اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَالَّذ۪ي خَلَقَۚ
Transkript
اِقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَالَّذ۪ي خَلَقَۚ
اِ ْق َرأْ ِب ْاس ِم َر ِّب َك ا ّلَ ۪ذي َخلَ َۚق Yaratan Rabbinin adıyla oku!.. Kitabın Orjinal Adı İmam Buhari / Hayatı Yayın Koordinatörü Yusuf Mert Tashih-Redaksiyon Yusuf Yılmaz İMAM BUHARİ Son Okuma Hakan Sarıküçük Hayatı, Eserleri ve Hadis İlmiyle İlgili Koyduğu Usuller Kapak ve Mizanpaj Necip Taha Kıdeyş ISBN 978-605-5089-03-0 Yayıncı Sertifika No 28105 Baskı Marki Matbaa Birinci Baskı Kasım, 2013 Adres Güneşli Mah. Ayçin Sk. No: 36 Güneşli / İstanbul Tel-Faks: (0212) 515 65 72 GSM: (0543) 654 46 63 www.nebevihayatyayinlari.com bilgi@nebevihayatyayinlari.com Ramazan Zenbil BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI İBADETİ.......................................................................................... 60 ZÜHDÜ VE TAKVASI................................................................... 64 İLİM UĞRUNDA ÇEKTİKLERİ.................................................. 67 MUHAMMED B. YAHYA EZ-ZUHRİ İLE KISSASI................. 71 YÖNETİCİLERE KARŞI TUTUMU............................................. 78 VEFATI............................................................................................. 80 EVLİLİĞİ......................................................................................... 83 HOCALARININ NAZARINDA İMAM BUHÂRÎ.................... 85 AKRANLARININ NAZARINDA İMAM BUHÂRÎ................. 91 İMAM BUHÂRÎ’NİN MÜSLÜMANLARIN KALBİNDEKİ İÇİNDEKİLER YERİ.................................................................................................. 97 ŞİİRLERİ VE SÖZLERİ................................................................ 100 TALEBELERİ................................................................................. 102 İKİNCİ BÖLÜM ÖNSÖZ....................................................................................................... 7 İMAM BUHARİ’NİN ESERLERİ......................................... 105 ESERLERİ...................................................................................... 107 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI.................................................. 9 4 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM YAŞADIĞI ASIR............................................................................. 11 İMAM BUHARİ’NİN SAHİH’İ............................................ 115 SİYASİ HAYAT................................................................................ 11 EL-CAMİU’S-SAHİH (ORJİNAL ADI)..................................... 117 DİNİ HAYAT................................................................................... 14 TELİF SÜRECİ VE MÜDDETİ.................................................... 119 İLMİ HAYAT................................................................................... 16 CAMİU’S-SAHİH’İ TELİFİNDEKİ TEMEL AMACI.............. 125 NESEBİ............................................................................................. 17 HADİS SAYISI.............................................................................. 126 DOĞUMU....................................................................................... 19 BAB BAŞLIKLARI........................................................................ 127 YETİŞMESİ VE İLK TAHSİLİ....................................................... 20 TA’LİKLERİ................................................................................... 129 RİHLETİ........................................................................................... 22 TEKRARLARI............................................................................... 130 HAFIZASI VE HADİS EZBERİ.................................................... 30 ŞARTLARI..................................................................................... 131 SENED BİLGİSİ.............................................................................. 37 RİVAYETİ....................................................................................... 134 HADİS İLLETLERİNİ BİLMEDEKİ MAHARETİ..................... 41 İMAM MÜSLİM’İN SAHİHİNE OLAN ÜSTÜNLÜĞÜ........ 138 CERH VE TA’DİL HUSUSUNDAKİ İ’TİDALİ.......................... 46 CÂMİU’S-SAHİH’E YÖNELTİLEN TENKİTLER................... 141 SÜNNETE BAĞLILIĞI.................................................................. 52 İSLÂM DÜNYASINDAKİ YERİ................................................. 144 AHLÂKI VE YAŞAM BİÇİMİ....................................................... 56 “CAMİUS’SAHİH’İN” BASIMI................................................. 146 5 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI DÖRDÜNCÜ BÖLÜM CÂMİU’S-SAHİH ÜZERİNDE YAPILAN ÇALIŞMALAR...... 147 ŞERHLERİ..................................................................................... 149 MUHTASARLARI........................................................................ 156 DİĞER ÇALIŞMALAR................................................................ 157 BEŞİNCİ BÖLÜM İMAM BUHARİ’NİN HADİS İLMİ İLE İLGİLİ KOYDUĞU USULLER.................................................... 161 HADİS İLMİ İLE İLGİLİ KOYDUĞU USULLER.................... 163 ALTINCI BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ VE AKAİD İLMİ....................................... 167 AKAİD İLMİNİN TARİHÇESİ................................................... 169 İMAM BUHÂRÎ’NİN AKAİD İLMİNE İLGİSİ........................ 174 İMAM BUHÂRÎ’NİN İTİKADİ GÖRÜŞLERİ.......................... 175 YEDİNCİ BÖLÜM ÖNSÖZ Hamd, maddi ve manevi sayısız nimetin sahibi, ins ile cinnin hâliki, hidayet ve dalaletin mutlak hâkimi ve daru’l-fena ile daru’l-bekâ’nın hükümran mâlikî olan âlemlerin Rabbi yüce Allah’a olsun. Salat-u selam, aziz sünneti ile insanlığı cehaletin karan- İMAM BUHÂRÎ VE FIKIH İLMİ......................................... 181 lıklarından çıkarıp, ilmin ve irfanın aydınlığına kavuşturan FIKHIN TARİHÇESİ.................................................................... 183 kâinatın efendisi, peygamberlerin önderi, ümmetinin şefkatli FIKIH İLMİNDEKİ YERİ............................................................ 190 rehberi Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in üzerine, şe- FIKHA ULAŞMA YOLLARI...................................................... 191 refli Ehli Beyti’ne, ashâbına ve kıyamet gününe kadar ihsan BAZI FIKHİ GÖRÜŞLERİ........................................................... 195 ile onun sünnetine tabi olanların üzerine olsun. BAB BAŞLIKLARINDA GEÇEN “KÂLE BA’DU’N-NAS” İFADESİ......................................................................................... 198 İÇTİHADI...................................................................................... 200 SONUÇ................................................................................................... 203 Hiç şüphesiz yüce Rabbimiz kitabı Kur’ân-ı Kerîm’i muhafaza etmek için sebepler yarattığı gibi, en sevgili kulu Muhammed aleyhi selam’ın aziz sünnetini de akıllara durgunluk verecek derecede mesailerle muhafazasını sağlayacak sebepler yaratmıştır. Sayılı varaklarla hayatını konu ettiğimiz muhaddislerin önderi, fakihlerin seyyidi Muhammed b. İsmail el-Buhârî’nin ümmetin ittifakıyla bu sebeplerden biri olduğu muhakkaktır. Öyle ki bu durum bazı muhaddisleri onun hakkında, “O sanki sadece hadis için yaratılmıştır.” demeye sevk etmiştir. Sadece yaşadığı çağı ilmi ve irfanıyla aydınlatmakla 6 7 BİRİNCİ BÖLÜM kalmayan İmam Buhârî ardında bıraktığı emsalsiz eserleriyle her çağda İslâm ümmetinin yolunu güneş misali aydınlatmaya devam etmektedir. Onun böyle bir nimete ve muvaffakiyete erişmesi her şeyin fevkinde yüce Allah’ın lütfunda ve Rasûlü’ne karış karış harfiyen ittiba etmesinde aranmalıdır. Bu noktadan hareket ederek âhir zaman ümmetinin salahının da felahının da sadece ve sadece peygamberinin kutlu yoluna uymakta olduğunu ve bunun dışındaki her yönelişin zarara, ziyana doğru atılmış adımlar olduğu iyice bilinmelidir. Doğrusu İmam Buhârî’nin hayatını kaleme almak, bizlerde iki duyguyu canlandırdı. Birincisi; kitabına aldığı her hadisten önce boy abdesti alıp, iki rekât namaz kılıp, Allah’a istiharede bulunmak gibi fevkalâde bir gayretin ve hassasiyetin sahibi olan bu rehber insanın hayatını yazmanın zorluğu ve ağırlığı ki biz bu ağırlığın altından kalkamayacak kadar zayıfız. İkincisi; onun hayatını araştırmanın, incelemenin, kaleme almanın bizler için tartışılmaz bir ganimet olduğu gerçeğidir ki bundan dolayı yüce Rabbimize kelimatının ve mahlûkatının adedince hamdu sena ederiz. Tevfikin mutlak sahibi yüce Rabbimizden niyazımız, bu sayılı yaprakları yazanı da, okuyanı da İmam Buhârî’nin hayatından olabildiğince müstefid kılmasıdır. 8 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI YAŞADIĞI ASIR İmam Buhârî’nin hayatını içinde yaşadığı asrın temel unsurlarıyla beraber mutalaa etmek, onun hayatıyla ilgili daha sağlıklı bilgiler ve kanaatler elde etmemiz noktasında bizlere yardımcı olacaktır. Bu bakımdan onun yaşadığı asrı siyasi hayat, dini hayat ve ilmi hayat başlıkları altında kısaca arz etmeye çalışacağız. SİYASİ HAYAT İmam Buhârî’nin yaşadığı asır Abbasilerin hâkim olduğu asırdır. Doğumu Harun Reşid’in ölümünden sonraki seneye denk gelir. Vefatı ise Abbasi halifesi el-Mu’temid halifeliğinin ilk dönemlerine tekabül eder. Doğumu ile ölümü arasında on tane Abbasi halifesinin yönetimine şahit olur. Abbasi tarihi incelendiğinde iki ayrı devir göze çarpar. Bunların ilki Harun Reşid’in de dâhil olduğu dokuz halifenin hüküm sürdüğü 750-847 yılları arasıdır. Abbasiler gerek siyasi gerekse ilim alanında en parlak dönemlerini bu yıllarda yaşarlar. Bu dönemde kurulan Bağdat, kısa sürede dünyanın en tanınmış ilim merkezlerinden biri haline gelir. İmam Buhârî bu parlak dönemin ikinci yarısını idrak eder. Ayrıca Abbasilerin 11 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI gitgide güç kaybettikleri 847 de başlayıp 1258 senesinde son Abbasilerin Müslümanlar üzerindeki hakimiyetinin za- Abbasi halifesinin öldürülmesi ve Bağdat’ın düşmesiyle son yıflaması beraberinde yönetime heves eden, İslâm devletin- bulan ikinci dönemin ilk yıllarına tanıklık eder. den kopmak isteyen, İslâm’a ve otoritesine düşmanlık güden Asrı saadetten itibaren başlayarak Raşid halifeler ve Emeviler ile sürdürülen fetih hareketleri İslâm coğrafyasının sınırlarının doğuda Horasan diyarının en ücra noktalarına, batıda Atlas okyanusuna, kuzeyde Kafkaslara ve güneyde Arap denizine kadar genişlemesine vesile olur. Abbasilerin gerçekleştirdikleri ender fetihlerin dışında bu dönemi daha çok tanzim ve İslâm devletinin sınırlarını korumak ile geçirilmiş bir dönem olarak tanımlamak mümkündür. Bu ilk dö- bazı hareketlerin ortaya çıkmasına yol açar. Nasr b. Şebes’in halife Memun aleyhinde Arapları bırakıp Farisileri kendisine yakınlaştırdığı gerekçesiyle başlattığı hareket, devletin şevketini tehdit eden hareketlerdendir. Abbasi devleti için tehlike arz eden bir diğer hareket Babek el-Hurremi’nin silahlı hareketidir. Bunlar vahyin kesilmediğine, ruhların tekrar dönüp başka bedenlere girdiğine ve yönetimin Arapların elinden Farisilerin eline geçeceğine inanmaktaydılar. Bu hareket- nemde Abbasi halifelerinin İslâm toprakları ve ırkı farklı mil- ler gibi daha başka hareketler, devletin gücünü zayıflatmakta letler üzerinde hakimiyetlerini sağladıkları ve İslâm devletini olup batıdan gelmesi muhtemel Bizans tehlikelerine karşı her türlü dış tehdide rağmen kararlılıkla idare ettikleri görü- önlem almaktan alıkoymaktaydı. lür. Bunda İslâm âleminin halifeye bağlı kalma şuuru önemli rol oynar. Zamanla Arap olmayan milletlerin idareye tamah etmesi, bazı milletlerin İslâm’a ve Müslümanlara maziye müteallik meselelerden dolayı düşmanlık gütmesi, dâhili ayaklanmalar, Müslümanlar arasında çıkan birbiriyle kavgalı olan fırkaların çatışması ve daha başka nedenler Abbasi halifelerinin ilk dönemde sahip oldukları nüfuzlarını kaybetmelerine sebep olur. Bir de Abbasi halifelerinin zaman zaman bazı ırkları sahneye sürmesi bu nüfuzun kaybedilmesinde önemli rol oynar. Devletin ilk dönemlerinde öne sürülen Farisiler, devletin yapısı için tehlike arz eder bir hale geldiklerinde tekrar devletin ve halifelerin siyasi kaygıları sebebiyle tasfiye edilirler. 8. Abbasi halifesi Mu’tasım ise Türkleri yönetimine yakınlaştırır ve ordunun komutasını onlara teslim eder. Onlar da bu mevcut durumdan nemalanmak maksadıyla halifenin tayinine varana dek bütün devlet işlerine karışırlar. Kendile- Bütün bunlara ilaveten halifenin dini otoritesini tanıyıp hutbelerde kendisine dua ederek basılan paraların üzerine onun ismini yazan bir takım bağımsız veya hilafete bir yönlü bağlı devletçiklerin ortaya çıkması, zaten sarsılmış durumda olan Müslümanların şevketini daha da zayıflatır. Horasan diyarında ortaya çıkan Tahiriye Devleti bu devletçiklerden bir tanesidir. Nisabur’u kendisine merkez seçen Tahiriye Devleti İmam Buhârî’nin egemenliği altında yaşadığı bir devlettir. Horasan diyarının güneydoğu bölgesinde Yakup b. Leys es-Saffar tarafından kurulan Saffariye Devleti de bu hüviyetle ortaya çıkmış bir devlettir. Ahmed b. Tolon’un kurduğu Toloniye Devleti ise Mısır ve Şam’da hüküm süren Türk kölelerden oluşmaktaydı. Endülüs İslâm devleti ise Emevilerin idaresi altında Abbasi halifesinden tam manada bağımsız bulunmaktaydı. rini tasfiye etmek isteyen halife el-Mûtevekkil ‘alâ ‘l-Lâh’ı ve Özetle, Abbasiler bu devrin yönetimini ellerinde bulun- oğlu el-Muntasırbillah’ın babasına olan muhalefetini de fırsat dursalar bile siyasi idarelerinin tam manada raşid olmaması bilerek katlederler. nedeniyle İslâm ümmeti arasında yeknesak bir yapı kurama- 12 13 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI dıkları görülmektedir. Bu gerçeğe rağmen İslâm ahkâmı ile Mutezile’nin ümmet üzerinde meydana getirdiği fitneler ve Müslümanları sevki idare etmeleri Müslüman halkların bu olumsuz hadiseler maalesef bu dönemin dini yapısına menfi yönetime bağlı kalma gerekliliğini hissetmelerine vesile olur. etkilerde bulunur. Daha önceleri Abbasi halifelerinin sünnet yanlısı bir tutum ortaya koymalarından dolayı yönetime hiç- DİNİ HAYAT İmam Buhârî’nin yaşadığı bu asırda İslâm devletinin sınırları bir hayli genişlediğinden ırkları ayrı, örf-adetleri ve yaşam biçimleri birbirinden farklı birçok millet aynı bayrağın hakimiyeti altında yaşamlarını sürdürüyordu. Aralarında bulunan onlarca farklı etkene rağmen ırk ve cins unsurunun üstünde müessir bir konuma sahip olan dini unsur onları bir yöne sevk edip bir cesedin azaları gibi kaynaştırmaktaydı. Günümüze varana dek İslâm ümmeti için her zaman sorun teşkil eden Farisiler bu dönemde de sorun haline gelirler. Mazide kalan unutamadıkları saltanatlarına ve ihtişamlarına son veren İslâm dinine karşı duydukları kin ve nefret onları silâhla yok edemedikleri bu dini tahrip etmeye sevk eder. Bu şeytani yönelişle İranlı Zerdüşt’ün inançlarını Müslümanlar arasında yaymaya başlarlar. Böylece Müslümanlar arasında sapık fırkaların ortaya çıkmasına yol açarlar. Farisilerin bu tahribatının yanında İslâm dinini Rasûlullah efendimizin sünnetinden saparak ve uzaklaşarak anlamaya çalışan bid’at fırkaların ortaya çıkması, berrak olan suyun rengini bir hayli bulandırır. Hz. Ali’ye mensubiyet iddiasıyla ortaya çıkan Şiâ’nın aşırı kolları Gulatu’ş-Şiâ, imânla beraber büyük günahın bir zararı olmaz diyen Mürcie, Allah’ın sıfatlarını yok sayan Muattıle ve Allah’ı yarattıklarına benzeten Mücessime bu dönemde tarlada ortaya çıkan yabani otlar gibi neşet ederler. bir zaman yaklaşamayan bu meş’um fırka, Harun Reşid’in oğlu Me’mun’un hilafet makamına geçip “Ta’rip Hareketi”ni başlatmasıyla yönetime yaklaşma fırsatı bulur. Me’mun bu hareketiyle gerek Yunan ve gerek Hint kültürüne vukufiyet sağlar. Zaten Yunan felsefesinden müteessir bulunan Mutezile, Me’mun ile ilâhi meseleleri tartışmaya girişir ve sonunda Me’mun’u kendi mezheplerini benimsemesini sağlarlar. İ’tizal görüşünü benimseyen Me’mun, ehli i’tizalı yönetimine yakınlaştırırken onlara karşı olan herkesle de amansız bir mücadelenin içine girer. Ümmetin âlim ve fadıl şahsiyetlerine her türlü eza ve cefayı reva görür. Me’mun’dan sonra gelen kardeşi Mu’tasım da kardeşinin vasiyetiyle aynı baskıları eksiltmeden sürdürür. Ehli sünnetin fedakâr ve cefakâr âlimi ve kutlu rehberi İmam Ahmed b. Hanbel’i Halku’l Kur’ân meselesinden dolayı tevkif edip eziyetlere maruz bırakır. Peygamber varisi bu kutlu imam her türlü eziyete rağmen dağların duruşunu resmeden salabet ve celadet dolu duruşuyla Mutezile’nin “Kur’ân mahlûktur” (Haşa!) fikrinin ümmet içinde yayılmasına engel olur. Mu’tasım’dan sonra gelen oğlu Vâsık da ilk dönemlerde selefleri gibi hareket eder. Ahmed b. Hanbel’in şedit düşmanlarından Ahmed b. Ebû Davut’un kışkırtmalarıyla halku’l kur’ân meselesini insanlara bütün şiddetiyle dayatır. Ancak halifeliğinin son dönemlerinde bu baskıyı kaldıran Vâsık vefat edeceği esnada yüzünü toprağa koyarak yaptıklarından Çıkışları İmam Buhârî’nin döneminden önceki döneme pişman bir şekilde “Ya men la yazulu mülkuhu irham men denk gelen ancak İmam Buhârî zamanında Abbasi halife- kad zale mülkuhu.” “Ey mülkü zeval bulmayıp ebedi olan, lerinin de desteğini arkasına alarak güçlü bir nüfuza erişen mülkü zeval bulan bu kuluna merhamet et.” der. 14 15 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI Vâsık’tan sonra hilafet makamına geçen kardeşi el-Mû- Her ne kadar beraberinde olumsuz neticeler getirse de tevekkil ‘alâ ‘l-Lâh i’tizal fikrini reddedip sünnete bağlılığını bu dönemin akli ilimlerde de büyük açılımlara sahne oldu- ilan ederek bu fitneyi ortadan kaldırır. Onun kaldırdığı bu ğu görülür. Ferdi çalışmaların yanı sıra Abbasilerin bilhassa fitnenin ateşinden İmam Buhârî de yöneticiler eliyle olma- Me’mun’un ta’rip hareketi şark âleminin garp âleminin kül- sa da zarar görür ve bu sebeple beldesinden çıkmak zorun- türü ile tanışmasına sebep olur. Tercüme ettirdiği kitaplar da kalır. Sonuç olarak İmam Buhârî’nin yaşadığı bu dönem felsefe ilminin yanı sıra matematik, tıp, astronomi ve diğer dini yaşam olarak çok sıkıntılı ve sancılı bir dönem olarak fenni ilimleri içermekteydi. Onun döneminde kurulan rasat- nitelendirilebilir. hane, beşeri ilimlerle de yeteri manada ilgilenildiğinin açık kanıtıdır. İLMİ HAYAT İmam Buhârî’nin yaşadığı bu çağı ilmi bakımdan altın çağ diye tanımlamak vakıasına en uygun tanımdır. Hicri ikinci asrın ilk dönemlerinde tedvin hareketi bu çağda her alanda zirvelere çıkar. Bilhassa nakli ilimlerle ilgili sonraki dönemler için kaynak teşkil edecek eserler bu dönemde telif edilir. Tefsir, kıraât, hadis, fıkıh, tarih, arapça ve edebiyatı hep bu dönemde en seçkin mümessillerini yetiştirir. Dört mezhep bu dönemde tekamüle erer. Dört mezhebin son imamı Ahmed b. Hanbel bu dönemde yaşar. Nakli ilimlerin en önemlisi Peygamber efendimizin sünneti bu dönemde emsalsiz eserlerle muhafaza altına alınır. İmam Buhârî ve Müslim’in Sahih’leri, Sünenu’l-Erbaa, İmam Ahmed’in Müsned’i, Dârimî’nin Sünen’i, İbni Ebi Şeybe ve Abdurrazzak es-San’ani’nin Musannef’leri ve daha birçok temel eserler bu dönemde İslâm ümmetinin değerli ilmi mirasının arasına girer. Ayrıca sünneti nebiye müteallık cerhta’dil, ilel, tabakat, vefeyat, teracimu’s-sikat ve’d-duafa ve daha başka konularda eserler telif edilir. Bütün bu çalışmalar akılları hayretler içinde bırakan dikkatler ve gayretler ile gerçekleştirilir. Hiç şüphesiz onlar, sürekli hayırda yad edilmeyi gerektirecek, şükranları celb edecek ve inşallah mizanda ağır basacak muvaffakiyetlere nail oldular. 16 İmam Buhârî’nin içinde yaşadığı bu çağın ilmi yapısını kuşatabilmek belki de üzerinde müstakil eserler yazmayı icab eder. Bu bakımdan birkaç satır ile bu alana işaret etmeye çalıştık. İmam Buhârî’nin hayatı ve ilmi muvaffakiyetlerini konu edeceğimiz müteakip başlıklarda bu çağın ilmi yapısı daha net görülecektir. NESEBİ Adı Muhammed, künyesi Ebû Abdullah ve lakabı İmamu’l-Muhaddisin olan İmam Buhârî hazretlerinin nesebi şöyledir: Muhammed b. İsmail b. İbrahim b. Muğire b. Berdizbeh el-Cufi el-Buhârî’dir. Berdizbeh farsça olup çiftçi anlamına gelmektedir. Berdizbeh kavminin dinine mensuptu. Yani Mecusilik inancını taşımaktaydı. Oğlu Muğire, Buhâra beldesinin yöneticisi olan Yeman el-Cufi vesilesi ile Müslüman olur. Bu sebeple Yeman el-Cufi’ye nisbeti vela ile anılırlar. Bu hadiseden sonra Muğire, Buhâra’ya yerleşip yaşamını orada sürdürür. Dedesi İbrahim ile ilgili kayda değer bir bilgi bulunmamaktadır.1 İmam Buhârî’nin babası İsmail, muhaddis bir zattı. Öyle ki Mâlik b. Enes ve Hammâd b. Zeyd gibi dönemin en seçkin 1. Hedyu’s-Sârî, s. 669. 17 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI muhaddislerinden hadis rivayet etti. Ayrıca Abdullah b. Mü- rür. İbrahim barek ile mülakat edip kendisinden istifade etti. Birçok Iraklı ağlayıp dua ettiğinden dolayı Allah senin çocuğuna gözlerini talebesi bulunan İmam Buhârî’nin babasının en seçkin tale- geri verdi” der.5 besi Ahmed b. Hafs şu söyleşiyi aktarır: “Ölüm sekeratında onun yanına girdim, bana şöyle dedi: “Benim malımda bir dirhem dahi şüpheli kazanç yoktur.” O bunu söylediğinde ben büsbütün küçüldüm.”2 İmam Buhârî’nin babasının, ilimde söz sahibi ve rehber bir insan olduğuna işaret eden daha başka hadiseler de vardır. Hatib Bağdadi senediyle İmam Buhârî’nin şöyle dediğini aktarır: “Ben babamın medresesinde, Ebû Hafs Ahmed b. Hafs’ın yanında Kitabu’l-Cami’i ders olarak dinliyordum.”3 Bu kıssa İmam Buhârî’nin babasının medresesinin bulunduğunu ve ilim tedris ettiğini göstermektedir. İmam Zehebi Siyer’inde Ebû Hafs Ahmed b. Hafs’ın hayatını aktarırken şöyle bir bilgiye yer verir: “Bir gün Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizi üzerinde gömlek olduğu halde rüyamda gördüm. Yanında bir kadın vardı ve ağlıyordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz ona “Ağlama, ben öldüğüm zaman ağlarsın.” dedi. Bu rüyayı tabir edecek kimse bulamadım. Ta ki İmam Buhârî’nin babası İsmail b. İbrahim bu rüyanın Rasûlullah efendimizin sünnetinin devamına işaret ediyor demesiyle rüyayı anladım.”4 Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini ihya etme ve hizmeti ile payidar olma saadetine nail olan İmam Buhârî, babasının da muhaddis olması ayrıca bu değere kıymet katmaktadır. İmam Buhârî’nin validesi de Allah’a yakın, duası mak- aleyhisselam ona: “Ey kadın! Sen çocuğun için çok İmam Buhârî’nin gözlerinin nasıl bir sebeple kaybettiği hususunda bir bilgi bulunmamaktadır. Ancak daha sonra gözlerinin iyi gördüğünü mehtaplı gecelerde yaptığı teliflerden anlıyoruz. İmam Buhârî’nin gözü ile alakalı imtihanının bununla sınırlı olmadığı İmam Sübki’nin Tabakât’ında aktardığı şu kıssadan anlaşılmaktadır. Cibril b. Mikail, ben Buhârî’nin şöyle söylediğini duydum dedi: “İlim rihletlerinde bulunduğum zamanlarda Horasan’a vardığımda gözlerim görmez oldu. Zatın biri başımı tıraş edip hatmi bitkisi ile karıştırıp gözüme sürmemi tavsiye etti. Ben de böyle yaptım. Allah (c.c.) gözlerime şifa verdi.”6 İmam Buhârî, babası ve annesi bize yüce Rabbimizin şu âyetlerini hatırlatmaktadır: “Güzel memleketin bitkisi Rabbinin izniyle çıkar, kötü olandan ise yararsız bitkiden başka bir şey çıkmaz.”7 Kazancına bir gram şüpheli bir şey karıştırmamış hadis âlimi bir baba ile duası makbul, saliha, belki de veliye bir anneden böyle bir şahsın doğması son derece vakasına mutabık bir hadisedir. Yüce Allah hepsinden razı olsun ve makamlarını âli kılsın. DOĞUMU bul bir kadındı. Zira İmam Buhârî çocukluğunda gözlerini İmamı Buhârî 13 Şevval 194 H/21 Temmuz 810 tarihinde kaybeder. Annesi bu durum karşısında çok üzülür, gözyaşı Cuma günü Buhâra’da doğmuştur. Doğum tarihi ve yeri ki- döker ve dua eder. Bir gün İbrahim tapların üzerinde ittifak ettikleri bir husustur. Zira bu husus 2. Tabakatu’ş-Şâfiîye, c. 2, s. 213. 3. Tarihu Bağdad, c. 2, s. 11. 4. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 10, s. 157. 18 aleyhisselam’ı rüyasında gö- 5. Tabakatu’ş-Şâfiîye, c. 2 s. 216. 6. Tabakatu’ş-Şâfiîye, c. 2 s. 216. 7. Araf, 58. 19 BİRİNCİ BÖLÜM İmam Buhârî tarafından babasının hattıyla aktarılmıştır.8 Bu beldeye nispeten kendisine Buhârî denmiştir. Küçük yaşta yetim kalan İmam Buhârî, annesi tarafından yetiştirilmiştir. YETİŞMESİ VE İLK TAHSİLİ Ufak yaşta Kur’ân-ı Kerîm’i ezberleyen İmam Buhârî, henüz on yaşlarındayken hadis ezberine merak sardı. Talebesi ve katibi Ebû Cafer Muhammed b. Ebû Hâtim, aralarında geçen şu konuşmayı aktarır: “Bir gün kendisine ilme nasıl başladığını sordum. Dedi ki: “Henüz on yaşlarındayken hadis ezberine meylettim. O zaman mektepte (medrese) bulunmakta idim. Mektepten sonra İmam Dâhili’nin derslerine katıldım. İmam Dâhili bir gün hadis aktarırken senedi şöylece sıraladı; Süfyan (Sevri) Ebû Zübeyr’den o da İbrahim’den rivayet etti. Ona Ebû Zübeyr’in İbrahim’den rivayette bulunmadığını söyledim. Beni azarlamasına rağmen ona aslına müracaat etmesini teklif ettim. Bu teklifime olumlu yaklaşıp aslına müracaat etti. Daha sonra çıkıp bana nasıl okuduğumu İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI şüphe duymaksızın konuya vâkıf olması, ikincisi; bu meseleyi arz etmesi ve her türlü tepkiye rağmen akıl ve hikmet dolu bir üslup ile savunması, üçüncüsü; hocası İmam Dâhili’nin ne denli hakşinas bir davranış ortaya koyduğudur. Çünkü o talebesi Muhammed b. İsmail’in doğru söylediğini topluluğun önünde itiraf etmiş ve yanlışını onun vesilesiyle düzeltmiştir. İmam Buhârî ilim yolculuklarına çıkmadan Buhâra’daki hocalarından ilk tahsilini tamamlar. Bu dönemde Muhammed b. Selam el-Bikendi, Muhammed b. Yusuf el-Bikendi, Abdullah b. Muhammed el-Müsnedi, Muhammed b. Gureyr, Harun b. el-Es’aş ve daha başka Buhâra’nın seçkin hadis âlimlerinin derslerine katılır. Derslerinde hocalarının dikkatini celp eden İmam Buhârî çocuk yaşta dahi hadisteki maharetinden dolayı hocalarının mehabet noktası haline gelir. Öyle ki hocası Muhammed b. Selam el-Bikendi, İmam Buhârî ile alakalı şunları söyler: “Bu çocuk her yanıma geldiğinde şaşırıp hadisleri karıştırıyorum ve o yanımdan çıkmadığı sürece bu hal ve korkum devam ediyor.”10 olayın önemsenmesi gereken üç yönü vardır. Birincisi; İmam Süleym b. Mücahid’in anlattığı şu hadise İmam Buhârî’nin bu dönemde dahi hadise ne denli vâkıf olduğunu açık bir şekilde göstermektedir: “Bir gün Muhammed b. Selam el-Bikendi’nin yanındaydım. Bana şöyle dedi: “Eğer daha önceleri burada olsaydın yetmiş bin hadis ezbere bilen bir çocuk görecektin.” Bunun üzerine onunla karşılaşmak için yola çıktım. Kendisiyle karşılaştığımda yetmiş bin hadis bildiğini söyleyen sen misin dedim? “Evet ve daha fazlasını ezbere bilmekteyim. Sana hangi sahâbe ve tabiinden hadis aktarırsam onların doğum, ölüm tarihlerini ve nerede yaşadıklarını aktarabilirim. Ayrıca gerek sahâbe gerek tabiin sözü aktardığımda, mutlaka o hususta Kur’ân’dan ve sünnetten Buhârî’nin bildiği ilmi meselede tereddüt, zan ve herhangi bir bir asıla dayandıracak mahfuzata sahibim.” dedi.”11 8. Zehebi, Tarihu’l-İslam, c. 6, cüz 1, s. 142. 9. Zehebi, Tarihu’l-İslam, c. 6, cüz 1, s. 143. 10. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 417. 11. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 417. sordu. Ben de oradaki râvinin Zübeyr b. Adiy olduğunu ve onun İbrahim’den rivayette bulunduğunu söyledim. Bunun üzerine kalemini alıp onu düzelterek doğru söylediğimi kabul etti.” İmam Buhârî’nin bazı arkadaşları o esnada kaç yaşında olduğunu sorunca; on bir yaşında olduğunu belirtti.”9 İmam Buhârî’nin henüz çocuk yaşlarda iken ilmin tashihi için ortaya koyduğu bu kararlı ve adap dolu ısrarlı davranışı doğrusu her türlü takdirin üstündedir. Zira böyle bir davranış onu bizlere yaşça çocuk olsa dahi, aklen olgun kemale ermiş bir insan hüviyetinde göstermektedir. Bizce bu 20 21 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI Bu yaşlarda böyle nitelikli peygamber mirasına sahip olmak, doğrusu her türlü övgüyü ve kendisine gıpta edilmeyi celp etmektedir. Zira çocuk yaşta ezberlenen bu bilgiler masal, hikaye, efsane değil hakikat ve marifetten ibarettir. İmam Buhârî’nin bu dönemde yaşadığı şu olay son derece manidardır. Katibi Muhammed b. Ebû Hatim “Ben Muhammed b. İsmail’in şöyle dediğini duydum” dedi. “Hocam Muhammed b. Selam el-Bikendi bana kitaplarını vererek “Bu kitaplara bak ve içinde rastladığın hataları belirt ki onları rivayet etmeyeyim.” dedi. Ben de bu isteğini yerine getirdim.” Muhammed b. Selam, İmam Buhârî’nin sağlam olduğunu belirttiği hadislerin yanına “radiye’l-feta” (yani genç, bu hadisin sahih olduğunu kabul edip razı oldu) ve zayıf olduğunu belirttiği hadislerin yanına “lem yerda’ el-feta” (yani genç, bu hadisin sağlam olduğunu kabul etmedi) diye yazmıştı. Bazı arkadaşları kim bu genç diye sorunca “O benzeri olmayan Muhammed b. İsmail’dir.” demişti.12 Rihlet genel anlamıyla insanın hakâik (haktan gelen bilgiler) ilmini elde etmek için gerçekleştirdiği yolculuğa denir. Özelde, hadis talebi ve âli senedlere sahip olup Rasûlullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in hadislerini daha yakın ağızlardan aktarmak için gerçekleştirilen yolculuğun adıdır. Rasûlullah efendimizin vefatıyla çeşitli şehirlere giden sahâbiler, ilimlerini de o şehirlere götürmüşlerdi. Sadece bir sahâbiyi düşünürsek onun peygamberin sözlerine, hallerine, işlerine ve tüm yaşantısına vâkıf olması söz konusu değildir. Öyle ki bir sahâbinin bildiği bir hususu diğer sahâbinin bilmemesi gayet doğal bir durumdur. Örneğin Hz. Ömer radiyallahu anh, isti’zan (üç defa selam vererek içeri girmek için izin istemek) hadisini Ebû Musa el-Eş’ari’den öğrenmişti. Hatta onunla yetinmeyip bir de bu hadisi bilen bir şahit getirmesini istemişti. Ebû Said el-Hudri böyle bir hadisin var olduğunu söyleyince Hz. Ömer “Beni çarşı pazarda ticaretle uğraşmak, hadisleri dinleyip öğrenmekten alıkoydu.” demişti.13 “Bal tutan parmağını yalar” sözünün muktezası üzere hakikat ve marifeti Rabbinin lütfuyla kesb eden İmam Buhârî’nin, her dönemde olduğu gibi ömrünün ilk devresinde de hem arkadaşları hem de hocaları tarafından kendisinden böylece istifade edilmesi, onun yüce Allah’ın muhteşem âyetlerinden (varlığına, birliğine, yüceliğine işaret eden) bir âyet olduğunu göstermektedir. Bundan ötürü ilmi ve marifeti iktisap etmek ilim membalarına gitmeyi gerektirir. Sahâbenin sözleri ve yaptıkları bunun ispatıdır. Abdullah b. Mesûd’u radiyallahu anh “Kendisinden başka ilâh olmayan Allah’a yemin ederim ki, şüphesiz ben bir surenin nerede indiğini, bir âyetinde kimin hakkında indiğini bilirim. Şayet Allah’ın kitabını benden daha iyi bileni tanıyıp, bineklerin beni ona ulaştıracağını bilsem muhakkak ki ona doğru yolculuğa çıkarım.”14 demesi bunun açık kanıtıdır. İmam Ahmed b. Hanbel’e ilmi çok olan bir âlimden ilim talep etmek mi yoksa ilim yolculuklarına çıkmak mı daha faydalıdır diye sorulunca; “Rihlet yapıp şehirlerin âlimlerinden ilmi yazmak ve onlarla yüz yüze konuşmak daha faydalıdır.” dedi. Ebû’l-Aliye “Biz sahâbiden bir vasıtayla hadis duyduğumuzda buna razı olmayıp direk sahâbilerin yanına gider ve o hadisi onlardan dinlerdik.” derdi.15 RİHLETİ İmam Buhârî beldesinden, Buhâra’dan her türlü istifadeyi tamamlayınca, rihlet etmeye karar verir. Onun, hadis uğrunda gerçekleştirdiği ilim yolculuklarına değinmeden önce, rihletin manası, önemi ve gereği üzerinde durmamız, İmam Buhârî’nin geçirdiği bu evreyi daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. 12. Tehzibu’l-Kemal, c. 6, s. 235. 22 13. Buhârî, 6245. 14. Buhârî, 5002. 15. İbnul Hacer, Fethu’l-Bârî, c. 1, s. 230. 23 BİRİNCİ BÖLÜM Elbette bir bilgiye sahip olmakla, nitelikli bir bilgiye sahip olmak arasında farklar vardır. İşte rihletin önemi burada kendisini göstermektedir. Nitelikli bilgi elde etmek bilginin kaynağına yaklaşmakla mümkün olur. Kaynağından elde edilen bir bilgi, sahibini güvene eriştirdiği gibi geriden gelenlere emin ve sağlam bilgiler aktarmasını sağlar. Burada ilim uğrunda gerçekleştirilen bazı rihletleri anlatmamız konunun somut beyanı olacaktır. Ulu’l-azm peygamberlerden olan Hz. Musa aleyhisselam’ın yeryüzünde kendisinden daha âlim bir kulun bulunduğunu yüce Allah celle celaluhu’dan öğrenince o kulun sahip olduğu ilimden kendisine de öğretmesi için yolculuğa çıkması, rihletin sadece peygamberlerin peşinden giden etbaının mihneti olmadığını, adı ve makamı ne olursa olsun, bunun hakikate ve marifete doğru gerçekleştirilen kutlu bir yolculuk olduğunu açık bir şekilde ispat etmektedir.16 Kıssanın detayları incelendiğinde, Musa aleyhisselam’ın Allah celle celaluhu tarafından böyle bir yolculuk tertip etmek ile mükellef kılınmamasına rağmen bu âlim zat ile görüşmek için Allah’tan ona nasıl gidebileceğini talep ettiğini ve nasıl bir kararlılıkla bu yolcuğu gerçekleştirdiği görülecektir. Ebû Zer radiallahu anh’ın müslüman olması da böyle bir rihlet ile gerçekleşir. İbn-i Abbas radiallahu anh Ebû Zer radiallahu anh’ın şöyle söylediğini aktarır: “Ben Gifar kabilesinden bir kimse idim. Mekke’de kendisinin peygamber olduğunu söyleyen bir kişinin haberi bana ulaştı. Kardeşime, git bu kimseyle konuş ve bana onunla alakalı haber getir, dedim. O da: gitti ve kendisiyle görüşüp döndü. Yanındaki malumat nedir dedim? O da “Vallahi bir adam gördüm iyiliği emrediyor, kötülüğü yasaklıyor” dedi. Ben ona “Verdiğin haberle gönlüme şifa veremedin.” dedim ve azık torbamla değneğimi alıp Mekke’ye doğru yola çıktım.” Kıssanın devamını özetle anlatacak olur16. Geniş detay için bkz. Kehf suresi 60-82 arası, Buhârî, 74. hadis. 24 İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI sak; Ebû Zer radiallahu anh Mekke’ye gelir, Kabe’de kalıp zemzem suyu içerek Rasûlullah efendimiz ile buluşmayı umarken Hz. Ali onu evinde tanımadığı halde misafir eder ve Rasûlullah efendimizin huzuruna götürür. Hz. Peygamber’i gören Ebû Zer ondan İslâm’ı öğrenmeyi talep eder. Kendisine İslâm’ı anlatan Allah’ın peygamberine oracıkta imân edip imânını Kureyşliler’in karşısında Kabe’nin yanında izhar eder.17 Burada üzerinde önemle durulması gereken husus, Ebû Zer (r.a.)’