehlike atlatmışım.Ahmet;yanında bana yer vererek beni bağışlamış ve ölümden kurtarmış. Arapkir’e giderken;bir tepenin üzerindeki bir üzüm bağının yanından geçiyorduk.Asmalarda çok güzel üzümler vardı.Aracı durdurdum ve bağcıya biraz üzüm almak istediğimizi söyledik. Adam”Olur beyim”dedi ve aracın arkasını açıp;koltukların arasına bir küfe üzüm boşalttı.”Ne yapıyorsun hemşerim.Biz şöyle;tadımlık birer salkım istemiştik..Al üzümlerini geri”dedik. Uzattığımız parayı da alamadı “Hergün bu eşekle bu bağdan iki küfe üzümü Arapkir’e taşır,satarım..Bağın yarısını bile toplayamam..Kuşlar yiyeceğine ademler yesin beyim..Afiyet olsun”dedi ve bizi uğurladı.Dönüşte;üzümleri doktor Ümit’e bıraktık. Turneyi tamamlayıp İstanbul’a döndüm ve yeni evliliğin harra güresi içine gömüldüm. İki yıl sonra;bir başka Maliye Müfettişi Keban’a soruşturma için gitti.Konu;Keban Barajı dolayısiyle yapılan kamulaştırmalarda beş kuruşluk tarlalara beş lira ödenmiş olmasıydı.Müfettiş raporunu düzenledi.Soruşturma istiyordu. Süleyman Demirel Başbakan olarak Mecliste”Biz bunu bilerek yaptık.Oradaki halkın eline biraz para geçsin.Ekonomi canlansın istedik.”dedi.Soruşturma yapılmadı.Kebanlılar da kamulaştırma paralarını Elazığ barlarında,pavyonlarında yediler bitirdiler.Bir tek;bir plastik fabrikası kuruldu ve gelişti. KIBRIS GÖREVİ Evlenip İstanbul’a yerleşme ve düzen kurma çabaları içindeyken;Ankara’dan telefon edildi.Başkan;beni görevle Kıbrıs’a yollayacağını bildiriyordu. 93 İlk olarak;aklıma,böyle bir yurt dışı görevin neden benim gibi kıdemsiz bir müfettişe verildiği geldi.Başkan;en baştan başlayıp bana kadar gelmiş.Kimse bu tür bir görevi kabul etmemiş.Çünkü;70 li yıllarda Kıbrıs kaynıyordu.Rumlar ve Türkler biribirlerini kırıyordu.Her an savaş çıkabilirdi.O nedenle kimse bu yerdeki bir göreve gitmek istemiyordu. Başkan;kıdemsizlerin en kıdemlisi olan bana görevi görüşümü sormadan verdi.Sonraları;İran-Irak savaşı sırasında da düşüncem sorulmadan iki kez Tahran’a yollandım.Başkanlar beni;savaş alanlarındaki görevlere yollayıp “itlaf etmeğe”çalışıyorlardı ama;başaramadılar.Her kezinde görevi tamamlayıp sağ ve salim eve döndüm... Kıbrıs’taki görev;Kıbrıslı Türklerin kurup işlettiği bir sigara fabrikasının Tekel’e devriyle ilgiliydi.Devir fiyatını ben belirleyecektim. Görev öncesi;İstanbul’daki Tekel Genel Müdürlüğü’ne gittim.O zamanlar;Türkiye’de filtreli sigara üretilmiyordu.Filtre makinası imal eden yabancı ülkeler;Amerikan ve İngiliz sigara üreticilerinin etkisinde kalarak;Tekel’e bu teknolojiyi satmıyorlarmış.İşte;Kıbrıs’ta bu teknoloji devralınacak ve Türkiye için de filtreli sigara üretilecekti. Lefkoşa hava alanına indim.Uluslar arası niteliği olan bu hava alanının da bizi ilgilendiren yönü varmış!...Uluslar arası havacılık örgütü;Avrupa’dan Orta ve Uzak Doğu’ya giden uçakları yönetmek ve yönlendirmek ve bu uçaklara yer hizmetleri ve ikmal sağlamak için Dalaman’da bir uluslar arası hava alanı açın demiş.O zamanki Türk hükümeti bu yatırımı yapılabilir bulmamış.Askeri nedenlerle de bu proje cazip gelmemiş. Bunun üzerine teklif Kıbrıs Cumhuriyeti’ne götürülmüş ve Lefkoşa uluslar arası hava alanı statüsüne yükselmiş.Söylenenlere bakılırsa;adaya turistlerin bıraktığı paradan daha çoğunu uçaklar bırakıyormuş. Hava alanında beni Büyükelçilik’ten bir ticari ateşe karşıladı.Bavulumu alıp pasaport kontrolüne gittim. Rum polisi;pasaportumu incelemeğe başladı ve bu arada yüzümde bir flaş patladı.Fotoğraf makinesi ile resmimi çekmişlerdi herhalde.Öyleymiş. Atina ve Moskova’dan kimliğimi ve adaya neden geldiğimi araştıracaklarmış.O zamanlar adayı yöneten Makarios Rus yanlısı tanınıyordu. Ben orada iken;Kıbrıs Cumhuriyeti seçimlere hazırlanıyordu.Makariosu destekleyen Akel komünist partisi”Daha iktidara gelmemiz için vakit erken..O nedenle bana oy 94 vermeyin!..”diyerek yandaşlarına propaganda yapıyordu.Zaten;bu durum sonucu;Türk askeri,adanın Rus etki alanına girmesinin önlenmesi için Kıbrıs’a çıkmıştı.Amerikalılar açısından olay buydu. Ticari ateşe beni doğru büyükelçiye götürdü.Odasına girdiğimde;yanında bir sivil kişi vardı.Bana ku kişiyi “Bayraktar”olarak tanıttı.Kıbrıs’ta gizli çalışan TMT yani Türk Mukavemet Teşkilatı vardı.Bayraktar;Türkiye’den gelmiş birisiydi ve bu örgütün başıydı.İllerde “sancaktar”lar vardı.Sonradan;bu bayraktarın bir maliye mifettişi arkadaşımın dayısı olduğunu öğrendim. Büyükelçi briç bilip bilmediğimni sordu.Biraz bildiğimi ve oynadığımı söyledim.Dördüncü arıyorlarmış.Büyükelçi,Bayraktar,elçilik müsteşarı ve ben;yurda dönene dek hemen her gece;Büyükelçilik malikanesinde briç oynadık. Tanışma faslından sonra;Lefkoşa’nın Türk kesimindeki Saray Oteli’ne yerleştim.Bana ;Lefkoşa görünümü güzel olur diye;sekiz katlı otelin yedinci katında bir oda vermişlerdi. Gece;yatmak için saat 24.00 sularında odama geldim.Soyunuyordum ki;kentin rum tarafından uçaksavar ateşi başladı.Arada;karşılıklı ateş açılırmış “yeşil hat “boyunca...Ben onlardan biri sandım.Ancak;uçaksavar mermileri,benim odanın camlarını kırmış;duvara saplanıyordu.Hemen yere yattım ve sürüne sürüne kapıya gidip kapıyı açtım ve odadan çıktım.Bu arada;bizim taraftan da uçaksavar ateşi başladı. Beş dakika kadar karşılıklı kesik kesik ateş faslından sonra,ortalık yatıştı.Otel yönetimi;binlerce kez özür diliyordu.Beni bu kez;birinci kattaki bir odaya taşıdılar.Rumlar;beni bir şey sanıp bana “Hoş geldin”demişlerdi.Ayrıca;bu olaydan,adamların güçlü bir istihbaratı ve bizim yanda işbirlikçilerinin olduğu anlaşılıyordu.Benim kaldığım odayı hedef alıp ateş etmişlerdi.Şansım varmış;bu badireden yara bile almadan kurtuldum. Ertesi gün;adanın iki yeminli mali müşavirinden biri olan Rüstem Tatar ile tanıştım.Bu kişi ile;savaştan sonra da çalışmak alnıma yazılıymış.O Ekonomi ve Maliye Bakanı iken;Kıbrıs Türk Federe Devleti’ne gelip bir Maliye Teftiş Kurulu kurmuştum.Bu kurula başkanlık yapmıştım. İşletmenin muhasebe belgelerini ve yeminli mali müşavir raporlarını alıp incelemelere başladım. Ertesi gün;ticaret ateşesinin aracı ile güney Kıbrıs’a geçip;işletmenin fabrikalarını yerinde görmek üzere Larnaka ve Limassol kentlerine gittik. 95 Yeşil Hat’tan Lefkoşa’nın rum kesimine geçer geçmez yunan askerleri ile sivil halk;gördükleri her yerde laf atmaya ve küfür etmeye başladılar.Amaçları;olay çıkarmaktı.Ancak;biz sesimizi çıkarmadık ve Larnaka’ya vardık. Larnaka Sancaktarı Mülkiye’den sınıf arkadaşım İsmet Kotak çıktı.Fabrikayı gezdik,oturup bir öğle yemeği yedik.Mülkiye’deki diğer Kıbrıslı arkadaşları sordum.Bir tanesinin rumlara casusluk yaptığı için öldürülmüş olduğunu öğrendim.O zaten,Mülkiye’de de İngiliz Büyükelçiliğine sık sık girer çıkardı ve İngilizlerle görüşürdü.Kıbrıs’ta gizli teşkilat öldürmüş adamı. Limasol’a öğleden sonra gittik.Fabrikayı gezip;akşam Lefkoşa’nın türk kesimine döndük.Güneyde yaşam,türkler açısında güvenli değildi. Lefkoşa’da gergin bir ortamda yirmi gün geçirdim.Raporumu hazırlayıp yurda dönerken,sevinçliydim.Tek kazancım o sıralar tüm evrende gösterimde olan “Love Story” filmini;ingilizce olarak;film daha Türkiye’de oynatılmaya başlamadan seyretmek oldu.Bir de ufak tefek armağanlar getirmiştim. Buna karşılık;bu kısa Kıbrıs görevim;sonraki yurt dışı görevlerimde canımı sıkan olayların ortaya çıkmasının da başlangıcı oldu. Ticari ateşeyi,yıllar sonra Bükreş’te yeniden gördüm.Kıbrıs günlerini andık ve o anlattı. Ben Türkiye’ye döndükten birkaç ay sonra;bir Uçar Demirkan daha adaya gelmiş.Yeni gelene “Ben Uçar Demirkan’ı tanırım.Siz o değilsiniz” demiş.Adam “Suuusss!”işareti yapmış.Başkaca bir açıklama yapmamış.Onun söylediğine göre MİT(Milli İstihbarat Teşkilatı) elemanı;bir iş için,benim kimliğim ile adaya gelmiş. Sonradan;bu MİT elemanı hayaleti peşimi bırakmadı.Yurt içinde ve yurt dışında beni izledi ve rahatsız etti.Herekes beni bu gizli örgütün elemanı gibi algılıyordu.Özellikle Dışişleri personelinde böyle bir ön yargı gözlüyordum. HOLDİNG İNCELEMESİ İstanbul’da çalışırken;başkanlıktan “gizli”işaretli bir görev geldi.Sonradan,büyük bir futbol takımının yöneticisi olan bir kişinin babasının yönettiği;İstanbul’da kurulu bir holdingte vergi incelemesi ve kambiyo incelemesi yapılması isteniyordu. Başkan telefon edip beni Ankara’ya çağırdı.Bu görevin Milli İstihbarat Teşkilatı’ndan geldiğini ve incelemeler sırasında başka tür bilgi ve belgeler araştırılacağını söyledi ve beni dönemin Maliye Bakanı’na çıkardı. 96 Bakan’ın açıklamalarına göre;devrik Başbakan’ın iş arkadaşı olan ve Yunanistan’a kaçmış bulunan Ermeni asıllı bir vatandaş ile Ermeni kökenli bir holding partonu arasındaki bazı ilişkileri araştırmam gerektiği söylendi. Mart 1972 ihtilalinden önce;bu konularda Yön dergisinde ve başka gazetelerde zaten birçok haberler çıkmıştı.Önce;Ankara Milli Kütüphanesi’ne gidip eski yazılardan bulabildiklerimi okudum.Konu hakkında derinlemesine bilgi sahibi oldum. Sonra;İstanbul’a dönerek kamuflaj vergi ve kambiyo incelemelerine başladım.Ancak;vergi incelemeleri sırasında;bana bu gizli görevi açıklayan Maliye Bakanı’nın,bakan olmadan önce,holdingin mali müşavirliğini yaptığını ve bordrolu olarak holdingten ücret aldığını saptadım.Bu benim için tam bir sürpriz olmuştu. Artık;gizli incelemelerin hiçbir anlamı kalmamıştı.Çünkü;belgeler ayıklanıp dosyalar bana ibraz edilecekti.Durumu Başkan’a aktardım.Yine de ;açık kayıtlardan bilgi ve belgeye ulaşırmıyım diye incelemeleri sürdürmem istendi.Ben d e şirketin geriye dönük iki yıllık vergi ve kambiyo işlemlerini inceliyordum.Üç dört ay sonra;Başkanlık’tan bir dedikodu geldi.Güya ben;incelemeleri gereksiz yere uzatıyormuşum. Bu gelişmeden;Teftiş Kurulu Başkanı’nın da incelenen kişinin tarafında yer aldığını anladım.Holdig;karşı atağa geçmiş,beni yıldırmaya çalışıyordu.Zaten;incelemelerden,istenen anlamda bilgi ve belge çıkmıyordu.İncelemeleri kısa kestim. Kmbiyo incelemeleri sırasında;hukuka göre yurda getirilmesi gereken dövizlerin getirilmemiş olduğunu saptadım.Bu paralar;yurt dışında her türden yasal olmayan işlerde kullanılıyor olabilirdi. Saptadığım bu tür yabancı paraları Holdinge bildiriyorum.Onlar da yurda getirip Türk parasına çeviriyor ve kayıtlara geçiyorlardı. Bu konuyu Holding patronu ile konuşmak istemiştim.Hep bu kişinin yurt dışında olduğunu söylüyorlar ve benimle görüştürmekten kaçınıyorlardı.Oldukça önemli miktarlardaki yabancı parayı yurda getirttim. Bundan sonradır ki;Holding patronu banimle görüşmek istedi.Sonunda yurda dönmüştü!...Ben de “Buyursun,gelsin”dedim. Holding patronu büroma geldi.Yakışıklı ve dinç görünümlü,yaşlıca birisiydi.Hoşbeşten ve hatır sormalardan sonra”Müfettiş bey;ne kadar döviz istiyorsanız söyleyin.Yurt dışından getirteyim.Bu incelemeleri biran önce 97 bitirin”dedi.Aklınca;biraz da benimle dalga geçiyordu.Ben de;incelemeler sürdükçe saptadığım dövizlerin gelmesinin yeterli olacağını söyledim. Adam;benimle alay etmekte haklıydı.Nasıl olsa;bir biçimde yine Türk liraları dövize gizlice çevirilip;kuryelerle yine gizlice yurt dışına yollanacaktı. Holding patronuna şunu söyledim:Atladığınız bir konu var...Gelecek yıl,bu dövizleri kazanç olarak beyan edip vergilerini ödemek zorunda kalacaksınız.Bunun üzerine adam,alaycı tavrını bıraktı ve sapsarı oldu.O ve mali danışmanları, işin bu yanını düşünmemişlerdi. Ancak;Holding patronunun ne denli güçlü olduğunu olayların sonraki gelişmelerinden öğrendim.Ben incelemeleri tamamlayıp kesin raporlarımı yazınca;bu raporlardaki dövizleri yurda getirmemek ve hapis cezasından kurtulmak için Türkiye maliye tarihinde ilk “kambiyo affı”nı çıkarttı.Maliye Bakanı hala adamıydı.Önemli ölçüde dövizin yurt dışında kalmasını sağladı. Ben yine de;yurt dışında kalan dövizlerin de vergilerinin aranması gerektiğine dair rapor yazıp görüşümü bildirdim. Keçe Mesut takma adlı bir Gelirler Genel Müdür yardımcısı beni aradı.Hükümet;benim raporuma karşın bu tip kişilerden yurt dışındaki dövizleri nedeniyle vergi de almak istemiyormuş..Üzerinde Maliye Bakanı’nın yoğun baskısı varmış.!...Sorunu nasıl çözümlediler bilmiyorum.O bürokrat da,muhtemelen bu tür baskılara fazla dayanamatıp genç yaşta öldü gitti. Bu olay;meslek yaşamımda yediğim ilk tokat oldu.Mülkiye’de ne ideallerle yetişmiştik.Hukukun ne denli önemli olduğunu düşünüyorduk.Oysa;gerçeğin öyle olmadığını,kişiler için hukukta sapmalar yapıldığını gördüm.Ayrıca;bu olaya dek,Maliye Müfettişlerinin yaptığı işlere kimse karışmaz ve yazılan raporlar üzerine gereği yapılırdı.Kanımca;bu olayla Maliye Teftiş Kurulu da yara almış oldu. İlk kez;kambiyo kaçakçısı,vergi kaçakçısı bir holding patronunun korunması için mevzuatın değiştirildiğini ve bürokratların baskı altında tutulduklarını gözledim.Belki de;MİT’in bu adam hakkındaki istihbaratı doğruydu.Diğer yandan;bu olayın benim mesleki heyecanımı,çalışma ve sorun çözme isteğimi azaltmadığı söylenemez. Zaten;bundan sonra,Türkiye’nin çivisi çıktı.Benzer olaylar sık sık yaşanmaya başladı.Hatta;müfettişlere bile baskı yapmayı denemeye başladılar. 98 Nitekim;sonraki yıllarda İzmir’de yaptığım bir soruşturma sonunda;bir vergi şefini irtikap,korkutarak rüşvet alma suçundan savcılığa ihbar etmiştim.Aleyhinde sağlam deliller ve ifadeler vardı. Adamın emekliliğine birkaç ay kalmışmış...Bu suçtan hüküm giyerse emeklilik hakkını yitirecekmiş.Gerçekten de emekli mevzuatında bu konuda hüküm vardı. Başkan yardımcısı aradı ve durumu anlatıp suçun yapısını değiştirip değiştiremeyeceğimi sordu..Devrede;zamanın Milli Eğitim Bakanı varmış ve bunu o istiyormuş. Ben de;”Sakın raporumu geri yollayıp değişiklik istemeyin...Hiçbir biçimde raporu değiştirmem”dedim. Sonradan;olayın şöyle geliştiğini öğrendim.Soruşturma sırasında ifade veren iki kişiyi ikna edip savcılığa yeniden ifade verdirmişler.Birisi sarhoş olduğu için,;diğeri de benden korktuğu için öyle ifade verdiklerini söylemiş va adamı kurtarmışlar. Günümüzde;ülkemizde hukukun “guguk”olduğuna dair alaycı ifadeler vardır.İşte;hukuk guguk olmaya 1970 li yıllardaki bu tip olaylarla başlamıştır. Çünkü;buna benzer çok olaylar gözledik..Örneğin;müfettiş defterdar hakkında suçludur diye rapor düzenliyor;yetkili Danıştay dairesi de adamı suçlu buluyordu.Bu karara itiraz eden defterdarın itirazı Danıştay Genel Kurulu’nda reddediliyor;yani suç vardır,deniliyordu. Ancak;Danıştay kararında belirlenen davaya bakmakla görevli adli yargı mahkemesi”suç yoktur” diye karar veriyordu.Üstelik;Yargıtay da suç olmadığına dair kararı onaylıyordu. Doğrusu;bu hukuk düzeninin nasıl bir hukuk olduğunu anlamakta güçlük çekiyorduk ve hala da çekiyoruz. Politikacılar,işi o denli ileri götürdüler ki;vergi borçlularını sıkıştırıp vergi tahsilatını hızlandırmaya çalışan müfettişlerin bu görevlerini yapmasını engellediler.Maliye Bakanları da buna önayak oldular. İki kez;Maliye Teftiş Kurulu ;Maliye Bakanlığı’nın merkez teçkilatını ,genel müdürlükler işlemlerini denetlemek için proğram yaptı.Zamanın bakanları,bu teftiş iznini verdiler ve proğramları onayladılar.Sonra,iptal ettiler.Herhalde;ilgili genel müdürler;yaptıkları usulsüzlüklerin ve kanunsuzlukların;bakanların kendi emirlerine dayandığını.sayın bakanlara anımsatmış olmalılar!... HAYALİ İHRACAT İNCELEMESİ 99 Birgün;Başkanlık’tan gelen bir emirle;Maliye Başmüfettişi İlhan Özer başkanlığında;ben,Recep Bodur ve Turhan Yetkin;den oluşan bir vergi inceleme ekibi oluşturuldu. Görevimiz;hayali ihracat incelemesiydi.Turgut Özal’ın önerisi ile;ihracatı teşvik edip arttırmak için;ihraç edilen malların bünyesine giren vergilere karşılık;mal ihraç edenlere Hazine’den para ödeniyordu.Bir Bakanlar Kurulu kararına dayanan ve sonradan;Başbakanlık yapmış Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in hapse düşmesine dek gidecek olan hayali ihracat incelemeleri başlamış oldu.Başbakan;haklı olarak,yeğeninin yasa dışı davranışının kendisine mal edilemeyeceğini ileri sürmüştü!... Hayali ihracatta;ihracat yapılmadığı,yani yurt dışına mal çıkmadığı ya da ucuz mallar ihraç edildiği halde;ihracat yapılmış gibi haksız vergi iadesi alınıyordu.Bir yandan da;yurt dışındaki karaparalar yurda getirilmiş ve ihracat bedeli olarak aklanmış oluyordu. Konuyu İlhan Özer üstadla tartıştık.Bu incelemelerin;gümrük müfettişleri ile işbirliği yapılarak;yurt dışında,malların gittiği ileri sürülen ülkelerde yapılacak karşılık incelemeler ile yürütülmesi gerektiğini savunduk.Üstad;bu işin vergi incelemesi yoluyle yapılacağını belirtti.Böylece;işe baştan yanlış girmiş olduk.Nitekim;sonradan,incelemeler yurt dışında yapılan incelemeler ile yapılabildi ve bazı kişiler mahkum oldular. Nitekim;daha önce;Tuna Nehri üzerinden Avusturya’ya ve Almanya’ya kaçak fındık ihracı;Alman gümrükçüleri ile işbirliği yapılarak çözümlenmişti. İş ihbarlıydı.Bazı firmaların hayali ihracat yaptıkları belirtiliyordu.Vergi incelemelerini;aramalı inceleme olarak yapacaktık.Yani;gizlice firmaların iş yerlerinde ve ilgililerin evlerinde arama yapıp bulunacak belgelere dayanılarak incelemeler yapılacaktı. Bana;canlı hayvan ihracatçısı olduğu belirtilen bir firma;Turan’a derin kuyu su pompası ihraç eden bir firma;Recebe tekstil ihraç eden bir firma düştü. Bu firmaların hayali ihracat yaptıkları sonradan çok açık olarak ortaya çıktı.Örneğin;sanayi odasından bilirkişi görüşü istediğimizde;Türkiye’de derin kuyu su pompasının yapılamadığını öğrenmiştik.Ancak;firma bu pompalardan ihraç ettiğini ileri sürmüş ve büyük miktarlı vergi iadeleri almıştı.Olmayan malları ihraç etmiş gibi göstermişti. 100 Mali polis ile işbirliği yaparak;firmaların işyerlerinde ve sahiplerinin ev adreslerinde arama yapmak için mahkemeden karar aldık ve aramaları yaptık. Benim inceleyeceğim firma;at eti,salyangoz,kerevit,kurbağa ihraç ediyor görünüyordu.Limited Ortaklık olarak kurulmuş firmanın,Eminönü’ndeki iş merkezine gittik.Yanımda,mali polis elemanları da vardı.Arama kararını gösterip;bulunan tüm defter ve belgeleri çuvallara doldurduk. O sırada;bir mali polis elemanı,duvarlara vuruyordu.Duvarın bir yerinden tok bir ses geldi.Sanki;duvarın orası örülü değildi.Aramada;bir de silah bulmuştuk.Tabanca ruhsatlıydı ve firma sahibinindi. Firma sahibine duvarda ne olduğunu sorduk.Masanın altında bir düğmeye bastı.Duvar iki yana doğru devinerek açıldı.Uzunlamasına,ambar gibi bir yer çıktı ortaya. Ambarın sonunda;silah atışlarında kullanılan karton hedeflerden vardı.Polis”İyi atıcı mısın”dedi.Adam”iyi atarım”dedi.Polisin verdiği silahı,hedeflerden birine boşalttı.Hedef kartonunu,makaralı düzenekle bulunduğumuz yere getirdik.,,.Hedefte üç isabet vardı.Polis,bu duruma çok bozuldu.”Görüşürüz sonra”dedi. Adamı ve eşyaları alıp;mali polis binalarına gittik.Ünlü,Sansaryan handaki Emniyet Müdürlüğü’ne gittik.Aramaları tamamlayan diğer arkadaşlar da oraya geldiler.Bizler ve mali polis elemanları;birlikte adamları sorgulamaya başladık. Önce direndiler.Ancak;polisin bazı ikna edici yöntemleri ile bülbül gibi şakımaya başladılar.Hayali ihracatı;paraların nerelerden geldiğini anlattılar. Ancak;güneş batmış ve akşam olmuştu.Mali polis;sorgulamayı ertesi gün sürdüreceğimizi söyledi.Oradan ayrıldık.İkinci yanlışımızı yapmışız.!...O zamanki ifadelerini adamlara imzalatmadan oradan ayrılmıştık. Ertesi sabah Mali polis şefi Üstadı aradı.Telefonda”Biz bu işte yokuz.!..Aklınızın alamayacağı kadar yukarı makamlardan;bu adamları serbest bırakmamız için baskı yapıldı..Gelin,adamlarınızı alın..”dediler. Biz de gidip belgeleri aldık.Adamlar,serbest kaldılar.Sonradan;Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliği’nden polislere baskı yapıldığını duyduk.Oysa;adamların hepsinin ikişer üçer ülke vatandaşı olduklarına dair pasaportları vardı.O zamanlar,çifte vatandaşlık olayı yoktu.Hem Türk,hem Fransız,İngiliz,Suriye pasaportları taşıyorlardı.Sonradan ;içlerinden birisi,bir Anadolu futbol klübünde başkanlık bile yaptı ve o zaman,mayfa elemanı olduğu ileri sürüldü. 101 Benim adamım;serbest kalır kalmaz,yurt dışına kaçmıştı.Fransa’ya kaçmış ve canlı hayvan işlerini,yeniden ve şikeli olarak kurdurduğu bir limited şirket aracılığıyle sürdürmüştü.Bu sonradan kurulan ortaklığın sorumlusu da;bir Karadeniz futbol takımının başkanlığını uzun süre yürütmüştür. Yurt dışına kaçan hayali ihracatçının;yurt dışında döviz bırakarak Türk Parasının Kıymetini Koruma mevzuatına aykırı davrandığını belirtip savcılığa suç duyurusunda bulunduk.Vergi incelemeleri sonucunda;trilyonluk vergi matrahları bulduk.Adam;yurda dönmediğinden bu vergiler aranamadı. Turhan Yetkin’in adamıysa;onunla dalga geçiyordu.O yurt dışına kaçmamıştı.Derin kuyu su pompası imal edip ihraç ettiğini belirten bu adamın,bir fabrikası bile yoktu.Bir ingilizle evli olan adamın,bir de İngiliz pasaportu bulunuyordu. Turhan;vergi inceleme tutanağı düzenlemek için adama davetiye yazısı çıkarıyordu.Posta;adamı bulamıyor ve davet yazıları geri geliyordu.Oysa;her sabah adam Turhan’la ayni vapura binip Karaköy’e geliyor ve vapurdan inerken”Nasılsınız Turhan bey”diye hatırını sorup Turhanı çıldırtıyordu.Adam;tam bir üç kağıtçıydı.Postacıları atlatıyor ya da ikna ederek tebligatları almıyordu.Turhan’ın vergi inceleme raporu yazması için tebligat yapması ve adamın incelemeye gelmemesi gerekiyordu. Sonunda;yine adamın yeni bir adresini saptadı ve bu kez davetiye yazısını yoklama memuru eliyle tebliğ etmek istedi.Posta yönetimine güvenini yitirmişti. Yoklama memuru;belirtilen adrese gitmiş.Üç kişi oturuyormuş.Aradığı ismi söylemiş.”Buradaydı.biraz önce çıktı.İstersen seni gittiği yere götüreyim”demiş birisi. Yoklama memuru onunla binadan çıkmış,bir taksiye binmişler.Adam;bir süre sonra taksiyi durdurup yoklama memurunu indirmiş “Aradığın adam bendim..Turhan beye selamımı söyle”demiş ve taksiyle uzaklaşmış.Turhan neredeyse;çıldırıyordu. Ben de;benim incelediğim firma hakkında;İzmir’deki bir firma ile ilgili olarak bilgi istemiştim.O firma sahibi de;Fransız lejyonunda çalışıp Türkiye’ye geri dönüp yerleşmiş bir tipti. Yoklama fişi geldi.Fişteki bilgilere göre;yoklama memuru belirtilen adrese gitmiş.Duvarların üzerleri cam kırıkları ve dikenli tellerle kaplıymış.Yine de tırmanıp içeri bakmış.Bahçede;iki tane Doberman köpek varmış.Kapıyı çalmış.Kimse açmamış.O da çok korkmuş ve ısrarcı olup bilgi almadan ayrılmış. 102 Recebin incelediği adam da;sonradan Yahya Demirel’in gizli ortağı olarak ortaya çıkmıştı.Böylece;bizim,ülkedeki ilk hayali ihracat incelemelerimiz;Üstadın ürkek yaklaşımı nedeniyle;tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştı. Oysa;sonradan;Yahya Demirel’in mobilya ihraç ediyorum diye Kıbrıs’a yolladığı malların;Kıbrıs’a işlenmemiş sunta olarak indiği;pahalı tekstil ürünleri yerine,kırpıntı kumaş ihraç edildiği;yurt dışında yapılan incelemelerden anlaşılmış ve kanıtlanmıştı.Bu nedenle;Yahya Demirel ve ortakları yargılanıp hüküm giymişler ve hapis yatmışlardı. Yahya Demirel olayını araştıran gümrük müfettişi;ben Kıbrıs’ta Teftiş Kurulu Başkanlığı yaparken Kıbrıs’a geldi.Benim emrimdeki müfettişlerin yardımıyla Mağosa gümrüğünden sunta ve kereste girişi yapıldığı kanıtlandı ve Yahya Demirel mahkum oldu. Sonradan;birçok hayali ihracat incelemeleri yapıldı.En son olarak;2000 li yılların başında Balina Operasyonu;Örümcek Operasyonu;Malki Opersayonu gibi polisiye operasyonlarla;hayali ihracatlar her yönleriyle kanıtlanabildi. Sırası gelmişken;bir başka arama anısını da belirteyım.Yine İstanbul’da çalışıyorduk.Servet Eröcal adlı genç bir maliye müfettişi;ünlü bir sinema prodüktörü ile ilgili bir kambiyo suçu ihbarını inceleyecekti.İncelemeye aramalı başlamak istiyordu.Doğrusu da oydu. Mahkemeden arama kararını almadan önce bizden yardım istedi.Altı ayrı adreste;ayni anda arama yapılması gerekiyordu.Bizler de yardımcı olacağımızı söyledik. Arama kararı almadan önce;ihbardaki adreslerin gözden geçirilmesi ve doğruluklarının saptanması gerekiyordu.Servet’e bunu yapıp yapmadığını sorduk.Araştırmadığını belirtti. Üç müfettiş bir otomobile doluşup adresleri gezmeğe başladık.İlk adres sahteydi.İkincisini;ihbar edilen kişinin iki yıl önce terk attiğini öğrendik. Üçüncü adrese gittik.Şişli’de alımlı bir yapı,bir eski konaktı.Kapısında iki polis duruyordu.İlk olarak aklımıza gelen;mali polise de benzeri ihbarın yapılmış olacağı ve onların olaya el koyup arama için bizden önce geldikleriydi. Polislerle selamlaştık ve neden orada durduklarını sorduk.Meğer;polisler binayı korumak için oradalarmış.Çünkü;zamanın Cumhurbaşkanı İstanbul’a geldiğinde;o binada kalıyormuş.İhbar edilen tam bir üç kağıtçıymış.Tüm adresleri neredeyse sahteymiş. 103 Olaya çok gülmüş;bir yandan da dehşete düşmüştük.Ön incelemeyi yapmadan arama kararı alıp gelsek;Cumhurbaşkanının evini polislerle basmış duruma düşecektik.!...Adam;üç kağıtlarını çevirirken;bir yandan da Maliye ile dalga geçmişti. İzmir’de de benzer bir olaya tanık oldum.Adamın birisi;mükellefiyetini kurdurmuş ve fakat yıllık beyannamelerini hiç vermemişti.Vergilemeyi yapabilmek için adamın iş adresine davetiye çıkarmışlar.Resmi yazıyı içeren zarf;postacının “Bu adreste vergi dairesi var”şerhiyle geri dönmüştü.Bu olaya da çok gülmüştük.Adam;vergi dairesi adresini işyeri adresi olarak bildirmiş ve vergi dairesi;adresin doğruluğunu daha önceden yoklam ile saptamamıştı ve bu olaya yol açmıştı HURDA DEMİR İNCELEMELERİ 1972 yılında Türkiye çapında hurda demirden demir ürünleri imal edenler,vergi incelemesine alındı.Bana da iki ya da üç firma düşmüştü. Yurt dışından hurdaya ayrılmış gemiler yurda hurda olarak ithal ediliyor;gemi söküm yerlerinde sökülüp demir haddehanelerine satılıyordu.Çok karlı bir işti.Geminin,örneğin uskur,dümen gibi kullanılabilir parçaları sökülüp ayrıca;çalışır durumdaki gemilerde kullanılmak üzere açıktan satılıyordu.Vergi incelemelerinden amaç;bunları saptamak ve bir de geminin demir ağırlığına göre;satılan hurda miktarını gözden geçirip açıktan satışları gözden geçirmekti. Bir firmanın gemi sökmediği halde;bir haddehaneye büyük miktarlı bir hurda demir satış faturası düzenlemiş olduğunu saptadım.Bunun naylon fatura olduğunu düşümdüm ve adamın hesaplarını inceledim.Gerçekten de;karşılığı bulunmayan bir naylon fatura sözkonusuydu. Firma sahibini konuyu görüşmek üzere büroya çağırdım.Adam geldi ve konuyle ilgili sorduğum tüm sorulara yanıt verdi ve faturanın gerçek olduğunu ileri sürdü.Adam;bu satış faturasını kendi muhasebesine de yazmamıştı.Bu durumda;canının yanacağını ve kendisinden vergi ve ceza arayacağımızı söyledim.Nuh dedi peygamber demedi.Tutanağı düzenledim,adam tutanağı imzaladı,raporu yazdım ve vergi dairesi raporuma dayanarak cezalı vergilemeyi yaptı. 104 Birkaç ay sonra;adamın bağlı olduğu vergi dairesinin müdürü aradı.Raporuma göre salınmış vergi ve cezalara itiraz edilmiş.İtirazda,mükellefte hata vardır deniliyormuş. Mükellef;itiraz dilekçesinde “Ben müfettişe gitmedim,tutanak imzalamadım.Tutanaktaki ifadeler benim değil.Dolayısıyle;vergilemeyi kaldırın”diyordu.Adamın,davetim üzerine bana kendisi yerine bir başkasını yollamış olduğunu anladım. Konuyu üstadlarla tartıştık.Onlar”Mükellefte hata yapmışsın.İncelemeyi yeniden yapacaksın”dediler.Ben;vergi incelemesini yeniden yapamayacağımı biliyordum.Adam ifadeye gelmeyecek ve vergiyi zamanaşımına uğratmağa çabalayacaktı. Oturdum;adamın itirazına bir vergi dairesi savunma taslağı hazırladım.Anladığım kadarıyla;adam,bir çalışanını bana yollamış ve müfettişe şunları söyleyeceksin demişti.Nitekim,bana ifadeye gelen kişi bir işçisiymiş.Hazırladığım savunmada;olayı anlattım ve sorduğum soruların yanıtını yalnızca mükellefin bildiğini belirttim.Mükellef;idareyi aldatmış,yanıltmıştı.İdare mükellefte yanılmamış,mükellef idareyi yanıltmıştı. Benim bu savunmamı vergi dairesi itiraz komisyonuna yollamış ve komisyon da vergileri onaylamıştı. Ben;bir yandan da adamı ve işçisi hakkında;resmi makamlara yalan söylemek ve resmi makamları aldatmak açısından suç duyurusunda bulundum Aradan aylar geçmişti.Bakırköy Asliye Ceza mahkemesinden tanık olarak çağırıldım.Mahkeme;bu kişilerin hakkındaki davaya bakıyormuş.Mahkemeye gidince;bana gelen işçi ile yanındaki adamı gördüm.İlk kez;adamı orada görüyordum. Hakim;benim yeminli tanık olarak ifademi aldı.Ben de olayı olduğu gibi anlattım.Sonuçta;kabili temyiz olmamak üzere her ikisini de ikişer ay hapse mahkum etti. Mahkemeden çıkarken,Polislerin arasında hapishaneye giden adam”Yaktın beni müfettiş...Çıkınca ben de seni yakacağım” dedi.Ben de “Sen hiçbir şey yapamazsın...Sen havlayan bir köpeksin..Ayrıca;seni ben yakmadım.Sen kendi kendini yaktın”dedim. Başka bir hurdacıya da vergi salınacaktı.Adam;oğlu ile vergi incelemelerinin sonunda düzenlenen tutanak için geldi.Tutanağı imzaladık.Karadenizli şivesiyle “De 105 bakalım mufettiş bey..Ben ne kadar ek vergi ödeyeceğim.”dedi.Ben de kabataslak bir hesap yapıp bir sayı söyledim. Adam çok kızdı..”Uyy mufettiş bey..Ha sen benim ocağıma incir diktin.Ha ben şimdi seni ne edeyim mufettiş..”dedi.Tehdidi anladım ve adama “Bana bak...Ben de karadenizlilere damadım.Bana bir kötülük yaparsan;ananın rahmine gizlensen de seni bulurlar!...Bunu benden iyi biliyorsundur değil mi”dedim,Adamın oğlu beni dövmek üzere ayağa fırladı.Adam;mesajı almış ve anlamıştı.Oğlunun üzerime yürümesine engel oldu. “Kimlerdensin”dedi.Ben de “Kimlerden olduğumu demem.Boşver bu konuları”dedim. Bu kez;ağız değiştirdi.”Uyyy..Mufettiş bey..Sen beni yanlış anladın...Yokmudur bunun bir kolay yolu daaa...”dedi.Bu kez;rüşvet teklifine hazırlanıyordu adam... “Bak yine yanlış yapıyorsun1..Bana hakaret ediyorsun ve suç işliyorsun”dedim.”Yok yanlış anladın benu...Ben oyle demek istemedimdi daaa...”dedi. Ben;bu vergi farkının sağlam olduğunu;belgelere dayandığını;hiçbir avukata gitmeden ve itiraz etmeden ödemesini ve ceza indiriminden yararlanmasını önerdim.Kalkıp gittiler.Sonradan;vergi dairesi müdürü ile konuştum.Raporum üzerine salınan vergilere itiraz etmeden ödemişler. Bu bana;bir alışkanlık daha kazandırdı.Sonraki;baktığım her işte,Vatandaşın fotoğraflı kimliğini görmeden ifade almadım ve işlem yapmadım..Bir de;bundan sonra mükelleflerle ilişkilerde daha temkinli olmaya başladım...Yoksa;dayak yemek işten bile değildi!...Hele de mükellef bir de karadenizliyse!... BAŞKAN YARDIMCILIĞI VE NÜRNBERG TEFTİŞİ 1972 yılında Başkan Yardımcılığı sıram gelmişti.Kalktık;Ankara’ya gittik ailecek.Bir yıl boyunca hanımın teyzesinin evinde uzamış konukluk olarak kaldık.Evleri;Merkez Bankası evlerindeydi.Bahçeli,büyük bir evdi. Başkan Yardımcılığı;müfettişlerin Maliye Bakanlığı’nın merkezi yönetimi ile sıkı ilişki içine girdiği bir dönemdir.Bu sırada;idari görevlere geçmesi için müfettişe önerilerde bulunulur.Bana da HAZMİİT-Hazine’de genel müdür yardımcılığı önerildi.O zamana dek adımız kambiyodan anlayan müfettiş,kambiyocu müfettişe çıkmıştı.Kabul etmedim ve o andan itibaren;memuriyet yaşamımın sonuna dek müfettiş kalmağa karar verdim.Sonradan;başka bakanlıklarda teftiş kurulu başkanlığı,müsteşarlık gibi öneriler de yapıldı.Onları da kabul etmedim. 106 Altı ay müfettiş raporlarını okudum ve yazışmalarını yönettim.Sonra;kıdemli başkan yardımcısı olarak altı ay daha çalıştım. Bu görev sırasında;birlikte çalıştığımız Teftiş Kurulu Başkanı;benim aykırı görüşler ileri sürmemi severdi.Herhangi bir konuda tartışma yapılır ve üstad “Şimdi de Uçar beyin aykırı düşüncelerini duyalım”derdi.Genelde;benim aykırı bulunan düşüncelerime göre kararlar alınır ve işlemler yapılırdı. Maliye Bakanı Kara Ziya(Müezzinoğlu) idi.Birçok yasa tasarısını bizzat bana hazırlatmıştı.Bunların bir kesimi yasalaşmıştı.Başkan yardımcılığı görevi sırasında;üç önemli olay yaşadım. Sayıştay;müfettişlerin sürekli yevmiye almalarını önleyen bir karar almıştı.O zamana dek;yaşamlarını sürekli yevmiyeye göre ayarlamış müfettişler birden çok zor duruma düşmüşlerdi. Ortalık yatışana dek;herkes sürekli yevmiye alabilsin diye İstanbul ve Ankara’nın ilçelerine turneler düzenledik.Bütçe yürürlüğe girene dek müfettişlere sürekli yevmiye vermeyi sürdürmüş olduk.Sonra;yeni bütçeye konulan hükümlerle iki yıl daha Sayıştay kararını bertaraf edip sürekli yevmiye almayı sürdürdük.Üçüncü yıl;Anayasa Mahkemesi;o yılın bütçesindeki bu konudaki hükümleri iptal etti.Bu nedenle;sürekli yevmiye alma olayı sona erdi ve müfettişlerin eline geçen para çok azaldı. İkinci önemli olay;Teftiş Kurulu Başkanı’nın müsteşar olmasıdır.Ben de üç ay kadar fiilen teftiş kurulu başkanlığı yapmak zorunda kaldım.O arada Maliye Bakanı değişmişti.Yeni bakan Müftüoğlu oldu. Bu bakan;kendisinden yasal olmayan isteklerde bulunan milletvekillerinden kurtulmak için beni kullanırdı. Özel kalemden telefon gelir ve ben koltuk altıma bir dosya sıkıştırarak Bakan odasına giderdim.Bakan odasına girdiğimde;”Kusura bakmayın beyler;Teftiş Kurulu Başkanım geldi.Onunla gizli konuları görüşeceğiz”deyip milletvekillerini uğurlardı.Ben de aşağı,işimin başına dönerdim. Daha önceleri de sık sık Kara Ziya’nın yanına çıkardım.Eski bir Maliye Müfettişi olanÜstad tam bir iş hamalıydı.Neredeyse yirmidört saat çalışırdı.Beni de çalıştırırdı.Onun saçları hep kısa kesilmiş olurdu.Benimkiler de aslan yelesi gibi olmuşlardı. Birgün “Uçar bey;saçlarınızı kestirin”dedi.Ben de “Bugün günlerden ne sayın bakanım”dedim.”Pazar”dedi.Pazar günü bile çalışıyorduk.”Gördüğünüz gibi;Pazar 107 günleri bile buradayım..Ne zaman vakit bulup saç traşı olayım ki..”dedim.Gülümsedi ve “Yine de,bir fırsat yaratın ve saçlarınızı kestirin”dedi.Ben de yanından ayrılınca;Mülkiye’deyken de saçlarımı kesen ve o zamanlar bakanlıkta berberlik yapan bakanlık berberinde memur traşı oldum. Üçüncü önemli olay Kıbrıs çıkarması ile ilgilidir.Son askerlik yoklamamı Ankara’da yaptırmıştım ve adres olarak eşimin teyzesinin adresini vermiştim. Kıbrıs çıkarması başladığında İstanbul’daydık.Hanımın teyzesinin kocası telefonla aradı.Çıkarmadan önceki gece;askeri bir cip gelmiş ve Üsteğmen Uçar Demirkan’a tebligat yapmak istemişler.Enişte;durumu tahmin edip orada olmadığımı ve müfettiş olduğum için o anda nerede olduğumu bilmediğini söylemiş.Onlar da acele;bağlı olduğum askerlik şubesini aramamı söylemişler. Ertesi gün;İzmir’deki askerlik şubemi aradım.Albay;onlara teslim olmama gerek kelmadığını;yerime bir başkasının yollanmış olabileceğini bildirdi. Böylece;Kıbrıs savaşına katılıp belki de kafayı yemekten kurtulmuş oldum.Ben askerliğimi silah takımı komutanı olarak yaptığımdan önemli personel imişim.Neyse ki yerime başkasını yollamışlardı. Sonra;Kıbrıs’a görevle gidince;orada,savaş sırasında delirdiği için Türkiye’ye yollanmamış ve Kıbrıs’a yerleştirilmiş onlarca yedek subayla karşılaşmıştım.Ben de onlardan birisi olabilirdim. Başkan yardımcılığından sonra;Yönetmelik gereği;dört aylığına Nürnberg Konsolosluğu teftişi ile görevlendirildim.Teftişin yanında;Cumhurbaşkanlığından Bakanlığa yollanmış bir ihbar yazısındaki olayları da inceleyecektim.Başkonsolosun görevini kötüye kullandığı ve devlet parasına haksız el attığı ileri sürülüyordu. Nürnberg;Hitler nazizminin doğduğu ve yüceldiği bir kentti.Savaş sırasında çok yıkım görmüştü.Halen;Amerikan işgali altındaydı.Konsoloslukta çalışan Alman bir mahalli katip vardı ve nazi eğilimliydi. Bu kişi;çok iyi de türkçe biliyordu.Çünkü;babası bugünkü Türkiye Büyük Millet Meclisini inşa eden kimseydi.Çocukluğu Ankara’da geçmiş;ilk ve orta öğrenimlerini Türk okullarında yapmıştı. İki tane de idari ateşe vardı.Bunlarla da arkadaşlık yaptım ve Cumhurbaşkanlığından gelen ihbarı bunlardan birisinin yaptığını anladım.Soruşturma sırasında;konsolos,yardımcısı bir bayan,idari ateşelerin MİT ajanı olduğunu söyleyip yalnızca kendisinin anlattıklarına inanmamı istiyorlardı..Kime inanacağımı şaşırmıştım. 108 Yalnız;bir bacağı aksayan bir idari ataşe vardı.Onun MİT ajanı olduğu kesindi. Diğer idari ateşe de beni bir kaçak Türkle tanıştırdı.12 Marttan sonra Almanya’ya sığınmış bir tiyatrocuydu.Eski bir 27 Mayıscı generalin yeğeniydi ve ünlü bir oyunduydu.Günümüzde de Türkiye’de hala oyunlar oynuyor;televizyon dizilerinde rol alıyor. Bu grupla arkadaşlık ederek bir yandan Nürnbergi tanıdım;bir yandan da teftiş ve soruşturmayı yürüttüm,Nürnberg çok güzel ve tarihi bir kentti.En asil Almanların yaşadığı bir bölgedeydi.Yalnız kışın çok soğuk oluyordu.Ben oradayken;son elli yılın soğukluk rekoru kırılmıştı.Sanırım;eksi yirmialtı derece olmuştu hava sıcaklığı.Sık sık kar yağıyordu.Ancak;ertesi sabah kaldırımlarda hiç kar kalmıyordu.Nedenini sordum.Almanların yaptığı açıklamalara göre;anayolların kaldırımlarının altına elektrikli ısıtıcı döşemişler.Onlar çalışınca karlar eriyormuş. Ben orada iken;ikinci Arap-İsrail savaşı çıkmıştı.Araplar;petrol ambargosu uygulamaya başladılar.Benzin sıkıntısı başladı.Nürnbergliler şehir içi ulaşımda atları;atlı arabaları kullanmağa başladılar.Bu arada;Cumartesi ve Pazar günleri özel otomobil kullanmama yasağı getirdiler.Otomobiliyle çıkacaklardan beş bin mark ceza alacaklardı.Cezanın yüksekliğinden;bu cezayı bizim belediye cezalarına benzettim.