ın kardeşinin aktardığı bilgilerle yetinmeyip vasıtayı aradan kaldırarak doğrudan marifetin kaynağına yönelmesidir. Hz. Ömer’in ensardan bir komşusuyla dönüşümlü bir şekilde Peygamber efendimizin yanına gelmeleri, marifet menbasından fütursuz bir şekilde faydalanmak amaçlıydı. Kıssayı İmam Buhârî Sahih’inde şöyle aktarır: Hz. Ömer şöyle dedi: “Ensardan bir komşumla birlikte Medine’nin yakın köylerinden biri olan Ümeyye b. Zeyd oğullarının diyarında bulunuyorduk. Dönüşümlü olarak Rasûlullah sellem’in sallallahu aleyhi ve yanında bir gün ben kalırdım, bir gün o kalırdı. Ben yanında kalırsam o günün vahiy veya diğer haberlerini ona iletirdim. Arkadaşım kaldığında o bana iletirdi.18 İmam Buhârî, Kitabu’l-İlim’de el-Huruç fi Talebi’l-İlim babında başlığın hemen altında Cabir b. Abdullah’ın bir hadis için Abdullah b. Üneys’e bir ay yolculuk gerçekleştirdiğini aktarır.19 Kıssa özetle şöyledir: “Bana Rasûlullah efendimizin ashâbından birisinin bizzat Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den bir hadis duyduğu haberi ulaştı. Bir deve satın aldım. Yükümü yükleyip o sahâbiye doğru yola çıktım. Bir aylık yolculuk sonunda Şam’a vardım. O sahâbinin Abdullah b. Üneys olduğunu öğrendim. Kapıcısına Cabir’in kapıda olduğunu söylemesini istedim. O da Cabir b. Abdullah mı diye sordu? 17. Buhârî, 3861. hadis. 18. Buhârî, 89. hadis. 19. Buhârî, Kitab-ul İlim, 19. İmam Buhârî bu bilgiyi senetsiz aktarır. 25 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI Ben de evet dedim. Bunun üzerine Abdullah b. Üneys çıktı Rihlet her ne kadar önemli ve gerekli olsa dahi kamil ve bana sarıldı. Ona dedim ki: Rasûlullah efendimizden bir bir akla, güçlü bir iradeye ve yüce gayelere sahip olmayan hadis duyduğunu işittim. Onu senden dinlemeden ölmekten insanlar için hiç de kolay bir iş değildir. Binlerce sıkıntının veya senin ölümünden endişe ettim. O da Rasûlullah efen- çepeçevre kuşattığı bir yol olduğu tasavvur edilirse, bu yo- dimizden işittiği insanların kıyamet günü sünnetsiz, çıplak lun saliklerinin işlerinin hiç de kolay olmadığı anlaşılır. Zira bir şekilde haşr edileceklerini ve yakın olanların da uzak beldesinden, sevdiklerinden ayrılma, uzak beldelere belki olanların da duyacağı bir sesle Allah-u Teala’nın kendileri- bineksiz gitmek zorunda kalarak yollarda açlık, susuzluk ne sesleneceği hesap hadisini aktardı.” Görüldüğü üzere bir sahâbe diğer bir sahâbeye bilmediği değil, bilip de Rasûlullah efendimizden işitmediği bir hadisi o sahâbeden işitmek için meşakkatli bir yolculuğa katlanmakta ve her türlü fedakarlığı göze almaktadır. Sahâbe döneminden sonra da tabiin, tebei tabiin ve daha sonraki dönemlerde bir hadis için hatta bir iki kelime için rihletler tertip edilmiştir. Tabiinin büyüklerinden Âmir b. Şurahbil el-Kufi el-Hemedani; “Bana üç hadis zikredildi. Ben de bunları Rasûlullah efendimizin ashâbından dinlemek için Kufe’den Mekke’ye gittim.” dedi.20 Yine tabiinin büyüklerinden Hasan el-Basri ve Mesruk b. Ecda el-Hemedani’nin bir kelime için rihlet ettikleri aktarılmaktadır. Burada hadis uğrunda gerçekleştirilen rihletleri tümüyle aktarmamız tabiatıyla mümkün değildir. Ancak İbni Haldun’un Mukaddimesi’nde belirttiği üzere meşayih ile görüşmede ve ilimleri talep uğrunda gerçekleştirilen yolculuklar, öğrenimi kemal derecede artırır. Bunun sebebi insanlar maariflerini, ahlâki değerlerini, mensup oldukları mezhepleri ve faziletleri ya eğitim yoluyla ya da direkt telkin ve tabi olma yoluyla elde ederler. Ancak doğrudan telkin ve tabi olma yoluyla ilimlere karşı oluşan melekeleri diğer şekillerde olmadığı kadar güçlü ve sağlam olur. Talebenin hocaları çok olduğu oranda ilme yönelik melekeleri de daha sağlam ve derin olur.21 20. el-Muhaddisu’l-Fasıl Beyne’r-Ravi Ve’l Vaî, s. 224. 21. İbni Haldun, Mukaddime, s. 189. 26 gibi her türlü tehlikenin hedefinde, insan bedeninin muhtaç olduğu her çeşit rahattan mahrum bir yaşamın adıdır rihlet. İçinde taşıdığı engin hadis sevgisi, dağların duruşunu resmeden karar dolu iradesi, insanlığa rehber olan kamil aklı ve görenleri hayretler içinde bırakan sıra dışı hafızasıyla İmam Buhârî, rihleti kendisine hayat haline getirmişti. İmam Buhârî’nin katibi Muhammed b. Ebû Hâtim, Buhârî’nin ilk rihletinden bahsederken şunları söylediğini aktarır: “16 yaşına geldiğimde Abdullah b. Mübarek’in ve Vekî b. el-Cerrah’ın kitaplarını ezberledim. Rey ehlinin kelamını da (ilme bakışını) öğrendim. Daha sonra annem ve kardeşim Ahmed ile Mekke’ye hac yolculuğuna çıktım. Hacdan sonra annem, kardeşimle Buhâra’ya geri döndü. Ben ise Mekke’de hadis talep etmek için kaldım.”22 Daha sonraki dönemlerde İslâm beldelerini neredeyse istisnasız dolaşan İmam Buhârî, binden fazla muhaddisten hadis rivayet etti. İbni Asakir, Tarihu’d-Dimeşk’inde senedi ile Muhammed b. İsmail’in şöyle söylediğini aktarır: “Hicaz, Mekke, Medine, Kufe, Basra, Vasıt, Bağdat, Şam ve Mısır şehirlerinin muhaddislerinden binden daha çok kimse ile defalarca, dönem dönem, kırk altı sene zarfında mülâkat edip hadis topladım. Şam ve Cezire’ye iki, Basra’ya dört, Hicaz’a altı defa rihlette bulundum. Kufe ve Bağdat’a ise kaç defa girdiğimi ben dahi saymadım. Horasan beldelerine de rihletler gerçekleştirdim. Bu beldelerde Mekki 22. Tarihu’d-Dimeşk, c. 52, s. 57. 27 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI b. İbrahim, Yahya b. Yahya, Ali b. el-Hasan b. Süfyan, Küteybe mukaddimesi Hedyu’s-Sâri’de bu tabakaları beş tane olarak b. Said ve Şihab b. Mâ’mer’den hadis aldım. Şam’da Muham- sıralamaktadır. Birinci tabaka: Kendisine tabiinden hadis ak- med b. Yusuf el-Firyabi, Ebû Müshir, Abdul Âla b. Müshir, taran hocalarıdır. Örneğin, Muhammed b. Abdullah el-Ensa- Ebû’l-Muğire, Abdul Kuddus b. el-Haccac ve Ebû’l-Yaman ri Humeyd’den, Mekki b. İbrahim, Yezid b. Ebû Ubeyd’den, el-Hakem b. Nafi’den hadis aldım. Mısır’da Yahya b. Bükeyr, Ebû Âsım en-Nebil, Yezid b. Ebû Ubeyd’den, Ubeydullah b. Leys b. Sâd’ın katibi Ebû Salih, Said b. Ebû Meryem, Esbağ b. Musa, İsmail b. Ebû Halid’den, Ebû Nuaym Â’meş’ten, Hal- el-Ferec ve Nuaym b. Hammâd’dan, Mekke’de Abdullah b. lad b. Yahya, İsa b. Tahman’dan ve Ali b. Ayyaş ile İs’am b. Yezid el-Mukri, el-Humeydi, Süleyman b. Harb ve Ahmed b. Halid, Hariz b. Osman’dan hadis rivayet etmişlerdir. Dikkat Muhammed el-Ezraki’den, Medine’de İsmail b. Ebû Uveys, Mutarrif b. Abdullah, Abdullah b. Nâfi ez-Zübeyri, Ahmed b. Ebû Bekr ez-Zuhri, İbrahim b. Hamza ez-Zübeyri ve İbrahim b. el-Münzir el-Hizami’den, Basra’da Ebû Âsım ed-Dahhak b. Mahlet eş-Şeybani, Ebû el-Velid, Hişam b. Abdulmelik, Haccac b. el-Minhal ve Ali b. Abdullah b. Cafer’den, Kufe’de Ebû Nuaym el-Fadl b. Dukeyn, Ubeydullah b. Musa, Ahmed b. Yunus, Kabise b. Ukbe, İbnu Numeyr ve Ebû Şeybe’nin iki oğlu Abdullah ve Osman’dan, Bağdat’ta Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Main, Ebû Mâ’mer, Ebû Hayseme ve Ebû Ubeyd el-Kasım b. Sellam’dan, Cezire’de Amr b. Hammâd el-Harrani’den, Vâsıt’ta Amr b. Avn ve Âsım b. Ali’den, Merv’de Sadaka b. el-Fadl ve İshâk b. İbrahim el-Hanzali’den hadis rivayetinde bulunmuştur.23 Elbette İmam Buhârî’nin kendisinden hadis rivayet ettiği hocalar bu beldelerde saydıklarımızla sınırlı değildir. Örnek olarak zikrettiğimiz bu beldeler ve şahıslar İmam Buhârî’nin nasıl bir rihlet süreci geçirdiğini göstermektedir. Rihletin temel amaçlarından olan âli sened ile hadis aktarmak İmam Buhârî’nin gerçekleştirdiği emellerdendir. Kendilerinden hadis rivayet ettiği hocaları, aynı tabakadan olmayıp çeşitli tabakalardan İmam Buhârî’nin âli ve nazil senedlerini oluşturmaktadır. İbni Hacer el-Askalânî, Fethu’l-Bâri’nin 23. Tarihu’d-Dimeşk, c. 52 s. 58. 28 edilmesi gereken husus, bu tabakadaki hocalarının hepsinin tabiinden hadis rivayet etmeleridir. İkinci tabaka: Yukarıda zikri geçen hocalarının asrında yaşayıp tabiinin sikalarından rivayette bulunmayanlardır. Âdem b. İyas, Ebû Müshir b. Abdul Âla, Abdul Âla b. Müshir, Said b. Ebû Meryem ve Eyyub b. Süleyman b. Ebû Bilal gibi hocaları bu tabakanın bariz ricâllerindendir. Üçüncü tabaka: Hocalarından orta tabakayı teşkil edenlerdir. Bunlar tabiin ile karşılaşmış ancak tebei tabiinin büyüklerinden hadis rivayet etmişlerdir. Süleyman b. Harb, Kuteybe b. Said, Nuaym b. Hammâd, Ali b. el-Medini, Yahya b. Main, Ahmed b. Hanbel, İshâk b. Rahveyhi ve Ebû Bekir ile Osman ibni Ebû Şeybe ve benzerleri bu tabakanın ricâlleridir. Dördüncü tabaka: Hadis talebinde kendisiyle aynı dönemi paylaşan ancak kendisinden zaman itibariyle biraz daha önce hadis rivayetine başlayanlardır. Muhammed b. Yahya ez-Zuhli, Ebû Hâtim er-Razi, Muhammed b. Abdurrahim, Abd b. Humeyd, Ahmed b. Nadr ve emsalleri. Bunlar İmam Buhârî’nin emsali olmasına rağmen onlardan hadis rivayet etmesinin iki nedeni vardır. Birincisi; bazı hadisleri hocalarından doğrudan alamayışı, ikincisi; bir takım hadislerin de bunlardan başkası tarafından rivayet edilmemesidir. Beşinci tabaka: Sened ve yaş bakımından İmam Buhârî’nin talebesi mesabesinde olanlar. Abdullah b. Hammâd el-Âmili, Abdullah b. Ebû’l-As el- Havarazmi ve Hüseyin b. Muhammed el-Kabbani ve diğerleri. İmam Buhârî bu 29 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI tabakadan az sayıda hadis rivayet etti. Bunda Osman b. Ebû izah edilmeye ihtiyaç duyulmayan gerçeklerdir. Yeryüzün- Şeybe’nin Vekî b. el-Cerrah’tan rivayet ettiği şu kıstas gereği de yaratıcısının emirleri doğrultusunda kendisine halifelik hareket etti. Kişi üstündekilerden, seviyesindekilerden ve al- makamı verilen insanın sahip kılındığı özellikleri görevinin tındakilerden hadis rivayet etmedikçe âlim olamaz. gereğine göre kullanması lüzum arz eden bir durumdur. 24 Çocuk yaşlarda hadis sevgisi kalbine yerleşen, beldesinde bulunan hadis ulemasından ilk tahsilini elde edip, yetmiş bin hadisin üstünde vukufiyet sağlayan, sırasıyla Mekke, Medine ve Hicaz diyarlarında altı sene ayrı ayrı zamanlarda kalan sonra Basra’ya oradan Kufe’ye, Bağdat’a, Şam’a, Mısır’a, Cezire’ye, Vasıt’a ve Horasan beldeleri Merv, Belh, Herat, Nisabur ve Rey’e rihletler tertip ederek muazzam bir gayret ortaya koyarak insan idrakinin algılamakta zorlandığı rakamlara ulaşan İmam Buhârî, tartışmasız Peygamber efendimizin sünnetinin muhafazasında müttefekun aleyh bir makamda bulunmaktadır. Bu da ancak yaratıcısının buyruklarına bağlı hareket etmesi ile mümkün olur. Kul olmasının gereği de budur. Allah’ın en seçkin kulları peygamberler insan olmaları haysiyetiyle kendilerine verilmiş bu özellikleri bizatihi veriliş gayelerine uygun bir şekilde kullanmışlar, kalp ile hakkı akletmiş, göz ile hakkı görmüş, kulak ile hakkı işitmiş, dil ile hakkı konuşmuş ve bütün azalarını hak uğrunda seferber etmişlerdir. Peygamberlerle ihsan olunmuş insanlar da böyle davranmayı ganimet addederek bütün unsurlarını bu uğurda seferber etmekten geri durmamışlardır. Hiç şüphesiz insana verilen özellikler arasında öğrendiklerini ezberleme ve ezberlediklerini muhafaza etme kabiliyeti de vardır. Bütün azalarda olduğu gibi, bu özelliği de HAFIZASI VE HADİS EZBERİ Varlıkları yoktan yaratan yüce Allah celle celaluhu onları yapılarına ve gereklerine uygun özelliklerle donatmıştır. Bunu bir misal ile anlatmak mümkündür. Güneşi aydınlatmak, ısıtmak ve daha başka sebepler için yaratan yüce Allah le celaluhu cel- onun yapısına yanıcı maddeler ve ışık saçan ışınlar yerleştirmiştir. Mevcudat içinde gördüğü işlev, bu özelliklere sahip olmasını gerektirmektedir. Işınları ve yanıcı maddeleri bulunmayan güneşin işlevini gerçekleştirmesi söz konusu değildir. Kâinat içerisinde üstün bir yeri olan insan da yapısına ve mükellef kılındığı gereklere uygun özelliklerle yaratılmıştır. Akleden kalbin, yöneten beynin, gören gözün, işiten kulağın, tutan elin ve yürüyen ayağın insana sebepsiz verilmediği, 24. Hedyu’s-Sârî, s. 670-671. 30 olumlu veya olumsuz kullanmak mümkündür. Tarih boyunca insanların zihinlerini faydasız, Allah’tan kopuk bilgilerle, efsaneler, ütopyalar ve doğruya musib olmayan felsefeler ile kirlettiği, buna mukabil Rahman’ın insanlık için gönderdiği karanlıklardan aydınlığa çıkaran reçetelerinden bihaber hareket ettikleri görülmektedir. Bunun tabi neticesi şer dolu bir yaşam ve fesat içerikli bir hayattan başka bir şey olmamıştır. Zira insanların zihinlerine hâkim olanlar, hayatının da geçeri haline gelmiştir. Duyularını yüce Allah’ın hitaplarına çevirip zihinlerini hakikatler ile mamur kılan insanlar ise hayatlarını gecesi gündüz gibi aydın, taze bir bahar âlemi haline getirmeye muvaffak olmuşlardır. Şunu açık bir şekilde belirtmek gerekir ki hiçbir düşünce ve felsefe insan zihnine yerleşmeye, Allah’ın peygamberlerine gönderdiği ilâhi buyruklardan daha evla değildir. Bu 31 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI bakımdan ilâhi bilgilerden kopuk düşünce ve felsefelerle bir genç olduğu halde onun peşinden koşarak hadis talep meşguliyetin kazanç değil, mahrumiyet addedilmesi gerekir. eden marifet ehli, onun etrafında sayıları binleri aşan meclis- Zira aciz olanlardan tevellüt eden düşünce ve anlayışların pe- ler kurup ondan hadis yazıyorlardı. şinden gitmek, acziyete talip olmak anlamına gelir ki bu aynı zamanda kemalden mahrum olmanın da adıdır. Muhammed b. el-Ezher es-Sicistani, İmam Buhârî ile Süleyman b. Harb’in meclisinde bulundukları anları şöylece Peygamber mirasından payidar olmak isteyen Rah- aktarır: Muhammed b. İsmail hadisleri dinliyor ancak yaz- man’ın akıllı, müteyakkız kulları bu uğurda bütün unsurla- mıyordu. Meclistekiler birbirlerine neden hadisleri yazmıyor rını ve kabiliyetlerini seferber etmekten geri durmamışlar, dediklerinde aralarından biri, “O hadisleri dinleyip onları düşüncelerini buna hasredip, gayretlerini bu yönde harca- Buhâra’da ezberinden yazar.” dedi.26 İmam Nesâi’nin hoca- mışlardır. İmam Buhârî bunun en güzel örneklerindendir. larından Abbas b. Fadl er-Razi’ye Ebû Zur’a mı yoksa Buhârî Onun peygamber mirasını elde etme uğrunda vakfettiği mi daha hafız diye soruldu? Dedi ki: “Buhârî ile Hülvan ile hayatın yanında Mevlası’nın kendisine bahşettiği hafıza ve Bağdat arasında karşılaştım. Onunla bir merhale yolculuk ezber kabiliyeti fazlasıyla konu edilmeye değerdir. Doğrusu yaptım. Bilmediği bir hadis getirmek için çok uğraştım fakat biz böyle bir hafızanın kadrini, kıymetini nasıl takdir edebi- buna güç yetiremedim. Ebû Zur’a’ya ise saçının adedince bil- leriz diye sorguladığımızda bunun ancak Allah’ın yüceliğine mediği hadis getirebilirim.”27 işaret eden âyetlerden bir âyet olduğunu söylemenin doğru olacağı kanaatindeyiz. Zira İmam Buhârî’nin hayatında bu kanaati doğrulayan birçok hadise bulunmaktadır. Bunlardan bir tanesi talebesi ve kâtibi Muhammed b. Ebû Hâtim’in aktardığı şu hadisedir: “Ben, Hâşid b. İsmail ile bir arkadaşını şöyle söylerken işittim. Biz Buhârî ile o henüz genç iken hadis dinlemeye gidiyorduk. Günler geçtiği halde o hiç hadis yazmıyordu. Bunun üzerine ona niçin yazmadığını ısrarla birkaç defa sorduk. O da “Siz çok ısrar ettiniz. Bu güne kadar kaç tane hadis yazdınız bana arz ediniz.” dedi. Biz de yanımızda bulunan toplamda on beş bini aşan hadisi ona arz ettik. Hepsini ezberden okudu. Öyle ki yazdıklarımızı onun ezberine göre düzeltip sağlamlaştırdık. Daha sonra “Siz beni günlerini zayi ediyor ve boş yere gidip geliyor mu zannediyorsunuz?” dedi. Biz bununla anladık ki onu geçmek mümkün değildir.25 Bu olayın gerçekleştiği dönemlerde yüzünde tüy bitmemiş 25. Zehebi, Tarihu’l-İslam, c. 6, cüz 1. s. 144. 32 İmam Buhârî’nin bütün teracim kitaplarında geçen Bağdat’ta imtihana çekilme hadisesi, akılları hayretler içinde bırakan ve onun engin hıfzına açık bir şekilde işaret eden harikulade bir olaydır. Kıssa şu şekildedir: İmam Buhârî Bağdat’a geldiğinde ashâbu’l-hadis bir araya gelip onu imtihan etmeye karar verir. Yüz hadisin metinlerini ve senedlerini birbirine karıştırarak her on hadisi ona sorması için bir adama verirler. Böylece yüz hadisi on kişiye taksim ederler. İnsanlar bu meclisi doldurduklarında, teker teker her şahıs vazifelendirildiği hadisleri İmam Buhârî’ye sırasıyla, hadislerin metinlerini ve senedlerini karıştırıp, her hadisi ait olmadığı senedle beraber zikrederek sorar. İmam Buhârî’nin hepsine her hadis karşısında verdiği cevap “Bilmiyorum.” olur. İşin farkında olanlar “adam meseleyi çözdü” derken, bilmeyenler ise onun hadisleri bilmekten aciz biri olduğuna oracıkta hükmediyorlardı. 26. Hedyu’s-Sârî, s. 670. 27. Zehebi, Tarihu’l-İslam, c. 6, cüz 1. s. 153. 33 BİRİNCİ BÖLÜM Belirlenen on şahsın soracakları yüz hadis bitince, İmam Buhârî birinci sorana yönelerek, senin sorduğun birinci hadis şöyleydi, ikinci hadis şöyleydi, üçüncü hadis ve onuncu hadise kadar bütün hadisleri gerçek senedleriyle ve metinleriyle sıralar. Sonra ikinci, üçüncü ve sırasıyla onuncu şahsa kadar sordukları hadisleri doğru sened ve metinleriyle arz eder. Bu olay, İmam Buhârî’nin bu alanın tartışılmaz ismi olduğunu orada bulunanlara gösterir.28 Aktardığımız bu kıssaya benzeyen diğer bir hadise de şöyledir: Kıssayı senediyle talebesi Muhammed b. Ebû Hâtim nakleder. Semerkand’da hadis ilmiyle uğraşan dört yüz kişi, yedi gün boyunca Muhammed b. İsmail’i yanıltmak için bir araya gelirler. Şam ehlinin senedlerini, Irak ehlinin senedleriyle ve Yemen ehlinin senedlerini, Mekke ve Medine ehlinin senedleriyle karıştırırlar. Ancak bütün bu yapılanlar karşısında İmam Buhârî ne senedte ne de metinde bir defa dahi yanılmaz.29 Aslında böylesi zor imtihanlarda normal insanların yanılmasının pek doğal karşılanacağı gibi, İmam Buhârî gibi hadisleri adeta avucunun içine alan mümtaz kabiliyetlerin bu tür sınanmalarda yanılmaması ve hadisleri künyesini okur misali sıralaması da doğal karşılanmalıdır. Daha önce aktardığımız hocası Muhammed b. Selam el-Bikendi’nin Süleym b. Mücahid’e önceleri burada olsaydın yetmiş bin hadis ezbere bilen bir çocuk görürdün demesi, bu olayların İmam Buhârî için âdiyet arz ettiğini göstermektedir. Ancak garipsenmesi gereken ve teaccub celbeden husus İmam Buhârî’nin yanlış sened ve metinler ile kendisine sorulan hadisleri o anda hafızasına alıp sırasını bozmadan hepsini doğru sened ve metinlerine çevirmesidir. İbnu’l-Adi, el-Kamil adlı eserinde senediyle Muhammed 28. Zehebi, Tarihu’l-İslam, c. 6, cüz 1. s. 145. 29. Zehebi, Tarihu’l-İslam, c. 6, cüz 1. s. 149. 34 İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI b. İsmail’in şöyle söylediğini aktarır: “Ben yüz bin sahih hadis ve iki yüz bin sahih olmayan hadis ezbere biliyorum.30” Bu sayıyı aktaran diğer bir kıssa da Muhammed b. Ahmed Ğuncar’ın “Tarihu’l Buhâra” adlı eserinde geçmektedir. Ğuncar senediyle Ali b. el-Hüseyin Âsım el-Bikendi’nin şöyle söylediğini aktarır: “Muhammed b. İsmail beldemize gelince yanında toplandık. Aramızdan birisi “Ben İshâk b. Rahveyhi’yi şöyle söylerken işittim.” dedi. “Kitabımda yazmış olduğum yetmiş bin hadise sanki bakmaktayım.” Bunun üzerine Muhammed b. İsmail ona “Sen buna mı şaşırıyorsun?” dedi. Belki de bu zamanda yazdığı iki yüz bin hadise bakan birileri vardır.” dedi. Bunu söylerken kendisini kastediyordu.”31 İmam Buhârî’nin uzun seyahatleri sonunda topladığı hadislerle geniş bir kütüphane meydana getirdiği ve seyahatleri esnasında imkân nispetinde kitaplarını yanında taşıdığı anlaşılmaktadır. Cariyesinin odasında adım atacak yer bulunmadığından şikâyet etmesi, onun bir gece uyumayıp o güne kadar yazdığı hadisleri hesapladığını ve senedleri muttasıl iki yüz bin hadis kaydettiğini söylemesi de bu sonucu vermektedir.32 Yukarıda aktardığımız kıssalar yazdığı hadisleri kitaplarda bırakmayıp onları hafızasına da nakşettiğini göstermektedir. Muhammed b. Ebû Hâtim, hocası Muhammed b. İsmail’in hafızası ile alakalı şunları aktarır: “Ebû Abdullah’ın hafızası için “Belazur” adında bir bitkinin suyunu içtiği haberi bana ulaştı. Ona, kişinin içmesi durumunda hafızasına fayda verecek bir ilaç var mıdır? diye sordum. “Bilmiyorum” dedi. Sonra bana yönelerek şöyle dedi: “Kişinin hafızası için istek, arzu ve sürekli ezberlerine bakmasından daha faydalı bir şey bilmiyorum. Ben Nisabur’da kaldığım sıralarda bana 30. Zehebi, Tarihu’l-İslam, c. 6, cüz 1. s. 145. 31. Zehebi, Tarihu’l-İslam, c. 6, cüz 1. s. 144-145. 32. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 420. 35 BİRİNCİ BÖLÜM Buhâra’da bulunan akrabalarımdan selam içeren mektuplar geliyordu. Ben de onlara mektup gönderip isimlerine selam yollamak istediğimde, adlarını unutuyor ve selam gönderemiyordum. Ama ilim ve sened ile alakalı unuttuklarım yok denilecek kadar azdır.”33 Bu kıssadan şu anlaşılmaktadır: İmam Buhârî ilmi ve marifeti tekrar ettiğinden hafızasında canlı tutarken bunun dışındaki fuzuliyatı önemsemediğinden ezberinde barındırmamaktadır. Bu noktada istitraden (konu dışı) hafızalarımızı, zihinlerimizi neler ile doldurduğumuzu ve fiilen neler ile doldurmak istediğimizi sorgulamamızın faydalı olacağı kanaatindeyiz. Esef ile belirtmek gerekir ki, hafızlarımız Rahman’ın âyetleri ve Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in hadisleriyle mamur kılınmadı. İmam Buhârî bu uğurda akrabalarının dahi isimlerini unuturken bizler buna mukabil küre-i arz üzerinde Rahman’a an be an isyan etmiş veya eden mel’unların isimlerini hatta hayat hikâyelerini, şeytani faaliyetlerini takip edip hafızalarımızı kirletmek suretiyle Rahman’ın hazinelerinden mahrum hale gelmişiz. Nefislerimiz ve nesillerimiz her türlü nefsani, şehavani ve şeytani faaliyetler güden ehlu’l-ibtizal’i derin bir şaşkınlık içinde takip eder hale gelmiştir. Elbette mensubiyeti peygamberlerin efendisi olan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e olan bir ümmetin halinin bu olmaması gerekir. Ancak İmam Şâfiî’nin dediği gibi “Sen nefsini hak ile meşgul etmezsen o seni batıl ile meşgul eder.” gerçeği bu ümmet hakkında tahakkuk etmiştir. Yüce Rabbimiz aldığımız her nefeste, attığımız her adımda bizlere hak ile meşgul olup batılın her çeşidinden uzak kalmayı nasip eylesin. Hafızasını, zihnini, aklını, kalbini ve bütün hayatını, hayatın yaratıcısı olan yüce Allah’a adayan İmam Buhârî’nin yolundan gitmeyi bizlere nasip etmesini arşı azimin rabbi, âlemlerin yaratıcısı ve mürebbisi olan, azamet ve kibriya sahibi yüce Allah’tan İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI SENED BİLGİSİ Sened, lugatta dayanak ve destek anlamında olup ıstılâh manası; hadisi birbirinden rivayet ederek daha sonraki râvilere ulaştıran râvilerin alış sırasına göre ve tarih göz önünde bulundurularak zikredilmesidir. Bir başka deyişle hadisi aktaran râviler zincirinin adıdır. “Sünud” köküne dayanan “isnad” kelimesinin lafzi manası; dayandırmak, nispet etmek ve temellendirmek olup ıstılâh olarak; bir hadisi rivayet için kullanılan lafızlarla (haddesena, ahberana) râvileri sırası ile anarak hadis metnini ilk söyleyenine ulaştırmaktır. Örnek olarak İmam Buhârî’nin Kitabu’l-İmân’ın ikinci babında zikrettiği şu hadis “Haddesena Ubeydullah b. Musa kâle ahberana Hanzele b. Ebû Süfyan an İkrime b. Halid an İbni Ömer radıyallahu anhuma kâle kâle Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem “Buniye’l-İslâmu alâ Hamsin…” sened yoluyla sahibine isnad edilmiştir. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in sözünden önce zikredilen isimler zincirinden oluşan kısım sened, bu kısmı haddesena ve kâle gibi rivayet sözcükleriyle birlikte anarak hadisin metnini Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e kadar ulaştır- ma ve râvileri sırasıyla zikretme işi de isnaddır. Bu hadisi ilk söyleyenine bu yolla dayandıran kimseye müsnid, hadise de müsned denilir. İslâm ümmetinin Rasûlullah efendimizden sonra fitnelerin içine düşmesi, çeşitli temayüllere yönelmesi ve dini tahrip etmek ve sünneti mutahharaya saldırmak isteyen zındıkların zuhur etmesi üzerine, isnad ilminin varlığı dinin muhafazası için önem arz eder hale geldi. Ebû’l-Âliye “Biz bu dönemde sahâbeden bir vasıtayla hadis duyduğumuzda buna, razı olmayıp doğrudan sahâbelerin yanına gider ve o hadisi onlardan dinlerdik.” derdi.34 Tabii’nin büyüklerinden Muhammed temenni ederiz. b. Sirin’in “Bu hadisler dindir. Onları kimden aldığınıza dik- 33. Zehebi, Tarihu’l-İslam, c. 6, cüz 1. s. 148. 34. Bkz. 15. 36 37 BİRİNCİ BÖLÜM kat edin.” demesi bu önemi ispat eder niteliktedir.35 Ebû Sad es-Sem’âni, Edebu’l-İmla ve’l-İstimla adlı eserinde şunları söyler: “Rasûlullah efendimizin sözleri ancak nakil ile bilinebilir. Nakledilen bu sözlerin sıhhati ancak sahih isnad ile mümkündür. İsnadda ise sıhhat, sika ve adil râvilerin birbirinden rivayet etmesine bağlıdır.” Sem’âni aynı eserinde senediyle İmam Müslim, Ebû Davud ve İbni Mace’nin hocası Züneyc b. Muhammed b. Amr’ın şöyle söylediğini aktarır: “Ben Behz b. Esed’i isnad ile alakalı şöyle söylerken işittim, “Bir adamın diğer bir adamdan alacağı olsa, borçlunun onu inkâr etmesi durumunda alacağını ancak iki adil şahidin şahitliğiyle alabilir. Bu durumda Allah’ın dininin adil kişilerden alınması evleviyet ile gerekmektedir.”36 İsnad, önceki ümmetlerde bulunmayan Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’in ümmetinin sahip olduğu kıymetli bir özelliktir. İslâm âlimleri, bu konunun önemi ve gereğiyle alakalı birçok beyan ortaya koymuştur. Hatibu’l-Bağdadi senediyle Abdullah b. Mübarek’in şöyle söylediğini aktarır: “Bana göre isnad dindendir. Şayet isnad olmasaydı dileyen dilediğini söylerdi. Fakat kişiye sana bu hadisi kim anlattı denildiğinde susturulmuş bir şekilde kalır.”37 Sözü aktaran talebesi Abdan, Abdullah b. Mübarek’in bu sözü zındıklardan ve uydurdukları hadislerden bahsederken söylediğini belirtir. Ayrıca Süfyan-ı Sevri’nin: “İsnad kişinin silâhıdır. Silâh olmadan nasıl savaşır?” Evzai’nin: “İsnadın yok olması ilmin yok olması demektir.” Şu’be b. Haccac’ın: “İçinde haddesena ve ahberana lafızları olmayan her hadis ot gibidir.” Ve İbni Şihab ez-Zuhri’nin: “Dama merdivensiz çıkılmaz.” deyip isnadı merdivene benzetmesi konunun önemini fazlasıyla yansıtmaktadır.38 35. İbnu Ebû Hâtim, El-Cerh ve’t-Tadil, c. 1, s. 51. 36. Edebu’l İmla ve’l İstimla, s. 4. 37. Tarihu Bağdad, c. 6, s. 166. 38. Lemehat min Tarihi’s-Sünneti ve Ulumu’l-Hadis, s. 142. 38 İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI İmam Şatıbi ferit eseri İ’tisam’da selefin: “İsnad dindendir.” sözünü şöyle açıklar: “Bundan maksat hadisi sened ile aktarmanın ötesinde senedte ismi geçen râvilerin tanınmasıdır. Ta ki meçhul, cerh edilmiş ve yalan ile itham edilmiş kimselerden hadis rivayet edilmesin. Buna mukabil güvenilir kimselerden hadis rivayeti sağlansın. Çünkü meselenin özü sened ile aktarılan hadislerin Peygamber sözü olduğuna hükmedilerek şeriatın ahkâmını onlardan çıkarmaktır. Bu da ancak güvenilir ve adil râvilerin aktardığı bilgilere bağlıdır. Daha önce İmam Buhârî’nin iki yüz bin muttasıl hadis kaydettiği ve ezberlediği ayrıca hangi sahâbe ve tabiinden hadis aktarırsa onların doğum, ölüm tarihlerini ve nerede yaşadıklarını aktarabileceğine dair bilgiler geçmişti. Henüz on bir yaşlarında iken hocası İmam Dâhili’nin senedteki hatasını fark edip düzeltmeye vesile olan İmam Buhârî akrabalarının isimlerini unutup bilmemesine karşılık kendilerinden hadis rivayet ettiği hadis ricâli ile alakalı hocalarını, akranlarını ve talebelerini kendisine hayran bırakan ayrıntılı ve kuşatıcı bir bilgiye sahipti. Onun sened bilgisini anlatan birkaç olay aktarmamız faydalı olacaktır. Talebesi Muhammed b. Ebû Hâtim: “Ben Ebû Abdullah’ı şöyle söylerken işittim” dedi. “Bir gün Muhammed b. Yusuf el-Firyabi’nin meclisinde bulunmaktaydım. Dedi ki: “Haddesena Süfyan an Ebi Urvete an Ebi’l-Hattab an Ebi Hamza” ancak mecliste bulunan hiç kimse bu senedte Süfyan’dan sonra ismi geçen şahısları bilemedi. Ben de onlara Ebû Ürve’nin Ma’mer b. Raşid Ebû’l-Hattab’ın Katade b. Duame ve Ebû Hamza’nın Enes b. Mâlik olduğunu ve Süfyani Sevri’nin meşhurları künye ile aktarmak gibi bir adetinin olduğunu belirttim.”39 39. Hedyu’s-Sârî, s. 670. 39 BİRİNCİ BÖLÜM Ebû’l Haccac el-Mizzi, Tehzibu’l-Kemal adlı eserinde senediyle Ebû Bekir el-Medini’nin şöyle söylediğini aktarır: “Nisabur’da İshâk b. Rahveyhi’nin yanındaydık. Muhammed b. İsmail de meclisteydi. İshâk bir hadisi aktarırken sahâbeden rivayette bulunan tabakada Ata el-Keyharani adında bir isim okudu. Sonra Muhammed b. İsmail’e yönelerek: “Ey Ebû Abdullah, Keyharan da nedir?” diye sordu. Muhammed b. İsmail de “Yemen’de bir kasabadır.” dedi ve ekledi: “Muaviye b. Ebû Süfyan Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in ashâbından bu zatı Yemen’e gönderdiğinde Ata ondan iki hadis rivayet etti.” İshâk ona “Ey Ebû Abdullah, sanki onları görmüş gibisin.” diyerek iltifatta bulundu.”40 “Muhammed b. Hureys Ebû Zur’a’ya: İbnu’l-Lehia hakkında sordum. Bana “Muhammed b. İsmail onu terk et- İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI Nisabur diyarının Müşarun ileyh bi’l-Benan muhaddislerinden Muhammed b. Yahya ez-Zuhli ile Buhârî’nin bir cenaze sırasında bir araya geldiklerinde, Zuhli’nin Buhârî’ye râvilerin isimleri ve hadislerin illetleri ile alakalı sorular sorması üzerine Buhârî’nin isimlerin ve illetlerin üzerinden ok gibi sanki “Kul huvallahu ehad”’ı okurcasına geçmesi Buhârî’nin dehasını gösteren hâdiselerdendir.43 Aktardığımız bu kıssalar ve bunlara benzer diğer hadiseler avamdan öte erbabının sened ilmiyle alakalı İmam Buhârî’den ne denli istifade ettiğini gösterirken, Rasûlullah efendimizin sünnetinin muhafazasının, hayatlarını ma’budun bi’l-hakk’ın rızası uğrunda vakfedip her çeşit önemsiz, değersiz malayani şeylerden kaçınan serdengeçtilere nasip olduğunu bizlere öğretmektedir. Yüce Rabbimizden İmam Buhârî ve emsallerini efendimiz Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem’e komşu kılmasını niyaz ederiz. ti.” dedi. Muhammed b. Humeyd er-Razi’yi sorunca tekrar “Muhammed b. İsmail onu terk etti.” dedi. Bunu Buhârî’ye aktardığımda “Ebû Zur’a’nın bize hürmeti ve iyiliği eskiye dayalıdır.” dedi.”41 Ebû Zur’a gibi hıfzı emsel olmuş, bu alanın mutahassıslarının İmam Buhârî’nin bir râviyi terk etmesini ondan hadis rivayet etmemek için yeterli bir neden olarak göstermesi belki de anlatmak istediklerimizin çoğunu özetliyor. İmam Buhârî’nin en çok önemsediği hocası Ali b. Medini ona Horasan diyarının muhaddislerini sorduğunda Buhârî ona şöyle cevap verir: “Ben ona Muhammed b. Selam el-Bikendi’yi zikrederdim. Onu tanımazdı. Birkaç defa aramızda bu gerçekleşince dedi ki: “Ey Ebû Abdullah, bil ki senin övdüğün herkes bizim için razı olunan makbul bir kişidir.”42 40. Tehzibu’l-Kemal, c. 6, s. 230. 41. Tehzibu’l-Kemal, c. 6, s. 235. 42. Hedyu’s-Sârî, s. 676. 40 HADİS İLLETLERİNİ BİLMEDEKİ MAHARETİ İllet, sözlükte hastalık, özür ve zayıflık anlamlarına gelir. Istılâhta ise sağlam bir hadisin sıhhatine zarar verebilecek gizli sebep anlamına gelir ki görünüşte sağlam ve râvileri güvenilir hadislerde bulunur. Güvenilir râviler tarafından nakledilen ve senedinde bir kopukluk görülmeyen hadisler sahih kabul edilmekle beraber bazen râviler sahih haberlerde de hemen fark edilemeyen hatalar yapabilirler. Hadislerdeki illetlerin en önemli sebebi râvinin vehmi olduğu için ilel ilminin vehimden kaynaklanan rivayetleri konu edindiği söylenmiş, ileri derecede zayıf olmayan bazı râviler de yanılarak hata ettiklerinden ilel kitaplarında inceleme konusu yapılmıştır. Dikkatli bir araştırma sonucunda sıhhatine zarar verebilecek gizli bir kusuru tespit edilen hadisler ma’lul veya muallel diye adlandırılmıştır. 43. Hedyu’s-Sârî, s. 681. 41 BİRİNCİ BÖLÜM Râvi güvenilir olsa da zaman zaman yanılmasının temel sebepleri hafızası ve dikkatinin dakik olmaması, unutması, eksik ezberlemesi veya gördüğü olayları, işittiği sözleri her zaman gerçeğe uygun şekilde tespit edememesidir. Bu nedenle illet hadisin isnadında da metninde de bulunabilir. İsnaddaki illet hadisin sağlamlık derecesini etkilemekle beraber münkatı olarak rivayet edilen bir hadisin mevsul bir senedinin bulunması durumunda bu olumsuz etki ortadan kalkar. Ancak isnadda görülen gizli bir inkita yani senedteki bir tür kopukluk mevsul sanılan bir senedin gizli kopukluluğundan dolayı hadisi illetli hale getirir. Senedin değiştirilmesi de önemli bir kusurdur. Yanılarak senedin değiştirilmesi hadisin illetli olması, bilerek değiştirilmesi ise hadisin mevzu sayılmasına yol açar. Bir sahâbeden geldiği bilinen bir hadisin yanlışlıkla başka bir sahâbeden veya bir tabiinden rivayet edilmesi gibi haller de o hadisi illetli kılar. Ayrıca senedle alakalı mevkuf bir haberin merfu, mürsel bir hadisin müsnet, munkati bir hadisin mevsul olarak rivayet edilmesi hadisin sıhhatini zedeleyen illetlerdendir. Metinde illet hadislerin birbiriyle teâruz etmesiyle olabilir. Birbirine zıt gibi görünen ve genellikle biri manayla rivayet edilen iki hadis metni arasında tercih yapılamadığı İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI Buraya kadar tanımından ve mahiyetinden bahsettiğimiz ilel konusu, konunun ihtiva ettiği hususlar da göz önüne alındığında hadis ilminin en çetin ve en zor mevzularından olduğu anlaşılacaktır. Zira bu mevzu tabiatıyla hadislerin bütün yollarını, râvilerini, doğum tarihleriyle ölüm tarihlerini, nerede yaşadıkları ve kimlerden hadis rivayet ettiklerini bilmeyi gerektirir. Bu bahsettiğimiz hususların tahakkuku hiç de kolay değildir. Binaen aleyh muhaddisler ilelu’l-hadis; hadis ilimleri arasında en gizemli, en ince ve en değerli olanıdır, bununla alakalı tam bir hadis ve ricâl ezberine, keskin bir anlayışa ve kamil bir tecrübeye sahip olanlar ancak konuşabilir demişlerdir. Yani konunun uzmanı olmadan konuşmak kabil değildir. Bu konuyla alakalı Abdurrahman b. Mehdi’ye sorulan soru ve verdiği cevabı aktarmamız meseleyi idraklerimize yakınlaştıracaktır. Abdurrahman b. Mehdi’ye “Sen bir hadise sahih diğer bir hadise sahih değil diyorsun. Bunu sana kim söylüyor?” diye sorulduğunda şöylece cevap verir: “Şayet sizden birinin gümüşleri olsa, onları bir sarrafa gösterse, sarraf da halis gümüş olanlar ile sahte olanları ayırsa ona bunu sana kim söyledi der misiniz? Sarrafa teslim olup itirazda bulunmadığınız gibi hadisin sarrafı karşısında da böyle olmalısınız. Zira muhaddis uzun süreli oturumlar, münazaralar ve deneyimler sonucu bu melekeyi kazanmıştır.”45(45) metinlerinin anlamlarının değişmesi de hadisi metnen illetli Ebû Hâtim er-Razi’nin bu konu ile ilgili söyledikleri de Abdurrahman b. Mehdi’nin söylemek istediği hususu yansıtır. Ebû Hâtim şöyle der: “Hadisi bilmek yüzük taşının kıymetini bilmeye benzer. Bir tanesi yüz dinar değerinde iken renk ve şekil itibariyle ona benzeyen diğer bir taş on dinar değerindedir. Bakıldığında görülmeyen farkı, o işin mutahassısı anlar.” Abdurrahman b. Mehdi bu ilmin değerini şu sözlerle ifade eder: “Yanımda olan bir hadisin illetini bilmem bana ya- hale getirir.44 nımda olmayan yirmi hadisi yazmaktan daha sevimlidir.”46 44. Bu bölümde Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nin İlelu’l-Hadis maddesiden faydalanılmıştır, c. 22. 45. Tedribu’r-Ravi, s. 162. 