İlgili kural ihlal edilirdi ama;belediyeler cezayı almazdı.Burada da öyle olur diye düşündüm.Ancak;Cumartesi akşamı televizyonda birkaç ilde özel otosuyle çıkanlara bu miktar ceza kesildiğini gösterdiler.Pazar günü sokaklarda bir tek özel otomobil yoktu.Devlet ciddiyetinin ne olduğunu bu olayla gözlemiş oldum. Alman kökenli mahalli memur;Amerikalıları hiç sevmiyor;onlardan nefret ediyordu.Nürnberg’te hemen her gece Amerikalılara karşı bir saldırı oluyordu.Yerel halk da onun gibi düşünüyordu herhalde. Onun söylediğine göre;Alman olmak yüz kızartıcı bir durumdu.Çünkü;federal meclislerinin kararları bile önce Amerikalı,Fransız ve İngiliz işgal komutanlığınca inceleniyor;sonra resmi gezeteleri ile ilan edilip yürürlüğe giriyordu. Sinemalarda ve televizyonda Hitleri ve naziliği öven filimler yasaktı.Aksine;hemen her hafta bir nazi aleyhtarı film göstermeleri gerekiyordu. Nitekim;o sıralar,Avusturya televizyonunca hazırlanmış bir Hitler dizisini ben de televizyonda izliyordum.Hitlerin bir manyak olduğu anlatılıyor ve Hitler ile alay ediliyordu. DİĞER DIŞ GÖREVLER 109 İlk kez Nürnberg konsolosluğu teftişi ile başlayan yurt dışı teftişler ve görevler serüveninde;sonraları birçok ülke ve kenti görme olanağım oldu. Önce;Cumhurbaşkanlığı’nın isteği üzerine;iki aylık bir proğram ile Bükreş;Hollanda’da bir kent;Brüksel Başkonsolosluklarında incelemeler yaptım.İncelemelerin amacı;buralarda birikmiş ve yurda transfer edilemeyen konsolosluk harçlarının en yararlı nasıl harcanacağının araştırılmasıydı. Bükreş’e Tarom Havayolları’na ait bir İlyuşin tipi uçakla gittim.Uçakta yer olduğu ve benim de biletim olduğu halde;beni uçağa almıyorlardı.Yeşilköy Havalimanındaki bir gümrük müfettişi arkadaşın işe el koyması ile uçağa binebildim.Gümrükçüler olur vermedikçe uçaklar kalkamıyormuş.Bu ikna yöntemini kullandılar. İlyuşin tipi uçak çok eski ve bakımsızdı.Her yanından sesler geliyordu.Ha düştü,ha düşecek derken Bükreş’e ulaştık. Büyükelçi emekli bir generaldi.Beni hava alanından alıp Büyükelçiliğe getirdiler.O zaman Romanya’da daha ihtilal olmamıştı.Yönetimde komünistler vardı.Bu nedenle;beni otele yerleştirmediler.Büyükelçilikteki kurye konuk evinde kaldım. Büyükelçilikte benden bir miktar dolar aldılar.Oldukça çok miktarda romen parası getirdiler.Dışarıda ;karaborsada dolar bozdurmak tehlikeli oluyormuş.Büyükelçilik bu işi benim adıma adamlarına yaptırmıştı. O kadar parayla neredeyse tüm Bükreş çarşısını satın alabilirdim.Özellikle müzik aletleri;dolara çevirilince bedava denilecek fıyatlara denk geliyordu.Hanıma;el dokuması dantelli bir gece elbisesi ve gündüz giysileri;masa örtüleri aldım.Görünce çok sevinmişti. Bükreş’e metro yapılıyordu.Bu nedenle;kentin altı üstüne gelmiş durumdaydı.Kıbrıs’ta tanıştığım ticari ateşeyi burada buldum.Hanımı İstanbul’daymış.Bir gece beni evinde ağırladı.Evi;Çavuşesku yönetiminin yaptırdığı sosyal mesken ölçülerinde bir yerdi.Bu tip apartmanların bulunduğu “uydu kentler”kurmuşlardı. Bükreşin gündüz ve gece gezilebilecek ve görülebilecek yerlerini belirli bir proğramla gezdirdiler.Kentten Osmanlı izleri hala silinmemiş görünüyordu.Çok güzel bir stadyumu vardı.Belki de bu nedenle;Romen futbolu altın çağını yaşıyordu. Yabancı misyonlarda çalışanların toplanıp eğlendikleri bir klübü vardı.Beni de oraya götürdüler.Yabancı büyükelçi eşleriyle briç partilerine katıldım. Bükreş’e bir de üniversite açmışlardı.Orta Doğu’nun tüm petrol şeyhleri ve zenginlerinin çocukları bu üniversitede okuyordu.Daha çok;Romen kızları ile 110 arkadaşlık ediyorlardı.Üniversite paralıydı.Üniversitenin bahçesinde Ferrari,Lotus,Rolle Roys marka araçlardan geçilemiyordu. Bunların,Türkiye’den transit geçiş vizeleri ücretleri birikmişti.Bu paralar Türkiye’ye de transfer edilemiyordu.Oradaki bankada çığ gibi büyüyordu.Büyükelçi’nin de önerilerine uyarak;bu paraların Bükreş’teki Osmanlı anıtlarının yenilenmesi çalışmalarına harcanmasını önerdim.Bir de şehitlikler elden geçirilecekti. Oradan Hollanda’ya geçtim.Amsterdam ve Rotterdam başkonsolosluklarının yanında;adını unuttuğum bir küçük kentte de bir başkonsolosluk vardı.Bu kuruluş;iş hacmi olarak gereksiz görünüyordu.Hollanda küçük bir ülke olduğundan diğer başkonsolosluklarla işler yürütülebilirdi.Kapatılmasını önerdim.Bir süre sonra;bu öneriye uyarak kapatıldığını öğrendim. Burada da karşıma Kıbrıs’ta rastlaştığımız bir başkonsolos çıktı.Mülkiye’deki adı Piç Yalımdı.Beni sık sık arabasıyle rezidansına,oturduğu eve götürüp ağırladı.Zırhlı bir araç kullanıyordu.Evinin kapısında sürekli Hollanda polisleri nöbet tutuyorlardı. Birgün;nedenini sordum.Meğer;ben gelmeden bir ay önce;evinin garajından çıkarken Ermeniler pusu kurup ateş açmışlar.Yaralanmadan kurtulmuş.O nedenle;zırhlı araç kullanmağa başlamış.Eşini de Danimarka’ya yollamış.Hafta sonları yanına gidip geri dönüyormuş.Böyle bir yaşam işte!... Ben;böyle bir olayı duymuş olsaydım;zırhlı da olsa onun aracına biner miydim?!...Boş bulunmuş olduk işte!... Herhalde;bir festivale denk gelmiştim.Her gece;kentin ortasında lunapark kuruluyor ve diğer eğlence yerleri açılıyordu. Bir de garibime giden bir durum olmuştu.Hangi aydaydık anımsamıyorum.Yalnız;güneş saat 22.00de batıyor ve ondan sonra gece oluyordu.Herkes;bu saatte akşam yameğine oturuyordu.Lokantalar da bu saatte açılıyordu.Sonraları;bu düzene alıştım.Bu nedenle de;sabahları açık lokanta ya da kafe bulmak sorun oluyordu.Çünkü;uyumaları gece 02.00 saatlerini buluyordu.Dolayısıyle öğleden sonra uyanıyorlardı.Bu nedenle;kahvaltı olayını çözümlemede çok zorlanmıştım. Oradan Brüksel’e geçtim.Brüksel’deki başkonsolosluğun da büyük bir gelir fazlası vardı.İncelemeler sonunda;bu birikmiş ve harcanamayan paralarla Brüksel’de bulunan diplomatik misyonlardaki görevlilerin kalabileceği bir “diplomatlar sitesi”yapılmasını önerdim.Güvenlık açısından da bu iyi olacaktı.Birkaç yıl 111 sonra;bunun gerçekleştirilmiş olduğunu öğrendim.Bir büyükelçilik mali müşaviri de sitede kalmış;o söyledi. Avrupa Ortak Pazarı’ndaki diplomatik misyonda Türkiye’den tanıdığım Erdoğan Nirun;eski Teftiş Kurulu Başkanı Hüsamettin Kılıç ve (Küçük) Erdoğan(Öner) vardı.Sonradan bu sonuncusu, Maliye müsteşarı oldu ve uzun yıllar o postta kaldı.Nato nezdindeki diplomatik misyonda da Mehmet Bayram ve Murat Ülgen adlı eski maliye müfettişleri vardı. Mehmet Bayram ve eşi;bir hafta sonunda,beni Hollanda sınırındaki bir Hollanda köyüne götürdüler.Oradan çok güzel süs eşyaları satın aldım ve Brüksel dışındaki Belçika’yı da görme olanağı buldum.Ünlü Vaterloo savaşının yapıldığı alanları da gezdik. Murat Ülgen’in başından geçen ilginç bir olayı anlattılar.Birgün;görevinden evine dönerken birisinin kendisini izlediğinin farkına varmış.Greçekten de peşinde bir adam varmış.O zamanlar;Ermeni teröristlerinin biribiri ardına eylem yaptıkları günlerdi. Oturduğu apartmanın asansörüne doğru giderken;birden arkaya dönüp adama saldırmış ve adamı duvara dayamış.Belindeki tabancasını da çıkarıp adamın alnına dayamış.Adam;korkuyla kendisinin polis olduğunu söylemiş ve kimliğini göstermiş.Meğer adam;Belçika polisindenmiş ve Muratın güvenliği için onu izliyormuş. Murat adamdan özür dilemiş.Ancak;bu olay onu çok etkilemiş ve ruhsal durumunun bozulmasına yol açmış.Türkiye’ye döndükten sonra da bu durumu biraz daha sürmüştü. Benzer olayı;Paris’te OECD Delegasyonu’nda görevli maliye müfettişleri de yaşamış.Hergün;birisinin evdeki eşine telefon edip “Eşini öldürdük.Leşini git filan yerden al”diye konuşuyorlarmış.Ya da “Bugün çocuğunu okuldan kaçıracağız”diyorlarmış.Sonunda;kadının da ruhsal durumu bozulmuş ve uzun süre tedavi görmüş. Bu nedenle;sonraki yıllarda dış misyonlarda görev alan maliye müfettişi kökenli misyon görevlileri;eşlerini ve çocuklarını yurt dışına,yanlarına getirmemeğe başlamışlardı. Buna benzer kısa süreli görevlendirmeler ile iki kez de Tahran’a gitmiştim.İran,Pakistan ve Türkiye arasında kurulu RCD Teşkilatı’nın bütçe 112 işlemlerini bir İranlı,bir Pakistanlı denetçi ile denetledim.Her iki denetim de onar gün sürdü ve İran-Irak savaşının en civcivli zamanlarına denk geldi. İlk gidişimde;kıdemsiz bir müfettiş iken;bu dış görevin nasıl olup da bana verildiğine çok şaşırmıştım.Oysa;Başkan,benden kıdemlilerin hepsine sırayla bu görevi önermiş.Savaş nedeniyle kimse gitmek istememiş.Bana öneride bukunmadan;görev olurunu yolladılar.Herhalde beni,itlaf etmek için bu göreve yolluyorlar diye düşünmüştüm?!...İkinci gidişimde ben de gitmek istemediğimi bildirdiğim halde;yine beni yollamışlardı.Geçmiş yıllarda savaş öncesi Kıbrıs’ına da beni yollamışlardı.Bu denli rastlantı olamazdı. İran’a gidişim de bir hayli serüvenli olmuştu.O zaman yalnızca “İran Air” uçakları uçuyordu Tahran’a.Beni de gideceğim gün o uçağa almamışlardı.Ben de ,önceden deneyimli olduğum için,Yeşilköy gümrüğündeki müfettiş arkadaşlara gidip durumu anlattım. “Meraklanma..Sen binmeden bu uçak kalkamaz”dediler.Uçağın kalkışı için oluru vermediler.Bu nedenle uçak yarım saat bekledi.Sonunda;pazarlıklar bitti ve beni uçağa aldılar. Beni;birinci sınıfta bir koltuğa oturttular.Yanımda;Azeri kökenli İran Ticaret Bakanı varmış.Onunla türkçe muhabbet ederek Tahran’a vardık. Bakan ve yanındaki heyet;İzmir Fuarı’ndaki İran pavyonunun açılışını yapmışlar;kokteyle katılmışlar.Sonra,Ankara’ya geçip görüşmeler yapmışlar,Tahran’a dönüyorlardı. Bakanın anlattığına göre;İran’ın traktöre ihtiyacı varmış ve bunları Türkiye’den almayı düşünüyorlarmış.Devrimden önce İran’da Ford traktörleri varmış.Yedek parça sorunlarını da çözmek için;Türkiye’den talepte bulunmuşlar.Hem yedek parça hem de imal edilmiş Türk Ford traktörlerinden ithal etmek istiyorlarmış. Türk hükümeti;Turgut Özal’ın gizli ortağı olduğuna dair dedikodular bulunan japon patentli Shibaura(Halk İşbora diyordu) traktörlerinden satalım,demiş.Onlar da kabul etmemişler.Çok önemli bir ihracat olanağı böylece elden kaçmış.Olayı dinleyince ne diyeceğimi;nasıl düşüneceğimi şaşırmıştım.Demek ki;Türkiye’nin ihracatını;ekonomik olmayan etkenler de etkiliyormuş?!... Beni;misyonun adamları hava alanında karşılayıp bir otele yerleştirdiler.Tahran’a gece yarısı varmıştık.Yorgundum;o nedenele hemen uyudum.Sabah;kahvaltı salonuna inerken,iki şey dikkatimi çekti.Duvarlarda “Ayvazyan”gibi isimli ressamların tabloları vardı.Otelin işleticisi;başı açık,sarışın bir kadındı. 113 Meğer;beni bir Ermeni ailesinin işlettiği otele indirmişler.Çocukluğum;Ermenilere ait “iğneli beşik”lerle dolu öykülerle geçmişti.O nedenle;bu tür ortamda bulunmaktan tedirgin oldum.Görev tamamlanana dek;huzursuz geceler geçirmiştim.Üstelik;İran’daki rejim yasakladığından yemeklerde içki servisi de yapılmıyordu.Doğru dürüst uyuyamıyordum. Misyonun başında sıra ile bir ülkenin büyükelçisi bulunuyormuş.O sıralar sıra bizdeymiş.O nedenle;misyonun başında bir Türk büyükelçi vardı.Durumu ona anlattım.Otelin durumundan bilgisinin olmadığını belirtti ve beni anlayışla karşıladı.Bir daha Türkiye’den gelenler yerleştirilirken bu hususa özen gösterilecekti.Çünkü;Tahran’da oldukça kalabalık bir Ermeni nufus vardı ve çok fanatik tiplerdi.Sık sık gösteriler yapıyorlar ve Türkler aleyhine sloganlar atıyorlardı.İşyerlerinin camlarına bile Türkiye aleyhine yazılar asıyorlardı. Büyükelçi ile tanıştığımızda;adam,adımı öğrenir öğrenmez “Coşkun Kırca’yı yiyen müfettiş sizsiniz demek ki”dedi.Ben önce konuyu iyi anlayamadım.Sonra;açıklamalar geldikçe anladım. New York konsolosluğu teftişi sırasında;Türkevi ile ilgili bazı şikayetlere de bakmıştım.Bu konuda ayrıca rapor yazmıştım.Benim bu raporum üzerine Coşkun Kırca’nın Kanada’ya yollandığı ve Birleşmiş Milletler misyonundan alındığı dedikodusu yapılıyormuş.Bu durum;biz maliye müfettişlerinin alınyazısıydı.Herkes,bizleri işine geldiği gibi kullanıyordu. Coşkun Kırca’ya Kanada’da Ermeniler saldırmıştı.Gece;evine girip onu yaralamışlardı.Hafif yaralı olarak kurtulmayı başaran büyükelçi,Türkiye’ye çağırılmıştı ve o anda merkezde görevliydi. Tahran’daki misyon şefi büyükelçi;Humeyni’nin sarayına yakın bir mahalledeki rezidansta oturuyordu.Bir gece;beni rezidansa yemeğe davet etti.Onun da eşi yanında değildi.Rezidansta yalnız kalıyordu.İran’a islam gelmişti ve savaş vardı.Ermani terörü riski de az değildi. Yemek sırasında Tahran’a ve rezidansın bulunduğu mahalleye yakın bir yere (Aptal füze) diye adlandırılan Scud füzelerinden biri düştü.Muhtemelen;Humeyni’nin ikametini hedef alıyordu Iraklılar. Ama;tutturamıyorlardı.Ertesi sabah;işe giderken,füzenin açtığı çukuru gördüm.Neredeyse;binalarla dolu bir ada yok olmuştu.Ancak;mahalli basında ve televizyonda sansür uygulanmış ve füze saldırısından söz edilmemişti. 114 İran;tam bir şeriat ülkesi olmuştu.Hatta;bu ülkenin diğer şeriatle yönetilen ülkeleri de geride bırakacak uygulamaları olduğu gözleniyordu.Futbol yasaklanmıştı.Nedeninin;hanımların erkeklerin bacaklarını görüp tahrik olmaları olduğu söyleniyordu.Bisiklete binmek;diğer batı sporlarını yapmak da yasaklanmıştı.Kadınlar;kara çuvallardan oluşan “çavdur”lar giyiyorlardı.Erkeklerin üç adım gerisinden yürüyorlardı.İran televizyonlarından başka televizyonlara bakmak;evlerde videolarla sinema filimleri izlemek yasaktı.Tiyatrolarda kadın rollerini de erkekler yapıyordu. Geceleri;İran’ın iki televizyonunu izliyordum.Birinde;durmadan mollalar islamla ilgili konuşmalar yapıyorlardı.Diğerinde;bazı kez filimler gösteriliyordu.Amerikan savaş filimleriydi gösterilenler.Orada bile;savaş gemisine binmeye hazırlanan erlerin karılarına sarılmaları makaslanmıştı;gösterilmiyordu. Birgün;Tahran ana caddesinde,kaldırımda yürüyordum.Birden;kaldırımın kenarına bir araç yanaştı ve durdu.Asker giyimli(Devrim muhafızlarıymış) kişiler;bir genç kızı bağırtı çağırtı arasında araca bindirip götürdüler.Resmen yolda kız kaçırmış gibi oldular.Kimse de olaya karışmadı.Ertesi gün;olayı İranlı denetmene anlattım.”Herhalde yüzü açılmıştır ya da saçı görünmüştür.Ondan alıp götürmüşlerdir’dedi.Cezalandırılacakmış ama,ne olduğunu genelde kimseler öğrenemezmiş.Bu adamlar o denli büyük yetkilere sahipmiş. .Ordunun yerini Pasteran dedikleri devrim muhafızları almıştı.Çocuklar;anne ve babalarının devrim kurallarına uymayan davranışlarını bunlara ihbar ediyorlardı.Onlar da gereken cezayı uyguluyorlardı.Din adına tam bir diktatörlük ve kaos ortamı yaratılmış görünüyordu. Bizdeki şeriat isteyen kadın ve kızların;Tahran’da bir ay geçirmelerini isterdim.Öyle;başında türbanın olacak ama;bir yandan da sevgilinle elele tutuşup yürüyeceksin..Yok öyle şey... Hazar Gölü kıyısında yazları denize girilen yerler varmış.Tahrandan aileler oralara giderlermiş.Ancak;denize erkekler ayrı;kadın ve kız çocukları ayrı girerlermiş.Ailecek denize girmek bile yasakmış. Yanında beş yaşında da olsa;bir erkek olmadan bir İranlı kız ya da kadın;sokağa çıkamazmış. İranlı’ya “Neden direnmiyorsunuz?”dedim.”Herşey olacağına varıyor”dedi.Bu kişi;şah yönetiminde Arthur Andersen firmasında yeminli mali müşavirlik yaparmış.Yeniliklere açık birisiydi ama;o da molla yönetiminden 115 korkuyordu.Mollalar;ülkenin her yerinde korkuya dayalı bir düzen kurmuşlardı.O sayede ayakta kalıyorlardı. İkinci kez Tahran’a gittiğimde;yollarda bisikletlilere rastladım.Futbol maçları başlamıştı.Ancak;ayak bileklerinde kadar inen eşofmanlarla oynanıyordu.Ayni İranlı’ye neler olduğunu sordum.”Toplumsal gelişime mollalar da sonuna dek karşı duramıyorlar”dedi. Bu son gidişimde;Iraklılar bir İran petrol çıkarma ve işleme ünitesini vurmuşlardı.Körfez kıyısındaki Abadan’daydı rafineri ve denizden petrol çıkarılan bir üniteydi. Savaş sırasında;İranın çıkardığı petrolün büyük kesimini Japonya satın alıyordu.Bu nedenle;İran Hilton(eski) otelinde bir teknisyen ordusu bulunduruyorlardı.İran televizyonunda zaman zaman canlı naklen yayınlarla rafinerinin onarımı gösterildi.Üzeri cayır cayır yanan denizin dibine dalan Japon teknisyenler;füze nedeniyle tahrip olmuş boruları kaynattılar ve bir hafta sonra yeniden petrol çıkarılmasına başlandı. Bir de;savaşın kişioğluna neler yarattırdığını gözledim.Dicle-Fıratın birleşerek körfeze döküldüğü yerlerde bataklıklar vardı ve buralarda ve dar su yollarında da savaşmak gerekiyordu.İranlılar;banyo küvetlerine kıçtan takmalı motor ve makineli tüfek monte edip;bunları birer savaş aracına dönüştürmüşlerdi ve sığ ırmaklarda bunlarla savaşılıyordu. Televizyonda göründüğü kadarıyle Tahran dışındaki İran çok fakirdi.Ayrıca;kendileri şii olduklarından sünni köylerine farklı davranıyorlardı.Buraların iyice geri kalmış oldukları gözleniyordu. İran televizyonlarında durmadan Kuran-ı Kerim okunuyor ve tefsirler yapılıyordu.Kanalın birinde ise savaş filimleri gösteriliyordu.Yani;İranlı için eğlenmek ve gülmek yasaklanmış gibiydi..Belki de;bunda savaşın da rolü vardı.Yine de;İran’a ikinci gidişimde;kadınların bazı devlet dairelerinde ve bankalarda çalışmaya başladıklarını gördüm..Birşeyler değişmeye başlamış görünüyordu.Örneğin;yurda dönerken,bavullarımı genç bir kız denetledi.Kızıma aldığım oyuncak bebeği görünce ısterik isterik gülmüştü. Uçakta yanıma genç bir kız oturdu.Azeri kökenliymiş ve ODTÜ’de okuyormuş.Başını açtı ve benimle konuşmaya başladı.Çok güzel bir kızdı.Biraz sonra;uçaktaki sivil giyimli bir pasteran kızı yanına çağırdı ve onunla kızgın kızgın konuştu.Ben;kıza kötülük yapacaklarını düşünmeye başladım.Kızcağız hışımla yerine döndü.Ben 116 de;yaşamını tehlikeye atmak istemediğimi;isterse konuşmayabileceğimizi söyledim.”Boşver,ben bunlardan korkmuyorum”dedi.Uçağın Tük semalarına girdiğini pilot anons etti.Bir anda;uçaktaki hemen tüm kadınlar ayağa kalkıp üzerlerindeki çavdurları çıkardılar.Etek tayyörlü ya da kot pantolonlu kıyafetleriyle ve başları açık Ankara’ya indiler. Sonra;Rotterdam Başkonsolosluğu teftişine gittim.Bu kente indiğimde 24 Aralıktı.Yani;Noel gecesiydi.Bir taksiye binip;beni orta ücretli bir pansiyona götürmesini istedim.Beni;bir pansiyona getirdi. Sahibi Yunanlı olmalıydı.Pansiyonun adı ve adamın tipi bunu çağırıştırıyordu.Pasaportumu verdim,İşlemlerden sonra;bana verilen odaya yerleştim.Birşeyler yemek için dışarı çıkacaktım Pansiyon sahibinden bana bir lokanta adı vermesini isteyince;hiç beklemediğim bir olay oldu.Adam;o gecenin Noel gecesi olduğunu;eşi ve çocuklarıyle Noel yemeği yiyeceklerini;onların Noel konuğu olmak isteyip istemediğimi sordu.Çok şaşırdım ama;öneriyi kabul ettim.Salonda;güzel bir yemek masası hazırlanmıştı.Salonun dip tarafına da küçük bir Noel ağacı kurulmuştu. Pansiyon sahibi ve ailesiyle muhabbet ederek güzel bir yemek yedik ve şarap içtik.Ben;sonra eğlenmek için dışarı çıkacaklarını düşünüyordum.Saat 23.00 olmuştu.Çocuklar;anne ve babalarını öpüp yatmağa gittiler.Bizler de yarım saat kadar daha oturduk.Onlar;çocukların Noel armağanlarını ağacın dibine bıraktılar.Ben de izin isteyip yattım. Sabah;Türk konsolosluğunun yerini sordum.Tesadüfen;yürüme mesafesindeymiş.Yunanlı bana yerini iyice tarif etti.Yürüyerek gittim;konsolosluğu bulup sayımı yaptım ve göreve başladım.Bu turne sırasında yaşadığım ilginç anılarım şunlardı. Ermeni terörü bitmiş;yerini yurt dışındaki kürt militanlar almıştı.Burada da vardılar.Hemen her hafta;konsolosluğun önüne gelip bağırıp çağırdılar.Polis konsolosluk önünde sürekli nöbet tutuyor ve fakat militanlara karışmıyordu.Başkaca da olay çıkmadı. Birgün;konsolosluktaki bir evlenme töreninde konsolos bey şahitlik yapmamı istedi.Benim için de değişiklik olurdu.Bu nedenle;konsolosun kıydığı bir nikahta hazır bulundum. Delikanlı yakışıklı bir karadeniz uşağıydı.Kaknem bir Surinamlı kızla evleniyordu.Durumu çok garipsedim. 117 Törenden sonra;bu durumu oğlana sordum.Meğer;oğlan,turist olarak buradaki akrabalarının yanına gelmiş.Hollanda’da kalabilmek ve iş bulabilmek için bir Hollanda’lı ile “şike evlilik”yapması gerekiyormuş.Eli yüzü düzgün bir Hollandalı kız bulamamışlar.Bu nedenle;Hollanda vatandaşı olan bu Surimanlıyla evlenmiş.Kıza belli bir para vermişler.Enaz beş yıl zorunlu evli kalacakmış kızla.Ben”Ya beş yıl sonra,ben kocamdan memnunum,ayrılmam derse”dedim.Karadenizli”Gerekirse,ikna ederiz oni”dedi.Bu iknanın ne anlama geldiğini biliyordum!...Yani;bum,bum!... Rotterdam;savaşta yakılıp yıkılmıştı.Yeniden kurmuşlar kenti.Çok düzenli ve yepyeni binalarla dolu bir kentti.Sanırım;dünyanın en büyük liman kapasitesi olan kentiymiş.Ayrıca;kenti evrenin finans merkezi yapmaya çalışıyorlardı. Bir başka Hollanda kentinde Mehmet Sazcı adlı bir maliye müfettişi teftişteydi.Amsterdam’da da sınıf arkadaşım Emre Ergin;eski üstadlarımızdan ve bir Hollandalıyla evli Vecdi bey vardı.Hafta sonları;onlarla gidip geliyor;biraraya gelip eğleniyorduk. Hollanda yeminli mali müşavirlik sistemini araştırmam da istenmişti görev sırasında.O konuda;Vecdi üstadın büyük yardımları oldu.Bu konudaki Hollanda mevzuatını toplayıp Ankara’ya getirttim.Bakanlık;bir tercümana çevirttirip yeminli mali müşavirlik çalışmaları sırasında değerlendirdi. Vecdi üstad;benim ona ilk kez uğramamdan bir hafta kadar önce;bir tramvay kazası geçirmiş.Vatman;yola aniden fırlayan bir köpeği ezmemek için sert bir fren yapmış.Kapının yanındaki;ortadaki direğe tutunmakta olan üstad;kafasını çelik direğe vurmuş.Gözlüğü kırılılmış ve gözlüğün cam parçaları bir gözüne doluşmuş.Bu nedenle;ciddi bir göz ameliyatı geçirmiş. Konsoloslukta Namdar Rahmi Karatay’ın yeğeni olan Mülkiyeli bir ağabey vardı.Eşini,tatil için Türkiye’ye yollamış.Kafa dengi ve rindmeşrep birisiydi.Türkiye’den yarım düzine yetmişlik yeni rakı götürmüştüm.Mezeler ondan;rakılar benden sık sık buluşup muhabbet ettik.Ayrıca;otomobili ile beni Rotterdam’ın yakın çevresine götürüp gezdirdi,durdu. Rotterdam Garanti Bankası’nda hesap açtırmıştım.Orada çalışan Yılmaz adlı bir Türk vardı.Rotterdamda yerleşmiş,çalışıyordu.Bana;kalabileceğim bir ev kiralamada yardımcı oldu.Ayrıca;bu kişi,bir dernek kurmuş,onun başkanlığını yapıyordu.Hollanda’da çalışanlardan ve Hollandalılardan topladığı bağışlarla yürüme özürlüler için tekerlekli sandalyaler alıyor;bunları Türkiye’ye yollayıp ya da 118 yazları beraberinde Türkiye’ye götürüp;özürlü vatandaşlara bağışlıyordu.Onunla da iyi arkadaşlık ettik. Rotterdam’da deniz ürünü satan sayısız denecek lokantalar vardı.Ben de deniz ürünlerine bayılıyordum.Ayrıca;kalp damarlarımda tıkanma olduğundan da balık yemeyi tercih ediyordum.Bazan da perhizi bozup;bol kollestrollu deniz ürünleri de yiyordum.Ama;Hollandalıların çok sevdiği çiğ balıklarını yiyemedim. Amsterdam ve Maastrich’i gördüm ve gezdim.Bir keresinde Emre’ler beni Manş Denizi kıyısında bir mesire yerine götürdüler.Çok güzeldi.Dönüşte;Amsterdam’daki Rembrant Müzesi’ni de gezdik.Bu müzede değişik tekniklerle ressamın yaşamı canlandırılıyor ve resimleri sunuluyordu. İki ay boyunca;iki saat süreyle güneşi ya gördük ya görmedik.Kapkara bulutlarla sürekli kaplı ve sık sık yağmurun yağdığı bir gökyüzü altında yaşamak Hollandalılara normal geliyordu ama;benim gibi Akdenizliler için doğrusu çok sıkıcıydı.Hollandalılar Türkiye’ye turist olarak gelınce;neden bütün gün güneş altında,hiç gölge aramadan uzandıklarını anlamış oldum.Adamlar;güneşe ayalarca hasret yaşıyorlardı. Rotterdam’da çok Türk vardı.Doğal olarak sorunları da vardı.Evini kiraladığım bir türk işçisinin oğluydu.Bir Hollandalı kadınla evliymiş;ayrılmışlar.Hakim;çocuğu anneye vermiş.Zaten Hollanda’da doğanlar,analarının nufusuna yazılıyor ve onun soyadıyle anılıyorlardı.İşlem gayet normal gelişmişti. Türk delirmiş.Üstelik;Hollandalı anne bunun çocuğunu görmesine de engel oluyormuş.Kafayı çekmiş;”Bu kadını öldüreceğim”deyip duruyordu.Yılmazla birlikte,adamı güçlükle yatıştırmıştık. Ren Nehri;denize dökülmeden önce Hollanda topraklarından geçiyordu.Hollandalılar ırmağı Maas olarak anıyorlardı.Üzerinde yük gemilerinin durmadan gidip geldiği bu ırmak.Rotterdam’ın da şah damarıydı.Limandan alınan mallar;bu küçük gemilerle ırmak üzerinden Hollanda ve Almanya içlerine taşınıyordu. Çarşıda bir kilise vardı.Hristiyanlıkla ilgili filimleri ücretsiz oynattıkları bir de sineması vardı.Arada;bu sinemaya gidip film izliyordum.Oradakilerin dikkatini çekmiş olmalıyım ki;birgün sinemanın lobisinde bir rahip yanıma yaklaşıp dinimi sordu.Hristiyanlık hakkındaki görüşlerimi öğrenmek istedi.Sinema;yabancıları hristiyanlığa davet etmek için kurulmuş bir düzendi.Bir daha o sinemaya gitmedim.Rahatsız olmuştum.Bu arada;ünlü altı saatlik On Emir filmini de izlemiş oldum. 119 Sonra;new York başkonsolosluk teftişine gittim.Bu teftiş de çok devingen ve serüvenli geçmişti. New York’a bir Noel günü öncesi inmiştim.Türkiye’den Türk Hava Yolları uçağı ile Londra’ya uçmuştum.Bir gece beni Heatrow hava alanı yakınındaki bir otelde ağırladılar.Ertesi gün;British Airways ile okyanusu aşıp Amerika’ya ulaşmıştım. Londra’daki otel silindir biçiminde yapılmıştı.Otelin yapısının ortasında boşluk vardı.Odaların pencereleri bu boşluğa bakıyordu.Bu boşluğa,her türden Afrika kuşları koymuşlardı.Sabahları bu kuşların cıvıltıları ile uyanıyordunuz.Buna karşılık;dış cepheye öyle yalıtım yapmışlardı ki;hava alanına inen kalkan yüzlerce uçağın gürültüsünü duymadan uyuyordunuz.Akşam yemeğinde;açık büfe vardı.Mide fesadına uğrayacaktım neredeyse!...Yemekler o denli çeşitli ve güzeldi ki... Ertesi sabah okyanus ötesi uçuşu başladı.Bir saat sonra;okyanusun üzerindeydik.Aşağıda;sürekli görünen bir su kitlesi,sıkıcı oluyordu.Neyse ki;uçağın içinde filimin biri bitiyor;diğeri başlıyordu. Öğle yemeğinde bana ve Pakistanlılara tavuk verdiler.Yanımdaki Amerikalı ailenin reisi koca;onlara neden tavuk verilmediğini sordu.Hostes;bizlerin müslüman olduğumuzu,bu nedenle farklı yemek verdiklerini söyledi.Böyle de ince düşünüyorlardı havayolları... Amerika kıyılarının görünmesi ile Kennedy Airport’a inmemiz bir oldu.Bir taksi kiralayıp Birleşmiş Millerler binalarının bulunduğu meydana götürmesini söyledim.Bizim konsolosluğun bulunduğu Türkevi adlı yaklaşık otuz katlı yapı;”Bireleşmiş Milletler Meydanı”ndaydı. Meydana gelince;”Türk Evi”ni ve bayrağı gördüm.Şoförden oraya gitmesini istedim ve binanın öninde taksiden indim. Parasını öderken şoför binayı gösterip “Buraya mı geliyorsunuz”dedi.”Evet”yanıtını alınca;”Bilseydim;sizi buraya getirmezdim”dedi ve gazladı gitti.Giderken şaşkın,taksinin arkasından bakakaldım.Bu arada;taksinin arka camına yapıltırılmış el kadar bir bayrak gördüm.Ermeni bayrağıydı ve altında”Free Armenians” yazılıydı.O zaman;adamın ne demek istediğini anladım. Sonraki günlerde;bu olayı Başkonsolosa anlattım.Büyük bir tehlikeyi kazasız belasız atlatmış olduğumu söyledi.Kennedy hava alanı ile kent arasındaki yolda hergün yaklaşık elli kişi”faili mechul”olarak kayboluyormuş.Söyleseydim,beni alandan aldıracaklarını belirtti.Bunu ben de biliyordumAma;konsolosluk kasasını saymak gerektiğinden gizlice inmek gerekiyordu.Bu da yurt dışında tehlike yaratıyordu. 120 Bu nedenle;yurda dönüşte taksi kiralamamamı söylediler.Bir limuzin kiralama şirketinde çalışan bir Türk varmış.O gelip beni evden aldı ve hava alanına götürdü.Çok fiyakalı bir gidiş olmuştu. Para vermek istedim,şoför Türk almak istemedi.Ben ısrar edince “O zaman 50 dolar vereceksiniz”dedi.Ben de bu kez çok şaşırdım.Çünkü;gelişimde buradan konsolosluğa 20 dolar taksi ücreti ödemiştim.Hemen hemen ayni uzaklığa bu parayı istiyordu.”Eee,ne yaparsın..Bu limuzin fiyatı”dedi. Çaresiz 50 doları verdim ve yurda döndüğümde harcırah beyannamesine 20 dolar ödediğimi yazdım.Böylece;limuzin safası bana 30 dolara patlamış oldu. New York’a gittiğimde devlet bana 100 dolar gündelik veriyordu.Bununla otelde kalacak;yiyecek içecek ve ulaşım sağlayacaktım.Oysa;kalabileceğim en ucuz otelin gecelik ücretinin 80 dolar olduğunu öğrendim.Başkonsolos;Rockfeller Center’da “gençlik merkezi”nde bir oda ayarladı.Geceliği 50 dolardı.Banyo ve tuvalet odanın dışındaydı,kat tuvaletiydi.Ortak kullanılıyordu.Kalacağım odaysa iki metreye üç metrelik ,ufacık bir odaydı.İçinde bir yatak,bir küçük elbise dolabı ve küçük televizyon vardı. Burada;orta tabakadan Amerikalılar ya da Birleşmiş Milletlere yeni gelen üye devletler memurları birkaç gün kalırmış.Ücreti iyiydi ama;koşullar berbattı. Sabah;yüzümü yıkamak ve traş olmak için ortak kat tuvaletine gittiğimde;Amerikalıların duşlarda çırılçıplak yıkandıklarını ve dışarıda bile öylece dolaştıklarını gördüm!..Bu;benim alışkın olmadığım,rahatsız edici bir durumdu. İzlenimlerimi başkonsolosa aktardım.Haklısın denildi ve kalabileceğim bir ev arandı.Hem;güvenliğim açısından da bu önemliydi. Bunun üzerine;bir Özbek Türkü olan konsolosluğun şoförünün evinde bana bir oda ayarlandı.New York’un Jackson Hights diye anılan,kuzeydeki mahalledeki bir evdi.Bir ay boyunca orada kaldım ve bekar olan şoförle arkadaşlık ettim. Ayrılırken,ev sahibine para vermek istedim.Almadı..O sıralar;Bursa’daki bir Türk kızıyle,muhtemelen o da bir Özbek Türküydü,evlenmek üzere hazırlık yapıyordu.”O zaman;düğününde ben burada olamayacağım.Sana,şimdiden düğün armağanı alayım”dedim.Çok değerli birkaç parça ev eşyası aldım.O da bunları kabul etti. Şoförün evinde;benden başka New York’a kaçak girmiş bir Türk daha kalıyordu.Kaçak çalışarak bir iş hanında gece bekçiliği yapıyordu.Onunla da arkadaşlık ettim. 121 Yılbaşında;Özbek pilavlı bir yılbaşı kutlaması yaptık.Ben;kaçak Türkle çevredeki sokaklarda dolaşıp bir baklava satan yer aradım.Mahalledeki bir Ermeninin dükkanında baklavayı bulduk,aldım.Yılbaşı armağanım bu baklava oldu.Onu da rakı eşliğinde yedik. Saat onikiden sonra ben uyudum;onlar dışarı çıktılar.Birisi göreve gidecekti;şoför de Amerikalı kız arkadaşı ile eğlenmeğe gidecekti. Şoför;birgün New York köprülerinden birinden geçerken;yukarıdan ters yöne akan trafiğin olduğu yoldan;üzerine bir TIR devrilmiş.Araç;konsolosluğun zırhlı aracı olduğundan,ölmemiş.Ama;uzun süre hastanede yatmış ve tedavi görmüş.Tır firması;hastahane giderlerini karşılamış;ayrıca kendisine 50 bin dolar tazminat ödemişler.İşte;o parayla evlenecekti. Ancak;gözlediğim kadariyle,bu kaza nedeniyle ruhsal durumu biraz bozulmuştu.Bir Amerikalı kız arkadaşı vardı.Onunla evde bazı geceler buluşurlardı.Ben ;onlar geldiğinde,çıkıp çevrede geziniyordum...Anladığım kadarıyle;hafif uyuşturuculardan da kullanıyorlardı. Birgün;kaçak Türkle buluştuk ve bir barda bira içmeğe gittik.Biralarımızı içerken;çevredekilerin daha çok yunanca konuştuklarının ayrımına vardım.Herhalde Yunanlıların işlettiği ve Yunanlıların daha sık geldiği bir bardı..Biz de onunla türkçe konuşuyorduk. Bir süre sonra;konuşmamız barmenin dikkatini çekti..Bize,Türk olup olmadığımızı sordu.Ben de;gençliğimde Yunanlı pansiyon sahiplerimdem öğrendiğim yarım yamalak yunancam ile “Ne,ego ime turko”dedim.Yani;”evet ben Türküm”demiştim ve bunu elenika aksanı ile söylemiştim. Bara bomba düşmüş gibi oldu!...Sesler;çatal bıçak gürültüleri bıçakla kesilmiş gibi kesildi. Kaçak Türk duruma bakıp çok şaşırdı ve biraz da korktu.”Abi,ne dedin bu adama sen!...”dedi.Ben de “Boşver,hesabı öde de gidelim.Bir daha da beni Rumların ve Ermenilerin işlettikleri bu tür yerlere getirme”dedim.Hesabı ödedik ve donup kalmış rum kökenli Amerikalıların arasından soğukkanlı yürüyerek bardan çıktık. New York’a geldiğim ilk günlerde;Türkiye’den,New York’taki anne ve babasına armağan yollamış bir komşumuzun armağanını vermek için,adreslerine gitmiştim.Onlar da Özbek Türküydü. Aman tanrım!..Adresteki evin önüne geldiğimde,apartmanın giriş kapısının ve önünün polis kaynadığını gördüm.Apartmana girmek istedim.Polisler engel 122 oldular.Aradığım kişinin adını verince;içeri girmeme izin verdilerArmağanları getirdiğim evin erkeği;o apartmanın “intendent”i imiş.Yani;bir tür kapıcı-apartman yönetisiymiş. Ben gelmeden yarım saat kadar önce;malikler adına,apartmandaki kiracılardan kiraları toplamış.Zemin kata indiğinde;bir biçimde,apartmana girmeyi başarmış üç genç zenci;adamın kafasına tabanca kabzası ile vurup adamı bayıltmışlar.Paraların tümünü alıp kaçmışlar..Polis;ifadeleri alıyor,delilleri topluyordu. Adamın ailesi ile tanıştım.Beni dairelerine aldılar.Bir süre bekledik.Adam da başı sarılı olarak eve geldi...Armağanları verdim;selamları ilettim.Onlar da beni akşam yemeğine davet edip alakoydu.Böylece;New York’un gerçekten de Amerikan filimlerinde gördüğümüz gibi bir kent olduğunu,daha ilk günlerde anlamış oldum. Diğer yandan;New York harika bir kent..Evrenin en güzel,en karmaşık,en yaşanacak kenti..Doğal olarak da en pahalı evren kentlerinden biri..Hafta sonlarında;kentin varoşlarını,görülecek yerlerini,Staten Island’ı gezdim. Bu arada;Bireleşmiş Milletlerdeki Türk delegasyonunun başkanı olan Coşkun Kırca ile de tanıştım.Onun da bazı işlemlerini denetlemiştim.Beni;birgün Bireleşmiş Milletler genel kuruluna götürdü.Görüşmeleri izledik.Başka bir gece “Club Private”a götürdü.Yalnız New York’un değil;evrenin en yüksek sosyetesinin uğrak yeri olan bir klüptü. Ben;”Bu klübü biliyorum”deyince çok şaşırdı.”Nasıl olur yahu;burası çok özel ve pahalı bir klüptür”dedi.Ben de;bizleri buraya İMF nin getirdiğini söyledim.Gerçekten de;İMF kursları sırasında bizleri New York’a da getirmişlerdi.Waldorf Astoria otelinde kalmış ve bir gece bu klübe gelmiştik.onu anlattım.İkna oldu. O gece;Bireleşmiş Milletler basın temsilciliğinde çalışan Türk bir karı koca(Korleler) ile İzmir’den gelmiş bir sanayici;Dündar Soyer ve eşi ile ve Kırca’larla harika bir gece geçirdik.Bayanlarla dans ettim.Basın temsilcisi olan bayan dans sırasında beni uyardı.”Aman,dikkat edin..Bu kentte Aids çok yaygındır”dedi..Bu uyarı;o kentte kaldığım sürece etkili oldu. Bir Pazar günü;Hürriyet Heykeli adasına gidecektim.İskeleye doğru yürüreken;kırmızı ışıkta yanımda son model,üstü açık bir otomobil durdu.Kadın sürücü;özür dileyerek,bir yönü bilip bilmediğimi sordu.Oysa;kırmızı ışıkların on metre ilerisinde,trafik levhalarında sorduğu yön belirtiliyordu.Kendisine levhayı gösterdim.”Gözlüğümü evde unutmuşum,oraya dek bana refakat eder misiniz?”dedi.Orta yaşlı,şık giyimli,çekici bir bayandı.Birden;filimlerde gördüğüm 123 “Aids evrenine hoş geldin”yazıları aklıma geldi..Belki de,Aids beni çağırıyordu.İlk kez;bir bayanın davetini ret etmek zorunda kalıyordum.Özür diledim ve iskeleye yürüdüm. Buna karşılık;bir başka gün;konsolosluğa gitmek için metro istasyonuna yürüyordum.Bir manavın önünde;orta yaşlı bir amerikalı kadın,merhaba dedi.Ben de merhaba dedim.Kadın “Yabancısınız değil mi”dedi.Ben de “Evet”dedim.Bu kez kadın”Benimle evime gelip yatmak ister misiniz”dedi.Afalladım doğrusu.Eliyüzü düzgün;evli bir kadın görünümü vardı.Bu kez gözümü kararttım ve kadının evine gittim..Sonra da işe indim. Birgün;Manhattan’da yürürken;camekanlı bir araba ile nohutlu pilav satan birisini gördüm.Arabanın camekanının bir yanında;New York belediyesinden alınmış;yaptığı işle ilgili izin belgesi vardı.Çok şaşırdım. “Merhaba hemşerim”dedim.Gerçekten de Türkmüş..Bir nohutlu pilavını yerken konuştuk.Karadenizliymiş..Gemilerde tayfa olarak çalışırken,Kanada’ya gitmekte olan bir gemiyi New York’ta terk etmiş..Uzun süre kaçak çalıştıktan sonra;bir Amerikalı kızla evlenmiş ve vatandaş olmuş..Şimdi de bu işi yapıyormuş. Günümüzde;Cola Turka reklamlarında işlenen bir konu var..Amerikalıları Türkleştirmek..Bu karadenizli hemşerim;nohut pilav ile bu işe girişmişti..İşler mi? ...İyiydi,hem de çok iyii... Teftiş bitti.NewYork’u bir daha göremeyeceğimi düşünmenin üzüntüsü ile uçağa binip teftiş için Paris yollarına düştüm.Paris’e üçüncü gidişim olacaktı. Nürnberg’de olduğu gibi;New York’ta da soğukluk rekorunu yaşamıştım.Eksi yirmibeş derece olmuştu bir gece.Bu benim alınyazım gibiydi.Nereye gitsem;orada soğukluk rekoru kırılıyordu. Uzun bir Atlantik ötesi uçuşun sonunda;Paris’in General Charles De Gaulle uluslar arası hava alanına indim.Bu kez deneylenmiştim..Taksilerin sağına soluna baktıktan sonra;birine bindim ve Paris’e indim.New York’tan sonra Paris;İstanbul’dan sonra Ankara gibi geliyordu insana. Paris konsolosluğu;OECD türk delegasyonunun bulunduğu Boulevard Malherbes’te bir adrese taşınmıştı.O sıralarda;Ermeni teröristlerin en önemli hedeflerinden biriydi.Son olarak;benim gelmemden çok kısa bir süre önce Başkonsolos Kaya beyi yaralamışlardı.Teftişi,bu koşullarda yürütecektim.Allahtan;konsolosluğun önünde yirmi dört saat Fransız polisi nöbet tutuyordu. 124 Beni;bir Fransızın işlettiği,konsolosluğa yürüme mesafesindeki kısmen ucuz bir otele yerleştirdiler.Ankara’dan gelen kuryeler de o otelde kalıyorlarmış.Nisbeten güvenli bir yer diye düşünülüyordu. Üçüncü gün;otel sahibi;beni otelinde ağırlayamayacağını;otelini terk etmemin uygun olacağını söyledi.Adamın;bu tür davranmasını gerektirecek bir davranışım olmamıştı. Adamı biraz sıkıştırdım.Sonunda;baklayı ağzından çıkardı.Ermeni militanlar gelmişler ve otelciyi tehdit etmişlerdi.”O adam burada kalırsa;sana da oteline de zarar veririz”demişler.Adam;yalvaran gözlerle tartışma yaratmamamı söylüyordu.O gece de orada kaldım. Ertesi gün;Başkonsolosla görüştüm.Büyükelçi’ye bilgi aktardı..Beni;öğleden sonra:o otelden alıp Cezayirlilerin işlettiği bir başka otele taşıdılar.Altımdaki odaya da bir güvenlik görevlisi yerleştirdiler.Teftiş bitene dek orada kaldım ve Ermenılerden bir ses çıkmadı. Büyükelçilikte mali müşavirlik görevine;Yeminli Bankalar Murakıpları Kurulu Başkanı Ural Şekerci atanmış.Bakanlıktan tanırdım kendisini.Onu ziyarete gittim. Oturmuş konuşuyorduk,Bir telefon geldi.Ermeni aksanı ile konuşan birisi kendisine “Hoş geldin”diyormuş.Teşekkür edip telefonu kapattı. Oysa;o zamanlar,bu kişiler,yurt dışı görevlerde gizli kararname ile görevlendiriliyorlardı.Paris’e yeni geldiği için,gelişinden kimsenin haberli olmaması gerekiyordu.Bunu ona anlattm.”Ermeni komitacılar sana,cehenneme hoş geldin dediler”dedim.Çok telaşlandı ve hemen beni bırakıp gidip durumu Büyükelçi’ye anlattı. Paris’te kaldığım sürece Ural beyle ahbaplık ettim.Ben ona Paris’i tanıtıyordum.O da beni,iki kez,,Monparnasse’da keşfettiği güzel bir bistroya götürdü.Sahibesi Türk;kocası Fransızdı.Onlarla da tanıştık.Bira içiyor;muhabbet ediyorduk.Bayan da arada masamıza gelip muhabbete katılıyor;yurt özlemi gideriyordu. Üçüncü gidişimizde kadın;servisten sonra masamıza oturdu ve bir daha bu bistroya gelmememizi rica etti.Neler olduğunu anlamıştık.”Ermeniler mi? ”dedik.”Evet”dedi.Kadını ve kocasını tahdit etmişler.”Bir daha o iki Türke servis yapmayacaksınız.Yoksa size ve buraya zarar veririz.”demişler.Önce;kocası korkmuş.Sonra da o...Yapılacak bir şey yoktu.Oradan ayağımızı kestik.Başka ve değişik bistrolara gitmeğe başladık. 125 OECD türk delegasyonunda çalışan Mülkiye’den sınıf arkadaşlarım varmış.onlarla da haberleştim.Bir iki gece birlikte yemek yedik ve güzel Mülkiye günlerini andık. Paris’i ezbere biliyordum.1968 baharındaki öğrenci olaylarında Paris’teydim ve metro yoktu,otobüs yoktu,banzin olmadığından otomobiller yoktu.O nedenle;hemen tüm Paris’i yürümek zorunda kalmıştım.Teftiş dışındaki boş zamanlarımda;yine uzun yürüyüşler yaparak o güzel anılarla dolu yerleri bir kez daha gördüm.Bir tiyatro oyununa gittim.ORTFnin,Fransız devlet televizyonunun canlı yayınlanan bir eğlence proğramına gittim.Bol bol sinemalara gidip;son dönemlerin filimlerini izledim.Bu arada Ghandi filmini orijinalinden izledim ve çok etkilendim.Pasif mukavemetle birşeyler elde edileceğine dair iddia,kişiye kolayca kabul edilecek bir görüş gibi gelmiyor.Ghandi’nin yaşamını izlerken;bu yolla koca bir ülkenin,Hindistan’ın bağımsızlığını kazanmasına tanıklık ediyordunuz. Ben oradaykan;Kaya beye Ermenilerce yapılmış saldırının davası görülecekti.Elbette;Ermeniler,bu davayı da Ermeni soykırımı yapıldığına dair bir propoganda aracı olarak kullanacaklardı.O nedenle;Türkiye’den Türkkaya Ataöv ve Mümtaz Soysal hocalar geldi.Bir öğle yemeğinde bereber olduk. Son olarak;Madrid Büyükelçiliği Başkonsolosluğu’nu teftiş ettim.Büyükelçi sınıf arkadaşımdı.Gün Gür adlı Büyükelçi hem de İzmirliydi.O nedenle;iyi bir turne proğramı oldu.Ancak;Türkiye’ye döndüğümde küçük oğlumun komando asteğmeni olarak Mardin Midyat’a gittiğini öğrendim.Bu nedenle;bu turneyi sonradan lanetle andım.Oğlumun psikolojisi bozulmuştu.Türkiye’de olsaydım;belki de onu bu tür askerlikten kurtarırdım .Büyükelçi ve eşi sık sık beni rezidansta akşam yemekleri ile ağırladılar.İki ya da üç kez de Madrid yakınındaki tarihi Toledo kentine götürdüler.Burası,harika bir kentti.Sanki;ortaçağdaki yapısını aynen korumuşlardı.Ayrıca;gümüş işleme işinde ustalaşmış kuyumcular vardı.Bol bol gümüş işlemeli armağanlar almıştım. Madrid’te dünyanın en güzel müzesi vardır.Ben;Paris müzelerini;Washington DC müzelerini;İtalyan müzelerini;New York müzelerini gezdim.Madrid müzesi denli hiçbirinden etkilenmedim.Yalnız;son yıllarda bir tura katılıp Antalya müzesini de gezdim.O müzeden de çok etkilendim. Madrid’teki Prado Müzesi;haftalarca gezilmekle bitirilebilecek güzelliklerle doluydu.Hergün;özellikle Japonlar olmak üzere binlerce turist tarafından geziliyordu.Bir ortaçağ ressamının bir nehir kıyısındaki pikniği anlatan 126 tablosunda,uzaylı yaratıklara benzer varlıklar görülüyordu.En çok o tablodan etkilenmiştim. Madrid;çok kolay öğrenilebilen bir kentti.Başlıca iki büyük bulvarı vardı.Tüm iş ve eğlence yerleri;bu bulvarlardaydı.Apart otel tipi bir otelde kaldım.Buzdolabım,küçük bir mutfağım,televizyonum,telefonum vardı.Turizm açısından ölü mevsim olduğu için,çok ucuza kaldım.Beni bu otele;uzun süredir Madrid’te yaşayan ve konsoloslukta mahalli katip olarak çalışan bir Türk yerleştirmişti. Aslında;Madrid’e gelişim kötü anılarla dolu bir yolculuk sonucu oldu.Kalp damarlarımda tıkanıklık olduğundan;uçak yerine trenle gitmeğe karar verdim.İsatanbul’dan trenle yola çıktım.Yaklaşık 48 saat sonra Madrid’te olacaktım.Yalnızca Budapeşte’de Madrid trenine aktarma yapacaktım.Beni uğurlamaya iki oğlum da gelmişlerdi.Birinci mevki vagonda bir tek ben yolculuk yapacaktım. Tren;normal olarak,İstanbul’dan rötarlı kalktı.Bulgaristanı,Romanyayı,Macaristanı geçip Budapeşte’ye vardık.Gündüzleri;vagonun penceresinden gördüğüm görüntüler çok güzeldi.Hele o Vardar Ovası ne kadar büyük ve verimli bir ovaydı!..Romanya’dan geçerken,çingenelerin yerleşik olduğu köyler gördüm.Hepsinin evleri,beyaz badana ile boyanmıştı ve tertemizdi.Bir de bizim tren yoluna yakın köylerimizin kerpiç ve bakımsız evlerini düşündüm.Avrupalılar;önce bu ülkeleri Avrupa Birliği’ne almakta haklı görünüyorlar. Romanya’dan Macaristan’a girdiğimizde Macar kondüktör beni uyardı.Peşte’ye kadar;kaldığım bölümün kapısını kilitli tutacaktım.Ne kadar ısrarlı davranırlarsa davransınlar;kapıyı kimseye,hiçbir biçimde açmayacaktım.”Girmek isyeten olursa sakın izin vermeyin.Çünkü,çok hırsızlık olayı oluyor”dedi.O zaman,trenle gitme kararımın doğru bir karar olmadığını anladım.Çünkü,yalnızdım. Gerçekten de;gece boyınca birileri önce kapıyı çaldı;sonra açmak için zorladılar.Açmadım,onlar da açamadılar.Uykusuz ve gergin ve yorgun olarak Budapeşte’ye ulaştık. Budapeşte’ye gelmeden önce;evrak çantamı bavulumun içine koymayı düşündüm.Sonra;bavulum çalınırsa tüm belgelerim ve paralarım gidecek diye düşündüm.Bir elimde bavul;bir elimde evrak çantamla trenden indim.Hemen hamal kılıklı birileri bavula saldırdı.İstemediğimi işaretle anlattım ve Madrid treninin hareket saatini ve peronunu öğrenmek için danışmaya gittim.Bavulumu duvara 127 dayadım.Evrak çantamı da bavula dayadım ve danışmadaki kızla konuşmaya başladım. Düşündüğümün tam tersi oldu.Ben,danışmadaki kızla görüşüreken,birkaç saniye içinde birileri evrak çantamı alıp gitmişti.Çantamın yerinde olmadığını görünce panikledim.Madrid trenini falan unutup çantanın peşine düştüm. Hemen istasyon karakoluna gittim.Olayı anlattım.Karakolun polis şefi “Danışmanın önünde mi oldu”dedi.O zaman herşeyi anladım.Polisler de hırsızlık çarkının içindeydiler.Çantamda resmi belgeler ve demirbaşlar vardı.O nedenle bir tutanak düzenlenmesini istedim. Bir çevirmen çağırdılar.Yarım saat sonra birisi geldi.Berbat bir fransızcası vardı.Onun yardımı ile Macarca bir tutanak düzenlediler ve bir örneğini bana verdiler. Jeton satın alıp Büyükelçiliği aradım.Amacım;olay nedeniyle yardımlarını istemek ve yola bir uçakla devam etmeme yardımlarını istemekti.Trenle yolculuktan yılmıştım.Büyükelçi yokmuş.Cumartesi günü olduğu için bana yardım da edemezlermiş.Öylece kalakaldım tren istasyonunda.. Bu arada;beni Madrid’e götürecek tren de kaçmıştı ve benim biletim yanmıştı.Tam bir serüven başlıyordu.Oradan Viyana’ya gitmeğe karar verdim.Viyana’da doğrudan Madrid’e gidebileceğim bir tren bulacağımı umuyordum..Yeniden bilet aldım ve ilk trenle Viyana’ya gittim.Orada Madrid’e tren yoktu.Ancak;Milano’da Madrid için tren bulabilirmişim. Bu arada tıkalı damarlarım bu denli strese dayanamadı ve kalbim sıkışmaya başladı.Avusturyalı bir tren görevlisini çevirip yarı almanca durumumu anlattım ve hastahaneye gitmek istediğimi söyledim.Adam;durumumun vehametini gördüğü halde ilgilenmedi ve yürüdü gitti..Baktım,olacak gibi değildi.O istasyondan tramvaya binip başka bir istasyona gittim ve Milano için bilet alıp treni beklemeye başladım. Milano trenine gece yarısına doğru bindim.Ancak;tren Slovenyadan ve Trieste’den geçerek önce Venediğe gitti.Her hudut geçişinde ek tren ücreti ödüyordum ve uykusuzdum.Venedik’te Milano trenine bindim ve fakat bir başka İtalyan kentinde daha aktarma yaparak Milano’ya ulaşabildim.Madrid treni biletini alıp cebime koydum ve biraz rahatladım. Garın girişinde jetonla konuşulan telefonlardan vardı.Ben de onlardan İzmir’i arayıp başıma gelenleri anlattım ve kredi kartlarımın iptalini sağlamalarını istedim..Allahtan;hırsızlar kredi kartlarımı kullanmamışlar.Ben telefon konuşmamı tamamlamıştım ki yanımdaki telefonla konuşan genç birİitalyan;havaya zıplayıp 128 boyluboyunca yere düştü. Ve devinimsiz kaldı.Çevredeki İtalyanlar koşuştular ve onların konuşmalarından genç adamın kalp krizi geçirdiğini anladım.Büyük olasılıkla ölmüştü adam.Benim de iki kalp damarım tıkalıydı ve ilaçlarım da bitmek üzereydi.Yedek ilaçlarım evrak çantasıyla gitmişti.Bir kez daha panikledim. Trenin hareket saati geldi ve trene binip hareket ettikten sonra moralim biraz düzeldi.Trendeki yolcuların kılık kıyafetleri bile değişmiş ve güzelleşmişti.Yanıma oturup inmek için kalkan çeşitli yolcularla muhabbet edip Nice’i,Cannes’i ve tüm güney Fransa kıyılarını trenden görerek İspanya sınırına geldim. Ankara’dan yeşil pasarortlu olmama karşın vize alarak yola çıkmıştım.İspanyol gümrükçüler;vizeye bakmadan giriş damgasını bastılar.Oysa;ben o vizeyi almak için üç gün geç yola çıkmış;İstanbul-Ankara-İstanbul arasında mekik dokumuştum. Madrid’te göreve başlayınca durumu Büyükelçi’ye anlattım.Budapeşte Büyükelçiliği ve Dışişleri Bakanlığına durum fakslarla bildirildi.O,çantanın bulunacağından umutluydu.Bense umutsuzdum..Giden gelseydi dedem gelirdi demişler...Boşuna dememişler!...Çantanın içinde yüzbin İspanyol pesetası vardı.O da gitmişti.O parayı;İspanya içindeki turlar la ülkeyi gezmek ve görmek için ayırmıştım.Benim yerime;hırsızlar İspanya’da tatil yapmışlardır diye düşündüm...Dolayısiyle;Madrid dışındaki ünlü İspanyol kentlerini göremedim. Rotterdam’da rastlamış olduğum bir bayan idari ateşe vardı.Burada da karşıma çıktı.Buraya gelmeden önce;Stockholm’de çalışmış.Birkaç kez yemeğe çıktık ve geçmiş günleri andık. Atına’da kürtlerin saldırısına uğramış ve o nedenle buraya yollanmış bir başka idari ateşe vardı.Şenlikli bir karadenizliydi.Ailesi ve çocukları Türkiye’de tatildeymiş.Beni sık sık evinde ağırladı ve Madrid’in yakın çevresini gezdirdi.İspanya’da lig maçları hemen haftanın her gününe yayılarak oynanıyordu.O nedenle,televizyonda hemen her gece maç vardı.Onları seyrederdik.Karadeniz müziği dinleyip kafa çekerdik. Koruma polislerinin hemen tamamı;Türkiye’de doğudaki “özel tim”lerde çalışmışlar ve psikolojileri bozulduğu için buraya yollanmış kişilerdi.Madrid’te çok etkili bir kürt lobisi vardı.Her hafta Büyükelçilik önünde gösteri yapıyorlar ve koruma polislerine iş çıkıyordu.Polisler,Mesai saatlerinde genellikle büyükelçilik yakınındaki barlara ve İspanyol kızlarına takılıyorlardı.Kimse onlara ses çıkarmıyordu. Büyükelçilik müsteşarı;eski Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ün torunu olan bir diplomattı.Eşi;Lizbon Büyükelçisiydi.Bir hafta sonu beni de Lizbon’a davet 129 etti.Çekindiğim için gidemedim.Çünkü,teftişte neler çıkacağı belli olmuyordu..Birkaç kez öğle yemeğine çıkıp ünlü İspanyol yemeği “paella” yedik. Uzun süredir İspanya’da yaşayan bir Türk vardı.Çok iyi ispanyolca biliyordu.Bu nedenle;mahalli katip olarak çalışıyordu.Bir de İspanyol bir bayan mahalli katip vardı.O da bir Türk erkeğiyle evliydi.Bu kişinin;harç alma işlemlerinde bilerek bazı eksiklikler yapmış olduğunu gözledim.Uyarım üzerine;bekleme odasına bir ayna konulup orada para alışverişi olup olmadığı izlenmeye başladı. Ben oradayken;Türkiye’de “Susurluk Skandalı”patlak vermişti.Çoğu ülkücü olan koruma polisleri,gelen haberleri okudukça bu işe çok şaşırıyorlar ve liderleri konumundaki bu ülkücü kişileri lanetliyorlardı. Madrid’te yaklaşık bin dolayında Türk yaşıyordu.Bunların yarısı;İspanyol hapishanelerindeki eroin kaçakçısı Türklerdi.Bunların içinde ünlü bir sinema aktörü de vardı.Hapisten çıktıktan sonra Türkiye’ye gelmiş ve yeniden itibar kazanmıştı. Bir keresinde bir adam Konsolosla konuşuyordu.Konu;adamın babasına ait cenazeyi Türkiye’ye götürmek istemesiydi.Babası;uyuşturucu kaçakçılığından yakalanmış ve İspanyol hapishanesinde ölmüştü.İspanyollar cenazesini vermiyorlardı.Çünkü;adam sahte pasaportla yakalanmıştı ve pasarorttaki kayıtlar;adamın Türkiye’den getirdiği nufus kayıtlarına uymuyordu.İspanyollar da burada ölen senin baban değil diyerek cenazenin Türkiye’ye nakline izin vermiyorlardı.Tam,Aziz Nesin’in yaşar ne yaşar ne yaşamaz olayıydı. Adamın Türkiye’de büyük bir mirasının olduğunu söylüyordu Türkiye’den gelenler.Ancak;İspanya’dan ölüm belgesi gelmedikçe mirası paylaşamıyorlarmış.Adam;dövünüp duruyordu. İspanya;her türden uyuşturucu kaçakçılarının cirit attığı bir ülkeydi.Bunda;İspanyolca konuşan Kolombiyalıların uluslarası uyuşturucu kaçakçılığında önemli rol oynamalarının etkisi vardı.Nitekim;birçok Kolombiyalı,büyükelçilikten Türkiye’ye giriş vizesi almışlardı.Türkiye’ye giren kokainin bu yolla girdiği anlaşılıyordu.Kolombiyalıların vize almışlarının sayısı dikkat çekecek ölçüde fazlaydı.Bazı Kolombiyalılar;vize talebinde bulunmuş ve fakat almamış görünüyorlardı.Bunlara,vize bedeli alınmadan vize verilmiş olması olasılığı vardı. Bu gözlemlerimi raporuma yazdım.Dışişlerinden;doğru söylemediğim ve bu tür olayların olmadığı biçiminde bir yanıt geldi.Hakkımda soruşturma açılmasını istiyorlardı.Allahtan bu durumda olan Kolombiyalılardan birkaçının başvuru 130 fotokopilerini saklamıştım.Onları;bir yazı ekinde Dışişleri Bakanlığı’na yollattım.Bir arkadaşımın İspanya’da çalışan bir kızı vardı.Onun babasına dediğine göre;benim teftişimden sonra;Büyükelçilikte Ankara’dan gelen diplomatlar soruşturma yapmışlar.Bu;raporumun yerini bulduğunu gösteriyordu.Bu arada;sınıf arkadaşım olan Büyükelçi’yi de Madrid’ten başka bir Avrupa başkentine nakletmişler. Benim teftiş süresince çok sıkı bir biçimde çalıştığımı gören konsolosluk çalışanları çok şaşırmıştı.Çünkü;benden bir yıl önce Büyükelçiliğin giderlerini yerinde incelemek için iki Sayıştay Murakıbı Madrid’e gelmişler.İlk geldikleri gün konsolosluğa uğramışlar ve sonra hiç uğramamışlar.Madrid ve çevresini gezip,yurda dönmüşlerdi.Aslında;belgeleri Ankara’da da denetleyebilirlerdi.Turistik gezi için görevli olarak gelmişler,gezmişler ve dönmüşlerdi. Koruma polislerinden birisi;birgün birşey sordu.Devletin verdiği maaşın az olduğunu belirtip,evlerinde ailecek en ucuz olan domuz etini yediklerini söyledi.Acaba:günaha mı giriyordu?Adamcağızı rahatlatmak için;bu durumun zorunluluktan kaynaklandığının düşünülebileceğini,zorunlu kalınınca ise,domuz etinin yenmesine cevaz verildiğini söyledim.Zaten;doğuda katıldıkları gerilla savaşının kaşulları nedeniyle ruhsal yapıları iyice bozulmuştu.Bir de bu nedenle stres yaşamasın istedim. O vesileyle aklıma;Almanya’daki derin hoca öyküsü gelmişti.Bir otobüs yolculuğunda karadenizli bir işçi anlatmıştı.Almanya’da bulunduğu kentteki camiye düzenli olarak gidermiş.Bir Cuma namazından sonra hoca efendi:başkasının malını izni olmadan almanın hırsızlık olacağını,harama el uzatmak olacağını hutbede belirtmiş. Hafta sonu;çarşıda bir manavdan alışveriş yaparken;hoca efendi de alışveriş yapıyormuş.Sebze ve meyvelerini almış ve Almana on mark vermiş.Alman da dalgınlıkla hoca efendiye yirmi markın üstünü vermiş ve fazladan on mark vermiş.Hoca efendi sesini çıkarmadan parayı cebine atmış.Yolda yürürken;”Hoca efendi..Dün böyle böyle dedin.Bugün Almanın sana fazladan verdiği on markı geri vermeyip cebine attın.Bu ne iştir”demiş.Hocaefendi önce bozulmuş ve sonra”Gavurların parasını almak helaldir”demiş.Karadenizli hemşerim,bu öyküyü Kaplancı bir hocaya anlatmış.O hoca da;”Bu tür öyküler anlatılmaz.Müslüman müslümanın eksikliğini gizlemeğe çalışır.Hele ,hoca efendiler hakkında bu tür şeyleri anlatmak günahla birdir”demiş.O gün bugündür camiye gitmiyormuş Karadeniz uşağı… 131 Madrid’ten 31 Aralık günü uçakla ayrıldım.Hesaben,gece 24.00 de İzmir’de evimde olacaktım.Önce;yola çıktığımızda Madrid’e kar yağmaya başladı.Güç bela havaalanına ve uçağa yetiştik.Bu kez;uçağın kalkmasına İspanyollar izin vermedi.Üç saat bekledik.Biz onların uçağına böyle davranmışız.Onlar da misilleme yapıyorlarmış.Hosteslerin yalancısıyım!...Sonra havalandık ve Yeşilköy hava limanına indik ve İzmir uçağına bindik.Uçak yine kalkmadı.Almanya’dan,Fransa’dan ve Hollanda’dan gelen uçakları bekledik ve onlardaki İzmir yolcularını da aldık.İzmir’e doğru yola çıktığımızda,havadayken saat 24.00 olmuştu.Uçak personeli;kendilerini bağışlatmak için,uçakta bir mini yılbaşı partisi hazırladılar.İzmir’e kadar yedik,içtik. Yanımda oturan bir aile,bu eğlenceye katılamadı.Çünkü;yirmisekiz yaşındaki oğullarının cenaze töreni için İzmir’e geliyorlarmış.Ayvalık yakınında bir trafik kazasına karışan oğulları ölmüş.Evrende ayni anda ne neşeli ve hüzünlü anlar yaşanıyordu.Benim oğullarımı düşünüp ben de hüzünlendim.Uçaktan inince gecenin bir vaktinde Ayvalık’a nasıl gideceklerini anlattım.Eve geldiğimde;bizimkiler yeni yıldaki ilk uykularındaydı. Böylece;serüvenli geçen bir konsolosluk teftişi daha tamamlanmış oldu.Bu benim alın yazgımdı galiba.Meslekte başıma gelenler;çiğ tavuğun başına gelmemişti.Tüm gariplikler ve değişik olaylar beni bulmuştu. Koosolosluk teftişleri dışında;bir kez iş görüşmesi için Luxembourg’a gittim.Ayrıca;eğitim faaliyetleri çerçevesinde bir kez yaklaşık beş aylığına Washıngton DC’ye ve iki kez de Paris’e gittim. Luxembourg’a bir Nato kadrosundaki göreve talip olduğum için gittim.Görüşme için beni çağırdılar.Önce;Brüksel’e uçtum.Bir gece orada kaldım.Sonra;Fokker tipi küçük bir uçakla Luxembourg’a geçtim.Uçakta;özel şaraplı güzel bir öğle yemeği verdiler.Küçük uçakla uçmanın rahatlığı ve güzelliği içinde Luxembourg’a indim.Bizim Muş ilimiz kadar bir arazide kurulmuş bir dukalık devletiydi. Otelim önceden ayrılmıştı ve pahalı ve konforlu bir oteldi.Otele yerleştim.Otelde bol Amerikalı turist vardı.Sonradan;bunların,ikinci evrensel savaşta oğullarını yitirmiş ve onların mezarlarını ziyarete gelenler olduğunu öğrendim.Luxembourg’da büyük bir Amerikan şehitliği vardı. Nato’nun buradaki ünitesinde görevli bir Türk personel vardı.Onunla ilişki kurup buluştum.Dediğine göre;açılan posta atama açısından sıra Türkiye’deydi.Benim atanmam garanti gibiydi.Görüşme;bir formalite görüşmesi olacaktı. 132 Ertesi gün;buluşma yerine gittim.Bir Fransız Maliye müfettişi;bir Kanadalı,bir Yunanlı ve bir İngiliz aday vardı.Fransız;Paris’ten Mercedes aracına atlayıp gelmişti.Kanadalı da o ülkenin fransızca konuşulan kesimindendi.İngilizce ve fransızcayı ana dili olarak biliyordu.Adayları görünce;şansımın çok az olduğunu anladım. Nitekim;öyle de oldu.Kanada’dan gelen adayı beğendiler.Hafta sonunda hemen tüm Luxembourg’u gezdik.Pazartesi günü oradan ayrıldım.Ayrılmam yine sorunlu oldu.Bir Luxembourg uçağı ile uçacaktık.Ancak;bir türlü uçağa çağırmıyorlardı.Çoğunluğu Amerikalı ve yaşlı kişiler olan yolcular çok güç durumda kalmışlardı.Ya Amsterdam uçağına binecektim ve aktarmalı olarak ülkeme dönecektim ya da paramı geri alıp başımın çaresine bakacaktım.Çaresiz;Amsterdam üzerinden Türkiye’ye dönmüştüm. Önerilen kadronun görev yeri Luxembourg’taydı.Sonradan;iyi ki mülakatta beni beğenmediler diye düşündüm.Köy gibi yerde,sıkıntıdan patlayacaktım.Daha önce;Kıbrıs’ta da öyle olmuştu.Kıbrıs,üç ayda bitmişti.Sonraki aylar çekilmezdi. KURS GÜNLERİ Washınton DC’ye İMF kursu için gittim.Dört ayı aşkın bir süre ile bu kentte kaldım.İyi Fransızca ve biraz İngilizce biliyor olmamın üstünlüğü ile kursa başvurmuş ve kabul edilmiştim.Sonrada:devlet lisan sınavına da girmiş ve Fransızcadan yüz üzerinden doksan dört;İngilizceden yetmiş iki alarak lisan ek ödemesi kazanmıştım. Bu kez;Türkiye’den Paris’e gittim ve orada Pan-Am uçağına transfer oldum ve Kennedy Airport’a dek uçtum.Kennedy hava alanından bir iç hatlar uçağı ile Washington DC’ye gittim. İç hatlar uçağı tam bir rezillikti.Hostesler erkekti.Zenciler koltukları jiletle doğramışlar ve koltuklar onarılmamıştı.Uçağın içinde pislik dizboyuydu.Bu duruma çok şaşırdım. İMF’nin kentin merkezi yerindeki konuk evinde kaldım.Yurt dışından gelenleri ya da yurt içinde yolculuk yapan personelini burada ağırlıyorlardı.İMF binalarına yürüyüş mesafesindeydi.Apart oteli düzeni vardı.Her türden sosyal faaliyetin yapıldığı yerleri de vardı.Hatta;çatısında,bir yüzme havuzu bile vardı.Sabahları;orada yüzüyor;sonra güne başlıyordum. 133 Evrenin çeşitli ülkelerinden gelmiş yirmi dört kursiyerdik.Bir süre sonra kaynaştık ve güzel günler geçirdik.İMF de çalışan eski maliye müfettişi Zühtü Yücelik ve başka Türk vatandaşları da vardı.Onlarla da görüştük İMF’nin kendi personeli ve aileleri için kurmuş olduğu bir “Recreatıon area”sı,eğlence yeri vardı.Golf,yüzme,tenis,basket alanları vardı.Yürüyüş parkurları olan harika bir yerdi.Avni Hedili adlı bir maliye müfettişi de oradaki George Town üniversitesinde master çalışması yapıyordu.O beni üniversitenin spor tesislerinde ağırlıyordu.Ben de onu bir kez bu tesislere konuk olarak gatirmiştim.Çok güzel günler geçirmiştik. Haftada iki ya da üç kez;Avni Hedili ile üniversitede buluşur;tenis ya da scuach oynardık.Bir Amerikalı bayan arkadaşı vardı.Hep birlikte yakınlardaki piknik alanlarına giderdik. İMF’deki sosyal etkinlikler çerçevesinde bizleri Baltimore’a;New york’a ve bir deniz üssünün bulunduğu bir kente götürüp gezdirdiler.Kıtaya ilk ayak basanların kurduğu bir tıpkısının aynisi kasabaya da götürdüler. New York’ta üç gün kaldık.Bizleri ünlü Waldorf Astoria otelinde konuk ettiler.Araplar satın almış;onlar işletiyordu oteli.Çok özel,evrenin yüksek sosyetesinin üye olduğu bir “özel klüb”e götürdüler.Alain Delon ve birçok ünlü Amerikan artistini orada gördük ve bu ortamda eğlendik.Anı olsun diye;Tülay’a otelin başlığının bulunduğu bir de mektup yolladım. İlk geldiğim günün gecesi;konuk evinin yakınındaki bir pizzacıya gittim.Küçük,orta,büyük boy pizzalar yapıyorlardı.Orta boy bir pizza söyledim ve bir bayanın bir kesik pizza yemekte olduğu bir masaya oturdum.Biraz sonra pizzam geldi.Aman tanrım,ne denli büyüktü.!...Orta boyu buydu!..Rahat iki kişi doyardı.Yarısını alıp almayacağını kıza sordum.Amerikalılar bu türden ikrama alışkın değiller.Kız çok şaşırdı.Israr ettim!...Yarısını o aldı ve birlikte pizzayı yedik.Devlet televizyonu olan NBC de çalışıyormuş.Herhalde o da memurdu ve memur maaşı alıyor ve bütün pizza yiyemiyordu diye düşündüm.Pizzaları yerken,koyu bir muhabbete giriştik. T.C.Merkez Bankası’ndan da başka bir kursa kursiyer olarak bir Türk gelmişti.Benden gençti.Ayrılana dek onunla da ahbaplık ettik. Bir gece;bu delikanlı ile konuk evinin yakınındaki kaliteli bir “Go go girls”barına gittik.Bira içip kızları izliyor,muhabbet ediyorduk. 134 Arkamızdaki masada tek başına oturan altmış yaşlarında bir Amerikalı;konuşmalarımıza kulak kabartıyordu.Daha sonra ;Türk olup olmadığımızı sordu.Türk olduğumuzu söyledik.Adam bizi masasına davet etti.Önce tereddüt ettik,Israr edince kabul ettik ve masasına oturduk. Adam;Kore harbinde yüzbaşı olarak bizimkilerle birlikte kuzaylilere ve Çinlilere karşı savaşmış.Türkleri oradan tanıyormuş ve türkçeye de oradan yabancı değilmiş.Masaya bir şişe viski getirtti.Onu içmeye ve adamla muhabbet etmeğe başladık.Adam garsona”Bak,bunlar Türk!..Evrenin en cesur kişileri”dedi”Bunlar;Ruslarla komşu olarak yaşarlar ve onlardan korkmazlar”dedi.Garson bunu duyunca çok şaşırdı.Bize,neredeyse hayranlıkla bakakaldı. Gerçekten de ;seksenli yılların başında;Amerikan toplumunda büyük bir Rus korkusu vardı.Bunu;başka Amerikalılarda da gözledim.Hiç birisi;Türkiye’nin evrenin neresinde olduğunu bilmiyordu.Haritada ya da evren yuvarlağında gösterince;yanımızda Rusyayı görünce,dehşete düşüyorlar ve bana acıyarak bakıyorlardı. Bir gece;Zühtü üstada akşam yemeğine çağrılıydım.Turan Kıvanç üstad ve daha yaşlı Dünya Bankası’nda çalışan bir başka üstad ve aileleri de olacaktı.Giderken;pasta götüreyim diye düşündüm.Ancak;koca Washıngton DC’de Türkiye’de konuklukta götürdüğümüz pastalardan bulamadım.İnat etmiştim.Kent kazan ben kepçe saatlerce aradım ve sonunda;bir İtalyan pastanesinde bunlardan buldum ve bir tanesini yirmibeş dolara alıp götürdüm. Çok hora geçti.!..Meğer;hanımlar da bu pastadan ararlar,bulamazlarmış.!.Paket kağıdından adresini ve telefonunu aldılar ve mutlu oldular. New York’a gittiğimizde;İMF yetkilileri bir öğleden sonrayı serbest saat yaptılar.Herkes;yakınlık kurdukları ile bir proğram uyguladı.Ben de bir Belçikalı vardı.Onunla gezdim. Afrika kökenli ,zenci kursiyerler bizimle gelmek istemediler.Harlem’e gidip orayı yakından göremek istediklerini belirttiler.Harlem’e beyazların girmesi tehlikeli ve yasaktı.Bizler;”gitmeyin sizi de almazlar”dedik,dinletemedik. Akşam;otelde buluştuğumuzda sorduk;girememişler.Mahallenin girişindeki ilk sokağın başında Harlemli zenciler bunların yollarını kesmişler.Bizimkiler;””Bizler de sizler gibi zenciyiz.Buradaki yaşam koşullarını görmek istiyoruz”demişler.Amerikalı zenciler “First İ am an american;second İ am a negro” demişler.”Ben önce 135 Amerikalıyım;sonra zenciyim”deyip bunları Harleme sokmamışlar.Bu Amerikalıların kararlılıklarının bir örneği olarak görünmüştü bana. .Benzer bir olayı bir başka gün Washington DC de yaşamıştım.Ben sigara içmeyi bırakmıştım.Brezilyalı ile yürüyorduk.Canı sigara içmek istedi.Benden ateş istedi.Kibriti yokmuş.Ben ateşin bulunmadığını söyledim.Yoldan geçen bir Amerikalıyı çevirdi ve ateş istedi.Amerikalı”Ateşim yok..Bu arada;neden sigarayı bırakmayı düşünmüyorsun”demişti.O sıralar;ülkede sigara karşıtı kampanya yürütülüyordu;her Amerikalı diğerini etkilemeğe ve sigarayı bıraktırmağa çabalıyordu. Bir de NewYork’taki ibadethanelerin çokluğu dikkatimizi çekmişti.Hemen her evin zemin katı bir tarikatin kilisesine dönüştürülmüştü.İbadethaneler emlak vergisinden muafmış.Az vergi ödemek için uyanık New York’lular bu yola başvuruyormuş...Binlerce mezhep ortaya çıkmış böylece... Washınton DC de iki de “Natıonal Day” yani,ulusal bayram yaşadım.ikisi de ilginç gelişmişti. İlkini;bu başkente indiğim ilk gün yaşadım. Uçaktan inip Concordia’ya yerleştikten sonra;kenti tanıma turuna çıktım.Bunu;her teftiş yerine indiğimizde de yaparız.Kaldığım yerin yakınında bir ulusal park vardı.Orada dolaşırım diye düşündüm.Öğleden sonrayı böyle geçirmiş olacaktım. Parkın girişinden içeri girip yürümeye başladım.Gördüklerim karşısında şaşkınlıktan aptallaşmış gibiydim.Bıyıklı bıyıklı erkekler;biribirlerinin kalçalarını okşayıp dudak dudağa öpüşüyorlardı.!..Biraz daha yürüyünce;ayni biçimde öpüşen ve sevişen kızlara ve kadınlara rastladım.Kadın kadına sevişiyorlardı. Bir ağacın altındaki sarmaş dolaş bir çift kadına yanaşıp;bu işi benimle yapabileceklerini söyledim.Küfredip kovaladılar beni!... Biraz daha yürüyünce;bir rahip gördüm.Bir minibüsün üzerine çıkmış;yüksek sesle vaaz veriyordu.Bu sapkın kişileri;doğru yola ve tanrının cenenetine çağırıyordu.Ellerinde bira şişeleri ve kutuları;yumuşak erkekler ve lezbiyen kadınlar rahiple dalga geçip gülüşüyorlardı.!..İçimden;bu kadarına da pes doğrusu dedim.Tamam;Amerikalıların sapkınlıkları ile ilgili çok şeyler okumuş ve filimler izlemiştim.Ama;bu tam bir Sodom ve Gomorrah günleri gibiydi. Yürüyüşümü bitirip Concordia’ya döndüm.Akşam haberlerinden bu “mutlu gün!..”ün ulusal çapta kutlanan eşcinseller günü olduğunu öğrendim.New York’ta ve California’da Brezilya karnavallarını anımsatan karnaval geçişleri vardı 136 televizyonlarda.Kendi kendime;”Aman tanrım,ben ne biçim bir ülkeye geldim.”dedim..Neyse ki bu görüntüler birgün sürdü..Sonra;kişiler normal yaşamlarına döndüler de bir rahat nefes aldım!.. İkinci ulusal gün;filmi de yapılmış 4 Temmuz günüydü.Amerika Bireleşik Devletleri’nin kuruluş tarihi olarak kabul ediliyordu bu gün.Kurs konuşmacıları;3 Temmuz’da; 4 Temmuz’un ulusal gün olduğunu;dolayısiyle tatil günü olduğunu;o gün kurs yapılmayacağını anlattılar. Afrikalı bir kursiyer;Amerikalı konuşmacıya “Defilé militaire” yani;askeri geçit töreni yapılıp yapılmayacağını sordu.Amerikalı;böyle bir kavramla ilk kez karşılaşıyor gibiydi.”Ne askeri geçit töreni?” diye sordu.Kursiyer;”Yani tanklar geçit röreni;uçaklar gösteri uçuşu yapmayacaklar mı?”diye sordu.Tam bizim gibi bir ülkeymiş bu Afrika ülkesi.Ben adamın isteğini anlamlı buluyordum.Ama;Amerikalı çıldıracak gibi olmuştu.”Neden tanklar geçsin ki..Bir tankın kışlasından çıkıp şu kadar yol yapması;şu kadar dolara patlar.Hele uçaklar neden uçsunlar ki gösteriş için...Ne gerek var bu tür gereksiz giderlere!..”diye yanıt verdi.Geri kalmış ülkeler;şimdiki deyimiyle gelişmekte olan ülkeler;bu Afrika ülkesi gibi yapıyorlardı..Bu nedenele de geri kalmayı sürdürüyorlardı.!.. Kentin ortasından;Potomac River geçiyor ve kemte renk ve yaşam katıyordu.Kentin önemli kuruluşları;nehre yakın konumlardaydı.Kennedy Center de bunlardan biriydi.Bir kültür merkezi olarak kurulmuş olan bu kuruluşun tiyatro bölümünde bir Broadway oyunu izleme olanağı buldum.Oldukça pahalıydı ama;değdi doğrusu!...Bu kültür merkezinin açılışından önce;birçok ülke merkeze çeşitli bağışlarda bulunmuşlardı.Türkiye de muhteşem bir halı armağan etmişti.Türkiye’den geldiği belirtilerek kullanılıyordu. Burada gerçek bir hurrıcane(kasırga) de yaşadım.Sanırım bir Pazar günüydü.Televizyon seyrediyordum.Birden çok şiddetli bir fırtınanın kente yaklaştığına dair alt yazılar geçmeğe başladı.Gerçekten de televiyonda da söylendiği gibi;saat on buçuk dolaylarında fırtına başkentin üzerindeydi.Hiç bu denli şiddetli esen fırtına görmemiştim.Penceremden;IMF misafirhanesinin önündeki küçük bir meydana bakıyordum.Alanın ortasında gövde çevresi beş metreden çok yıllanmış bir çınar ağacı vardı.Fırtına ağacı kökünden söktü ve ağaç yakınında park etmiş araçların üzerine yıkıldı. Akşam televizyonda çok ilginç bir haber vardı.Amerikalının birisi otomobiliyle yüksek bir ağacın üzerindeydi ve kendisiyle röportaj yapılıyordu.Anlattığına göre 137 yolda aracını sürerken fırtına onu aracıyla birlikte kaldırıp ağacın tepesine kondurmuştu. Keza:büyükelçilikte maliye ateşesi olan Tevfik Altınok da benzer bir olay anlatmıştı.Bir sabah uyanmış ve işe gitmek için hazırlanırken;televizyonda bir haber geçmişler.Dün gece çok kar yağdı;ikinci bir emre kadar kimse evinden çıkmasın deniliyormuş.Tevfik;amma da abartıyorlar diye düşünmüş ve giyinip hazırlandıktan sorma evinin sokak kapısını açmış.Bembeyaz bir duvar görmüş karşısında.Kar evinin çatı düzeyine çıkmış durumdaymış.Hemen kapıyı kapatıp dışarı çıkabilme uyarısını beklemeğe başlamış. Türkiye’ye dönerken İMF nin elemanları beni Japonya-Hindistan-İran üzerinden aktarmalı olarak yollamak istediler.Bu ülkeleri;birer gün de olsa görecektim.Ben;Londra üzerinden dönmeyi istedim ve döndüm..Şimdi;”Keşke o proğramı uygulasaydım!..”diye hayıflanıyorum... Paris’e birer aylık iki ayrı kurs için ;ayrı tarihlerde gittim.Biri;Katma Değer Vergisi için;diğeri ise teftiş ve inceleme yöntemleri içindi.İkincisinde Papyon Haluk takma adlı bir hesap uzmanı ile birlikteydik. Saine Nehri kıyısında;Boulogne ormanlarına yakın;ucuz bir otel bulmuştuk.Paris dışındaydı ama;metro ile her yere bir saatte ulaşılıyordu.Haluk’la ormanda dolaşarak;gündüzleri Paris ‘i turlayarak güzel günler geçirdik.Nefis Wietnam börekleri yedik. Her iki kurstada;yaklaşık yirmibeş sayfalık bir fransızca metin hazırlayıp kurs görüşmelerinde okumuş ve tartışmıştım.Amerika’da da İMF bizlere bir grup çalışması yaptırmıştı.Orada da çalışma metnini ben hazırlamış ve diğer kursiyerlere grup adına sunmuştum. Kurs sırasında;Fransızlar bizlere birkaç kez kokteyl parti düzenlemişti.Ben bu partilerde içki içiyordum. Bir Moritanyalı kursiyer vardı.Dindar;müslüman olan bu kişi;zaman zaman kurstan çıkar,gider namazını kılar ve geri gelirdi.Herkes kendisine saygı duyardı.Bana kalırsa;biraz abartıyor ve gösteri yapıyordu. Bir kokteylde yanıma gelip “Mösyö Demirkan;siz müslüman değil misiniz?”dedi.İçki içmeme takılmıştı.İşaret parmağımı göğe kaldırıp “Eşhedü en lailahe ilallah ve eşkedü enne Muhammeden resul ullah”dedim.Başını eğip “tamam;Demirkan..Özür dilerim”dedi.Türkiye’de olduğu gibi “Öyleyse neden içki içiyorsun 138 bilader!...”demedi.O zaman;bu kişinin dengeli;gerçek bir müslüman olduğunu anladım. Oysa;Amerika’da da birisi bunu sormuş; sonra da “öyleyse neden içki içiyorsun?!..” demişti.Bir Senegalliydi ve o da gösteri yapıyordu.Derslerden ayrılıp Mekke saatiyle namaz kılıyordu.Ona;Türkiye’de islamın birçok tarikatinin,kültünün olduğunu;bunlardan bazılarında içki içmenin günah olmadığını anlattım.O da;ancak bu açıklamalardan sonra beni rahat bırakmıştı. Paris ;evrenin çok değişmeyen kentlerindendir.La Nation’da büyük apartmanlar;belediye yakınında Kültür Merkezi kurulmuştu.Monparnasse’da da yüksek bir işyerleri yapısı yükseliyordu.Ama;Parisli ve Paris yaşamı ayniydi. DÖNÜM NOKTALARI Kişi yaşamında;köşe taşlarını oluşturan olaylar vardır.Doğru karar vermişseniz mutlu olursunuz.Ancak;yaşam boyu,geriye dönüp baktığınızda “Acaba verdiğim karar doğru muydu”diye sormadan edemezsiniz.Bu olaylarla ilgili olarak aldığınız kararları yargıladığınızda çoktan iş işten geçmiş olur. Benim yaşamımda da,üç tane bu tür köşe taşı olay vardır. Birincisi;gecekonduda oturma projesiydi.Evliliğimin ilk yıllarında;çocuklar da arka arkaya gelince;mali açıdan büyük sıkıntıya düşmüştüm.Arkadaşlarım;öğleleri nasıl bir simit alıp çatal bıçakla kuru kuru yiyişimi anlatıp hala dalga geçerler benimle...Emekli Sandığı’ndan borç alma;bankalardan kredi kullanma;yardımlaşma sandığına ayrıca borçlanmalarla idare etmeğe çabalıyordum. Bu anda;maaşımın üçte biri kiraya gidiyordu.Bu durumdan kurtulmam gerekiyordu.Çözüm;o sıralar İstanbul’un her yerinde pıtırak gibi ortaya çıkan gecekondu mahallelerinde bir gecekondu yapmaktı.Beş on sene de bu biçimde sıkıntılı bir yaşam yaşayıp bedavadan tapu sahibi olmaktı.Çünkü;siyasiler durmadan tapu dağıtıyorlardı. Kira ile oturduğumuz evin sahibi;böyle bir serüven yaşamış birisiydi.Ankara’nın bir ilçesinden Ankara’ya göçmüşler.Cebeci mezarlığı yanında;arsasını geniş tuttukları bir gecekondu yapmışlar.Hazine arazisi üzerine yapılmış olan gecekonduya “Menderes tapusu”vermişlerdi.Böylece;bedavadan ev ve arazi sahibi olmuşlar. O sırada;bir yapsatçı müteahhid gelmiş.Öneride bulunmuş.Arsa üzerine yirmi dükkan kırk elli daire yapacakmış.Bunların yarısı;bizim ev sahibinin 139 olacakmış.Adam”Para biriktiriyorum.İnşaatın tümünü ben yapacağım.Hepsine ben sahip olacağım”diyordu. Ben de;ayni çizgiden geçebileceğimi düşünüyordum.Tülay’la konuştuk “olur”dedi.Ben de;sonradan 1 Mayıs Mahallesi diye anılacak olan E-5 karayoluna yakın bir arsa ayarladım.Durumu;Tülay’a anlattım.”Sen ciddi misin!..Ben şaka yapıyorsun sandımdı..Müfettiş adam gecekonduda oturur mu?”diyerek karşı çıktı.Büyük bir olasılıkla annesi ile konuyu görüşmüş ve etkisinde kalıp karar değiştirmişti. Sonradan;oradaki gecekondulara “Özal tapusu” verdiler.Sonunda;gecekondu yaşamına dayananlar apartman sahibi oldular.Biz de kirada oturmayı ve sefalet içinde yaşamayı sürdürdük.. Sıkıntı içinde yaşamaktan kurtulmak için bulduğum ikinci çözüm;Avustralya’ya göçmen olarak gitmek ve o ülke vatandaşı olmaktı.Birgün;bir gazetede bir ilan gördüm.Avustralya Türk kökenli göçmen kabul edecekti.Çocuklu olmak;hele erkek çocuklu olmak üstünlük sağlıyordu.Hem bizde iki erkek çocuk vardı!... Tülay ile bu konuyu da konuştum.Ona da cazip geldi.Avustralya’ya gidecek;altı ay ingilizce ve kıtaya uyum kursundan geçecektik.Sonra;üç yıl boyunca geniş ve o güne dek işlenmemiş arazi vereceklerdi.Bu tarlaları işleyecektik.Tarlayı,takımları,alet ve edevatı ve canlı hayvanları devlet verecekti. Üç yıl sonra vatandaşlığa alınacak;istediğimiz yerde yerleşebilecek;istediğimiz işi kuracaktık.Ben,muhasebecilik yapmayı planlıyordum.Çiftçiliğe gelince;o alanda da çocukluktan gelen deneyimlerim vardı.O sıralar kendimi çok güçlü duyuyordum.Her işi yapabilir;bu türden büyük bir değişimi başarabilirdim. Avustralya Büyükelçiliği’ne başvurdum.Bu göçmenlik işlerini;Beyrut’taki büyükelçilikleri yönetiyormuş..Beni oraya kanalize ettiler.Gerekli belgelerle buraya başvurduktan altı ay sonra;beni görüşmek ve işi bitirmek üzere Beyrut’a çağırdılar.Gittik,gidiyorduk bu yeni kıtaya... Bu aşamaya gelince;eşim Tülay yine yan çizdi!..Uçakla Türkiye-Avustralya birbuçuk gün sürüyormuş.Annesinden;ailesinden uzak kalamazmış!...Beyrut’a bir mektup yazdım.Vazgeçtiğimizi;gelemeyeceğimizi bildirdim.Bu serüven de böylece başlamadan bitmiş oldu. Üçüncü dönüm noktası;Fransız hükümetinden sağlanan doktora olanağıydı. 