46. Hâkim, Marifetu Ulumu’l Hadis, s. 112. zaman bu metinler muzdarip sayılır. Sahih haberlerle bilinen tarihi bir olaya muhalif olarak rivayet edilen sahih bir rivayet de illetli kabul edilir. Râvinin genellikle hadisin son kısmına açıklama mahiyetinde eklediği sözün (idrac) hadis zannedilmesi o rivayetin illetli sayılmasına sebep olduğu gibi noktalama, okuma ve harf hatası (tahrif ve tashif) sonucunda hadis 42 43 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI İmam Buhârî’nin bu alanda ne denli derin bir vukufiyet olması haysiyetiyle yeterince anlaşılmayabilir. Ancak bizim sahibi olduğu Muhammed b. Yahya ez-Zuhli’ye hadislerin anlatmakta zorlandığımız bu hususları İmam Buhârî bütün illetlerini “Kul huvallahu ehad”’ı okur gibi aktarmasından külliyatıyla bilip etrafındakilere, hocalarına, emsallerine ve anlaşılmaktadır. Ayrıca henüz genç yaşlarda iken hocası Mu- talebelerine adeta ışık saçar gibi öğretiyordu. hammed b. Selam el-Bikendi’nin kitaplarında geçen hadislerin sıhhatini ve ademi sıhhatini ona arz edip onun reyini tahkim etmesi de bu gerçeği ispat etmektedir. İmam Buhârî’nin ilel ile ilgili maharetini ortaya koyan başka olaylar da vardır. Ahmed b. Hamdun el-Kassar Ebû Hamid el-Âmeşi, “Ben Müslim b. el-Haccac’ın Muhammed b. İsmail’e gelip de alnının ortasından öperek şunları söylediğini işittim: “Ey hadislerin illetlerinin tabibi, ey muhaddislerin efendisi ve ey hocaların hocası bırak beni ayaklarını öpeyim.” Devamla Muhammed b. Selam Mahled b. Yezid’den onun da İbnu’l-Cureyc’den onun da Musa b. Ukbe’den onun da Suheyl b. Ebi Salih’ten onun da babası Ebû Salih’den onun da Ebû Hureyre’den, Ebû Hureyre’nin de Peygamber Efendimizden, Ahmed b. Hanbel ve Yahya b. Main’den onlar da Haccac b. Muhammed’den o da İbni Cureyc’den o da Musa b. Ukbe’den o da Suheyl’den o da babasından o da Ebû Hureyre’den Ebû Hureyre de Peygamber efendimizden keffaretu’l-meclis hadisini aktardığını belirterek şöyle dedi. “Bu hadis güzel bir hadis ve ben bu sened ile bu hadisin dışında aktarılan başka bir hadis bilmiyorum. Fakat bu hadis bu senedle ma’luldur. Zira Musa b. İsmail’in Vuheyb’den o da Suheyl’den Suheyl’in de bunu Avn b. Abdullah’dan aktardığı daha doğrudur. Çünkü Musa b. Ukbe’nin Suheyl b. Ebû Salih’ten merfu (Peygamber’e dayandırılan) bir hadis rivayet ettiği görülmemiştir.47 Dolayısıyla bazı râviler vehm ederek Suheyl’in maktu (tabiine dayandırılan hadis) olarak Avn b. Abdullah’dan rivayet ettiği hadisi merfu şeklinde rivayet etmek suretiyle hadisi bu senediyle ma’lul kılmışlardır. Bu anlattıklarımız hadis ilmiyle alakalı teknik konular 47. Tabakatu eş-Şâfiîye, c. 2 s. 223-224. 44 Bu kıssada geçen İmam Müslim’in hocası İmam Buhârî’ye gösterdiği derin saygı ve sevgi üzerinde durmamızın önem arz ettiği kanaatindeyiz. İmam Müslim, Peygamber efendimizin sünnetine öyle bir hayat vakfetmiştir ki kendisine sorulan bir hadisi bilemediğinden o hadisi bulmak adına evine kapanmış ve ev ahalisiyle alakasını kesmiştir. Kendisine hediye edilen bir sepet hurmayı ona vermek için izin istenmesi üzerine “O sepeti bırakın ve kapıyı kapatın.” deyip sabaha kadar o bilemediği hadisi aramış ve sepetteki hurmaların bitmesiyle hadisi bulmuştur. Ancak bedeni bir sepet hurma yemenin ağırlığını taşıyamayıp vefat etmiştir. Allah dostu, Rasûlullah sevdalısı ve ümmetin rehberi bir zat olan İmam Müslim tarafından böyle bir muhabbete ve saygıya nail olmak elbette nedensiz değildir. İmam Müslim gibi İslâm âlimlerinin İmam Buhârî’yi öven ve takdir eden sözleri o kadar çoktur ki üzerinde müstakil bir eser yazmaya fazlasıyla değerdir. Ancak, bin telehhüf ve teessürle ifade etmek gerekir ki yüz binlerce hadisi ricâlleriyle ve illetleriyle bilmek şu yana dursun, yüce Rabbimizin yüce kitabı Kur’ân-ı Kerîm’i ezberlemekten aciz olan zamanımızın bazı zavallıları İmam Buhârî’ye tenkitler yöneltmekte, onun ilminden faydalanacağı yerde kafasını kuma gömerek onun güneş misali insanlığı aydınlatan marifetine sırt çevirmektedir. Doğrusu bu zavallılar konu edilmeye değmeyen şaşkınlardır. Ancak bunların peşinden bilgisizce giden bir takım insanların uyarılması gerek arz eden bir durumdur. Marifetten ve hakikatten uzak, içi boş hitabetlerle, felsefi yaklaşımlarla insanlar meşgul edilmekte, buna mukabil marifetin ve hakikatin ta kendisi olan Peygamber efendimizin hadisleri inkâr edilmektedir. Böylesi 45 BİRİNCİ BÖLÜM bir yaklaşımın nurani değil zulmani olduğu, İslâm’ın nasları ışığında tartışılmaz bir gerçektir. Yüce Rabbimizden Rasûlullah efendimizin sünnetine ashâbının, tabiinin, tebei tabiinin, İmam Buhârî ve Müslim’in ve diğerlerinin uyduğu gibi uymayı müyesser kılmasını niyaz ederiz. İmam Tirmizî ferit kitabı “Kitabu’l-İlel”de kitabına hangi eserleri kaynak aldığından bahsederken şunları söyler. “Bu kitabımda hadisler, ricâller ve tarihlerle alakalı zikrettiğim illetleri Kitabu’t-Tarih’ten (Buhârî’nin tarih kitabı) çıkardım.” Bunların çoğunda Muhammed b. İsmail’le münazarada bulundum. Bazılarını Abdullah b. Abdurrahman ve Ebû Zur’a ile münazara ettim. Ancak Muhammed b. İsmail ile münazarada bulunduklarım onlarla münazara ettiklerimden daha çoktu.”48 Tirmizî, hocası İmam Buhârî ile alakalı şunları söyler: “İlletleri, senedleri ve tarihleri Muhammed b. İsmail’den daha iyi bilen birisini görmedim.” Allah hepsinden razı olsun. İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI ve aslında sağlam hadis metnine ulaşma amacının gerçekleşmesine bir araç sayılan isnadın kontrol sistemidir. Bu sayede hadis rivayet edenlerin dini ve ilmi ehliyetleri, dolayısıyla rivayetlerin sağlamlığı ortaya çıkar. Binanaleyh İmam Buhârî’nin hocası Ali b. Medini hadis ricâlini bilmeyi ilmin yarısı olarak kabul etmiştir. “Falan zayıftır, filan yalancıdır” şeklindeki tenkitlerden rahatsız olan Muhammed b. Bundar el-Cürcani’ye Ahmed b. Hanbel’in “peki sen susarsan, ben konuşmazsam cahiller hadisin sağlamını sakatından nasıl ayırt etsinler?” demesi bu ilmin önemini ifade etmektedir. Rabbimizin “Birbirinizin gıybetini yapmayın.”49 buyurması, Peygamber efendimizin “Gıybet kardeşinin sevmediği şekilde onu anmandır.”50 demesi ve Takiyyu’d-Din İbnu’d-Dakiku’l-iyd’in “Müslümanların ırzları ateş çukurlarından bir çukurdur. Etrafında iki kısım insan bulunmaktadır. Bunlar muhaddisler ve hâkimlerdir.”51 demesi bazı kimseleri gıybet olur gerekçesiyle râvilerin cerh ve ta’dil edil- CERH VE TA’DİL HUSUSUNDAKİ İ’TİDALİ Cerh kelimesi lügatte maddi veya manevi olarak yaralamak demektir. Hadis ıstılâhında ise; hafızasında kuvvetli ve dikkatli bir âlimin; râviyi, kendisinde bulunan fısk ve yalancılık gibi vasıflardan veya güvenilir râvilerin rivayetine muhalefet etmek gibi rivayetinde yer alan bir kusurundan dolayı hem kendisini hem de rivayetini reddetmesidir. Ta’dil ise; sözlükte düzeltmek anlamına gelip ıstılâhta; râvinin rivayetinin kabulünü gerektiren sıfatlarla nitelemek manasını taşır. Cerh ve ta’dil bir takım özel lafızlar kullanarak rivayetlerinin kabulü veya reddi yönünden râvilerin hallerinden ve haklarında kullanılan lafızların mertebelerinden bahseden bir hadis ricâli ilmidir. Cerh ve ta’dil ilmi; hadisin iki ana kısmından biri olan 48. Tabakatu eş-Şâfiîye, c. 2 s. 220. 46 mesini doğru bulmadıklarını söylemeye sevk etmiştir. Vâkıa bu görüş hüsnü zan ile telakki edilse bile doğru olmadığı muhakkaktır. Zira yüce Rabbimiz şahitlerin adil ve güvenilir olmasını52 ve fasığın verdiği haberin doğruluğunun araştırılmasını53 emretmiş, Peygamber efendimiz de bazı şahıslar hakkında cerh ve ta’dil ifadeleri kullanmıştır. Mesela kendisini ziyaret etmek isteyen bir kişi hakkında “O kabilesinde kötü bilinen birisidir.”54 diye yermiş, Abdullah b. Ömer’i de “Ne iyi bir adamdır, salih bir kişidir.”55 diyerek övmüştür. Sahâbeler de rivayetleri Kur’ân ve Sünnet’in koyduğu esaslar içerisinde doğru olarak tespit etmek kaydıyla son derece 49. Hucurat, 12. 50. Müslim, 2589. 51. el-İktirah fi Beyani el-İstilâh, s. 344. 52. Bakara, 282. 53. Hucurat, 6. 54. Buhârî, Edep, 38; Ebû Davud, Edep, 5. 55. Buhârî, Menakip, 19. 47 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI dindar kimseleri bile gerektiğinde cerh etmekten kaçınma- ta’dil beraberinde bir takım afetleri bulundurduğundan hem mışlardır. Zira haberler akıllı ve sözüne güvenilir kimseler zor, hem de İbnu’d-Dakiku’l-îyd’in belirttiği üzere ateş çu- tarafından nakledildiği takdirde delil olarak kullanılabilir. kurunun etrafında dolaşmak kadar tehlikelidir. Bu tehlikeyi Kişinin güvenilir olup olmadığı ise ancak cerh ve ta’dil ile an- oluşturan afetlerin bazılarını şöylece sayabiliriz: laşılır. Ayrıca dünya işleri için bile şahitlerin mutlaka tezkiye edilmesi gereği, dinin kaynaklarından ikincisi olan sünneti hata ve yalana karşı korumak için râvilerin cerh edilmesinin zorunlu olduğunu ortaya koyar.56 Muhammed b. Hallad b. Kesir el-Bâhili Yahya b. Said el-Kattan’a “Cerh etmek suretiyle kendilerinden hadis rivayet etmediğin kimselerin kıyamet günü Allah katında hasımların olmasından korkmuyor musun?” diye sorunca; Yahya b. Said şöyle cevap verir: “Bunların bana hasım olması Rasûlullah efendimizin “Yalan olduğunu bildiğin halde bunlar Cerh edenin maksatlı bir şekilde hevasına göre tarafgir olarak cerh etmesi, Cerh ve ta’dilin yeterli bir bilgi olmadan yapılması, Hassas davranılmayıp zan ve şaşması muhtemel karinelerle cerh edilmesi, Akâid meselelerine müteallık ihtilaflardan tevellüt eden cerh hali, Şeriatın zahir ilimleriyle uğraşanları ile mutasavvıflar arasında gerçekleşen cerh.57 vasıtasıyla bana nispet edilen hadisleri neden rivayet ettin?” Bu afetlerden ancak adalet, takva, i’tidal ve insaf ile kur- deyip hasmım olmasından daha iyidir.” Kıssadan anlaşıldı- tulmak mümkündür. Bu vasıflara tam manada haiz olmayan ğı üzere Peygamber efendimizin hadislerini rivayet, kılı kırk bir kimsenin cerh ve ta’dil de bulunması doğrusu kendisini yararcasına ince ve hassas davranmayı gerektiren şer’i bir tehlikeye atmasından başka bir şey değildir. Bütün bu sakın- mükellefiyettir. Şâri’nin dilinden çıkmış bir hadisi güvenilir calarıyla beraber hadis uyduran fırkaların ama siyasi, ama yollarla olduğu gibi aktarmak, beraberinde fazilet ve sevabı taassubi, ama mezhebi, ama dine teşvik etmek adına ve daha getirdiği gibi onun söylemediği bir hadisi ona nispet etmek başka nedenlerle hadis uydurmaları, hadis uydurmak kadar tehlikeli ve sakınılması gereken bir husustur. Tabi burada şu- tehlikeli olmasa da önlem alınmamış olması durumunda sa- nu belirtmek gerekir ki kasten Rasûlullah efendimize söyle- hih hadisle zayıf hadisin birbirinden ayırt edilmesinin im- mediği bir hadisi nispet edenle hataen nispet eden arasında kânsız hale gelmesine sebep olabilecek râvilerin hataları, gaf- fark olsa da sahâbeyi kiramın yanılarak Peygamber letleri, vehmetmeleri ve gevşek davranmaları cerh ve ta’dil aleyhi ve sellem’e sallallahu yanlış bir şeyi nispet etmek korkusuyla bildikleri sahih hususları dahi rivayet etmemeleri göz önüne alındığında konunun hassasiyeti daha iyi anlaşılacaktır. ilmini zorunlu kılmıştır. İmam Buhârî’nin hadis râvilerini cerh etmek ile alakalı siretini yansıtan “Bir kimsenin gıybetini yapmaktan dolayı Râvilerin cerh ve ta’dili şer’i gerekçeler uğrunda yapma- Allah Teâla’nın beni hesaba çekmeyeceğini düşündüğüm dığı zaman bunun vebal olacağı muhakkaktır. Zira cerh ve halde Rabbimle karşılaşmayı umuyorum”58 sözü konuy- 56. Bu bölümde D. V. İslam Ansiklopedisi cerh ve ta’dil maddesinden faydalanılmıştır, c. 7. 57. Bkz. 51. 58. Tabakatu’ş-Şâfiîyye, c. 2, s. 224. 48 49 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI la alakalı ne denli hassas olduğunu göstermektedir. Çünkü ederek şöyle cevap verir: “Sen benim tedlis61 yaptığımı mı mesele hadis ricâliyle alakalı mücerred bir şekilde konuşmak zannediyorsun? Ben hakkında nazar (tartışma) bulunan bir değil sünnetin muhafazasına hizmet etmektir. adamdan on bin hadisi rivayet etmeyi terk ettim ve on bin- Yusuf b. el-Hüseyin er-Razi bir gün İbn Ebi Hâtim er-Razi’nin yanına girer. O esnada İbn Ebi Hâtim kitabı elCerh vet-Ta’dil’i okumaktadır. Yusuf ona der ki: “İsimlerini okuduğun bu şahısların birçoğu belki de yüz sene veya iki yüz sene önce cennete yerleştiler. Sen ise hâlâ onları zikre- den daha fazla hadisi de bir adamdan hakkında benim nazarım (tereddüdüm) olduğu için terk ettim.62 Bu olay İmam Buhârî’nin hadis rivayet ederken her çeşit hadisi zayıf olmakla itham edilmesi muhtemel noktalardan nedenli şiddetle kaçındığını göstermektedir. deriyor ve onların gıybetini yapıyorsun.”59 İbn Ebi Hâtim’in Ayrıca Allâme Aclûnî “Fevaidu’d-Derrari” adlı eserinde elleri titrer, kitabı elinden düşer ve haline ağlar. İmam Zehebi İmam Buhârî’nin bu hassasiyetiyle alakalı şu kıssayı aktarır. bu kıssayı değerlendirirken onun bu durumunun Allah’tan İmam Buhârî ilim seyahatlerinden birinde deniz yolculuğuna korkması ve akıbetinden endişe etmesi sebebiyle cereyan et- çıkar. Bu yolculuğunda yanında bin dinar bulundurur. Gemi- tiğini, onun gibi zayıf ve terk edilmiş râvileri iyi bilen nâkid- nin tayfalarından biri İmam Buhârî’ye sevgi, saygı içerikli bir lerin bu çalışmalarının dinin muhafazası için gerçekleştirilen diyalogla yaklaşır ve onunla sohbete girer. Şahsın yakın ilgisi nasihatlerden olduğunu bildirir. İmam Buhârî’nin onu sevmesini sağlar. Sohbetlerin arasında Görüldüğü üzere İmam Buhârî ile İbn Ebi Hâtim’in endişesi aynıdır. Bu endişe, İmam Buhârî’nin cerh ile alakalı i’tidal ve hassasiyet dolu şu cerh lafızlarını söylemeye sevk eder. O metruk veya sakıt bir râvi ile ilgili “fihi nazarun” (onun hakkında tartışma vardır), “terekuhu” (muhaddisler ondan hadis rivayet etmeyi terk ettiler), “seketu anhu” (onun hakkında susup beyanda bulunmadılar) derdi. Onun falan râvi kezzaptır, falan râvi hadis uyduruyor dediği neredeyse görülmemiştir. Onun cerh edilen râviyle alakalı en sert sözü “münkeru’l-hadis” demesiydi. İbnu’l-Kattan, Buhârî’nin münkeru’l-hadis sözüyle alakalı şunu söylediğini aktarır: “Hakkında münkeru’l-hadis dediğim her râvi kendisinden rivayetin caiz olmadığı kimselerdir.”60 İmam Buhârî bir defasında kendisine rivayet ettiği sahih bir hadisin durumu sorulduğunda sorana künyesiyle hitap 59. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 13, s. 278. 60. Tabakatu’ş-Şâfiîye, c. 2, s. 224. 50 İmam Buhârî’nin içinde bin dinar olan bir kesesinin olduğunu öğrenen şahıs bu dinarlara tamah eder. Bir sabah kalkıp ağlamaya, dövünmeye, elbiselerini yırtıp başına ve yüzüne vurmaya başlar. Gemidekiler bunu niçin yaptığını sorunca: “İçinde bin dinar olan kesesinin çalındığını söyler.” Gemideki herkesi teftiş etmeye karar veren gemi ashâbı teker teker herkesin üstünü arar. İmam Buhârî sıra kendisine gelmeden peygamberani bir fetanetle keseyi denize atar. Teftiş edildiğinde üzerinden hiçbir şey çıkmayan İmam Buhârî bu tamahkâr cahilin şerrinden kurtulur. Gemi ashâbı o tamahkâr arkadaşlarını kınayıp olayı kapatır. Gemi karaya yanaşıp insanlar gemiden indiğinde o şahıs İmam Buhârî’ye gelerek dinarları ne yaptığını sorar. İmam Buhârî “Onları denize attım” der. Şahıs bu kadar çok dinarı nasıl da feda edip denize attığını sorunca; İmam Buhârî “Ey cahil! Ben ömrümü Rasûlullah 61. Tedlis, senede dâhil bir râvînin ismini atlayarak, orada öyle biri yokmuş izlenimini verecek şekilde senedi söylemek demektir. 62. Tarihu Bağdad, c. 2, s. 25. 51 BİRİNCİ BÖLÜM efendimizin hadislerini toplama uğrunda geçirdim. Âlem de buna bağlı olarak beni güvenilir bilmekte, nasıl olur da kendimi hırsız olma ihtimali ile baş başa bırakabilirim. Hiç adalet ve insanların Allah’ın dinini öğrenmede sana güvenmeleri kadar büyük bir hazine olabilir mi? Ben bu hazineyi birkaç dinar için mi zayi edeyim?” der.63 Doğrusu hayata, varis oldukları peygamberlerin nazarıyla bakan bu kutlu insanlar idraklerimizin çok ötesinde ulvi bir yaşam sürmeye muvaffak olmuşlardır. SÜNNETE BAĞLILIĞI Sünnet, Peygamber efendimizin sözlerini, fiillerini, tasvip etmelerini ve bütün hallerini konu eden yüce dinimizin ikinci kaynağıdır. Bu itibar ile tâbi olunması gerekmektedir. İrbad b. Sariye’nin radiallahu anh rivayet ettiği hadisi şerifte Peygamber efendimiz sahâbesine ‘aleyküm bi’s-sünneti’ siz benim sünnetime ittiba edin64 diyerek vasiyette bulunması bu gerçeği vurgulamaktadır. Ayrıca Yüce Rabbimizin Al-i İmran suresinde “De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olun ki Allah’ta sizi sevsin”65 buyurması rızasının ve sevgisinin ancak sünnete bağlı bir yaşam sürmeyle mümkün olacağını net bir şekilde ifade etmektedir. Tartışmasız Peygamber efendimizin sünnetine bağlı kalmaya muvaffak olmuş en kutlu nesil sahâbe neslidir. Sahâbeyi takip eden tabiin ve tebei tabiin de Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimize ittiba etmeyi dünya ve âhiret saadeti bilerek sünneti sonraki nesillere taşımada önemli bir vazife icra etmiştir. Ancak mevzu bahis olan sünnete bağlılık bu nesillerde aktif ve ameli bir yaşamdan ibaretti. Öyle ki bu nesil63. Bu kıssa İmam Buhârî’nin siretiyle alakalı Abdusselam el-Mubarekfuri’nin Urduca telif ettiği kitabının Arapça tercümesinden alınmıştır. 64. Ebû Davud, Sünnet, 5. 65. Al-i İmran, 31. 52 İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI lerde öğrenilenlerle amel edilmeden başka şeylerin öğrenilmediği meşhur olmuş bir husustur. Hadis tedvini ile iştigal eden muhaddislerin sünnete yaklaşımı da sahâbe ve tabiin döneminde yaşamış olan insanların yaklaşımından farklı olmamıştır. Ahmed b. Hanbel bu konu ile alakalı şunları söylemiştir: “Ben yazdığım her hadis ile amel ettim. Peygamber efendimizin kendisini hacamat yapan Ebû Taybe’ye bir dinar verdiği hadisi ile karşılaştığımda ben de hacamat yaptırıp hacamat yapan şahsa bir dinar verdim.”66 Ashâbu’l-hadis sünnetin muhafazasına onunla amel ederek ulaşıyorlardı. Vekî b. Cerrah’ın hocası İbrahim b. İsmail “Biz hadis ezberlemede (ihtiyaç duyduğumuz) yardımı onunla amel etmekten alıyorduk” derdi. Hiç şüphesiz İmam Buhârî’nin sünnetin muhafazasında payidar olmasına vesile olan en önemli nedenlerden bir tanesi sünnete bağlı bir yaşam sürmesidir. İmam Buhârî ile alakalı görülmüş bir takım salih rüyalar onun hayatını harfiyen Peygamber efendimizin hayatına uyduracağını müjdelemekteydi. İmam Buhârî’nin talebelerinden Muhammed b. Yusuf el-Firebrî Muhammed el-Buhârî’yi Havarezm şehrinde şunları söylerken işittiğini aktarır: “Ben rüyamda Muhammed b. İsmail’in Peygamber efendimizin arkasında yürüdüğünü gördüm. Peygamber efendimiz adımını her kaldırdığında Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail onu kaldırdığı yere indiriyordu.” Muhammed b. Yusuf buna benzer diğer bir rüyayı da Necm b. Fudayl’dan işittiğini aktarır.67 Görülen bu rüyaların yorumu İmam Buhârî’nin Peygamber efendimizin sünnetine bağlı bir yaşam sürmesi yönündeydi. Onun hayatının Peygamberin hayatına muvafık olduğunu resmeden olaylar sayılamayacak kadar çoktur. Zira rivayet etmiş olduğu binlerce hadisle amel eden İmam Buhârî, Peygamberine 66. Siyerul Â’lamun-Nubela, c. 11 s. 213. 67. Tehzibu’l-Kemal, c. 6, s. 231. 53 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI ittiba etmek suretiyle her türlü muvafakatı elde etmiş, buna âyetini “Dikkat edin, kuvvet atıştır.”71 şeklinde tefsir etmesi, mukabil ona her çeşit muhalefetten de şiddetle kaçınmıştır. İmam Buhârî’yi hem âyete ittiba ederek, hem de Rasûlullah Biz İmam Buhârî’nin hayatından birkaç kesit aktarmayla ik- efendimizin tefsirine riayet ederek ok atma sünnetini ihya tifa edeceğiz. etmeye yönlendirmiştir. Zinhar İmam Buhârî bunu gayesiz, Talebesi Muhammed b. Ebû Hâtim İmam Buhârî’nin mücerred bir eğlence olsun diye yapmamıştır. Buhâra şehrinin sınırları dışında bir tekke bina ettiğini ak- İmam Buhârî’nin sünnete ne denli bağlı olduğuna işaret tarırken şunları söyler: “Tekke yapımında kendisi de çalışı- eden diğer bir hadise de Ebû Abdullah el-Hâkim el-Nisa- yordu. İşçilerle beraber kerpiç taşıyordu. Kerpiçleri kafasının buri’nin İmam Buhârî’den aktardığı şu kıssadır. “Ramazan üstünde taşıyarak ustalara veriyordu. İmam Buhârî’nin böyle ayında hafif bir şekilde hastalandım. İshâk b. Rahveyhi tale- bir işe giriştiğini öğrenen insanlar ona yardım etmek için top- beleriyle beni ziyaret etti. Bana “Ey Ebû Abdullah iftar ettin lanıyorlardı. Ben ona ey Ebû Abdullah sen taşıma, senin yeri- mi?” diye sordu. Ben de evet dedim. O da “Ben senin ruhsatı ne bunu yapacak çok insan var dediğimde bana: “Bu binanın kabul etmeyip zayıflamandan korktum.” dedi. Bunun üzeri- yapımında çalışmak bana fayda veriyor” dedi.68 ne senedimi aktararak Ata b. Ebû Rabah’a hangi hastalıktan Hiç şüphesiz İmam Buhârî bu tasarrufunda, Mescid-i Nebevi’nin yapımında çalışan, Hendek savaşından önce kazılan hendeklerde çalışan efendisi, önderi, rehberi Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve ssellem’i örnek almaktaydı. İnsanlığın omuzlarındaki yükleri arttırmayıp hafifletmeyi amaçlayan bu ulvi davranış, dünyanın her zaman muhtaç olduğu rahmetin tecellilerindendir. dolayı iftar edilebilir diye sorulduğunu, onunda Rabbimizin buyurduğu gibi her hastalıktan dolayı iftar edilebilir dediği sözünü aktardım. İmam Buhârî devamla “İshâk bu rivayeti bilmiyordu” dedi.72 İmam Buhârî gibi kırk sene kuru ekmek yiyip, hiç katık almayan salâbet ve metanet timsali bir insanın Rasûlullah efendimizin sünneti karşısında iradesini kontrol ederek temayüllerine göre değil, ölçüye göre amel etmesi sünnete bağlılığı her yönüyle ispat etmektedir. Çünkü sünnet İmam Buhârî’nin geceleri seher vaktinde bir rekâtı vitir olmak üzere on üç rekât namaz kılması ve uzun uzun kıraatlerde bulunması Peygamber efendimizin geceleri ayakları şişinceye kadar kıldığı namazları hatırlatmaktadır. ona şunu telkin etmekteydi; Allah, ruhsatlarının kabul edilmesini, azimetlerinin alınmasını istediği gibi talep eder.73 İmam Buhârî’nin sünnete bağlılığını gösteren diğer bir olayı da talebesi Muhammed b. Ebû Hâtim şöylece aktarır: Muhammed b. Ebû Hâtim onun ok atmayı çok sevdiğini, “İmam Buhârî’yle Firebr’de tefsir kitabını tasnif ediyorduk. yanında bulunduğu uzun yıllar boyunca attığı oklardan sa- Çok hadis rivayet etmesi sebebiyle kendisini fazlaca yordu. dece birinin hedefe isabet etmediğini ve bu hususta kimsenin Binaen aleyh başının arka tarafı olan kafasını yere getirerek onunla boy ölçüşemeyeceğini aktarır. Rasûlullah efendimi- sırtı üzere istilka (yatmak) etti. Ben de ona: “Ey Ebû Abdullah zin “Onlara karşı gücünüzün yettiği kuvveti hazırlayın.”70 seni tanıdığımdan itibaren ilimsizce hiçbir şey yapmadım.” 68. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 450. 69. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 444. 70. Enfal, 60. 71. Müslim, İmare, s. 167. 72. Hedyu’s-Sahri, s. 680, 681. 73. Müsned, c. 2, s. 108. 69 54 55 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI dediğini işittiğimi söyledim. Devamla peki bu istilkayı hangi sahip olan İmam Buhârî yirmi beş bin dirhem alacaklı oldu- ilmi gerekçeyle yaptığını sordum. O da bana şöyle dedi; “Bu- ğu birine karşı gösterdiği müsamaha dikkat çekicidir. Uzun gün kendimizi çok yorduk. Burası da sınır boylarından bir zamandan beri borcunu ödemeyen bu şahıstan bazı idareciler boydur. Düşman tarafından bir şeylerin gerçekleşmesinden vasıtasıyla alacağını tahsil etmesini tavsiye edenlere “Ben on- çekindim. Biraz istirahat edip, düşman bize ansızın saldırdı- lardan yardım istersem onlar da benden işlerine geldiği gibi ğında kaçabilecek güç ve harekete sahip olabilmeyi istedim. fetva vermemi isterler, dünya için dinimi satamam” demiştir. Bu olay da gösteriyor ki İmam Buhârî işlerini ilmin yani sün- Fakat bazı dostları ona rağmen bu hususu yöneticilere söyle- netin gereğine göre icra ediyordu. Yüce Rabbimiz bizleri de diler. İmam Buhârî bunu haber alınca ilgililere mektup yaza- sünnete ittiba etmeye muvaffak eylesin. rak borçluya bir kötülük yapılmamasını istedi ve onunla her yıl kendisine on bin dirhem ödemek üzere anlaşma yaptı. Bu AHLÂKI VE YAŞAM BİÇİMİ Bir önceki konumuzda bahsettiğimiz İmam Buhârî’nin sünnete bağlı bir hayat yaşaması onun ahlâki yapısının ve yaşam biçiminin nasıl olduğunu tarif eder niteliktedir. Hz. Aişe’ye Peygamber efendimizin ahlâkından sorulması üzerine sorana; “Sen Kur’ân okumuyor musun? Onun ahlâkı Kur’ân’dı.”74 demesi Rasûlullah efendimizin sünnetine ittiba edenlerin ahlâkının da kur’ânî ahlâk olduğu anlamına gelmektedir. Güzel ahlâk kişinin sahip olabileceği en değerli sermayelerdendir. Rasûlullah efendimizin “İnsanlara verilen en hayırlı şey güzel ahlâktır.”75 demesi bunun kanıtıdır. Güzel ahlâkın mizanda ne denli etkili olduğunu Peygamber efendimiz şu sözlerle açıklar: “Mizanda en faziletli şey güzel ahlâktır.”76 Ayrıca “Sizin en hayırlınız ahlâkı en güzel olandır.”77 buyurması Rasûlullah efendimizin güzel ahlâk üzerinde önemle durduğunu göstermektedir. Son derece merhametli, halim ve geniş bir ahlâk yapısına 74. Müslim, Musafirun, 139. 75. Müsned, c. 4, s. 278. 76. Müsned, c. 6, s. 442. 77. Buhârî, Edep, 38. 56 anlaşmaya rağmen alacağından hiçbir şey tahsil edemeyen İmam Buhârî borçluya yönelik hiçbir tasarrufa yönelmedi.78 Babasından kendisine miras kalan malı müdarebe (iş birinden sermaye birinden vasfına bağlı gerçekleştirilen ortaklık) akdi ile birilerine vererek Allah’ın kullarına da fayda sağlamayı amaçlarken aynı zamanda böyle yaparak kendisini hadise hizmet etmeye hasrediyordu. Müdarebe akdinden elde ettiği kazançla hem kendi geçimini sağlıyor hem de her ay kazancından beş yüz dirhemi fakirlere, miskinlere, ilim talebelerine ve ashâbu’l-hadise infak edip onları bu vesile ile ilim tahsil etmeye, Rasûlullah efendimizin hadislerini toplamaya teşvik ediyordu. Kazancını rahatı, yemesi, içmesi ve giyimi uğrunda harcamayan İmam Buhârî sabrı, tahammülü ve metaneti seciye haline getirmişti. Öyle ki bu durum onun hastalanmasına sebep olmuştu. Bu durumu talebesi Ebû Hasan Yusuf b. Ebû Zer şöylece aktarır: “Muhammed b. İsmail hastalandığında idrarını tabiplere gösterdiler. Tabipler, “Bu idrar hristiyanların katık yemeyen keşişlerinin idrarına benziyor” dediler. Muhammed b. İsmail onları doğrulayarak: “Evet ben kırk senedir katık yemedim” dedi. Tabiplere ilacı tedavisi nedir? diye sorulduğunda; “Katık yemesi gerekir.” 78. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 446. 57 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI dediler. İmam Buhârî katık yemeyi kabul etmek istemese de, Her türlü menfaatçiliğin ve bencilliğin egemen olduğu ilim ehli ısrar edip yemesini isteyince razı olup ekmekle bera- zamanımızda bu tür kıssalar her ne kadar anlaşılmasa da ber sukre (sirke ya da hurma) katığı yedi.79 peygamberlerin ahlâkını yansıtması bakımından doğrusu İmam Buhârî’nin dünya işleriyle ilgilenmediği, şahsi işlerinin birileri tarafından yürütüldüğü kendi ifadelerinden anlaşılmaktadır. Muhammed b. Ebû Hâtim ben Buhârî’yi şunları söylerken işittim dedi: “Ben ne bir şey satmayı, ne de bir şey satın almayı hayatım boyunca üstlenmedim.” “Ona Allah alış verişi helâl kıldığı halde bu nasıl olur dedim? O da alış verişte ziyade noksan ve karıştırarak alıp satma vardır ki ben bunlara bulaştığımda başkasıyla aynı duruma düşmekten korkarım” dedi. “Peki işlerini kim hallediyor dediğimde “bunu benim yerime yapan birileri oluyor.” dedi.80 İmam Buhârî bir defasında evinde Abdullah b. Muhammed es-Seyrafi’yle otururken cariyesi eve girmek istedi. İmam Buhârî’nin elinde olan mürekkep hokkasına basıp sendeleyince ona “Nasıl yürüyorsun?” dedi. Cariye de “yürüyecek yol olmasa nasıl yürüyeyim deyince” İmam Buhârî ellerini uzatarak seni azat ediyorum gidebilirsin dedi. Kendisine “Ey Ebû Abdullah cariye seni kızdırdı mı?” denince “Ben yaptığımla nefsimi razı ettim” deyip kendini eleştirdi.81 her türlü takdirin üzerindedir. İmam Buhârî’nin ahlâki faziletleri, daha önce râvileri cerh bölümünde belirttiğimiz üzere tenkit ettiği râviler hakkında son derece mu’tedil ve insaflı sözlerinde de görülür. Gıybetten sakınarak kimseyi çekiştirmediğini söylemesi ve “Allah Teala’nın beni gıybetten dolayı hesaba çekmeyeceğini umarım” demesi bu konudaki hassasiyetini göstermektedir. Bir gün hadis okurken âma olan talebesi Ebû Ma’şer bir hadisten pek hoşlanmış olmalı ki başını elini sallamaya başladı. Onun bu haline tebessüm eden İmam Buhârî daha sonra bu tebessümü ile Ebû Ma’şer’e haksızlık ettiğini düşünerek ondan helâllik istedi.83 Allah’ın mescitlerine karşı gösterilmesi gereken hassasiyetin, insanın kendi bedenine karşı gösterdiği hassasiyetin fevkinde olması gerektiğini bildiren şu hadise ilgi celb edicidir. Muhammed b. Mansur “Bir defasında Muhammed b. İsmail’in meclisinde bulunmaktaydık. İçimizden birisi sakalında bulunan bir çöpü alıp yere attı. Ben Muhammed b. İsmail’in bir o çöpe bir de etrafındaki insanlara baktığını Babasının en seçkin talebesi olan Ebû Hafs, İmam gördüm. İnsanların dalgınlığını fırsat gören Muhammed b. Buhârî’ye bir ticaret malı gönderdiğinde tüccarlar yanına ge- İsmail, elini çöpe uzatarak onu yerden kaldırıp yenine yerleş- lerek, beş bin dirhem kâr teklif ederek o malı isterler. Onlara tirdi. Mescitten çıktığı zaman çöpü yeninden çıkararak yere bu gece gidin der. Ertesi sabah başka tüccarlar gelip on bin attı” dedi.84 dirhem kâr teklif ettiklerinde onlara olumsuz cevap verip “ben dün gece ilk gelenlere vermeye niyet ettim ve niyetimi de bozmak istemiyorum.” deyip ilk gelenlere o malı verir.82 79. Hedyu’s-Sârî, s. 673. 80. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 446. 81. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 452. 82. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 447. 58 Onun bizleri kendisine hayran bırakıp gıpta ettiren bu ince, âli cenap ahlâki siyreti, rivayet etmiş olduğu “Sizin en faziletli olanınız ahlâkı en güzel olanınızdır” hadisi şerifine bağlı kalıp Rabbine bu ahlâk üzere kavuşmak istemesindendir. 83. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 444. 84. Tarihu Bağdad, c. 2, s. 13. 59 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI İBADETİ yurmaktadır: “De ki şüphesiz benim namazım, ibadetlerim, Ebû Hureyre (r.a.) Peygamber efendimizden Yüce Allah’ın kudsî bir hadiste şöyle buyurduğunu aktarır: “Kim benim bir dostuma düşmanlık ederse ona harp ilan ederim, kulum bana ona farz kıldığım ibadetlerle yaklaştığı kadar sevimli olan başka bir şey ile yaklaşmamıştır. Kulum bana nâfile ibadetlerle yaklaşmaya devam eder ta ki ben onu severim, onu sevdiğimde işiten kulağı, gören gözü, tutan eli, yürüyen ayağı olurum. Benden bir şey isterse muhakkak ki istediğini verir ve bir şeyden bana sığındığında hayatım ve ölümüm âlemlerin Rabbi olan Allah’a aittir.”85 şüphesiz onu muhafazama alırım.”86 İbadet, genel anlamıyla mükellefin Allah’a karşı duyduğu saygı ve sevginin sonucu olarak onun rızasına uygun bir hayatı fikren ve fiilen irade edip ortaya koymasıdır. İbadetten bu genel anlamıyla Allah’a kulluk kastedilmektedir. Yüce Rabbimiz bununla alakalı Kur’ân-ı mübin de şöyle bu- Özel anlamda ise ibadet; mükellefin yaratanına karşı say- Hadisin muhtevasından anlaşıldığı üzere Allah’a yakla- gı ve boyun eğmesini simgeleyen Allah ve Rasûlü tarafından şabilmenin bir bedeli belki de bedelleri vardır. Fakat bu be- istenen belirli davranış biçimleridir. Istılâhta ibadetin yaygın deller insanın zengin olması, makam sahibi olması, insanlar kullanımı bu ikinci anlamdadır. İslâm’ın temel şartlarını teş- arasında itibar sahibi olması, kısaca şeriatın kurbet-i ilâhiye kil eden namaz, oruç, zekât ve haccın yanında kurban kes- layık saymadığı hiçbir sebep değildir. Aksine Allah’a karşı me, itikaf, dua, Kur’ân okumak, hayır ve infakta bulunmak tezellülün ve inkıyadın (boyun eğmenin) ifadesi olan şeri- gibi davranışlar ibadetin en meşhur örneklerini oluşturur. Bu atın farz ve nâfile addettiği ibadetlerin ta kendisidir. Yüce muhtevası ile ibadet Cenabı Hakk’a yakın olma anlamındaki Rabbin, tezellül ve inkıyada mazhar olmuş kullarının işiten “kurbet” ve ona boyun eğiş anlamındaki “taat” kelimeleri ile kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olması onla- yakın anlamlara sahiptir. rı her cihetten ilâhi yardımı ile kuşatarak rızasına müstah- İmam Buhârî’nin hayatında ibadeti genel manasıyla ele almak onun çocukluğundan itibaren dine, dinin kaynakları olan Kur’ân’a ve sünnete duyduğu derin eğiliminden, ilim yolculuklarına, Allah’ın kullarına Muhammed sellem’in sallallahu aleyhi ve risaletini öğretmesine, özetle hayatını Allah ve Rasû- lunün memnuniyeti uğrunda vakfetmesinde okumak ve gör- dem kılması anlamında mütalâ edilebilir. İlâhi rıza uğrunda müstahdem kılınmak sureti ile Allah’ın velayetine eren bu mümtaz kimseler kendilerine karşı güdülen her düşmanlığın karşısında Yüce Rabbin bulunduğunu bilerek hiçbir tereddüt ve sarsılmaya uğramadan sırat-ı müstakimde seyranlarını sürdürürler. mek mümkündür. Buna ilaveten biz onun özelde Allah ile Yukarıda aktardığımız hadisi şerifi İmam Buhârî’nin Sa- yakınlığını tescil eden ibadetini, aktaracağımız bazı hâdisat hih’inde rivayet ettiğini söylememiz, bu bölümde anlatmak ile zihinlere yaklaştırmaya çalışacağız. Ancak öncelikle kulun istediklerimizi mücmel de olsa zikretmektedir. Zira o rivayet Rabbine nasıl yaklaşabileceğini ve yaklaşması durumunda ne ettiği hadislerle amel etmeyi ve önderi Muhammed sallallahu aley- tür ilâhi lütuflara mazhar olacağını anlatan bir hadisi şerifi hi ve sellem’e zikredeceğiz. taydı. İmam Buhârî de her Müslüman gibi farz ibadetlerini 85. Enam, 162. 86. Buhârî, Rikak, 38. 