140 Fransız hükümeti;1970 li yıllarda;Türk bursiyerlere doktora bursu olanağı sağlıyordu.Bakanlığın izniyle;böyle bir bursa başvurdum.Strazburg Üniversitesi’nde beş yıllık devlet doktorası yapacaktım. Tüm formaliteler tamamlandı.Bu kez Tülay “Hayır”demeyecek gibiydi.N e de olsa;Avrupa’ya gidecektik.Yakındı;teyzesi İsviçre’de yaşıyordu..Sorun yoktu. Verilecek burs miktarı çok azdı.Evli olmayan;yeni üniversite bitirmiş öğrenciler için düşünülmüş bir miktardı.Fransız Büyükelçiliği ile konuyu görüştüm..Tülay’a da evde yapabileceği bir iş ayarladılar.Evde triko makinası ile örgü işleri yapacak;benim bursum kadar para kazanacaktı. Çok sıkı bir fransızca sınavından geçirildim ve başarılı oldum.Belgelerim Fransa’ya gitti.Doktora konum ve profesörüm belli oldu.Fransa’ya gitmeğe hazırlanıyorduk. Bu sırada;Başkanlıktan bir öneri geldi.Kıbrıs Federe Türk Devleti’nde Maliye Bakanlığı yapısında bir Teftiş Kurulu kurulacaktı.Acaba;ben,başkan olarak böyle bir kurul kurmak için Kıbrıs’a gidermiydim?.. Öneri çok cazipti.Türkiye’deki maaşımın üç katı kadar maaş alacaktım.Üstelik İngiliz Poundu olarak!...Emekliliğimi de sürdürebilecektim.Maaşsız izinli olarak gidecektim.. O sıralar;bankalardan krediler kullanarak;kayınpederin evini ayrıca ipotek ederek İzmir’de bir apartman dairesi satın almıştık.O evin banka borçları ile boğuşuyordum. Bu kez;ben karar verdim.Borçlarımı daha rahat ödeyebilecektim.Kıbrıs’ta da olsa;yurt dışında bir iki yıl geçirecektim.Ailemin geleceği için bu daha belirli ve iyi bir gelecekti. Fransız büyükelçiliğine bir mektup yazıp durumu bildirdim ve özür diledim. Kendime çok kızdım..Keşke;bu durum daha önceden belli olsaydı da doktora işlemlerini tamamlamasaydım.Bir başkasının;bu doktora bursundan yararlanmasına da engel olmuştum.Belki de;büyükelçiğin bir B Planı vardı.Benim yerime bir başka adayı hazırlayıp yollamışlardır. Böylece;gayrimenkul kralı olmaktan;Avustralya’nın en ünlü muhasebecisi olmaktan uzak kalmıştım.Hele hele;Fransa’da doktora yapsaydım;Türkiye’ye dönmez;kesin Fransa’da kalırdım.Türk kökenli bir bilim adamı olarak ünlenirdim. Eşim ve çocuklarım,on yıl gecekondu koşullarında ve çevresinde yaşasalar;ne olurlardı?Avustralya’nın tarıma açılmamış ıssız bozkırlarında üç yıl çiftçiliğe dayanabilir miydim?Eşim ve çocuklarım dayanabilir miydi?Öğrenci argosuyle kafayı yemeden Fransa’daki doktorayı tamamlayabilir miydim?Çünkü; Amerika’ya master 141 yapmak için gidip delirmiş olarak dönenleri tanımıştım.Bunlar da;madalyonun öteki yüzü oluyordu. Bunların içinden en çok Fransa’ya gitmemiş olduğuma yanarım. Ancak;bu dönüm noktalarının,sonraki yaşamımı olumsuz etkilemesine izin de vermedim. İZMİR’DE MİLLİ EMLAK SORUŞTURMALARI Kuzey Kıbrıs’taki teftiş kurulu başkanlığı görevini tamamladıktan sonra İzmir’e döndüm.Aslında;Kıbrıs görevinin enaz üç yıl süreceğini düşünüyordum.Ancak;yetiştirdiğim Maliye Müfettişleri;Türkiye’dekileri aratmayan bir çalışma anlayışı ile yaptıkları işlerle;Kıbrıs Türk Yönetiminin üst düzey yetkililerinin canlarını sıkmağa başlamışlardı.Bazı yolsuzluklar;bunların akrabalarına;eşlerine dek uzanıyordu.Bu nedenle;beni zamanın Kıbrıs işlerinden sorumlu bakanı Turhan Feyzioğlu’na şıkayet etmişler.O da devletin yüksek yararları gereği gibi gösterip benim çalışma sözleşmemin uzatılmamasını sağlamıştı.Politikacıların;nelere göre kararlar oluşturduklarını bir kez daha yakından gözlemiştim. Beni;o sıralar İzmir Milli Emlak Müdürlüğü’nü teftiş eden Ercan Meftunoğlu’nun yanında görevlendirdiler.Teftişi birlikte yürütmeğe başladık.Ercan Meftunoğlu;teftiş sırasında;Hazine avukatlarının bazı milli emlak davalarında görevlerini savsakladıklarını belirlemiş.Beni;hem teftiş hem de bu soruşturma ön incelemesi için onun yanına vermişlerdi.Birlikte çalışmayı sürdürdük. Ercan beş yüze yakın dosyayı tahkik konusu yapmak üzere ayırmıştı.Bunlarla ilgili olarak;soruşturma yetkisi isteyeceğini belirtmişti.Ben;dosyaları tek tek incelemeden,soruşturma istem yazısını imzalamayacağımı belirttim.Anlayışla karşıladı. Dosyaları inceledim.Birkaç Hazine avukatının soruşturma konusu olacak eylemlerinin bulunduğunu ben de gördüm.Ancak;soruşturma konusu yapılacak dosya sayısı yirmi dolayına indi. Bu dosyaları ayırdık ve ilgili Hazine avukatları hakkında soruşturma yetkisi verilmesini bakanlıktan istedik. Maliye Bakanı;kendisi de avukatlık yaparken politikacı olmuş Cihat Bilgehan idi.Soruşturma onayını imzalamış ve beni ve Ercan beyi soruşturmacı atamıştı.Bir yandan teftişi;bir yandan da soruşturmayı yürütmeye devam ettik 142 Sıra;Hazine avukatlarının savunmalarının alınmasına geldiğinde kıyametler koptu.Önce;Hazine avukatları,Avukatlık Kanunu’na tabi olduklarını;haklarında bizim soruşturma yapamayacağımızı ileri sürdüler.Biz;soruşturmayı yapabileceğimizi belirttik ve Bakanlığı ikna ettik. Bu kez;savunma çağrılarına uyup geldiler ama;savunma yapmamaya başladılar.Biz de Ceza Muhakemeleri Kanunu’ndaki prosedüre göre işlemleri sürdürdük. Bir Hazine avukatı;kalp hastası olduğunu ileri sürerek soruşturmaya gelmek istemedi.Daire doktoruna kendisini muayene ettirdik ve doktor gözetiminde savunmasını aldık.Doktor;sonradan,bizim işimizin ne denli zor olduğunu o gün anladığını belirtmişti. Hazine avukatları;Bakandan yarar bulamayacaklarını anlayınca devreye Barolar Birliği Başkanı’nı soktular.Adam;basına demeçler verip soruşturmayı durdurmayı denedi.O da başarılı olamadı. Sonradan öğrendiğimize göre;bu kişi Maliye Bakanı’na gitmiş.Soruşturmayı durdurmazsa;barolarda bundan sonra avukat olarak çalışamayacağı tehdidinde bulunmuş.Bunun üzerine Bakan korkmuş ve Ercan beyle beni;yeni bir bakanlık oluru ile soruşturmacılık görevinden almıştı. Maliye Teftiş Kurulu ve Maliye Bakanlığı tarihinde ilk kez böyle bir olay yaşanıyordu.Zamanın Teftiş Kurulu Başkanı’nın yumuşak ve korkak tavrı nedeniyle;bu uygulama yapılabilmişti. Bakan;yine de soruşturmayı bütünüyle durduramamıştı.O kadarına cesaret edemedi.Çünkü;suç işlemiş olacaktı.Yerimize iki yeni Ankara grubundan Maliye Müfettişi soruşturmacı olarak atanmıştı.Soruşturmayı bu kişiler sürdürdüler ve tamamladılar.Sonucunu bilmiyorum.Yalnız;sanık tüm Hazine avukatları görevlerinden alındılar ya da istifa ederek devlet görevinden ayrıldılar.Bir daha Hazine avukatlığı yapamadılar.Sonradan;işin çapının büyüklüğünü anladık.Hazine arazilerine tecavüz etmiş kooperatiflerin üyeleri arasında meğer Maliye Bakanlığı üst düzey memurları da varmış.Seferihisar deniz kıyılarında yazlık sahibi olmuşlardı. Bu tür bir uygulama ile soruşturmacı görevinden alınmak canımızı sıkmış ve bizleri üzmüştü.Oturup;Maliye Bakanı’nı güç durumda bırakmak için ortaklaşa bir yazı yazdık ve hakkımızda soruşturma açılmasını talep ettik.Öyle ya;soruşturmacı görevinden alındığımıza göre;bir suçumuz olmalıydı... 143 Ne yazık ki hakkımızda soruşturma açılmadı..Çünkü;olaylar örtbas edilmek ve basından uzak tutulmak isteniyordu.Böylece;bizler,şaibeli kişiler olarak ortada da bırakılmış olduk.Bu bizleri daha da üzdü. Teftiş sırasında;Güzelbahçe’de;mafyanın deniz kıyısında kaçak olarak kurmuş olduğu bir tesisin yıkım işi de çıktı karşımıza.İhbar olmuş;inceleme yapılmış ve mahkemeden yıkım kararı alınmış ve kesinleşmişti.Ne hikmetse;iki yıldır yıkım kararı uygulanmıyor ve yasal olmayan tesis çalısmasını sürdürüyordu.İhbara göre tesis kadın ticaretinde ve her türden pis işlerde de kullanılıyordu.Bu durumdan;çevrede yerleşık ailelerde rahatsız olmuşlar;onlar da sayısız şıkayet dilekçesi vermişlerdi. Bir yıkım ekibi oluşturduk.Jandarmadan da yardım alarak;yıkım için ekip mahalline gönderildi.Ben tesisin o gün yıkılmış olacağını düşünüyordum.Ertesi gün göreve gelince;yıkımın gerçekleşmediğini öğrendim.Nedenini sorduk.Ankara’dan gelen tel emriyle yıkım durdurulmuştu.Oysa;ortada kesinleşmiş bir mahkeme ilamı vardı.Bunun uygulanmasını;allah bile durduramazdı.Gerçi;sonraki yaşamımda özellikle personelle ilgili mahkeme kesinleşmiş kararlarının uygulanmadığını çok gördüm. Türkiye’de çöküş bence mahkeme kararlarının uygulanmaması ile başlamıştır.Sonraları;mahkemelerin çeşitli nedenlerle yetersiz kalması sonucu;boşluğu mafyalar doldurmuş ve bugün yaşadığımız kaos ortamı doğmuş ve günümüze dek gelmişti. Telgrafı gördüm.”Bakan adına” diye bir müsteşar yardımcısı imzalamıştı.Hemen;bunu bir yazı ekinde Ankara’ya yolladım.Konu hakkında bilgisi varsa Bakan hakkında(Yılmaz Ergenekon olmalıydı) bilgisi yoksa;müsteşar yardımcısı hakkında soruşturma açılmasını istedim. Teftiş Kurulu Başkanı bu yazım üzerine çok şaşırmış.O güne dek hiçbir Maliye Müfettişi bir bakan hakkında soruşturma istememişti.Telefonla;bir müfettiş bir bakan hakkında soruşturma isteyebilir mi diye sordu..Ben de bunun olanaklı olduğunu belırttim.Kimsenin eylemi yargı denetimi dışında kalamazdı .Sonradan;bir müfettiş Gümrük Bakanı hakkında soruşturma istemiş ve başkanlık buna karşı çıkmıştı.Konu;benim de dahil olduğum üç müfettişlilik bir “Hakem kurulu”na gelmişti.Bizler;müfettişi haklı bulmuştuk.Buna karşın bakan hakkında soruşturma başlatılmadı.Ancak;o bakan Eylül 1980 ihtilalinden sonra bu olay da dahil eylemlerinden dolayı yargılandı ve hüküm giyip hapiste yattı. 144 Yazım üzerine;o hafta içinde,mafyanın işlettiği tesis yıktırıldı.Bu bize büyük bir mesleki doyum vermişti.Demek;Türkiye’de yasalar,aksamalı da olsa hala uygulanabiliyordu. Sonradan;ayni mafya patronunun bu kez;Urla İskelesi’ne yakın bir yerde yeniden kaçak bir tesis kurduğunu ve pis işlerini sürdürdüğünü öğrendim.Hatta;benimle dalga geçmek için daireye telefon açmış ve beni de tesise çağırmıştı.Hemen;Milli Emlak’e durum tesbiti yaptırtıp yeniden dava açılmasını sağladım.Yasalardaki boşluklar ve cezaların doğru dürüst uygulanmaması;bu duruma yol açıyordu.Adam;enaz beş yıl sürecek mahkeme boyunca çarkını döndürmeyi sürdürecekti. Eylül 1980 ihtilalinden sonra;benim yazım nedeniyle;o müsteşar yardımcısının soruşturma geçirdiğini ve mahkeme edilip mahkum edildiğini öğrendim. Sonraki yıllarda;bu türden olaylar yaşanmadı.Çünkü;idare,hemen tüm soruşturma istemlerini gözardı ediyor ve olayları örtbas ediyordu.Günümüzde de bu eğilim sürmektedir. Her parti;kendi yandaşlarının bu tür olaylarını soruşturmadan kaçırmaktadır. Milli Emlak teftişi sırasında bir başka ihbar daha gelmişti.Orta okuldan sınıf arkadaşım olan bir servis şefi;İzmir’deki Yunanlılardan kalma taşınmaz malları;bu kişilere geri verdirmek için ;açılmış davalarda karşı tarafın avukatlarına bilgi ve belge sağlayarak yardım ediyormuş.Avukatın işyerinde arama yapıp gerekli belgeleri ele geçirdik.Bu servis şefi hakkında da soruşturma yaptım.Sonunda;memuriyetten ayrıldı ve yargılandı.Sınıf arkadaşım olduğu için;bu durumdan üzüntü duymuştum. Bu vesileyle;önümden geçmiş diğer önemli Milli Emlak olaylarını anımsadım. Biri;Resneli Niyazi Çiftliği davasıydı.Trakya’da ki çok verimli ve büyük arazi parçaları;ünlü Trakyalı,Cumhuriyetçi çeteci Resneli Biyazi Bey’e verilmişti.Bunlardan biri de o sıralar Halkalı Zıraat Okulu olarak anılan okulun ve çevresinin yer aldığı Küçükçekmecedeki bir tapuyla ilgiliydi.Tapu sınırları usulsüz olarak genişletilmiş ve Hazine arazilerine haksız olarak el konulmuştu.O sıralar;bu araziler çok değer kazanmaya başlamıştı. Olay dava konusu olmuş ve Hazine davayı yitirmişti.Dosyalara gömülüp yaptığım incelemeler sonunda;Hazine lehine bazı delillerin mahkemelere ibraz edilmemiş olduğunu ve tartışılmamış olduğunu saptadım.Yeni deliller nedeniyle;Adalet Bakanlığı’ndan davanın yenilenmesi prosedürünün işletilmesini önerdim.Önerim üzerine dava yenilendi.Nasıl sonuçlandığını izleyemedim.O araziler üzerinde 145 şimdilerde birçok uydu kentler oluştuğuna göre;dava yine yitirilmiş olabilir.Ya da bu yerler;yeni kurulan belediyelere geçmiş ve onlar tarafından inşaat alanı olarak değerlendirilmiştir. Bir başka olay;Beyoğlu’ndaki bir binayla ilgiliydi.Bir Ruma ait görünen binanın kayıtlara göre Hazineye ait olması gerekiyordu. Tapu kayıtlarını incelerken;bazı Osmanlıca kayıtların değişik mürekkeple yapılmış olduğunu saptadım.O kayırları;Polis Kriminoloji Enstitüsü’ne yolladım.İncelediler ve bu değişik mürekkepli yazılarla mülkiyeti Ruma taşıyan tapu kayıtlarının sonradan yapıldığını ve sahte kayıtlar olduğunu belirttiler.Raporum üzerine dava açıldı ve dava kazanılıp bina Hazine mülkiyetine geri döndü. Bir diğer incelediğim konu da Moda Deniz Kulübü ile ilgilidir.Kulüp;denizi izinsiz doldurarak izinsiz inşaat yapmış.Aleyhine dava açılmış ve kazanılmıştı.Yıkılması gerekiyordu.Ancak;Maliye Bakanlığı hiçbir zaman bu tesisleri yıkma gücünü kendinde bulamamıştı. Bunun üzerine;izinsiz doldurulmuş alanın kulübe 50 yıllığına kiralanması formülünü önerdim.Hiç değilse;Hazinenin eline para geçecekti.Sonradan;bu formül uygulandı.Ayrıca;bu ilk uygulama “yol”oldu.Sonradan;deniz kıyısındaki birçok kaçak tesise bu yolla yasallık kazandırılmıştı. Doğal olarak;bunları yıkamayan devlet,gecekonduları da yıkamamış ve günümüzdeki devasa “gecekondu mülkiyeti sorunu” ortaya çıkmıştır. İHTİLAL SORUŞTUMALARI 12 Eylül 1980 ihtilalinden sonra;Maliye Teftiş Kurulu;bütünüyle soruşturmalara sürüldü.Tüm müfettişler;ülkenin dört bir yanında ihtilal öncesi pislikleri temizlemekle görevlendirilmişlerdi. Zaten;kırk yılı aşkın meslek yaşamımda gözlediğim şudur:Maliye Teftiş Kurulu bir tür “itfaiye örgütü”ydü.Her ihtilalden sonra;her temelli değişimlere yolaçan seçimlerden sonra;birçok ihbarlar yapılırdı.Herkes”yangın vaar..”diye bağırırdı.Maliye Müfettişleri de;bu yangınları söndürmekle görevlendirilirlerdi. Bir Milli Eğitim Bakanlığı müfettişi ile(Kemal Tahir Özkan adlı benden yaşça büyük bir müfettişti)Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi ile ilgili ihbarları incelemekle görevlendirildik.Görevi;sıkıyönetim komutanı olan zamanın Ege Ordu Komutanından aldık. 146 Yaklaşık altı ay kadar üniversitede çalıştık.İhbarların bazılarının doğru olduğunu saptayıp bazı öğretim üyeleri ve personel hakkında soruşturma açılmasını istedik. Mevzuatına göre;soruşturma açılması konusunda üniversite senatosu karar verecekti..Komutan;doğrudan savcılığa suç duyurusunda bulunmamızı istiyordu.Üzerimizde yoğun baskısı vardı.Bunun olanaklı olmadığını anlattık.Önerimiz üzerine dosyamızı albay olan adli subayına inceletti.Albay da haklı olduğumuzu belirtti de sıkıyönetimde hapis yatmaktan kurtulduk!... Tıp Fakültesindeki birçok öğretim görevlisinin rahatını kaçırmış;yararlarına engel olmuş;düzenlerini bozmuştuk.Onların açısından,kötü kişiler olmuştuk.O sıralar hastalanıp onların hastanesine yatsam bana bakmayacaklarını düşünüyordum.Sonradan;kalp damarlarımın tıkalı olduğu anlaşılınca;uzun süre bu hastaneye değil;Devlet Hastanesine gidip geldim. Daha sonra;kız kardeşimin kocası rahatsızlandı.Akciğer kanseri olma olasılığı vardı.Ege Üniversitesi hastanesi göğüs polikliniğinin şefi profesör;”önce muayenehaneme gel bir bakayım;sonra poliklinikte muayene olursun”demiş.Yani;özel muayene yoluyle açıktan para istiyormuş.Eniştem durumu anlattı.Parayı verecek durumu da yoktu.Benimle polikliniğe giderse;porfesörün belki kendisini o yoldan geçmeden muayene edebileceğini düşünüyordu. Üniversitede geçmiş yıllarda yaptığımız soruşturmadan sözedip yardımcı olamayacağımı söyledim.Tersine;benim akrabam olduğu anlaşılırsa;güçlüklerle karşılaşabileceğini anlattım.Dinlemedi,”ille birlikte gidelim “dedi. Randevu alıp gittik.Profesörün sekreterinin yanına girdik.Durumu anlattık.Sekreter bayan;”Siz geçen sene soruşturma yapan müfettiş değil misiniz?”dedi.Enişte durumu anlamıştı.Hemen beklemeden oradan ayrıldık.Gitti;özel muayene düzeninden geçti. Üniversitede daha önce de Ercan Meftunoğlu ile bir soruşturma yapmıştık. Üniversite muhasebe müdürlüğü;maaş ödemelerinin dayanağı olan Kadro ve Maaş Defterini tam olarak tutmamıştı.Bunda;rektörlüğün de suçu vardı.Görevden ayrılan,emekli olan,vefat eden personel Muhasebe Müdürlüğüne bildirilmemişti.O zamanlar;üniversitede Tıp ve Zıraat olmak üzere iki fakülte vardı. Rektörlük mutemedi bu boşluktan yararlanmış ve ayrılmış,emekli olmuş,ölmüş personeli üçer dörder ay daha çalışıyor göstermiş ve bordroları onlar imzalıyormuş gibi imzalayarak maaaşlarını haksız ve kanunsuz olarak almış ve kendine mal edinmişti. 147 Rektörle anlaşıp son maaş dağıtımında bordrolar imzalanırken hazır bulunup kimlik denetimi yapacaktık.Açıkta kalanlar;mutemed tarafından mal edinilen maaşlar olarak ortaya çıkacaktı.Bir tür suçüstü yapacaktık. Rektör;maaş dağıtımını gözlememize izin verdi ve durum personele de duyuruldu. Profesörler,doçentler ilk kez maaş kuyruğuna girerek maaş almak zorunda kaldılar.Maaş dağıtımı başladıktan iki saat kadar sonra;kuyruktakiler homurdanmaya başladı.Adaşım olan doçent Uçar Asena bağırıp çağırmaya başladı.Biz işlemi sürdürdük. Biraz sonra;rektör orada bizi telefonla aradı ve uygulamayı kesmemizi istedi.Bizler;uygulamayı sürdüreceğimizi belirttik ve bağırtı çağırtı içinde görevi tamamladık.Üç kişi maaşını almaya gelmemişti.Amacımıza ulaşmıştık.Durumu tutanakla saptadık ve mutemedi savcılığa ihbar ettik. Ayni gün rektör;zamanın Başbakanı olan Süleyman Demirel’i aramış.Durumu bize de bildirmişti.Akşam haberlerinde,radyoda ,o zamanlar daha televizyon olmadığından haberler radyodan alınıyordu,Başbakan konuştu.Kamu personelinin görevlerini yaparken daha yumuşak ve anlayışlı davranmalarını istedi. Mesajın bize olduğu açıktı.O zaman,her olayın bir “perde arkası”nın olduğunu öğrenmiş oldum.Medyadaki değişik her haberin bir bilinmeyen ve açıklanmayan yanı oluyordu. Nitekim;İzmir’deki bir başka soruşturma sırasında da ayni durumla karşılaşmıştım. Bir maliye memurunun rüşvet aldığı,irtikap yaparak zorla rüşvet aldığı ileri sürülüyordu.İhbar;incelenmek üzere bana yollanmıştı.İhbarda bir ad ve adres vardı.İkisini de araştırdım.Doğruydular.Bir oto lastik satıcısıydı ihbarcı. Telefonla;görüşmeye çağırdım.İhbarın ona ait olup olmadığını belgeleyecektim.Ondan somra soruşturmayı yapacaktım.Gelemeyeceğini söyledi. Ben de;kendisini gizlemek istiyor,o nedenle müfettişliğe gelmek istemiyor diye düşündüm.İhbarın konusunu soruyordu.Bunu söyleyemezdim ve söyleyemeyeceğimi bildirdim.İsterse;işyerine gelip tutanak düzenleyebileceğimi ve böylece onu gizlemiş olacağımı söyledim.Kabul etti. Ertesi günü;işyerine gittim.Bu kez;tutanak imzalamayacağını belirtti.İhbarda bulunmadığını ileri sürüyordu.Ben de;bu hususu da tutanağa bağlamamız gerektiğini anlattım.Buna rağmen tutanak imzalamadı ve bana tatlım,şekerim diyerek alışmadığım,uygunsuz davranışlarda bulundu. 148 Daireye döndüm.İhbar;özel bir yasayı ilgilendiriyordu.Yasaya göre;savcı gibi yetkilerimiz vardı.Emniyet Müdürlüğüne yazı yazıp;ertesi gün adamı daireye zorla getirttim.Yine de tutanak imzalamadı.Durumu görevli polisle saptadım ve adama”Bir daha Maliye Müfettişleri ile çekişmeye girme..Onlara tatlım,şekerim diye hitap da etme”dedim ve adamı yolladım. Ayni gün;öğleden sonra Teftiş Kurulu Başkanı aradı.”Neler oluyor orada Uçar bey...Anayasayı ihlal ediyormuşsunuz!..”dedi.Durumu anlamıştım. Meğer adam;Başbakan Süleyman Demirel’in partisinin İzmir yönetim kurulu üyesiymiş.Hemen ve doğrudan Başbakan’a telefon etmiş.O da Teftiş Kurulu Başkanını aramış. Durumu başkana telefonda anlattım.Özel yasadaki zorla getirme yetkisini kullandığımı anlattım.İhbarı hatırlattım.”İsterseniz,yazılı da cevap vereyim”dedim.İkna olmuştu.Yazıya gerek olmadığını söyledi.Anladığım kadarıyle durumu Başbakan’a anlatmış.O da ikna olmuş olmalı ki bir daha ses seda çıkmamıştı. Böylece;politik çarkın gerektiğinde ne denli hızlı işlediğini gözlemiş oldum.Bir de Başbakanların devlet sorunları yerine ne denli küçük olaylarla ilğilendiğini gözlemiş oldum.Neyse ki;haklılığım teslim edilmişti.Yoksa,kim vurduya gidip başka görevlere ya da yerlere nakledilebilirdim!.. Bir diğer ihtilal görevi Isparta ili ile ilgiliydi.Süleyman Demirel Üniversitesi’nde bazı yolsuzluklar ihbar edilmişti.Ayrıca;dönemin başbakanı olan Süleyman Demirel’in kayın biraderi iken belediye başkanı olmuş kişi ile ilgili bazı ihbarlar da vardı. Yine,bir başka Milli Eğitim Bakanlığı mnüfettişi ile Isparta’ya gittik..Garnizon komutanı,Orduevinde kalmamızı önerdi.İş açısından gözönünde olacaktık ve rahat çalışamayacaktık.O nedenle;daveti nazikçe reddedip Isparta Çocuk Islah Evi’nde kalmaya başladık. Isparta’ya çok geniş ve çok ışıklandırılmış bir bulvarla,Süleyman Demirel Bulvarı ile giriliyordu.Bir süre önce;Isparta’da bir Türk Hava Yolları uçağı düşmüştü.Ispartalıların anlattığına göre;sarhoş olan uçak pilotu,Süleyman Demirel Bulvarını Antalya havalimanının iniş pisti olarak algılamıştı.Alana inmek üzre alçalmaya başlamıştı.Antalya havalimanı “Hayır...Daha Antalya’ya gelmedin...Biz seni göreniyoruz...”diye telsizle bağırmış.Ancak;uçağın burnunu dikmek için artık çok geçmiş...Pilot;Ispartayı fark etmiş ve inişe geçmiş olduğundan “pas geçme işlemi”yapmak istemiş ve Isparta’nın bitimindeki bir tepeye çakılmış kalmış...O zamanlar medya,olayı bu yönüyle anlatmamıştı. 149 Türk medyası çok ilginçti o zamanlar.Buna benzer çok olay,basında ve radyoda yer almamıştı.Kimbilir;belki de bu anlatılanlar Ispartalıların düş gücünün bir eseridir. Örneğin;Arap-İsrail arasındaki 1967 savaşında; o sıralar ençok Yahudi vatandaşın yaşadığı Çanakkale’de “6-7 Eylül” İstanbul ve İzmir olayları benzeri olaylar yaşanmış..Kimsenin o zamanlar bundan haberi olmamıştı... Neyse;teftiş ve soruşturma konularını incelemeye başladık.İncelemeler sırasında karşımıza yine Süleyman Demirel’in bir başka akrabası olan bir harita mühendisi çıkmıştı.Adam;tüm üniversiteyi egemenliği altına almıştı.Öğrenci alımı;ihaleler ve istihkak ödemeleri,personel yan ödemelerinde çeşitli kanunsuzluklar yapmış ve yaptırmıştı.Hakkında “görevi kötüye kullanma”dan dava açılması için rapor düzenlemiştik. Üniversite rektörü de ;Mühendislik Fakültesi ihaleleri dolayısiyle bir müteahhid frimadan hediyeler ve ailesi ile Kıbrıs ve İsviçre turistik seyahatleri kabul etmişti.İhaleden sonra rektör;eşiyle firmanın finanse ettiği yurt dışı gezilerine katılmıştı. Bunun rüşvet olduğunu düşünmüştük.Ancak;müteahhid firmanın avukatı bize bir Yargıtay Genel Kurul kararı örneği getirdi.Buna göre;”Bir işin tamamlanmasından sonra,duyulan inşirah nedeniyle alınan para ve menfaataler”rüşvet sayılmıyordu.Yani;müteahhid bu yurt dışı yolculukları ihale bedellerini aldıktan sonra;duyduğu memnuniyet gereği vermişti..O nedenle rüşvet sayılmıyordu!...Bu nedenle;rektör hakkında da rüşvetten değil “görevi kötüye kullanma”dan rapor düzenlemiştik. Başbakanın akrabası belediye başkanı hakkında soruşturmaların daha önce de yapıldığını ve dava açılması için dosyaların Isparta Cumhuriyet Savcılığı’na geldiğini öğrenmiştik.Savcılıktan bu konudaki iki ya da üç dosyayı istedik;vermediler.Bunun üzertine;devreye garnizon komutanını soktuk ve dosyaları alabildik. Direnişin nedeni anlaşılmıştı.Savcılık;gerekli işlemleri tamamlayarak davaları açmamış ve suçların zaman aşımına uğramasını sağlamıştı.Bu nedenle;Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’na suç duyurusunda bulunduk.Savcının yargılanmasını sağladık. İşlemleri biran önce bitirmek için Milli Eğitim Bakanlığı Müfettişi ile Cumartesi ve Pazar günleri de çalışıyorduk.Bir ay kadar süre geçince;Milli Eğitim Müfettişi “Müfettiş bey,bizim odacının bıyıklarını görmemeğe başladım!..” dedi.Espiriyi 150 anlamıştım.Üstelik benim için de bir tehlike sözkonusu olabilirdi!...O hafta sonunda o Ankara’ya ben de İzmir’e ailelerimizle olmaya gittik. Isparta teftişleri sırasında Vali Coşkun Akmeriç ile de görüşme olanağımız oldu..Sınıf arkadaşımdı.Bizi sık sık Burdur Gölü kıyısındaki sosyal tesiste ağırlamıştı.Güzel günler geçirip bu serüveni de tamamladık. Bir de ;bu dönemde İzmir Defterdarı ile ilgili bir ihbar incelemesi yapmıştım.Sonuçta;Defterdar hakkında soruşturma yapma izni istemiştim..Ancak;Bakanlıktan soruşturma izni oluru bir türlü gelmiyordu. Teftiş Kurulu Başkanı ile konuyu konuştum.Kendisi soruşturmayı Cumhurbaşkanı Kenan Evrenin önlediğini söyledi.”Ben Cumhurbaşkanı kaldığım sürece İzmir Defterdarı hakkında hiçbir soruşturma yapılmayacak’demiş. .Maliye Bakanı da buna uymuş ve soruşturma izni imzalanmamıştı. Defterdar;Alaşehir’de Kenan Evren’in ailesinin kapı komşusu imiş.Çocukluklarında ve gençliklerinde Evren bu aile ile çok samimi imiş.Harbokulundan izinli gelince ailesini bulamazsa onlarda kalırmış.O nedenle;kendisinden küçük yaştaki İzmir Defterdarına kol kanat geriyormuş... Bu;Türkiye’de karşılaştığım ikinci hukuksuzluktu.Üstelik bunu;hukuku egemen kurmak için gelmiş askerler yapıyordu.”adalet,mülkün temelidir”deniliyordu.Ancak;adaletin gerçekleşmesine izin verilmiyor ve hukuk guguğa dönüştürülüyordu. Sonraki yıllarda da benzer birçok olaya rastladım ve hukuka güvenimi tümden yitirdim...Tüm türk vatandaşları gibi.Hala da bu konularda bir iyileşme gözlenmiyor. Bu konuda;doğrudan hukuku ihlal eden bir başka işlemle karşılaşmıştım.Onu da anlatayım. Ekrem Pakdemirli Maliye Bakanı olunca;doğru bir kararla;yurt dışı kadrolarına lisan bilenleri atayacağını belirterek bu konuda bir”olur” yayınladı. Buna göre;Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde yabancı dil sınavına girilecekti.Başarılı olanlar yurt dışı görevlere atanacaktı.Ben de sınav için başvurdum. Sınavı;ben,bir Hesap Uzmanı ve bir daire başkanı,fransızca dilinden kazandık.İş;atama işlemlerinin başlatılması aşamasına gelince;Bakan bizleri yurt dışı görevlere atayamadı.Çünkü;müsteşar eski Maliye Müfettişi Biltekin Özdemir’in bir olur hazırlayıp Bakana imzalatması gerekiyordu.Ancak;müsteşar bu olur taslağını imzalamıyor ve Bakana direniyordu.Atama işlemleri de yapılamıyordu. 151 Baakan Pakdemirli;müsteşarını görevden almak için kararname hazırladı ve imza için Cumhurbaşkanlığı köşküne yolladı.Zamanın Cumhurbaşkanı olan Turgut Özal;kararnameyi imzalamadı.Çünkü;kendisi Devlet Planlama Teşkilatında çalışırken;Müsteşar Biltekin Özdemir de o kuruluşun Genel Sekreterliğini yapmıştı ve oradan tanışıyorlardı.Biltekin zaman zaman Köşke gidip akşam yemeği yiyor;bu arada Cumhurbaşkanını gayriresmi olanlardan bilgilendiriyordu. Sonunda;hukuken geçerli bir neden gösterilmeden atamalarımız yapılamadı ve işin garibi Ekrem Pakdemirli bakanlıktan ayrılmak zorunda kaldı.Müsteşar kalmış,bakan gitmişti. Bir iki yıl sonra hükümet değişti ve Sümer Oral Maliye Bakanı olmuştu.Ben de İzmir Atatürk Lisesi’nden onun arkadaşıydım.Yatılı okuyan Sümer Oral;bazı hafta sonları İzmir’de bizim evimizde kalırdı.Ben de Turgutlu’ya gidip onun ailesiyle tanışmıştım. Bu yakınlığa dayanarak,kendisine bir mektup yazdım.Yapılan haksızlığı anlatıp hakkımın teslim edilmesinin gerektiğini anlattım.Yanıt bile vermedi.Onun da talihsizliği,Biltekin’in hala müsteşar olmasıydı.Bir de;Sümer;oy hesabı yapardı.Beraberinde birkaç oy sağlamayacak benim gibi tiplerin işini yapmazdı. Bir aralık,Biltekin’e gidip direncini kırmaya çalıştım.Benimle dalga geçti.”Git emekli ol,keyfine bak”dedi..Kaderin cilvesine bakın ki;bir bakan ondan daha güçlü çıktı ve o benden daha önce emekli oldu.Ben de ;bir kokteylde ona rastladığımda “Emekliliğini candan kutlarım canım..Hadi şimdi git,sen keyfine bak!.”dedim.Hayret;canını sıkmayı başarmıştım. Bir memurluk deyimiyle bir kazık da Hasan Hüseyin Şener adlı eski bir Maliye Müfettişi’nden yedim… Boşalmış bir Nato kadrosuna adaylığım sözkonusuydu.Tüm formaliteleri tamamlamış;atanmamı bekliyordum.Bir de baktım;benden daha genç bir Maliye Müfettişi o göreve yollandı. Sonradan;Hasan Hüseyin Şener’in yardımcılığını yapan bir arkadaştan;bu kazığı o zamanlar Personel Genel Müdürü olan Hasan Hüseyin Şener’den yediğimi öğrendim.İsminde hem Hasan,hem Hüseyin bulunan birisi;bana bu haksızlığı yapmış:atamamı onaya çıkarmamış ve yerime bir başkasını yollatmıştı.!..Kendisi:hakkında Isparta’da soruşturma yaptığımız Belediye başkanının yeğeniydi ve Süleyman Demirel’e de akraba oluyordu.Böylece;amcasına benim kötülük yaptığımı düşünmüş olmalı ki;bunun öcünü almış oluyordu.Ancak;bu haksız eyleminin ve belki de yaptığı diğer haksızlıkların bedelini;çocuğunun zamansız kaybıyla ödemişti.Sonradan;İzmir’de ortaya çıkan Balina Operasyonu sanıkları 152 arasında bu kez onun yeğeni vardı..Bunlar böyle;her işte ortaya çıkan karışık bir akrabalar grubuydu. Son olarak;Teftiş Kurulu Başkanlığı için adaylığımı anlatmalıyım.Yine;Ekrem Pakdemirli’nin bakanlığı sırasında,Teftiş Kurulu Başkanlığı kadrosu boşaldı.Eski İzmir Büyükşehir Belediye Başkanı Burhan Özfatura’nın da ısrarları ile ben de aday olmuştum..Ancak;müsteşar Biltekin öğesi,yine karşıma çıkmıştı. Müsteşarlığı boyunca birçok uygunsuz işini bitirtmiş olması olası İstanbul Defterdarı Kemal Civelek’i teftiş kurulu başkanı yaptılar.Üstelik;Burhan Özfatura da Turgut Özal’ın sofralarına oturuyordu.Onun da devrede olması işe yaramamıştı.Böyle diyorum;çünkü Biltekin’in Trabzon’daki bazı milli emlak yapılarını eski bir meclis başkanlığı yapmış politikacıya usulsüz tahsis ettirdiğine tanık olmuştum. Bütün bunların temelinde Biltekin,geçmişte genel müdür yardımcısı olduğunda “Kutlarım Biltekin..Ne mutlu..Sana gıpta ediyorum”demem yatıyordu.Ordu’nun bir ilcesinden gelen Biltekin, buradaki gıpta sözçüğünü,seni kıskanıyorum,kuyunu kazacağım gibi yorumlamıştı.Ömür bayunca bana düşman olmuştu.Kabahat bendeydi ve dilimin belasını çekiyordum!... BANKERLER TASFİYE KURULU 1980 li yıllarda ;bankaların yanında bankerler de mevduat toplamağa başlamıştı.Başbakan Turgut Özal da bu oluşumu desteklemişti. Bu alanda mantar gibi ortaya çıkan kişi ve kuruluşlar;vatandaşlardan topladığı paralarla bazı anonim şirket ve holdinglerin senet ve tahvillerini alıp pazarlamışlardı.Biriken paraların büyük kesimiyle de taşınmaz mallar satın almışlardı.Böylece;topladıkları paraları atıl,hareketsiz yatırımlara bağlamışlardı. Bir süre sonra;önce topladıkları paraların vadettikleri faizlerini ve ana paralarını ödeyemez duruma düştüler.En ümlüleri Banker Kastelliydi ve olay bu kişinin adıyla anılır oldu. Sonunda;bir Bakanlar Kurulu Kararı ile sistem donduruldu ve İstanbul,Ankara ve İzmir’de birer bankerler tasfiye kurulu kuruldu. İzmir’deki kurulun başkanlığına ben atandım.Bir hesap uzmanı bir de eski hazine avukatı üyemiz vardı.Üç de banka personeli verdiler.Kurul olarak çalışmaya başladık. Kurullardan istenen;bankerlerin mal varlıklarını saptamak;nakde çevirmek ve bankerlere para yatırmış kişilerin önce ana paralarını;sonra faiz alacaklarını ödemekti. 153 İzmir’de irili ufaklı yedi bankerlik kuruluşu faaliyet göstermişti.En önemlileri;Anadolu Bankerlik ve Banker Onur firmalarıydı.Tasfiyeye İzmir Ticaret Mahkemesi nezaret ediyordu.Bu mahkemeye bağlı çalışıyorduk.Her ay;aylık raporları mahkemeye sunuyorduk.Mahkemelik işlerimizi de bu mahkemede çözümlüyorduk. Bankerlerden birinin müşterileri arasında;zamanın ihtilal subaylarından,halkın beşi bir yerdeler dediği genarellerden birisi de vardı.Ancak;alacağı için kurula başvurmamıştı.Nedenini;haricen öğrendik. Yurt dışına kaçmış olan bankerin Türkiye’ye,Ankara’ya gelmesine göz yumulmuş,bu kişi konsey üyesi kişinin ödemesini yaptıktan sonra yine yurt dışına çıkmasına izin verilmişti.Bu arada biz,kurul olarak adamı yakalayamamış ve çeşitli konularda bilgisine baş vuramamıştık. Keza;bir başka bankerin müşterileri arasında;çok miktarda hava subayı,bir de hava generali vardı.Nedenini öğrendim. Birgün Atatürk Lisesi’nden arkadaşım olam Temel;hava binbaşısı rütbeli elbisesiyle kurula geldi.Parasını bankere kaptırmıştı.İşin bundan daha kötü yanı;havacı komutanlarını da ikna etmiş;onlar da sonuçta paralarını bankere kaptırmışlardı.”Paraları geri almazsak;bu komutanlar beni çiğ çiğ yiyecekler’diyordu. Komutanlar,başvurularını emir erleri aracığıyle yaptılar. Bir de emekli general vardı.Tüm emekli ikramiyesini ve birikmişlerini bankere kaptırmıştı.Bunun sonucu çok güç durumda kalmıştı.Karısı kendisinden ayrılmış;o da bunalıma düşmüştü.Sık sık kurula gelir dertleşirdik. Banker Onur’un Çeşme’de bir villası vardı.Ayni zamanda,İngilizle evli olduğundan İngiliz vatandaşı da olan bu banker;Londra’ya kaçmıştı.Villayı da;mafyayla yaptığı sigara ve içki kaçakçılığı için,istasyon ve depo olarak kullanmıştı. Bu villayı;Maliye Bakanlığı’nın ünlü ve değerli konuklarını ağırlamada kullanmak için lojman yapılmak üzere;Maliye Bakanlığı’na sattık.Burada;sonraları İzmir Defterdarları ve Maliye Müsteşarları yazlık izinlerini geçirdiler. Bir başka bankere ait beş katlı bir apartmanı da;Turizm Müdürlüğü’nce kullanılmak üzere,bağlı olduğu bakanlığa sattık.Diğer banker mallarını da paraya çevirip;ana para ödemelerini başlattık.İki yıl sonra;ben bu görevden ayrıldım. Tasfiye kurulundaki emekli hazine avukatı;yaklaşık seksen yaşında ve sağlam kalmış birisiydi.Onunla konuşmalarımızda;”Herşeyin başı sağlık”demiştim.O ise;buna karşı çıkmış ve “Her şeyin başı para müfettiş bey “demişti.Sonra sürdürmüştü 154 konuşmasını”Benim yeterince param olmasaydı.tutulduğum hastalıkları yenemez ve çoktan göçer,giderdim”demişti.Galiba haklıydı... Sınıf arkadaşım hava subayı Temel’e;sonraları Albay rütbesi ile İzmir hava alanında rastladım.Demek;komnutanlarının bankere kaptırılmış paralarını kurtarmış ve kellesini de kurtarmıştı!...İzmir’den Ankara’ya gidiyorduk.Nato’da görevliymiş ve iki Amerikalı hava subayına mihmandarlık yapıyormuş. Uçağa bindik ve yola çıktık.Bir aralık;üç kişi uçağın kokpitine,pilotların yanına gittiler.O sırada;Afyon’un üzerinden geçiyorduk.Türk Hava Yolları;normal rotasından çıkarak alçaldı ve Afyon üzerinde bir tur attıO sırada;uçağın penceresinden dışarı bakıyordum.Bir topçu uçağı gördüm..Arkası bize dönüktü.Önce uçak bize yaklaştı,sonra hızla uzaklaştı.O uçakla çarpışabilirdik.O zaman;Ankara’da Ulus’a düşen uçağın yolaçtığı uçak kazası faciasının benzeri yaşanacaktı.O olayda da;yolundan çıkan Türk Hava Yolları uçağı,bir topçu uçağıyla çarpışmış ve Ankara’nın Ulus Meydanı ve çevresina yayılan uçak parçalarından yüzlerce kişi ölmüştü. Ankara’ya indiğimizde;durumu Temel’e anlattım.Sapsarı kesildi..”Yapma yahu..İyi tehlike atlatmışız haa!..”dedi. Kurallardan sapmanın neye mal olabileceğini birkez daha gözlemiş oldum.Gerçi;Türk insanı kural mural tanımıyor ve karayollarında at sinekleri gibi gereksiz kazalar sonucu ölüyorlardı. Zaten;bu ülke hiçbir faciadan ders almıyordu.Aradan yıllar geçti..Millet hala;banker Kastelli işe başlasın paralarımızı ona veririz diyorlardı.Nitekim;son yıllarda yaşanan batan bankalar facialarında da ayni durum yaşandı.Bundan sonra da yaşanmayacağını kimse söyleyemez. YEMİNLİ MALİ MÜŞAVİRLER GEÇİCİ KURULU Bankerler Tasfiye Kurulu Başkanı olarak;aldığım maaştan daha fazlasını ikinci maaş olarak almıştım.Ayni durumu;Serbest Muhasebeci Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavir Yeminli Mali Müşavirler Kanunu’na göre kurulmuş “Geçici Kurul” çalışmaları sırasında da yaşadım.Yaklaşık iki yılı aşkın süreyle hem maaş hem de bu kuruldan maaşım kadar ek ücret aldım. Bu süre içinde;yeni kurulmakta olan mesleklerle ilgili tüzükleri,yönetmelikleri hazırladık ve yayınladık ve illerdeki meslek odaları seçıimlerini tamamladık ve mesleği kurduk. 155 Eski üstadlardan Celal Şardan ve ben Maliye Müfettişi kökenliler olarak kurula katılmıştı.Dört hesap uzmanı kökenli üye,iki profesör üye ve bir gelirler kontrolörü üyeden oluşan dokuz kişilik bir kurulduk. Meslek mensuplarına “geçici çalışma ruhsatı”verdık.Mesleğin mevzuatını ve ücret tarifelerini hazırladık.Her iki faaliyette de ben,gelirler kontrolörü ve bir hesap uzmanı tüm faaliyetleri yürüttük ve kurul bizim çalışmalarımızı gözden geçirip onayladı.Çok yorucu ve gerginlik yaratıcı çalışmalar yaptık. Oda seçimleri dolayısiyle İzmir,İstanbul,Van,Trabzon ve Artvin’de bulunduk.Özellikle Van’dan çok etkilenmiştim.Daha önce;müfettişlik yaşamımda görmemiştim.Van Kalesini ve Akdamar Adasını gördük. Vali bey bizi;Edremit ilcesine kadar götürdü.Terör eylemlerinin yaygın olması nedeniyle kalamadık Van’a ayni gün döndük.Urartu adlı bir turistik otelde kaldık.Kış olmasına karşın;neredeyse yüzde yüz oranında doluydu otel.Özellikle;Amerikada yaşayan Ermeniler geliyorlarmış. Van gölünden çıkarılan bir balık yedik ve hemen her gece otlu peyniri tattık.Kalp damarlarım tıkalı olduğu halde dayanamamış ve o otlu peynirden yemiştim. Geçici ruhsat verme işlemleri sırasında Burhan Özfatura;Maliye Müfettişliği kökenli Ercan Meftunoğlu’na ruhsat verilmemesini önerdi.Ercan üstad;Defterdar iken onun hakkında soruşturma yapmıştı.Danıştay dairesi ve genel kurulu;soruşturma istemini onaylamıştı.Ancak;Manisa Ağır Ceza mahkemesinde;hakimi ikna ederek hüküm giymekten kurtulmuştu. Burhan da;Ercan üstadı ihbar etmişti.Ercan Üstad;aile dostu bir serbest muhasebeci ile Ankara’ya giderken trafik kazası geçirmişti.Burhan Özfatura da İzmir gazetelerinde bu konuyu yazdığı yazılarla istismar etmişti.Sonunda;12 Eylül yönetimi zamanında 20 yılını doldurup emekli olanlar arasında Ercan üstad da yer almıştı. Burhan Özfatura bununla yetinmemiş;şimdi de yasal hakkı olan geçici ruhsatının Ercan üstada verilmesine yasaya aykırı olarak karşı çıkıyordu. Ben ve Celal üstad bunun doğru olmadığını savunduk.Başkan ve üyeler de bizlere katıldı. Burhan bu kez;geçici ruhsatının geciktirilmesini önerdi.Çoğunluk onlarda olduğu için;bu kez oylamada bu görüş kabul edildi.Ben de bunun üzerine;Yılmaz adlı eski bir hesap uzmanının ruhsatının geciktirilmesini önerdim.Onun da;bazı mesleki eksiklikleri vardı.Vergi incelemelerinde rastlamıştım.Onlar da adamın ne olduğunu 156 biliyorlarmış ki;oylandı ve o kişinin ruhsatının geciktirilmesi de kabul edildi.Böylece;dengeyi sağlamış olduk.Ancak;Ercan üstad bu gecikme olayının sorumluluğunu bana yıktı.Kendisini ikna edemedim..Uzun yıllar benimle konuşmadı ve selamı sabahı kesti. Geçici kurulda Burhan Özfatura gibi eski politikacı üyeler;ya da buradaki faaliyetlerinden sonra politikaya atılmayı düşünen üyeler vardı.Bu nedenle;çeşitli etkenlerle serbest muhasebeci olmaması gerekenlere geçici ruhsatlar verildi.Yeminli mali müşavirlikle ilgili geniş yorumlar yapıldı ve gereksiz birçok geçici ruhsat verildi.Neyse ki;odalar ve odalar birliği kurulduktan sonra;bunların çoğu gözden geçirilip iptal edidi ve adalet sağlandı. Yasa;baştan ölü doğmuştu.Yeminli mali müşavirlik yasası sevkedilmiş ve fakat serbest muhasebecilik ve mali müşavirlik de mecliste yasaya eklenmişti.Yeminli mali müşavirlerin sayısının düşük tutulması ve sınırlanması mesleğin itibarı açısından önemliydi.Buna uyulmamış ve meslek ölü doğmuştu. En önemlisi;yasanın yasalaşmasında önemli rol üstlendi diye zamanın Maliye Bakanı’na da yeminli mali müşavirlik geçici ruhsatı verilmişti.Yasayı zorlayarak yapmışlardı bunu.Yapmışlardı diyorum;çünkü ben yine karşı çıkmıştım.Diğerlerinin oylarıyla karar alınmıştı.Sonradan,odanın bu geçici ruhsatı iptal edebileceğini düşünerek rahatlıyordum.Ancak;bu kişininki iptal edildi mi;öğrenemedim. Sayıştay murakıpları da yeminli mali müşavir olmak istiyorlardı.Bu durum;mesleğin ölü doğmasına yol açacaktı.Sonradan;yargı kararı ile bu hakkı aldılar.Diğer yasadan sapmalarla birlikte;bu uygulamalar sonucu;yeminli mali müşavirlik mesleği muhasebecilik mesleği gibi doğdu. Nitekim;yıllar sonra ortaya çıkan “hayali ihracat” olaylarında;bu tür yeminli mali müşavirlere rastlandı.Sahte raporlar düzenlemiş ve mafyanın haksız katma değer vergisi iadeleri almalarına yol açmışlardı. İzmir’de uzun süre yeminli mali müşavirler odası disiplin kurulu üyeliği ve başkanlığı görevini üstlendim. Soruşturmacı müfettiş diye bilindiğimden bu göreve getirilmiştim. Bir süre sonra;disiplin cezaları vermeğe başladık.Kalabalık oldukları için;gelirler kontrolörü kökenli yeminli mali müşavirlere sayı olarak daha çok disiplin cezası uyguluyorduk.Sonunda;sanki bu gruptakilere haksızlık yapılıyormuş gibi bir tablo ortaya çıkmıştı.Gelirler kontrolörleri derneği;haksız ve mantıksız bir genel kurul kararı ile benim kınanmama karar vermiş.Bir tür aforoz işlemi uyguluyorlardı.Kararı 157 bana taahhütlü mektupla ilettiler.Oysa;disiplin kurulu beş kişilik bir kuruldu ve benim bir oyum vardı.Gelirler kontrolörleri aleyhine baskı yaparak karar çıkartmam olanaklı değildi.!.. Durumu oda başkanı ile görüştüm.Gelirler konrtolörleri derneğini protesto etmelerini istedim.Oralı bile olmadılar.Herkes;bir sonraki seçimde yine nasıl yönetim kuruluna seçileceğinin hesabını yapıyordu.Ben de;yeminli mali müşavirlikten istifa ettim ve derneğe zehir zemberek bir yazı ile yanıt verdim.Sonraları;yine bana gelip dostluğumu kazanmağa çalıştılar. Kişinin savaşımlarında nasıl yalnız bırakıldığını;haksızlığa gereksiz olarak nasıl uğradığını bir kez daha yaşamış oldum.Ama;sonradan;hayali ihracat la ilgili polis soruşturmaları ve tutuklamalar başlayınca;eski yeminli mali müşavir olarak kapımı çaldılar,benden hukuki yardım istediler.Ben;onların davrandığı gibi yapmadım ve yardım istemlerini geri çevirmedim.Elimden geldiğince;bildiğimce kendilerine yardımcı oldum. Yeminli mali müşavirlik yapmadım ve yapmayacağım.Bir tek “Uçar Demirkan-Kurul Üyesi”diye bir kapı levham var anı olarak.!..Neyse ki;bu anılarımı yazarken;bir plaketle geçici kurul çalışmalarımıza teşekkür ettiler!. Sırası gelmişken gelirler kontrolörleri ile ilgili birkaç anımı anlatmak isterim. Yetmişli yıllarda;Bülent Ecevit hükümeti zamanında gazete kağıdına zam yapılmıştı ve İstanbul’daki denetim elemanları olarak gazete kağıdı stok tesbiti ile görevlendirildik.Saptanacak miktara göre fiyat farkını gazeteler Maliyeye yatıracaklardı.Ben;iki gelirler kontrolörü ile ortak çalışıyordum.Gelirler kontrolörlerinden birisini Milliyet Gzetesine yolladık.Ambarlara gitmiş;kimliğini gösterip stok kontrolü yapacağını bildirmiş.Durumu genel yayın yönetmeni Abdi İpekçi’ye bildirmişler.O da gelirler kontrolörünün kendisine yollanmasını istemiş.Gelirler kontrolörü stok tesbiti çalışmasını tamamlayacak ya da durumu bize bildirecek yerde:boş bulunmuş ve Abdi İpekçi’nin çalışma yerine gitmiş. Abdi İpekçi;telefonla Maliye Bakanı’nı aratmış ve gelirler kontrolörünün yanında konuşmuş.’Bana bak;sen kim oluyorsun da benim gazete stoklarımı tesbit ettirmeğe çalışıyorsun.Yolladığın köpeğini telefona veriyorum.Söyle ona buradan defolup gitsin’demiş.Gelirler kontrolörü duyduklarının şoku altında telefonu almış.Devrin Maliye Bakanı ‘Stok tesbiti için gidecek başka gazete bulamadınız mı.Hemen orayı terk edin.’demiş.O da en yüksek amirinden gelen bu emire uyup orayı ve stok tesbiti işini bırakıp gelmişti. 158 Başka bir gelirler kontrolörüne haksızlık yapılmış ve sicilden dolayı meslekten atılmıştı.Sanırım adı Abdi olmalıydı.Görevden ayrıldıktan sonra;Bakanlığa bir şikayet dilekçesi yazmış ve hakkında haksız işlem yapıldığını bildirmiş ve soruşturma istemişti. Kendisini dinledim.Zamanın Gelirler Genel Müdürü’nün gareze dayalı olarak kendisini meslekten attığını;bunun mesleki yaşamını çok kötü etkilediğini;hakkının teslim edilmesini ve memuriyete döndürülmesini istiyor;bir maaş alıp meslekten kendi isteğiyle ayrılacağını bildiriyordu. Sicil dosyasını inceledim ve sicillen emekli etme işlemlerine ters düşen eylemlere rastladım ve aldığım ifadelerle;gerçekten de kontrolörün gareze dayalı olarak emekli edildiğini anladım ve memurluğa geri döndürülmesini önerdim.Genel müdür hakkında da soruşturma yapılmasını istedim. Kontrolör göreve geri döndürüldü ve bir maaşını alıp istifa etti ve serbest çalışmağa başladı.Ancak;genel müdür hakkında hiçbir işlem yapılmadı.Burası Türkiyeydi!.. MASAK ÇALIŞMALARI Meslek yaşamımın son üç yılını;bu tür çalışmalarla tamamladım.Mali Suçları Araştırma Kurulu’ndan gelen çeşitli işleri ve incelemeleri yaptım. Önce;Balina Operasyonu işiyle ilgili karapara aklama incelemeleri yaptım.Organizasyonun başı;hayali ihracatta rol almış yeminli mali müşavirler;gümrük komisyoncuları hakkında hayali ihracat yoluyla edindikleri karaparalar nedeniye raporlar düzenledim. Bu organizasyonda;hayali ihracat ile devletten haksız katma değer vergisi iadeleri alınmıştı.Hiç ihracat yokken ya da ucuz bazı mallar ihraç edilmişken;Mal ihraç edilmiş ya da pahalı mallar ihraç edilmiş gibi gümrük belgeleri;yeminli mali müşavir raporları düzenlenmiş ve devletten haksız katma değer vergisi iadeleri alınmış ve paylaşılmıştı. Bunun için;yanlarında çalışan ayak takımına ya da işçilerine anonim ortaklıklar kurdurmuşlardı. Haksız katma değer vergileri devletten alınırken;bir yandan da uyuşturucu,insan kaçakçılığı,kumar gelirleri gibi yasal olmayan yurt dışındaki gelirleri Türkiye’ye transfer etmişlerdi.İhracat bedeli gibi gösterilerek bu tür karaparalar yurda sokulmuş ve ayrıca aklanmıştı.Yaklaşık 34 trilyon liralık bir karapara aklanmış görünüyordu. 159 Bu işlere bulaşanlar;mutlaka dört ayaklı bir “sacayağı” oluşturuyordu.Mafya;polis,bürokrat ve politikacı!...Bir yandan da çeşitli yöntemlerle medyayı denetim altında tutuyorlardı. Örnegin;günümüzde Kurtlar Vadisi adıyla gösterilen bir mafya dizisi;gerçekçi bir biçimde bu ilişkileri ortaya koyduğu için dizinin yayınını durdurmaya çabalıyorlardı.Üstelik;dizide olayların uluslar arası bağlantıları da gözler önüne seriliyordu.RTÜK adlı kuruluş da buna önayak oluyordu. İkinci karapara aklama incelemeleri ise;kamuoyunda Matador Operasyonu diye bilinen bir uyuşturucu oparasyonuyle ilgiliydi.Bu karapara incelemeleri sırasında da ayni sacayagı görülüyordu. Daha sonra;bu gurubun diğer üyeleri ile ilgili üç dört karapara incelemesi daha yapmıştım. Balina organizasyonu davasını önce Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin görev alanından çıkardılar.Yasa değişikliği gerekiyordu ve politikacılar devreye girdiler ve gerekli yasa değişikliği yapıldı.Zaten;bundan önce;hangi etkenlerledir bilinmez;Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı istifa edip emekli olmuştu.Tabii;bu olaydan önce;Balinayı ortaya çıkaran İçişleri Bakanı’nın istifaya zorlandığını ve istifa ettirildiğini unutmamak gerekir!.. Sonra dava;ağır ceza mahkemesine geldi ve son tutuklular da salıverildi.Üç yıl geçti;duruşma hala başlayamadı. Bu arada;İzmir’de bu operasyonu yapmış polis şefleri ile İçişleri Bakanı’nın “Tapınak Şövalyeleri” diye nitelendirdiği diğer polis şefleri ve bürokratlar da hırpalandı ve ezildi. Savcılar;bu tür davalarda kendilerini tehdit altında duyumsayıp korkak davranıyorlardı. Çünkü;çeteler;yıldırma,tehdit,hediye,rüşvet gibi yollarla onları etkisizleştirmeğe çabalıyordular. Nitekim;İzmir’deki savcıya karapara aklama raporumu teslim için gittiğimde “Müfettiş bey;bu dava nedeniyle geceleri uykularım kaçıyor”demişti. İncelemeler sırasında beni de tehdit ettiler.Önce;uyardılar.Baktılar;burnumun dikine gidiyorum.Bu kez tehdit ettiler.Durumu savcılığa bildirdim.Bir ses çıkmadı..Uzun süre sonra;tehdit eden avukatlarla ilgili bir davaya çağırıldım.Orada da avukatları beraat ettirdiler.Aksine;savcılık;hakkımda soruşturma açılmasını Bakanlıktan istemiş.Bunu haricen duydum.Bakanlık;böyle bir istek olsa bile;buna uymamıştı ve ben de incelemelerimi tamamlamıştım. 160 Bu organizasyonda;uluslar arası bir karapara aklama çetesiyle karşı karşıyaydık.Hayali ihracat bedelleri;İranlı,Iraklı,Arap karanlık kimlikli kişilerce Türkiye’ye yollanmıştı.Bu uluslar arası organizasyonun üzerine gidilmesini önerdim.O da yapılmadı. İkinci olarak incelediğim uyuşturucu çetesi;İstanbul’da eroin imal ediyordu.Bunun anlamı;imal edilen eroin;Türkiye’de de pazarlanıyor demekti.O nedenle;bu tip organizasyonların üzerine hukuki her olanakla gidilmesi zorunlu duruma gelmişti. Bunlar;yapı kooperatifleri kurup karapara aklamış görünüyorlardı.Bunun yanında;Balina organizasyonunda olduğu gibi:banka hesapları;taşınmaz alımları;lüks otomobiller alımı;çeşitli yatırım ortaklıkları kurulması yoluyle karaparalar aklanmıştı. Turgut Özal’ın ülkeye verdiği zararlardan biri de buydu.”Para gelsin de,ne tür para olursa olsun”mantığı ile Türkiye karapara aklama cennetine dönüştürülmüştü.Turizm yatırımları patlaması yaşanmış;sonra,karaparalarla bankalar satın alınmış ve bu bankalar aracılığıyle vatandaşların kıt kanaat biriktirdikleri tasarrufları hortumlanmıştı. Balinanın İstanbul kolu “Örümcek Operasyonu” ile ortaya çıkarılmıştı.Balina ile Örümcek operasyonları çetelerinin yurt dışından para transfer eden kaynakları aynıydı.Ayni karapara aklama uluslar arası örgütlerinin piyonlarıydı.Asıl örgütlere ulaşmak,ancak uluslar arası işbirliği ile olanaklıydı.Ancak;Türk mali suçları araştırma örgütü;henüz buna hazır değildi.Özellikle;teknik açıdan çok gerilerdeydi. Savcılar ve mahkemeler de;karapara aklama suçunu iyi anlamış görünmüyorlardı.Yasanın yürürlüğe girmesinden sonra yedi yıl geçmişti.Daha bir tek;mahkumiyet kararı çıkmamıştı.Mahkumiyet kararı çıkacak davalar ise;uzadıkça uzuyordu. Mali suçlar kurulunun çalışmalarının tek yararı;her ay aldığımız ek ücretten oluşuyordu.Zaten;bu ek ücret düzeni de kurulmamış olsaydı;karapara ile savaşım olanaksız olurdu.Kimse;bedavaya yaşamını tehlikeye atmak istemiyordu. Uyuşturucu mafyası üyelerinin de mallarına el konulmuştu.Bu işlem;yasa gereğiydi.Ama;onlar beni tehdit etmeyi yeğliyorlardı.Onlarla ilgili tehditleri de Ankara’ya bildirdim.Neyse ki;bugüne dek fiilen bir tecavüzle karşılaşmadım.Tehditler nedeniyle;bir tür sigorta altındaydım.Bana bir şey olsa;ilk akla gelecekler,tehdit edenler olacaktı.!.Ama;burası Türkiye ...Giden gittiğiyle kalıyor.Kimsenin katili bulunamıyor.. 161 EĞİTİM FAALİYETLERİ Mesleğe ilk başladığım günlerde;üstadım İlhan Özer;beni araştırmaya ve yazmaya yönlendirdi.Sonraki yıllarda;ben de benzer uygulamaları yanıma gelen müfettiş yardımcılarında yaptım.Onlardan da araştırma ve yayın alanında başarılı olanlar çıktı. Bu çalışmalar sonucu;bugüne dek oniki mesleki kitap yayınladım.Yüzü aşkın mesleki makale yazdım.Ayrıca;şairlik yönüm de vardır.Bir şiir kitabı yayınladım.Şiirlerim ve düz yazılarım ve şiir çevirilerim;çeşitli dergilerde yayınlandı. Bizleri;meslek içi eğitime tabi tuttular.Önce;altı ay boyunca TODAİE’de “organizasyon ve metod” kursundan geçtık.Burada,iş akımı şemaları,form geliştirme gibi alanlarda elde ettiğimiz bilgileri teftişler sırasında uygulama olanağı bulduk.Özellikle vergi daireleri faaliyetlerinde bu tür çalışmalar yaparak Bakanlığa yararlı olduk. Müfettiş yardımcılığı boyunca;onbeş günde bir bir yabancı dildeki makaleyi türkçeye çevirdik.Onbeş günde bir de bir mali konuyu araştırdık.Çalışmalarımızı;yarım gün çalışılan Cumartesi günleri kurul mensuplarına sunuyorduk.Bu da;araştırmacı yönümüzün gelişmesina yerdımcı oldu.Rahat yazma alışkanlığı edindik. İki kez ,Paris’e eğitim için gönderildim.Birisi Katma Değer Vergisi kursu;diğeri Mali demetim kursuydu.Her iki kursta da 25-30 sayfalık;fransızca bir metin hazırlayıp kursiyerlere konferansla anlattım. Washington DC ye gidip yaklaşık beş ay kadar İMF kursu gördüm.Kursun konusu “Maliye” idi.Gelir,gider,borç yönetimi,planlama konularında eğitim gördük.Burada elde ettiğim birikimleri de çeşitli makaleler ve raporlarla uygulamaya geçirtmeye çalıştım. Son olarak;teftiş kurulunun “Bilgisayar kursu”ndan geçirildim.Bilgisayarı kullanmayı öğrendim. Bu birikimlerim ve teftişlerde edindiğim bilgilerim nedeniyle;zaman zaman ben de eğitici gibi çalıştım.İlk olarak;1973 yılında;İzmir’de Gelirler Kontrorörlerinin eğitim proğramına katıldım.Yaklaşık üç ay boyunca “memur suçları ve soruşturması”konularında onları eğittim.Sonraları;sıkı soruşturmacı da oldular!.. O yıllarda Gelirler Kontrolörleri kuruluşu genişletilmişti.Örneğin;eskiden İzmir’de bir gelirler kontrolörü varken;o günlerde altmışı aşkın kontrolör bulunuyordu.Adnan Başer Kafaoğlu’nun Gelirler Genel Müdürlüğü döneminde beşyüz kadar yeni kadro alınmış ve bu kadrolara atamalar yapılmıştı. 162 Kurs sırasında;ilk kez gelirler kontrolörlüğü için de “yeterlik sınavı” yapılması kararlaştırıldı.Gelirler kontrolörleri ayaklandılar.Girişlerinde böyle bir sınav zorunluluğu yoktu.O nedenle;sınavdan geçmek istemiyorlardı.Sonunda;isteyen sınava girdi.Sınava girenler şanslı oldu.Sonradan;yeminli mali müşavir olmaları için “yeterlik sınavı”ndan geçmiş olma koşulu aranmıştı. Kurs boyunca;gelirler kontrolörleri ile iyi ilişkiler içinde olduk.Ailecek görüşüp,sosyal faaliyetlerde de bulunduk.Birçoğu ile sonradan İzmir’e yerleşince de ailecek görüştük. İkinci eğiticilik deneyimimi Maliye Meslek Lisesi’nde yaşadım. 1970 li yıllarda Maliye Meslek Lisesi Karşıyaka’daydı.Orada iki yıl ekonomi dersi verdim.Sınavla girilen bir lise olduğu için;yetenekli öğrenciler vardı. Bir keresinde paranın işlevlerini ve para teorilerini anlatmağa baaşlamıştım.Arka sıradan bir öğrenci el kaldırdı.Ne istediğini sordum. O zamanlar;öğrenci hareketleri liselere kadar inmişti “Dev lis” liler vardı.Bu da öyle bir tipmiş “Hocam;bizim getireceğimiz sistemde para olmayacak.Bu konuları boşver.Boşuna kafa şişirme!”dedi.Uzun boylu;yapılı birisiydi.Kavgaya girişmek yanlış olurdu.Belki de amacı oydu.Kavgaya tutuşup beni bir de dövecekti. Oğlanı yerine oturttum.”Hukuka göre;seni okul yönetimine bildirmem gerek.Ama bunu yapmayacağım.Çünkü o zaman aileni cezalandırmış olurum.Hepinizin fakir ailelerden geldiğinizi biliyorum”dedim.Sonra konuşmamı sürdürdüm. “Anladığım kadarıyla solcu bir tipsin.O zaman;bu dersi ve bu konuyu daha da dikkatli dinlemen gerekecek.Çünkü;kapitalizmin en güçlü aracı ve silahı paradır.Kapitalizm;para sistemi ile tüm evrene egemen olmaktadır.Dolayısiyle;düşmanının en iyi silahı olan parayı ve güçünü,işleyişini iyi tanıman gerekir...Şimdi;dersi sürdürebilir miyim?”dedim.Sesini kıstı ve dersi izlemeye başladı. Komünizmin ilk yıllarıında Rusya’da her yıl rengi değişen paralar bastırılmıştı.Bu yolla;paranın “biriktirme”işlevinin ortadan kaldırılmasına çalışılmıştı.Ancak;paranın diğer işlevlerini bu para yerine getirmede aksadığından;birkaç yıl süren bu uygulamanın bırakıldığını anlattım.Ruslar da “ruble”yi kullanmaya başlamışlardı. Oğlan;bu konulardaki bilgime çok şaşırdı.Bir daha da sınıfta buna benzer eylemler yapmadı ve derslerde rahat ettim.Ben de onunla uğraşmadım. 163 Daha sonra;1990 lı yıllarda Üçkuyular’daki okulda da ders verdim.Kamu yönetimi;katma değer vergisi,vergi tahsil yasası gibi mesleki derslere gittim. İlk derse girdiğimde “Nasıl olsa bana bir takma ad bulacaksınız.Beraber takalım “dedim.O sırada okuldaki en yaşlı öğretmendim.”Bana dinazor”deyin dedim.Çok güldüler ve öyle anıldım.Bir diğer takma adım da “Bol kepçe Uçar öğretmen “oldu.Çünkü;beşten aşağı not vermiyordum. Orada da çok güzel anılarım oldu.Birgün;Ankara’da yürürken bir genç”Merhaba hocam;verin elinizi öpeyim”dedi.İzin vernedim. Meslek Lisesinde öğrencim olmuş.Şimdiyse;Gazi Üniversitesi iktisat ya da maliye bölümünde öğrenciymiş.Birlikte muhabbet ederek,bir süre yürüdük.Az sonra;bir kızla buluştu.O da İzmir’deki okuldan kız öğrencim imiş.O da elime sarılıp öpmek istedi.Ona da izin vernedim.Çünkü;çocukluğumdan beri el öpmemiştim ve büyüyünce de el öptürmemiştim. Maliye Meslek Lisesi’nde Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı temel ders hocaları da vardı.Bir de doktor Mehmet vardı.Hem çocukların hem de personelin sağlık işlerine bakıyordu.Uyum içinde çalışıyorduk.Öğle aralarında;yakındaki bir kahvehaneye gidip sıkı kağıt oyunları oynardık. Maliye Meslek Lisesi’nin bir de müdürü vardı.Yıllarca müdürlük yaptı.”Baba müdür “diye anılırdı. Öğretmenliğe başlamadan önce;bu kişi hakkındaki bir velinin şikayetini müfettiş olarak incelemiş ve veliyi haksız bulmuştum.Müdür;emekli olana dek bana bu olaydan dolayı minnetini belirtmişti.Oysa;kimseyi kollamamış ve ben görevimi yapmıştım. Öğrencilerimden bir kız;yılbaşı tatili için ailesinin yanına gitmişti.Okul yatılı olduğundan tatillerde herkes bir yerlere dağılıyordu. Babası malmüdürüymüş.Ona benden söz etmiş.Ne kadar bilgili olduğumu;yetenekli olduğumu belirtmiş.Babası kibarca “Bir b... olsaydı bu yaşa kadar müfettiş kalmazdı”diye beni küçümsemiş.”Baban haklı kızım “dedim.Ne diyecektim ki…Öyle bir ülkede yaşıyorduk ki;herkes bir yerlere gelip cebini biraz daha doldurmanın yollarını arıyordu.Ben ise;böyle bir tercihte bulunmamıştım.Topluma ters düşmüştüm. Birkaç yıl da İzmir’deki serbest muhasebeci ve mali müşavirler odasının kurs eğitimcisi olarak çalıştım.Sınavlara hazırlanan meslek mensuplarına Mali denetim ya da çeşitli vergi yasaları uygulamalarını anlattım.Sınavlarda karşılarına çıkabilecek 164 soru tiplerini de anlatırdım.Böylece;sınavlarda başarılı olma şansları artardı.Bir aralık;kambiyo mevzuatı ve dış ticaret mevzuatı konularında kurs verdim.Bu konudaki iki kitabımı bu odaların bağlı olduğu birlik(TURMOB) yayınlamıştı.O nedenle;o sınav konularının da kurslarını vermiştim. İki tür kurs vardı.Serbest muhasebecilik ve mali müşavairlik kursu ve yeminli mali müşavirlik kursu..Her iki kursta da eğiticilik yaptım.Böylece;bu mesleğin gelişmesine bu eylemlerimle de katkıda bulunmuş oldum.Yolda rastlayıp elimi öpmek isteyenlere burada eğittiğim kişiler de katıldı!.. DİĞER ÖNEMLİ TURNELER 1977 yaz dönemi turne proğramında Konya’daydım.Yanımda;İbrahim Berberoğlu adlı bir müfettiş yardımcısı vardı.Ahmet Eroğuz adlı genç bir maliye müfettişi de yeni evlenmiş ve Konya’nın ilcesi Akşehir’e “Balayı turnesi”ne gelmişti.Benim;Elazığ’daki balayı turnem gibi!.. Yol Su Elektrik idaresine ait bir misafirhanede kalıyorduk.Bir aralık genel müdürlüklerinden kalabalık bir grup Konya’ya gelecekmiş.Odalarımızdaki eşyalarımızı bize haber vermeden ve bizim yokluğumuzda başka odalara taşımışlardı!..Bu olay çok canımızı sıktı.Oradan;bu tutumu protesto etmek için ayrıldık ve Karayolları misafirhanesinde kaldık. Müfettişlik mesleğinin en riskli dönemleri bu turne dönemleridir.Örneğin;bulunduğunuz odaya siz yokken uyuşturucu koyup sizi ihbar edebilirler.Derdinizi anlatana dek içeride kalabilirsiniz.Misafirhanelerde kalınca;canınızı ve manusunuzu onlara emanet ediyorsunuz.Neyse ki;benim başıma bu tür olaylar gelmedi. Bir hesap uzmanının başına bu türden bir olay gelmiş.Kaldığı misafirhanede,odasında uyurken,gece yarısı,polisler odasına baskın düzenlemiş.Sonradan söylediklerine göre;uyuşturucu kullandığına dair ihbar yapmışlar.Narkotik komiseri odaya girer girmez ihbarın sahte olduğunu anlamış ve arkadaştan özür dilemiş.Çünkü;sigaralıkta arkadaşın içtiği sigara izmaritleri duruyormuş ve bunların hepsi de normal sigara izmaritiymiş.Sarma sigara izmariti yokmuş.Allahtan;ihbar edenler odasına uyuşturucu da bıraktırmamışlarmış..Yoksa;derdini anlatana dek epeyi canı sıkılacakmış.Bizler;yaptığımız işler dolayısıyle ya vatandaşların ya da memurların 165 canını yakıyorduk..Onların da bu tür ihbarlarla bizim canımızı sıkmaları her an için olabilirliği olan bir olguydu. Sayıştay murakıpları da karayolları misafirhanesinde kalıyorlardı.Ben turneye vosvosumla gitmiştim..Onların kıdemlisinin de dökülen bir otomobili vardı.Birkaç hafta sonu;Konya’nın yakınlarındaki piknik yerlerine gittik ve çok eğlendik.Ben Konya’yı ilk ve orta öğrenimde çöl gibi bir yer olarak öğrenmiştim..Nerede!...Önce Meram Bağları’nı ;sonraları Konya’nın yakınlarındaki yeşil alanları ve baraj havzalarını görünce kendimi cennete gelmiş gibi duydum. O zamanlar;illerde itiraz komisyonu başkanlıkları vardı.Memurlardan ve mükellef temsilcilerinden kurulu komisyonlar;vergi anlaşmazlıklarına bakarlardı.Hasan Helvacı adlı itiraz komisyonu başkanı;mevlevi tarikatına mensup birisiydi.Mevlana Konya’da yattığı için;mevlevilik o kentte yaygındı.Onunla da iyi “hak muhabbetleri”miz olmuştu.Bektaşilikte;”uçmak için iki kanat gerekir”kavramı vardı.Buna göre;bektaşiler,camicilere de saygı duyar ve onların inançlarını da öğrenirlerdi.Hasan bey de;buna benzer bir benzetme yapmıştı.Ona göre;”trenler bile iki rayda gidiyorlardı.Rayın biri ortadan kalkar ya da bozulursa;tren devrilirdi.”Ben bu benzetmeyi de yerinde bir benzetme olarak karşıladım..Oysa;o trarihlerde Japonya’da tek raylı sistemde çalışan trenler vardı!..Tartışma yaratmadım!.. Teftiş sırasında;bir yıl önce Konya’ya vergi incelemeleri yapmak için gelmiş olan hesap uzmanlar nın;servet bildirimi incelemelerini eksik tutanaklarla yaptıklarını;sorulması zorunlu olan bazı soruları bazı mükelleflere sormamış olduklarını;bu nedenle;bu tür tutanaklara dayalı olarak salınmış vergilere mükelleflerin itiraz etmiş olduklarını saptadım.Davaları yitirmiştik;salınan vergileri alamamıştık Ayrıca;bu kişilerle ilgili olarak;çeşitli dedikodular da yapılıyordu.Tutanak eksiklikleri bazı mükelleflerde görülüyordu.Sanki:kasden böyle devranılmıştı.Tabii;bu tür devranışlar bir menfaat olmadan ortaya çıkmazdı.Durumu;başkanlığa bildirdim.Hesap Uzmanları Kurulu başkanıyla görüşmüş.Dedikodular;onlara da ulaşmış.Bu nedenle;o inceleme elemanları istifaya zorlanmış ve meslekten ayrılmışlardı.Sorunu;soruşturmasız çözmüşler böylece!.. Sayıştay Murakıpları;rindmeşrep bir grup oluşturuyordu.Bir hafta sonu;Konya Ereğlisi’nin İvriz beldesindeki bir soğuk su pınarına piknik yapmağa götürdüler bizi. 166 Suyun çıktığı yerde;yüksek ve düz kayalıklar vardı.Tam pınarın yanındaki düz kayanın üzerinde;köylüsünün verdiği üzüm salkımını alan bir Eti kralının resmi kazınmıştı.İlkokul tarih kitaplarında yeralan resmin;gerçeğini görüyorduk.Belki de tıpkı o kral gibi;bu kayanın dibindeki koyaktan çıkan pınarın kenarında piknik yapıyorduk.. Gelirken İvriz Öğretmen Okulu havuzlarında yetiştirilen alabalıklardan satın almıştık.Onları temizledik.Çevrede bulduğumuz,yüzeyi düzgün taşlardan yararlanıp bir ocak yaptık.Altında ateş yakıp kayayı iyice kızdırdık.Balıkları üzerine sıralayıp kızarttık.Rakı ve diğer mezelerle birlikte yedik ve topluca eğlendik.Allahtan;böyle güzel bir yere yakın köyde aleviler oturuyorlarmış.Bizleri kovalamadılar!..Hatta bizlere katıldılar ve nefis bir hafta sonu geçirdik. Bir başka hafta sonu;Akşehir’deki Eroğuz’lara gittik ve onların konuğu olduk.Ben ve yardımcım gitmiştik.Tesadüfen “Nasrettin Hoca Şenlikleri”ne denk gelmişiz.Şenliğe de katıldık ve göle maya çaldık.Nasrettin Hoca’nın üstü açık olup kapısına kilit takılmış türbesini ziyaret ettik. Cumartesi gecesi ise;otelde rakı içip eğlendik.Pazar günü;hep birlikte,Beyşehir gölü kıyısına gittik.Göl kıyısındaki Kızılay kampına yakın bir yerde piknik yapıp göle girdik ve yüzdük.Sonra;onları otellerine bırakıp Konya’ya döndük. Beyşehir’e sonra bir kez daha gittik.Bakanlık;bu ilçede bağımsız vergi dairesi açılsın mı sorusuna yanıt arıyormuş.Bizim yaz teftiş proğramına bu konuyu da koymuşlardı.Beyşehir’e gidip malmüdürlüğünü denetledik.Esnaf temsilcileri ile görüştük ve ayrı bir vergi dairesi açılmasının yerinde olacağı sonucuna ulaştık ve durumu Ankara’ya bildirdik.Sonradan;ayrı vergi dairesi açıldığını öğrendim. Beyşehir Gölü kıyısında;Selçuklu’lardan kalma bir cami vardı.Türkiye’deki ender görülen ahşap yapılı camilerden biriymiş.Onu da gezdik.İnşaatına ve ahşap süslemelerine hayran kaldık. Bir hafta sonra;Eroğuzları biz Konya’da ağırladık.Mevlana’yı ve diğer tarihi yerleri gezdik.Merama gittik ve öğle yemeği yedik.Konya’nın ünlü “etli ekmek”i vardır.Ondan yedik ve ünlü ayranından içtik.Lokantaların önündeki çığırtkanlar “Etli ekmek va,tereyağlı börek va,ayranın tuzlusu,yoğurdun ekşisi bizde..Buyurun beyler,buyurun..”diye bağırırlardı.Sonraları;bu aramızda espri konusu olmuştu.Konya’da yediğim etli ekmeği bir daha başka bir yerde ayni tadla yiyemedim. 167 Pazar sabahı yola koyulup Apa Barajı kıyısına piknik için gittik.Tam yaygılarımızı yayıyorduk ki;ellerinde tırmıklarla ve yabalarla köylüler geldi.Bizlerin orada piknik yapamayacağımızı belirtip bizleri koğdular.Köylülerin ahlakını bozuyormuşuz!.. Ahmet;yanındaki kadının eşi olduğunu belirtip adamları ikna etmeğe çabaladı.Adamlar laf anlamıyordu.İri yarı olan Ahmet;heriflere girişecekti.Yatıştırdık onu.Toplandık..Gidiyorken;Alman plakalı bir minibüs baraj kıyısına gidiyordu.Onları da kovacaklar mı diye bekledik..Köylüler;onları da kovaladılar.. Durumu;Pazartesi günü Konya Valisi olan Rafet abiye anlattım.Kendisini;daha önce;Elazığ turnesinde mülkiye müfettişken tanımıştım.Sonradan vali olmuştu.”Ne yapayım..”diye omuz silkti.Çok şaşırmıştım.Kendi ülkemizde yabancı muamelesi görüyorduk.Turistlere böyle davranıldığını duymuştum.Ama;bizler bu ülkenin kişileriydik.Her yerinde yasalara uyarak,dilediğimixz gibi yaşamalıydık.Valinin tavrının nedenini de anlamıştım.Nedeni;Cumaları camiye gidip namaz kılmamamız olmalıydı.O zamanlar;din ağırlıklı “Milli Cephe” hükümetleri yönetiyordu Türkiyeyi...Valiler de;koltuklarını korumak için;bu tür davranışların üzerine gitmiyorlardı..Dinciler de giderek daha cesaretleniyorlar ve cüretlerini arttırıyorlardı. Sonraları;Samsun’da da Rafet abiyle bir kez daha karşılaşmıştım.O zaman;bu keskin tavırlar içinde görünmemişti. Bir başka hafta sonunda ;yakındaki Niğde iline gittik.Göreme’deki peri bacalarını;Ihlara vadisini gördük ve hayran kaldık.Müfettişliğin en iyi yanı bu yanıydı.Devletin verdiği gündelikle tüm turistik bölgeleri görebiliyorduk. Ihlara Vadisi;ovanın ortasındaki kurumuş bir ırmak yatağında kurulmuştu.Hristiyanlığın ilk yıllarında;ilk inananlar Romalılardan korunmak ve saklanmak için;gelip yerin altında gibi duran bu ırmağın iki yakasına yerleşmişlerdi.Birçok kilise inşa etmişler.Yaklaşık elli basamaklı bir merdivenle inilen dere yatağının merdivenlerin başladığı yerindeki alanda güzel bir kafe-lokanta kurulmuştu.Orada öğle yemeği yedik ve bira içtik. Konya’nın çöl olmayıp yeşil bir kent olduğunu gözlemiştik.Yine de verimsiz ya da çölleşmiş alanları vardı.Bu tür toprakların bulunduğu Karapınar ilcesinde bir devlet üretme çiftliği kurmuşlar.Herbir tenesi parmak kadar olan Napolyon Kirazı diye bir kiraz yetiştiriyorlardı.Tamamı;Fransa’ya ihraç ediliyormuş. Bazı girişimciler de;gizlice çıkardıkları “Bor mineralleri”ni ihraç edip iyi para kazanıyorlardı.Üstelik iyi de vergi ödüyorlardı. 168 Konya turnesi dönüşünde İstanbul’da oğullarımı sünnet ettirdik.Sünnetlerini;ünlü Bakırköy’lü sünnetçi yaptı.Dayıları;kireveliklerini yapacaklardı.Hiç birisinin yüreği;kesim işine dayanamamış!...Çocukları kucağıma oturtup kestirmek görevi de bana kalmıştı. Sünnet törenini aile arasında yemek yemek biçiminde tamamlamıştık.Sonra;İzmir’e geldiğimizde;bu ilde yapılan depdebeli sünnet düğünlerini görmüşler ve annelerine beni şikayet etmişler..Babam;sünnet işinde bizi kandırmış;sünnet buradaki gibi olurmuş demişler!... 1978 turnesindeyse Samsun’daydım.Yanımda;müfettiş yardımcısı Fethi Şahin Horoz vardı.Vosvosla gittim oraya.Çocukları ve eşimi de almıştım.O nedenle;Ankara’da bir gece konuk evinde kaldık.Fethi Şahin’i de alıp yola devam ettik. Ecevit hükümetinin son günleriydi.Kıtlıklar ve kuyruklar dönemiydi..Ayrıca;hergün solcuların ve sağcıların biribirlerini öldürdükleri günlerdi.Yollarda elli liradan fazla benzin satmıyorlardı.Samsun’a indiğimiz ilk gece;yemek pişirecek yağı tezgah altından;karaborsa fiyatıyle alabilmiştim.Sonraki günlerde bakkal; müfettiş olduğumu öğrenmişti.Ona karşın karaborsa mal satmayı sürdürüyordu.”Kusura bakma müfettiş bey.Ben de yüksek fiyatla alıyorum bunları”diyordu.Her bakımdan ülkenin çivisi çıkmıştı. Abdurrahman Başoğlu adlı bir doktorun yazlık malikanesinin(gerçekten de öyleydi.Boğazdaki yalıları aratmıyordu)müştemişatını turne boyunca kiralamıştım.Benden önceki yıllarda oraya gitmiş hesap uzmanı arkadaşlardan öğrenmiştim.Onlar da orada kalmışlar.Onların aracılığıyle buldum orayı.Mal sahibinin vergi dairesiyle bir sorunu olmuyormuş.O nedenle de gönül rahatlığıyla kiralamıştım müştemilatı. Şimdilerde Atakum denilen;o zamanlar Matosyan diye anılan,Sinop karayolu ile deniz arasında kalan alanda kurulu bir yazlık irisiydi.İşe;otomobille gidip geliyorduk.Doktorun ailesi de benimkileri beğenmişler ve yakınlık göstermişlerdi.Uyum içinde denize giriyorlar,eğleniyorlardı biz çalışırken... Öğrenci olayları her yerde olduğu gibi;burada da yaygındı.O nedenle;çok hareketli bir turne yaşamıştık. Önce;yazlığı anlatayım.Ramazan ayı yaz günlerine denk gelmişti.Ramazanın ikinici ya da üçüncü günü aşkam yemeğinde eşim “Yarın denize girmeyeceğiz.Ülkücüler yasaklamış”dedi.Gerçekten de ;o günden itibaren oruç saatleri sırasında denize 169 girenlerin sayısı hızla düşmüştü.Oğullarım okula bile başlamamışlardı.Bunu anlamıyorlar ve gündüzleri denize girmek istiyorlardı. Ülkücülere ulaşabileceklerini düşündüğüm maliye memurları aracılığıyle onlara haber saldım.”Hiç değilse oruç farz olmayan çocuklar denize girebilsinler”dedim.Bir iki gün sonra;emir değişmişti.Çocuklar ve anneleri denize girebiliyordu. Öğle yemeklerini bir mülkiyelinin babasıyle işlettiği bir pideci ve lokantacı dükkanında yiyorduk.Ramazanın üçüncü günü:ülkücüler ona da uğramışlar.”Kapatacaksın..Yoksa;yıkar yakarız”demişler.Onlar da “Biz şehrin garajına yakınız.Seferi olup oruç tutmayanlara hizmet vermeliyiz”demişler.Dinletememişler.İki gün sonra;lokantaya gittiğimizde cam ve çerçevelerin indirildiğini;kapının kırılmış olduğunu gördük.Adamların şakası yoktu ve hükümet kuvvetleri bu türden barbarlıkları önleyemiyordu ya da önlemek istemiyordu.Çaresiz kapattılar işyerini.Biz de garaja gidip oradaki açık kalan lokantalarda yedik öğle yemeklerini. Birgün vergi dairesi müdürü odamıza geldi.”Müfettiş bey .Sizden bir isteğim var”dedi ve anlattı. Sık sık gösteri yürüyüşleri yapılıyordu.Valilik;yürüyüşlere nezaret edecek ve o sırada düzeni sağlayacak “Hükümet komiseri”atıyordu.Bunlar da yürüyüşçülerle yürüyorlardı.Taşkınlıklara müdahale ediyorlardı.Vali bey;hükümet komiserlerini daha çok vergi memurlarından yapıyormuş.Bunların kollarına”hükümet görevlisi” yazan kırmızı bant takılıyormuş.Yürüyüş sırasında;bant kayıyor ve üzerindeki yazı okunamaz oluyormuş.Bunu gören vatandaşlar da”Şunlara bak!..Vergi memurları da komünist olmuşlar.Yürüyüşe katılıyorlar”diye laf atıyorlarmış.Zaten halkın sevmediği vergi memurlarında bu durum stres kaynağı oluyormuş. Durumu Vali beye anlattım.Vergi memurlarından hükümet komiseri yapılmamasını istedim.O da beni haklı buldu.”Biz bunu düşünmemiştik”dedi ve yardımcılarına talimat verdi..Yalnız vergi memurları değil;tüm maliye mamurları hükümet temsilcisi yapılmayacaktı. Bir başka gün;Bafra Vergi Dairesi müdürü ziyaretimize geldi.Hoş geldiniz konuşmalarından sonra o da derdini anlattı.Bafra’ya geleli üç ay olmuş.Oradan alınıp bir başka ile ya da ilçeye yollanmasını istiyordu.Bakanlık buna karşı çıkıyordu.Nedenini sordum.Şunu anlattı. Bafra’ya geldiği gün;Kaymakama tekmil vermeğe gitmiş.Kaymakam;hoş geldin faslından sonra;”Hemen vergi dairesinin duvarlarındaki yazıları 170 temizletin”demiş.Vergi dairesi duvarları sağ ve sol öğrenci kuruluşları ve militan örgütlerin sloganlarıyle doluymuş. O da boya aldırtmış ve duvarlardaki yazıların boyayla örtülmesini istemiş.Personel;bu görevi yapmak istememiş ve direnmiş.”Canımızı tehlikeye atamayız”demişler. Daha önce Bafra’ya Turgut Akman gitmişti.Dönüşte;”Bafra Karadenizin Teksası”demişti.Hergün tabanca sesleri duyulurmuş.O nedenle;bu kez de sağ-sol çatışması nedeniyle kentin Teksas’a döndüğü günlermiş. Müdür;direnen personele örnek olmak için boya kutusu ve fırçasını almış.Duvarda yazılı bir sloganın üzerine boya sürmeğe başlamış.Ayaklarının dibine yaylım ateşi açmışlar.O da hemen boyama işini bırakmış. Durumu kaymakama anlatmış .Kaymakam “Ben anlamam,nasıl yaparsan yap o sloganları sileceksin”demiş.”Jandarma yardımı ile yapayım bu işi” demiş.Kaymakam,jandarma da vermemiş.Yaşamını tehlikeye atıp ;gözü pek bir iki personelle tüm sloganları boya ile kapatmışlar.O gece;müdürün lojmanını kurşunlamışlar.Sonra;yine sloganları duvarlara yeniden yazmışlar. Osmanlı deyimiyle vergi dairesi müdürü “görevini yerine getirmede fütüra düşmüş”tü.Yani korkuyordu ve bu nedenle görevini yapamıyordu.Doğunun en ücra ilcesine gitmeye razıydı.!.. Zamanın Gelirler Genel Müdürü’nü tanıyordum.Ona telefon edip durumu anlattım.Bu vergi dairesi müdürü burada başarılı olamaz.Bırak onu;çalışamaz dedim.Anlayış gösterdi;adamı başka bir ildeki başka bir ilçeye naklettik.Böylece;ölümden kurtulmuş oldu.Belki de;korkularını yenmeyi de başarmıştır. Müfettişliğim sırasında;yararlı işler yaptığımı düşünmüşümdür.Sayıları az da olsa;bu iş onlardan biridir. Teftiş sırasında;veraset ve intikal vergisi işlemlerinin hemen hiç yapılmamış olduğunu gördüm.Bu vergiden;servis şefi bir bayan sorumluydu.Çağırıp nedenini surdum.Solcu geçinen bir tipti.”Ne kadar ekmek;o kadar köfte” dedi.Devletin verdiği maaşı az buluyormuş.O nedenle;çalışmıyormuş.” “Buna hakkın yok!..Parayı az buluyorsan,işi bırak ve memuriyetten ayrıl..Yerine gelecekler bu işleri yapar”dedim.O servisten aldırıp;evrak kayıt işlerine verdirdim.Geriye dönük beş yıllık işlemlerin dosyasını oluşturup kayıtlarını yaptık ve vergileme işlemlerini başlattık. 171 Ankara’dan gelen bir emirle;kuyumcularda envanter ve hasılat tesbiti çalışmaları yapmamız istendi.Gerçekten de ;ülkenin her yerinde kuyumcular enaz vergiyi öderlerdi.Burada büyük bir vergi kaçağı vardı ve hükümet bunu önlemek için bu yöntemi bulmuştu.Oysa;bu eylem,Ecevit hükümetlerinin sonunu hazırladı. Kuyumcular çarkı döndürmeğe başladı.İlanlar verildi;daha çok mal kıtlıkları yaratıldı ve Ecevit gümbür gümbür gitti. Abdurrahman beyin bir bacanağı vardı.İsatanbul’un en büyük kuyumcularından biriymiş.Samsun’a tatile gelmişti ve bacanağında kalıyordu.Onunla da tanıştık.Ailecek yenilen bir akşam yemeği sonrası ülkeyi kurtarma muhabbeti yapmağa başladık!..Bu kişi”Ecevit’in günleri sayılı”demişti.Bana uzak bir olasılık gibi görünüyordu.Ancak;İstanbul’daki kuyumcular;esnaf ve sanatkarları örgütlemişler.TÜSİADı da yanlarına almışlar.