60 uymayı amaçlayan bir hayat yaşamayı arzulamak- 61 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI yerine getirmek ile mükellef olduğundan onun farz ibadetle- İmam Buhârî’nin ilâhi kurbet adına yaşadığı bu hadise rinden bahsetmekten öte Rabbine yaklaşmak için gerçekleş- bizlere Peygamber efendimizin katılmış olduğu Zatu’r-Rika tirdiği nâfile ibadetlere değineceğiz. savaşında sahâbelerden bir tanesinin nöbet tutarken başına Nesc b. Said, İmam Buhârî’nin Ramazan ayında nasıl ibadet ettiğini şu şekilde aktarır. Muhammed b. İsmail Ramazanın ilk gecesi girdiğinde arkadaşları onun yanında toplanırlardı. Onlara namaz kıldıran Muhammed b. İsmail her rekâtta yirmi âyet okurdu. Bunu Ramazan gecelerinde Kur’ân’ı hatmedene dek sürdürürdü. Seher vaktinde Kur’ân’ın yarısı ile üçte biri arası kadar kıraatte bulunur ve her üç gecede bir hatim gerçekleştirirdi. Gündüz ise her güne bir hatim sığdırırdı. Hatmi iftar saatine denk getiren İmam Buhârî hatmin bitiminde icabet edilmiş bir dua olması dileği ile bitirirdi.87 gelen bir hadiseyi hatırlattı. Kıssanın özeti şöyledir: Peygamber efendimiz bu savaşta bir patikaya konaklayarak “Bizi bu gece aranızdan kim koruyacak?” dedi. Muhacirlerden biri ile ensardan biri kalkıp bu vazifeyi üstlendi. Patikanın ağzında (girişinde) durarak aralarında geceyi nöbetleşerek beklemek için taksim ettiler. Nöbet sırası ilk olarak ensardan olan sahâbeye düştü. Muhacir arkadaşı uyuyunca kendisi kalkıp namaz kılmaya başladı. O sırada düşmandan biri oraya gelip o ensardan olan sahâbeyi görünce ona bir ok attı, isabet eden oku vücudundan çıkarıp namazına devam etti. İkinci oku vücuduna alınca tekrar oku çıkarıp namaza devam etti. Üçüncü okun vücuduna isabet etmesi üzerine bu sefer oku İmam Buhârî’nin Ramazan ayı dışında da gece namaz- çıkarıp rükûya giden bu sahâbe secde edip namazını bitir- larını hiç terk etmediğini anlatan talebesi Muhammed b. Ebû dikten sonra arkadaşını uyandırdı. Arkadaşı onun bu halini Hâtim onun seher vaktinde biri vitir olmak üzere on üç rekât görüp “Beni neden düşman sana ilk oku attığında uyandır- namaz kıldığını aktarır. madın?” dedi. O da “Bir sureyi okuyordum onu bitirmeden 88 Muhammed b. Ebû Hâtim bir defasında hocası Muham- kesmek istemedim” dedi.90 med b. İsmail’in ashâbından birileri tarafından bahçesine da- Namazda Allah’a yakınlığı elde etmenin karşılığını vü- vet edildiğini aktararak şöyle söyler: “Orda bulunanlara öğle cuduna gelen darbelerin ve zararların acısını hissetmeme namazını kıldıran Muhammed b. İsmail kendisi nâfile kılma- şeklinde tadan kulların âhiret de nasıl bir mükâfat ile karşıla- ya devam etti, namazı bitirince gömleğini kaldırarak etrafın- şacağını ancak namazın sahibi olan Yüce Allah bilir. da bulunan birisine “Bak hele gömleğin altında bir şey görebiliyor musun?” dedi. O şahıs baktığında onu on altı veya on yedi yerinden ısırmış bir eşek arısı gördü. Bundan dolayı bedeni şişen Muhammed b. İsmail’e ashâbı namazdan neden çıkmadığını sorunca “bir sureyi okuyordum ve onu bitirmek istedim” cevabını verdi.89 87. Tabakatu eş-Şâfiîyye, c. 2, s. 224. 88. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 441. 89. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 442. 62 İmam Buhârî’nin mukarreb ve abid bir kul olduğuna işaret eden diğer bir hadiseyi yine talebesi Muhammed b. Ebû Hâtim şöyle aktarır: “Ben Ebû Abdullah’ı şöyle söylerken işittim: “Müslüman dua ettiğinde duasının kabul edilmeyeceği bir halde olması ona yaraşmaz.” Kardeşinin hanımı benim yanımda ona şöyle dedi: “Peki sen bunu kendinle alakalı tecrübe ettin mi?” “Evet dedi. Rabbime iki defa dua ettim 90. Ebû Davud, Tahâret, 78. 63 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI ikisinde de duama icabet etti. Bundan sonra dua (dünyada mubahları terk etmesi ise takvada doruklara ulaşmak anlamı- icabet etmesini istediğim) edip de hasenatımı eksiltmek iste- na gelmektedir. Hz. Ömer, Ubey b. Kâb’a takvanın ne oldu- miyorum.” Müslüman’ın dua ettiğinde duasına icabet edil- ğunu sorunca Ubey b. Kâb ona “Ey emire’l-müminin, siz hiç memesi onun Allah ve Rasûlü’nun rızasına muhalif birtakım dikenli bir arazide yürümediniz mi?” dedi. Hz. Ömer “Evet hallerle meşgul olduğunu göstermektedir ki bu onun İslâm’a yürüdüm” deyince “Peki bu durumda ne yaptınız?” diye sor- teslimiyetine de zarar vermektedir. İnsanın kusuru, duaya duğunda Hz. Ömer “Paçalarımı sıvadım ve dikenlerin bulaş- icabet etmeyende değil duaya icabet edilmesinin önüne setler maması için özel gayret gösterdim” dedi. Bunun üzerine Ubey çeken iradede araması gerekir. b. Kâb “İşte takva bu yaptığınız gibi hassas davranmaktır” 91 dedi.93 İslâm’da üstünlük ancak takva ile olur. Bu hususta yü- ZÜHDÜ VE TAKVASI Zühd, dünyaya ve maddi menfaate değer vermemek, kalpte dünya ve çıkar kaygısı taşımamak ve kanaatkâr olmak demektir. Başka bir deyişle zühdü elde olan dünyalığa sevinmemek, elden çıkana üzülmemek ve elde bulunmayan ce Rabbimiz Kur’ân-ı mübinde şöyle buyurmaktadır: “Allah nezdinde en şerefli olanınız ondan en çok korkanınızdır.”94 İmam Buhârî’nin zühdü ve takvası da diğer hasletlerinde olduğu gibi Rasûlullah efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’i ör- nek alma merkezliydi. Onun bu merkezden bir adım dahi şeyin gönülde de bulunmaması şeklinde tarif etmek müm- ayrılmadığını söylemek mübalağasız onun vakıasını tescil kündür. Zühd insanın lezzetlere dalıp, âhireti unutmasına ve etmek anlamına gelmektedir. Biz İmam Buhârî’nin zühdünü dünyaya esir düşmesine mani olur. Zühd yüce Rabbimizin ve takvasını bir başlık altında incelemeyi uygun gördük. Zi- sevgisini celp eden hasletlerdendir. Bununla alakalı Sehl b. ra onun zühdü takvasından, takvası da zühdünden tevellüd Sad bir adamın Peygamber efendimize gelerek şöyle söyle- etmektedir. diğini aktarır: “Ya Rasûlullah bana öyle bir amel göster ki o ameli işlediğimde Allah beni sevsin ve insanlar da beni sevsin.” Peygamber efendimiz ona “Dünyada zahid ol ki Allah seni sevsin ve insanların ellerindeki hakkında zahid ol ki insanlar seni sevsin.” buyurmuştur.92 Babası İsmail b. İbrahim’den içine bir dirhem şüpheli kazancın karışmadığı bir miras kalan İmam Buhârî, daha önce de belirttiğimiz üzere bu malın ticareti ile ziyadeleşme noksanlaşma ve malları birbirine karıştırma gibi tüccarların içine düştüğü birtakım sakıncalı hususlardan dolayı takvasının Takva ise, Allah korkusu ile kişinin şeriatın emirlerine gereği uğraşmayıp bu malları mudarebe akdiyle başkalarına itaat ederken yine şeriatın yasakladığı haramlardan uzak dur- verir. Elde ettiği kazançtan her ay beş yüz dirhemi yoksul- masıdır. Aslında takvanın birtakım mertebeleri vardır. Bun- lara, fakirlere, ilim talebelerine dağıtan İmam Buhârî mal ve ların en önemlisi Allah’a şirk koşmaktan sakınmaktır. En son menal ile ilgili kalbi bir alaka bırakmam bahtiyarlığına her ay halkası ise küçük de olsa günahların her çeşidini terk etmek- ermekteydi. Onun zühdüne işaret eden talebesi Muhammed tir. Esfiyanın ve evliyanın sakıncalı şeylere düşme korkusu ile b. Ebû Hâtim’e söyledikleri fetanet dolu sözleri İmam Buhârî 91. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 448. 92. İbni Mace, Zühd, 1. 93. Tefsiru’l Kur’anî’l-Azîm, c. 1, s. 92. 94. Hucurat, 13. 64 65 BİRİNCİ BÖLÜM ile ilgili anlatmak istediklerimizi fazlasıyla yansıtmaktadır. O mübarek sözleri aktaran talebesi şunları söyler: Hocam Muhammed b. İsmail bir gün bana çok hadis yazdırdı, bıkıp usanmamdan korktuğundan şunları söyledi: “Nefsin hoşnut olsun, zira eğlenceye dalanlar eğlenceleriyle, sanat ehli sanatlarıyla ve ticaret ehli ticaretleriyle uğraşırken sen Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem ve ashâbıyla berabersin.”95 İmam Buhârî zühdü yaşamakla kalmayıp etrafındakilere de her ortamda telkin ediyordu. Muhammed b. Ebû Hâtim bir defasında İmam Buhârî’nin ashâbından birisinin onu da bizleri de bahçesinde ağırladığını naklederek şunları söyler: Bahçe sahibi bahçesinde oturma yerleri hazırlayıp içinden su akıtması sebebiyle bahçesinin güzelliğiyle hoşnut olmuş olacak ki İmam Buhârî’ye şöyle dedi. “Ey Ebû Abdullah burayı nasıl buldun?” İmam Buhârî “Bu dünya hayatıdır diyerek cevap verdi.”96 Hiçbir zaman dünyanın süslü yapısına aldanmayan büyük İmam, bu veciz ifadesi ile hem etrafındakilere hem de bizlere çok şeyler anlatmaktadır. İmam Buhârî’nin talebesi Muhammed b. Ebû Hâtim onunla yaptığı yolculuklarda hassasiyetini ve takvasını resmeden şu olayları aktarır: Ebû Abdullah bir defasında bir ev kiralamıştı. Uzun süre o evde kaldı. Ben o ev ile alakalı şunları söylerken işittim: “Ben zekerimi (tenasül uzvu) bu evin ne duvarlarıyla ne de yerleriyle silmedim.” Kendisine neden diye sorulduğunda; “Çünkü bu ev benden başkasına aittir.” dedi.97 Burada peki neden zekerini duvara veya yere sürsün ki diye bir soru akla gelebilir. Kişinin küçük abdestini bozması halinde elleri ile istinca yapması şeriat tarafından yasaklandığından ya bir taş ya da yer ve duvar cinsi bir şeyle istinca yapması gerekir. Fakat İmam Buhârî, hassasiyeti gereği yer İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI Bir defasında onunla Firebr’de bulunurken bana şöyle dedi: “Haber aldığım kadarıyla bu yakınlara bir nahhas (köle satıcısı) gelmiş ona gitmek için benimle gelir misin?” Ben de “Evet” dedim. Nahhasın yanına vardığımızda güzel ve parlak yüzlü cariyeleri huzura çıkardı. Aralarından çirkin, gözü şaşı bir cariyeyi gören İmam Buhârî onun çenesine dokunup “Bana bunu satın al” dedi. Ben “Bu çirkindir, bunu almayalım vereceğimiz parayla o güzel olanlardan alabileceğimizi kendisine söyleyince, sen bunu satın al çünkü ben onun çenesine dokundum, bunun dışında almayacağım bir cariyeye dokunmak istemem.” dedi. Onu beş yüz dirhem ile satın aldım.”98 Muhammed b. Ebû Hâtim onun bu güzel hasletlerini Hüseyin b. es-Semerkandi’den işittiğini söyleyerek onun şunları zikrettiğini aktarır. Muhammed b. İsmail sahip olduğu güzel ahlâkı ile beraber ona özgün üç haslete haizdir. Birincisi az konuşması, ikincisi insanların elindekine tamahta bulunmaması, üçüncüsü de insanların işleriyle meşgul olmayıp bütünüyle ilim ve hadis ile meşgul olmasıdır.99 İLİM UĞRUNDA ÇEKTİKLERİ İnsanın duyu organlarıyla elde ettiği veya Allah Teâla’nın vahiy yoluyla doğrudan doğruya gönderdiği, içinde zan ihtimali bulunmayan yakini bilgiye ilim denir. Yüce dinimiz İslâm, ilmin, âlimin ve ilim yolcusunun değerini yükseltmiştir. Rabbimiz Kur’ân-ı Mübin’de “Allah içinizden imân edenlerle kendilerine ilim verilenlerin değerini yükseltir.”100 buyurmaktadır. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sel- ve duvar ile istinca yapma kolaylığına gitmemiştir. lem 95. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 445. 96. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 446. 97. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 447. 98. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 447. 99. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 448. 100. Mücadele, 15. 66 de hadisi şeriflerinde şöyle buyurmuştur: “İlim tahsil etmek 67 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI maksadıyla bir yola giden kimseye Allah Teâla cennet yollarından birini açar. Melekler ilim tahsil edene karşı memnuniyetleri ve tevazuları sebebiyle kanatlarını yere sererler. Göklerde ve yerde olan her şey hatta su içindeki balıklar âlim için Allah’tan rahmet diler. Âlimin âbide üstünlüğü ayın ondördündeki görüntüsünün diğer yıldızlara üstünlüğü gibidir. Âlimler peygamberlerin varisleridir. Peygamberler ne altın ne de gümüş bırakmışlardır. Onlar miras olarak sadece ilmi bırakmışlardır. Kim ilmi alırsa büyük ve değerli çen bir hadiste şöyle buyurmaktadır: “İnsanlar Ebû Hureyre bir şey almış demektir.”101 olmasaydı bir hadis bile anlatmazdım.” Sonra şu âyetleri İmam Buhârî’nin ilim uğrunda ortaya koyduğu gayretler ve çektiği çileler henüz çocuk yaşta başlar. Beldesi Buhâra’dan on altı yaşında annesi ve kardeşi Ahmed ile hac farizasını yerine getirmek için yola çıkan İmam Buhârî, annesi ve kardeşi Buhâra’ya geri dönmesine rağmen orada annesinden ve kardeşinden uzak yalnız kalmayı göze alıp hadis toplamak için gerekli olan rihlet serüvenini başlatır. Baba himayesinden yoksun büyümüş, anne şefkatine muhtaç bir çocuğun bu yaşlarda annesinden ilim talep etme uğrunda ayrılmayı ve onunla uzun müddetler görüşmemeyi göze alması her dönem ilim ile uğraşan insanların hayranlıklarını celb etmiş ve himmetlerini âli tutmalarına vesile olmuştur. İmam Buhârî toplamış olduğu yüz binlerce hadisi fütursuz bir şekilde tekrar ederek muhkem kılmaktaydı. Bu uğurda karşılaştığı sıkıntılar onun azmini ve iradesini yıpratmamakta, aksine himmetini ve gayretini arttırmaktaydı. İlim uğrunda sıkıntılarla karşılaşmak ve göğüs germek İmam Buhârî’ye has bir durum olmayıp ondan önce, onun zamanında ve ondan sonra gelen bütün İslâm âlimlerinin kader birliği kıldığı bir husustur. İlmin tabiatı bunu gerektirmekte ve bütünü ile kendisine yönelmeyene kapılarını açmamaktadır. İmam Buhârî’nin çektiği sıkıntılara değinmeden bu uğur101. Ebû Davud, İlim, 1. 68 da yaşanmış bazı hadiseler ve söylenmiş bir takım sözleri aktarmamız anlatacaklarımıza ışık tutacaktır. Ebû Hureyre radiallahu anh İmam Buhârî’nin Sahih’inde ge- Rasûlullah’tan çok hadis rivayet ediyor. Muhacir ve ensar neden Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği gibi hadis rivayet etmiyor diyorlar. Şayet Allah’ın kitabında mevcut olan iki âyet okudu: “İndirdiğimiz apaçık delilleri ve hidayeti biz kitapta açıkladıktan sonra onları gizleyenlere, Allah lanet eder. Hem de bütün lanet edenler de lanet eder. Ancak tevbe edip kendilerini düzelten ve (Allah’ın indirdiğini) açıklayanlar müstesna. İşte onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeleri çokça kabul eden ve çok merhamet edenim.” Ebû Hureyre devamla şöyle dedi: “Muhacir kardeşlerimizi çarşı pazarda alışveriş meşgul etti. Ensarlı kardeşlerimizi ise tarlalarında çalışmak meşgul etti. Ebû Hureyre ise bir karın tokluğuna Rasûlullah efendimizin yanından ayrılmıyordu. Onların bulunmadıkları yerde bulunuyor ve ezberlemediklerini de ezberliyordu.”102 İbn Hacer bu hadisi şerh ederken şunları zikreder: “Bu hadisten anlaşılıyor ki kişinin ne kadar az dünyalığı olursa ilmi ezberlemeye de o kadar çok imkânı olur.” İmam Şâfiî’nin bu hususta söyledikleri son derece ilginçtir. “İlmi, zenginlik ve izzeti nefis ile arayıp da iflah olan kimse yoktur. İlmi, nefsin ezikliği, geçimin darlığı ve âlimlere hizmet ile arayan şüphesiz iflah olur.”103 Halil b. Ahmed’in en seçkin talebesi Nadr b. Şumeyl bununla alakalı şunları söyler: “Kişi ilmin lezzetini acıkıp acıktığını unutana dek tadamaz.”104 102. Buhârî, İlim, 42. 103. Mecm-u Nevevi, c. 1, s. 63. 104. Tezkiretu’l Huffaz, c. 1, s. 314. 69 BİRİNCİ BÖLÜM İmam Ahmed b. Hanbel’in Yahya b. Main ile Yemen’e doğru gerçekleştirdikleri ilmi seyahatte karışlaştıkları, hocalarını dahi ağlatır cinstendir. Yolculuğu anlatan arkadaşı Yahya b. Main şunları zikreder: “Beraber hacca, oradan da Yemen’e Abdurrezzak es-San’ani’nin yanına hadis için gitmeye karar verdik. Hac’da tavaf esnasında Abdurrezzak’ı gördüm ona selam verip bu benim arkadaşım Ahmed b. Hanbel’dir dedim. Abdurrezzak, Ahmed b. Hanbel ile alakalı çok iyi şeyler duyduğunu söyleyip ona dua etti. Ben Ahmed’e yönelerek Allah bizden yol külfetini ve meşakkatini kaldırdı. Biz Abdurrezzak’a doğru Yemen’e gidecektik. Allah onu burada karşımıza çıkardı deyince: “Hayır. Ben Yemen’e rihlet niyetiyle çıktım ve niyetimi de bozmadım.” dedi. Yolda nafakası biten Ahmed’e Abdurrezzak bolca dirhem vermek istedi ancak kabul etmedi. Borç olarak vereyim dediği halde yine kabul etmedi. Biz de nafakamızdan kendisine arz ettiğimiz halde bizden de bir şey almadı. Daha sonra gördük ki şalvarlara uçkur yaparak nafakasını kendi elleriyle temin ediyor. İmam Ahmed’in çektiği sıkıntıları hatırlayan hocası İmam Abdurrezzak’ın gözleri dolardı.”105 Babasından kendisine çok miras kalmasına rağmen İmam Buhârî’nin çektiği sıkıntılar hiç de az değildir. Bunlardan bir tanesi Ömer b. Hafs el-Eşkar’ın aktardığı şu olaydır: “Biz Muhammed b. İsmail ile beraber Basra’da hadis yazıyorduk. Onu aramızda birkaç gün göremedik. Bunun üzerine onu aradık ve onu bir evde üryan bir şekilde bulduk. Yanındaki her şey tükenmiş hiçbir şey kalmamıştı. Aramızda onun için para toplayıp ona elbise satın aldık. Elbiseyi giyip bizimle beraber tekrar hadis meclislerine katıldı.”106 Talebesi Muhammed b. Ebû Hâtim, hocası Muhammed b. İsmail’i şunları söylerken işittiğini aktarır: “Ben Âdem b. 105. el-Minhecu’l Ahmed, c. 1, s. 2. 106. Tarihu Bağdad, c. 2, s. 13. 70 İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI İyas’ın yanına gitmek için yola çıktım. Nafakam çıktığım bu yolculukta bana yetmedi. Ben de ot yemeye başladım. Bu durumdan da kimseyi haberdar etmedim. Üçüncü günde tanımadığım bir adam yanıma geldi. Bana bir kese altın vererek “Bunları nafakan olarak harca.” dedi.”107 İmam Buhârî ilmi için uykusunu, rahatını ve istirahatını bölmekten hiç geri durmuyordu. Bu durumu aktaran Muhammed b. Ebû Hâtim şunları zikreder: “Ebû Abdullah ile sefere çıktığımızda yazları hariç sürekli beraber bir evde kalırdık. Onun geceleri on beş ile yirmi defa arasında kalktığını görürdüm. Her defasında da lambayı yakar ve hadis tahric ederdi. Tahric ettiği hadislerin üzerine de işaretler koyardı. Seher vaktinde ise biri vitir olmak üzere on üç rekât namaz kılardı. Beni hiçbir defasında kaldırmazdı. Ben kendisine neden beni uyandırmayıp bütün sıkıntıları tek başına tahammül ettiğini sorduğumda bana; “Sen gençsin, senin uykunu bölüp rahatsız etmek istemiyorum” derdi.”108 İmam Buhârî’nin bu fevkalade halleri bizlere Ebû Ammar el-Hüseyin b. Hureys’in onun hakkında söylediği şu sözleri hatırlatmaktadır: “Ben Muhammed b. İsmail gibisini görmedim. O sanki sadece hadis için yaratılmıştır.”109 Allah İmam Buhârî’nin ilim için ortaya koyduğu gayretlerden bizleri de payidar eylesin. MUHAMMED B. YAHYA EZ-ZUHRİ İLE KISSASI İmam Buhârî ile Muhammed b. Yahya ez-Zuhli arasında geçen kıssanın ayrıntılarına geçmeden kıssanın ne tür bir temelden çıktığını belirtmek önem arz eden bir husustur. Yüce Rabbimizin bazı kullarını diğerlerine üstün kılması her ne kadar sebepleri olsa da sorgulanamaz ilâhi lutfundan ibaret107. Tabakatu’ş-Şâfiîyye, c. 2, s. 227. 108. Tarihu Bağdad, c. 2, s. 14. 109. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 422. 71 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI tir. Ancak bu durum kullar nezdinde her zaman böyle telakki med b. Yahya ez-Zuhli’nin talebesi Hasan b. Muhammed b. edilmemiştir. İlk peygamber ve insanlığın atası Hz. Âdem’e Cabir şunları aktarır: “Muhammed b. İsmail, Nisabur’a gel- secde edilmesini emreden yüce Allah’a İblis’in “Beni ateşten diğinde Muhammed b. Yahya bizlere şunları söyledi: “Gidin. onu ise topraktan yarattın” demek suretiyle bu üstünlüğü Bu gelen salih adamı karşılayın ve onun söylediklerini din- kabul etmemesi bunun en müşahhas örneğidir. İblis’in Âdem leyin.” İnsanlar da onun yanına gidip ondan hadis dinleme- (a.s.)’ın üstünlüğünü kabul etmemesindeki temel neden ona ye başladılar. Öyle ki Muhammed b. Yahya’nın meclisinde karşı duyduğu hasettir. Yakub (a.s.)’ın çocukları içinde oğ- boşluklar oluştu. Bunun üzerine Muhammed b. Yahya Mu- lu Yusuf (a.s.)’ın onun sevgisine mazhar olup, kardeşlerinin hammed b. İsmail’e haset edip onun hakkında konuşmaya ondan nefret edip onu kuyuya atmalarındaki neden yine ha- başladı.”110 settir. Yahudilerin ve Mekkeli müşriklerin Peygamber efendimiz Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’e hak peygamber olduğunu bilmelerine rağmen imân etmemeleri yine ona karşı duydukları haset ve fesat duygularından kaynaklanmakta idi. Binanaleyh âlimlerin bazılarının diğerlerinin üstünlüğünü kabul etmek istemeyişleri nefislerinde mürekkep bulunan ve terbiye edilmeye muhtaç olan bu duygulardan ortaya çıkmaktadır. Hiç şüphesiz bu duygulardan ancak Allah’ın korumuş olduğu peygamberler ve Allah’ın sadık kulları kurtulabilmişlerdir. Zira her kesim insanı zaafları ile tuzaklarına düşürüp avlayan insanın en açık düşmanı şeytan, ilim Bu konuda kendisine anlatılanları nakleden Ebû Ahmed b. Adiy’e göre ise İmam Buhârî’yi kıskanan Nisabur muhaddislerinden bazıları onun “Kur’ân mahlûktur” görüşünü benimsediğini iddia ederek hadis talebelerini hocalarının kanaatini öğrenmeye teşvik etmiş, ancak İmam Buhârî bu konuda fikrini soran kimseye cevap vermek istememiş, fakat onun üç defa ısrarla sormasından sonra “Kur’ân Allah kelamıdır, mahlûk değildir. Ancak kulların fiilleri mahlûktur. Bu konuda soru sormak ise bid’attır.” diye cevap vermiş ve bunun üzerine ortalık karışmıştır.111 erbabının bu en zayıf noktasını hedef alarak onları mağlup İmam Buhârî kulların fiillerinin mahlûk olduğu görü- etmekten geri durmamıştır. Oysa ki yüce Allah’ın kullarına şünü benimsemekle beraber bu görüşü temellendirip selefe verdiği lütufları, üstünlükleri onun razı olacağı şekilde telak- dayandırıyordu. Kendisine Kur’ân’ı telaffuz etmek soruldu- ki etmek, insanın Allah’ın kulu olmasının gereğidir. ğunda Yahya b. Said el-Kattan’ın “kulların fiilleri mahlûktur” Doğrusu İmam Buhârî gibi mümtaz bir kabiliyete verilen üstünlüklerin takdir ile karşılanması, o üstünlükleri ona veren zatın rızasıyla en uyumlu tek davranıştır. Ancak rıza-i ilâhiye muvafık bu davranışa muvaffak olanlar çıktığı gibi, onu kıskanmak suretiyle kendilerine yakışmayan bir takım davranışların içine girenler de olmuştur. Nisabur beldesinde sünnetin ihyasında büyük bir kadem olan Muhammed b. Yahya ez-Zuhli, İmam Buhârî’ye karşı makamı ve mevkisi ile uyuşmayan birtakım davranışlar ortaya koymuştur. Muham72 sözünü senediyle aktarıp kendisine şiddetle itiraz edip de görüşünden dönmesini isteyenlere benim delilimden daha güçlü bir delil getirmediğiniz müddetçe görüşümden dönmem diyordu ve Huzeyfe radiallahu anh’ın Peygamber efendimizden rivayet ettiği şu hadisi senediyle aktarıyordu: “Şüphesiz Allah her sanatkarı ve sanatını yaratandır.”112 110. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 453. 111. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 453. 112. Hâkim, Müstedrek, İmam Hâkim bu hadisin sahih olduğunu söylemiş, İmam Zehebi de onaylamıştır. 73 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI Ebû Hâmid el-A’meşi şunları aktarır: “Ben Muhammed hadiseyi şu şekilde aktarır: “Muhammed b. İsmail Nisabur’a b. İsmail’i Ebû Osman Said b. Mervan’ın cenazesinde gördüm. geldiğinde halk kendisine çok itibar etmiş, onu iki üç merha- Muhammed b. Yahya ona râvilerin isimlerini künyelerini ve le mesafeden karşılamıştır. Nisabur’un tanınmış muhaddisi hadislerin illetlerini soruyordu. Muhammed b. İsmail isim- Muhammed b. Yahya ez-Zuhli halka Buhârî’yi karşılama- lerin, künyelerin ve illetlerin içinden ok gibi geçiyordu.” Bu- larını tavsiye etmiş, ileri gelen âlimlerle birlikte kendisi de nun üzerinden bir ay geçmedi ki Muhammed b. Yahya “Kim bizzat karşılamaya gitmiş ve talebelerine ona hiçbir kelam Muhammed b. İsmail’in meclisine giderse bizim meclisimize meselesini sormamalarını tenbih etmiştir. Buna gerekçe ola- gelmesin. Zira Bağdat’tan bize onun Kur’ân’ı telaffuz etmey- rak da, şayet İmam Buhârî kendi görüşlerinin aksine bir fikir le alakalı konuştuğunu (yani mahlûk olduğunu söylediğini) haber verdiler. Biz onu bundan vazgeçirmeye çalıştıksa da o bundan vazgeçmedi. Dolayısıyla ona yaklaşmayın, ona yaklaşan ise bize yaklaşmasın.” dedi. Muhammed b. İsmail bir müddet Nisabur’da kalıp sonra Buhâra’ya doğru yola çıktı.113 beyan edecek olursa aralarında ihtilaf çıkacağını, o takdirde Horasan’daki bütün harici, rafizi, cehmi ve mürci grupların kendilerine düşman olacağını söylemiştir.” İmam Müslim devamla şunları belirtmiştir: “Muhammed b. İsmail’in kaldığı ev ziyaretçilerle dolup taşmış, şehre gelişinin ikinci veya Muhammed b. Yahya ez-Zuhli’nin bu konu ile alakalı üçüncü günü bu ziyaretçilerden biri ona Kur’ân’ı telaffuz et- söylediklerini aktaran Ebû Hâmid b. eş-Şüreki şunları söyler: menin mahlûk olup olmadığını sormuş onun da “Fiillerimiz “Ben Zuhli’yi şöyle söylerken işittim: “Kur’ân bütün yönle- mahlûktur, lafızlarımız da fiillerimizdendir ” demesi üzerine riyle Allah kelamıdır, mahlûk değildir. Kim ki bu düşünceyi orada bulunanlar arasında büyük bir ihtilaf çıkmıştır. İmam benimserse Kur’ân’ın telaffuzu ile ilgili başka bir şey söyle- Buhârî’nin Kur’ân okumayı mahlûk saydığını iddia edenler- mesine gerek kalmaz. Kur’ân’ın mahlûk olduğunu söyleyen le, bu iddiaya katılmayanlar kavgaya tutuşmuş bunun üzeri- kâfir olur, imândan çıkar, hanımı kendisinden bain talak ile ne ziyaretçiler ev halkı tarafından dışarı çıkarılmıştır.”115 ayrılır ve kendisinden tevbe etmesi istenir. Tevbe etmezse boynu vurulur, malı Müslümanlar arasında ganimet olur ve Müslümanların kabristanına defnedilmez. Kim de ben ne mahlûktur ne de mahlûk değildir diyorum şeklinde bir görüş belirtirse bu da küfre benzeyen bir şey söylemiş olur. Kur’ân’ı telaffuz edişim mahlûktur diyen ise bid’atçidir. Onunla oturulup konuşulmaz. Kim ki bundan sonra Muhammed b. İsmail’e giderse onu itham edin. Zira onun meclisine ancak onun mezhebine mensup olanlar gider.”114 İmam Buhârî’nin seçkin talebesi Müslim b. Haccac bu 113. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 445. 114. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 456. 74 Aktardığımız bu rivayetlerden Muhammed b. Yahya ez-Zuhli’nin İmam Buhârî’nin “lâzimu’l kavl” (sözün gerektirdiği mâna)’ini alarak onun Kur’ân’ı telaffuz etmenin mahlûk olduğunu söylemek istediğini çıkardığı anlaşılmaktadır. Fakat İmam Buhârî’nin gerek Kur’ân’ın kendisi ve gerek de telaffuz edilişi ile alakalı söyledikleri onun hakkında iddia edilenlerin aksini ispat etmektedir. Muhammed b. Yusuf el-Firebrî hocası İmam Buhârî’nin Kur’ân ile alakalı şöyle söylediğini aktarır: “Kur’ân Allah kelamıdır, mahlûk değildir. Kim onun mahlûk olduğunu söylerse 115. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 458. 75 BİRİNCİ BÖLÜM kâfir olur.”116 Hâkim senediyle Muhammed b. Şâzil’in şöyle söylediğini aktarır: “Muhammed b. Yahya ile İmam Buhârî arasında bu olaylar gerçekleşince ben İmam Buhârî’nin yanına girip şöyle dedim: “Ey Ebû Abdullah, seninle Muhammed b. Yahya arasında nasıl bir sorun var ki sana gelen herkes senden uzaklaştırılıyor?” Dedi ki: “Muhammed b. Yahya’ya ilim hususunda çok haset duyguları arız oldu. İlim ise Allah’ın dilediğine verdiği bir rızıkdır.” Ben “Peki bu senden aktarılan mesele de neyin nesidir?” deyince şöyle cevap verdi “Ey evladım, bu mesele meş’um (uğursuz) bir meseledir. Ben Ahmed b. Hanbel’in bu meseleden dolayı neler çektiğini gördüm ve kendime de bu mesele ile alakalı konuşmayacağıma ahd ettim.117 Muhammed b. Nasr el-Mervezî’nin İmam Buhârî’den aktardığı şu sözler konuyu açığa kavuşturur niteliktedir: “Ben İmam Buhârî’yi şöyle söylerken işittim. “Kim benim Kur’ân’ı telaffuz etmenin mahlûk olduğunu söylediğimi iddia ederse o kezzaptır (yalancıdır). Şüphesiz ben böyle bir şey söylemedim.” Ben: “Ey Ebû Abdullah insanlar senin bunları söylediğini çokça ifade ediyorlar.” dediğimde: “Durum böyle değil, gerçek benim söylediğimden ibarettir.” dedi.”118 Buna benzer diğer bir söyleşiyi aktaran Ebû Amr el-Haffaf şunları söyler: “Ben İmam Buhârî’ye gelip onunla bazı hadisler hakkında münazarada bulundum. Öyle ki bundan hoşnut oldu. Devamla ben kendisine: “Ey Ebû Abdullah, senin Kur’ân’ı telaffuz etmenin mahlûk olduğunu iddia ettiğini söyleyenler var.” Bana şunları söyledi: “Ey Ebû Amr, sana söyleyeceklerimi iyi belle. Nisabur, Kums, Rey, Hemedan, Hulvan, Bağdat, Kufe, Basra, Mekke ve Medine beldelerinin ehlinden kim ki benim Kur’ân’ı telaffuz etmenin mahlûk olduğunu söylediğimi iddia ederse kesinlikle o kezzaptır. Şüphesiz ben böyle bir şey söylemedim. Ancak ben kulların fiilleri mahlûktur İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI İmam Sübki bu konu ile alakalı şunları söyler: “Muhammed b. Yahya ez-Zuhli Kur’ân’ı telaffuz etmenin mahlûk olduğunu söyleyenlerin, kendileriyle konuşulmaması gereken birer bid’atçi sayılacaklarını belirtirken İmam Buhârî’ye muhalefet etmeyi düşünmemiştir. Eğer Zuhli İmam Buhârî’ye muhalefet etmiş ve mahlûk olan dudaklardan çıkan sözün kadim olduğunu ileri sürmüşse büyük bir günah işlemiştir. Zira gerek Zuhli ve Ahmed b. Hanbel, gerekse diğer büyük imamlar bu kâbil münakaşalara dalmanın doğru olmayacağını ifade etmek istemişlerdir. Anlaşılan odur ki bu konuda Halku Efali’l-İbad adıyla müstakil bir eser kaleme almış olan İmam Buhârî, bu ve benzeri itikadi konuları gerektiğinde konuşulacak meseleler olarak kabul etmektedir.”120 Bu olaylardan sonra muhaddis Ahmed b. Seleme İmam Buhârî’yi ziyaret ederek Zuhli’nin Nisabur’da belli bir yeri olduğunu, onun görüşlerine kimsenin karşı çıkamadığını söyledi ve bu durumda ne tavsiye edeceğini sordu. İmam Buhârî de “Ben işimi Allah’a havale ediyorum. Şüphesiz Allah kullarının her halini görür.”121 meâlindeki âyeti okuyarak Nisabur’a bir menfaat elde etmek için gelmediğini, kendisini kıskanan Zuhli’nin dedikodularına son vermek için hemen ertesi gün şehri terk edeceğini bildirdi. İmam Buhârî hakkında koparılan bütün bu gürültüler karşısında Allah’a bağlılığından ve tevekkülünden zerre kadar ayrılmadan, kendisine insanlar senin hakkında ileri geri konuşuyor diyen arkadaşlarına “Şüphesiz şeytanın hilesi zayıftır”122 ve “Kötü tuzağın zararı ancak onu kurana dokunur.”123 meâlindeki âyetleri okuyordu. Abdulmecid b. İbrahim, İmam Buhârî’ye kendisine zul- dedim.” meden, iftira eden ve her türlü musibeti reva gören bu kim- 116. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 456-457. 117. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 456-457. 118. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 457. 119. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 457. 120. Tabakat eş-Şâfiîyye c. 2, s. 229-230. 121. Mumin, 44. 122. Nisa, 76. 123. Fatır, 43. 119 76 77 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI seler hakkında nasıl beddua etmediğini sorunca: “Ben pey- haber vermiştir. Binaenaleyh Allah’ın rızasını elde etme uğ- gamber efendimizin şu tavsiyelerinden dolayı sabretmeyi runda öğrenilen ilmin, Allah’ın rızası uğrunda sarf edilmesi tercih ediyorum. “Havz-ı Kevser’in başında benimle karşılaşana gerekir. İlmi belli zümrelere tahsis etmek bu gayeye aykırı bir dek sabrediniz.” tutumdur. 124 İmam Buhârî Nisabur’dan Merv’e gitti. Kendisini yolda karşılayan şehrin tanınmış muhaddis ve fakihi Ahmed b. Seyyar görüşlerinin isabetli olduğunu, fakat halkın anlamayacağı konulara girmemesi gerektiğini söyledi. İmam Buhârî de kendisine iyi bildiği bir mesele sorulduğu zaman susmasının mümkün olmadığını ifade etti.125 Esefle belirtmek gerekir ki hayatını Peygamber efendimizin sünnetini muhafazaya adayan Nisabur’un büyük muhaddisi Muhammed b. Yahya ez-Zuhli İmam Buhârî’ye karşı şeytanın kendisine telkin ettiği vesveselerin mucebince hareket edip, nefsine yenik düşmüş ve Nisabur beldesinin bu yüce şahsiyetten istifade etmesine mani olmuştur. Yüce İmam Buhârî kendisinden ilim tahsil etmek isteyen herkese bildiğini esirgemeden vermesine rağmen, devlet adamlarından uzak durur, onların saraylarına gitmeyi ilmi küçük düşüren bir davranış olarak kabul eder ve bu uğurda her zorluğa katlanmayı göze alırdı. Buhâra valisi Halid b. Ahmed ez-Zuhli ona bir adamını göndererek Câmiu’s-Sahihi, Tarihu’l-Kebiri ve diğer eserlerini kendisinden dinlemeyi arzu ettiğini bildirince bu talebi reddetti. İlmi küçük düşüremeyeceğini, onu başkalarının ayağına götüremeyeceğini, gerçekten arzu ediyorsa hadis okuttuğu mescide veya evine gelmesini, bunu da istemiyorsa hadis okutmasını yasaklayabileceğini söyledi. Hz. Peygamber’in kendisine sorulan şeyi öğretmekten kaçınan kimsenin ağzına ateşten gem vurulaca- Rabbimizden onun bu hatasını affetmesini, İmam Buhârî’ye ğını ifade eden hadisi sebebiyle ilmi kimseden esirgemediği- de çektiği sıkıntılardan dolayı yüce mertebeler ihsan etmesini ni de haber verdi. Buhâra valisinin sadece kendi çocuklarına niyaz ederken, bizleri de bir göz açıp kapama süresince nefsi- ders vermesi yönündeki isteğini de ilmi belli insanlara tahsis mizde mürekkep bulunan haset ve fesat duygularla baş başa edemeyeceği gerekçesiyle reddetti. Bunun üzerine vali yakın bırakmamasını ilâhi lütfundan temenni ederiz. adamlarından bazılarının İmam Buhârî’nin ehli sünnet görüşüyle bağdaşmayan fikirlere sahip olduğunu iddia etmelerini YÖNETİCİLERE KARŞI TUTUMU İlim, Allah rızası için öğrenilen bir değerdir. Peygamber efendimiz ilmin bu gaye uğrunda öğrenilmesi durumunda kişiyi cennete götüreceğini, kendisiyle Allah’ın rızasının talep edildiği bu yüce değerin dünyevi bir menfaat elde etme uğrunda öğrenilmesi durumunda ise bunun kıyamet günü cennet kokusundan dahi mahrum kalma sebebi olacağını 124. Buhârî, Menakıb, 85. 125. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 462. 78 sağladı. Sonrada bu iddiaya dayanarak kendi memleketinden sürdü.126 Ayrıca İmam Buhârî’nin alacağını borçlusundan tahsil edebilmesi için bazı yöneticilerden yardım istemesini tavsiye eden arkadaşlarına söyledikleri, onun yöneticilere karşı tutumunu net bir şekilde ortaya koymaktadır. “Ben onlardan yardım istersem onlar da işlerine geldiği gibi fetva vermemi isterler. Dünya için dinimi satamam.” 126. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 464-465. 79 BİRİNCİ BÖLÜM VEFATI Doğumundan vefat edeceği ana kadar hayatında yaratıcısının rızası uğrunda geçirilmemiş neredeyse bir an dahi bulunmayan büyük İmam Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail, hayatının son dönemlerinde yaşadığı hadiselerden son derece rahatsız olur. Bu rahatsızlık artık onun gece namazlarından sonra Rabbine yaptığı yakarışlarına yansır. Ebû Ahmed b. Adiy bu durumu bizlere şöyle aktarır: Ben Abdu’l-Kuddus b. Abdu’l Cebbar es-Semerkandi’yi şöyle söylerken işittim. Muhammed b. İsmail Semerkand’a iki fersah mesafesi uzaklığında bulunan Hartenk kasabasına geldi. Burada bulunan akrabalarının yanına gidip onlara misafir oldu. Bir gece onu gece namazından sonra şöyle dua ederken işittim: “Allah’ım, yeryüzü bana bütün genişliğiyle dar gelmeye başladı, beni huzuruna al.” Bunun üzerinden henüz bir ay geçmedi ki İmam Buhârî vefat etti.127 İmam Buhârî’nin talebesi Muhammed b. Ebû Hâtim hocasının ölümünü şöylece aktarır. Ben Ebû Abdullah’ın evinde misafir olduğu Ebû Mansur Galip b. Cibril’i şöyle söylerken işittim: “Ebû Abdullah birkaç gün yanımızda kaldı. Daha sonra şiddetli bir hastalığa yakalandı. Kendisinden Semerkand’a gelmesini isteyen Semerkant ehline kendisini götürmeleri İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI gibi çok güzel hoş bir koku yayıldı ve bu günlerce devam etti. Sonra gökyüzünde kabrinin hizasından uzun, beyaz bulutlar belirdi. İnsanlar bu durumu görmek için gidip geliyor ve hayretler içinde kalıyorlardı. Gelen insanlar onun kabrinden toprak alıp götürüyorlardı. Bu, kabrin açılmasına sebep oluyordu. Biz bekçilerle dahi kabrin topraklarının alınmasına engel olamıyorduk. Bunun üzerine kabrin etrafını kimsenin ulaşamayacağı şekilde tahtalar ile ördük. Buna rağmen insanlar kabrin etrafındaki toprakları bile kaldırıp götürüyorlardı. O güzel koku günlerce devam etti. Bu durum karşısında belde halkı şaşkınlıklarını gizleyemiyordu. İmam Buhârî’nin bu durumu muhaliflerinin dahi onun Hakk’ın rehberi bir insan olduğunu anlamalarına vesile oluyordu. Hatta bazıları onun hakkında iddia ettikleri söylentilerden onun kabrine gelerek pişman olduklarını belirtip tövbe ediyorlardı.128 İmam Buhârî kendisine verilen hayat emanetini hiç kirletmeden ak ve pak bir şekilde yaratıcısına teslim etme bahtiyarlığına, hem de bayram gecesi nail oluyordu. H. 256 senesinin Şevval ayının birinci günü öğle namazından sonra altmış iki yaşında mevlâsına kavuşan büyük imam, gerçekten kendisinden sonra gelen nesillere rehber olacak muvaffakiyetlerle dolu bir hayat bırakmıştır. için haber gönderdi. Onu almaya geldiklerinde yola çıkmak Nübûvvetin kırk altı parçasından bir parça olan mü- için hazırlandı. Meslerini giyip, sarığını sardı. Ben ve başka minlerin gördüğü salih rüyalar arasında İmam Buhârî ile alâ- bir adam koluna girdiğimiz halde bineğine yirmi adım atıp, kalı görülmüş şu rüya çok ilginçtir. Abdu’l-Vahid b. Âdem “Beni bırakın, artık yürüyemeyeceğim.” dedi ve dua etmeye et-Tavavisi gördüğü bu rüyayı şöyle aktarır: “Peygamber başladı. Daha sonra uzanıp ruhunu teslim etti. Kendisinden efendimizi bir yerde ashâbından birileriyle beraber bekliyor onu kefene sarana dek, güzelliği tarif edilemez bir ter aktı. olduğu halde rüyamda gördüm. Kendisine selam verdim se- Bize ettiği vasiyetinde şunları söyledi: “Beni içinde gömlek ve lamımı aldı. Daha sonra ya Rasûlullah burada neden bekli- sarığın olmadığı üç elbise ile kefenleyin.” Onu vasiyet ettiği yorsunuz? dedim. O da “Muhammed b. İsmail el-Buhârî’yi üzere kefenledik. Defnettiğimizde kabrinin toprağından misk bekliyorum.” dedi. Bu rüyanın üzerinden henüz birkaç gün 127. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 466. 128. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 467. 80 81 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI geçmemişti ki ben İmam Buhârî’nin öldüğü haberini aldım. Zira hiç kimse üç mil mesafe uzaklıktaki Semerkand’a yağ- Ne zaman öldüğünü araştırdığımda onun rüyamda Peygam- murun şiddetinden dolayı ulaşmaya güç yetiremiyordu.”130 ber efendimizi gördüğüm zaman öldüğünü öğrendim. Bu kıssa İmam Buhârî’nin ölümünden sonra kadrinin ne 129 Hayatını önderi, rehberi Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem’in sözlerini toplamaya adayan ve yaşadığı müddetçe onunla ve Rabbi ile buluşmanın özlemi ile kavrulan İmam Buhârî’nin rüyada hatta gerçek âlemde Peygamberi ve değerli ashâbı tarafından bu şekilde ihtişamlı bir kutlama ile karşılanması onun vakıasına son derece mutabık bir durumdur. İmam Buhârî’nin kadri ve kıymeti vesilesi ile yüce Mevlâ’nın insanlara onun vefatından sonra da ihsanda bulunduğunu anlatan şu hadise ilgi çekicidir. İmam Zehebi Siyer’inde denli anlaşıldığını belirtmek için zikredilmiştir. Bu, ötesinde kabir ve kabir ashâbından medet ummanın meşru olduğunu belirtmek için zikredilmemiştir. Zira böyle bir meşruiyetin varlığı söz konusu bile değildir. Ayrıca kıssada Allah’tan yağmur istenmekte, kabir ve kabir içinde yatandan asla bir şey istenmemektedir. Yüce Rabbimizden muhaddislerin önderi İmam Buhârî’ye rivayet ettiği hadislerin harflerinin sayısınca lütuflarına nail kılmasını niyaz ederiz. Ebû Ali el-Ğassani’nin Ebû el-Feth Nasr b. el-Hassan es-Semerkandi’nin beldeleri Belensiye’ye h. 464 senesinde gelerek şunları söylediğini belirtir. Geçmiş bazı seneler içinde Semerkand’da kuraklık olmuştu. İnsanlar defalarca istiska (Allah’tan yağmur isteme)’da bulunmalarına rağmen yağmur yağmamıştı. İnsanlar arasında salih biri olarak bilinen değerli bir zad, Semerkand’ın kadısına gelerek ona şunları söyledi: “Ben sana bir görüş arz etmek istiyorum.” Kadı “Buyur arz et.” dediğinde şunları söyledi: “Ben senin insanlarla beraber İmam Buhârî Muhammed b. İsmail’in Hartenk’deki kabrinin yanına gidip orada istiskada bulunmanın faydalı olacağını düşünüyorum. Ola ki Allah bize bu vesile ile bir yağmur gönderir. Kadı onun bu teklifini çok olumlu karşılayıp ne de iyi bir şey söylediğini belirtti. Daha sonra insanlarla kabrin yanına gelen Kadı onlarla beraber istiskada bulundu. İnsanlar ağlayıp yüce Allah’tan kabrin sahibi İmam Buhârî hürmetine kendilerine yağmur yağdırmasını talep ettiler. Allah Teala öyle sağanak ve etkili bir yağmur yağdırdı ki, insanlar Hartenk’te yedi gün ikâmet etmek zorunda kaldılar. 129. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 468. 82 EVLİLİĞİ Peygamber efendimizin her sünnetine harfiyen ittiba eden imam Buhârî’nin nikâh sünnetine de ittiba etmesi onun şahsiyetiyle en uyumlu durumdur. Ancak onun evlendiğine dair kitaplarda net bir bilgi mevcut değildir. Hatta İmam Acluni “el-Fevaidu’d-Derari” adlı eserinde İmam Buhârî’nin evlenmiş olması durumunda bu husus ile alakalı bilgiler kitaplarda zikredilirdi diyerek onun evlenmemiş olduğunu ima etmiştir. Ebû Abdullah yani Abdullah’ın babası şeklindeki künyesini sorgulayan Acluni, İmam Buhârî Arap olmasa da bunun olsa olsa Araplarda yaygın olan çocuk olmasa bile künye takma adeti ile zikretmiştir. Zira çocuğu olmayan Rasûlullah efendimizin kıymetli eşi Hz. Aişe’ye de Ümmü Abdullah künyesi ile hitap edilmekteydi. Henüz çocuk yaşlarda olan Enes b. Mâlik’in kardeşine Ebû Umeyr denmesi de bu adetten kaynaklanmaktaydı. Buna bağlı olarak “Mişkâtu’l-Mesabih”in sahibi Hatib 130. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 469. 83 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI Tebrizi ve bu kitabın şarihi “Mirkatu’l-Mefatih”in sahibi Molla istemediğini söyledi.”132 Bu kıssa her ne kadar onun Ahmed Aliyu’l-Kâri İmam Buhârî’nin ardında bir nesil bırakmadığı- adında bir oğlu olduğunu belirtse de başka kaynaklarda ona nı ifade etmişlerdir. İmam Buhârî’nin evliliği ve nesli ile ala- bu malı gönderenin oğlu değil Ahmed b. Hafs olduğu vurgu- kalı söylenen bu hususların her ne kadar doğruluk ihtimali lanmaktadır. Ayrıca İmam Hâkim en-Nisaburi gerek İmam olsa da kesin verilere dayanmadığı muhakkaktır. Zira tarih Buhârî’nin gerek de İmam Müslim’in ardlarında erkek çocuk ve teracim kitaplarının binlerce insanın hayatından bahse- bırakmadıklarını belirtmiştir. derken evliliklerine ve geride bıraktıkları nesillere yer yer değinmediğini göz önüne alırsak İmam Buhârî’nin hayatını konu eden kaynakların, onun ailesi ile alakalı sahih bir bilgi aktarmamalarından onun bir ailesi olmadığı sonucuna varılmaz. Kaldı ki sarih bir şekilde olmasa da talebesi Muhammed b. Ebû Hâtim’e söyledikleri onun bir evlilik gerçekleştirdiğini ifade etmektedir. Kendisine bir ihtiyacını arz eden talebesine İmam Buhârî şunları söyler: “Sakın benden çekinme ve bana ihtiyaç duyduğun şeyleri haber ver. Çünkü ben senden dolayı Allah’ın huzurunda alıkonmaktan korkuyorum.” Ben bunun sebebini sorduğumda Peygamber efendimizin sahâbesi arasında tesis ettiği kardeşlik hukukunu hatırlatarak Sad b. Rebi’nin Abdurrahman b. Avf’ı malında ve zevcelerinde kendisine ortak kılmak istediğini belirterek bana şöyle dedi. “Benim bir hanımım ve cariyelerim var. Sen ise bekar birisin. Kardeşlik hukukuna göre bana düşen seni malımda ve cariyelerimde kendime eşit bir şekilde ortak kılmaktır.”131 İmam Zehebi’nin Siyer’inde aktardığı şu kıssa onun zürriyeti ile ilgili bir bilgi vermektedir. Bekr b. Münir şunu söyledi: “İmam Buhârî’nin oğlu Ahmed babasına bir ticaret malı gönderdi. Bazı tüccarlar ondan bu malı beş bin dirhem kâr vererek istediler. Onlara bu gece gitmelerini söyleyen İmam Buhârî, ertesi gün kendisinden o malı on bin dirhem kâr vererek almak isteyen başka tüccarlara o malı ilk gelen tüccarlara vermeye karar verdiğini ve bu kararını da bozmak 131. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 451. 84 HOCALARININ NAZARINDA İMAM BUHÂRÎ İmam Buhârî’nin hayatı hangi yönden ele alınırsa orada tevfiki ilâhiyi görmek mümkündür. Buraya kadar başlıklar altında anlattıklarımız bunun en belirgin şahididir. Bu bölümde onun muvaffakiyetlerini hocalarının dilinden aktaracağız. Şüphesiz hocanın talebesi ile ilgili ifade ettikleri onun hakkında kabule değer en etkili tezkiyelerdir. Çünkü talebenin zekasını, hafızasını, anlama kabiliyetini, zihninin berraklığını, gayretini, iştiyakını, sabrını, tahammülünü ve ihlasını en iyi fark eden ona ders veren ve zaman zaman onu sınama olanağı bulan hocasıdır. İmam Buhârî, hocası Süleyman b. Harb’ın yanına girdiğinde kendisine şunu söylediğini belirtir: “Bize Şu’be’nin hatalarını (hadisle alakalı) açıkla.”133 Süleyman b. Harb’ın İmam Buhârî’ye “İmam Şâfiî’nin hakkında “Şayet o olmasaydı Irak’ta hadis bilinmezdi.” ve yine İmam Ahmed b. Hanbel’in hakkında “O hadis alanında tek başına bir ümmettir.” dediği Şu’be b. Haccac’ın hadis ile alakalı hatalarını beyan etmesini istemesi İmam Buhârî’nin bu sahada ne denli istiksa ettiğini yansıtmaktadır. İmam Mâlik b. Enes’in talebelerinden ve İmam Buhârî ve Müslim’in hocalarından İsmail b. Ebû Uveys talebesi Muhammed b. İsmail’in onun kitabından seçtiği sahih hadisleri 132. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 447. 133. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 419. 85 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI özel olarak ayrı bir şekilde yazar ve büyük bir onurla şöy- da bir genç gördüm. Nereli olduğunu sordum. Buhâra’dan le derdi: “Bu hadisler Muhammed b. İsmail’in hadislerim olduğunu söyleyince “Kimin oğlusun?” dedim. “İsmail’in arasından seçtikleridir.” Muhammed b. Ebû Hâtim İmam oğluyum.” dedi. Bunun üzerine “Sen benim akrabalarımdan- Buhârî’nin şöyle söylediğini aktarır: “Ashâbu’l hadis topla- sın.” dedim. Ebû Âsım’ın yanında bulunanlardan biri bana nıp benden hocam İsmail b. Ebû Uveys’le onlara daha fazla “Bu genç, koçlar (hadis hafızları) ile toslaşır.” dedi.”138 Şunu hadis okuması için konuşmamı istediler. Ben de bu isteklerini belirtelim ki Ebû Âsım en-Nebil, İmam Zehebi’nin Siyer’inde yerine getirdim. Hocam cariyesini çağırıp bir kese altın ge- belirttiği üzere İmam Buhârî’nin en büyük ve en değerli hoca- tirmesini emretti ve bana “Ey Ebû Abdullah, bu keseyi arka- larındandır. Onun huzurunda İmam Buhârî ile ilgili hem de daşlarına dağıt.” dedi. Ben “Onlar senden sadece hadis talep genç yaşta iken böylesi bir methiyenin dile getirilmesi, hoca- ettiler.” dedim. Dedi ki: “Ben isteğinizi yerine getireceğim. sının kabulu ve tezkiyesi niteliğindedir. 134 Buna ilaveten senin benim yanımdaki değerinin onların içinde bilinmesi için bu kese altını da vereceğim.”135 Yine İmam Mâlik b. Enes’in talebelerinden ve Kütüb-ü Sitte’nin sahiplerinin hocalarından olan Ebû Mus’ab Ahmed b. Ebû Bekir ez-Zuhri’nin talebesi Muhammed b. İsmail ile alakalı söyledikleri hayretleri celbedicidir: “Muhammed b. İsmail bize göre Ahmed b. Hanbel’den hem daha fakih hem de hadisleri bilmekte daha ileridir.” O esnada yanında oturanlardan biri İmam Mâlik ve Leys b. Sad’ın talebelerinden ve İmam Buhârî ve Müslim’in hocalarından olan Kuteybe b. Said, talebesi Muhammed b. İsmail hakkında şunları söyler: “Ben fakihlerle, zahidlerle ve abidlerle oturdum. Ancak aklettiğim andan beri Muhammed b. İsmail gibisini görmedim. Muhammed b. İsmail’in doğruluğu ve takvası ile ilgili misali sahâbe içinde Hz. Ömer’in misali gibidir. Eğer o sahâbe döneminde gelseydi yüce Allah’ın azametini gösteren bir âyet olurdu.”139 bu söyledikleriyle haddi aştığını söyleyince Ebû Mus’ab on- Kuteybe b. Said bir gün yanında Muhammed b. İsmail oldu- lara şunları söyledi: “Eğer Mâlik b. Enes’e yetişip bir onun ğu halde kendisine sarhoşun hanımını boşamasının hükmü yüzüne bir de Muhammed b. İsmail’in yüzüne baksaydın, soruldu. Sorana Muhammed b. İsmail’i göstererek Allah sana ikisinin de hem hadiste ve hem fıkıhta bir olduğunu söyler- Ahmed b. Hanbel, Ali b. Medini ve İshâk b. Rahveyhi’yi gön- din.” Hocalarından Abdan b. Abdullah b. Osman el-Mer- derdi.” diyerek onun bu üç büyük muhaddis ve fakihin ilmini vezî talebesi Muhammed b. İsmail ile alakalı şunları söyler: cem ettiğini işaret etti.140 Kuteybe b. Said’in İmam Buhârî’yle “Ben gözlerimle bu gençten daha basiretlisini görmedim.” ilgili söylediği şu sözler de son derece manidardır. “Bana yer- 136 137 Muhammed b. Kuteybe el-Buhârî’nin anlattığı şu hadise İmam Buhârî’nin daha genç yaşlarda dahi büyük muhaddis- yüzünün doğusundan da batısından da gelindi. Fakat bana Muhammed b. İsmail gibisi gelmedi.”141 lerin yanında saygın bir makama haiz olduğunu göstermek- Ehli sünnetin tartışmasız imamı ve mihnet gününün tedir. “Ben Ebû Âsım en-Nebil’in yanındaydım. Onun yanın- kahramanı İmam Ahmed b. Hanbel, talebesi İmam Buhârî ile 134. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 414. 135. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 419. 136. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 420. 137. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 419. 138. Tarihu Bağdad, c. 2, s. 18. 139. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 431. 140. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 418. 141. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 429. 86 87 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI alakalı şunları söyler: “Horasan Muhammed b. İsmail gibisi- hakkında söyledikleri, kadir kıymet bilici, takdirkâr bir yak- ni çıkarmamıştır.”142 Haşid b. İsmail, İshâk b. Rahveyhi’nin laşımdır. Erbabının bu yaklaşımına mukabil Peygamber ha- İmam Buhârî ile alakalı şunları söylediğini aktarır: “Bu genç- disini bilmekten hatta öğrenmekten mahrum, cühela ve süfe- ten dinlediğiniz hadisleri yazınız. Şayet o Hasan Basri’nin za- ha takımının Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail hakkında manında yaşasaydı insanlar onun hadis ve fıkıh bilgisinden kopardıkları şeytani gürültüler, kendisiyle muttasıf oldukları dolayı ona ihtiyaç duyarlardı.” deneat ve şeneatlerinden kaynaklanmaktadır. 143 Muhammed b. Yusuf el-Firebrî “Ben Abdullah b. Münir’i İmam Buhârî’nin Sahih’inde kendisinden hadis rivayet et- İmam Buhârî’den hadis yazdığını görerek şöyle söylediğini tiği hocalarından olan Ebû Ammar Hüseyin b. Hureys, İmam duydum.” dedi. “Ben Muhammed b. İsmail’in öğrencilerindenim.”144 Abdullah b. Münir İmam Buhârî’nin: “Onun gibisini görmedim.” dediği ve sahihinde kendisinden hadis rivayet etmiş olduğu hocalarındandır. Bu nasıl bir marifettir ki hocalarını: “Ben onun öğrencilerindenim.” demeye sevk ediyor. Muhammed b. Ebû Hâtim İmam Buhârî’nin hocalarından Yahya b. Cafer el-Bikendi’yi şöyle söylerken işittiğini aktarır: “Muhammed b. İsmail’in ömrünü arttırmaya gücüm yetse bunu yaparım. Şüphesiz ki benim ölümüm, bir adamın ölümüdür. Ama onun ölümü ilmin yok olup gitmesi demektir.” Bir defasında da Yahya b. Cafer Muhammed b. İsmail’e “Şayet sen olmasaydın Buhâra’da yaşamaktan hoşlanmazdım.” dedi.145 Buhârî’yi överek şunları söyler: “Ben Muhammed b. İsmail gibisini görmedim. O sanki sadece hadis için yaratılmıştır.”147 İmam Buhârî, hocası ve Kütüb-ü Sitte’nin meşayihinden Muhammed b. Beşşar ile ilk mülakatını şöylece anlatır: “Ben Basra’ya girdiğimde Muhammed b. Beşşar Bundar’ın yanına gittim. Beni görünce “Bu genç de neredendir.” dedi. Ben de Buhâra’dan olduğumu söyleyince “Ebû Abdullah’ı nasıl bıraktın? (ahvali nasıldı)” dedi. Ben cevap vermeyince yanındakiler ona “Allah sana rahmeti ile muamelede bulunsun, bu şahıs Ebû Abdullah’tır.” dediler. Bunun üzerine ayağa kalkıp elimden tuttu, bana sarıldı ve “Ey senelerce kendisiyle iftihar ettiğim, hoş geldin.” dedi.148 Muhammed b. Beşşar bir defasında Muhammed b. İsmail’e bir hadis sordu. O da Muhammed b. Ebû Hâtim “Ben Ebû Abdullah’ı şöyle söy- cevap verince şöyle dedi: “Muhammed b. İsmail, Allah’ın lerken işittim.” dedi. “Amr b. Ali el-Fellas’ın talebeleri bana yarattıkları arasında zamanımızın en fakihidir.”149 Haşid b. bir hadis ile alakalı soru sordular. Ben de bilmiyorum dedim. İsmail Muhammed b. Beşşar’ın Muhammed b. İsmail ile ala- Bu duruma çok sevinip Amr’ın yanına gittiler ve durumdan kalı şunları söylediğini aktarır: “Basra’ya hadisi kardeşimiz onu haberdar ettiler. Amr onlara “Muhammed b. İsmail’in Muhammed b. İsmail’den daha iyi bilen biri girmedi.” Haşid bilmediği hadis hadis değildir.” dedi.”146 İmam Buhârî’nin devamla şunları söyledi: “Muhammed b. İsmail Basra’dan kendisinden hadis rivayet ettiği hocası Amr b. Ali’nin onun 142. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 421. 143. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 421. 144. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 415. 145. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 418. 146. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 420. 88 ayrılmak istediğinde Muhammed b. Beşşar ona şöylece veda etti: “Ey Ebû Abdullah, bir daha görüşemezsek buluşma ye147. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 422. 148. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 423. 149. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 429. 89 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI rimiz mahşer alanıdır.”150 Bir defasında İmam Buhârî kendisine ne arzuladığını soranlara şöyle cevap verir: “Ali b. Medini sağ olduğu halde Irak’a gidip onunla oturmak istiyorum.”151 Kendisi için bu kadar değerli ve önemli olan hocası Ali b. Medini’nin di’nin şöyle söylediğini aktarır. “Said b. Ebû Meryem, Nuaym b. Hammâd, Humeydi, Haccac b. Minhal, İsmail b. Ebû Uveys, Muhammed b. Yahya b. Ebû Ömer el-Adeni, Hasan b. Hallal, Muhammed b. Meymun, Muhammed b. Âla, Muhammed b. el-Eşec, İbrahim b. el-Münzir el-Hizami ve İbrahim b. meclislerinde bulunduğu zaman hocasının hadis anlatırken Musa el-Ferra gibi ashâbu’l-hadisin önderleri, Muhammed b. sık sık ona dönüp bakması, ondan mehabet duyması İmam İsmail’e mehabet ile bakar ve onun kendilerinden marifet ve Buhârî’nin fehametine delalet etmektedir. İmam Buhârî ho- nazar itibariyle üstün olduğunu ifade ederlerdi.”155 cası Ali b. Medini ile alakalı şunları söyler: “Hiç kimsenin yanında kendimi Ali b. Medini’nin yanında küçük gördüğüm kadar küçük görmedim. Buna rağmen bazen ona bilmediği şeyler aktarırdım.”152 Ahmed b. Abdüsselam biz Buhârî’nin bu sözünü Ali b. Medini’ye aktardığımızda Ali b. Medini “Onun bu sözlerini bırakın, o kendisinin bir benzerini görmemiştir.” derdi.153 İmam Buhârî’nin hocası Ebû Bekr b. Ebû Şeybe ile Süfyan b. Uyeyne’nin hadislerini münazarası onun hocalarını bu sahada geçtiğinin açık kanıtıdır. Zira Ebû Bekr b. Ebû Şeybe, Süfyan’ın ne kadar hadislerini zikrettiğinde İmam Buhârî’nin verdiği cevap hep “Bu hadisleri biliyorum.” olur. Ancak İmam Buhârî, Süfyan’ın rivayet ettiği ve hoca- AKRANLARININ NAZARINDA İMAM BUHÂRÎ Hiç şüphesiz muâsarat munaferetin sebebidir. Yani aynı çağda, aynı dönemde yaşamak birbirinden nefret etmenin sebebidir. Yüce Allah’ın koruduğu kulları müstesna aynı çağda yaşayıp da kendi meslektaşının başarılarını takdir eden pek az insan vardır. Zira nefislerdeki isti’la duygusu insanı çoğu zaman gördüğü başkalarına ait başarıları konuşmaktan ve kabul etmekten alıkoyar. Hariçte cereyan eden müsbet hâdisatı kabul ve takdir ile telakki etmenin ötesinde, öne çıkıp sı Ebû Bekr b. Ebû Şeybe’nin bilmediği iki yüz hadis zikre- önde durabilmenin çare ve çözümlerini arar. Elbette hayırda dince hocası onunla alakalı şunları söyler. “Bu genç bu işin munafese ve müsabaka Rahman’ın rızasında muvafık bir şe- Tabiatıyla binlerce hocası olan İmam kilde gerçekleştirildiğinde dünyada da âhirette de kayda de- Buhârî’nin bütün hocalarının onunla alakalı söyledikleri- ğer kazanımların elde edileceği muhakkaktır. Ancak bunun ni aktarmamız burada mümkün değildir. Ancak son olarak nefsani ve şeytani bir takım mecralara sürüklenmesi riski göz hocası Muhammed b. Selam el-Bikendi’nin oğlu İbrahim’in ardı edilmemelidir. Bu risk insanın fayda celp edeyim derken bâzili (uzmanı)’dir.” 154 söylediklerini aktarmamız, burada zikretmediğimiz onunla alakalı diğer meşayihin sözlerine de işaret edecektir. Muhammed b. Ebû Hâtim, İbrahim b. Muhammed b. Selam el-Biken150. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 423. 151. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 11, s. 48. 152. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 411. 153. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 420. 154. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 415. 90 zararla karşı karşıya kalmasına yol açabilir. Muvaffakiyetin bütünüyle Yaradan’ın elinde olduğunu bilen Allah’ın uyanık kulları bu muvaffakiyete nail olan kimseleri münaferet ile değil gıpta ile karşılamışlardır. Genel itibarı ile İmam Buhârî’nin akranlarının ona ait muvaffakiyetlere takdirkâr bir tutum ile 155. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 425. 91 BİRİNCİ BÖLÜM yaklaştığı görülmektedir. İmam Buhârî ile ilmi muzakerelerde bulunan Reca b. Muracce onunla ilgili şunları söyler: “Muhammed b. İsmail’in âlimlere üstünlüğü, erkeklerin kadınlara üstünlüğü gibidir. Çünkü o Allah’ın yeryüzünde yürüyen âyetlerinden bir âyettir.”156 Reca’nın İmam Buhârî ile gerçekleştirdiği müzakerelerinden bir tanesini anlatan Muhammed b. Ebû Hâtim şunları aktarır: “Reca bir defasında Ebû Abdullah’ın yanına gelerek şöyle dedi: “Benim sana geleceğim haberini alınca gelişim için ne hazırladın, nelere baktın.” Ebû Abdullah “Hiçbir şey hazırlamadım. Hiçbir şeye de nazar (araştırma) etmedim. Ama bir şeyler sormak istiyorsan buyur sor.” dedi ve Reca ile münazara etmeye başladı. Öyle ki Reca Ebû Abdullah’ın hangi konuları münazara ettiğini bilemez bir hale İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI küçük olan Ebû Hâtim er-Razi onunla alakalı şunları söyler: “Horasan Muhammed b. İsmail’den daha hafız birini çıkarmamıştır. Ve oradan Irak’a ondan daha âlim biri gelmemiştir.”158 Yahya b. Main’in talebelerinden Hüseyin b. Muhammed b. Ubeyd el-İcli, Muhammed b. İsmail ile alakalı şunları söyler: “Ben Muhammed b. İsmail gibisini görmedim. Müslim b. Haccac Muhammed b. İsmail’e (ilimde) yetişemedi ve ben Ebû Zur’a ile Ebû Hâtim’in, Muhammed b. İsmail’in ne söylediğine kulak verdiklerini gördüm.” Ubeyd el-İcli’ye Muhammed b. Yahya ile Muhammed b. İsmail arasında geçenler zikredildiğinde “O da kim oluyor Muhammed b. İsmail’in yanında, Muhammed b. İsmail tek başına ümmetlerden bir ümmettir. O Muhammed b. Yahya’dan çok daha âlim, faziletli, dindar ve yaptığı her şeyi ihsan ile yapan biridir.” dedi.159 geldi. Reca’nın bu halini gören Ebû Abdullah “Daha devam İmam Buhârî’nin ölüm haberini aldığında hakkında şi- etmek ister misin?” dedi. Reca utanarak mahcup bir edayla ir söyleyip ağladığı Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî, “Evet.” dedi. Ebû Abdullah ona “Dilediğini sor.” dedi. O da İmam Buhârî ile ilgili şunları söyler: “Şüphesiz Harameyn, Eyyub’un isimlerini saymaya başladı ve on üç ismini sırala- (Mekke, Medine) Hicaz, Irak ve Şam’ın âlimlerini gördüm. dı. Ebû Abdullah susmaktaydı. Bitirince Ebû Abdullah ona Onların arasında Muhammed b. İsmail’den daha câmi (ilmi isimleri topladığını söyledi. Reca bir marifet ortaya koyduğunu düşünerek Ebû Abdullah’a şöyle dedi: “Ey Ebû Abdullah, birçok hayrı kaçırdın. (O bununla İmam Buhârî’nin Eyyub’un isimlerini bilmediğini zannediyordu.) Bunun üzerine Ebû Abdullah onun saydığı yedi sekiz ismin yanlış olduğunu belirterek onun bilmediği altmıştan fazla isim saydı. Daha sonra Reca ona siyah sarıkla alakalı kaç hadis rivayet ettiğini sordu. Ebû Abdullah ona “Esas sen kaç hadis rivayet ettin onları söyle. Zira biz onunla alakalı kırk hadis rivayet ettik.” dedi. Reca’nın tükürüğü kurudu ve mahcup oldu.157 İmam Buhârî’nin tabakasından olup kendisinden bir yaş 156. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 427. 157. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 413. 92 kuşatan) birini görmedim.160 Dârimî “O bizim en âlimimiz, en fakihimiz, derinlere en çok dalanımız ve ilmi aramızda en çok talep edendir.” dedi.161 Bir defasında İmam Dârimî’ye Muhammed b. Kab el-Kurazi’nin rivayet ettiği “Yalancı yalanını kendi nefsine mehanet ile baktığından söyler.” hadisi sorulur ve Muhammed b. İsmail’in bu hadisi tashih ettiği kendisine söylenir. O da “Muhammed benden daha iyi bilendir. Çünkü onun bütün tasası hadis hakkında nazar (araştırma)’dır. Ben ise meşgul ve hasta biriyim.” Daha sonra şöyle devam etti: “Muhammed Allah’ın en akıllı kullarındandır. Zira o 158. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 431. 159. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 436. 160. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 432. 161. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 426. 93 BİRİNCİ BÖLÜM Allah’ın kitabında ve Rasûlü’nun lisanında emrettiklerini de İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI nehyettiklerini de akletti. Muhammed Kur’ân okuduğunda söylerdi.165 Ebû Ali Salih b. Muhammed, İmam Buhârî ile alakalı şunu da ifade ederdi: “Ben anlaması Muhammed b. kalbini, gözünü ve kulağını onunla meşgul eder. Kur’ân’ın İsmail’den daha güçlü başka bir Horasanlı görmedim.”166 misallerini tefekkür eder ve Kur’ân’ın helâlını ve haramını bilir.”162 İmam Dârimî’nin Ebû Abdullah Muhammed b. İsmail ile ilgili söyledikleri bunlarla sınırlı değildir. Kendisine Salim b. Ebû Hafsa’nın rivayet ettiği hadisler sorulunca “Biz onun hadislerini Muhammed b. İsmail ile beraber yazdık. Ancak Muhammed, Salim’in zayıf bir râvi olduğunu söylüyordu. Kendisine senin görüşün nedir? diye sorulduğunda “Muhammed benden daha basiretli (daha iyi bilir)’dir.” derdi.”163 Muhammed b. Ebû Hâtim, İmam Dârimî’nin katibi İshâk’ın kendisine şunları anlattığını aktarır: “Abdullah b. Abdurrahman ed-Dârimî incelemek için benden Muhammed b. İsmail’in “Edebu’l-Müfred” adlı kitabını kendisine getirmemi istedi. Kitabı benden alıp üç ay inceledi. Kitabı tekrar alınca ona içinde gereksiz şeylerin veya zayıf hadislerin olup olmadığını sordum. O da “Muhammed b. İsmail insanlara sadece sahih hadisler nakleder, hiç Muhammed’in rivayetleri inkâr edilir mi?” dedi.164 Edebu’l-Müfred, İmam Buhârî’nin içinde sıhhate bütünüyle bağlı kalmadığı müstakil bir eseridir. Genel itibariyle hadisleri sahih ve hasendir. Ancak çok olmamakla beraber içinde zayıf hadisler de vardır. İmam Dârimî’nin İmam Buhârî’nin Edebu’l-Müfred’inde bulunan zayıf hadislere değinmemesinin ve onun zayıf dediği râvilerle ilgili başka bir yorumda bulunmamasının altında, İmam Buhârî’nin bu sahanın tartışılmaz piri olduğu gerçeği yatmaktadır. İmam Buhârî ilim diyarlarının başkenti Bağdat’ta hadis yazdırmak için meclisler kurduğunda onun müstemlisi (hadis okuyup yazdırmasını isteyen) Ebû Ali Salih b. Muhammed bu meclislerde yirmi binden fazla insan toplandığını 162. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 426. 163. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 426. 164. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 426. 94 İmam Buhârî ve Müslim’in sahiheynin dışında kendisinden hadis rivayet ettikleri maharet sahibi muhaddislerden Muhammed b. İshâk İbn Huzeyme, İmam Buhârî’nin hadisle alakalı tartışılmaz üstünlüğünü şu sözlerle ifade eder: “Ben gök kubbenin altında Muhammed b. İsmail’den daha çok Peygamber efendimizin hadislerini bilen ve ezberleyen bir kimse görmedim.”167 Seferde, hazarda İmam Buhârî’nin tarih kitabını hiç yanından ayırmadığını söyleyen Horasan diyarının meşayihinden olan Ebû Abbas Muhammed b. Abdurrahman ed-Dağuli, Bağdatlıların İmam Buhârî’ye gönderdikleri bir mektupta şöyle söylediklerini belirtir: “Sen Müslümanlar arasında kaldığın müddetçe onlar hayır üzere olacaklar. Ancak gittiğinde senden sonra onların arasında bir hayır kalmayacaktır.”168 İmam Buhârî’nin kadri ile alakalı söylenen bu sözler mutlak manada kabul ile telakki edilmesi mevzu bahis olmasa da onun ve emsallerinin mevcudiyetine bağlı, Müslümanların sahip olduğu hayır ile onların ademi mevcudiyeti durumunda Müslümanların sahip olduğu hayır arasında mukayese edilmeyecek derecede farklar vardır. Süleym b. Mücahid, İmam Buhârî’yi şöylece vasfeder: “Altmış seneden bu yana Muhammed b. İsmail’den daha fakih, daha zahid ve daha muttaki birini görmedim.”169 Ebû 165. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 433. 166. Tarihu Bağdad, c. 2 s. 22. 167. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 431. 168. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 434. Bağdat ehlinin bu söyledikleri duygu temelli, mübalağa içerikli methiyelerdir. Yoksa ki ümmeti Muhammed içinde hayır kıyamete dek bakidir. Zira Peygamber efendimiz bir hadisinde şöyle buyurmuştur. “Hayır ümmetim içinde yağmur gibidir, evveli mi yoksa ahiri mi daha hayırlıdır bilinmez.” Tirmizî, Edeb, 81. 169. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 449. 95 BİRİNCİ BÖLÜM Sehl Mahmud b. Nadr âlimlerin İmam Buhârî’yi ne denli üstün tuttuklarını şöylece anlatır: “Ben Basra, Şam, Hicaz ve Kufe’ye gittim. Âlimlerini her Muhammed b. İsmail’i andıklarında onu kendilerine üstün tuttuklarını gördüm.”170 Ayrıca Mısır’ın otuzdan fazla âlimini dinlediğini belirten Ebû İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI olmadığı anlaşılacaktır. Ayrıca İbn Hacer el-Askalânî’nin belirttiği gibi şayet İmam Buhârî’den sonra gelenlerin onunla alakalı sarf ettikleri övgü içerikli beyanların yazımı mevzu bahis olursa buna ne defterlerin yeteceği ne de nefeslerin elvereceği gerçeği unutulmamalıdır. Sehl onların İmam Buhârî ile ilgili şunu söylediklerini aktarır: “Bizim dünyada ihtiyacımız Muhammed b. İsmail’in “Kitabu’t-Tarih”ine bakmaktır.”171 Musa b. Harun el-Hammal’ın söyledikleri de son derece manidardır. “Müslümanlar Muhammed b. İsmail gibi başka birini tansib etmek üzere bir araya gelseler buna güç yetiremezler.”172 Evet, gerçekten de güç yetiremezler. Çünkü onu tansib eden mutlak kemal sahibi yüce Allah’tır. Buna mukabil mutlak acziyet ile muttasıf insanların böyle bir dehayı değil tasnib etmeleri, tahayyül etmeleri dahi düşünülemez. İmam Buhârî ile alakalı aktardıklarımız, mübalağasız, deryadan alınmış damlalar niteliğindedir. Bir de bizim zikretmeye çalıştıklarımız, kitaplarda kayıtlı olan bilgilerdir. Yoksa ki onunla alakalı âlimlerin ve salihlerin, kitaplarda kayıt altına alınmayan beyanları, medhu senaları mülahaza edilirse, hiç şüphesiz işaret ettiğimiz deryayı gözler önüne serecektir. Buraya kadar İmam Buhârî’yi hocalarının ve akranlarının nazarıyla yansıtmaya çalıştık. Zira onu görüp hallerini müşahade edenlerin onunla alakalı beyanları kanıt ve hüccet niteliğindedir. Belki İmam Buhârî’den sonra gelen ulemanın onunla alakalı beyanları bu anlatılanları tamamlayıcı olur şeklinde düşünülebilir ancak, müteahhir ulemanın beyanlarının, geçmiş ulemanın beyanlarından esinlenerek gerçekleştirildiği hakikati dikkate alınırsa böyle bir düşüncenin elzem 170. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 422. 171. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 426. 172. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 434. 96 İMAM BUHÂRÎ’NİN MÜSLÜMANLARIN KALBİNDEKİ YERİ Bir Allah dostunun emri ilâhiye âmade olmuş Müslümanlar tarafından sevilmesinin altında yüce Yaradan’ın sevdirmesi yatar. Bu durum Allah’ın her kulu ile alakalı böyledir. Peygamber efendimiz bu hususu Ebû Hureyre’nin rivayet ettiği hadiste şöylece ifade eder: “Allah bir kulunu sevdiğinde Cebrail aleyhisselam’a “Şüphesiz ben falan kulumu sevdim sen de onu sev.” diye seslenir. Cebrail de gök ehli arasında seslenerek bu durumu ilan eder. Sonra da yeryüzü ehli arasında o kişi için muhabbet iner. Bu durum Allah Teâla’nın şu âyetinin gereğidir. “İman edip salih ameller işleyenler var ya, şüphesiz Rahman olan Allah onları sevdirecektir.”173 Allah bir kula buğz ettiğinde Cebrail aleyhisselam’a “Şüphesiz ben falan kula buğz ettim.” diye seslenir. Cebrail aleyhisselam bunu gök ehli içinde ilan eder. Sonra da yeryüzü ehli arasında o kişi için buğz ve nefret iner.”174 Bütün bir hayatını Allah ve Rasûlü’nun sevgisini elde etme uğrunda harcayan İmam Buhârî’nin Allah’a teslim olmuş olan kulları tarafından sevilmesi gâyet doğal bir durumdur. Biz bu sevgi ve muhabbeti resmeden bazı hâdisatı zikrederek meseleyi beyan etmeye çalışacağız. Ebû İsa Tirmizî, hocası Muhammed b. İsmail hakkında şunları söyler: “Muhammed b. İsmail, Abdullah b. Münir’in yanındaydı, onun yanından kalkınca Abdullah b. Münir ona 173. Meryem, 96. 174. Tirmizî, Tefsir, 19. 97 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI şöyle dedi: “Ey Ebû Abdullah, Allah seni bu ümmetin süsü İmam Buhârî’nin Basra’ya gelişi Basra’yı hareketlendir- kılsın.” Ebû İsa, onun Muhammed b. İsmail ile ilgili yaptığı miş, hem ona hem ilme özlem ile tutuşmuş binlerce insanın bu duaya icabet edildi, dedi.”175 toplanmasını sağlamıştır. Yusuf b. Musa el-Merveruzi bu İmam Müslim’in hocası Muhammed b. İsmail’e söyledikleri ona olan derin muhabbetinden kaynaklanmaktadır. “Ey hocaların hocası, muhaddislerin efendisi ve hadislerin illetlerinin tabibi, bırak beni ayaklarını öpeyim.”176 İmam Müslim “Keffaratu’l Meclis” hadisinin senedinde bulunan illetin ne olduğunu Muhammed b. İsmail’e sorup cevabını aldıktan sonra şunları söyler: “Kesinlikle sana haset edenden başkası buğz etmez ve dünyada senin gibisinin olmadığına şahadet ederim.”177 Abdullah b. Hammâd el-Âmuli, İmam Buhârî’ye olan tarifsiz sevgisini şu sözlerine yansıtır: “Muhakkak ki ben Muhammed b. İsmail’in göğsünde bir tel saç olmayı arzulardım.”178 İmam Buhârî bu sevgiye bağlı olarak her uğradığı şehirde büyük ihtifaller ile karşılanıyor ve Müslümanların ilgisinin odağı haline geliyordu. Allah’ın kullarına nasıl mevhibelerde bulunduğunu görmek isteyenler, kelimelerin tarif edemediği kalabalıklar oluşturup bu büyük imamdan olabildiğince istifade ediyorlardı. İmam Buhârî ilmin başkenti Bağdat’a yöneldiğinde o henüz oraya gelmeden, onunla alakalı söylenenler, duyulanlar adeta Bağdat’ı bir beşik gibi sallamıştı. Öyle ki bu büyük imamla ilgili söylenenleri tahkik etmek için aralarında ulemanın da bulunduğu büyük bir topluluk onu imtihan ederek Allah’ın kulu Muhammed b. İsmail’e olan katışıksız lütuflarını müşahade etmişlerdi. 175. Tabakatu’ş-Şâfiîyye, c. 2, s. 221. 176. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 432. 177. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 437. 178. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 437. 98 olayı şöylece aktarır: “Ben Basra’nın camisinde bulunmaktaydım. Birden bir münadinin şöyle seslendiğini duydum: Ey ilim ehli, Muhammed b. İsmail el-Buhârî beldemize geldi. Bunun üzerine herkes kalkıp onu aramaya koyuldu. Ben de onlara katıldım. Direğin arkasında namaz kılan genç bir adam gördük. Namazını bitirince insanlar onun etrafını sarıp kendisinden onlar için imla meclisi kurmasını istediler. İmam Buhârî de onların bu isteğine icabet etti. Ertesi gün binlerce insan mecliste toplandı. Muhammed b. İsmail de imla meclisine oturup şöyle dedi: “Ey Basra ehli, ben genç biriyim, siz de benden hadis anlatmamı istediniz. Size kendi beldenizin muhaddislerinden hepsinden istifade edeceğiniz hadisler anlatacağım.” dedi Sonra da Basra’nın meşhur muhaddislerinden onların bilmediği hadisleri anlattı.”179 İmam Buhârî ilim rihletlerini tamamlayıp beldesi Buhâra’ya döndüğünde de sevgi dolu coşkulu topluluklar tarafından karşılanmıştı. Ahmed b. Mansur eş-Şirazi bunu şöylece anlatır: “Ben bazı arkadaşlarımı İmam Buhârî’nin gelişini şöylece aktardıklarını duydum: “Ebû Abdullah Buhâra’ya geldiğinde beldenin bir fersah açığında kendisi için çadırlar kuruldu. Beldenin bütün halkı istisnasız onu karşılamaya gitti. Ebû Abdullah’ın üzerine altın, gümüş ve şekerleme saçıldı.”180 Bu hadisenin bir benzeri de Nisabur’a gelişinde yaşanır. İmam Müslim b. Haccac hadiseyi şöylece nakleder: “Muhammed b. İsmail Nisabur’a geldiğinde Nisabur halkının hiçbir valiye ve âlime yapmadıkları kadar özel bir karşılama ile onu karşıladıklarını gördüm. Onu beldeden üç merha179. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 409. 180. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 463. 99 BİRİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI le mesafede karşıladılar.”181 Muhammed b. Yakub el-Ahrem Nice hastalıksız sağlıklı kimseler gördüm. “Ben arkadaşlarımın şöyle söylediklerini duydum.” dedi. Sağlıklı canı ansızın çıkıp gitti.” “İmam Buhârî Nisabur’a geldiğinde katıra ve eşeğe binen- Ne gariptir ki İmam Buhârî’nin vefatı bu şiiri söylemesi- lerle yürüyerek gelenlerin dışında, atlı dört bin kişi onu karşılamaya gitti.”182 İmam Buhârî’nin Sahih’inde Enes b. Mâlik yoluyla rivayet ettiği bir hadiste Peygamber efendimiz şöyle buyurur: “İmânın alameti Ensarı sevmektir. Nifakın alameti ise Ensara buğz etmektir.”183 Hiç şüphesiz Peygamber efendimizin ensarla ilgili bu söyledikleri, Ensarın canı uğruna, malı uğruna, her şeyi göze alarak Peygamber efendimizin rabbani davasını sahiplenerek, onu koruyup egemen kılmak için ortaya koydukları irade ile bağlantılı idi. Mal ve menal toplamak, can ve canan ile hülya ve rüyalara dalmak gibi dünyevi her ne yakın gerçekleşir. Diğer bir şiirinde insanlara güzel ahlâk ile muamele edilmesini tavsiye ederek şöyle der: “İnsanlara geniş bir ahlâk ile muamelede bulun. Onların üzerine hırlayan bir köpek olma.” Hayatlarını gaflet içinde insani değerlerden kopuk hayvani bir şekilde yaşayan kimselerin ölüme mahkumiyeti ile ilgili şu şiiri nazmeder: “Hayvanlar gibi yaşayanlar ecellerini göremezler. türlü emelden sıyrılan İmam Buhârî, Peygamber efendimizin Ta ki kesilmek için mezbahanelere götürülene kadar.” hadislerini toplamak ve onları muhafaza etmek uğrunda ge- İmam Dârimî’nin ölüm haberini alan İmam Buhârî ağla- çirdiği hayatı ile iradesini ensarileştirmiştir. Böylesi ensari bir iradeye sevgi ve hürmet ile yaklaşmaktan öte hiçbir tasarruf ve davranışın içine behemehal girilmemesi gerekmektedir. Yüce Rabbimizden bu yüce zatı sevip yoluna ittiba etmeyi bizlere nasip etmesini en içten duygularla niyaz ederiz. yarak şu şiiri dile getirir: “Geride kalıp bütün dostlarından ayrılmaktan dolayı acı çekecek olursan, bil ki yaşaman (babanı yitiresice) senin için daha acıdır.”184 İmam Buhârî’nin bu anlam dolu şiirlerinin yanı sıra söy- ŞİİRLERİ VE SÖZLERİ lediği sözler de hikmet ve marifet içeriklidir. İmam Buhârî’nin çokça şiir nazmeden biri olduğunu Talebesi Muhammed b. Ebû Hâtim, İmam Buhârî’nin söylemek mümkün değildir. Bütün hayatını efendisi Mu- hikmet dolu sözlerinden bir tanesini şöylece aktarır: “Ben hammed sallallahu aleyhi ve sellem’in sünnetini toplamaya ve muhafazaya adayan muhaddislerin önderi Muhammed b. İsmail’in nazmettiği şiirler de bazı manalara mebnidir. Örneğin bir şiirinde şöyle söyler: “Boş bir anda rükûya varmanın faziletini ganimet bil. Ola ki ölümün birden ansızın olur. 181. Tağliku’t-Tağlik, c. 5, s. 431. 182. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 437. 183. Buhârî, İmân, 10. 100 Ebû Abdullah’ı şöyle söylerken işittim: “Kendisine ihtiyaç duyulan hiçbir şey yoktur ki o Kur’ân ve sünnette olmasın.” Ben ona peki bunu bilmek mümkün müdür? diye sorduğumda; “Evet.” dedi.185 Muhammed b. Yusuf b. Reyhan babasından İmam Buhârî’nin şöyle söylediğini aktarır: “Müslümanların en fazi184. Tabakatu’ş-Şâfiîyye, c. 2, s. 235. 185. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 440. 101 BİRİNCİ BÖLÜM letlisi Rasûlullah sallalahu aleyhi ve sellem’in yok edilen sünnetlerinden bir sünnetini tekrar ihya eden kimsedir. Ey sünnet ehli kimseler sabredin, Allah sizlere merhameti ile muamelede bulunsun. Zira siz insanlar içinde azınlıksınız.”186 İmam Buhârî’nin diğer bir sözünü aktaran Mehib b. Süleym Muhammed b. İsmail’i şunları söylerken duyduğunu belirtir: “Metheden de kınayan da benim yanımda aynıdır.” TALEBELERİ Câmiu’s-Sahih’i kendisinden doksan bin kişinin dinleyip rivayet etmesi İmam Buhârî’nin binlerce talebesi olduğunun açık kanıtıdır. Sahip olduğu ilmi ve irfanıyla etrafındakileri güneş misali aydınlatan bir imamın talebelerini saymak güneşin aydınlattığı mekânları saymak kadar zor ve güç bir husustur. Biz burada onun talebelerinden en meşhur olanların isimlerini doğum ve ölüm yıllarını arz etmek ile iktifa edeceğiz. 1. İbrahim b. İshâk el-Harbi (198 – 285 h.) 2. Ebû Hâmid Ahmed b. Seleme b. Abdullah el-Ameşi (ö.321 h.) 3. Ebû Bekir Ahmed b. Amr b. Ebû Âsım en-Nebil (206287 h.) 4. Ebû’l-Fadl Ahmed b. Seleme b. Abdullah en-Nisaburi (ö.286 h.) 5. Ebû Amr Ahmed b. Nasr en-Nisaburi el-Haffaf (ö.299 h.) 6. Hüseyin b. Muhammed b. Hatim el-Bağdadi el-Mulakkab bi Ubeydi’l-îcl (ö.294 h.) 7. Salih b. Muhammed b. Amr el-Esedi el-Bağdadi (205293 h.) 8. Ebû Bekir Abdullah b. Süleyman Ebû Davud es-Sicistani (230-316 h.) 9. Ebû Zur’a Ubeydullah b. Abdu’l-Kerim er-Razi (200264 h.) İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI 10. Ömer b. Muhammed b. Buceyr el-Hemedani es-Semerkandi (223-311 h.) 11. el-Fadl b. el-Abbas (ö.270 h.) 12. Ebû Hâtim Muhammed b. İdris b. el-Münzir er-Razi (190-277 h.) 13. Ebû Bekir Muhammed b. İshâk b. Hüzeyme es-Sülemi en-Nisaburi (223-311 h.) 14. Ebû Cafer Muhammed b. Ebû Hâtim el-Verrak ? 15. Muhammed b. Abdullah b. Süleyman el-Hadrami (202-297 h.) 16. Muhammed b. İsa b. Sevre et-Tirmizî (210-279 h.) 17. Muhammed b. Muhammed b. Süleyman el-Vasıti el-Bağendi (ö.312 h.) 18. Muhammed b. Nasr b. el-Haccac el-Mervezî (202-294 h.) 19. Müslim b. el-Haccac en-Nisaburi (204-261 h.) 20. Yahya b. Muhammed b. Said el-Bağdadi (228-318 h.) 21. Ahmed b. Şuayb en-Nesâî (ö. 303 h.) 22. Ebû Bekir Ahmed b. Amr el-Bezzar (ö. 292 h.) 23. Abdullah b. Ahmed b. Abdu’s-Selam en-Nisaburi el-Haffaf (ö. 294 h.) 24. Ebû’l-Kasım Abdullah b. Muhammed b. Abdulaziz el-Bağavi el-Bağdadi (ö. 281 h.) 25. Musa b. Harun b. Abdullah el-Bağdadi el-Hammal (ö. 294 h.) 186. El-Câmili Ahlaki’r-Râvi, s. 91. 102 103 İKİNCİ BÖLÜM İMAM BUHARİ’NİN ESERLERİ İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI ESERLERİ İnsanın yaşarken hasenat elde etmesi mümkün olduğu gibi vefatından sonra da bazı koşullara bağlı olarak sevap elde etmesi mümkündür. Peygamber efendimiz bu hususu şu mübarek sözleri ile ifade eder: “İnsan vefat ettiği zaman ameli üç şeyden hariç kesintiye uğrar: Sadaka-i cariye, kendisi ile faydalanılan ilim ve kendisine dua eden salih bir çocuk.”187 Buna bağlı olarak söylenen şu söz anlam yüklüdür: “Yiğit dediğin ardında bırakır bir eser, Eseri olmayanın yerinde yeller eser.” Peygamber efendimizin hadislerini yaşamada numune bir hayat ortaya koyan İmam Buhârî bu hadisi de pratiğe dökmekten payidar olmuştur. İlmi senedlerle telif etmiş olduğu onlarca eseriyle ümmetin ilmin aydınlıklarına kavuşmasına vesile olan bu rehber imam bihakkın “İlmun yüntefeu bihi” (kendisiyle faydalanılan ilim) kazancına nail olmuştur. Bu kazancın kıymeti her türlü takdirin üzerindedir. Bu bölümde ele alacağımız eserleri Câmiu’s-Sahih dışındakiler olacaktır. Onun Rabbi ile arasındaki kulluğunun hücceti addettiği en büyük eseri Câmiu’s-Sahih’i ise tek bir bölümde konu edineceğiz. 187. Müslim, Vasiyyet, 14. 107 BİRİNCİBÖLÜM İKİNCİ BÖLÜM Şunu belirtelim ki İmam Buhârî’nin kitapları günümüze kadar muttasıl senedlerle aktarıla gelmiştir. Bilhassa Câmiu’s-Sahih’inin henüz hayatta iken doksan bin talebesi tarafından kendisine okunması, onun eserlerine ilginin ne oranda olduğunu yansıtmaktadır. Bu durum onun eserlerinin nesillerden nesillere güvenilir kaynaklar olarak taşındığı ve telakki edildiği anlamına gelmektedir. 1. Tarihu’l-Kebîr: Bu eseri İmam Buhârî’nin henüz genç yaşlarda Peygamber efendimizin mübarek kabirlerinin yanında mehtaplı gecelerde kaleme almış olduğu Câmiu’s-Sahih’ten sonraki en önemli ikinci eseridir. Bu süreci İmam Buhârî şöylece anlatır: “Ben on sekiz yaşıma geldiğimde sahâbe ve tabiinin meselelerini konu alan kitabımı yazdım. Daha sonra Medine’de Peygamber efendimizin kabri yanında mehtaplı gecelerde Kitabu’t-Tarih’i yazdım. Tarihte ismi olan hemen hemen herkesle alakalı bir kıssa bilmekteydim. Ancak kitabın çok fazla uzun olmasını istemediğim için kısıtlı bir şekilde tasnifte bulundum.188 İmam Buhârî’nin bu eserini gören hocası İshâk b. Rahveyhi böyle bir eserin yazılmasından duyduğu memnuniyetle kitabı Horasan emiri Abdullah b. Tahir’e götürerek “Sana insanı büyüleyen bir eser göstereyim mi?” der. Abdullah b. Tahir, Tarihu’l-Kebir’e bakınca ondan taaccub edip şöyle der: “Ben bu kitabın nasıl tasnif edildiğini anlayamıyorum.”189 Ebû el-Abbas Ahmed b. Muhammed b. Said b. Ukde, Tarihu’l-Kebir ile ilgili şunları söyler: “Şayet bir kimse otuz bin hadis yazsa da Muhammed b. İsmail’in Tarihu’l-Kebir’inden istiğna (ihtiyaç hissetmeme) edemez.”190 Muhammed b. Ebû Hâtim, İmam Buhârî’nin Kitabu’t-Tarih ile ilgili şunları söylediğini aktarır: “Eğer isnadımın bazısı neşredilseydi tarihi 188. Hedyu’s-Sârî, s. 670. 189. Tabakat eş-Şâfiîyye, c. 2 s. 221. 190. Hedyu’s-Sârî, s. 678. 108 İMAM BUHÂRÎ’NİN ESERLERİ HAYATI nasıl tasnif ettiğimi anlayıp bilemezlerdi. Ben onu üç defa tasnif ettim.”191 Öyle anlaşılıyor ki İmam Buhârî tarihi bütün bir mahiyeti ile değil gerektiği kadar kaleme almış. Üç defa tasnif etmesi bizlerde böyle bir kanaat oluşturmaktadır. Müstedrek’in sahibi Ebû Abdullah el-Hâkim en-Nisaburi’nin hocalarından Ebû Ahmed el-Hâkimu’l-Kebir, İmam Buhârî’nin bu eseri ile ilgili şunları söyler: “Muhammed b. İsmail’in tarih kitabı daha önce benzeri yazılmamış bir kitaptır. Ondan sonra kim tarih, künyeler ve isimlerle ilgili kitap yazarsa onun kitabından istiğna edemeyeceği muhakkaktır.”192 İmam Buhârî bu eserinde hadis ricâllerinin isimlerini alfabetik bir şekilde zikrederek onları tanıtmakta, kimlerden hadis aldıklarını belirtmekte, isim ve künyeler arasında var olan benzerlikleri ayrıştırmaktadır. Bu eseri İmam Buhârî’den Ebû Ahmed Muhammed b. Süleyman b. Faris, Ebû’l-Hasan Muhammed b. Sehl el-Fesevi ve daha başkaları rivayet etmiştir.193 Tarihu’l-Kebir basılmış ve neşredilmiş bulunmaktadır. 2. Tarihu’l-Evsat: İmam Buhârî bu eserini kitabın hemen başında şöylece tanıtmaktadır: “Bu kitap Peygamber efendimizin hicretini, muhacirleri, ensarı, onlara ihsan ile tabi olanları, daha sonraki dönemlerde gelenleri, vefatlarını, neseblerini, künyelerini ve hadis râvilerinden hadislerine rağbet edilen kimseleri konu alan muhtasar bir kitaptır.” İmam Buhârî bu kitabında Tarihu’l-Kebir’den farklı olarak zamana göre taksimde bulunmaktadır. Onar sene aralıklarla taksimatta bulunan İmam Buhârî, her on senede kimlerin vefat ettiğini, bu seneler içine nelerin vuku bulduğunu ve hadis ricâllerinin tanıtımını zikretmektedir. Bu eseri İmam Buhârî’den Abdullah b. Ahmed b. Abdu’s-Selam el-Haffaf ve Ebû Muhammed Zencuveyh b. Muhammed el-Lebed rivayet etmiştir.194 Tarihu’l-Evsat da basılmış bulunmaktadır. 191. Tarihu Bağdad, c. 2, s. 7. 192. Tabakat eş-Şâfiîyye, c. 2 s. 225. 193. Tabakat el-Müfessirin, s. 372. 194. Hedyu’s-Sârî, s. 686. 109 BİRİNCİBÖLÜM İKİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN ESERLERİ HAYATI 3. Tarihu’s-Sağîr: Sahâbenin bibliyografyasını incele- le dedi: “Vekî’nin hibe kitabında iki, üç hadis bulunmakta. yen bu eser hakkında Rudani şunları söylemiştir: “İmam Abdullah b. Mübarek’in kitabı hibesinde beş hadis bulun- Buhârî’nin bu kitabı sahâbenin hayatını konu eden bir eser- maktadır. Benim kitabımda ise beş yüzün üstünde hadis dir. Bundan önce bu konuyla ile ilgili tasnif edilmiş başka bulunmaktadır.”200 bir eser yoktur.”195 Bu eseri de İmam Buhârî’den Abdullah b. Muhammed b. Abdurrahman el-Eşkar rivayet etmiştir.196 4. Câmiu’l-Kebîr: İbn Hacer bu kitabın varlığından bahsedip detaylarına değinmemiştir. 5. Halku Ef’ali’l-İbad: İmam Buhârî’nin gereğine göre kendisinde bid’atçı sünnete de muhalif fırkalara cevap verdiği, daha çok kader ve esma-sıfat konularını ihtiva eden bu eserini ondan Yusuf b. Reyhan b. Abdussamed ve Muhammed b. Yusuf el-Firebrî rivayet etmiştir.197 6. Kitabu’d-Duafa es-Sağir: İmam Buhârî bu eserinde zayıf râvilerin isimlerini alfabetik sıralamaya bağlı olarak zikredip râvilerin zayıf olma sebeplerini, rivayette bulunduğu hocalarını zikreder. Küçük bir eser olan “Duafa es-Sağir”in içinde 419 râviden bahsedilmektedir. İmam Buhârî’den bu eseri Ebû Bişr Muhammed b. Ahmed b. Hammâd, Ebû Cafer Müsebbih b. Said ve Âdem b. Musa rivayet etmiştir.198 7. Müsnedu’l-Kebir ve Tefsiru’l-Kebir: İbn Hacer bu iki kitaptan bahsedip bunları İmam Buhârî’nin talebesi Muhammed b. Yusuf el-Firebrî’ye dayandırarak başka bir ayrıntı zikretmemiştir.199 8. Kitabu’l-Hibe: İmam Buhârî’nin talebesi ve kâtibi Muhammed b. Ebû Hâtim bu kitap hakkında şunları söyler: “Ebû Abdullah bizlere Kitabu’l-Hibe’yi okuyup bize şöy195. es-Silatu Rudani, s. 155. 196. Hedyu’s-Sârî, s. 686. 197. Hedyu’s-Sârî, s. 686. 198. Hedyu’s-Sârî, s. 686. 199. Hedyu’s-Sârî, s. 686. 110 9. Esâmi es-Sahâbe: İbn Hacer, İmam Buhârî’nin bu eseriyle ilgili el-İsabe fi Temyizi’s-Sahâbe adlı eserinde şunu söyler: “Sahâbe’nin isimleri hakkında ilk tasnifte bulunan Ebû Abdullah el-Buhârî’dir.”201 İmam Buhârî’den sonraki dönemlerde bu konuyla alakalı Ebû Kasım b. Mende, İbn Abdu’l-Berr, İbnu’l Esir ve İbn Hacer’in yazdığı çok değerli eserler bulunmaktadır. 10. Kitabu’l-Vuhdan: İmam Buhârî bu eserinde sadece bir hadis rivayet eden sahâbelerin isimlerini zikretmeyi esas almıştır. Onun bu kitabı da bu sahanın ilk eseridir. 11. Kitabu’l-Mebsut: İbn Hacer bu eseri el-Halili’nin “İrşad” adlı eserinde Mehib b. Süleym yoluyla İmam Buhârî’den rivayet ettiğini aktarıp herhangi bir ayrıntı zikretmemiştir. 12. Kitabu’l-İlel: İbn Hacer Ebû’l-Kasım b. Mende’nin bu kitaptan bahsedip onu Muhammed Abdullah b. Hamdun’dan onun da Ebû Muhammed Abdullah b. eş-Şüreki’den onun da İmam Buhârî’den rivayet ettiğini belirtir. 13. Kitabu’l-Küna: İbn Hacer Ebû Ahmed el-Hâkim el-Kebir’in İmam Buhârî’nin bu eserini kendi kitabında zikredip ondan alıntılar yaptığını belirtir. 14. Kitabu’l-Fevaid: İbn Hacer, Tirmizî’nin bu kitaba Câmii’nde menakıb bölümünde değindiğini belirtir.202 15. Edebu’l-Müfred: Peygamber efendimizin yüce ahlâkını ve üstün âdabını konu alan bu eseri İmam Buhârî’den Ahmed 200. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 12, s. 410. 201. el-İsabe fi Temyizi’s-Sahâbe, c. 1, s. 153. 202. Hedyu’s-Sârî, s. 686. 111 BİRİNCİBÖLÜM İKİNCİ BÖLÜM b. Muhammed b. Celil el-Bezzar rivayet etmiştir. Câmiu’s-Sahih’de “Kitabu’l-Edeb” bulunduğundan, bu eserin ondan müstakil bir kitab olduğu bilinmesi için Edebu’l-Müfred denmiştir. İmam Buhârî’nin bu eseri basılmış ve neşredilmiştir. 16. Kadaya es-Sahâbeti ve’t-Tabiin: İmam Buhârî bu eserini henüz 18 yaşında telif etmiştir. İsminden de anlaşılacağı üzere sahâbe ve sahâbeden sonra gelen nesil olan tabiinin meselelerini ve muamelelerini konu alan bir kitaptır. Ancak birçok eseri gibi bu eser de günümüze ulaşmayıp zayi olmuştur. 17. Rafu’l-Yedeyn Risalesi: Namazda ellerini kaldırmakla alakalı olan bu eseri İmam Buhârî elleri kaldırmayı ispat eden rivayetleri zikretmekle beraber kaldırmayı nefy eden rivayetleri de münakaşa etmek için ele alır. İmam Buhârî’nin Buhâra’da kendisinden en son hadis rivayet eden talebesi Mahmud b. İshâk el-Huzai bu eseri hocasından rivayet eder. Bu zat aynı zamanda el-Kıraatu Halfe’l-İmam risalesini de İmam Buhârî’den rivayet eder.203 İMAM BUHÂRÎ’NİN ESERLERİ HAYATI el-Cehru bi’l-Besmele adlı eserinde İmam Buhârî’den aktararak onun içinde yüz bin sahih hadis bulunan bir kitap tasnif ettiğini belirtmesi son derece taaccub celb edicidir.205 Aslında böyle bir eserin İmam Buhârî tarafından telif edilmiş olması hiç de garipsenecek bir husus değildir. Zira o Câmiu’s-Sahih’i altı yüz bin hadis arasından seçtiğini söylerken aynı zamanda yüz bin sahih ve iki yüz bin gayru sahih hadis ezbere bildiğini söyleyen bu alanın tartışmasız imamıdır. Ancak garip olan yönü böyle bir eserin hiç kimse tarafından dile getirilmeyip sadece bir şahıs tarafından zikredilmesidir. 18. Birru’l-Valideyn: İsminden anlaşıldığı üzere anne babaya iyilik ve ihsan ile muameleyi konu alan bu eseri İmam Buhârî’den Muhammed b. Diluveyhi rivayet eder. 19. Kitabu’l-Eşribe: İbn Hacer, İmam Dârakutnî’nin bu eseri Kitabu’l-Mu’telef ve’l-Muhtelef adlı eserinde zikrettiğini belirtir.204 20. Kitabu’r-Rikak: Keşfi’z-Zunun’un sahibi Hâci Halife, bu kitabın varlığından bahsederek onun hadis mecmualarında olduğunu belirtir. Ancak Hâci Halife’nin söylediği bu eserle Câmiu’s-Sahih’te bulunan Kitabu’r-Rikak’ı karıştırmamak gerekir. Ayrıca Câmiu’s-Sahih’in şârihlerinden olan İbnu’l-Mulakkin ve Bedru’d-Din el-Ayni şunu zikretmişlerdir: “Şâfii âlimlerinden Ebû Sad İsmail b. Ebû’l-Kasım el-Buşenci’nin 203. Hedyu’s-Sârî, s. 686. 204. Hedyu’s-Sârî, s. 686. 112 205. Umdetu el-Kari, c. 1, s. 25. 113 ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İMAM BUHARİ’NİN SAHİH’İ İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI EL-CAMİU’S-SAHİH (ORJİNAL ADI) Adı kaynaklarda farklı şekillerde tespit edilmiştir. İmam Nevevi tam adının “el-Câmiu’l-Musnedu’s-Sahihu’l-Muhtasar min Umuri Rasûlillah sallallahu aleyhi ve sellem hi” olduğunu söylerken 206 ve Sünenihi ve Eyyami- İbni Hacer el-Askalânî ise “el-Câ- miu’s-Sahihu’l-Musnedu min Hadisi Rasûlillah sallallahu aleyhi ve sellem ve Sünenihi ve Eyyamihi” olduğunu söylemektedir.207 Ancak gerçek adıyla değil, Sahihu’l-Buhârî diye meşhur olmuştur. İmam Buhârî’nin kitabını bu şekilde adlandırmasını vasıflarıyla teker teker şöylece izah etmek mümkündür. El-Cami: İmam Buhârî’nin kitabını bu vasıfla nitelemesinin sebebi, kitabın birçok kitapta dağınık bir şekilde mevcut bulunan konuları muhtevasında barındırmasıdır. “Cami” kelimesinin kuşatıcı olan anlamında kullanıldığı dikkate alınırsa bunun bütün hadisleri kuşatan anlamında olmayıp daha çok İslâmi ilimlere ki bunlar imân, tevhid, ibadet, muamelat, cihad, siyer, megazi, menâkıb, fezâil, tefsir, nikâh, adab, zühd, rekaik vs. şamil olması cihetiyle bu vasfın kitaba verildiği anlaşılacaktır. 206. Ma temessu İleyhi Hacetu’l-Kari li Sahihi’l-Buhârî, s. 39. 207. Hedyu’s-Sârî, s. 10. 117 BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM El-Müsned: Peygamber efendimize dayandırılan senedi muttasıl hadise müsned hadis denir. Daha önce hadis tedvini sürecinde ilk dönem muhaddislerin hadis tedvin ederken müsned, mürsel, mevkuf ve maktu rivayetleri topluca telif ettiklerinden bahsetmiştik. Ancak İmam Buhârî bu tarz te’life karşılık, sadece Peygamber efendimizin hadislerini toplamaya yönelip senedi muttasıl, merfu rivayetleri kitabının muhtevasına aldığından bu vasıfla kitabını nitelemiştir. İMAM BUHÂRÎ’NİN EL-CAMİU’S-SAHİH HAYATI TELİF SÜRECİ VE MÜDDETİ İmam Buhârî’nin Câmiu’s-Sahih’i telif sürecine değinmeden önce hadis tedvini üzerinde durmamız, bu süreci daha iyi anlamamızı sağlayacaktır. Muhakkak ki insanlığın karanlıklardan aydınlığa çıkmasına vesile, yüce Rabbimizin kitabı Kur’ân-ı Kerîm ve Peygamber efendimizin sünneti seniyeleridir. Bu birbirinden ayrılmaz iki ulvi kaynağın günümüze dek muhafazasında şu Es-Sahih: Kitabın telif amaçlarından biri olan sıhhate hususlara değinilebilir. Kur’ân-ı Kerîm yüce Allah’ın koru- bağlılık İmam Buhârî’nin bu vasıfla kitabını adlandırmaya masıyla hiçbir değişikliğe uğramadan günümüze ulaşmıştır. sevk etmiştir. Bu vasıfla ilgili kitabın telif amacı başlığında Rabbimiz bununla alakalı şöyle buyurmaktadır: “Muhakkak ki o zikri (Kur’ân’ı) biz indirdik. Şüphesiz onun koruyucusu da ancak bazı hususlara değinilmiştir. bin sahih olmayan hadisi ezbere bildiğini söylemesi kitabına biziz.”208 “Muhakkak ki kendilerine geldiğinde o zikri inkâr edenler bize gizli kalmazlar. Halbuki o hiç şüphesiz eşsiz bir kitaptır. Önünden de arkasından da batıl ona erişemez. Çünkü o hikmeti sonsuz, aldığı mükerrer yedi bin küsür sahih hadisin bütün sahih ha- her hamde layık olan tarafından indirilmedir.”209 El-Muhtasar: İmam Buhârî’nin yüz bin sahih ve iki yüz disleri kuşatmadığı anlamına gelmektedir. İmam Buhârî’nin bu kitabı her konu ile ilgili içinde hadis olsa da gerek bağlı kaldığı titiz şartlar ve gerek kitabın çok uzamasını istemeyip faydayı daha umumi kılmak maksadıyla kısa ve özet bir şekilde telif etmesi bu vasfı gerekli kılmıştır. İmam Buhârî’nin eserleri arasında el-Câmiu’s-Sahihi’nin çok özel bir yeri vardır. Onu diğerlerinden ayıran özellikleri sayılamayacak kadar çoktur. İslâm ümmetini İmam Buhârî’ye “İmamu’l-Muhaddisin ve Emiru’l-Mu’minin fi’l-Hadis” gibi en üstün vasıflarla anmaya sevk eden bu benzersiz eser şüphesiz Allah’ın kitabı Kur’ân-ı Kerîm’den sonra ümmetin ittifakıyla İslâm dininin en sağlam ikinci kitabı olarak kabul edilmiştir. Yeryüzünde İslâm dininin ulaştığı her yere Allah’ın yüce kitabı ile birlikte giren bu değerli eser, insanların Peygamber efendimizin risaletini anlamalarına vesile olmuştur. 118 Sahâbe-i Kiramın Kur’ân-ı Kerîm’in muhafazası ve kuşaklardan kuşaklara aktarılması için sadırlarda (ezberlerde) ve satırlarda gerçekleştirdikleri çalışmalar her türlü takdirin üzerindedir. Bu özel muhafaza ile korunmuş olan yüce Rabbimizin kelamı hakkında İmam Fahreddin er-Razi şöyle demektedir: “Kur’ân-ı Kerîm gibi muhafaza olunma başka bir kitaba nasip olmamıştır. Bunca dinsizlerin, yahudilerin ve hristiyanların Kur’ân’ı değiştimek ve bozmak üzere birçok arzuları bulunduğu halde bu kitabın her yönden tahriften korunmuş olarak kalması en büyük mucizelerdendir.” Peygamber efendimizin sünnetinin korunmasında ve günümüze ulaşmasında çeşitli merhaleler kat edilmiştir. Birinci Merhale: Sünnetin sadırlardan korunmasıdır. Bu 208. Hicr, 9. 209. Fussilet, 41-42. 119 BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN EL-CAMİU’S-SAHİH HAYATI merhale Rasûlullah efendimiz, Raşid halifeler ve Emeviler’in bizden bir hadis dinleyip ezberleyerek onu tebliğ eden bir kimsenin ilk dönemlerine kadar süregelmiştir. Bu merhalede sünnetin yüzünü aydınlatsın.”213 Abdullah b. Abbas radiyallahu anh’ın riva- yazılmamasının birkaç nedeni vardır. Bu nedenleri şöylece yet etmiş olduğu bir hadiste de Peygamber efendimiz şöyle sıralayabiliriz: buyurmaktadır: “Siz (benden) dinleyeceksiniz. Birileri de sizden 1. Peygamber efendimizin içinde bulunduğu toplum, okuma ve yazma bilmeyen bir toplumdu. Yüce Rabbimiz bununla ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyurmaktadır: “O’dur ki ümmiler içinde kendilerinden olan bir elçi gönderdi.”210 İmam Buhârî Sahih’inde Abdullah b. Ömer radiyallahu anh’dan rivayet dinleyecek, birileri de sizden dinleyenlerden dinleyecek.”214 Sünnetin istisnai bir şekilde bazı sahâbeler tarafından yazıldığı da vakidir. Abdullah b. Amr b. el-As şöyle der: “Ben Rasûlullah’tan duyduğum her şeyi ezberlemek için yazıyordum. Kureyşliler beni bundan men ederek şöyle dediler: “Rasûlul- etmiş olduğu bir hadiste Peygamber efendimiz şöyle bu- lah bir beşer olup öfke ve rıza halinde konuştuğu halde, sen yurmaktadır: “Biz okuma, yazma ve hesap bilmeyen bir toplulu- ondan duyduğun her şeyi yazıyor musun?” Bunun üzerine ğuz.” Buna rağmen bu ümmi topluluk keskin zekâ ve ezber ben de yazmayı bıraktım ve bunu Peygamber efendimize arz kabiliyetine sahipti. Bu kabiliyet sayesinde sünnetin muhafa- ettim. Parmağıyla ağzına işaret ederek şöyle dedi: “Yaz. Nefsimi elinde tutana yemin olsun ki bu ağızdan haktan başka bir şey 211 zası sadırlarda sağlanmıştır. 2. Bu ilk merhalede henüz yazım araç ve gereçleri yeterli çıkmaz.”215 seviyede değildi. Daha çok taşlara, kemiklere, hurma yap- İkinci Merhale: Sünnetin zayi olmaması için yazıldığı raklarına ve deri parçalarına yazı yazılmakta idi. Bunlar da dönemdir. Beşinci Raşid halife kabul edilen Emevi halifesi Kur’ân-ı Kerîm’in yazımına tahsis edilmişlerdi. Ömer b. Abdülaziz Medine valisi olan Ebû Bekir b. Muham- 3. Kur’ân-ı Kerîm’in dışında bir şeyin yazılmasının yasaklanması da diğer önemli bir sebep idi. İmam Müslim’in med b. Amr b. Hazm’a Peygamber efendimizin hadislerini yazmasını emreder. Ayrıca diğer şehirlerin valilerine de bu Ebû Said el-Hudri’den rivayet etmiş olduğu bir hadiste vazifeyi vererek tedvin sürecini başlatır. Bu dönemin seçkin Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Benden Kur’ân dışında bir şey yazmayın. Kim ki Kur’ân dışında bir şey yazdıy- tedvin hareketine ciddi katkılarda bulunur. Abbasi halifele- âlimlerinden İmam Muhammed b. Müslim b. Şihab ez-Zuhri Sünnetin yazılmamasının nedenlerinden bu rinin ikincisi Ebû Cafer el-Mansur İmam Mâlik b. Enes’ten sonuncusu diğerlerine göre daha da bir öneme sahiptir. Zi- hadis ile alakalı bir mecmua toplamasını ister. İmam Mâlik, ra bununla Peygamber sözü bile olsa hiçbir şeyin Kur’ân ile İmam Şâfiî’nin “Yeryüzünde ondan daha sahihi yoktur.” de- karışmaması amaçlanmaktaydı. Ancak sünnetin hafızalarda diği meşhur eseri Muvatta’yı yazar. İmam Mâlik kitabının muhafazası Peygamber efendimiz tarafından teşvik edilmek- muhtevasına Peygamber efendimizin sahih hadislerinin yanı sa onu silsin.” 212 rivayet etmiş olduğu bir sıra sahâbe ve tabiin fetvalarını da alır. Bu tarz üzere Mek- hadiste Peygamber efendimiz şöyle buyurmaktadır: “Allah, ke’de İbn Cüreyc, Şam’da Evzai, Kufe’de Süfyan Sevri ve Bas- 210. Cum’a, 2. 211. Buhârî, Savm, 13. 212. Müslim, 3004. 213. Ebû Davud, İlim, 10. 214. Ebû Davud, İlim, 10. 215. Ebû Davud, İlim, 3. teydi. Zeyd b. Sabit 120 radiyallahu anh’ın 121 BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN EL-CAMİU’S-SAHİH HAYATI ra’da Hammâd b. Seleme teliflerde bulunurlar. Bunlara ila- Buhârî’nin talebesi İbrahim b. Ma’kil en-Nesefî bununla ilgi- veten Ebû Bekir b. Ebû Şeybe ve Abdurrezzak es-San’ani’nin li hocasından şunları aktarır: “Bir gün İshâk b. Rahveyhi’nin telif ettikleri musannefler bu merhalenin en bariz eserlerin- yanındaydık. Bizlere Peygamber efendimizin sahih sünnetini dendir. Ancak bu eserler hadis, sahâbe ve tabiin sözleriyle iç konu alan muhtasar bir eser toplayıp derlememizi telkin et- içe yazılmaktaydılar. ti. Onun bu telkini benim kalbime yerleşti ve Câmiu’s-Sahih’i Üçüncü Merhale: Tedvinin hadise hasredildiği bir dö- toplamaya başladım.”216 nemdir. Zamanla bazı muhaddisler Peygamber efendimizin İmam Buhârî’nin bu süreçte gördüğü salih rüyaları da hadislerini sahâbe ve tabiin sözlerinden ayrı tedvin etmeye kayda değerdir. Zira müminlerin gördüğü salih rüyalar nü- yöneldiler. Ubeydullah b. Musa el-Kufi, Esed b. Musa el-Emevi, Müsedded b. Müserhed ve Nuaym b. Hammâd, bu dönemde müsnedlerini ilk telif edenlerdir. Bunları Ahmed b. Hanbel, İshâk b. Rahveyhi, Osman b. Ebû Şeybe ve daha başkaları takip ederek müsnedlerini kaleme aldılar. Müsnedleri, sahihler ve sünenler takip etti ve bu merhalede hadis tedvininin ciddi ilerlemeler kaydetmesine vesile oldu. Hadis tedvininin en parlak merhalesi olan bu dönem, hicri üçüncü ve dördüncü asırlara kadar devam edip tekâmüle erdi. Bu dönemden sonra da hadis tedvini ile ilgili muhtelif çalışmalar gerçekleştirilir. Bu çalışmalar da elbette konu edilmeye fazlasıyla değerdir. Ancak İmam Buhârî’nin Câmiu’s-Sahih’i telife başlaması üçüncü merhaleye tekabül etmesi bakımından telif sürecini başlatan sâikleri konu edeceğiz. bûvvetin insanlık içinde kaldığı son parçasıdır. İmam Buhârî ve Müslim’in ittifakla Ubade b. Samit’ten rivayet etmiş oldukları bir hadiste Peygamber efendimiz bu hususa şöyle değinmektedir: “Mü’minin gördüğü salih rüya nübûvvetin kırk altı parçasından bir parçadır.”217 İmam Buhârî rüyasında elinde bir yelpaze olduğu halde Peygamber efendimizin önünde ona gelen rahatsız edici şeyleri uzaklaştırdığını bazı arkadaşlarına anlatınca, onlar da kendisinin Peygamber efendimize nispet edilen yalan haberleri nefyedeceğine yorumlamışlardı.218 Bu hadise de telife başlamasında önemli bir rol oynamıştır. Ayrıca şunu da belirtmek gerekir ki yüce gayelerin insanı olan İmam Buhârî, bu eseri yazmakla yaratıcısı ile arasında bir vesile amaçlamaktaydı. Çünkü yüce Rabbimiz kendisine doğru bir vesile edinilmesini kullarına emretmektedir. “Ey İmam Buhârî hicri ikinci asırdan itibaren yazılmış hadis imân edenler! Allah’tan korkun, O’na (yaklaşmaya) bir ve- mecmualarını araştırma ve inceleme neticesinde bu eserlerin sile (yol) arayın ve yolunda cihad edin ki kurtulasınız.”219 sahih hadislerin yanı sıra zayıf rivayetleri içerdiğini, aynı za- Kur’ân-ı Kerîm’den sonra İslâm dininin en güvenilir kaynağı manda hadisle beraber sahâbe ve tabiin sözleri ve görüşleri- olan bu eserin ciddi bir vesile olduğu tartışılmaz bir gerçektir. ni aktardığını görünce sıhhatinde şüphe olmayan rivayetle- İmam Buhârî bu gerçeğe şu sözleriyle değinmiştir: “Ben bu ri zayıf rivayetlerden ayırıp sadece Peygamber efendimizin kitabımı Rabbimle aramda bir hüccet kıldım.”220 Bütün bun- hadislerini konu alan Câmiu’s-Sahih’i telif etmeye karar verir. Elbette bu kararı almasında başka önemli etkenler de bulunmaktadır. Bu etkenlerin başında hocası İshâk b. İbrahim b. Rahveyhi hazretlerinin teşvik etmeleri gelmektedir. İmam 122 216. Hedyu’s-Sârî, s. 9. 217. Buhârî, 6987; Müslim, 2264. 218. Hedyu’s-Sârî, s. 9. 219. Maide, 35. 220. Tehzibu’l-Esma ve’l-Luğat, c. 1, s. 74. 123 BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN EL-CAMİU’S-SAHİH HAYATI ların fevkinde yüce Mevlâ’nın İmam Buhârî’yi bu kıymetli ve muhabbet, onu kemali hey’et ile bu eseri yazmaya yön- amele muvaffak edip her türlü inayeti ondan esirgememesi lendirmiştir. Yerkürenin en mukaddes noktalarında eserini bu süreçte üzerinde önemle durulması gereken en önemli yazan Muhammed b. İsmail el-Buhârî şunları söyler: “Ben bu husustur. Asırlardır İslâm ümmeti tarafından elden düşürül- kitabı mescidi haramda tasnif ettim. Allah’a istiharede bulu- meyen ve ihtiva ettiği aydınlığı, nesillerin Allah Teâla’ya kul- nup iki rekât namaz kılıp hadisin sıhhatine yakin ile inanma- luklarını basiret üzere gerçekleştirmelerini sağlayan İmam Buhârî’nin bu kutlu eseri yazması, uzun ve çileli bir süreçten sonra gerçekleşmiştir. İmam Nevevi (rahimehullah) Tehzibu’l-Esma adlı eserinde birçok senedi ile İmam Buhârî’nin şu sözlerini aktarmaktadır: “Câmiu’s-Sahih’i on altı sene zarfında altı yüz bin hadis arasından seçerek yazdım ve onu Rabbimle aramda bir hüccet kıldım.”221 Burada iki noktaya önemle dikkat çekmek gerekir. Birincisi; İmam Buhârî’nin bu eserini meydana getirmede göstermiş olduğu sabır ve teennidir ki bu çalışma onun ömrünün dörtte birine tekabül etmektedir. Bir amelin, bilhassa ilmi bir çalışmanın yapılmasından daha ziyade, ne nitelik ve keyfiyet üzere yapıldığı önemlidir. dığım müddetçe kitabıma hiçbir hadis yazmadım.”223 İmam Buhârî Sahih’inin bab başlıklarını da Peygamber efendimizin kabri şerifinin ve minberinin arasında yazıp her başlık için iki rekât namaz kılarak kitabının faziletini ve bereketini artırmıştır. Muhammed b. Ebû Hâtim hocasının Câmiu’s-Sahih’i telif ederken ortaya koyduğu muazzam gayretini ve her türlü rahatı terkini şöylece nakleder: “İmam Buhârî ile sefere çıktığım zamanlar yaz mevsimi hariç hep bir evde beraber kalırdık. Onun geceleri on beş ile yirmi defa arasında kalkıp lambayı yaktığını ve her defasında hadis tahric edip işaret koyarak tekrar başını yastığa koyduğunu görürdüm.”224 İkincisi; altı yüz bin gibi büyük bir rakam arasından yedi bin Câmiu’s-Sahih’i tamamlamaya muvaffak olan İmam küsür hadisin, büyük bir itina, titizlik, araştırma ve inceleme Buhârî kitabını, yaşadıkları zamanın tartışmasız imamları sonucunda adeta cımbızla ayrıştırır gibi hassas bir eleme ile olan Ahmed b. Hanbel, Yahya b. Main ve Ali b. Medini’ye seçilmesidir. Kapsamlı ve derin hadis bilgisini bu eserin orta- arz eder. Bu eseri hoş karşılayan bu değerli imamlar, dört ha- ya çıkması için seferber eden İmam Buhârî, bugünün şartla- dis hariç onun bütününün sahih olduğuna şahitlik ederler. rında, bu alanla ilgilenen ilmi heyetlerin topluca gerçekleştir- İmam Ukayli bu hadislerle ilgili de doğru olan görüşün İmam mekten aciz kaldıkları bu tahkikat ve incelemeleri tek başına Buhârî’nin görüşü olduğunu belirtip onların sahih hadisler büyük bir muvaffakiyetle gerçekleştirir. olduğunu söyler.225 İmam Buhârî’nin ilmi hassasiyeti yanında gösterdiği nezafet ve ibadet hâleti hayretler verici ve hayranlık celbedicidir. Talebelerinden Muhammed b. Yusuf el-Firebrî onu şöyle söylerken işittiğini nakleder: “Ben Kitabu’s-Sahihime hadis yazmak istediğimde muhakkak ki öncesinde boy abdesti alır ve iki rekât namaz kılardım.”222 Peygamber hadisine duyduğu derin saygı 221. Tehzibu’l-Esma ve’l-Luğat, c. 1, s. 74. 222. Hedyu’s-Sârî, s. 9. 124 CAMİU’S-SAHİH’İ TELİFİNDEKİ TEMEL AMACI İmam Buhârî bu eseri telif ederken iki temel amacın gerçekleşmesini murad ediyordu. Birinci amaç; muhaddislerin 223. Hedyu’s-Sârî, s. 683. 224. Tarihu Bağdad, c. 2, s. 14. 225. Hedyu’s-Sârî, s. 684. 