Çarşaf çarşaf gazete ilanları ile Ecevit hükümetinin istifasını istediler.Sonunda;koalisyon göçtü ve hükümet istifa etti.Ecevit;gazete ilanları ile düşürülen ilk Başbakan olarak tarihteki yerini aldı!.. Sonraları;Erbakan da benzer biçimde hükümetten düşmüştü.Her gece beş dakika evlerin ışıkları yanıp sönüyor ve teneke,tava çalınıyordu.”Bunların guluguluları bir işe yaramaz “diyerek dalga geçen Başbakan Erbakan da sonunda yuvarlanıp gitmiş ve tarihte teneke çalınarak düşürülen Başbakan olarak yerini almıştı!..Ne garip bir ülkeydi bu benim memleketim yarabbi!.. Yazlıkta da ilginç olaylar yaşadım.Önce;çocuklarım hastalandı.Gripal enfeksiyon kapmışlardı.Onları,otomobilimle devlet hastanesine götürdüm.Muayene edecek doktor sevk kağıdına baktı”Oğlunuzun adı Devrim mi?Başka koyacak ad bulamadınız mı”dedi.O zamanlar ülkücü geçinen doktorların bu türden tavırlar sergilediklerini duymuştum..Örneğin;İstanbul’da bu görüşteki doktorlar yaralı olarak getirilmiş solcu öğrencilere bakmıyorlardı.Hatta ;yarasını daha da azdırmanın yollarını arıyorlardı.Onlardan birine Samsun’da çatmıştım.Ben de;soğukkanlılığımı bozmadan”Bir de ikincisinin sevk kağıdına bak”dedim.Kubilay adını görünce”İşte;çocuklara böyle adlar koymalı”dedi. Bu kez;kontrolumu yitirdim ve adama küfür ettim.”Sen ne biçim doktorsun!..Hipokrat yeminin nerede kaldı ulan!..Çocuklarıma bakmanı istemiyorum”dedim.Sevk belgelerini elinden aldım.”Ne kızıyorsunuz beyefendi..”diye söylenirken çıktık ve çocukları bir özel doktora götürüp baktırdım. Bu sağ-sol bölünmesi o zamanlar ülkeyi bu noktalara getirmişti.Emekli bir albayın sağcı olan oğlu;solcu olan ağabeyini öldürmüştü.Bunu vatanı kurtarmak için 172 yapmıştı!...O nedenle;12 Eylül askeri darbesi olduğunda;halktan hiçbir direnç gelmemiş ve herkes bir “O hhh!..”çekmişti. Yakınımızda bir yazlık site vardı.Orada;eşimin ağabeyinin tanıdıkları olan Süreyya bey ve ailesi oturuyormuş.Onlarla da tanıştık ve görüştük.Eşim de oruç tutardı.Bazı geceler;onlara iftara giderdik.Süreyya beyin akrabası olan bir kadın vardı.Anaç bir karadeniz kadını.Tam bir lazdı kendisi..Site;kente uzak olduğundan ramazan topu ya da iftar ezanı duyulmuyordu.Bu kadın;iftar vakti geldiğinde,evinin önüne çıkar,bir şarjör mermiyi havaya sıkardı.Bu atışlar;ramazan topu yerine geçer ve site sakinleri orucunu buna göre bozardı.!...Ayrıca;deniz kıyısında birçok kaçak yapılmış restoran vardı.Oralardan da hemen her gece silah sesleri gelirdi. Bu kadının oğlu da bir tetikçiymiş.Onunla da tanıştık.Kendisi anlatmıştı. E. adlı bu kişiyi tetikçi olarak bir aile kiralamış.Samsun Emekli Sandığı otelinin döner kapısından bir işaret kişi çıkacak ve onun arkasından çıkacak kişiyi de bizim tetikçi vuracakmış.Olay bir kan davasıyle ilgiliymiş. Tetikçi denileni yapmış.Ama;bir yanlışlık olmuşmuş meğer.İşaret adamın arkasından kapıdan çıkan kişi de bunu kiralayan aileden birisiymiş meğer.Bizimki de adamı tek kurşunla öteki yana yollamış. Adam;durumu kendisini kiralayanlara anlatmış.Ama;bunu kiralayan aile;belki de karşı aile ile anlaşıp bizimkini vurdu diye düşünmüş..Parasını vermişler ama;her ihtimale binaen,adamın sağ dizine bir kurşun sıkmışlar.Adam;topal kalmıştı.Tam laz hikayesi gibi gelişmiş olay. Adamı yakalamışlar.Davası sürmüş ve sonunda mahkum olmuş.Ancak;ne hikmetse,polisler bu kişiyi bulup mahkumiyet hükmünü bir türlü tebliğ edemiyormuş!..O da hapse girmiyor;kaçak yaşamı sürdürüyordu.Af ya da zamanaşımı bekliyormuş...Hey gidi yurdum adaleti heyy!... Bu vesileyle;eşimin uzaktaki akrabalarından birisinin de tetikçi olduğunu öğrendim.Bir Karadeniz kentinde;kan davası nedeniyle birisi vurulur.Aile;bu kişiye basit bir suç işlettirir.Akaraba,hapse girer ve tutuklu bulunan karşı tarafın tetikçisini öldürür.Kan davasında;ölenin intikamı alımış olur.Hapisten çıkana dek onu içeride de korurlar ve ailesine bakarlar.Karadeniz’in ne demek olduğunu duyardım ama;böylece,çok yakınımdan öğrendiklerimle bunların gerçek olduklarını da anlamış oldum. Bir hafta sonu;Samsun’dan Rize’ye tatile gittik.Orada;eşimin büyük ağabeyi bir sendika süpermarketini işletiyordu.Ağabey bizi;içki içmeye ve eğlenmeye,kıra 173 götürdü.Rize’de adet öyle olduğu için eşlerimiz yoktu:Çocuklarım ve ağabeyin çalışanları vardı.Bir dere kenarına yayıldık ve rakı sofrası kurup demlenmeğe başladık. Rizeliler su gibi;hızlı bir biçimde rakı içiyorlar ve biz rakıyı yavaş ve muhabbetli içtiğimiz için”Ha bu İstanbullular ne biçim rakı içeyler daaa!..”diye dalga geçiyorlardı.Kayın birader;üç şişe yetmişlik rakıyı saklamıştı. Bunlar;bir süre sonra kalktılar;benim oğlanlarala futbol oynadılar.Sarhoş olmadıklarını kanıtlamışlardı.Sonunda;yoruldular ve yine yanımıza geldiler.Rakı istediler.Kayın birader”Veririm ama;bizim gibi;yavaş ve muhabbetli içeceksiniz”dedi.Kabul ettiler ve rakıyı usulüne uygun içmeğe başladık.Bir süre sonra Rizelilerden birisi”Uyyy!..Ha bu meret böyle de içileymiş daa!..”dedi.Çok güldük. Rizeliler böyleydi.Önce;akla uygun gelene karşı çıkıyorlar;sonra akılları yatınca da;karşısındakinin hakkını teslim ediyorlardı. Samsun’da bir de köpek ısırması olayı yaşamıştık.Bir akşam üzeri işten eve geldik.Tülay telaşla olayı anlattı.Abdurrahman bey ava meraklıydı ve çok değerli bir av köpeği vardı.Bakımlıydı ve eşim ve çocuklara da alışmıştı.Çocuklar;deniz kıyısında onunla koşuşturuyor;oynuyorlardı. O gün ne olmuşsa olmuş;köpek çocuklara saldırmış.Tülay da çocukları korumak için araya girmiş.Köpek de Tülayın baldırını dişlemiş ve tırmıklamıştı. Ertesi gün;kuduz kontroluna gittik.Doktor;köpeği getirmezsek teşhis koyamayacağını söyledi.Hayvanı öldürüp beynine bakması gerekiyormuş.Tedirgin olmuştuk.Konuyu Abdurrahman beyle konuştuk. Köpeğin çok değerli olduğunu;bakımlı olduğunu;bir tehlikenin sözkonusu olmadığını belirtti.Üç ay öncesine ait veterinerlik aşı belgelerini de gösterdi.Biz yine de tatmin olamamıştık.Köpeği alıp devlet veterinerine götürdüm. Veteriner köpeği tnıdığını söyledi.Bazı testler uyguladı.Örneğin ayağını yere vurdu ve köpeğin tepkisini gözledi.Sonunda;köpeğin kuduz olmadığını söyledi. Biz de her olasılığı düşünüp kuduz iğnesi yaptırmağa başladık.Yeterli dozda aşı da yokmuş Samsun gibi irice bir ilde.Olanı yaptırdık ve turne sonrası da dahil;kırk günün geçmesi için günleri korku içinde saydık.Neyse ki;köpek gerçekten de kuduz değilmiş.Bir şey olmadı. Orada da Sayıştay murakıpları vardı.Onlarla da gün içinde ahbaplık ediyorduk.Bir hafta sonu Sinop’a gideceklerdi.Bizleri de davet ettiler.Ben;Sinop’u gerici bir kent 174 olarak bilirdim.O nedenle gitmedik.Oysa;öyle değilmiş ve ayrıca görülmeğe değere bir yermiş.Ancak;bu güzel fırsattan yararlanıp Sinop’u göremedim. KÜÇÜK ANILAR Müfettişlik yaşamım boyunca acı tatlı;şaşırtıcı ve öğretici çeşitli olaylarla karşılaştım ya da meslekdaşlarmdam bu tip olaylar dinledim.İşte;onlardan bazıları... Promosyon arkadaşım Cengiz Altuğ;yetkili muavin turnesi için Pehlivanköy diye bir ilçeye gitmişti.Yeni ilçe olmuş bir köy irisiymiş..Teftişe başlamış.Bir yandan da yeterlik sınavına hazırlanıyormuş.Yoğun bir çalışma içindeymiş.Sınavlar sırasında öğrenmek zorunda olduğumuz bir mali mevzuat vardı..Mali mevzuat deyip geçmeyin..Bunların yeraldığı belgeleri üst üste koysalar;iki katlı bir evin tavanına erişirdi.!.. Tüm devlet gelirleri,devlet giderleri,devlet malları ile ilgili yasalar,tabliğler...Ayrıca;kambiyo,banka ve sigorta mevzuatları.Memur soruşturması yasaları ve Türk Ceza Kanunu ve mevzuatı...Dehşet bir olay. Teftiş sırasında;Ağostos ayı olduğundan;çalıştığı odanın kapısını açık bırakıyormuş.Bunalmış durumda çalışırken;Trakya ağası görünümlü bir adam kapının önünden geçerken”Müfettiş bey...Te bir işim var..Onu halledeyim geleceğim be yahu”demiş. Adamı ne tanıyor;ne de görüşmek için çağırmış.Densizin birisi yani..Adam;iki üç günde bir başını uzatıp ayni sözleri yineliyormuş. Cengizin artık burasına gelmiş yani..”Birgün odaya girse de şu adama bir giydirsem”diye düşünmeye başlamış.Sınav stresi yanında;bir de bu adamın densizlikleri...Canına tak demiş. Neyse;mutlu gün gelmiş...Adam;Cengiz’in çalışma odasına girmiş.Kendisini tanıtmadan “Eeee..Nassın ba müfettiş bey...”demiş.Cengiz lahavle çekip susmuş.Adamı da buyur etmemiş. Adam;muhabbet açamak için “Eeee!.Te Pilivanköyümüzü nasıl buldun baaa!.”demiş.Cengiz;”Hah ..Şimdi zokayı yedin”demiş kendi kendine ve adama dönüp”Vallahi zor olmadı...Kolay oldu “demiş.Adam;lafın nereye gideceğini anlayamamış ve şaşkın”Te anlayamadım baaa Müfettiş bey”demiş. Cengiz”Vallahi..İsatanbul’da Topkapı otobüs garajına gittim.Bir otobüse bindim..Tekirdağ’da indim.Orada bir minibüse bindim ve buraya geldim...Böyle buldum “demiş.ve attığı golden memnun gülümsemiş. 175 Adam yüzünü asmış “Te ne dediğini anladım be yahuuu!..Hadi bana eyvallah be Müfettiş bey!..”demiş ve gitmiş.Bir daha da Cengizi rahatsız etmemiş. Cengiz geceleri de daireye gelip mevzuat çalışıyormuş..Hükümet binasının yanında bir açıkhava sineması varmış..Sinema sahibi ve çalışanları;film oynatırken ve aralarda müzik çalarken;hoparlörleri sonuna dek açıyorlarmış.Cengiz,okuduklarını anlayamaz duruma geliyormuş. Birgün;malmüdürü ile işleticiye haber salmış..Seslerin biraz kısılmasını rica etmiş.O gece;sinema daha çok yüksek sesle çalmış.Meğer;sinema işleticisi,Cengiz’in hatırını soran vatandaşmış!... Cengiz:bu kez adamın vergi dosyasını incelemiş..Ne kadar eksik işlemi varsa;hepsini cezalı olarak tamamlatmış.Adam;bakmış pabuç pahalı,sinemanın sesini kısmış!.. Cengiz;sürücü belgesini de bu ilçede sınavlara girerek almış..Bir cip kiralayıp biraz direksiyon çalışmış.Sonra;sınavlara girmiş. Sınav günü Cengiz;ciple sınava başlangıç noktasına gelmiş.Komisyon;cipe binmiş ve sınavı başlatmış.Cengiz aracı çalıştırmış.İlçenin sokak aralarında dolaşmağa başlamışlar. İlk çukura düşünce araç stop etmiş..Cengiz “Herhalde sınavı kaybettim!.”demiş.Sınav komisyonu “Olur mu müfettiş bey::Zemin kötü..Sizin bir yanlışınız yok!..”demişler. Biraz daha sürdükten sonra Cengiz bu kez bir tavuk ezmiş.”Bu kez sınavı yitirdim değil mi?”demiş..Komisyon yine “Sizin ne kabahatiniz var müfettiş bey...Tavuk önünüze atladı..Yapacak bireşey yoktu!..”demişler. Benzer birkaç olaydan sonra komisyon “can güvenliklerini”sağlamak için;sınavı kısa kesmiş!..”Tamam müfettiş bey..Sınavı geçtiniz..Hafta içinde uğrayıp ehliyetinizi alın!..”demişler ve kendilerini cipin dışına atmışlar..Giderken de eklemişler “Ama;bir süre araç kullanmasanız herkes için iyi olur!..”demişler. Nitekim;Paris’te bir otomobil kazası yapmıştı. Bir anı da Ertuğrul’dan O da yeterlik turnesi için Ceyhan’a gitmiş.Malmüdürlüğü veznesine girip kimliğini göstermiş ve sayıma başlamışlar..Sayımın ortasında elektrikler kesilmiş. Ertuğrul;hemen masanın üzerindeki devlet para pulunun üzerine abanıp “Herkes hemen dışarı çıksın”demiş.Güya devletin parasını güvenceye almış.Sonra;o da dışarı çıkmış ve elektriğin gelmesini beklemişler. Bana;”İyi yapmışım değil mi?”dedi..Ben de”İyi halt etmişsin “dedim.Bana kızdı. 176 “Dua et sayımda paralar tamam çıkmış.Ya eksik çıksaydı ve veznedar,sizin almadığınız ne malum müfettiş bey deseydi ne yapardın?!..”dedim.Şaşırmış olarak “Doğru yahuu..Ben bunu hiç düşünmemiştim”dedi.Sonraları;müfettiş yardımcılarını eğitirken;bu öyküyü çok anlattım, Sayım deyince aklıma cumhuriyetin ilk yıllarındaki bir olay geldi.Eski üstadlar anlatmıştı.. Bir maliye müfettişini Erzincan’ın bir ilçesine teftişe yollamışlar.O zamanlar böyle yerlere atla gidilebiliyormuş..Bir at satın alıp yollara düşmüş.Turne dönüşü yeniden satacakmış atı.. Dağ başında eşkıya müfettişin yolunu kesmiş.Müfettişin atını,parasını ve giysileri dahil tüm eşyalarını almışlar..Adamı;don gömlek bırakmışlar..Haa..Bir de müfettiş çantasını bırakmışlar.. Müfettiş aklını yitirmiş..Çantasını alıp;don paça gideceği ilçeye doğru yola devam etmiş ve hükümet binasına gitmiş.Don gömlek vezne odasına girip “Ben müfettişim,sayım yapacağım”demiş..Veznedar;adamı deli sanmış.”Tabii, tabii efendim..Buyurun şu sandalyede istirahat buyurun..Ben malmüdürünü alıp geleyim.”demiş..Doğruca kaymakama gitmiş ve “Vezne odasında bir deli var”demiş. Bekçiler adamı yakalayıp uyduruk bir giysi giydirmişler ve kaymakamın karşısına dikmişler.Adam hala”...Ben müfettişim..”deyip duruyormuş.Adamı hastahaneye yollamadan önce adamın evrak çantasına bakmışlar.Müfettiş kimliğini bulmuşlar..Durumu Ankara’ya bildirmişler ve adamı Ankara’ya yollamışlar..Malulen emekli olmuş.Bizler;bu adamın Taksim’de evi bulunan kızının kiracısı olmuştuk.Babasının başından geçmiş bu olay ..O da teyiden bu öyküyü anlatmıştı.Sabiha adlı bu hanım İstanbul Hilton’da çalışıyordu. Bir benzer olay da Konya-Mersin arasında Toros larda yaşanmış..Yine eski üstadlar anlatmıştı..Belki de cinsel espri olarak anlatmış da olabilirler.. Yine Cumhuriyetin ilk yıllarında eşkıya;bu kez Toroslarda müfettişin yolunu kesmiş..Bu kez herşeyini alnışlar..Adamı da çırılçıplak bir ağaca bağlayıp gitmişler... Müfettişler;turne yerine vardıklarını telgrafla Ankara’ya bildirirlerdi...Adamdan varış telgrafı gelmeyince durumu Başkanlıktakiler Mersin’e sormuşlar.Valilik de;maliye müfettişinin Mersine gelmediğini bildirmiş.Bunun üzerine;müfettiş dağ bayır aranmağa başlamış. Sonunda;adamı;ağaca bağlı olarak bulmuşlar.Adam bir deri bir kemik kalmışmış...Jandarmalar hemen müfettişe doğru koşmuşlar..Müfettiş”Beni 177 bırakın...Beni bırakın...Şu danayı buradan uzaklaştırın”diye bağırmış..Meğer;yanında sürüsünden ayrılmış bir dana varmış..Sabahtan beri annesinin memesi sanıp durmadan ağaca bağlı müfettişi emiyormuş..Bu nedenle;dağ gibi müfettiş,iğne ipliğe dönmüşmüş...Ruhun şad olsun İhsan Arat üstadım!... Bir başka maliye müfettişi de;turneye İstanbul’dan bir hafif meşrep kadını yanında götürmüş.Çevresindekilere “karım”diye tanıtmış ve mutlu bir turne yaşamış..İlk turne yerinde bir sorun çıkmamış.Oradan;ikinci turne yeri olan Hatay iline geçmiş..Bir otele yerleşmişler..Yine kadını,karısı olarak tanıtmış.. Meğer;otel sahibi de zaman zaman İstanbul’a gider ve çapkınlık yaparmış..Orada bu kadına da denk gelmişmiş...Durumu kadına anlatmış..”Benimle de yatacaksın..Yoksa durumu açıklarım”demiş. Kadın çaresiz öneriyi kabul etmiş.Müfettişe de birşey dememiş..Geceleri müfettişle gündüzleri de otel ağasıyle oluyormuş.. Birgün müfettiş;bir şey unuttuğu için otele ,öğleden sonra mesai saatleri içinde gitmiş..Otel sahibi ile kadını yatakta yakalamış..Kendini tutamamış ve İstanbul delikanlısı olduğu için adamı bir güzel döğmüş..Adam hastanelik olmuş ve büyük bi,r olay olmuş..Vali;durumu Ankara’ya bildirmiş. O zamanlar müfettişlere şifre de verilir ve şifreli haberleşilirdi..Müfettişe bir telgraf gelmiş..Şifreli telgrafı çözmüş adam..Başkanlık telgrafında şöyle diyormuş”İstanbul’dan turne yerine bir fazla bavulla gittiğiniz öğrenilmiştir!..Fazla bavulunuzu derhal İstanbul’a geri yollayın!” Müfettiş emre uymuş ve kadını İstanbul’a geri yollamış..Müfettiş mi?..Müfettişliğe devam etmiş..Otelci yediği dayakla kalmış.. Yetkili muavin olarak İskenderun’a gittiğimde kaymakamdan sonra;cumhuriyet savcısına da nezaket ziyaretine gitmiştim.Savcı şenlikli bir kişiydi ve İstanbul Dfeterdarlığı da yapmış bir üstadımızı da tanıyordu.Hemşehrisi ve sınıf arkadaşıymış..Benden iki yıl önce;bir soruşturma için İskenderun’a gelmiş..Gelmeden önce sınıf arkadaşının orada savcı olduğunu öğrenmişmiş..Otele iner inmez savcıyı aramış ve hoşbeşten sonra”Bana bak..İskenderun’un en güzel kadınını yarım saat içinde odamda istiyorum”demiş..”Pekiyi..Yolladınız mı kadını”dedim..”Vallahi;pavyonlarda çalışan kadınların en güzelini yolladım”dedi..Ben konuyu çok iyi anlamadım..Acaba adam bana da “İsterseniz size de yollarım” mı demek istemişti?... 178 Cengiz’in bir Trakya turnesinde başına gelenler vardır..Üstadıyle bir ilçeye teftişe gitmişler..Öğlene dek çalışıp karınlarını doyurmak üzere çarşıya inmişler..Eli yüzü düzgün bir esnaf lokantası bulup içeri girmişler..Garson;yaz günü serin olur diye bunları arka bahçedeki bir masaya buyur etmiş..Yiyecekleri ne olduğunu sormuşlar.Garson”Beyim,burada yalnızca kuru fasulye ve pilav vardır..Pilavı ayrı tabakta fasulyeyi ayrı tabakata isterseniz “yanyana bir”istersiniz..Fasulyeyi pilavın üstünde yiyecekseniz”üstüste bir “istersiniz demiş..Nitekim;diğer garsonlar durmadan içeriye bağırıyorlarmış..”Usta çek yanyana bir...Usta;çek üst üste bir”diye..Bizimkiler de birer tane “yanyana bir” söylemişler.Garson;içeri bağırmış..”Usta..Kenefin ağzındaki müfettişlere iki yanyana bir verrrr.”demiş.Bizimkiler donup kalmışlar..Meğer;garson bunları bahçedeki tuvaletin yakınındaki bir masaya oturtmuşmuş.Yerlerini tarif ediyormuş..İlçe ufak yer olduğundan;müfettiş olduklarını da öğrenmişmiş!.. Yine başka bir tarihte “Asil üstad” dediğimiz bir üstadın yanında muavinleri;bir başka Trakya ilçesine teftişe gitmişler.Öğle olmuş;çarşıya gidip en iyi lokantayı bulmuşlar.İçeri girerken asil üstad”Çocuklar..Düştük bu lokantaya”demiş..Çünkü;İstanbul’da Hacı Salih’ten aşağı lokantaya gidilmezdi..Yemeklerini yiyip çıkıyorlarmış..Bir turist karı koca görmüşler.İyi ve temiz giyimli turistler;lokantaya girmeğe karar verince asil üstad “”Hah..Turistler de düştüler azizim!”demiş. Turgut Akman bir yaz turneye Bafra’ya gitmiş..Otobüs gece yarısı varmış Bafra’ya..Otele yerleşmiş..Uyku ararken bakmış kentte silahlar patlıyor!..Eyvah!..Yine ihtilal oldu diye düşünmüş.Sabaha dek uyuyamamış.. Ertesi gün,malmüdürlüğünden durumu öğrenmiş..Bafra;karedeniz böölgesinin Teksası imiş.Hergün;her gece silahlar patlar ve adamlar ölürmüş.. Korku dolu günler boyunca teftişi sürdürmüş.Görevi gereği vergi borcu olanları sıkıştırıyor;yasayı uygulayıp zorla tahsilat yapıyorlarmış. Birgün;çalıştığı odanın kapısı önünde bir gürültü olmuş..”Bırakın daaa...Furacağım o malmudurunu..”diye bağırıyormuş vatandaşın birisi. Odacıyı çağırmış ve adamı odasına getirmesini söylemiş.Vatandaş,odaya hışımla girmiş”Mu fettiş bey..Furacağım ha bu adamı daaa..”diye bağırmış. Turgut;adama bağıracak yerde;adamı yatıştırmış.”Gel hemşerim..Sana bir çay söyleyeyim..Otur şöyle de konuşalım”demiş.. 179 Malmüdürü;müfettiş kendisini sıkıştırınca;vergi borcu olan adamın evine icra memurunu yollamış..Oralarda;eve icra gelmesi büyük bir zuldü!..Adam;bu nedenle çok kızmış..İcra memurunu Turgut yolladığından korkmuş ve ne yapacağını şaşırmış..”Boşverin..Bunlar cahil insanlar..Yanlış iş yapmışlar!”demiş... Adam”Hay ağzını opeyim mufettiş bey!..Ha bu adamlar beni anlamiyler..”demiş.Turgut da adama;ödenmesi gereken borcunu ve ödemesi gerektiğini yumuşaklıkla söylemiş..”Uyyy..Ha benimle boyle konuşsunlar..Canımı alsınlar benum daaa..” demiş “De bakayım..Borcum ne kadardır”diye eklemiş..Turgut;miktarı söyleyince “Uyyy..Ha bu kadar ufak bir para için adam rahatsız edilir mi uşağum”demiş.Oğluna telefon etmiş;borcun tamamını yatırmışlar. Benzer bir olay Bergama’da benim başıma gelmişti..Granit ocağı işleticisi olan birisi vergilerini beyan ediyor ve fakat ödemiyordu..İcra memurları yolladık köydekı adresine.. Ertesi gün;bir doksan boyunda yüz kilo kadar ağırlıkta sarışın bir adam hışımla çalışma odamıza daldı..Yanımda muavinler de çalışıyordu. “Bana bu yapılır mı!.”diye bağırıyordu.Aklıma Turgut olayı geldi..Hemen oturtup adama bir çay söyledim.Adam;arnavuta benziyordu..Gerçekten de arnavut kökenliymiş..Bergama ve köylerinde epeyi varmışlar.Benim de lisede arnavut arkadaşlarım olmuştu. Gegalardan söz edip adamla bir arnavut muhabbeti kurduk..”Senin gibi bir ağaya bu vergi borçları yakışıyor mu?”dedim.O da telefon etti ve anında tüm vergi borçlarını ödedi. Urfa’ya kısa bir soruşturma için gitmiştim.Ünlü Ayn Zilha Balıklı gölünü görmeye gittim.Bir caminin minberinin altındaki kaynaktan bir su çıkıyor ve gölü oluşturduktan sonra;mazgallardan geçip ovaya akıyordu. Gölün içi;neredeyse silme alabalıkla doluydu..Taze nohut demetlerini kıyıdan uzatıyorsun..Biribirlerinin üzerine trımanıp yarım metre yükselerek bitkileri yiyip anında bitiriyorlardı. Söylenceye göre;Nemrut;İbrahim peygamberi odun ateşine atarak yakmağa karar vermiş.Gölün olduğu yerde odunları üst üste yığarak devasa bir ateş yakmış..İbrahim peygamberi bir mancınığa bağlayıp ve mancınığın iplerini kestirip;onu gülle gibi,bu ateşin ortasına attırmış.. 180 İbrahim peygamber yere değince alevler su olmuş;odunlar da alabalık!..İbrahim peygamber bu göle düşüp ölmekten ve yanmaktan kurtulmuş.Ogün bugündür o balıklar kutsal sayılmış ve yenmemişler. Oysa;Harran Ovasında köylülerle konuştum.Mazgallardan kaçıp ovaya ulaşan alabalıkları kemali afiyetle yiyorlarmış.Hatta paşanın yaptığı gibi;rakı mezesi de yapıyorlarmış.Anlaşılan;balıklar göldeyken kutsalmış.Gölün dışına çıkınca kutsallıkları kalmıyordu!... Maraş turnesinde de bir garipliği gözlemiştik.Maraşlı kadınların hemen tamamı kara çarşaf giyiyor ve peçe takıyorlardı.Hiçbir yerleri açıkta kalmıyordu.Ellerine de uzun eldivenler takıyorlardı.Sürekli olarak da yanlarında şemsiye taşıyorlardı..Bunun sırrını çözememiştik. Birgün,belediye otobüsüne bindik..Peçeli ve çarşaflı kadınlar da vardı koltuklara oturmuş..Biletçi,paraları alıp bilet kesiyordu..Sıra kadınlara gelince;kadın otobüsün içinde şemsiyesini açıyor ve bilet parasını şemsiyenin altından uzatarak biletini alıyordu.Böylece;peçenin altından da olsa;göz zinasını da önlüyorlarmış.Göz zinası kavramını orada öğrenmiştim.Söylemeye gerek yok..Ağostos ayında bile kadınlar bu kıyafetler içindeydi..Eldivenler yoluyle de ten zinasını önlüyorlarmış... Benzer bir olaya 1980 li yıllarda İzmir’de rastlamıştım.Peçesiz,ama kara çarşaflı bir kadının yanında beyaz çarşaflı kızı vardı.Konak meydanında yürüyorlardı. Karşıdan gelen sakallı bir tip kadına”Aferin hanım...Bak kızını ne güzel islami kurallara göre giyindirmişsin!..Ama;hani elindeki eldivenleri!..”demişti..İzmir’de Ağostos sıcaklarında ayak topuklarına dek inen giysiler giymiş olan kadınların o uzun eldivenlerden de takmalarını istiyor ve takmadıkları için onları uyarıyordu.. İş bankası otomatından para çeken bir başka genç kız görmüştüm bir başka gün..O da üstelik tam adamın istediği gibi islami kurallara göre giyinmişti ve Ağostos sıcağında bunalıyordu..Dayanamadım,ben de o adam gibi densizlik yaptım .Kıza;”Bu sıcakta bu kılık giyilir mi?..Hem de senin gibi aydın görünümlü bir kıza bu kılık yakışıyor mu?..”dedim. Kız mahcup bir biçimde yanıt verdi “Aslında böyle giyinmek istemiyorum..Ancak;bana böyle giyiniyorum diye burs veriyorlar..Bana yurt olanağı sağlıyorlar..Ancak;bu sayede Ege Ü niversitesinde öğrenimimi sürdürebiliyorum!..Ne yapayım.”dedi. Çok mahcup olmuştum..Bu da Türkiye’nin görünmeyen gerçeklerinden biriydi. 181 Sonraları;bu kız gibi davranıp üniversiteyi bitirdikten sonra çarşaftan çıkanları;gizli islami örgütler öldürmüşlerdi.Hem davaya ihanet edenleri cezalandırmış hem de o sıralarda okuyan aynı koşullardaki kızlara gözdağı vermiş oluyorlardı. Türkiye’de ne kötü olaylar yaşandı tanrım!..Hem de tanrı adına!..Kahramanmaraşta alevi kadınlar öldürüldü.Yetmedi;rahimlerindeki canlı bebekleri öldürüldü.Sıvas’ta aydınlar;”islami engizisyonlarca”yakıldı.Tıpkı;Yahudilerin nazilerce yakılmaları gibi!.. Birinin öcü Çankırı’da;öbürününki ise Erzincan’da alınmıştı..Neyse ki;bu olaylar bir iç savaşa dönüşmeden yatıştırılabilmişti. Müfettişlik yaşamım boyunca;yaşadığım ve yakın çevremden öğrendiğim ilginç olaylar,saymakla bitmez!.. Bir keresinde Mazhar Zorlu’nun işlettiği Tüccar Kulübü Restotana gitmiştik.Sanırım;hesap uzmanlarının bir kuruluş yılı dolayısiyle onlarla ve eşleriyle biraraya gelmiştik. Gece yarısına doğru;gecenin solisti şarkı söylemeğe başlamıştı.O günlerde yeni ünlenen bir hafif müzik sanatçısıydı. O sırada;restoranda bir koşuşturma oldu.Dönemin başbakanı Süleyman Demirel ve eşi;bazı bakanları ve korumaları;eğlenmek için mekana gelmişlerdi.Çiçeği burnunda başbakan bulutlar üzerinde yürür gibiydi.Çok sonraları;ayakları yere değecekti.. Sanatçı;bir süre şarkısını kesti.Gürültüden rahatsız olmuştu.Herkes yerine oturdu.Proğram yeniden başladı ve sanatçı proğramını tamamladı.Alkışını aldı. Sanatçı sahneyi terk ederken;başbakanın korumalarından birisi;elinde küçük bir kağıtla,belki de başbakanın kartıyla sanatçının yolunu kesti.Sanatçı;yeniden sahneye döndü.Süleyman Demirel’in masasına bakarak “Bir istekte bulunuldu.Ancak;ben buradaki proğramımı tamamladım.Şimdi;acele fuara gidip orada da bir proğram yapmam gerekiyor.Özür diliyorum.Herkese iyi eylenceler diliyorum”dedi.Restorandan çıkmak için kapıya yöneldi.Demirel’in işareti ile adamın yolunu yine korumaları kesti.İstek şarkıyı okuması konusunda ısrar ettiler. Tekrar sahneye gelen sanatçı”Başbakan da olsanız;bir sanatçıya zorla bir şey yaptıramazsınız.!..Ben buradaki proğramımı tamamladım ve gidiyorum..Ne yapacaksanız yapın ya da yaptırın!..”dedi ve yürüdü .Bu kez,Mazhar Zorlu yolunu kesti ve şarkıyı söylemesini rica etti.Sanatçı ondan da özür diledi ve çıktı,gitti. Süleyman Demirel;o sıralar Cumhuriyet Halk Partisi ile olan koalisyonu bozmuş ve yenilenen seçimden galip ayrılmıştı.Tek başına iktidardı.O nedenle;kendisini çok güçlü sanıyordu. 182 Ancak;sanatçıdan belki de siyasetteki ilk dersini almıştı. Ertesi gün;ne yerel gazetelerde ne de ulusal gazetelerde bu konuda en küçük bir haber vardı.Kimse olayı yazmamıştı.O zaman basın-siyasetçi işbirliğini ve iç içeliğini gözlemiş oldum. Basının bu yararını koruma yanını sonradan çeşitli olaylarda sık sık gözledim.Bunlardan en çarpıcı olanı,yerel bir gazeteyle ilgiliydi. Bu gazetede İzmir sosyetesinin magazin haberleri de yayınlanırdı.Birgün Turgut ve Kamuran Hallaç adlı arkadaşalarımızın,eşleriyle eğlenirken çekilmiş resimlerini gördüm o gazetede.. Telefon edip takılayım istedim.”Hadi;sizler de sosyetik oldunuz artık..Önemli kişiler oldunuz ki gazetede resimleriniz çıktı”dedim. Bana;”Parayı bastırmasaydık;o resmi ve haberi gazeteye nah koyarlardı!..”dediler.İnanamadım. Meğer;magazin haberlerine parayı bastırdın mı,hem de yüklüce bir para,hem de makbuzsuz ve belgesiz,gazetelerin magazin bölümünde resmin basılıyor ve haber oluyormuşsun.Vergi dışı,kesintisiz tertemiz para.Bir maliyeci olarak içimden “Pes doğrusu..Şeytanın aklına gelmez”demiştim. Sonradan;basının bazı haberleri şantaj aracı olarak kullandıklarını;böyle de vergisiz,temiz paralar kazandığını duydum!.. İki ulusal gazete arasındaki rekabet nedeniyle;bir gazete patronunun eşinden ayrılması nedeniyle;bu türden şantaj olaylarının basın aleminde yaşanmakta olduğunu ulusca da öğrenmiş olduk!.. Diğer yandan;karapara incelemeleri dolayısıyle şunu da gözledim...Mafya babalarının sanık olduğu davaları;medya izlemiyor ve bu konularda halkı bilgilendirmiyordu.Ya korkuyorlardı ya da bir karşılıklı yarar ilişkisi içindeydiler. Mafya olaylarını inceledikçe;mafya-polis-basın-siyasetçi sacayağını her davada gözler olduk. Siyasetçiler de yetkilerini ve güçlerini kötüye kullanabiliyordu ve bunlar cezasız kalıyordu.Birgün;bir vali yardımcısı arkadaşımı ziyarete gitmiştim.Konuşurken;bir telefon geldi ve arkadaşımın canı sıkıldı.. Emniyet Müdürlüğü bu vali yardımcısına bağlıydı.Bir gece önce;bir kahvehanede kumar oynandığını saptamışlar.Kahvehaneyi basmışlar;tutanak düzenleyip kahvehaneyi mühürlemişler.Ertesi gün;yasanın verdiği yetkiyi kullanıp idareten üç gün kapatmışlar. 183 Arkadaşım sabah göreve gelince olayı öğrenmiş.Öğleden sonra telefon gelmişti.Vali;bir siyasetçinin isteğini iletip kahvehanenin derhal açılmasını istemiş.”Ulan ibreti alem için birgün kapalı kalsın be..”diye hayıflanıyordu vali yardımcısı..Türkiye’de işler böyle yürüyordu işte!.. Nitekim;benzer bir olayı Ercan üstadla “tahsilat hızlandırma teftişi”nde yaşamıştık.Borcunu ödememeyi alışkanlık haline getirmiş vergi mükelleflerini sıkıştırıyor ve batık vergi alacaklarını tahsil ettiriyorduk. Ençok;minibüs işletenler vergi borçlarını ödememiş görünüyorlardı.Vergi dairesi;borçlulara ödeme emri tebliğ etmiş:haciz uygulaması yapmıyordu. Trafik şubesinden polis isteyip;haciz edilmiş araçları,minibüsleri satılmak üzere maliyenin arsasına ,otoparka çektirmeğe başladık..Aracı kapatılan minibüs işlerticisi hemen tüm borçlarını ödüyordu..Üç günde çok güzel batak borç tahsilatı yaptık. Dördüncü gün;Ercan üstada Ankara’dan telefon geldi.Umum Şoförler ve Otomobilciler Derneği ve bunların konfederasyonu;sorunu devrin Başbakanı Süleyman Demirel’e götürmüşler.O da yasalara uygun yapılan bu uygulamanın durdurulmasını istemiş.Ben kıdemli müfettiş olsam;direnir ve bu isteği karşılamazdım.Ama;Ercan üstad kıdemliydi..Bağırdı,çağırdı ve fakat uygulamayı durdurttu.Minibüscüler siyasiler için oy deposuydu.Böylece;siyasilerin devlet yararını bir yana bırakıp kendi yararlarına öncelik verdiklerini bir kez daha gözledim. Yıllar sonra;bu kez tek başıma tahsilat hızlandırması teftişi yapıyordum.Vergi dairesi müdürüne “Validen ya da siyasilerden işlemleri durdurma istemi gelebilir..Müfettiş bey var..Onunla görüşün..”dersin dedim.. Gerçekten de birçok kişi baskıda bulunmak istemiş.Müdür;devrede benim olduğumu söyleyip baskılara direnmiş. Gerçi;bu uygulamayla oldukça büyük vergi borçlarını ve cezalarını tahsil ettik.Ancak;üç ay sonra,hükümet bir vergi affı çıkardı ve ödeme karşılığı cezalardan vazgeçti. Kendilerinden zorla tahsilat yaptığımız mükellefler;zavallı vergi dairesi müdürünü neredeyse döveceklermiş..”Bundan sonra hiç vergi ödemeyeceğiz..Nasıl olsa vergi affı çıkıyor..Allahın enayisi biz miyiz!.”demişler. Böyle düşünenler;sonunda haklı çıkmışlardı.Çünkü;hükümetler sık sık vergi affı çıkararak ya da adli ceza aflarına vergi affı ekleyerek vergisini muntazaman ödeyen mükelleflerin de yoldan çıkmasına neden olmuşlardı. 184 1960 lı yıllarda maliye müfettişliği çok saygı gören bir meslekti.Bir kez,Müsteşardan daha çok elimize para geçiyordu..Merkez ve taşradaki tüm üst düzey atamalarda Maliye Teftiş Kurulu’nun görüşünün alınması zorunluydu.Memurlar hakkında doğrudan soruşturma başlatabiliyorduk.Memurlara disiplin cezası ya da takdirname verebiliyorduk. Bu nedenle;müfettişlerin küçük para hesapları yapmaları ya da paraya düşkünlükleri hoş karşılanmıyordu. Nitekim;üstadlardan birisi;turne için gittiği ilde patatesin çok ucuz olduğunu saptar.Turne dönüşü;üç çuval parates alır ve otobüsle İstanbul’a yollar.Köy kökenli olduğu için;aslında,bu davranışı normaldir. Ancak;olay teftiş kurulunda duyulur ve başkanın kulağına gider.Sözü geçen müfettiş başkanlığa çağırılır ve azarlanır.Bu olaydan sonra;bu müfettişe hiçbir önemli teftiş ya da soruşturma verilmez.Sürekli dernek teftişi verilir.Bunun sonucunda adı “dernekçi müfettiş”e çıkar!.. Keza;müfettiş yardımcılarından birisi hakkında üstadları;doldurdukları tanıtma belgesinde “paraya düşkündür”kaydı koyarlar.Bu nedenle,müfettiş yardımcısı yeterlik sınavını kazanamaz.Kuruldan ayrılır ve özel kesimde çalışır.Ne yazık ki orada da başarılı olamaz.Yani;istediği paralara kavuşamaz ve zenginleşemez!.. 1970 li yıllarda Maliye müfettişleri Ercan Meftunoğlu ve Nazif Kocayusufpaşaoğlu;zamanın Devlet Planlama Teşkilatı Daire başkanları olan Turgut Özal ve Ekrem Pakdemirli hakkında soruşturma yapmakla görevlendirilirler.Bunlar o dönemde teşkilatta “takunyalılar”diye anılırlardı.İslami koşullara işyerlerinde de uymaya çalıştıkları için böyle anılırlardı.Abdest almak için binanın tuvaletine takunyaları ile gittikleri için böyle anılırlardı.Sonradan;Başbakan,Cumhurbaşkanı,Maliye Bakanı olmuşlardı . Müfettişler;çalıştıkları odaya girip kimliklerini gösterip soruşturma için geldiklerini belirtmişler.Turgut Özal”Sizler;bizler hakkında soruşturma yapamazsınız”demiş.Ercan üstad kimliğini masasına fırlatıp atmış “Al da oku bakalım..Yapar mıyız yapamaz mıyız!”demiş.Soruşturmayı yapmışlar ve raporlarını ilgili mercilere vermişler. Yıllar sonra;Ekrem Pakdemirli Maliye Bakanı olunca;ilk verdiği emir”müfettiş Ercan Meftunoğlu’nun bizler hakkında verdikleri raporları görmek istiyorum”olmuş.Raporları vermişler;okumuş;tarafsız davrandıklarını anlamış Niyeti;haklarında soruşturma yapmış bu müfettişleri meslekten 185 atmakmış.Ancak;raporlardan bir dayanak bulamamış..Oysa;müslüman adamın kin tutmaması gerekmez mi?Üstelik;adamlar görevlerini yapmışlar.Bu ne hırsmış böyle tanrım!.. Turgut Özal’a gelince;Başbakan ya da Cumhurbaşkanı olduğu sürece Maliye Teftiş Kurulu’nu kapatmağa çabalamıştı.O daha sessiz ve derinden gidip sorunu kökünden çözmeyi düşünmüş.Ama başaramamıştı.Bunları;Teftiş Kurulunun yüzüncü kuruluş yılı kokteylinde anlatmaktan da çekinmemiştir. Orada şunu söyledi.”Yaşamım boyunca çok az yenilgi tattım.Bunlardan birini Maliye Teftiş Kurulu ile girdiğim çekişmede yaşadım..Bu kurulu kapatmak için elimden geleni yaptım. Başaramadım” Bu olaydan yirmi yıl sonra;Turgut Özal’ın dünya görüşüne sahip şimdiki hükümet,Maliye Teftiş Kurulu’nu ve diğer teftiş kurullarını kapatmak için yasalar hazırlıyor.Görüldüğü gibi;Maliye Teftiş Kurulu’nun temeli öyle sağlam atılmış ki;yıllardır uğraştıkları halde;kapatamıyorlar..İMF de kapatmağa çabalıyor ama;onların da etkisi yetmiyor..Daha nice yıllara ey kurul!... Ercan ve Nazif üstad;kurulun sıkı soruşturmacı müfettişleri olarak tanınmışlardı.O nedenle;tüm dünyada yankılanmış “Lockhead Skandalı”diye anılan olayın soruşturmasını da onlar yapmışlardı. Gazete haberlerine göre;Hava Kuvvetleri Komutanımız da bu skandala bulaşmıştı.Lockhead uçaklarının alımı dolayısiyle;Amerikan firması birçok devletin ünlü devlet adamlarına rüşvet,komisyon ödediğini Aamerikan senatosundaki soruşturmada itiraf etmişti.Bizde;Nezih Dural adlı bir işadamı alımlara aracılık etmişti.Bu kişinin de komisyon adı altında açıktan aldığı paraların olduğu;bu paraları İsviçre bankalarında sakladığı iddia ediliyordu.Bir kambiyo suçu sözkonusuydu. Müfettişler;mali polisle işbirliği yaparak çalışmışlar ve Nezih Dural’ı “ikna ederek”İsviçre bankalarındaki paralarını yurda getirtmişlerdi.Yanlış anımsamıyorsam;adamcağız bu eylemi dolayısiyle yargılanmış ve hüküm de giymişti. Oysa;günümüzde ne komisyonlar alınıp veriliyor!..Yakalanan olsa bile;hüküm giyen yok!..Türkiye;yolsuzlukla savaşım konusunda,ileri gideceğine geriye doğru yol almıştır..Bu nedenle de uluslar arası istatistiklerde de yolsuzluk ülkeleri sıralamasında başlarda yer almaktayız. Günümüzde;ülkemizde Osmanlı Devletinin çöküşündeki çarpıklıklar her alanda yaşanmağa başlamıştır.Neyse ki;uluslar arası kuruluşların ve anlaşmaların gereği olarak;ülkemizde de karapara aklama ile savaşım başlamıştır.Bu alanda da Maliye 186 Müfettişleri yeni kurulmuş karapara aklama ile savaş örgütüne,Masak’a en büyük desteği vermektedir. Halen;her türden yolsuzluklarla savaşımda en etkili yöntem bu incelemeler olmaktadır.Ancak;bu sistemi de bozmak için medya,siyasiler elbirliği yapmaktadır.Günümüzde;karapara aklama suçları için özel af getirilmesi gündeme taşınmıştır. Müfettişliğimin son üç yılında;sürekli ve yalnızca karapara aklama incelemeleri yaptım. Balina operasyonu;Matador operasyonu;uyuşturucu kaçakçılarının karapara aklama eylemlerini inceledim. Balina organizasyonu; hayali olarak kurulmuş ortaklıklar aracılığıyle;hayali ihracat yapıp devletten haksız katma değer vergisi iadeleri almak için kurulmuş örgütü ortaya çıkarmıştır.Yaklaşık;sekiz trilyon lira haksız vergi iadesi devletten alınmış ve mal edinilmiştir. Ayrıca;bu hayali ihracatı fırsat bilip;yurt dışında uyuşturucudan,kumarhanelerden,başka yasadışı işlerden elde ettikleri dövizleri de “ihracat bedeli” gibi gösterip yurda getirmişler;çeşitli yatırımlar yaparak karapara aklamışlardır.Bu yöntemle yaklaşık yirmialtı trilyon lira karapara yurda getirilmiş ve aklanmıştır. Dava önce;Devlet Güvenlik Mahkemesinde açılmıştır.Ancak;bu işlerin ucu siyasilere de uzanabileceğinden siyasiler;Devlet Güvenlik Mahkemeleri yasasını değiştirip bu tür davaları normal mahkemelere,ağır caza mahkemelerine devrettiler.Davalara henüz başlanamadı.Muhtemelen bir genel af beklanmektedir!..Türkiye;bir karapara aklama cenneti ve af cennetidir!.. Soruşturma sırasında iki kez tehdit edildim..Gelenlere”Ben zurnanın son deliğiyim..Benimle niye uğraşıyorsunuz..Gidin beni görevlendirenlerle uğraşın”dedim..Rahat bırakmadılar.İncelemelerin sonuna doğru çetebaşının avukatları;noterden yolladıkları bir protesto ile beni baskı altına almak istediler;tehdit ettiler..Bu avukatları baroya ve savcılığa şikayet ettim.