125 BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM de sıhhati üzerinde ittifak ettikleri rivayetleri toplayıp derlemektir ki kitabını bu sebeple Câmiu’s-Sahih olarak adlandırdı. Hocalarının dört hadis hariç bütün hadislerin sıhhati üzerinde ittifak etmeleri İmam Buhârî’nin birinci amaca ulaştığının açık kanıtıdır. Diğer ikinci amaç; Allah’ın kullarına hitaplarından ahkâma ve fıkha muteallık ne tür sonuçlar çıktığı, konularına münasip bir şekilde belirtmesidir. İmam Nevevi bu hususta şunları söyler: “İmam Buhârî’nin maksadı sadece hadisleri toplayıp tasnif etmek değildir. Onun maksadı hadisleri toplamaya ilaveten onlardan hükümler çıkarıp konu etmek istediği meseleye deliller getirmektir. Bundan dolayı bazı bablarda hadislerin senedlerini vermeyip sadece bu konuda falan kimse yoluyla “Peygamber efendimizden şu aktarılmaktadır” sözüyle yetinir ya da sadece hadisin metnini vererek zikrettiği bab’a delil getirmektedir. HADİS SAYISI Câmiu’s-Sahih’i Firebrî’den rivayet edenlerden Abdullah b. Ahmed el-Hamevî’nin sayımına göre eserde 108 kitâb, Kâtib Çelebi’ye göre ise 100 küsur kitâb, 3450 kadar bab bulunmaktadır. Muhammed Şerif Tokadî kitâb sayısının 68, bab sayısının 3730, Muhammed Fuâd Abdülbâki ise kitâb sayısının 97, bab sayısının 3889 olduğunu söylemektedir. Eser üzerinde geniş bir fihrist hazırlayan Abdullah b. Muhammed Guneymân’a göre eserde 91 kitâb, 3867 bab bulunmaktadır. İbnü’s-Salâh’a göre eserde mükerrerleriyle birlikte 7275 hadis olup tekrarsız rivayetlerin sayısı 4000, bunların içinde muttasıl senedle rivayet edilenler ise 2602’dir. Ta’likler arasında bulunan merfû rivayetleri de hesaba katınca tekrarsız muttasıl hadislerin sayısı 2761’i bulur. İbn Hacer’e göre ise eserde muâllak ve mütâbilerin dışında mükerrerleriyle birlikte 7397 hadis, 1341 muâllak rivayet, 341 adet de mütâbi bulunmakta, böylece hadislerin toplamı 9082’ye ulaşmaktadır. Bu ra126 İMAM BUHÂRÎ’NİN EL-CAMİU’S-SAHİH HAYATI kama sahâbe ve tabiin sözleri dâhil değildir. Cevzakî eserde 25 bin 480 isnad zinciri bulunduğunu tesbit etmiştir. İmam Buhârî’nin Câmiu’s-Sahih’de kendilerinden hadis rivayet ettiği hocalarının sayısı 289’dur. Eserdeki kitâb ve bablarla hadis sayısının değişik rakamlarla tesbiti bazı babların kitâb kabul edilmesinden, bir hadisin bazen uzun bazen kısa olarak birkaç yerde geçmesi sebebiyle, bunların farklı sayımından ve iki ayrı isnadla rivayet edilen hadislerin kimine göre bir, kimine göre iki rivayet kabul edilmesinden kaynaklandığı gibi, bazı nüshalar arasındaki farklar da bu değişik tesbitlere yol açmıştır. BAB BAŞLIKLARI Câmiu’s-Sahih’in “terceme” adı verilen bab başlıkları ve bu babların muhtevaları öteki hadis kitaplarından farklı özellikler taşımaktadır. İmam Buhârî, bir hadisin ihtiva ettiği hükümlerin her birini göstermek maksadıyla bazen aynı hadisi değişik senedlerle birbirini takip eden bablarda zikretmekten kaçınmamıştır. Şartlarına uygun yeteri kadar hadis bulamadığı bir babda veya fıkhî görüşünü özellikle belirtmek istediği bir konuda ilgili âyetleri, ta’lik yoluyla rivayet ettiği hadisleri, sahâbe, tabiin ve meşhur imamların sözlerini tercemede zikreder. Herhangi bir mezhebe bağlı olmayan İmam Buhârî, bir fıkıh kitabı görüntüsü veren bu gibi yerlerde daha çok kendi kanaatini destekleyen görüşleri nakleder. Şartlarına uymamakla beraber delil olmaya elverişli hadisleri de burada ya aynen veya meâlen zikreder. Nitekim “Babu’l-Umerâ min Kureyş” adlı terceme, Hz. Ali tarafından rivayet edilen bir hadisle ilgili metinden ibarettir. Bu hadis İmam Buhârî’nin şartlarına uymadığı için onu tercemede mâna olarak zikretmiş, konuyu daha farklı şekilde ele alan ve şartlarına uyan bir başka hadisi ise bu tercemenin altında senediyle birlikte vermiştir. Tercemelerde kesinlik ifade eden kalıplarla (cezm 127 BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM sigalarıyla) zikrettiği rivayetlerin güvenilir olduğu, kesinlik ifade etmeyen meçhul fiil kalıplarıyla (temrîz sigalarıyla) zikrettiği rivayetlerin ise zayıf olduğu anlaşılır. Bu sebeple bab başlıklarında görülen bir rivayet kaynak olarak verilmek is- İMAM BUHÂRÎ’NİN EL-CAMİU’S-SAHİH HAYATI Şemseddin el-Kirmânî, tercemelerde İmam Buhârî’nin hocalarını taklit ettiğini ileri sürmekteyse de İbn Hacer el-Askalânî daha önce hiç kimsenin böyle bir iddiada bulunmadığını söyleyerek bu görüşü reddetmektedir. tendiğinde onun Câmiu’s-Sahih’te bulunduğu mutlak bir ifadeyle söylenmeden, rivayetin tercemede yer aldığı özellikle belirtilmelidir. İmam Buhârî fıkhî kanaatlerini bab başlıklarında aksettirdiği için “Buhârî’nin fıkhı tercemelerinde bulunur” sözü şöhret bulmuştur. Tercemeleri bazen bir âyet, bazen kısa bir hadis, bazen da hadisin bir bölümü veya muhtevası oluşturur. İmam Buhârî burada fıkhî bir hükmü kesin bir ifadeyle anlatma imkânı bulamadığı zaman tercemeyi soru şeklinde verir. Böylece okuyucuya bu konuda çeşitli rivayetler bulunduğunu, meselenin farklı cepheleri olduğunu anlatmak ister. Çokça ihtilâf edilen bir konuyu da “babu mâ yüzkerü fî...» şeklinde müphem bir ifade ile vermeyi uygun görür. İmam Buhâri konuları âyetle, sahâbe ve tabiîn sözleriyle ve eserinin bir başka yerinde muttasıl senedle yer almış bir hadisin bir bölümünü senedsiz olarak vermek suretiyle destekler. Bu nevi başlıklara bakarak İmam Buhârî’nin eserini temize çekmeye fırsat bulamadığını zannedenleri dikkatsizlikle suçlayan İbn Hacer, bu metotla onun söz konusu meselede şartlarına uygun hadis bulamadığını anlatmak istediğini söyler. Bazı bab başlıklarının altında hiçbir hadis zikretmeyen İmam Buhârî bununla eserinde yer almasa bile o konuda güvenilir hadislerin bulunduğuna işaret etmiş olur. Bu duruma dikkat çeken Müstemlî, Firebrî nüshasını istinsah ederken orada bazı bab başlıklarının altında herhangi bir hadis bulunmadığını, bazı hadislere de bab başlığı konulmadığını belirttikten sonra kendilerinin bunları bir bab başlığı altında topladıklarını haber verir. Bu husus, aynı asıl’dan yazıldıkları halde bazı nüshalar arasında görülen farklılıkların nereden kaynaklandığı hakkında da fikir vermektedir. 128 TA’LİKLERİ Bir senedin baş tarafından bir veya birden çok râvinin adını zikretmeyip sadece ilk râvisinin adını vermek (ta’lik) suretiyle yapılan nakiller Câmiu’s-Sahih’in bab başlıklarında çokça görülür. Ta’lik bir isnad kusuru kabul edildiği için İmam Buhârî bazı âlimlerin tenkidine uğramış, ancak o, eserini mümkün olduğu kadar kısa ve özlü telif etmek düşüncesiyle bu yola başvurmuştur. Hadislerin kusursuz bir isnadla nakledilmesinde aşırı titizliğiyle bilinen İmam Buhârî, bir başka babta muttasıl senedle verdiği veya güvendiği bir muhaddisin kitabında muntazam bir senedle nakledildiğini bildiği ve o devirde âlimlerin delil olarak kullandığı bazı rivayetleri, kanaatini desteklemek üzere bab başlıklarında zikretmek istediğinde bu şekilde nakletmeyi uygun görmüştür. Sayıları 1341’i bulan bu hadislerden 160’ı dışındakilerin senedlerini başka bablarda muttasıl olarak zikretmiştir. Bunlardan cezm sigasıyla rivayet ettikleri, kendi şartlarına uygun olup hocalarından bizzat duyduğu hadislerdir. Temrîz sigasıyla rivayet ettikleri ise kendi şartlarının bütün özelliklerini taşımamakla beraber diğer tanınmış muhaddislerin şartlarına uyan ve onların kitaplarında yer alan rivayetlerdir. İbn Hacer, Câmiu’s-Sahih’teki bütün muâllak rivayetlerin muttasıl senedlerini “Tağliku’t-Ta’lik” adlı eserinde toplamıştır. Beş ciltlik bu hacimli eserde Câmiu’s-Sahih’in tertibi üzere merfû, mevkuf ve maktu bütün ta’likler ile İmam Buhârî’nin “tâbeahû fülân” veya “revâhü fülân” diyerek bir kısmını verdiği senedlerin muttasıl rivayetlerini tespit etmiş ve bunların sahih, hasen veya zayıf olduklarını da belirtmiştir. Sahasının bu en önemli 129 BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM kitabını yine İbn Hacer önce “et-Teşvik ilâ Vasli’l-Mühim mine’t-Ta’lîk” adıyla ihtisar etmiş, daha sonra bunu da “et-Teşvik li-Vasli’l-Mühim mine’t-Ta’lîk” adıyla ikinci defa ihtisar etmiştir. Bu sonuncu eserde İmam Buhârî’nin Câmiu’s-Sahih’inde herhangi bir yerinde senedini vermediği adı geçen 160 hadisin tam senedlerini zikretmiştir. Bu eseri Hedyu’s-Sâri’nin dördüncü faslında da (s. 22-76) özetlemiştir. TEKRARLARI Birden fazla hüküm ihtiva eden bir hadisi ilgili olduğu konuların her birinde değişik isnadlarla rivayet etmek ve böylece aynı hadisten âzami surette faydalanmaya imkân sağlamak İmam Buhârî’nin sıkça başvurduğu bir metottur. Hadisten elde edilmesi mümkün olan bütün fıkhî hükümleri göstermek istediği zaman sahâbî râvisi aynı olmakla beraber hadisin muhtelif tariklerle gelen rivayetlerini bazen aynı kitap içinde alt alta sıralar. Meselâ “Kitabu’l-İstiska”da böyle bir hadisi on bir ayrı bab başlığı altında tekrarlamıştır. Hz. Peygamber’in bir yahudiye zırhını rehin bırakarak ondan yiyecek satın almasını on yerde, Hz. Âişe’nin Berîre’yi satın alıp kölelikten kurtarması olayını, ihtiva ettiği çeşitli hükümler sebebiyle, muhtelif bölümlerde yirmi ikiden fazla yerde zikretmiştir. En fazla tekrarladığı rivayet bu Berîre hadisidir. Bir hadisi aynı senedle iki yerde rivayet etmesi ise pek nâdir olup bunların sayısı yirmi üçtür. Her ne kadar İmam Buhârî’nin bu usûlü tekrara meydan verdiği gerekçesiyle tenkide uğramışsa da faydaları dikkate alınarak bu tekrarların hadis rivayetine kazandırdığı zenginliği takdirle karşılamak gerekir. Hadislerdeki farklı bilgi ve hükümlerin öğrenilmesi, onların birden fazla sahâbe tarafından rivayet edildiğinin anlaşılması, birbirine zıt gibi görünen bazı hadislerin sağlam isnad zincirlerinin ortaya çıkması, bazen kısaca rivayet edilen bir hadisin uzun bir metni olduğunun görülmesi bu 130 İMAM BUHÂRÎ’NİN EL-CAMİU’S-SAHİH HAYATI yolla mümkün olmaktadır. Esasen farklı bilgiler ihtiva eden rivayetlerin her biri ayrı birer hadis sayıldığına göre bunları tekrar olarak kabul etmek de doğru değildir. Ayrıca muhtelif hükümler ihtiva eden bir hadisin bu hükümler sayısınca tekrar edilmesi, rivayetin sadece bir bölümünü hatırlayan okuyucuya hadisi daha kolay bir şekilde bulma imkânı sağlayacağı da muhakkaktır. Câmiu’s-Sahih’teki tekrarların gereksiz olmadığını en iyi gösteren husus, İmam Buhârî’nin metin ve senedlerle ilgili birçok meseleyi en kısa yoldan anlatma konusundaki titizliğidir. Bir babda naklettiği hadisin aynı veya benzeri, onun zengin hadis külliyatı arasında farklı bir senedle bulunuyor ve bu senedi zikretmeye ihtiyaç hissediyorsa metni tekrarlamaz; “bi-hâzâ” diyerek hadisin aynı metinle veya “bi-nahvihî” diyerek benzeri bir metinle rivayet edildiğini gösterir. Aynı metne dört farklı senedle sahip olduğu ve bu senedleri okuyucuya göstermek istediği zaman metni bir defa verir, senedleri ise aralarına “tahvil işareti” (hâ) koyarak tekrarlar. Bu durumda metinler arasındaki önemli bir farkı belirtmek istediğinde sadece o kelimeyi zikreder.226 ŞARTLARI İmam Ebû Abdullah el-Hâkim en-Nisaburi İmam Buhârî’nin Sahih’ine aldığı hadisleri şu şartlara bağlı bir şekilde yazdığını zikreder. Her sahâbiden iki meşhur tabiin rivayette bulunacak, her tabiinden de iki tane güvenilir, adil, zabtı tam ve diğer sıhhat şartlarına haiz iki kişi rivayette bulunacak ve bu niteliğin İmam Buhârî’ye varana dek her tabakada devam ederek gelmesi gerekmektedir.227 İmam Hâkim’in bu iddiasına bütün hadislerde bu söylediğinin olmadığını belir226. Bu bölümde Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nden istifade edilmiştir. 227. İbni Hacer, en-Nüket, c. 1, s. 239. 131 BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN EL-CAMİU’S-SAHİH HAYATI terek bazen sadece bir tabiinin bir sahâbiden hadis rivayet tabaka gibi rivayetlerini tesebbüt üzere aktarsa bile birinci ettiğini söyleyenler olsa da bu şartın genel itibarıyla tabiin- tabakanın sahip olduğu hıfza, sağlam rivayete ve Zühri ile den sonraki tabakalarda mevcut olduğu araştırma ile sabittir. uzun dönemler beraber olma, seferde ona arkadaşlık edip, Muhaddisler İmam Hâkim gibi her ne kadar mutlak, kesin hazarda onunla beraber bulunma gibi meziyetlere sahip de- ifadeler kullanmamış iseler de bazı şartlara değindikleri mu- ğildir. İkinci tabaka Zuhri ile kısa bir müddet beraber olabil- hakkaktır. İmam Buhârî’nin Sahih’ine aldığı hadisleri şu şart- miştir. Dolayısıyla onun hadislerini birinci tabaka gibi mü- lara bağlı bir şekilde yazdığını belirtmişlerdir. 1. Sahâbe’ye kadar hadisin senedinde bulunan bütün râvilerin güvenilirliği hakkında ittifakın bulunması gerekir. Bu onların Müslüman, doğru sözlü, adil, zihni sağlam, zabtı tam, marese edebilmiş değildir. Buna rağmen İmam Müslim ikinci tabakanın da rivayetlerini birinci tabakayla beraber rivayet etmiştir. İbn Hacer daha sonra birinci tabakayı şu isimlerle örneklendirir: “Yunus b. Yezid, Ukayl b. Halid, Mâlik b. Enes, vehmi yok denilecek kadar az, itikadı sağlam, tedliste bulun- Süfyan b. Uyeyne ve Şuayb b. Ebû Hamza.” İkinci tabaka: mayan, muhtelit (karıştıran) olmayan, mutahaffız (ezberinde “Evzaî, Leys b. Sad, Abdurrahman b. Halid b. Musafir ve İbn tutan) olmalarını en yüksek dereceden gerektirir. Ebi Zi’b.” Üçüncü tabaka: “Cafer b. Burkan, Süfyan b. Hüse- 2. Senedde kopukluk olmayacak. 3. Eğer rivayet an’ane yoluyla yapılıyorsa muhakkak bütün râvilerin hocalarıyla görüşmüş olması gerekmektedir. 4. İmam Buhârî’nin rivayet ettiği hadisin sıhhati üzerinde gerek kendisinden önceki gerek de kendi zamanındaki muhaddislerin ittifakının olması gerekir. 5. Rivayetlerinin her türlü illet ve şazlıklardan uzak olması gerekir. Râviler için zikredilen vasıflara ilaveten hepsinin hocalarından hadis rivayet etmede en birinci tabakadan olmaları gerekir. Orta ve edna tabakadan olmaları yeterli değildir. Bu son söylediğimiz şartın daha net anlaşılması için İbn Hacer’in vermiş olduğu şu örneği aktaracağız: İbn Hacer, İbn Şihab ez-Zuhri’den hadis rivayet eden ricâlleri tabakalar halinde yin, İshâk b. Yahya el-Kelbî.” Dördüncü tabaka: “Zem’a b. Salih, Muaviye b. Yahya es-Sadefî ve Müsenna b. es-Sabbah.” Beşinci tabaka: “Abdulkuddus b. Habib, Hakem b. Abdullah, Muhammed b. Said el-Maslub.” İmam Buhârî bu tabakalardan birincisi şartına muvafık olduğundan, ondan hadis rivayet ederken ikinci tabakadan ise ancak itimat ettiği hadisleri rivayet eder. Bu tabakanın her hadisini rivayet etmez. İmam Müslim ise her iki tabakadan da hadis rivayet eder. Üçüncü tabakadan da İmam Buhârî’nin ikinci tabakadan rivayette bulunduğu gibi rivayette bulunur. Dördüncü ve beşinci tabakadan, ikisi de rivayette bulunmaz. İmam Buhârî ikinci tabakanın hadislerini genelde muâllak bir şekilde rivayet eder. Nadir de olsa üçüncü tabakadan da muâllak bir şekilde rivayette bulunur. şöylece zikreder: “Bil ki İbn Şihab ez-Zuhri’nin ashâbı beş Bu verdiğimiz misal İbn Şihab ez-Zuhri gibi çokça hadis tabaka üzeredir ve her tabakanın kendisini takip eden taba- rivayet eden, Nâfi, Süleyman b. Mihran el-A’meş ve Katade kaya karşı meziyetleri vardır. Birinci tabakadakiler en sahih gibi meşayihin ashâbıyla ilgili söylenebilecek bir durumdur. tabakayı oluşturmaktadır. İmam Buhârî de bunlardan birin- Yani bunlardan hadis rivayet edenler de tabakalar halinde cisinden rivayette bulunmaktadır. İkinci tabaka da birinci değerlendirilir. Çokça hadis rivayet edenlerin dışında kalan- 132 133 BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN EL-CAMİU’S-SAHİH HAYATI lardan hadis rivayet etmedeki temel prensibi onların güveni- Ebû Zeyd Muhammed b. Ahmed el-Mervezî, Ebû Ahmed lir, adil ve hatalarının nadir olmasıdır.228 Muhammed b. Muhammed el-Curcânî, Ebû İshâk İbrahim b. Diğer Kütüb-ü Sitte imamları gibi İmam Buhârî de eserine aldığı hadisleri hangi şartlara göre seçtiğini belirtmemiştir. Ona nispet edilen şartlar eseri incelemek suretiyle tespit edilmiş olmakla beraber bu konuda çalışma yapanların vardıkları sonuçlar farklılık arz etmiştir. RİVAYETİ Câmiu’s-Sahih’i İmam Buhârî’den 90.000 kişi dinlemiş olmakla beraber onu daha sonraki nesillere aktaran râvilerin sayısı oldukça azdır. Bunların başında Câmiu’s-Sahih’i biri Firebir’de, diğeri Buhâra’da olmak üzere hocasından iki defa dinleyen Ebû Abdullah Muhammed b. Yûsuf b. Matar el-Firebrî gelir. Diğerleri, eserin son kısmından bir bölümünü İmam Buhârî’den dinleme imkânı bulamayan Hammâd b. Sâkir en-Nesevî, “Kitâbu’l-Ahkâm”dan sonrasını bizzat duymadığı için bu kısımları İmam Buhârî’den icazet yoluyla alan İbrahim b. Ma’kil en-Nesefî ve İmam Buhârî’den Câmiu’s-Sa- Ahmed el-Müstemlî, Ebû Muhammed Abdullah b. Ahmed b. Hammûye el-Hamevî (es-Serahsî), Ebû Ali Muhammed b. Ömer b. Şebbûye eş-Şebevî (eş-Şebbuvî), Ebû’l-Heysem Muhammed b. Mekkî el-Kuşmîhenî ve Firebrî’den Câmiu’s-Sahih’i en son dinleyen Ebû Ali İsmail b. Muhammed el-Kuşânî İle Ebû Nasr Ahmed b. Muhammed el-Ahsîkesî. Firebrî nüshasını üçüncü kademede devam ettirenler arasında yer alanlardan Ebû Zer el-Herevî ile hayatını hadise adamış olan kadın muhaddis Kerime bintu Ahmed, öğretim faaliyetlerini Mekke’de devam ettirdikleri için eserin İslâm dünyasına yayılmasında büyük hizmetleri olmuştur. Ebû Zer nüshasının büyük bir şöhrete sahip olmasının en önemli sebebi, Firebrî’nin üç tanınmış talebesi Müstemlî, Hamevî ve Kuşmîhenî’nin nüshalarına dayanmasıdır. Önemli üç rivayeti birleştirmesi sebebiyle bu nüsha daha sonraki çalışmalarda müstakil bir rivayet olarak ele alınmıştır. Ebû Zer nüshasına büyük değer veren İbn Hacer, Fethu’l-Bâri’yi, Kirmânî de el-Kevâkibu’d-Derari’yi bu rivayet üzerine kurmuş- hih’i en son rivayet eden Ebû Talha Mansur b. Muhammed lardır. Mağrib’de de en yaygın olan rivayet budur. Bu kade- el-Pezdevî’dir. Hüseyin b. İsmail el-Mehâmilî’nin rivayeti ise meden sonra eseri rivayet edenlerin sayısı giderek çoğalmış eseri semâ (duyma) yoluyla almayıp İmam Buhârî’nin Bağ- ve daha sonraki yüzyıllarda Câmiu’s-Sahih’in birçok nüsha- dat’taki imlâ meclislerinde yazdıklarıyla çok hatalı bir nüsha sı meydana gelmiştir. Eldeki rivayetlerinin birçoğu, çeşitli meydana getirdiği için pek itibar görmemiştir. Firebrî nüshası nüshalardan sağlam bir metin tesis etme zaruretini duyan dışındaki diğer üç nüshanın zamanla şöhretlerini kaybettiği Ali b. Muhammed el-Yûnînî’nin meydana getirdiği nüshaya ve yerlerini bugün elimizde bulunan Buhârî metninin yegâne dayanmaktadır. Allâme Kastallânî, İrşâdü’s-Sâri adlı Buhâri rivayeti olan Firebrî nüshasına bıraktığı anlaşılmaktadır. şerhinde bu nüshayı esas almıştır. Yunini, Firebrî’den sonra İmam Buhârî’nin meşhur talebesi Firebrî’den Câmiu’s-Sahih’i rivayet edenlerin en tanınmış olanları şunlardır: İbnu’s-Seken diye tanınan Ebû Ali Saîd b. Osman el-Mısrî, 228. Hedyu’s-Sârî, s. 12. 134 çeşitli kollara ayrılarak kendisine kadar gelen nüshalardan birkaç rivayeti birleştirenleri öncelikle ele almıştır. Bunlardan Ebû Zer nüshası için “he”, Asilî için “sad». Ebû’l-Kâsım İbn Asâkir ed-Dimaşkî için “şın» ve Ebû’l-Vakt için “zı” rumuzlarını kullanmıştır. Kendi nüshasındaki bir kelime bu 135 Müstağfirî Ahmed b. Abdulaziz Ebu Nuaym el-Isfahanî Asilî Kâbisî Kuşânî Yûnînî İbnu’zZebidî Ebu’l-Vakt Davudî Ebu Zer elHerevî Abdulazim el-Münzirî Hafsî Ebu Abdullah el-Ertahî Ali b. Hüseyin el-Ferra Ebu’l-Hayr es-Saffar Kerime Habbazî b. Abdullah el-Hemadanî Abdurrahman İsmail b. İshak esSaffar Abdullah b. Muhammed el-Cühenî Said b. Ahmed elAyyar İbnu’l-Letî Ebu Zeyd el-Mervezî Curcânî Hamevî Serahsî Seken Ahsîkesî Kuşmîhenî 136 İbnu’s- NESEVÎ 229. Bu bölümde Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nden istifade edilmiştir. İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI Müstemlî PEZDEVÎ FIREBRÎ NESEFÎ İMAM BUHÂRÎ Firebrî’nin önde gelen on talebesiyle Câmiu’s-Sahih’i bunlardan rivayet eden on iki meşhur râvi ve Yûnînî’nin rivayet zincirlerinden bir kısmı yandaki şemada gösterilmiştir:229 MEHÂMİLÎ dört nüshadan hangisinde bulunuyorsa kelimenin üzerine o nüshanın rumuzunu, dördünde de bulunuyorsa “he, sad, şın, zı” harflerinin hepsini yazmıştır. Söz konusu kelimenin bulunmadığı nüshanın rumuzunun önüne “lâ” koymuştur. Bunların dışındaki önemli bazı rivayetler için de muhtelif rumuzlar ve farklı renkler kullanmıştır. Çözemediği bazı dil problemlerini devrin tanınmış sarf ve nahiv âlimi İbn Mâlik et-Tâî ile iş birliği yaparak halletmiş, hatta İbn Mâlik onun derslerini takip ederek sağlam bir Sahih-i Buhârî nüshası meydana getirmesi için ciddi gayretler sarfetmiş, sonunda eserdeki önemli dil problemlerini Şevâhidü’t-Tavzih ve’t-Tashîh liMüşkilâti’l-Câmi’i’s-Sahîh adıyla bir araya getirmiştir. Sonuçta esere gösterilen itina sebebiyle bu nüshalar arasında fazla bir fark doğmamıştır. Şebevî BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 137 BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İMAM MÜSLİM’İN SAHİHİNE OLAN ÜSTÜNLÜĞÜ Daha önce İmam Buhârî’nin şartlarına değinirken onun İmam Müslim’den daha hassas davrandığını binanaleyh kitabının İmam Müslim’in kitabından daha çok sıhhat şartlarına bağlı rivayet edildiğini belirtmiştik. Buna İmam Buhârî’nin kitabına aldığı fıkhî incelikleri de eklemek mümkündür. “Tedribu’r-Râvi”de bununla ilgili şunlar zikredilir: “Sahihu’l-Buhârî, Sahihu’l-Müslim’den daha sahih ve faydaları daha çoktur.”230 Bu iki kıymetli eser arasında yapılan mukayesede böyle bir neticenin çıkması gayet doğaldır. Zira İmam Müslim sahihini İmam Buhârî’nin sahihine bina edip bazı ziyadelerde bulunmuştur. İMAM BUHÂRÎ’NİN EL-CAMİU’S-SAHİH HAYATI ğunu söylemeleri, ayrıca İmam Müslim’in İmam Buhârî’nin talebesi olup onun bu alandaki üstünlüğünü âli cenap bir tutum ile kabullenmesi konuyu net bir şekilde açığa kavuşturmaktadır. Hatta İmam Müslim hocası Muhammed b. Yahya ez-Zuhli’nin meclisini İmam Buhârî’ye karşı takındığı tavırdan dolayı terk etmiş. Ondan yazarak rivayette bulunduğu hadisleri ona geri iade etmiştir. Buraya kadar genel hatlarıyla zikrettiğimiz konuyu şu şekilde detaylandırabiliriz. 1. İmam Buhârî’nin İmam Müslim’den ayrı bir şekilde tek başına kendisinden hadis rivayet ettiği râviler, dört yüz otuz kişi kadardır. Bunlardan haklarında zayıftır diye konuşulan yaklaşık seksen kişi vardır. Buna mukabil İmam Müslim’in İmam Buhârî’den ayrı olarak tek başına kendisinden Müstedrekin sahibi İmam Hâkim’in hocası Ebû Ahmed hadis rivayet ettiği râviler altı yüz yirmi kişi kadardır. Bu el-Hâkim en-Nisaburi bu hususa şöyle değinmiştir: “Allah, râvilerden haklarında zayıftır diye konuşulan yaklaşık yüz altmış kişi civarındadır. Muhammed b. İsmail’e rahmeti ile muamelede bulunsun. O, hadislerin hükümlerinin asıllarını ilk telif edip insanlara açıklayandır. Ondan sonra telifte bulunan herkes onun kitabından esinlenerek kitabını yazmıştır. Bunların başında Müslim b. Haccac gelmektedir.” İmam Dârakutnî’nin yanında Sahiheyn’den bahsedildiğinde söyledikleri bu mevzuda “kelimetu’l-fasl” (meseleyi sonuçlandıran söz) olarak değerlendirilebilir: “Şayet İmam Buhârî olmasaydı İmam Müslim (bu alana) ne gider ne de gelebilirdi.” Bir defasında da Dârakutnî şöyle söyler: “Müslim ne yapmıştır ki? O ancak İmam Buhârî’nin kitabını alıp üzerinde müstahrec (İmam Buhârî’nin hadislerini farklı senedlerle rivayet edip, senedde onunla hocalarında buluşma) yapıp ona bazı ziyadelerde bulunmuştur. İmam Buhârî’nin Sahih’inin İmam Müslim’in Sahih’inden üstün olduğuyla alakalı âlimlerin beyanları çoktur. İttifak ile İmam Buhârî’nin İmam Müslim’den hadis alanında daha âlim oldu230. Tedribu’r-Râvi, s. 91. 138 2. İmam Buhârî, hakkında konuşulan râvilerden çok rivayette bulunmaz iken, İmam Müslim bunun aksine onlardan da çok rivayet etmektedir. 3. İmam Buhârî’nin kendilerinden hadis rivayet ettiği bu “müttekellemun fîhim” (haklarında konuşulan râviler) râvilerin çoğu onun kendileriyle karşılaşıp hallerine muttali olduğu hocalarıdır. Bunun aksine İmam Müslim’in kendilerinden hadis rivayet ettiği o yüz altmış şahıs, onun döneminden önceki tabiin ve tebei tabiin döneminde yaşamış hadis ricâllerindendir. 4. Daha önce İbni Şihab ez-Zuhri örneğinde geçtiği gibi, İmam Buhârî çok hadis rivayet eden meşhur râvilerin talebelerinden birinci tabakada olanlardan usulen hadis rivayet ederken İmam Müslim hem birinci tabakadan ve hem de birinci tabaka kadar sıhhatle güçlü olmayan ikinci tabakadan da usulen hadis rivayet etmiştir. 139 BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 5. Şartlarında geçtiği üzere semâ (işitme) lafızları olmayıp an’ane ile rivayet edilen hadislerde İmam Buhârî an’ane ile rivayette bulunan râvi ile kendisinden an’ane ile hadis rivayet olunan hocası arasında bir defa da olsa görüşmeyi şart koşup, aynı asırda yaşamış olmalarını yeterli görmezken, İmam Müslim müdellis bir râvi olmaması kaydıyla muanin (an’ane ile rivayette bulunan) râvi ile muanan (an’ane ile kendisinden hadis rivayet olunan) râvinin aynı dönemde yaşamış olmalarını yeterli bulmaktadır. 6. İmam Buhârî’nin Sahih’inde geçen yaklaşık seksen hadis tenkit edilirken, İmam Müslim’in sahihinde yaklaşık yüz otuz hadisin tenkit edilmesi de Sahih-i Buhârî’nin üstünlüğünü tescil etmektedir.231 Çoğu Mağripli bazı âlimler Sahihi Müslim’i Sahih-i Buhârî’ye üstün tutsalar da yukarıda zikrettiğimiz gerekçelerden dolayı bu kanaatin doğru olmadığı aşikârdır. İmam Buhârî’nin sahihinin değil sadece Sahihi Müslim’den diğer bütün hadis mecmualarından üstün olduğunu farklı bir açıdan şöylece zikretmek isteriz. Zira buraya kadar ilmi kıstaslarla bu konuyu ele aldık. Mana âleminden aktaracağımız bir hâdise bu ilmi kıstasları teyit eder niteliktedir. Ebû Sehl İMAM BUHÂRÎ’NİN EL-CAMİU’S-SAHİH HAYATI lullah efendimizin sahih hadislerini toplayan bu kutlu eserin olması, son derece vakıasına mutabık bir durumdur. CÂMİU’S-SAHİH’E YÖNELTİLEN TENKİTLER Şunu açık ve net bir şekilde belirtelim ki, mutlak manada mükemmellik sadece yüce Rabbimize aittir. O her türlü eksik ve kusurlu sıfatlardan azameti ile münezzehtir, kusursuzdur, mükemmeldir ve her çeşit kibriya ile mümecceddir. Bianealeyh onun kadim kelamı olan Kur’ân-ı Azimuşşan da her kusurdan ve ayıptan başından sonuna kadar bütün harfleriyle, âyetleriyle ve sureleriyle münezzehtir. Bu hakikate mukabil, yüce Yaradan’ın kulları mutlak kemalden uzak, kusurlu, eksik, zayıf ve acziyet gibi vasıflar üzere yaratılmışlardır. Dolayısıyla onların, kelamı da kalemi de mutlak kemalden uzak, kusurlu olmaya mahkumdur. Kur’ân-ı Kerîm dışında hangi kitap olursa olsun, içinde hata ve kusur görebilmek mümkündür. Zira kusurlu sahipten kusursuz bir şeyin meydana gelmesi imkânsızdır. Ancak, kemal merdiveninde irtika ettiği oranda kaleminin de kelamının da kemale tekarrub edeceği muhakkaktır. er-Mervezî “Ben Ebû Zeyd el-Mervezî’yi şöyle söylerken işit- Peygamber efendimize harfiyen ittiba etmesi haysiye- tim” dedi. “Ben makam-ı İbrahim ile Haceru’l-Esved arasın- tiyle, kemal merdiveninde bir beşerin ulaşabileceği en faik da uyuyordum. Rüyamda Peygamber efendimizi gördüm. noktalara ulaşan İmam Buhârî Hazretleri, kaleme aldığı Câ- Bana şöyle dedi: “Ey Ebû Zeyd, Şâfiî’nin kitaplarını ne za- miu’s-Sahih’i her ne kadar kusursuz değilse de (ki kusursuz mana kadar okuyup benim kitabımı okumayacaksın?” Ben olması düşünülemez) kemalden çok ciddi bir pay üzere ol- ya Rasûlullah, senin kitabın hangisidir dedim. “Muhammed duğu ümmetin ittifakı ve ulemanın kabulü ile sabittir. Buna b. İsmail’in Câmiu’s-Sahih’idir” buyurdu.”232 Bu salih rüyada rağmen İmam Buhârî Câmiu’s-Sahih ile alakalı yerli yersiz bir Peygamber efendimizin söylediği bizlerde şöyle bir his uyan- takım tenkitlere maruz kalmıştır. Daha önce telif sürecinde dırmaktadır: İslâm dininin ana kaynağı Kur’ân-ı Kerîm yüce bahsettiğimiz üzere kitabını tamamladıktan sonra onu Ah- Rabbimizin kelâmı iken, ondan sonraki ikinci kaynağın Rasû- med b. Hanbel, Yahya b. Main ve Ali b. Medini’ye arz ettiğin- 231. Hedyu’s-Sârî, s. 14-15. 232. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 16, s. 314. 140 de bu imamlar kitabın sıhhat vasfına haiz olduğuna şahadet etmelerine rağmen dört hadisi istisna etmişlerdir. Aslında bu 141 BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ’NİN EL-CAMİU’S-SAHİH HAYATI üç büyük imamın kitabın bütününe sıhhat noktasında onay memiştir.” şeklinde mukabelede bulunmuştur. Muhammed verip dört hadisi dışında tutmaları, bu eserin ne denli dik- b. Yahya ez-Zuhli kendi zamanında İbni Şihab ez-Zuhri’nin katli ve titiz bir şekilde telif edildiğinin göstergesidir. İmam hadislerindeki illetleri en iyi bilendi. İmam Buhârî ve Müs- Buhârî onları bu son derece sınırlı bir rakam ile alakalı ortaya lim, ondan istifade etmişlerdi. Muhammed b. Yusuf el-Firebrî koydukları mülahazaya katılmasa dahi bizce bu tenkit, onun İmam Buhârî’nin, kitabı ile ilgili şunları söylediğini aktarır: şanını düşürmeyip bilakis yükseltmektedir. Dolayısıyla ten- “Ben Allah’a istiharede bulunmadan ve sıhhatine kesin inan- kit yerlidir ve “Kişinin kusurlarının sayılabilecek kadar az ol- madan kitabıma hiçbir hadis yazmadım.” Mekki b. Abdullah ması ona şeref olarak yeter.” sözünün felsefesi ile bu durum İmam Müslim’in şunları söylediğini aktarır: “Ben kitabımı örtüşmektedir. Ebû Zur’a er-Razi’ye arz ettim. Bana hangi hadisle ilgili, bu- İmam Buhârî’nin vefatından yaklaşık elli sene sonra gelen İmam Dârakutnî, Câmiu’s-Sahih’te geçen yüz on hadisi tenkide tabi tutmuştur. İmam Dârakutnî’nin hem kendi zamanı için hem de kendisinden sonrakiler için hadisin bilhassa illetlerin piri olduğu, tartışmasız bir gerçek olduğu gibi, kendisinden öncekilerin ondan bu alanda daha ileri oldukları da nun illeti var dediyse ben o hadisi terk ettim.” Bütün bunlardan sonra bu iki imamın kitaplarına illeti olmayan sahih hadislerden başkasını almadıkları anlaşılınca bunlara tenkit yöneltenlerin tenkitlerinin bir izah yönü olsa bile, onların tenkitlerinin bu imamların tashihi ile çatışacağı ve tenkitçilerin bu imamlar karşısında zayıf kalacağı muhakkaktır.233 tartışma götürmeyen bir husustur. İbni Hacer el-Askalânî bu İmam Dârakutnî’nin Câmiu’s-Sahih’i değerlendirip takip- tenkitlere mufassal bir şekilde Fethu’l-Bârî’nin mukaddimesi te bulunacak bir mizanının bulunduğu muhakkaktır. Fakat Hedyu’s-Sârî’de cevap vermektedir. Ancak bütün bu hadisle- bu mizanın çeşitli nedenlerden dolayı yanılması da olağan ri zikretmek, tenkitleri aktarıp cevaplarını vermek mevzuyu karşılanmalıdır. Hakkında “Hadislerin illetlerinin bilinmesi çok uzatacağından İbni Hacer’in mücmel bir şekilde Dâra- işi Dârakutnî ile son buldu.” denilen bir imamın bir hadis kutnî’nin bu tenkitlerine verdiği cevabı aktarmamız muvafık mecmuasına velev ki bu İmam Buhârî’nin Câmiu’s-Sahih’i de olacaktır. olsa incelemeden ve ciddi bir tahkikatten geçirmeden, ezber- İbni Hacer bu hususla alakalı şunları söyler: “Hiç şüphe yok ki, İmam Buhârî ve Müslim hem kendi asırlarındakilerden hem de kendilerinden sonra gelenlerden sahih ve muallel hadisi bilmede daha önde idiler. Onlar Ali b. Medini’nin akranları arasında ilelleri en iyi bilen olduğu hususunda ihtilaf etmiyorlardı. İmam Buhârî de illetleri ondan öğrendi. Öyle ki bundan dolayı “Hiç kimsenin yanında kendimi Ali b. Medini’nin yanında küçük gördüğüm kadar küçük görmedim.” dedi. Onun bu sözü Ali b. Medini’ye aktarıldığında “Siz onun bu sözünü bırakın, önemsemeyin, çünkü o kendi gibisini gör142 den hepsine sahih demesi, ilmin, irfanın gerekleriyle uyuşmamaktadır. Geniş hadis ilmi ile ve illetlere derin vukufiyetiyle sadece yüz küsür hadis gibi sınırlı bir rakamla ilgili zihnine takılan şüpheleri gerekçelendirip bu hadislerin sıhhatini sorgulaması her türlü tarafgirlikten uzak, ilme sadakatin bir gereğidir. Ancak bu sorgulamaları ve tenkitleri temelsiz olmasa da, onun bu deryada Muhammed b. İsmail’in daha derinlerde gördüklerini görememesi, bazı tenkitlerde şedid kurallara bağlı hareket etmesi ve muhaddislerin takrir ettiği bazı kai233. Hedyu’s-Sârî, s. 506. 143 BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM delere bağlı kalmaması onu bu tenkitlere sevk etmiştir. Onun bu tenkitlerine sadece İbni Hacer değil neredeyse Buhârî’yi şerh eden herkes, bilhassa Bedruddin el-Ayni ve Allâme Kastallânî, şerhlerinde cevap vermişlerdir. İmam Buhârî’nin Câmiu’s-Sahih’ine başlarken Allah’a hamdu sena ile ve Rasûlullah efendimize salat ve selam ile başlamaması bazı kimseler tarafından eleştiri konusu haline getirilmiştir. Adeta habbe kubbe haline getirilmiştir. Doğrusu Câmiu’s-Sahih’e yöneltilen bu eleştiriye cevap vermek lüzumsuz bir tartışmanın içine girmek anlamına gelmekte, duyulmayan çatlak bir sesin yükselmesine sebebiyet vermektedir. Kitabına aldığı her hadisten önce boy abdesti alması, iki rekât namaz kılması ve Rabbine istiharede bulunması bu lüzumsuz tartışmalara verilebilecek en iyi cevaplardır. İmam Buhârî’ye ve sahihine her dönem olduğu gibi zamanımızda da temelsiz eleştiriler yöneltenler çıkmaktadır. Biz kalplerinde maraz bulunan bu zavallıların deryanın serin ve temiz sularını görmekten aciz ve mahrum kalıpta bataklıklarda debelendiklerini ve yüce Rabbimizin onları bu bataklıktan kurtarmasını temenni ve niyaz etmek ile iktifa edeceğiz. İSLÂM DÜNYASINDAKİ YERİ İMAM BUHÂRÎ’NİN EL-CAMİU’S-SAHİH HAYATI kıntılı günlerde okunduğu takdirde insanları huzura kavuşturduğunu, deniz seyahatine çıkarken birlikte götürülmesi halinde geminin batmadığını söyleyen İbn Ebû Cemre, bütün bu meziyetleri duası makbul bir kişi olan İmam Buhârî’nin okuyucularına dua etmesiyle açıklamaktadır. 1281 yılında Tatarlar Suriye’ye girdiği zaman Melik Mansûr Kalavun, onlara karşı koymak üzere yola çıkmadan önce Sahih-i Buhârî okunmasını emretmiş, âlimler de hatim günü cumaya gelecek şekilde eseri muhtelif celseler halinde okumuşlardır. 1505 yılında Mısır sultanının bahçesinde kurulan büyük bir çadırda Sahih-i Buhârî hatmi yapıldığını haber veren Mısırlı tarihçi İbn İyâs, daha önceki tarihlerde eserin sarayda okunduğunu, hatim merasiminin büyük sarayda yapıldığını, bu esnada kadılara ve ileri gelen âlimlere hil’atlar giydirilip keselerle bahşişler verildiğini, fakat sonraları hatmin Kale Camiinde okunup sultanın huzurunda yapılan kısa bir merasimle bitirildiğini söylemektedir. 1581’de Osmanlı ordusundan korkarak Merakeş’teki tahtını bırakıp Fas’a kaçan Sultan Ahmed el-Mansûr, III. Murad’ın kendisini bağışlaması üzerine tekrar tahtına dönerken Faslılar tarafından halifelere yapıldığı gibi Sahih-i Buhârî okunarak uğurlandı. O devirlerde Mağrib’de düşmana karşı zafer kazanıldığı zaman yapılan merasimlerde Kur’ân-ı Kerîm ile birlikte Sahih-i Buhârî hatimleri ya- İslâm dünyasında Kur’ân-ı Kerîm’den sonra en büyük pıldığı, hatta yemin merasimlerinde Kur’ân-ı Kerîm üzerine ilgiyi İmam Buhâri’nin Câmiu’s-Sahih’i görmüştür. Hadisle- olduğu kadar Sahiheyn üzerine de yemin edildiği bilinmekte- rinin titizlikle seçilmesi, mükemmel bir tertibe sahip olması, dir. Fas Sultanı İsmail b. Serîf, zenci kölelerden oluşan “Abî- muhtevasının zenginliği ona bu itibarı kazandırmıştır. Câ- dü’l-Buhârî” (Buhârî’nin hizmetkârları) adında bir muhafız miu’s-Sahih sevap kazanmak maksadıyla olduğu gibi maddî alayı kurdu. Sahih-i Buhârî üzerine yemin ettirerek onlardan ve manevî sıkıntılardan, hastalık ve belâlardan kurtulmak sadakat sözü aldı ve kendilerine bir Sahihi Buhârî nüshası ve her türlü murada nail olmak arzusuyla da okunmuştur. teslim edip onu titizlikle korumalarını, ata bindikleri zaman Kirmânî, kendi devrinde İslâm ülkelerinden birinde sultanın yanlarından ayırmamalarını ve İsrâiloğuları’nın ahid sandı- rahatsızlandığını ve şifa bulma ümidiyle Sahih-i Buhârî okunmasını arzu ettiğini haber vermektedir. Sahih-i Buhârî’nin sı144 ğını taşıdıkları gibi onu savaşlarda en önde taşımalarını em145 BİRİNCİ BÖLÜM ÜÇÜNCÜ BÖLÜM retti. 1798’de Ezher Camii’nde Napolyon Bonapart’ın şehre girmemesi dileğiyle, 12 Eylül 1902’de yine aynı yerde kolera tehlikesi sebebiyle Sahih-i Buhârî hatmedildi. Balkan Savaşı’nın başladığı günlerde Ezher şeyhi, Osmanlı ordularının zaferini niyaz etmek maksadıyla ileri gelen âlimlerden kıbleye yönelerek Sahih-i Buhârî okumalarını istemiştir. Önemli işlere başlarken de Sahih-i Buhârî’yi hatmetme geleneği vardır. Mağrib’de yapılan büyük hatim merasimleri için Receb ayının ilk günü Sahih-i Buhârî okunmaya başlanır, Ramazan’ın 27. gecesi okuma işi sona ererdi. “CAMİUS’SAHİH’İN” BASIMI Sahih-i Buhârî İstanbul, Kahire, Bulak, Hindistan ve Avrupa’da birçok defa basılmıştır. Bunların içinde en mükemmeli, Yûnînî nüshası esas alınarak kenarında diğer nüsha farkları gösterilmek suretiyle II. Abdülhamid’in emriyle yapılan neşirdir. Bunu Hacı Zihni Efendi’nin tashihiyle yapılan baskısı takip eder.234 234. Bu bölümde Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nden istifade edilmiştir. 