Şikayetimin davası iki yıl sonra görüldü ve avukatlar”avukatlık görevlerini yaptıkları”için;mahkemece beraat ettirildiler. Yine Maliye Müfettişi Metenin arkadaşı olan bir karadenizli;bu çetenin karaparalarını aklamış görünen bir ailenin beni öldürmeyi düşündüğünü;bunu o ailede gelin olan kızkardeşinin engellediğini söyledi.Ayrıca;beni koruması gereken 187 İzmir Cumhuriyet Başsavcılığının bunun yerine hakkımda Bakanlığa suç duyurusunda bulunduğunu öğrendim.Böyle;güç koşullar altında görevleri yapmağa çabaladım. Sonra;İranlı bir çete reisinin uyuşturucu kaçakçılığı karapara aklama incelemesini yaptım.Bu adamın;sonradan Van’da oğlunu polisten zorla alan eski milletvekili ile dirsek teması vardı.Oğlu da uyuşturucu kaçakçılığından yakalanmıştı. Matador operasyonu ile ele geçmiş bir başka uyuşturucu çetesi mensubu;bu İranlıya yirmi daire satmıştı.Yani;çeteler biribiri içine girmiş olarak çalışıyorlardı.Matador operasyonunda elegeçirilmiş uyuşturucu kaçakçıları hakkında da karapara aklama incelemeleri yaptım. Daireleri satan adam;akrabalarına kurdurduğu iki ayrı yapı kooperatifi yoluyle;yaklaşık dört trilyon lira bedelli apartman daireleri inşa ederek karapara aklamıştı.Bu inceleme ile ilgili olarak Vatan Gazetesi’nde haber yayınlanmış.Adımı da yazıp beni deşifre etmişler;hedef göstermişlerdi.Yaşamımın geri kalan kesimini;bu olayların derin stresi altında geçirecektim..O da bırakırlarsa!.. Son olarak;Matador operasyonu ile ele geçmiş Urfi Çetinkaya adlı uyuşturucu kaçakçısının çetesi ile ilgili karapara incelemeleri yaptım. Adam;İspanya’da yakalanmış;hüküm giymişti.Sonra;Türkiye’de yakalanmış ve hüküm giymiş.Ancak;hapishaneden bile uyuşturucu kaçakçılığı işlerini yürütüyordu.Hakkında;Adana;da ,Edirne’de,İstabul’un çeşitli ilcelerinde açılmış davalar vardı. Adam;onlarca ilkokul yaptırmış ve devlete bağışlamıştı.Valilerle çekilmiş fotoğrafları vardı.Büyük depremden sonra da depremzedelere evler yapmış va bağışlamıştı.İfadesine göre;kaçakçılık işlerinden yirmibeş milyar dolar elde etmişti.İspanya’da olsun;Türkiye’de olsun;çete üyelerinden çürük çıkanları öldürülmüştü.Son olarak;kooperatiflerle karapara aklayan uyuşturucu kaçakçısını vurmuşlardı. Tüm karapara incelemelerinde;şu dört grup insana rastlanmaktadır:Çeteler,polisler,medya mensupları,siyasiler.. Özellikle;tüm medyayı kontrol ediyorlardı.Aleyhlerinde tek satır haber olmuyordu.Örneğin;Urla’daki çocuk köyü olayı günlerce manşetlerde kalıyordu.Ama;bunlardan söz edilmiyordu.Televizyonda gıda yolsuzlukları anlatılıyor;bunlardan söz edilmiyordu.Bir tek Kurtlar Vadisi dizisinde bunlar anlatılıyordu.Millet de dizi olarak izliyordu. 188 Mutlaka;her çetede bir ya da birkaç polis ya da polis eskisi ele geçiyordu.Ya istihbarat sağlıyorlar ya da koruma görevi yapıyorlardı. Siyasiler ise;çetelerin adliyeyle olan sorunlarını çözüyordu.Bazı kez;kaçakçılıkta fiilen görev de alıyorlardı. Bir tarihte Fransa’da kırmızı pasaport sahibi olan Kudret Bayhan adlı bir Türk senatör uyuşturucu kaçakçılığından yakalanmış ve hüküm giymişti.Ülkede;bu kişinin eroinleri partisi için kaçırdığı ve parasının parti finansmanında kullanıldığına dair dedikodular yayılmıştı.Parti de,devrin başbakanının kardeşine ait eroinleri yakalattığına dair dedikodular yaymıştı.O zamanlar,medya olayın üzerine gitmemiş ve bu olay bir “Devler sırrı”olarak kalmıştır. Bir de başımdan komik bir olay geçmişti.Onu anlatayım.Oniki Mart ihtilali olmuştu.İşten çıkmış eve gidiyordum.Jandarmalar otobüsü durdurdu ve kimlik kontrolü yaptılar.Benim üzerimde müfettiş kimliğim vardı, onu gösterdim.Kimliğimde Süleyman Demirel imzasını görünce;beni otobüsten anarşist gibi indirdiler.Çünkü;askeri harekat ona karşı yapılmıştı.O da şapkasını alıp gitmişti. Astbubaylarına gittim.Durumu anlattım.Beni bir sonraki belediye otobüsüne koyup evime yolladılar.Gözaltına alınmaktan kurtulmuştum!.. Ancak;Tanju Polatkan adlı bir sınıf arkadaşım benim kadar şanslı olmamıştı.27 Mayıs ihtilali sırasında aranan eski Maliye Bakanı Hasan Polatkan Ankara’dan kaçmış;Eskişehirde yakalanmıştı.Mülkiyenin Haziran sınavlarına gelmek için Eskişehir’de otobüse binen Tanju’yu kimlik denetimi yapan askerler;otobüsten indirmişler ve askeri hapishaneye götürmüşlerdi.Onu;Hasan Polatkan’ın akrabası sanmışlar.Derdini anlatıp Hasan Polatkanın akrabası olmadığını kanıtlayana dek üç dört gün içeride kalmış ve sınavlara güç bela yetişmişti. İLGİNÇ ANEKDOTLAR Ülkedeki ilk hayali ihracat incelemelerini yapmıştık.Bu incelemelere arama ile başlamış ve mali polisle işbirliği yapmıştık.Adı hayali ihracata karışmış olanların mali poliste ifadelerini alıyorduk. O sırada;polisler genç bir adam getirdiler.Üzerinde yüz alman markı çıkmış.O zamanlar;kambiyo rejimi nedeniyle döviz bulundurmak suçtu. Polis şefi;adama parayı nasıl edindiğini sordu.Genç adam;alman markını yolda bulduğunu söyledi.Polis şefi;genç polislere işaret etti.Adamı alıp götürdüler.On 189 dakika kadar sonra;adam,iki polisin koltukladığı bir durumda,zorla yürüyerek,ayaklarını sürüyerek geldi.İfade vermeğe başladı. Parayı;bir bakkaldan almıştı.Polis şefi;telsizle talimat verdi.On dakika sonra bakkal da mali polis bürosundaydı.Şef;ona da parayı nereden bulduğunu sordu.Bakkal;bir alman turiste yiyecek maddeleri satıp ondan aldığını ileri sürdü. Polis şefi;yine genç polislere işaret etti.Bakkalı da alıp götürdüler.On dakika kadar sonra;ayaklarını sürüye sürüye getirdiler.O da ifade verdi.Parayı hangi matbaada bastıklarını;nasıl dağıttıklarını;kimlerle çalıştıklarını bir bir anlattı. Polis şefi telsizle yeniden talimat verdi.Matbaacı ve diğer adamlar da yarım saat sonra;mali polisteydi ve ifade veriyorlardı.Meğer adamın üzerinde bulunan yüz mark sahteymiş.Ertesi gün;kalpazan çetesinin yakalandığını tüm gazeteler manşetten yazdılar. Bizler;kendilerini kutladık ve polisin namuslu kişilerden oluştuğunu göremekten sevindiğimizi söyledik. Mali polis şefi;”Bizim aramızda da çürük elmalar olur” dedi ve anlattı. Yıllar önce;bir uyuşturucu şebekesinin Suriye’ye altın yollayıp karşılığında uyuşturucu alacağı ve Avrupa’ya taşıyacağı öğrenilmiş.Adamın;Mercedes marka pahalı bir araçla Türkiye’ye girmesine ve Suriye’ye geçmesine izin vermişler.Malları alıp yeniden Türkiye’ye girdikten sonra izlemeğe başlamışlar ve Eminönü’nde arabalı vapurdan ineceği sırada yakalamayı planlamışlar. Adam;tuzağın farkına varmış ya da tuzaktan bir şekilde haberdar olmuş;arabayı bırakıp kaçmağa başlamış.Polisler de arkasında koşmuşlar ve adam Karaköy’deki deniz hatlarının yolcu salonunda kıstırılmış ve çatışma başlamış.O sırada;devrin mali polis şefi gelmiş ve polislerin ateşini durdurmuş.Alman uyruklu kaçakçıya seslenmiş..Peter adlı kaçakçı;polis şefini görünce tabancasını atıp teslim olmak istemiş.Mali polis şefi;tabancasız almana ateş etmiş ve adamı öldürmüş.Ben de hatırlıyorum;ertesi gün hemen tüm gazeteler”Türk polisi yakalar” manşetiyle çıkmıştı ve polis kuruluşları övülmüştü. Oysa;polis örgütü, silahsız almanı öldüren mali polis şefi hakkında soruşturma başlatmış ve bu polis şefinin de çete mensubu olduğunu ortaya çıkarmış.Peter’in konuşmaması için onu öldürdüğü ortaya çıkmış.Belki de Peter’e hakkında ihbar olduğunu da o bildirmiş ve sonra adamın işini bitirmiş..Doğal olarak;işin bu bölümü basında yer almamıştı.O günden sonra;aramızda”Türk polisi yakalar”esprisi yapılır olmuştu. 190 Bir başka hoş olmayan anekdot da tabir yerinde ise bir eşek şakasıyle ilgilidir. 12 Eylül öncesi;hergün yollarda öğrenciler pusu sonucu ya da serseri kurşunlarla ölüyorlardı.Birtakım karanlık gruplara mensup kişiler sık sık birilerini kaçırıyor ve akrabalarından fidye istiyorlardı. Bu dönemde;Ayhan Öner üstadın odasında toplanmış;mesleki bir konuyu tartışıyorduk.Üstadın telefonu çaldı.Dışarıdan aranıyormuş.Telefondaki kişiyle konuşmaya başladı.Konuştukça;önce sapsarı sonra kapkara oldu.Telefonu yerine bıraktığında elleri ve dudakları titriyordu. Olağan dışı birşeyler olduğunu anladık ve üstada ne olduğunu sorduk.Telefonda bir adam;üstadın kız çocuğunu kaçırdıklarını;fidye istediklerini;sonra yine arayacaklarını söylemiş ve telefonu kapatmış. Üstad;bir vergi dairesinde çalışan eşini aradı ve durumu bildirdi..Kadıncağız;heyecandan bayılmış. Bizler;neler yapılacağını tartışırken;içeri Ayçal Ulugeçit adlı genç bir müfettiş girdi.Gergin ortamı görüp ne olduğunu sordu ve bizler de durumu anlattık. Ayçal”Üstad;o telefonu bizler ettik..Telefonda ağzımı mendille kapatım ben konuştum..Sana şaka yaptık.”dedi. Bizler önce donup kalmıştık.Çünkü bu eşek şakasını da geçmişti;emsali görülmemiş bir dangalaklık olmuştu.Ayhan üstad;yerinden fırlayıp Ayçal’ın üzerine yürüdü.Araya girip kavga çıkmasına engel olduk.Eline geçirseydi;belki de öldürecekti onu!..Ayçal;akıllı bir tipti.Durumun vehametini anladı ve kaçtı.O gün dairede görünmedi. Üstadın yatışması dakikalar aldı.Hemen eşini arayıp durumu bildirmesinin iyi olacağını belirttik.O da öyle yaptı. Ayçal’ın buna benzer densizlikleri sonraki yıllarda da sürdü.Özellikle;Maliye müfettişi unvanını gereksiz yerlerde ve işlerde kullanması can sıkıcı oluyordu.Sonunda;genç yaşta teftiş kurulundan ayrılmak zorunda kaldı. On iki Eylül öncesi;Türkiye’de tam bir toplumsal çılgınlık yaşanmıştı.Kardeş kardeşi öldürmüştü..Öğrenciler;yaraladıkları karşı gruptan öğrencilerin bu durumları ile yetinmemişler;yaralı bedenlerine ayrııca kurşun sıkarak öldürmüşlerdi.Böyle bir ortamda yapılmış Ayçal’ın eşek şakası; daha da etkili olmuş ve üstad aylarca toparlanamamıştı. Bir başka anekdot üniversite öğretim üyesi olan tıp doktorları ile ilgilidir. 191 Üniversite mevzuatı ile;tıp doktoru olan öğretim üyelerine yarım gün çalışma ,part time çalışma sistemi getirilmişti.Bu sistemi benimseyenler;öğleden sonraları açtıkları muayenehanelerde çalışıyorlar;ancak o zaman diğer tam gün çalışanlara verilen ek ödemelerden yararlanamıyorlardı. Benim güzel ülkemin güzel doktor öğretim üyeleri;bunun da yolunu bulmuşlar;tam günü seçtikleri halde muayene açmadan ya da muayene açarak gizlice dışarıda da çalışmışlardı.Bu durum;bu tür çalışmayan çoğunluk açısından sıkıcı bir durum ve eşitsizlik kaynağı oluyordu. 60 lı yıllarda;İzmir’de vergi dairesi teftişi sırasında bu durumda olanların mükellefiyetlerini kurdurmuştuk.O yıl beyanda bulunmuşlar;ertesi yıl muayenehanelerini kapatmışlardı. 2000 yılında;Florence Nightingale özel hastahanesinde vergi incelemesi yapan bir maliye müfettişi;üniversitede çalışan birçok öğretim görevlisi doktora büyük paralar ödendiğini saptamış ve ödemeleri döktürmüş.Bunların durumunun bir maliye müfettişince incelenmesini önermiş.Görev bana verildi.İstanbul’da üniversite hastahanelerinde ve devlet hastahanelerinde çalışıp özel hastaneden de ücret almışların durumlarını araştırdım.Yüzlerce profesör ve doçentten yaklaşık yirmi kadarı part time çalışmayı seçmişti.Diğerleri tam gün çalışıyor görünüyordu.O zaman;özel hastanede iş yapmayanlarla birlikte almış oldukları yan ödemeleri almamaları gerekiyordu.Oysa;almışlardı. Bunlardan;bu haksız alınmış ek ödeneklerin geri alınmasına dair raporlar düzenledim ve haksız alınmış paraların tamamına yakın kesimini itiraz etmeden geri ödediler. Yine o tarihlerde yapılmış olan Balina operasyonunda devletten alınmış haksız vergi iadeleri 8 trilyon lira dolayında iken;bu doktorlara da geriye dönük beş yıl içinde yaklaşı 5 trilyon lira haksız ödeme yapıldığını saptadım ve bunları geri aldırdım.Araştırma görevlisi olanlar hakkında ayrıca;yönetmelik hükümlerine göre;meslekten çıkarma disiplin cezası uygulanması gerekiyordu. Haksız yan ödeme almış onlarca araştırma görevlisi hakkında disiplin cezası uygulanmasına dair de rapor düzenlediğim halde;bir tek Marmara Üniversitesi’ndeki bir araştırma görevlisine ceza uyguladıklarını öğrendim.Kimbilir kimlerin yararına dokunmuştu ki;kabak onun başına patlamıştı. Geçmiş yıllarda da;birçok öğretim görevlisi hakkında ceza davası açılmasına ya da disiplin cezası uygulanmasına dair raporlar düzenlemiştik.Hiçbiri 192 uygulanmamıştı.Üniversite özerkliğinin bir kötü yanı buydu.Suçluları mahkemeye yollamak hakkında seanato karar veriyordu.Senato üyeleri de “yarın sıra bana gelebilir”diyerek olayları örtbas etme yönüne gidiyordu. KIBRIS GÖREVİ SERÜVENİ Kıbrıs Barış Harekatından yaklaşık on ay sonra;Kuzey Kıbrıs’ta bir maliye teftiş kurulu kurma görevi ile adaya gittim.Önce;bir başıma gidip ev tuttum ve dönüp ailemi de aldım ve Temmuz başında Kıbrıs’taki yeni evimize yerleştik. Bana beş tane Mülkiye’yi bitirmiş maliye bakanlığı personeli verdiler.Bunları müfettiş yapacaksın dediler.Bir yandan;bunları eğittim;bir yandan da araçları,evrakı,yazışmaları ile teftiş kurulunu kurdum. İlk günlerde Girne’ye gittik.Görevimiz;savaş sonrası kalmış değerli malları ve diğer ticari eşyayı tutanaklarla saptayıp devlete mal etmekti.Bu çalışmalarımız birkaç ay sürdü ve saptadığımız malları;büyük ambarlarda toplayıp Kıbrıslılara ve Türkıye’den tursit olarak gelen Türklere satmağa başladık. Gineye ilk girdiğimiz gün;Girne bomboştu .Evlerde kimseler otrurmuyordu ve sokaklar da bomboştu.Savaş sırasında;dükkanlar yağmalanmıştı.Özellikle kuyumcular caddesinde sokaklarda gümüş takımlar ve süs eşyaları yerlerde sürünüyordu.Altın eşyalar;askerlerce alınıp Türkiye’ye taşınmıştı.Girneden Güzelyurt’a ve Mağosa’ya giden yollarda düşmana ait tank leşleri;kamyon kalıntıları,tahrip olmuş silahlar vardı.Evlerin bazıları bombalanmış ve harap olmuşlardı.Girnenin en ünlü otelinden uçaklara uçaksavarlarla ateş açmışlar.Pilot öyle ustaca bir füze atmış ki;yalnız uçaksavarın bulunduğu giriş kapısının üzerindeki bir kule yıkılmıştı.Girne’de İngilizlere ait sayısız yazlık ev vardı ve onlar da terk edilmişti. Bizim mal tesbit çalışmalarımızdan sonra;Girne’ye güneyden gelen göçmen Kıbrıslı Türkleri yerleştirmeye başladılar.Bana da bir İngilizin yazlığını önerdiler.Ben güvenlik açısından kabul etmedim. Milli emlak adına yaptığımız tesbit çalışmalarımızda çok bir para ve değerli eşya saptayamamıştık.Söylendiğine göre;savaş sırasında Türkiye’den gelen mehmetçikler evlerde altın eşya aramış ve İngiliz poundlarını,gavur parası,bunlar Türkiye’de geçmez diyerek ocaklara atıp yakmışlar.Oysa;herşeye karşın ele geçirdiğimiz poundlarla sonraki aylarda;güneyden kritik bazı malları ithal edebilmiştik. 193 Hükümette görevli Milli Savunma Bakanı;en akıllı olanmış.Savaş sonrasında;tüm zengin rum evlerini dolaşmış ve ne kadar pul kolleksiyonu varsa alıp götürmüş.O yolla;pound milyoneri olduğu söyleniyordu. Kurtarılmış olan kuzey Kıbrıs’a batılı ülkelerce ekonomik ambargo uygulanmaya başlamıştı.Bu nedenle;oradaki soydaşlara gelir sağlayacak bir ekonomik yaşamın örgütlenmesi ve başlatılması gerekiyordu.Bunun için;bir Türkiye Yardım Kurulu kuruldu.Başında;eski bir maliye müfettişi olan Mustafa Yuluğ vardı.Her bakanlık;geliştirdiği projeleri bu üniteye veriyor;onlar bunları değerlendirip Türkiye’ye bildirerek finansman sağlıyorlardı. Ben teftiş kuruluna girdiğim yıllarda Ankara’da Amerikalıların AİD MİSYONU diye bir kuruluşları vardı.Onlar da Türkiye’ye yapılan yardımları düzenliyordu.Bu kuruluşun başında Mister Handly diye birisi vardı.Sonraları;CİA ‘nın başkan yardımcısı olarak görev yapmıştı.Böylece;AİD nin ne misyonu olduğu da ortaya çıkmıştı.Nitekim;bir tarihte Amerika; Erzurum Ünüversitesi’ne ders aracı olarak kullanılmak üzere birçok mal bağışlamış.Ancak;bunlar kullanılmayıp çürütülmüştü ve bir maliye müfettişi üniversite mensupları hakkında soruşturma açılmasını istiyordu.Nereden haberleri olmuşsa;bu Handly gelip benden bu raporun bir örneğini istemişti.O sıralar;ben, müsteşar olmuş teftiş kurulu başkanı yerine fiilen başkanlık yapıyordum.Adama;olmaz demiştim.Keza;bu kişi sonraları teftiş kurulu başkanı ile İzmir’e de geldi.Bir akşam yemeğinde bizlerle bir 35 lik rakı içti.Yemek bittiğinde bir de 70 lik rakı içmişti.Üstelik mezesi baklavaydı!..Böyle bir içkiye dayanıklılık gösterisi de yapmıştı.Özel bir hapı yemekten önce içince;istedikleri kadar içki içebiliyorlarmış.Bir 007 filminde görmüştük bunu. Kıbrıstaki narenciye bahçeleri işlenmeye başladı.Turistik oteller Türk turistlere açıldı.Bu turistik otellerin başına yine eski bir maliye müfettişi olan Nezih üstadı getirdiler.Önceleri;Emekli Sandığı Genel Müdürlüğü yapmıştı.Bu kuruluşun turistik otelleri olduğundan işten anlar diye onu yollamışlardı.Ayrıca;o sıralar bir başka eski maliye müfettişi olan İlhan Evliyaoğlu da Turizm Bakanı idi.Onun da etkisi olmuştur. Büyükelçilikte de eski bir genel müdür; maliye danışmanı olarak çalışıyordu.Bunlarla ve müfettileşlerimle güzel günler geçirdik.Oldukça önemli işleri de başardık. Eşim yaşamından pek memnun değildi.Güneydeki Rumlar zaman zaman elektiriği kesiyorlardı.Çünkü elektrik santralı onların bölgesinde kalmıştı.Biz de buna karşılık onların suyunu kesiyorduk.Birgün sonra durum normale dönüyordu.Zaman zaman da bizim tarafa ateş açıyorlardı.Eşim savaş çıkacak diye korkuyordu.Oysa;ben Tür k 194 kuvvetleri komutanı ile görüştüm.”Uçar bey;Türkiye ile Yunanistan arasında savaş çıksa bile burada savaş olmaz.Çünkü;ben toplarımı koymuşum.Adanın en güney ucuna dek heryeri vurabiliyorum.Onlar da toplarını sıralamışlar;adanın en kuzeyine kadar vurabilirler.Bu koşullarda savaş bir çılgınlık olur.Onlar da savaşamazlar meraklanmayın”demiş ve ben yatışmıştım. Kıbrıslı Türkler değişik aksanla türkçe konuşuyorlardı..İlk bir ayda anlaşmada güçlük çektim.Sonra;uyum sağladım.Ailem de öyle oldu.Sonunda okula gitmeyen çocuklarım o denli uyum sağladılar ki;Türkiye’ye döndüğümüzde Kıbrıslılar gibi türkçe konuşuyorlardı.Bu kez;İzmir’de arkadaşları ile anlaşmada güçlükler çekmişlerdi. Ben Mülkiye yıllarından konuşmalarına biraz aşinaydım.Çünkü sınıf arkadaşım olarak onlarca Kıbrıslı vardı. Kıbrıs cumhurbaşkanının genel sekreteri;bir diğeri muhalefet partisi lideriydi. Ankara’da cumartesi günleri çay partileri düzenler;dans eder,eğlenirdik.Bunlardan birinde;bir arkadaşım sıkışmış;tuvalete gidecekmiş.O sırada yanına bir Kıbrıslı gelmiş ve kendi aksanı ile tuvaletin yerini sormuş”Tuvalet ordadır? “demiş.Bizimki ;teşekkür etmiş ve gösterilen yere seğirtmiş.Bir yandan da”Nereden anladı”diye düşünürmüş.Gittiği yönde tuvalet yokmuş.Geri dönmüş.Neyse ki Kıbrıslı derdini anlatıp tuvaleti bulmuşmuş.O yöne doğru seğirtmiş bu kez. Hemen tüm müfettişlerimin arabası vardı ve durmadan arabanın dümeninden söz ediyorlardı.Meğer;dümen dedikleri aracın direksiyonu imiş. Bir başka günde;bir müfettiş evinin Niyagarasının bozulduğundan;onartacak usta bulamadığından söz ediyordu.Onu da anlamadım ve sordum.Meğer;tuvaletin klozetinin su deposu bozulmuş.Türkiye ‘de de ilk kullanılan tuvalet su depoları Niyagara markalıydı.Bunlar Kıbrıs’ta da kullanılıyormuş.Su deposu yerine niyagaya diyorlarmış.Aletin markasını adına dönüştürmüşler. Adaya;Türkiye’de afet bölgesi ilan edilmiş köylerde oturan Türkleri iskan ediyorlardı.Birgün;müfettişlerden birisi.”Üstadım;bu karadenizliler nasıl kişilerdir”diye sordu.Olayı anlamıştım.Kendisi;Lefkoşa’ya yakın bir köyde oturuyordu.Oraya birkaç karadenizli aile iskan etmişler.”Sizin köyünüze de iskan ettiler mi”dedim,evet dedi.”O zaman yandınız.”diye sürdürdüm konuşmamı.Üç ay sonra;bakkal dükkanı;altı ay sonra pastane ya da fırın açarlar.Oralardan kazandıkları paralarla elinizdeki ve boştaki tüm arazileri satın alırlar”dedim..”Bakkal dükkanını açtılar bile üstad”dedi ve gülüştük. 195 Bir süre sonra;Anadoludan gelen göçmenlere kara sakallılar diye takılmağa başladılar.Bunda,doğudan ve güneydoğudan getirilen göçmenlerin payı büyüktü.Bir kesimi;Anadoludaki kılığını,kıyafetini terk etmemişti.Bir kesimi de uygarlığa alışamamıştı.Örneğin;bunlara dayalı döşeli Rum evleri vermişler.Bunlar;o canım masaların ayaklarını kesip bunları yer sofrası yapmışlar;öyle yemek yiyorlarmış. Hafta sonlarında;Girne ile Lefkoşa arasındaki dağlık bölgeye pikniğe giderdik.Çok güzel zeytinli ekmek yapan bir fırın vardı.Onlardan alır;kokakola eşliğinde yerdik.Kıbrıslı Türkler;çocukluğumda İzmir’de gördüğüm gibi;ellerinde bir bıçak dağlarda yabani ot toplar;pişirip yerlerdi. Çocuklarım;dağcılık oynayalım derlerdi ve dağın yamacından yukarılara yürürdük.Savaş sırasında yılan yuvaları da tahrip olmuştu.Dağın yamaçları yılan kaynıyordu.Ben elimde bir sopa ile çocukların önünde yürür;gördüğüm yılanları sopanın ucuyla kovalardım. Bir yıl sonra;oradayken satın aldığımız ufak tefeği de vovosa yükleyip Türkiye’ye döndük.Bana;kıbrıs vatandaşı olmamı da önerdiler.Onu da kabul etmedim. BÜROKRASİ OYUNLARI Bürokratların haftanın spor olaylarını tartıştıktan sonra bütün gün düşündükleri tek şey “Nasıl kazık yemem,nasıl kazık atarım”konusudur.Tıpkı bir ihtiraslı tüccar gibi düşünür ve davranırlar. Nitekim;ben de bu bürokratların bu tür davranışlarının öznesi olmuşumdur. Birgün;teftiş kurulu başkanı telefonla arayıp İzmir Defeterdarı olmayı ister miyim diye sordu.Defterdar emekli olmuş;yeni defterdar arıyorlardı.Ben de “olurum”dedim. O zamanlar;teftiş kurulu çok güçlüydü.Bir yere önemli bir atama mı yapılacak;mutlaka teftiş kurulunun da görüşü alınırdı.En azından aday hakkında soruşturma dosyası var mı;teftişler sonunda düzenlenmiş tanıtma belgeleri iyi mi gibi konularda bilgisine başvurulurdu.Diğer yandan;teftiş kurulu,bir müfettişi bir makama aday gösterince o atama mutlaka gerçekleşirdi. 196 Bu kez öyle olmadı.Bir hesap uzmanı İzmir Defterdarı olarak atandı.İdarede görev yaptıktan sonra başkan olmuş bir başkanımız vardı.Ona telefon edip;olayın böyle gelişmesinin nedenini sordum. “Biz;İzmir’e hesap uzmanlarından defterdar atanacağını biliyorduk.Adaysız kalmayalım diye,kibarca laf olsun diye seni aday gösterdik”demişti.Ben de;onurumla oynamağa hakkının olmadığını belirtmiş ve telefonu yüzüne kapatmıştım. Ayni kişi;bir başka kez yine telefonla aradı.İzmir ‘de çalışıyordum.İran’da bir geçici görev çıkmış;gidip gidemeyeceğimi sordu.RCD örgütünün mali denetimiyle ilgili on günlük geçici bir görevdi.Teftiş kurulunun töreleri gereği;en kıdemli müfettişten aşağı doğru herkese bu görevi önermiş;kabul etmemişler;şimdi bana soruyordu. O sıralar;İran-I rak savaşının en civcivli zamanlarıydı.Kimse;yaşamsal tehlikenin ciddi boyutlarda olduğu bu göreve gitmek istemiyordu.Ben de gitmek istemediğimi bildirdim. Birkaç gün sonra;bakan oluru geldi.Buna göre; İran’daki göreve ben gidecektim.Benim altımdakiler de bu göreve gitmek istememişti.Başkan;bana kazık atmayı uygun bulmuştu.Belki de telefonu yüzüne kapattım diye yapmıştı bunu.Tüm arkadaşlar”Başkan seni itlaf etmek,ölümüne yol açmak istiyor” diye dalga geçmişlerdi. Bir başka olayda;Nato İzmir kuvvetleri komutanının kazığını yemiştim.Brüksel’deki boş bir Nato kadrosuna bir maliyeci atanacaktı.Feyyaz üstad o sıralar Nato’da çalışıyordu.Onun önerisi ile ben aday oldum. İzmir’deki binada Fransızca ve İngilizce bilgim sınandı.Ben herşeyin bittiğini;atamamın yapılacağını sanıyordum.Beni son görüşmeye çağırdılar.Gittim.. Karacı Nato İzmir komutanı;havacı bir Türk general ve karacı bir Amerikan generali vardı odada.Nato Kuvvetler komutanı Türk general;”Uçar bey,sizi bu kadroya önermeyeceğiz.Benim tanıdığım bir emekli albay var.Onu önerecegiz”dedi.Havacı general çok şaşırdı.”Paşam;Uçar bey hakkında olumlu karar vermiştik ,ne oldu?”dedi.Adamın dediği dedikti.Benim adaylığımı bildirmediler. Sonraları;bir iş için Brüksel’e gittiğimde;Nato nezdindeki misyonda çalışan bir diplomat arkadaşım”Uçar;o general senin maliyeyi bile bilmediğini yazmıştı resmi yazıda”dedi.O karşı çıkmış.Uçar konusunu en iyi bilenlerden biridir;demiş;dinletememiş.Adam;Türkiye’deki çirkinlikle yetinmemiş;böyle bir pislik de yapmıştı.Yerime giden o albay eskisinden hiç memun değillerdi.Ne dil biliyordu;ne bütçe..Albayı zengin etmek için;beni harcamışlardı. 197 Bir başka kazığı da Personel Genel Müdürü olan eski bir maliye müfettişinden yemiştim. Bu kişi;Süleyman Demirel’in kayın biraderinin yeğeniydi.Hasbelkader Isparta belediye başkanlığı yapmış bu amca hakkında 12 Eylül’den sonra soruşturma yapmıştım. Önce;bir yurt dışı göreve başvuru toplanıyordu.Ben de bu görev için başvuruda bulundum.;aldığım bilgilere göre;idareden yeteneksiz ve yabancı dili olmayan birisi atanmış bu göreve. Bu personel genel müdürü;benim başvurumu Dışişleri Bakanlığı’na yollamamış.Sümeninin altında bekletmiş.Böylece;suç işlemişti.Öte yandan;amcasına yapılanların öcünü benden alıyordu. Keza;bir başka yurtdışı görev başvurusunda da ayni biçimde davranmıştı. Bir başka kez;devrin Maliye Bakanı personel genel müdürünü çağırmış ve “Maliye Müfettişi Uçar Demirkan’ın teftiş kurulu başkanı olmasını istiyorum.Kararname taslağını hazırla ve getir”demiş.Bana ;sonradan kendisi anlatmıştı.Gerçekten de o Maliye Bakanı ile iyi ilişkilerim vardı.Ama;sonradan durumu duyan idaredeki genel müdür arkadaşlarım devreye girmişler ve bu atamayı önlemişler. Bir de müstaşarın Maliye Bakanı’nı yediği bir bürokratik olay vardır. Ekrem Pakdemirli Maliye Bakanı olunca “Bundan sonra yurt dışı görevlere yabancı dil bilenler yollanacak.”diye olur hazırlatmıştı.Ben de sınava girdim.Ankara’daki Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi’nde Fransızcadan 100 üzerinden 96 alarak sınavı kazandım.Benimle birlikte bir Hesap Uzmanı ve bir Gelirler Kontrolörü de sınavı kazandılar. Ama,atamalarımız bir türlü yapılamadı.Çünkü,atama olurunu müstaşarın hazırlaması gerekiyordu.Müsteşar bakan emirlerine karşın oluru hazırlamadı.Neymiş,bu uygulama yapılırsa,maliye merkez yönetimine maliye müfettişi,hesap uzmanı kökenli personel bulunamazmış.Sanki,yurt dışı görevler,merkezdeki görevlerden daha önemsizmiş gibi! Sonraları,Teftiş Kurulu Başkanı olmak için çabaladım.Aynı müsteşar,aynı bakanla yine takıştı.Bakan,müsteşarı görevden almak istedi.Ancak,Başbakan buna ait kararnameyi imzalamadı ve bakan istifa etmek zorunda kaldı. Çünkü,müsteşar,dönemin cumhurbaşkanını Devlet Planlama Teşkilatı’ndaki görevinden beri tanıyordu.Her Cuma gecesi,Köşke gidip Cumhurbaşkanı ile yemek yiyor ve Maliye hakkında bilgi arz ediyordu. 198 Bu ilişki sonucu,müsteşar değil bakan gitmiş oldu! Bu olaylardan sonra;bürokraside görevlere gitmeme kararı aldım.Belki de ben de bu tür davranışlar içine girecektim ve kendime olan saygımı yitirecektim.Müfettişlikten emekli olana dek;ne makam önerildiyse;hayır dedim.Müsteşar yardımcılığı;müsteşarlık(diğrer bakanlıklarda)önerilerine de hayır dedim.Emekli müfettiş olduktan sonra”İyi ki böyle davranmışım”diye kendimi kutluyorumGerçi;emekli maaşım biraz düşük kaldı ama;olsun varsın.. ÖDÜLLER Kırk dört yıllık meslek yaşamımda;bir kez ulusal bir ödüle layık görüldüm.O da;Mülkiyeliler Birliği’nin açtığı bir yarışma nedeniyle oldu. Meslek yaşamım boyunca biri “Sevi” adlı şiir kitabı olmak üzere;onüç kitabım yayımlandı.Ayrıca;yüzü aşmış sayıdaki mesleki konulardaki makalelerim,çeşitli dergilerde yayımlandı.Keza;şiirlerim;birkaç düzyazım;birkaç şiir çevirim de edebi dergilerde yayımlandı. Mülkiyeliler Birliği”Türkiyenin sanayileşmesi” konusunda,ödüllü bir yarışma açmıştı.Bu yarışmaya;”Türkiye’nin Sağlıklı Sanayileşmesi” başlıklı bir çalışmamla katıldım.Yarışmada;birinciliğe değer yapıt bulunamadı.Benim çalışmamı ikinci ilan ettiler ve bana önemli miktarda bir ödül verdiler. Olay bununla da kalmadı.Birgün TRT de sabah proğramları yapan bir bayan beni aradı.Benimle;radyoda,proğramlarından birinde bir söyleşi yapmak istedi.Konusu;ödül kazanan yapıtım olacaktı.Kabul ettim. O zamanlar;ülkede henüz televizyon yayınları yoktu.Ya da belki de yaygın değildi.O nedenle;radyoda onbeş dakikalık bir söyleşi yaptık.Ankara Radyosu’na saat 6.30 da gittim.Saat 7.00de 15 dakika süren bir söyleşi yaptık. Türkiyenin sanayileşmesi konusunda;çalışmamda yeralan görüşlerimi belirttim. Mülkiyeliler Birliği;ödül kazanmış bu çalışmamı yayınlamadı.Sonradan;kendilerinden izin alıp,çalışmamı kitap olarak Maliye Bakanlığı’nın tetkik kurulu yayınları arasında yayınlattım. Bu arada;yayınlanan “Vergicilik El Kitabı”mın;o yıllarda üniversitelerde kaynak kitap olarak önerildiğini;komşuların üniversitelerde okuyan çocuklarından öğrendim.Bu da benim için;bir ödül kazanma gibi önemli bir olay olmuştu. Keza;sermaye piyasaları ile ilgili bir çalışmam;ikinci baskı yapmıştı.O zamanlar;Maliye Tetkik Kurulu Başkanı olan ilk üstadım İlhan Özer bey 199 söyledi.”İkinci baskı yapacağız ama;sana ikinci baskıdan dolayı telif hakkı ödemeyeceğiz”dedi.Ben de olur dedim. İlk kez;bir kitap bu kuruluşca ikinci kez ve 20.000 adet basıldı.Bu da benim için bir ödül gibi olmuştur. Son yıllarda;İzmir Serbest Muhasebeci ve Mali Müşavirler odası;üyelerinin eğitimine yaptığım katkılardan dolayı bir plaket verdi.Turmob,serbest muhasebeciler ve mali müşavirler ve yeminli mali müşavirler odaları birliği de;bu mesleğin kurulup gelişmesinde geçici kurul üyesi olarak yaptığım hizmetler nedeniyle bir plaket sundu. CUMHURİYETİN ELLİNCİ YILI KUTLAMALARI Teftiş Kurulu’nun başkan yardımcılığı görevini yürütürken;cumhuriyetin ellinci yılını kutlama çalışmaları ve törenleri de yapıldı. Başbakanlık’ta bir kutlama komitesi kurulmuştu.Her bakanlıktan bir temsilci katılacaktı.Maliye Bakanlığını ben temsil ediyordum. Zamanın komite başkanlığını da yürüten Başbakan yardımcısı;komitenin harcamalarının denetlenmesi için bir muhasip üyeye gerek gösterdi ve bu işi “siz üstlenin”dedi bana. Ben de;müfettiş olduğumu;aynı zamanda başkan yardımcılığı yaptığımı;gerekirse her an bu harcamaları müfettiş olarak denetleyebileceğimi belirterek;bu öneriye karşı çıktım.Neyse;sonradan;Maliye Bakanlığı’nı temsilen bir de muhasip üye atandı ve bu işi o yaptı. Komite toplantıları;genel olarak Bakanlar Kurulu toplantı salonunda yapılıyordu.Ben de Dışişleri bakanı koltuğunda oturuyordum.Tanıyanlar şakayla karışık tebrik ediyor”Bakarsın Dışişleri Bakanı olmuşsun”diyorlardı. Sonraki yıllarda;İzmir’de çalışırken,beni milletvekili yapmak istediler.Hem iktidar partisi hem de muhalefet partisi”Gel;seni paraşütle meclise indirelim”dediler.Ben kabul etmedim.Kabul etseydim belki de Dışişleri değil ama;bir bakan olurdum!.. Bakanlıkta da bir kutlama komitesi oluşturulmuştu.Orada da teftiş kurulunu ben temsil ediyordum. Komisyonun başkanı Mülkiye’den bir yaşlı profesördü.Ayrıca;doçent İsmail Türk vardı.Profesör olan Bedri Gürsoy;sonraları bir aralık Maliye Bakanlığı da yapmıştı.Baktım;hiçbir proje üretmeden toplantıları uzatıyorlar ve sürekli ödenek almanın yollarını arıyorlardı.Hiçbir olumlu katkıları olmuyordu. 200 Benim önerim üzerine;bir “Elli Yılda Maliye”armağan kitabı yayımlanmasına karar verildi.Ben de oraya bir makale ile katkıda bulundum.Oysa;ben çok daha akademik çalışmalar yapılmasını istiyordum.Konuları konuştukça;biz uygulamacıların;üniversitenin önüne geçtiğini gözledim.Zaman zaman İsmail Türk hoca;”Yahu sen bunları nerden biliyorsun allah aşkına”diye hayretini belirtiyordu. Ayrıca;”Cumhuriyetin Ellinci Yılında Vergisel Yapımız”başlıklı bir çalışmamı Maliye Tetkik Kurulu kitap olarak yayımladı.Alanındaki ilk çalışmaydı.Zaten;yayımlanan tüm kitaplarım;alanında ilk yayımlardı.Keza;bu kitabım da üniversitelerde yardımcı kaynak kitap olarak tavsiye edilmişti. WASHINGTON DC İMF kursu için dört aylığına ABD başkentine gitmiştim.Yola çıkmadan önce bildirdikleri adrese gittim.İrice bir otel binasıydı.Yabancı ve Amerikalı İMF konukları bu binada kalıyordu.Lokantası,kafesi,oyun alanları vardı.Concordia Building adlı bir yapıydı.İMF ye yürüyüş mesafesindeydi ve Washington’un en merkezi yerindeydi. Bir hafta sonunda geç uyandım.Saat 10.00 dolaylarında televizyonda bir alt yazı geçmeğe başladı.Bir fırtına Florida’dan ülkeye girmiş;kuzeye doğru yol alıyordu.Saat 11.00 dolayında Washington üzerinde olacaktı.Alınması gerekli önlemler sıralanıyordu. Ben;bizim meteoroloji tahminlerini düşünüp bıyık altından güldüm.Adamlar amma da abartıyorlardı haa.!..Üstelik,fırtınanın gelişini saat ve dakika olarak biliyorlardı!... Odanın penceresinden dışarı baktım.O saatlerde dolu olması gereken meydan ve sokaklar boşalmıştı.Ben de bu durumda binadan çıkmamaya karar verdim.Ünlü fırtınayı televizyon izleyerek beklemeğe başladım. Gerçekten de ;saat 11.00 den itibaren;Concordia’nın önündeki ufak meydanda bulunan ulu bir çınar ağacının yaprakları kıpırdamaya başladı.Kısa süre sonra;göğdesi dört beş adam kalınlığında olan ulu çınar;sağa sola eğilmeğe başladı.Bir süre sonra;kökleri topraktan ayrıldı ve onbeş yirmi metre yükseklikteki ağaç ;caddeye boylu boyunca devrildi.Uç dalları;karşıdaki binanın cephesindeki camları,çerçeveleri aşağı indirdi.Göğdesi de birkaç otomobili ezdi. Televizyon;saat 12.00 den itibaren fırtınanın daha kuzeydeki Baltimore’da olacağını duyurmuştu.Gerçekten de ;o saatten itibaren;bir liman kenti olan bu kentten fırtına görüntüleri televizyondaydı.Daha sonra fırtına;kuzeye doğru yoluna devam etti. 201 Akşam;televizyon haberlerine göre;onlarca kişi ölmüş;yaralanmış;yüzlerce bina yıkılmıştı.Keza;ağaçlar evlerin üzerine düşmüş ve onları pasta gibi ikiye biçmiş;otoları ezmişti. Bir amerikalı ile televizyonda röportaj yapıyorlardı.Adam;otosuyle bir ağacın tepesindeydi.Uzatılan bir mikrofona şunları söylüyordu. “Bilmem kaç numaralı ulusal otoyolda aracımla gidiyordum.Birden yerden havalandım ve bir kuş gibi;bu ağacın üzerine kondum”Televizyoncu;ağacın tepesine uzatılmış bir itfaiye merdiveninin ucunda yapıyordu röportajını!... Washington DC;Potomac River adlı bir nehrin iki yakasında kurulmuştu.Dolayısiyle çok nemliydi. Büyükelçilikte mali danışman olanTevfiği ilk ziyarete gittiğimde;kendisinin çelik yelek taşımadığını gördüm.O sıralar;Ermeniler,Türk diplomatlara saldırıyorlardı.Neden çelik yelek giymediğini sordum.”Üstad;adamlar beni vurmağa karar vermişlerse;çelik yelek buna engel olamaz.Dürbünlü tüfekle başımdan vururlar olur biter.O nedenle;çelik yelek cenderesine sokmuyorum kendimi”demişti.Haklıydı.. Türkiye’ye döndükten sonra;aşırı kar yağışı nedeniyle hava alanından kalkan bir uçak Potomac River’e düşmüştü.Kanatları donmuş;ondan düşmüş denmişti. Ben yaz aylarında orada bulundum.Fırtına olayı hariç;doğal afetlerle karşılaşmadım.Ancak;çok sıcak oluyordu.Bazı günler nem oranı;yüzde yüz oluyordu.Bulvarlarda yürürken;bulutun içinde yürüyor gibi oluyordunuz. Washington;Mall denilen büyük ve uzun park alanı;müzeleri;Kennedy Center adlı kültür merkezi ile turistik bir kentti.Ünlü Başkanların anıt mezarları da vardı. Uzay müzesi çok ilginçti.İlk kez uzayda yürümüş astronotların kapsülü;aya inen modül;aydan getirilmiş ay taşı sergileniyordu.Ayrıca;tavanda film izlenen değişik teknikli bir sineması vardı ve burada uzayın oluşumu ve fethi anlatılıyordu. Keza;Simitssonıan Müzesi;Ulusal Sanat Gelerisi vardı.Yerli Amerikalı turistlerin ilgisini çeken bir de dikili taşı ve seyir kulesi vardı. 4 Temmuz ulusal bayramında;Mall denilen yeşil alanda yüzbini aşkın kişi toplandı;bütün gece yediler;içtiler;eğlendiler.Ertesi sabah;yürüyüşümü yaparken o koskoca yeşil alanın tertemiz olduğunu gördüm.Onca insanın atıkları birkaç saatte temizlenmişti.Uygarlık bu olmalıydı.Her iş için organize olmak!.. Masonların büyük locasının bulunduğu mekanları da gezdik. 202 MASONLAR Maliye Teftiş Kurulu’na girene dek;masonluk kavramını bilmezdim.İlk kez;ikinci üstadım İsmail Hakkı Batuk bey bu konudan söz etti. Ona göre;Teftiş Kurulu’nun yarıdan çoğu masondu.Bu yola;müfettiş muaviniyken giriliyor ve sonra;memuriyet gibi,derece derece yükseliniyordu.Teftiş Kurulu bir tür masonik klüp gibiydi.Bu nedenle;kurulda din ve siyaset konuşulması ve bu konulardaki tartışmalar yasaktı. Sonradan;Teftiş Kurulu;”İmam Hatipliler”klübüne dönüştü.Hergün din konuşulur ve tartışılır oldu.Kurul;camiciler ve olmayanlar diye ikiye ayrıldı ve zayıfladı.Günümüzde bu durum hala sürmektedir. Batuk üstad beni;turne sonrası,Cihangir’deki evine akşam yemeğine davet etti.O zamanın ünlü sinema oyuncusu Orhan Günşiray ve eşi de davetliydiler.Oturduk;birlikte yemek yedik.Sonra;kahveleri içip sohbete koyulduk. Anladığım kadarı ile Orhan Günşiray da masondu.Bana masonluğu özet olarak anlattılar.Bu yola girip girmeyeceğimi sordular.Ben o zamanlar;hızlı solcu gençlerdendim.Bize bu tür örgütler ters geliyordu.İncelikle;mason olmayı düşünmediğimi belirttim. Bana”Bu olayın futbol kulübü tutmak”gibi bir olay olduğunu;bir kulübe üye olmamın bir sorun yaratmayacağını belirterek ısrar ettiler.Ben yine olmaz dedim.Batuk üstad;bu işi futbol kulübü tutmağa benzetmişti ama;ben İzmir’de çalışırken;bir ihbarı incelemek için İzmir’e gelmişti.Sonradan;İzmir’in önemli masonlarından olduğunu öğrendiğim bir kişiyi kambiyo suçu işler duruma düşmekten kurtarmıştı.Kulüpçülüğe bu da dahildi.!..Günümüzde de;dinciler kendileri gibi düşünenleri koruyorlar;suçlarını örtbas ediyorlardı.Türkiye’de bu açıdan çok bir şey değişmiyordu. İkinci olarak;masonlarla İzmir’de karşılaştım.Hesap Uzmanları Kurlu İzmir Grubu başkanı Baki Levent bey yüksek dereceden masondu.Hesap uzmanları ile altmışlı yıllarda arkadaşlık ediyor;aile ziyeretleri yapıyorduk. Bu gidip gelmelerin birinde;Baki bey de onların yollarına girmemi önerdi.Bizim kuruldaki üstadlardan da örnekler verdi.Ben yine kabul etmedim.Bu arada;Ercan Meftunoğlu’nun mason olmak istediğini;ancak sinirli bir tip olduğundan uygun bulmadıklarını belirtti.Belki de;ne denli ince seçim yaptıklarını belirterek beni kandırmak için söylemişti bilmiyorum. 203 Sonraları;yetmişli yıllarda;bu kez orta okuldan arkadaşım olan Ergenekon aracılığıyle bir girişimde daha bulundular.Bana;kutsal kitaplarını verdiler.Okudum. Kitapta masonluğun”on emri”vardı.Bunlardan birine göre;”İnsanlar yardım edilmeye layıktır.Ancak;masonlar insandır”kuralı geçerliydi.Bu ilke bana ters geldi ve yine yollarına girmeyi ret ettim.Ancak;bundan sonra;Bülent Ecevit gibi “önlüksüz mason” olarak ilşkilerimi sürdürdüm. Süleyman Demirel;Adalet Partisini ele geçirmeğe,genel başkan olmağa çalışırken;mason olduğu yönünde propoganda yapılmış ve partinin başına geçmesi engellenmek istenmişti.O da locasından izin alarak “mason olmadığı”na dair basına belge dağıtmıştı ve bu yolla yarışı kazanmıştı. Masonluk;Osmanlıdan beri bu ülkede varolan bir örgüttü.İbrahim Müteferrika’ya dek dayandığı anlaşılmıştı.Mason padişahlar,halifeler,şeyhülislamlar,vezirler vardı. Atatürk bile;bir aralık Selanikte “Union et Progré”locasına üye olmuş;sonradan uyutulmuştu.O da Cumhuriyetin ilk yıllarında ünlü mason maliye bakanı Cavit’i astırmıştı..Locası da;”İttihat ve Terakki”partisi’ni kurmuştu sonradan.Paris Büyük Locası’na bağlı bu partinin karşısına;bir başka mason locası partisi geçmişti.”Liberté et Fraternité”locası;”Hürriyet ve İtilaf Partisi”ni kurmuştu. 1950 yılın da ortaya çıkan çok partili rejime;belki de 1960 Anayasası’na dek Türk siyasal yaşamında bu iki partinin gizli çekişmesi egemen olmuştur.Sonraki yıllarda;Refah Partisi iktidar üyesi parti ya da iktidar partisi olunca;masonları yönetimden uzaklaştırmağa ve devleti kendilerinin ele geçirme eylemini başlattı .Bu eylem;günümüzde de sürmektedir. Bir zamanlar;İstanbul’da işe giderken genç müfettişlerle bu konuyu tartıştık.Onlar;masonların kendilerinden başkasını insan saymadıklarını ve kendilerine yaşam hakkı tanımadıklarını söyledilerBen de;onlara şunu söyledim “Sizler de masonlarla aynısınız.Hiçbir ayrımınız yok.Çünkü;sizler de “İnsanlar yardım edilmeye layıktır.Yalnız;camiye giden sünni müslümanlar insandır”diyorsunuz.Bunun üzerine,diyecek birşeyleri olmadığından;bu konudaki tartışma son buldu. Babam;bektaşilik yoluna girmiş bir”can” idi.Birgün;bir meyhanede demlenip Allah muhabbeti yapıyorlarmış.Yanlarındaki masada oturan dört kişi;muhabbetle ilgilenmiş ve masaları birleştirmeyi önermişler.Bektaşiler;hiçbir ayırım yapmadıklarından”olur”demişler ve ortak muhabbet başlamış. 204 Bir aralık;babamın yanında oturan birisi;matematik öğretmeni olduğunu:mason olduğunu belirtmiş ve “Bizler bir tek bektaşilerden çekiniriz.”demiş.Babam;bunun nedenini sormuş.O da;”Bizde otuzüç derece var.Sizde ise kırkıncı derece var.Sizler;bizlerden daha yukarı derecelere çıkabiliyorsunuz”demiş. Babamın açıklamalarına göre bu kişi;İnönü Lisesi’nde matematik öğretmeni olan Sıtkı Selek imiş.Bu öğretmeni ben de tanıdım sonraları.İzmir’in saygın kişilerinden birisiydi. Masonlarla halen içiçe yaşıyorum.Uyutulmuş bir mason arkadaşım var.Zaman zaman bir araya gelip ülke sorunlarını ve günlük sorunları tartışıyoruz.Hepsi de zeki,zengin ve toplumda saygı gören kimselerdir. Masonlar;hemen her partide yer alıyorlar ve kardeşlerinin yararlarını koruyucu roller oynuyordu. 27 Mayıs ihtilalinin iki numaralı adamı;ben başkan yardımcısı iken Teftiş Kurulu’na gelmiş;orada başkanla Türkiye’yi kurtarıyorlardı!..Ben de lafa girip”Masonlar oldukça ve onlar bunu istemedikçe Türkiye’yi kurtarmanın zor olduğunu söyledim.Nitekim;ihtilalden sonra kurdukları hükümette de masonlar vardı. Adam;”Vallahi;hükümeti kurarken bu konuya önem verdik.Hükümete girmesinler diye araştırma yaptırdık;ama yine de girmeyi başardılar”dedi.Oysa;Atatürk zamanından beri;MİT Masonları da izliyordu.Bu nedenle;söylediklerinde bu kişiyi samimi bulmadım. Nitekim;sonradan öğrendiğime göre kendisi de Paris ve İskoç locaları dışında bir masonluk örgütü kurmuş.Onun başkanlığını yürütüyormuş.Türk Yükseltme Cemiyeti adlı bu örgüt;masonlar gibi örgütlenip çalışmaya başlamış. Masonlarla ilgili bir anım da Milliyetçi Hareket Partisi ile ilgilidir.Bu eğilimdeki genç maliye müfettişleri;kendi partilerinde masonların olmadığını savunuyorlardı.Oysa;yönetim kurulu üyelerinden birisinin;Agah Oktay Güner’in mason olduğuna dair dedikodular vardı.Ad vermeden bunu onlara söyleyince çok kızdılar.”Gidin,araştırın”dedim.Bir hafta sonra süklüm püklüm geldiler”Haklıymışsın üstad”dediler. Bu Milliyetçi Hareket Partisi;sonradan İzmir’de yaptığım bir soruşturmada da karşıma çıktı. 12 Eylül öncesinde;Tariş’in iplik fabrikasında büyük toplumsal olaylar olmuştu.İşçiler fabrikaya el koymuşlardı.12 Eylül’den sonra;Tariş’te olan olaylarla ilgili bir ihbarı incelemekle görevlendirilmiştim. 205 İncelediğim dönemde Tariş genel müdürü;ülkü ocaklarından yetişmiş birisiydi.Bunun döneminde iplik fabrikasındaki iplik ihracatında bazı yolsuzluklar yapıldığı ihbar edilmişti. İncelemelere başlar başlamaz;hemen bir telefon geldi.Genel müdürün;Türkeş’in adamı olduğu;gizli örgütteki rütbesinin albay olduğu ve incelemeleri ona göre yapmam isteniyordu.Kibarca tehdit ediliyordum. Ben;her maliye müfettişi gibi yılmadım ve görevi dört dörtlük yaptım ve soruşturmayı tamamladım. Suçu savcılığa ihbar etmeden önce;adamın ifadesini almam gerekiyordu. Genel müdürü incelik gösterip yazıyle değil;telefonla ifadeye çağırdım.Telefonda “Sen kim oluyorsun da sana ifade vereceğim..Benim kim olduğumu öğrenmedin mi?!..”dedi. Bunun üzerine;yazı yazarak ifadeye çağırdım.Bir yaz günü;mafya babaları gibi;gömleği göbeğine dek açık;boynunda bir altın kolye ile ifadeye geldi.Hakkındaki tüm suçlamaları reddetti.Tutanağı imzaladı ve “Bunu senin yanına bırakmam”dedi. Yaşamım boyunca ilk kez;yasal yolların dışına çıktım ve Milli İstihbarat Teşkilatı’nda çalışan bir arkadaşıma telefon ettim.Olayı anlattım ve bu kişinin ne denli tehlikeli olabileceği konusunda bilgi istedim.Telefonum etkili olmuş olmalı ki;beni rahatsız etmediler.Yine de yaşamımın birkaç uykusuz gecesini bu nedenle geçirmiş oldum. Zaten;o kişiyi genel müdürlükten alıp başka bir Milliyetçi Hareket Partisi eğilimliyi genel müdür atadılar.O kişi de;İzmir Savcılığı ile işbirliği yaparak;takipsizlik kararı aldırttı.Bu karara da idare olarak itiraz etmediler ve olay yargısız kaldı. DİĞER BAZI ÖNEMLİ SORUŞTURMALAR Tanığı olduğum bir ilginç soruşturma;Karayolları Genel Müdürlüğü ile ilgilidir.İstanbul-Ankara otoyolunun Bolu dağı geçişini üstlenmiş bir İtalyan inşaat firmasına;Bakanlar Kurulu Kararı ile,ihale sözleşmesine ve şartnameye aykırı olarak yirmi milyon doları aşkın bir ödeme yapılmıştıDurumu saptayıp;sayman hakkında;amiri italık yapmış ve parayı ödetmiş olan Karayolları Genel Müdürü hakkında;bu kuruluşun bağlı olduğu bakan hakkında ve ödemeye dayanak olan Bakanlar Kurulu Kararı’nı imzalamış bakan üyeler hakkında soruşturma yapılmasını önermiştimn. Aradan uzun süre geçti;bu kişiler hakkında bir işlem yapılmadı.Sonra;anlamadığım bir yerlerden bir rüzgar esti ve Maliyenin saymanı ile genel müdür yargılandılar ve 206 mahkum oldular.Bakanı;Meclis soruşturma izni vermeyerek akladı ve Bakanlar Kurulu Üyeleri’ne bir şey olmadı.Bana göre;en azından bu durumda bakanın da yargılanması gerekirdi;bu yapılmadı. Bir de ;Milli Piyango Genel Müdürü hakkında yaptığım bir soruşturma vardır. Suçun zaman aşımına uğramasına iki ay kala;maliye müsteşarının aldığı bir soruşturma oluru ile soruşturmayı bir hesap uzamanı kökenli bakanlık danışmanı ile benim yapmam isteniyordu. Soruşturma oluru yetkisiz makamca hazırlanmıştı.Beni soruşturma ile görevlendirecek olurun Teftiş Kurulu Başkanınca hazırlanması gerekiyordu.Buna göre soruşturmayı yapsaydım;soruşturma mahkemede bu nedenle bozulacak ve suç zaman aşımına uğrayacaktı!..Böyle,ince hesaplar yapılıyordu bürokraside!..Maliye Müsteşarı Biltekin Özdemir belki de bu oluru bilerek sakat hazırlamıştı.Ne de olsa;kendisi eski bir maliye müfettişiydi ve bunu bilmesi gerekirdi. Önce;Başkanlığa yazı yazıp doğru biçimde soruşturmacı atanmamı sağladım.Sonra;hızlı bir çalışma ile zaman aşımı dolmadan soruşturmayı tamamladım ve raporu cumhuriyet savcılığına yolladık. Hesap uzmanı kökenli diğer soruşturmacı;kendisi gibi eski hesap uzmanı olan genel müdürü koruyordu.Suçlu olmadığına dair rapor düzenlememizi istiyordu.Oysa;bizden önce bir başka maliye müfettişi soruşturma konusu olayları çok güzel incelemiş ve suçları ayrıntıları ile saptamıştı. Rapor düzenleme aşamasında sorun çıkarmamak için onun dediği gibi soruşturma raporu düzenledik.Ben bu raporu;ayrıca düzenlediğim bir rapora yollama yaparak muhalefet şerhiyle imzaladım Benzeri bir olayı;İstanbul Defterdar yardımcısı Alper Kuş hakkında yaptığımız soruşturmada yaşadım.Eski bir maliye müfettişi olan bu kişi müfettişliği sırasında yaptığı bir vergi incelemesinde büyük bir yanlışlık yapmış ve hazinenin zararına yol açmıştı. Soruşturmadan;bu kişinin suçlu olduğu ortaya çıkıyordu.Ben;ilgili hakkında banka hesapları araştırması yapılmasını da önerdim.Kıyamet o zaman koptu.Ankara’dan gelmiş müfettiş;olayı örtbas etmek istiyordu.İstanbul’dan katılan Turgut Akman da “Kol kırılır;yen içinde kalır”diye düşünüyordu. Soruşturmanın yarısında;soruşturmayı kestirdiler.Ben de soruşturma komisyonundan ayrılıp İzmir’e döndüm.Başkanlıktan;soruşturma komisyonundaki görevimden alınmamı istedim.Başkan bunu kabul etmedi ve beni komisyonda 207 bıraktı.Ben de diğer iki müfettişe “Ne yazarsanız yazın.Getirin bana imzalayacağım”dedim.Meğer hayatımın yanlışını yapmışım!.. Sonra;bizim suçsuz dediğimiz raporu inceleyen Danıştay bu kişiyi suçlu buldu.Danıştay Genel Kurulu’na yapılan itiraz üzerine Genel Kurul da adamı suçlu buldu.Bu kişi;yargılama aşamasında ceza almaktan kurtuldu. Danıştay;kararında haklı olarak “Müfettişler;suçlu müfettişi korumuşlar”anlamına gelen ibarelere de yer vermişti Bunu Turgut Akman’a aktardım.Rapor sırasındaki tartışmalardaki tavrımın doğruluğunu ve haklılığımı teslim etti.ve çok korktu.Başkanlık;hakkımızda soruşturma açabilirdi.Ben;komisyonda olanları anlatıp ayrılmak istemiştim.Bu nedenle;soruşturmadan kurtulurdum.Ama;onlar yandıydılar..Neyse ki;Başkanlık olayı soruşturma konusu yapmadı.Kimbilir;belki de zamanın kurul başkanı kendisinin de okkanın altına gidebileceğini düşünmüştür!.. CEMAL SÜREYA ANILARI Onunla ilk kez ‘Üvercinka’adlı şiir kitabı aracılığıyle tanıştım.Oradaki şiirleri çok beğenmiştim. Kurula 1961 yılında girdiğimde;Cemal Süreya takma adlı Cemalettin Seber üstad;yeni ünlenen bir ozandı.Benim de şiire ilgim vardı.Bir şiirim lisedeyken Varlık Dergisi’nde yayımlanmıştı.O zamanlar bu önemli bir olaydı.O nedenle;üstadın tüm şiir kitaplarını aldım ve okudum. Bir şiirinde “Tarifsiz uzuyor bacakların”diyerek sevgilisinden söz ediyordu üstad.Sonraları;kendisini Türkiye’nin ilk erotik şairi olarak gördüğünü söylemişti. Bu şiirini okuyan yaşlı üstadların dikkatini çekmiş.Defterdarlıkta;müfettişlere ayrılmış yerde öğle yemeği yerken;yaşlı üstadlar bu konuyu konuşuyorlardı.Birisi;”Bu genç arkadaşın hemen evlenmesi gerek!”diye bir yorumda bulundu..Biz muavin takımı;buna çok gülmüştük. Gerçi;sonradan Cemal Süreya üstad bu yaşlı üstadını haksız çıkarmadı.Yedi kocalı hürmüz oldu ve yedi kez evlendi. Bir süre sonra Cemal Süreya;maliye müfettişliğinden istifa edip ayrıldı.Papirüs Dergisi’ni çıkarmağa başladı.Dergi çok tutuldu ve üstad,gerçek ozanlık serüvenine başlamış oldu. Papirüs Dergisi’ni çıkarmağa başladığında;Cağaloğlu Yokuşu’ndaki izbe iş yerinde ziyaretine gittim ve onu şahsen tanımış oldum. 208 Ben de;Papirüs’te yayınlansın diye şiirler yolladım ona.Ama O;şiiirlerime ilgi duymadı ve onlara dergisinde yer vermedi.İlk şiirimi ‘şiir denemesi’diyerek yollamıştım.Bana yanıt vermişti.’Her şeyin denemesi olur;şiirin olmaz’demişti ve haklıydı. Ben yılmadım ve sürekli şiir yolladım ona.Sonraki yıllarda;Papirüs serüveni hüsranla bitmişti ve dergi kapanmıştı.Birgün;bir şiirim için bana mektup yazıp”Şimdi şiiri kuyruğundan yakalamışsın”dedi.İstanbul’un minareli görünümünü çağrıştıran bir imzası vardı mektubunda.Hala saklarım o mektubu. Sonra;ben de “Sevi” adlı ilk ve son şiir kitabımı yayımladım.Her şairin ilk kitabı aşk üzere olur derler.Benimki de öyle olmuştu.Kapağına da şiire gebe bir kadın figürü çizmişti Turgay Gönenç.Hem ressam hem şairdi.Kitabımdam elli adedini eşine dostuna dağıtması için Cemal Üstad’a yollamıştım.Gidip paket postanesinden bile almamış.Kitap paketi geri gelmişti.Ben yine de ona kırılmadım.Sonradan;mali açıdan o sıralar çok zor durumda oluğunu öğrendim ve ona hak verdim. Sonra;1973 yılına dek bir kopukluk oldu üstadla aramda.O yılda başkan yardımcılığı görevi için Ankara’daydım.Başkan yardımcılığı yapıyordum.Cemal Süreya da bakanlığın Tetkik Kurulu üyesiydi.Orada kendisi ile sık sık görüşmeye ve muhabbet etmeğe başladık.Haftada bir ya da iki gün;Mülkiyeliler Birliğine çıkan yokuş üzerindeki ünlü bir lokantaya giderdik.Orada;öğleleri yemek yer ve şarap içerdik.Başka sanatçılar da gelirdi.Adını Cumhuriyet Lokantası olarak anımsıyordum..Bahçesi de vardı.Güzel havalarda bahçede otururduk.Sanattan,şiirden,siyasetten söz ederdik. Fransa’dayken Marcel Aymé adlı bir tiyatro yazarının bir tiyatro oyununu,bir komedisini Türkçeye çevirmiştim.Orijinali ile çevirisini Cemal üstada verdim.Okudu ve çok beğendiğini söyledi.Heyecanlanmıştı bayağı.Savaş ve askerlik aleyhtarı bir komediydi. Bunu oynatalım;dedi.Ben de olur,dedim.O zamanlar ünlü AST Ankara Sanat Tiyatrosu vardı.Onlara götürmüş.Okumuşler ve onlar da çok heyecanlanmışlar.Hemen oynarız demişler. Çok sevinmiştim.Birçok tiyatro oyunum vardı yazılmış.Bu çeviri oyun oynanırsa;onlara da gün yüzünü görme olasılığı doğacaktı. Ancak;bir hafta sonra kara haber geldi.Marcel Aymé’nin oyunlarını Türkçeye çevirme hakkını Edebiyat Fakültesi’ndeki bir profesör almıştı.Bu kişi tiyatro ile ilgili yazılar da yazardı.Onunla gidip konuşmuşlar. Olmaz;demiş.Güçlük çıkarmış. 209 Oyunun tiyatroda oynanmasından doğacak telif hakkını bölüşmeyi önerdim ona.Kabul etmedi.Herhangi bir biçimde;Marcel Aymé’nin benim oyununu çevirdiğimden haberi olursa;diğer oyunlarını da benim çevirmemi isteyebilir diye korkuyordu.Telif hakkımdan vazgeçmeme karşın da oyunu oynatamadık. Başka bir oyunumu da Devlet Tiyatrolarına yollamıştım.O zamanlar tiyatroların dramaturgluğunu bir bayan yapıyordu.Kubilay adlı oyunumu beğenmişti.Oyunun kurgusu;dili iyiydi ve oynanabilirdi.Ancak;toplumsal bir olaydan yola çıkıp Kubilay’ın bireysel yazgısını işlememe kafayı takmıştı.Oysa;önemli olan çalışmanın bir tiyatro oyunu boyutunu kazanmış olmasıydı. Cemal üstadla konuyu görüştüm.Bir akşam yemeği ayarladı.Sanatçılar arası ilişkiler böyle yürüyormuş.Oturduk;yedik içtik ve oyunu birkez daha tartıştık.Ancak dramaturg hanımı ikna edemedim.Cemal üstadın dediğine göre;bu tür işlerde daha sıkı ilişkiler gerekiyordu.Bu serüven de öylece noktalandı. Sonra;İzmir’e döndüm.Cemal Süreya’nın İzmir maliyesinde görevli;ilk karısından olma bir kızı vardı.Kız;annesini bıraktığı için ona dargınmış.Uzun süre konuşmamışlar.Hala da görüşmek istemiyormuş. Durumu bana anlattı.Kızına;ona hissettirmeden kanat germemi istedi.Ben de olur dedim.Kızın;bir iki sıkıntılı durumunu bilgisi dışında düzelttim. Sonraları;Cemal üstadın kızı ile arası iyileşti.Birgün İzmir’e geldi ve kızınla bir başbaşa öğle yemeği yediler.Sonraları Cemal üstad fırsatlar yaratıp İzmir’e sık sık gelmeğe başladı.Hem kızını görüyor hem de İzmir’deki sanat çevreleri ile düşüp kalkıyordu. Her gelişinde beni de arar ve sanatçı arkadaşları ile olan buluşmalarına beni de götürürdü.Mehmet Doğan;Turgut Uyar;Edip Cansever ile o yıllarda tanıştım.Turgay Gönenç de katılırdı bu toplantılara. Bu arada Cemal Süreya üstad;editörlüğünü yaptığı”Sesimiz”adlı;kadın haklarını savunan bir dergide ve “Oluşum”adlı bir başka dergide;şiirlerimi;düz yazılarımı;çevirilerimi de yayımlamağa başladı.Bu arada;iki de Baudlaire çevirimi yayımladı.Şiirlerin asıllarını;Vasfi Mahir çevirilerini ve benim çevirilerimi yolladım.Benim çevirilerimi beğendi ve dergiye aldı. Sonraları yine koptuk.Ölümünden önce;son olarak İstanbul’da Todori’nin meyhanesinde oturduk;yedik,içtik ve sanattan söz ettik.Sonraları bu geceyi bir düzyazı kitabında;anıları arasında anlatmıştı. 210 Bir yurt dışı görevden döndüğümde”Üstü kalsın”deyip genç yaşta evren değiştirdiğini öğrendim. Ve çok üzüldüm.Aslında;her ölüm erkendi... Cemal Süreya, Fazıl Hüsnü Dağlarca hayranıydı.O nedenle de sık sık tartışıyorlardı.Onun dağlarının doruklarına tırmanmaya can atıyordu aslında.Sık sık da ona küsüyordu.Bir de;Sezai Karakoç hayranıydı.Onunla da sık sık buluşur ve şiirden söz ederlerdi.Sezai Karakoç da maliye müfettiş muavinliği yapmış ve aşırı bulunan dini tutum ve davranışları nedeniyle müfettiş olamamıştı.Öyle söylenirdi.!..Turgut Akman da Sezai Karakoç hayranıydı.Onun müridi olduğunu söyleyip takılırdık Turgut’a. Cemal üstad;gerçekten de;bir sözcük kuyumcusuydu.Ece Ayhan,Edip Cansever ve Turgut Uyar ile Türk şiirini buldukları yerden ileri doğru itelediler durmaksızın.İyi de yaptılar!.. Cemal üstadın oğlunun ‘ülkücü’ olduğunu öğrenince çok şaşırdım.Kendisi de şaşırmış zaten.Çevresine;’Bizim Zazalığımız ne oluyor o zaman’diyormuş. Kısa aralıklarla yaptığı devlet memurluğu görevini de her zaman dört dörtlük yaptığı bilinir.Darphane Genel Müdür iken;kendisini görevden almak için denetlemeğe gelmiş bakana”Bu kapı neden kapalı”diye sorunca;”Darphanenin tüm kapıları herkese açıktır.Ama;benim yüreğimin kapısı size kapalıdır”diyecek ve görevi bırakacak kadar da cesurdu.Kal sağlıcakla üstad!.. POLİSLE İLGİLİ ANILAR Yaşamımda polisle tanışmam onbeş yaşımda iken oldu. Sıcak bir Ağostos gecesi;geç saatte arkadaşlarla İzmir Fuarı eğlencesinden dönüyorduk.Gençlik işte..Moda olmuş bir batı müzüği şarkısını beş altı arkadaş ıslıkla çalarak sokak aralarında yürüyorduk. Mahalle karakolunun önünden geçerken;karakol komiseri bağırdı.’Heeyy..Ne oluyor.Gecenin bir vaktinde bu ne gürültü’.Komiser;o gün aramızda bulunmayan bir arkadaşımızın babasıydı.Hemen ıslıkları kestik;yürümeyi sürdürdük. ‘Durun bakalım..Nereye gidiyorsunuz.Öyle ucuz kurtulmak yok..Size bir ders vereyim de aklınız başınıza gelsin.’dedi.Polislere emir verdi;bizleri yaka paça karakola soktular. Komisere oğlunun arkadaşı olduğumuzu söyledik.Tınmadı. 211 ‘Sizi sabaha dek nezarethaneye atayım da aklınız başınıza gelsin.’dedi.’Atın bunları nezarethaneye’diye bağırdı. Bizleri nezarethaneye koydular.İçerisi bok,sidik ve kusmuk kokuyordu.Üç serseri birer kenarda sızmış;uyuyorlardı.Neyse ki;sabaha az bir süre kalmıştı.Korku içinder sabahın biran önce gelmesini bekledik. Sabah,karakoldan çıkınca’Uçar,gelecekteki yaşamında öyle bir noktaya gel ki;polis sana böyle ulu orta dokunamasın.’ Diye düşündüm ve vali olmağa karar verdim.Kaderde Maliye Müfettişi olmak varmış.. Ayni karakol komiserini;bir kabadayıyı,bir katili etkisiz duruma getirirken izledim.İkiçeşmeliğin en namlı kabadayısı;bir meyhaneciyi kendisine bedava içki vermediği için bıçaklamış;meyhanecinin oğlu da karnından onu bıçaklamıştı. Adam;caddenin ortasında,elinde uzun bir saldırma ile kendisini bıçaklayanı arıyor;bir yandan da kan kaybediyordu.Komiser;adama yanaşıp bıçağı tutan bileğine yapıştı.Başkalarına zarar vermesini önledi ve adamı teslim olmağa ikna etti.Belki de adam;kan kaybından halsiz düştü ve teslim oldu.Zaten;hastaneye kaldırıldığında ölmüştü ve onu vuran genç az bir cezayla kurtulup sonra mahallenin kabadayısı o olmuştu. İkinci kez;kız kardeşimin kocaya kaçması olayından dolayı polisle karşılaştım.Komşumuz olan bir karı koca;kız kardeşimi kandırmışlar;o da komşu kadının ağabeyine kaçmıştı.Kız kardeşim o sırada on üç yaşındaydı,kaçtığı adam ise yirmi yedi yaşında.Ben de on beş yaşında yeni delikanlı.. Kadının evine zorla girmiş;küfürler etmiş ve kadını dövmek istemiştim.Komşular gelip kadını elimden aldılar.Kadın karakola gidip hakkımda şikayette bulunmuş.Bir saat sonra polisler gelip beni aldılar ve mahalle karakolunun nezarethanesine koydular.Bu kez iyi davrandılar.Ne de olsa;kız kardeşim kaçırılmıştı ve olay bir namus sorunuydu!. İfadeler alındı ve beni ertesi gün,suçüstü duruşması için hakimin karşısına diktiler.Hakim bir bayandı ve liseli olduğumu öğrenince,bir ay hapis cezası verip erteledi.Beş yıl içinde benzer suç işlersem;bu bir ay için de hapis yatacaktım.O nedenle;üniversite bitene dek;bu tür eylemlerden uzak durdum. Sonra;kız kardeşim o adamla evlendi.İki oğlu ve bir kızı oldu.Hepsini okutup ayrı ayrı mühendis yaptı.Ben de enişteyle can dostu oldum. Bu deneyimlerimden sonraları;gerek yeğenlerimin ve gerekse kendi çocuklarımın yetiştirilmesi aşamalarında yararlandım. 212 Daha sonra;bir trafik kazası nedeniyle karakolluk oldum.Benim aracıma otomobiliyle çarpan adam;sekizde sekiz suçluydu.Kaza yerinde araçların durumuna göre;kaza yeri raporu böyle düzenlenmişti.O nedenle;Karşıyaka karakoluna gidip ifade de verdik. Bir arkadaşım;’Trafik şubesine gidip kaza raporundan bir fotokopi alalım.’dedi.Ramazan bayramı arifesi olduğundan;trafik şubesi kapanmak üzereydi.Bayramdan sonra fotokopi için gelmemizi söylediler. Bayramdan sonra fotokopi için gittiğimizde;adamın sekizde altı ve benim de sekizde iki suçlu olduğumuza dair rapor düzenlenmiş olduğunu gördük.Nedenini sorduk;bana çarpan araç ticari taksiydi.Sekizde sekiz suçlu olursa;yasaya göre tutuklanması gerekiyormuş.Adam polislere yalvarmış;bayramda çalışmam gerekiyor,yapmayın demiş.O nedenle polisler raporu değiştirmişler. Başka bir gün;özel aracımla İzmir’e gidiyordum.Uşak yakınında,gecenin geç saatinde trafik denetlemesi yapıyorlardı.Önümdeki minibüsün stop lambaları yanmıyordu.Adam;polislere,araçtan inmeksizin, şoför mahallinden bir paket filtreli sigara uzattı;adamı bıraktılar.Benim sol farım yanmıyormuş;indim baktım yanmıyordu.Karşıdan gelen araçlardan birir,küçük bir taş fırlatmış;farın camı ve ampulü kırılmıştı.Durum;açıkça görülüyordu. Yola çıkarken aracımın tüm dentimlerini yaptırdığımı;farlarımın sağlam olduğunu;ilk fırsatta kırılmış farı değiştireceğimi söyledim.Dinlemediler ve benden tehlikeli araç kullanma cezası aldılar.Ben de rüşvet vermedim ve cezayı ödedim. Yaşamım boyunca kimseye rüşvet vermedim;kimseden de rüşvet almadım.Ama;bir keresinde,İstanbul’da maliye müfettişleri Tarabya’daki otelde içkili yemek yemiştik.Recep adlı bir arkadaşımın aracıyla Anadolu yakasına geçecektik.Bebek çıkışında polisler trafik denetlemesi yapıyorlardı.Recep çok korktu .Sanki hep yaparmışım gibi;’Merak etme bir şey olmaz..Ruhsatın içine iki yirmilik koy ve trafik aracına gidip ruhsatı polislere ver.’dedim.Öyle de yaptı.Adamlar;iki yirmiliği alıp Recebi salmışlar.Bu yöntemi de kayın birederlerimden öğrenmiştim;ama hiç uygulamamıştım. Bir kezinde de;Adana’dan otomobilimle Ankara’ya dönüyordum.Bir benzin istasyonuna girdim.Orada bir bölge trafik otosu vardı.İçinde;mahalleden çocukluk arkadaşım vardı.Bölge trafik müdürüymüş.O gece,denetime o da katılıyormuş.Oturup birer bira içtik ve eski günleri andık.Sonra ben yola koyuldum. 213 Bir süre sonra;bir trafik otosu bana yetişti ve beni durdurdu.Araçtan inen trafik polisi’Müdürüm size aramağan vermeyi unutmuş..’dedi.Yoldan geçen ilk Bulgar TIR ını durdurdu.’Tu baks sigaret,van badıl viski’dedi.TIR şoförü istenenleri verdi.O zamanlar bunlar Türkiye’de bulunmuyor;genelde kaçak olarak satılıyordu.Benim’Ne yapıyorsunuz;durun’dememe karşın;aldıklarını vosvosun arka kanepesine atıp gittiler.Buna rüşvet denir mi bilmem artık. Son beş yıl içinde hep karapara incelemeleri yaptım.Hayali ihracatçılar,uyuşturucu çeteleri,haraç çetelerini inceledim.Hepsinin içinde bir ya da birden çok polis de çete üyesi olarak yakalanmıştı.Kimisi emekli,kimisi görevde polislerdi ve çetelerin işlerini kolaylaştırıp;onlara bilgi sizdırıp paralarını alıyorlardı.Keza;basın ve medya bu tür olayların da üzerine gitmiyor;bu konularda haber yapmıyorlardı. İzmir’de Balina operasyonu sırasında yeminli mali müşavirler tutuklanmıştı.İzmir’deki meslek odaları benden hukuki yardım istemiş ve İzmir Mali Polisi ve üst düzey yetkilieri ile toplantılar yapmıştık.Mali polis şefleri bana yakın ilgi göstermişler ve sosyal tesislerine serbest giriş kartı vermişlerdi.Ben,onlarla yakınlaşmayı seçmedim.Buna karşılık;operasyonda görevli genç bir maliye müfettişi arkadaş,mali polisle dirsek temasını sonraları da sürdürmüştür.Mali polis şefleri İzmir’den İstanbul’a gittiler ve orada da ‘Örümcek opersayonu’nu yürüttüler. Sonraları;bu operasyonlar birilerinin canını sıktı ve eski İçişleri Bakanı’nın ‘Tapınak şovalyeleri’dediği bu gurup gözden düştü ve soruşturma geçirdi.Maliye müfettişi arkadaş da pasif bir göreve verildi.Anlı sanlı türk medyası ve basını;olayların bu yanını da hiç görmedi… Günümüzde;Balina operasyonu,örümcek opersayonu,batık bankalar opersayonu gibi olayların mahkeme aşamaları da medyaca ve basınca izlenmemektedir.Özellikle;Balina operasyonunda,Honk Kong’a kadar uzanan bir uluslar arası örgüt söz konusudur.ve bunlara ait belgeler;mahkemelerde bulunan dosyalarda yer almaktadır. Günümüzde polis;demokratikleşme adına güçsüzleştirilmiş ve sonunda ülke;bu günkü kaosun içine yuvarlanmıtır. Polislerle ilgili bir anı da şudur.İzmir Defterdarlığındaki büromuzda çalışırken özel araçlarımızı emniyet müdürlüğünün araçları arasına park ederdik.İzmir halkı;bizleri MİT ajanı sanırmış.Kent içind bir sokakta park ederken,bir değnekçi söylemişti bunu.Bizim halkımızın ya da mafya çevrelerinin bu yorumuna şaşıp kalmıştık. 214 YOLCULUK HALLERİ Çok gezen çok görür derler.Çok gezenin başından da çok kaza geçer.Ehh;ben de müfettişlik gibi gezginci bir mesleği kırk yıldan çok süre ile yaptığıma göre;benim de başımdan epeyi kaza geçmiştir doğal olarak!.. İskenderun turnesindeyken;hafta sonlarında minibüsle yakındaki halk plajlarına gider;tertemiz denizde yüzer;sonra yine minibüsle kente dönerdik. Yine böyle bir dönüş sırasında;minibüste,şoförün yanında oturuyordum.Sıcak bir yaz günüydü.Yolun sağ yanında;uzakta köylüler harman kaldırıyordu.Bir de;o sıralar Türkiye’ye teşvik kredileri ile ithal edilen montafon cinsi bir inek;yola yakın otluyordu. Bir anda;otlamakta olan inek,bir şeyden korktu.Büyük bir olasılıkla bir yılan görmüş olmalıydı.Başladı tarlaların içinden geçerek yola doğru koşmağa..Sonunda;yola çıktı ve minibüsü gördü. Minibüs şoförü;hayvana çarpacağımızı anlamıştı.Sağ ve soldaki şarampoller oldukça derindi.Minibüsü oraya yöneltirse devrilecek ve yaralanacaktık.Fren yapmağa başladı.Ancak;aracı durduramadı.Hayvan da;minibüsün kendisine vuracağını anlamıştı.O da kendini korumak için;o koca kafası ile minibüsün önüne tos vurdu. “Nalları dikti”derler ya..İşte;aynen öyle oldu..Yarım tona yakın ağırlıktaki koca montafon ineği,sırtüstü yola yattı.Dört ayağı;gökyüzüne döndü ve öylece devinimsiz kaldı. Minibüstekiler;şoför ve ben donup kalmıştık.İlk olarak;şoför kendine geldi ve minibüsten inip hayvana yardım etmeğe yeltendi.Ölmemiş olabileceğini düşünüyordu.Gerçekte;bir panik yaşıyor ve anlamsız davranışlarda bulunuyordu. Minibüste bulunan köylü yolcular şoförü uyardılar.”Aman hemşerim..Sakın aşağı ineyim deme..Sen;ineğin sahibi olan ailenin hayatını kaydırdın.Yıkımlarına yol açtın...İnek ölmüştür..Seni dinlemezler ve sana kötülük ederler..Bas gaza gidelim.Kente girince ilk karakola yanaş ve dur.Karakolda durumu anlatırsın;biz de şahitlik ederiz..Sonra sen;köylülere ulaşıp bir şekilde inek için kan bedeli ödersin..Yoksa;bu köylüler seni öldürürler bile!..” Adamlar haklı görünüyordu.Tarlalarda harman yapan köylüler de olayı görmüşlerdi.Ellerindeki tırpanlar;yabalarla minibüse doğru koşmağa başlamışlardı.İneğin başına gelenden sonra;çıldırmış gibiydiler. 215 Şoför hemen aracı çalıştırdı ve oradan kaçarcasına uzaklaştık.İskenderun’a girer girmez;ilk karakola gidip olayı anlattık.Tutanaklar düzenlediler.Ben de ifade verdim.Sonra;olay nasıl gelişti;bilgim olmadı. Bir keresinde;İzmir’den Mersin’e gidiyordum.Gece yola çıktık ve sabaha karşı Konya’nın ilcelerinin yakınlarından geçmeğe başladık. Tam şoförün arkasındaki koltukta oturuyordum ve tedirginlikten uyuyamıyordum.Zaten;genelde gece yolculuğu yapmazdım. Çünkü;bir müfettiş arkadaşın kız kardeşi;eşiyle balayından Ankara’ya gece yolculuğunda dönerken;otobüs bir kazaya karışmış ve eşiyle yaşamını yitirmişti.Kıyılarından taşacak biçimde kasasına demir saç yüklemiş bir kamyon;otobüsün bunların bulunduğu sol yanını;bir bıçakla keser gibi kesmesi sonucu can vermişlerdi.Onlarca kişinin de başını koparmıştı katil kamyon.. Bu arada;bizim otobüsün şoförünün uyuklamağa başladığını gördüm.Adamın başı;direksiyona doğru,aşağı düşüyor;uyanıyor;biraz sonra yine ayni duruma geliyordu.Otobüs ise, hızla yola devam ediyordu. Adamın omuzuna vurdum.Dikiz aynasından bana bakıp”Ne var abi”dedi.”Uyukluyorsun..Yol kenarında göreceğin ilk kuyunun yanında dur”dedim.Oralarda;yol kenarlarında;uzun sopalara bağlı kovaların bulunduğu kuyular vardı.”Yok abi:bir şey olmaz..”diyordu hala..”Bak hemşerim;durmazsan seni fena yaparım..”dedim. İlk kuyunun yanunda durduk.Uzun bir sırığın ucuna bağlı kovayı kuyuya salladık ve kuyudan su çektik.Suyla başımızı;yüzümüzü yıkadık. O zamanlar sigara da içerdim.Adama bir sigara tuttum ve birlikte birer sigara içtik.O arada şafak da atmış ve ortalık aydınlanmıştı. “Allah razı olsun abi..İyi ki bunu yaptık.Kendime geldim...Artık;Konya’ya rahatlıkla ulaşırız.”dedi.Kazasız belasız Konya’ya ulaştık.Orada otobüsü başka bir şoför devraldı ve yola devam ettik. Bir başka yolculuk halini de Mersin-Konya arasında yaşamıştım. Mersin’de soruşturmayı tamamlamış;İzmir’e dönüyordum.Bu kez;gündüz yolculuğu yapıyordum. Silifke’yi geçip Toroslara sardırdık.Kar yağmaya başladı.Torosların en yüksek yerindeki Sertavul geçidine geldiğimizde;kar her yeri kaplamıştı.Önümüzde bembeyaz büyük bir halı vardı.Ya da kardan oluşan bir çölün ortasındaydık.Ne yol belliydi ne de şarampoller.Ne de virajlar görünüyordu. 216 Yine şoföre yakın oturuyordum.Kaza sırasında içgüdüsel olarak şoförlerin kendilerini kurtarmak için manevra yaptıkları ve genelde yaşamda kaldıkları söylenirdi.O nedenle;şoför tarafında ve şoföre yakın oturmağa çalışırdım otobüslerde. “Her halde;karayolları ekiplerinin gelip yolu açmasını bekleyeceğiz.”dedim şoföre.Önümüzde izini süreceğimiz bir araç tekerlek izi bile yoktu. Şoför”Olur mu öyle şey ağabey..Ben yavaş yavaş bu otobüsü Karaman’a indiririm.Meraklanma sen.Hem;arkamızdakiler de benim izimi sürerek yola devam ederler”dedi. Tehlikeli olacağını söyledim.”Abi:bak telefon direklerini ve tellerini görüyor musun..Ben onları izleyip yolun nerelerden geçtiğini tahmin eder ve aşağıya inerim.Sen kalbini ferah tut”dedi. Nasıl merak etmeyeyim ki!..Dediği mucize gibi bir şey olacaktı...Neyse;adam dediğini yaptı ve kıyı kıyı giderek bizi sağ ve salim Karaman’a indirdi. Bir keresinde de Varan ile İzmir’den Ankara’ya gidiyordum.O zamanlar Türkiye’nin en güvenli otobüs işletmesiydi.İş gerektirdiğinden;gece yolculuğu yapıyordum. Afyon’a dek rahat geldik.Afyon’dan itibaren sıkı bir kar yağışı başladı.Silecekler zor yetişiyordu. Afyon’un çıkışında;sert bir rampa vardı.Oradan geçerken;yoldan çıkmış ve devrilmiş otomobiller ve kamyonlar gördük.Kar, buza yatmıştı..Bunun farkına varmayıp hız yapan araçlar kaymış ve yoldan çıkmıştı. Şoförümüz hızını iyice azalttı.Daha ileride bir başka rampayı tırmanmaya başladık.Tam rampanın yarısına gelmiştik ki;karşıdan tepe üstünde bir tır kamyonu;hiç gerek yokken bir özel otomobili geçmeğe başladı.Bizi gördü ve fren yapmağa başladı ama;nafile gayret!..Duramıyor ve hızla üzerimize geliyordu. Otobüste herkes salavat getirmeğe başladı.Şoförümüz direksiyonu sağa kırıp şarampole indi.Otobüs yana doğru bir savruldu.Ancak;şoför otobüsü devirmeden yeniden dengeye getirmeyi başardı.Bir süre tarla gibi bir alanda zıplayarak gittik ve durduk. Şoförü canı yürekten kutladık.Meğer;kendisi Avrupa yollarında da çok kötü kış koşullarında otobüs kullanırmış.Benzer durumları oralarda da yaşamışmış...O nedenle;soğukkanlılığını yitirmemiş ve bizleri ölümden ve yaralanmaktan kurtarmıştı.İnip otobüsün altını ve çevresini kontrol ettiler.Yavaş yavaş yola doğru geldik ve yola çıkıp yolumuza devam ettik. 217 Karşıdan gelen otomobil ve tır kamyonu mu?!..Durumu gördükleri halde;durmamışlar ve yardımı düşünmeden hızla uzaklaşmışlardı.Ne olacak ki..Burası benim ülkem “Burası Türkiye”. Bir tarihte de;Çanakkale üzerinden İzmir’e benim vosvosla yolculuk yapıyorduk.Sanırım;bir bayram sonrası dönüşü idi.O zamanlar gençtim ve biraz da deliydim herhalde.Çünkü;o kötü vosvosu 140 kilometre hızla kullanıyordum.!.. Edremit yakınlarında gündüz yol alıyorduk.Sağ tarafta tarlalar ve otlayan hayvanlar vardı..Bir at;birden otlamayı kesip yola doğru koşmağa başladı.Tehlikeli bir durum olabileceğini düşünüp fren yapmağa başladım.Tam yolun ortasına geldiğinde at otomobili gördü ve kendisini tehlikede duydu.Yolun ortasında durup kendini savunmayı düşündü.Ben durmadan fren yapıyordum ve at yolun ortasında durmuş;bana yaklaşıyordu.Çarpmamız işten değildi.Yoldan da çıkamıyordum.Arabada eşim ve çocuklarım vardı.Gözümü karartıp ata vurmaya karar verdim.Tam ata beş metre kala;frenlemelerimin etkisi görüldü ve otomobil durdu.O sırada at ön iki ayağını havaya kaldırıp şaha kalkmıştı.Ön ayakları ile ön cama vurdu vuracaktı.Durduğumuzu görünce;ön ayaklarını indirdi.Bize hışımla bir baktı ve yolun diğer yanına inip koşmağa başladı.Yine azraile çalım atmıştım. Bundan önce de;bir bayram arifesinde İstanbul’a kendi aracımla gidiyordum.Bayramı şimdiki eşimle,o zaman evli değildik,görüşüyorduk;İstanbul’da geçirecektim. Karşıyaka’ya doğru ilerlerken bir sütçünün at arabasını geçtim.Yol hafifçe sağa dönüyordu.Sağa yanaşmama fırsat kalmadan karşımda dehşetengiz bir durumu gördüm.Yolun ortasında iki geçilmez çizgi vardı.Yolun sol yarısında;karşımda bir benzin tankeri bir otomobili geçiyordu.Başka bir taksi;benzin tankerinin arkasından sola fırladı ve iki geçilmez çizgiyi geçip geldi bana vurdu.Aracımın sol yanından vurmuştu.Başım ön cama vurup şişti.Dizim de kaputu açma koluna vurup şişti.Araçlar durdu.Arabadan indim ve bana vuran aracın şoförünü yumruklamağa başladım.Adam;görünüşümden korkmuş olmalı ki;bana karşı gelmiyor ,kaçıyordu. Biraz sonra;geçtiğim sütçü at arabası geldi.Sürücüsü Karşıyakalı olduğundan şoförü tanıyormuş.Adama geçmiş olsun dedi.Sonra bana”Ben kazayı gördüm.Kabahat sizde “dedi.Ben bu kez onun üzerine yürüdüm ve onu da dövdüm.Adam benimle döğüşe girecekti.Şoför engel oldu.”Görmüyor musun..Adam şok geçiriyor!.”dedi.Neyse;biraz sonra;Karşıyaka’dan İzmir’e giden benim arkadaşlarım geçmeğe başladılar.Aracımın önü hurda olmuş;ön camı patlamıştı.Sol çamurluğu yok olmuştu.Sonradan;yerdeki 218 bir metal parçasını açtık;doğrulttuk ve sol ön çamurluk olduğunu anladık.Adam;öyle hızlı vurmuştu bana.Bir arkadaşım;yere düşmüş benim aracımın jant kapağını gösterdi.Yolun ortasında duruyordu.”Dikkat et;bunun yerini değiştirmesinler””.Kazada kimin suçlu olduğunun anlaşılması açısından bu çok önemli”dediler. Bir süre sonra;bir başka taksi durdu.Bana vuran şoförün arkadaşıymış.Ayağıyle benim jant kapağını geçilmez iki çizgiye doğru itti.Bu kez ona saldırdım ve adama sıkı biriki yumruk vurdum.Jant kapağını alıp yerine koydum. Yaşamımda ilk kez adam döğmüştüm.Hem de üç tane bıçkını döğmüştüm.!.. Sonra polisler geldi ve kazayı görünce bana çarpan şoföre”Sizin gibileri asmak lazım”dediler ve mahallinde düzenlenen kaza tutanağında bana vuranı yüzde yüz hatalı gösterdiler.Sonra karakola gittik ifadeler alındı.Ben gerçekten de şok geçiriyordum.Durmadan hüngür hüngür ağlıyordum.Polisler”Ne ağlıyorsunuz beyefendi.Cana zarar gelmemiş ya!”diyorlardı.Vuran şoför”Abi adam şok geçiriyor”diyordu.Liseli bir şoförmüş;bunları da biliyormuş!.. Karakolda döğdüğüm sütçü”Ben bu adamdan davacıyım.Beni döğdü”diyor;bu konuda ifedesinin alınmasını istiyordu.Sonunda;komiser dayanamadı”Ulan;bu adamdan para sızdırmak istiyorsun ama;yağma yok..Bak;doktor adama bir haftalık deli raporu vermiş.Hangi hakim olsa;seni döğmesini şok geçirmesine bağlar..Defol git”diye kovaladı. Bir arkadaşım”Uçar gidelim;kaza için mahallinde düzenlenmiş raporun bir örneğini alalım.Bakarsın;yarın değiştirirler”dedi.Hızla Yenişehir’deki trafik şubesine gittik ve rapordan fotokopi yapmak istedik.ama mesainin bittiğini;bayram sonrası gelmemizi söylediler.Bayram sonrası gittiğimizde raporda vuranın yüzde seksen;benim de yüzde yirmi kusurlu olduğum yazılıydı.Nedenini sorduk.”Yüzde yüz kusurlu diye rapor düzenleseydik adamın savcılığa gitmesi ve tutuklanması gerekiyordu.Oysa;bayramda iş yapıp ailesin, geçindirmesi gerekiyormuş.O nedenle anlayış gösterdik ve bunu yaptık”dediler.N e olacak..Burası benim ülkem”Burası Türkiye”!... . 219 S O N S Ö Z Buraya dek anlattıklarım;maliye müfettişliği mesleğimdeki anılarımın yarısı kadardır.Aslında;çocukluktan bu yana “ Kişi Uçar”ın anılarını yazmanın daha ilginç olacağını düşünüyorum.Keza;1945 yılından bu yana Türk toplumunun “Toplumsal anıları”nı yazmanın daha da ilginç olacağını düşünüyorum. Kimbilir;belki de tüm bu anıları da yazıya dökerim ve yayımlamak isteyenler olursa yayımlarım. Her ne kadar sürcü lisan eyledikse affola..Kalın sağlıcakla!.. . . 220 221