146 DÖRDÜNCÜ BÖLÜM CÂMİU’S-SAHİH ÜZERİNDE YAPILAN ÇALIŞMALAR İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI ŞERHLERİ Câmiu’s-Sahih’i şerh etmenin İslâm ümmetinin boynuna borç olduğunu söyleyen İbn Haldun’un sözü gerçekleşmiş ve eser üzerinde en iyi şekilde anlaşılması ve bütün problemlerinin çözülmesi için çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Kâtib Çelebi çoğu şerh olmak üzere Sahih-i Buhârî etrafında yapılan çalışmalardan seksen ikisinin adını vermektedir. Daha sonra yazılan şerhler ve benzeri çalışmalar dikkate alınınca bu rakamın çok artacağı muhakkaktır. Eserin tanınmış şerhleri şunlardır: 1- İ’lâmü’s-Sünen: İlk Sahih-i Buhârî şerhi olarak bilinen eser İmam Hattabi tarafından kaleme alınmıştır. Müellif, Ebû Davud’un Süneni’nin şerhi olan Me’âlimü’s-Sünen’i tamamladıktan sonra yakınlarının isteği üzerine bu kitabı yazmıştır. Eserde, sahasında yazılan diğer büyük kitaplarda olduğu gibi her müşkülü çözmek yerine bilgi verilmesi zaruri görülen bazı önemli hususlara kısaca temas edilmekle yetinilmiştir. 2- İbn Battal el-Kurtubi’nin adı bilinmeyen şerhi daha sonraki şârihlerin faydalandığı önemli bir eserdir. Bu şerh, hadis meselelerinden çok Mâlikî fıkhına ağırlık vermekle tenkit edilmiştir. 3- el-Bedru’l-Münîri’s-Sâri fi’l-Kelâm ale’l Buhârî: Kutbüddin el-Halebî diye tanınan Abdülkerîm b. Abdünnür’un bu eseri, Kâtib Çelebi’nin söylediğine göre on cilt olup Câmiu’s-Sahih’in ancak yarısının şerhinden ibarettir. 149 BİRİNCİ BÖLÜM DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 4- et-Telvîh Şerhu’l Câmiu’s-Sahih: Moğoltay b. Kılıç’ın yirmi cilt olduğu söylenen bu eserinin nerede bulunduğu bilinmemektedir. CÂMİU’S-SAHİH ÜZERİNDE İMAM YAPILAN BUHÂRÎ’NİN ÇALIŞMALAR HAYATI le İbn Hacer’in Hedyü’s-Sârî’sinden faydalanarak yazdığı bu eser dört cilt halinde kütüphanelerde bulunmaktadır. 9- Mecmau’l-Bahreyn ve Cevâhiru’l-Habreyn: İb- 5- el-Kevâkibü’d-Derâri: Eserin müellifi olan Şemsed- nu’l-Kirmânî diye tanınan Yahya b. Muhammed b. Yûsuf’un din Muhammed b. Yûsuf el-Kirmânî, muhtelif ülkeleri do- bu eseri, babası Kirmânî ile İbnu’l-Mülakkin’in Sahih-i Buhârî laştığı halde Câmiu’s-Sahih’in bütün problemlerini çözecek şerhlerini birleştirmektedir. tarzda muhtevalı bir şerhine rastlamadığını söylemekte, İbn Battâl’ın şerhini Mâlikî fıkhına ağırlık verdiği için, Hattâbî ile Moğoltay b. Kılıç’ın şerhlerini ise eserin tamamını ele almadıkları için yeterli bulmadığını belirtmektedir. Kendisi ise hadislerdeki müşkülleri açıklamakta, gramere, hadis usûlüne, fıkha, râvilere ve onların çeşitli durumlarına dair bilgiler vermekte, birbirine zıt gibi görünen hadislerin arasını telif etmektedir. Kirmânî, Sahih-i Buhârî şerhleri arasında önemli bir yere sahip olan orta büyüklükteki eserini miladi 1373 yılında Mekke’de tamamlamıştır. Bedreddin el-Aynî bu eserden faydalanmış, İbn Hacer ise onu faydalı bulmakla beraber daha çok tenkit etmek maksadıyla söz konusu etmiştir. 6- et-Tenkîh li-Elfâzi’l-Câmii’s-Sahih: Zerkeşî’nin bir ciltten ibaret olan bu eseri, Câmiu’s-Sahih’teki garîb kelimeleri, müşkil i’rabları, yanlış okunabilecek isim ve nisbeleri belirgin hale getirdiği ve kolayca anlaşılmayan bazı kısımları açıkladığı için faydalı ve yeterli bir şerh olarak kabul edilmiştir. 7- et-Tavzîh li-Şerhi’l-Camii’s-Sahih: İbnu’l-Mülakkin’e ait bu eserden söz ederken Kâtib Çelebi adının Şevâhidü’t-Tavzih olduğunu ve yirmi ciltten ibaret bulunduğunu söylemektedir. Şârih, hocası Moğoltay b. Kılıç ile Kutbüddin el-Halebî’nin eserlerinden büyük ölçüde faydalanmıştır. İbn Hacer eserin ilk yarısının daha faydalı olduğunu söylemektedir. 10- Fethu’I-Bâri bi-Şerhi Sahîhi’I-Buhârî: İbn Hacer el-Askalânî’nin bu eseri Sahih-i Buhârî şerhlerinin en mükemmeli olarak kabul edilmektedir. İbn Hacer Sahih-i Buhârî üzerindeki çalışmalarına, önce bu eserdeki muâllak hadisleri konu alan beş ciltlik Tağlîku’t-Ta’lîk’i ile başlamış ve onu 1401’de tamamlamıştır. Daha sonra büyük şerhinin mukaddimesi olan müstakil bir cilt halindeki Hedyu’s-Sarî’yi kaleme almış ve bunu da 1410’da bitirmiştir. Sahih-i Buhârî hakkında bilinmesi zaruri bilgileri ihtiva eden Hedyu’s-Sârî, daha ziyade Câmiu’s-Sahih’te hadislerin neden bölünerek (taktî), ihtisar edilerek ve muhtelif bahislerde tekrarlanarak verildiği, tercemelerdeki hadislerin neden senedsiz zikredildiği (talik), eserdeki nâdir (garîb) kelimelerle yazılışı aynı okunuşu farklı isim, künye, lakap ve nisbelerin hangileri olduğu, ayırıcı bir vasıf söylemeden İmam Buhârî’nin mübhem bir şekilde zikrettiği isimlerle kimleri kastettiği, Dârakutnî ile diğer münekkitlerin İmam Buhârî’yi tenkit etmek maksadıyla ileri sürdükleri bütün görüşlerin mahiyeti ve geçerliliği, tenkit edilen Buhârî râvileri için söylenenler ile bunların isabet derecesi hakkında on ayrı bölümde geniş bilgiler vermekte, eserin sonunda Sahih-i Buhârî’nin diğer özelliklerini tanıtarak Buhârî’nin hayatını da geniş bir şekilde anlatmaktadır. İbn Hacer, Fethu’l-Bâri’yi 1414 yılında yazmaya başlamış, hadis metinlerinde büyük ölçüde Câmiu’s-Sahih’in Ebû 8- el-Lâmiu’s-Sabîh ale’l-Câmiu’s-Sahih: Muhammed Zer nüshasına bağlı kalmıştır. Esere yeni başladığı sıralarda b. Abdüddâim el-Birmâvî’nin, Kirmânî ve Zerkeşî şerhleriy- hadisleri oldukça geniş bir şekilde şerh etmiş, fakat daha son- 150 151 BİRİNCİ BÖLÜM DÖRDÜNCÜ BÖLÜM CÂMİU’S-SAHİH ÜZERİNDE İMAM YAPILAN BUHÂRÎ’NİN ÇALIŞMALAR HAYATI ra orta bir yol tutmayı tercih etmiştir. Kitabını 1438’de bitir- bir eseri şerhine mukaddime olarak yazması, eserinin baş- mekle beraber vefatından bir müddet öncesine kadar çeşitli tan sona kadar mükemmel bir insicam içinde bulunması, her ilâveler yapmaya devam etmiştir. Eserin muhtelif nüshaları bölümün sonunda âdeta bir döküm yaparak orada ne kadar arasındaki farkların en önemli sebebi budur. İbn Hacer, açık- merfû, mevkuf, muâllak ve mükerrer rivayet bulunduğunu lamaya gerek gördüğü kelimelerin lügat mânasını, irabını, ve bu rivayetlerden hangilerinin Sahihi Müslim’de yer aldı- hadisteki edebî incelikleri, fıkhî hükümleri ve bu konularda ğını söylemesi vb. hususlarla eserini diğer şerhlerden daha âlimler arasında mevcut olan görüş farklılıklarını ayrıntılı bir üstün hale getirmiştir. şekilde ortaya koymaktadır. Özellikle şerhettiği hadisin diğer rivayetlerini tesbit etmek ve bunların sağlamlık derecesini belirtmek suretiyle hadis etrafındaki görüş ayrılıklarının kaynağına inmektedir. Mükerrer hadislerin her birini şerhederken bulunduğu konu ile ilgisi nisbetinde bilgi vermekte, ihtiva ettiği diğer hususlar için rivayetin geçtiği diğer konulara gönderme yapmaktadır. Eserin en önemli özelliği, rivayetleri hadis tekniği açısından değerlendirmeye tâbi tutmasıdır. Şerhettiği hadisin ve onu takviye eden diğer rivayetlerin senedlerini ve metinleri arasındaki farkları çeşitli açılardan incelemesi, Sahih-i Buhârî’nin en önemli özelliklerinden biri olan tercemelerdeki muâllak rivayetlerin muttasıl senedlerini tesbite gayret etmesi ve esere yöneltilen çeşitli tenkidleri cevaplandırması, diğer şerhlerde görülmeyen meziyetleridir. Fethu’l-Bâri daha sonra yazılan bütün şerhlere kaynak olmuştur. Şevkâni’den Câmiu’s-Sahih’e bir şerh yazması isten- 11- Umdetu’l-Kari fi Şerhi Sahîhi’l-Buhârî: Bedruddin Aynî’nin bu eseri, Fethu’l-Bâri ile birlikte Sahih-i Buhârî şerhleri içinde en fazla itibar görenidir. Aynî, şerhini 1418 yılında yazmaya başlamış ve 1443’te tamamlamıştır. Firebrî’nin talebelerinden Kuşmîhenî, Şebevî ve Hamevî nüshalarına sahip olduğu bilinmekle beraber belli bir nüshayı esas almadığı anlaşılmaktadır. Ebû Zer nüshası ile Yûnînî nüshasından hiç bahsetmemesi ise dikkat çekicidir. Zaten Aynî, İbn Hacer ve Kastallânî’nin aksine nüsha farklarından pek az söz etmektedir. İlk hadisin şerhinde takip ettiği, hadisi otuz değişik açıdan inceleme metodunu ikinci hadisten itibaren azaltarak terk etmiş, daha sonra rivayetleri beş altı yönden ele almakla yetinmiştir. Babların birbiriyle ve hadislerin ait oldukları babla ilgisini belirterek şerhe başlayan Aynî, genellikle “Beyânü ricâlihî” başlığı altında hadisin senedinde bulunan râvileri ilk geçtikleri yerde haklarında yeterli bilgi vererek tanıtır ve diği zaman “Lâ hicrete ba’de’l-Feth = Mekke fethinden sonra ne derece güvenilir olduklarını belirtir. “Beyânü letâifi isnâ- artık hicret yoktur.” hadisiyle tevriye yaparak İbn Hacer’in dihî” başlığı ile senedin özelliklerini söz konusu ederek isnad bu değerli eserinden sonra başka bir Sahih-i Buhârî şerhi yaz- zincirinde kullanılan sigaları, râvilerin birbiriyle olan ilgi- maya gerek olmadığını anlatmak istemiştir. Hedyu’s-Sârî’nin sini, memleketlerini, hangi nesle mensup olduklarını zikre- çeşitli İslâm ülkelerinde gördüğü kabul Fethu’l-Bârî’ye du- der. “Beyânü taaddüdi mevzı’ihî ve men ahrecehû gayrühû” yulan ilgiyi arttırmış, Timurlenk’in dindar oğlu Şâhruh Mir- kısmında hadisin Sahih-i Buhârî’de başka hangi bölümlerde za ülkesindeki âlimlerin isteği üzerine, tıpkı diğer melikler nasıl bir isnadla tekrarlandığını ve Kütüb-ü Sitte müelliflerin- gibi, kurduğu muhteşem kütüphane için İbn Hacer’den Fet- den kimlerin onu kitaplarına aldığını söyler. “Beyânü’l-lugât hu’l-Barî’nin bir nüshasını getirtmiştir. İbn Hacer sayılan ve i’râbihî” kısmında hadiste geçen kelimeleri birer birer ele özelliklerinden başka, Hedyu’s-Sârî gibi önemli ve hacimli alarak onların mânalarını ve gramer açısından durumlarını 152 153 BİRİNCİ BÖLÜM DÖRDÜNCÜ BÖLÜM CÂMİU’S-SAHİH ÜZERİNDE İMAM YAPILAN BUHÂRÎ’NİN ÇALIŞMALAR HAYATI açıklar. “Beyânü istinbâti’l-ahkâm” başlığı altında ise hadisten elde edilen fıkhî neticeleri sayar. Önemli gördüğü bazı bahislerin sonunda ve daha çok “el-es’ile ve’l-ecvibe” başlığı altında hadisin ihtiva ettiği diğer önemli konuları ele alır. Eserini böyle düzenlemekle Aynî, okuyucularının karşılaşabileceği çeşitli problemleri halletmiş, râvilerin hal tercümesi, metinde geçen kelimelerin izahı ve edebî incelikleri gibi hususlarda doyurucu bilgiler vermiştir. İbn Hacer el-Askalânî’ye hadislerdeki edebî incelikleri ve benzeri hususları ele alması sebebiyle Umdetü’l-Kâri’yi kendi eserine tercih edenler bulunduğu söylenmiş, o da Aynî’nin bu hususları Hanefî âlimi Rükneddin Ahmed b. Muhammed b. Abdülmü’min el-Kırımî’nin tamamlanmamış Sahih-i Buhârî şerhinden iktibas ettiğini, kendisi ise eksik olması sebebiyle bu eseri kaynakları arasına almadığını söylemiştir. Aynî’nin en çok faydalandığı eserlerin başında Fethu’l-Bâri gelmektedir. Şerhini yazmaya ara verdiği zamanlarda bile İbn Hacer’in çalışmalarını onun yakın talebesi Burhâneddin b. Hızır’ın yardımıyla devamlı surette takip etmiş ve bazen bu eserin uzun bir bölümünü isim vermeden iktibas etmekte mahzur görmemiştir. Bunun yanında Şâfiî olan İbn Hacer’in Hanefî mezhebinin görüşlerine ters düşen fikirlerini isim vermeksizin, “kale ba’duhum” diyerek ağır bir dille tenkit etmekten de geri durmamıştır. İbn Hacer eserinin hükümdarlar tarafından takdir edilmesinin Aynî’yi kıskandırdığını söyleyerek onun tenkitlerinin bir kısmını İntikâdü’l-İ’tirâz adlı risalesinde cevaplandırmaya çalışmışsa da eserini tamamlamaya ömrü yetmemiştir. 12- el-Kevserü’l-Câri ilâ Riyâzi’l-Buhârî: Molla Gürânî’nin Kirmânî ve İbn Hacer’e yer yer itirazlar yönelttiği ve garîb kelimelerle müşkil isimleri açıkladığı bu orta büyüklükteki şerhinin nüshaları kütüphanelerde mevcut bulunmaktadır. 154 13- İrşâdü’s-Sârî li-Şerhi Sahîhi’l-Buharî: Kastallânî’nin ölümünden yedi yıl önce tamamladığı bu eser, daha önceki şerhlerin aksine her kelimeyi tekrardan kaçınmadan kısa ve özlü bir şekilde açıklaması sebebiyle her seviyedeki okuyucunun kolayca faydalanabileceği mahiyette olup Fethu’l-Bârî ve Umdetü’l-Kâri’den sonra üçüncü sırada anıla gelmiştir. Şâfiî mezhebine mensup bir âlim olan Kastallânî eserini yazarken en çok Fethu’l-Bârî’den faydalanmış, bir bakıma onu özetlemiştir. İrşâdü’s-Sârî’nin kırk beş sayfalık mukaddimesi, hadisle meşgul olanların faziletine, hadisleri ilk tedvin edenlere, önemli hadis ıstılâhlarına, İmam Buhârî ve Câmiu’s-Sahih’ine dair değerli bilgiler ihtiva etmektedir. Bu mukaddime Abdülhâdî el-Ebyârî tarafından “Neylü’l-Emânî fi Tavzihi Mukaddimetil-Kastallânî” adıyla şerh edilmiştir. Kastallânî’nin hadis metinlerine esas aldığı kendi nüshasını Yûnînî nüshası ile karşılaştırdığı bilinmektedir. Bununla beraber Yûnînî nüshasına da bağlı kalmamış, zikrettiği çeşitli nüshalar arasında kendine göre tercihler yapmıştır. Onun nüsha farklarına dair verdiği bilgiler İbn Hacer’in verdiği bilgilerden daha çoktur. Bu husus eserin en önemli özelliğini teşkil eder. 14- Tuhfetü’l-Bârî ‘ala Sahîhi’l-Buhârî: Zekeriyâ elEnsârî tarafından kaleme alınan şerh, on iki cilt halinde yayımlanan İrşâdü’s-Sârî’nin kenarında Kahire’de basılmıştır. 15- Meûnetu’l-Kâri li-Sahihi’l-Buhârî: Ali b. Muhammed el-Menûfî’nin 921 (1515) yılında tamamladığı hayli hacimli tek ciltlik eserinden başka Sıyânetü’I-Kari ani’l-Hata ve’l-Lahni fi’l-Buhârî adlı bir başka kitabı daha bulunmaktadır. 16- Şerhu İddeti Ehâdisi Sahîhi’l-Buhârî: Muhammed b. Ömer b. Ahmed es-Sefirî’nin iki ciltlik eserinin dünya kütüphanelerinde muhtelif yazmaları vardır. 17- Feyzü’l-Bârî alâ Sahîhi’l Buhârî: Muhammed Enverşah Keşmirî’nin bu eseri dört cilt halinde Kahire’de 155 BİRİNCİ BÖLÜM DÖRDÜNCÜ BÖLÜM yayımlanmıştır. 18- Kevseru’l-Me’âni’d-Derâri fî Keşfi Habâyâ Sahîhi’l Buhârî: Muhammed Hıdır eş-Şinkîtî tarafından kaleme alınan eserin yayımlanan ilk iki cildinde baştan itibaren elli bir hadisin şerhi bulunmaktadır. Câmiu’s-Sahih’e şerh yazmaya başlayan, fakat eserleri yarım kalmış olan Nevevî, İbn Kesîr, İbn Receb el-Hanbelî, Firûzâbâdî gibi önemli kişiler vardır. Firûzâbâdî kırk cilt olarak düşündüğü çalışmasının yirmi cildini yazabilmiş, sahası hadis olmadığı için de eseri fazla itibar görmemiştir. Hindistanlı âlimlerin de Sahih-i Buhârî üzerinde çoğu şerh olmak üzere muhtelif çalışmaları vardır. MUHTASARLARI Câmiu’s-Sahih’ten seçmeler yaparak meydana getirilen çalışmalar arasında şu eserler zikredilebilir: 1- Cemu’n-Nibâye: İbn Ebû Cemre’nin bu eseri, başta CÂMİU’S-SAHİH ÜZERİNDE İMAM YAPILAN BUHÂRÎ’NİN ÇALIŞMALAR HAYATI disi ihtiva eden eser Kahire’de basılmış (1341), Hasan Alioğlu tarafından Türkçe’ye çevrilerek aynı adla İstanbul’da yayımlanmıştır (1988). DİĞER ÇALIŞMALAR Câmiu’s-Sahih’teki bazı müşkil kelimelere dair müstakil kitaplar kaleme alınmıştır. Elfiye yazarı İbn Mâlik’in Yûnînî ile birlikte Sahih-i Buhârî’deki yetmiş bir adet dil problemini hallettiği Şevâhidü’t-Tavzih ve’t-Tashîh li-Müşkilâti Câmiu’s-Sahih adlı eseri, önce Hindistan’da (1319), daha sonra Muhammed Fuâd Abdülbâkî’nin yeniden tertibi ve tahkikiyle Kahire’de (1957) yayımlanmıştır. Zerkeşî’nin de bu konuda et-Tenkîh li-Elfâzi’l-Câmiu’s-Sahih adlı bir çalışması bulunmaktadır. İbn Hacer el-Askalânî’nin et-Tenkîh üzerine yazdığı en-Nüket alâ Tenkihi’z-Zerkeşî adlı eseri yarım kalmıştır. Bulkuni’nin bazı kaynaklarda Şerhu’l-Buhârî adıyla zikredilen el-İfhâm limâ fi’l-Buhârî mine’l-İbhâm adlı eserinin bir nüshası Süleymaniye Kütüphanesi’nde bulunmaktadır. 2- Tecridu’s-Sarîh: Ahmed b. Ahmed ez-Zebîdi’nin bu Câmiu’s-Sahih’te üç râvi ile rivayet edilen yirmi iki kadar hadis, muhtelif kimseler tarafından “es-Sülâsiyyât” adıyla bir araya getirilmiş ve şerh edilmiştir. meşhur eseri Bulak’ta (1287) ve Kahire’de (1312) basılmış, Buhârî’nin bab başlıkları da müstakil çalışmalara konu kendisi olmak üzere birçok âlim tarafından şerh edilmiştir. üzerinde muhtelif çalışmalar yapılmış, Babanzâde Ahmed olmuştur. Bunların en önemlileri şunlardır: Naim Bey ile Kâmil Miras tarafından Türkçe’ye çevrilerek 1- Kitâbü’l-Mütevârî fi Terâcimi’l-Buhârî: Kâtib Çelebi’nin Sahih-i Buhârî’yi on cilt halinde şerh ettiğini söylediği İbnü’l-Müneyyir’in bu eseri neşredilmiştir. şerh edilmiştir. 3- Zübdetü’l-Buhârî: Ömer Ziyâe’d-din Dâğıstânî (ö. 1920) tarafından Sahih-i Buhârî’deki Peygamber buyruklarının (kavlî hadislerin) tamamını derlemek maksadıyla yapılan bu çalışma 1524 hadisi ihtiva etmektedir. 4- Cevâhirül-Buhârî: Mustafa Muhammed Umâre tarafından Sahih-i Buhârî’den seçilerek kısaca şerh edilen 850 ha156 2- Tağlîku’t-Ta’lîk: İbn Hacer tarafından kaleme alınan sahasının bu en önemli eseri Câmiu’s-Sahih’in ta’likleri kısmında tanıtılmıştır. 3- el-Fevâ’idü’l-Müte’allika bi-Sahîhi’l-Buhârî: Muhammed b. Abdülhâdî es-Sindî tarafından yazılan eserin yazma 157 BİRİNCİ BÖLÜM DÖRDÜNCÜ BÖLÜM CÂMİU’S-SAHİH ÜZERİNDE İMAM YAPILAN BUHÂRÎ’NİN ÇALIŞMALAR HAYATI nüshası Kahire’de bulunmaktadır. 4- Şerhu Terâcimi Ebvâbi Sahîhi’l-Buhârî: Şah Veliyyullah ed-Dihlevi’nin bu eseri yayımlanmıştır. 5- Fıkhü’l-İmâmi’l-Buhârî: Bu çalışmada Sahih-i Buhârî’deki 1290 bab başlığı Muhammed Abdülkâdir Ebû Fâris tarafından derlenerek iki cilt halinde yayımlanmıştır. hi’l-Buhârî’dir. Mektebetü’n-Nehza tarafından yayımlanan Sahih-i Buhârî’yi esas alan müellif, eserdeki kitâb ve babları numaraladıktan sonra hadisin merfû veya mevkuf, kavlî veya fiilî olduğunu dikkate almaksızın bütün rivayetleri alfabetik olarak sıralamış, râvisini, hangi kitâb ve bablarda bulunduğunu göstermiştir.235 Câmiu’s-Sahih okumaya başlarken, okuma sırasında ve bitirirken riayet edilecek hususlara dair kitaplar yazılmıştır. Hatmü’l-Buhârî adıyla yazılanların çoğunda ise eserin son hadisi şerh edilmektedir. Bu nevi eserlerin ilki, Ebû Hâmid Muhammed el-Kudsî’nin Tuhfetü’l-Kârî inde Hatmi’l-Buhârî’si olup kütüphanelerde mevcut bulunmaktadır. Câmiu’s-Sahih’in râvilerine dair de muhtelif eserler kaleme alınmıştır. Bu çalışmaların ilk örneklerinden biri olan Ahmed b. Muhammed el-Kelâbâzi’nin Ricâlü Sahîhi’l-Buhârî adlı eseri Abdullah el-Leysî tarafından basılmıştır. Ebü’l-Velîd el-Bâcî’nin et-Ta’dîI ve’t-Tecrih li-men Harrece lehü’l-Buhârî fi-Câmi’i’s-Sahîh’ini Ebû Lübâbe Hüseyin neşretmiştir. Câmiu’s-Sahih Mehmet Sofuoğlu tarafından Sahih-i Buhârî ve Tercemesi adıyla Türkçeye tercüme edilmiş ve yayımlanmıştır. Câmiu’s-Sahih’le ilgili olarak yapılan fihristler içinde zikre değer iki çalışmadan biri Muhammed Şerif Tokadi’nin Miftâhu Sahîhi’l-Buhârî’sidir. Müellif önce Sahih-i Buhârî’deki her bir kitâbda kaç bab ve kaç hadis bulunduğunu, ayrıca adlarını alfabe sırasına koyduğu sahâbîlerin eserde kaç rivayeti olduğunu tesbit etmiş ve daha sonra kavlî hadisleri alfabetik sıraya dizerek bunların Câmiu’s-Sahih’te hangi kitâb, bab, cilt ve sayfada bulunduğunu, İrşâdü’s-Sârî, Fethu’l-Bârî ve Umdetü’l-Kârî’de hangi cilt ve sayfada yer aldığını göstermiştir. Diğer çalışma ise Abdullah b. Muhammed Guneyman tarafından hazırlanan Delîlu’l-Kâri ilâ Mevâzi’l-Hadîs fî Sahi158 235. Bu bölümde Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi’nden istifade edilmiştir. 159 BEŞİNCİ BÖLÜM İMAM BUHARİ’NİN HADİS İLMİ İLE İLGİLİ KOYDUĞU USULLER İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI HADİS İLMİ İLE İLGİLİ KOYDUĞU USULLER Telif ettiği kıymetli eserleri ile binlerce hadis rivayet eden İmam Buhârî’nin Peygamber efendimizin sünnetine hizmetleri bununla sınırlı değildir. Sünnetin kuşaktan kuşağa aktarılabilmesi için gerekli olan ilmi kıstasların tespitine yönelen İmam Buhârî, belirlemiş olduğu kıstasları ve usulleri temellendirip kaynaklarına dayandırmaktadır. Onun Câmiu’s-Sahih’te verdiği bazı usulleri şöyle sıralayabiliriz: 1. İmam Buhârî talebenin hocasının rivayetlerini “haddesana” eda sigasıyla nakledebilmesi için hocanın hadislerini talebesine okuması ile talebenin hocasına onun rivayet ettiği hadisleri okuması arasında bir fark olmadığını Kitabu’l-İlm’in altıncı babında zikrederek bunu seleften Hasan Basri’ye, Mâlik b. Enes’e ve Süfyan Sevri’ye dayandırmaktadır. İmam Buhârî bazılarının bu meseleyi Dimam b. Sa’lebe’nin hadisi ile şöyle delillendirdiğini belirtir: Dimam, Peygamber efendimize “Allah mı seni gönderdi? Allah mı sana günde beş vakit namaz kılmayı emretti?” gibi sorular sorup “Evet” cevabı alması ve devamında bu onaylattığı hususları kavmine aktarması, talebenin hocaya kıraatinin de hocanın okuması mesabesinde olduğuna hamledilmiştir. Binanaleyh talebenin 163 BİRİNCİ BÖLÜM BEŞİNCİ BÖLÜM HADİS İLMİ İLE İMAM İLGİLİ BUHÂRÎ’NİN KOYDUĞU USULLER HAYATI hocasına onun rivayet ettiği hadisleri okuması, haddesena rumuna has kılmışlardır. İmam Nesâî, İshâk b. Rahveyhi ve eda sigasiyla bu hadisleri rivayet etmesi için yeterlidir. Ancak İbni Hibban bunlardandır. Ancak İmam Buhârî’nin de arala- cumhur ulemaya göre hocanın hadislerini talebesine kendi rında bulunduğu İbni Şihab ez-Zuhri, Mâlik b. Enes, Süfyan lafzı ile okuması, rütbe itibari ile daha yücedir. b. Uyeyne, Yahya b. Said el-Kattan, Hicazlılar, Kufeliler ve 2. İmam Buhârî’nin tespit ettiği diğer bir mesele, küçük yaştaki çocuğun rivayeti geçerli midir, değil midir, eğer geçerliyse kaç yaşında geçerlidir? Bu hususla ilgili yine Kitabu’l-İlm’de on sekizinci babı buna ayıran İmam Buhârî, çocuğun gördüğü, duyduğu bir hadiseyi aktarmasının sahih olduğuna dair iki hadis zikretmektedir. Birincisi Abdullah b. Abbas’ın hadisidir. İbni Abbas olayı şöylece aktarır: “Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem Mina’da namaz kılıyordu. Karşıla- rında duvar yoktu. Ben bir eşeğe binerek yanlarına geldim. O günlerde buluğ çağına girmek üzereydim. Safların birinin önünden geçtim. Eşeği yayılması için salıverdim ve bir safa girdim. Bu yaptığıma kimse bir şey demedi.” İkinci hadiste Mahmud b. Rebi şöyle der: “Ben beş yaşında iken Peygamber efendimizin bir kovadan yüzüme su püskürttüğünü hatırlamaktayım.” Bu iki hadis de küçüğün aktardığı bilgilerin sahih olacağına işaret etmektedir. İbni Hacer bu hususla ilgili on sekizinci babın altında şu bilgilere yer verir: “İmam Ahmed ile Yahya b. Main bu hususta ihtilaf ettiler. Zira Yahya b. Main, Abdullah b. Ömer’in Uhud savaşına giderken henüz on beş yaşına ulaşmadığı için geri çevrildiğini, dolayısıyla on beş yaşından önce bir çocuğun rivayetlerinin kabul edilemeyeceğini savunduğunda İmam Ahmed buna karşı çıkarak, İbni Ömer’in geri çevrilmesi savaşla ilgili bir husustur. Çocuk, duyduklarını aklettiği andan itibaren onun rivayeti sahihtir.” demiştir. İmam Hâkim’in belirttiği üzere dört mezhep imamı bu sigalar arasında bir fark olmadığını belirtmişlerdir. İmam Buhârî bu konuyu da Kitabu’l-İlm’in dördüncü babında zikrederek Süfyan b. Uyeyne’nin “haddesena”, “ahberana”, “enbeena”, “semi’tu” sigalarının aynı rütbede olduğunu söylediğini aktararak sahâbeden alıntılar yapıp delillendirmektedir. Bu konuya değinmişken muhaddislerin hadis rivayet ederken bazen “haddesena”, “ahberana”, “enbeena” ve bazen de “haddeseni” “ahberani” “enbeeni” demeleri bazılarına göre hocanın hadis aktarırken muhatabının tekil olması veya çoğul olmasıyla ilintilidir. Eğer talebe tek başına hadisi hocasından dinlerse “haddeseni” ve diğerleriyle rivayette bulunurken, yanında onunla beraber hocadan dinleyen başka birileri bulunması durumunda “haddesena” ve diğer çoğul sigaları kullanarak hadisleri rivayet eder. 4. İmam Buhârî Kitabu’l-İlm’in yedinci babında “munavele” ve “mukatebe”den bahseder. Bunlarda muhaddislerin cumhuru nezdinde muteber tahammül türleridir. Munavelenin tarifi şöyledir: Hoca talebeye hadislerin kendisinde toplandığı kitabını verip ona şöyle der: “Bu kitabın içindekiler benim falandan rivayet ettiklerimdir. Sen de onları benden rivayet et.” İmam Buhârî “Ben bazı hicaz ehlinin munaveleye delil olarak Peygamber efendimizin seriye komutanına “Bu mektubu falan yere varana dek okuma” dediği hadisi zikrettiklerini aktarır. Mukatebe; hocanın kendi hattıyla veya güvendiği bir kimseye hadislerini yazmasına izin verip yazılan 3. Hadis râvileri hadis rivayet ederken bazen “haddese- hadisleri inceledikten sonra talebesine gönderip “Bu hadisle- na” eda sigasıyla bazen de “ahberena” eda sigasıyla hadis- ri benden rivayet edebilirsin.” demesidir. İmam Buhârî mu- lerini nakleder. Bazıları haddesenayı hocanın okuması du- katebeye ise Peygamber efendimizin Bahreyn’in yöneticisine, 164 165 BİRİNCİ BÖLÜM BEŞİNCİ BÖLÜM onun da Kisra’ya gönderdiği mektubuyla delil getirmektedir. Mukatebenin kabulü için gönderilen kitabın hocanın mührü ile mühürlü olması, aracının güvenilir olması, bir de kitabın gönderildiği talebenin hocasının hattını tanıması gerekir. 5. Bazı âlimler hadis yazmayı Ebû Said el-Hudri’nin Peygamber efendimizden rivayet ettiği “Benden Kur’ân dışında bir şey yazmayın…” hadisinden dolayı doğru bulmayıp karşı çıkmışlardır. Ancak İmam Buhârî hadis yazmanın caiz olduğunu savunup Kitabu’l-İlm’in otuz dokuzuncu babında, gerek Hz. Ali’nin sahifesi, gerek Yemen’den gelip Peygamber efendimizin hutbesini dinleyip kendisine yazılmasını talep eden, Ebû Şah ve daha başka hadislerle bunu delillendirmiştir. 6. İmam Buhârî’nin kitabında mevzu ettiği en önemli meselelerden biri de “Haberu’l-vahid”, bir başka deyişle ahad haberin delil olmasıdır. Bu konuya özel bir kitap açan İmam Buhârî, ilk babını ahad haberin hüccet olduğu ile ilgili varid olan nasları zikretmekle başlar. İmam Buhârî konuyla ilgili âyetleri zikrettikten sonra Peygamber efendimizin emirlerini tek tek gönderdiğini, birinin yanılması durumunda sünnete geri çevrileceğini ve ilgili hadisleri naklederek ahad haberin delil olduğunu ispat etmektedir. Bu son meselede Hanefî ulemasının mevzuya yaklaşımını, dayanaklarını ve İmam Buhârî ve emsalleri ile olan fikri münakaşalarını arz etmek yazımızı bir hayli uzatacağından, sadece İmam Buhârî’nin konu ile ilgili düşüncesinin ne olduğunu belirtmiş olmakla yetineceğiz. 166 ALTINCI BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ VE AKAİD İLMİ İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI AKAİD İLMİNİN TARİHÇESİ İmam Buhârî’nin akaid meselelerine dair görüşlerine değinmeden önce akaid ilminin gelişim sürecine değinmek faydalı olacaktır. Her İslâmi ilimle alakalı olduğu gibi akaid ilmi ile alakalı Peygamber efendimizin yaşadığı dönemlerde vahyi ilâhi cereyan eden hadisat ve sualatın, cevabını ve çözümünü sunduğundan bir sonraki dönemlerde yaşanan ihtilaflar vuku bulmuyordu. Sahâbenin zihnini meşgul eden mevzuata Peygamber efendimiz cevap vermekte ve hiçbir münakaşaya müsaade etmemekteydi. Hz. Ali radiyallahu anh, Rasûlullah efendimizin sahâbesinin zihinlerini meşgul eden meseleler ile ilgili verdiği bir cevabı aktarır: “Biz Bakiu’l-Garkad denilen kabristanda bir cenazede bulunuyorduk. Rasûlullah efendimiz yanımıza gelip oturdu, biz de etrafına oturduk. Rasûlullah’ın elinde bir asa vardı. Asayı ters çevirdi ve toprağı eşelemeye başladı. Daha sonra şöyle dedi: “Sizden bir kimse ve nefes alan bir can yoktur ki cennet veya cehennemden yeri ayrılmamış olsun ve sizden bir nefis yoktur ki şaki veya said olduğu yazılmamış bulunsun.” Bunun üzerine hazirundan birisi “O halde biz kitabımıza güvenerek ameli terk edemez miyiz? O zaman cenabı Hakk’ın takdiri ve ilâ169 BİRİNCİ BÖLÜM ALTINCI BÖLÜM İMAM İMAM BUHÂRÎ BUHÂRÎ’NİN VE AKAİD HAYATI İLMİ hi kazası saidi ehli saadetin ameline, şakiyi de ehli şekave- kuşatamamaktadır. Bilhassa sahâbe arasında cereyan eden tin ameline sevk eder. Şu halde amelden olan meşakkati terk Cemel ve Sıffin savaşları ümmet içinde önüne geçilemeyen “Ama saide ehli derin ayrılıklara neden olmuştur. Bu dönemden itibaren Pey- saadet ameli, şakiye de ehli şekavet ameli kolaylaştırılır” buyurdu. gamber efendimizin getirdiği inanç esaslarında aykırı düşün- Ve sonra “Kim Allah yolunda harcar, ondan korkar ve en celer ve eğilimler ortaya çıkmaya başladı. İslâm ümmetinin güzel olanı (İslâm inancını) tasdik ederse, biz onu en kolay müstakbelde bir takım ayrılıkların içine düşeceğini Peygam- olana muvaffak kılarız, fakat kim cimrilik eder (Allah’a) ih- ber efendimiz tiyacı yokmuş gibi davranırsa ve en güzel olanı (İslâm inancını) yalanlarsa, biz ona en zor olanı (cehennemi) muyesser tiği hadisi şerifte şöylece beyan eder: “Yahudi ve hıristiyanlar yetmiş iki fırkaya bölünerek ayrılığa düştüler, benim ümmetim de kılarız.” meâlindeki âyeti kerimeleri okudu.”236 Rasûlullah yetmiş üç fırkaya bölünerek ayrılığa düşecektir.”238 edelim.” deyince Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin olmadığı bir ortamda bu konusu olan meselenin tartışma ve cedele dönüşmesi işten bile değildir. Peygamber efendimizin sahâbesinin münakaşalarına müsaade etmediğini Ebû Hureyre radiyallahu anh şöylece akta- rır: “Biz kader hakkında tartışırken Peygamber efendimiz yanımıza çıkageldi. Kıpkırmızı olana dek öfkelendi. Sanki yanaklarında nar taneleri belirdi ve şöyle dedi: “Siz bununla mı emrolundunuz, yoksa ben size bununla mı gönderildim? Sizden öncekiler ancak bu hususta birbirlerine düştükleri için helak oldular. Size bu hususta birbirinize düşmemenizi emrediyorum.”237 sallallahu aleyhi ve sellem Ebû Hureyre’nin rivayet et- Örnek olarak vereceğimiz kader mevzusunda Peygamber efendimiz her şeyin büyük küçük, daha gerçekleşmeden önce yazılmış, hayır ve şerrin Allah’tan geldiğini ve buna inanmanın imânın temel bir rüknü olduğunu sahâbesine öğretirken Rasûlullah efendimizin vefatından henüz yarım asır geçmemiştir ki sahâbenin de hayatta olduğu bir dönemde kader mevzusu bazı kimseler tarafından tamamen inkâr edilir hale geldi. Yahya b. Yâ’mer bu gelişmeyi şöylece aktarır: “Basra’da kader ile ilgili ilk konuşan Ma’bed el-Cühenî oldu. Ben ve Humeyd b. Abdurrahman el-Himyerî hac ve umre Bu ve benzeri hadiseler de gösteriyor ki Peygamber efen- yapmak maksadıyla yola çıktık. Bunların kader ile ilgili söy- dimizin döneminde itikadi mevzularda tam bir teslimiyet hâ- lediklerini sormak için Peygamber efendimizin ashâbından kimdir. Ancak onun vefatıyla sahâbe arasındaki bu sükunet biriyle karşılaşmayı temenni ettik. Allah Abdullah b. Ömer’i ve teslimiyet, yavaş yavaş yerini ihtilaflara bırakır. Peygam- mescide girerken önümüze çıkardı. Arkadaşımla onu aramı- ber efendimizin vefatıyla sahâbenin içine düştüğü, derin ol- za aldık, arkadaşımın sözü bana bırakacağını düşünerek ona masa da ilk ayrılık hilafet konusudur. Bunu ikinci, üçüncü şöyle dedim: “Ey Ebû Abdurrahman (İbni Ömer’in künyesi) ve dördüncü halifelerin şehit edilmesi takip eder. Bunlardan bizim diyarımızda Kur’ân okuyup, ilim talep ettiği halde ka- tevellüt eden karışıklıkları her ne kadar ıslah etmeye çalışanlar bulunsa da bu çabalar yeterli olmamaktadır. Zira “itteseat el-harku ala’r-rakii” sözünün muktezasıyla artık yama deliği 236. Buhârî, Cenaiz, 83. 237. Tirmizî, Kader, 1. Şuayb el-Arnavut bu hadisin “hasen ligayrihi” olduğunu belirtmiştir. 170 derin olmayıp işin gerçekleştiği anda vücut bulduğunu, ona dair bir yazının daha önceden geçmediğini söyleyen bir topluluk var.” Abdullah b. Ömer bana, onlarla karşılaştığımda kendisinin onlardan beri olduğunu haber vermemi söyledi. 238. Ebû Davud, Sünnet, 1. 171 BİRİNCİ BÖLÜM ALTINCI BÖLÜM İMAM İMAM BUHÂRÎ BUHÂRÎ’NİN VE AKAİD HAYATI İLMİ Devamla Allah’a yemin ederek, onlardan birisinin Uhud dağı zin ezeli ve ebedi sıfatlarını inkâr edip Cehmiye adında sapık kadar altını olsa ve bunu infak etse bile kadere inanmadığı bir fırkanın ortaya çıkmasına yol açar. Mu’tezile’ye öncü- müddetçe Allah’ın bunu kendisinden kabul etmeyeceğini be- lük ettiği söylenen Cehm’in, İslâm inancına ters, küfür dolu lirterek, meşhur Hz. Ömer’in Cibril hadisini aktardı.” görüşleri bununla sınırlı değildir. Zira o, Kur’ân’ın mahlûk 239 Ma’bed el-Cühenî gibi dalalet tellallığına soyunan daha nice zevat, insanların Peygamber efendimizin caddetu’l beyzasından uzaklaşmalarına sebep oluyorlardı. Sözleri peygamberlerin sözlerine benzetilen tabiinin büyüklerinden ve olduğunu, Allah’ın âhirette görülemeyeceğini ve cennet ile cehennemin ebedi olmadığını ileri sürmüştür. Kulun iradesini kabul etmeyen Cebriye ile Cebr görüşünde ittifak halinde olmuştur. ehli sünnetin tartışmasız önderlerinden Hasan Basri’ye bü- Yunan felsefesinin Abbasiler döneminde Arapçaya ter- yük günah işleyenlerin durumu sorulur. O henüz bu soru- cüme edilmesiyle itikadi mevzulara naklin penceresinden ya cevap verme sadedinde düşünürken, halkasında bulunan bakılmayıp, nakilden mücerred aklın penceresinden bakıl- talebesi Vâsıl b. Ata büyük günah işleyenlerin ne mümin maya başlanır. Bizce buraya kadar mücmel bir şekilde aktar- olduğunu ne de kâfir olduğunu savunarak Hasan Basri’nin dığımız Rasûlullah efendimizin getirdiği temel inanç esasla- halkasından i’tizal (ayrılmak) eder ve daha sonra İslâm üm- rına muhalif görüşlerin ortaya çıkmasının altında bu neden metinin başına ciddi manada bela olan Mu’tezile’nin zehirli yatmaktadır. tohumlarını eker. Bu meselede daha önce Hz. Ali’yi hakemlik mevzusundan dolayı tutarsızca, dengesizce, zifiri karanlık bir cehaletten dolayı tekfir eden hariciler, hızlarını alamayıp büyük günah işleyenlerin kâfir olacağına ve cehennemde ebedi kalacağına hükmederler. Bunların tam karşı cephesinde “Mürcie” adında bir grup, büyük günahın imâna hiçbir zarar veremeyeceğini iddia ederek Peygamber efendimizin öğretilerine muhalefet eder. Rasûlullah efendimizin risaletine ittiba eden ehli sünnet büyük günah işleyenin Müslüman olduğuna ancak büyük günah işlemesi sebebiyle fasık olduğuna hükmeder. Kaderiye fırkası, kaderi tamamen inkâr ederken, Cebriye fırkası, insanın amelini hiçbir surette seçebilme hakkının olmadığını, yaşadığı her amelin kendisine dayatıldığını savunarak, insana verilen cüzi iradeyi hiçe sayar. Semerkand diyarından çıkan Cehm b. Safvan adında bir dalalet tellalı ümmetin içinde büyük bir şer tohumu ekerek yüce Rabbimi239. Müslim, İmân, 1. 172 Akıl, yüce Rabbimizin canlılar arasında insanlığa ilâhi hitaplarını anlayıp idrak edebilmesi için verilen özel bir melekedir. Kendisi için yaratıldığı vazifesi uğrunda çalışmayıp, bağımsız fikirler ihdas eden bir aklın, yaratıcısının hitaplarıyla çatışması kaçınılmazdır. Peygamber efendimizin kendisine yöneltilen sorulara bu ilâhi hitaplar doğrultusunda cevap vermesi, ümmeti için mutlak bir öğreti niteliğindedir. Onun ümmetine mensubiyet iddiasında olan hiç kimsenin Allah’ın dinini, onun ilâhi hitaplarından mücerred bir şekilde anlayıp neşretmeye hakkı ve yetkisi yoktur. Hangi fasid, akli ve batıl felsefi gerekçe ile olursa olsun, Allah’ın kat’i hitaplarla ebedi olduğunu söylediği cennet ve cehennemin fani olduğunu söylemek vahim bir şaşkınlıktan ibarettir. Bunu yukarıda geçen, kader, büyük günah işleyenin durumu, Allah’ın sıfatları, ru’yetullah ve daha Kur’ân ile ilgili ortaya atılmış mesâil ile alakalı da söylemek mümkündür. Zira bütün bu mesâil ile ilgili yüce Rabbimizin ama metluv 173 BİRİNCİ BÖLÜM ALTINCI BÖLÜM İMAM İMAM BUHÂRÎ BUHÂRÎ’NİN VE AKAİD HAYATI İLMİ ama gayri metluv hitapları mevcut bulunmaktadır. İnsanın di’l-Halk bölümlerine yer vererek bab başlıklarında ilgili bu ilâhi hitaplarla yolunu aydınlatmayı bırakıp, aciz ve mah- âyetleri zikredip görüşlerini tercih ettiği sahâbe ve tabiinin sur akılların peşine düşmesi doğrusu nasipsizlikten başka bir açıklamalarını sıraladıktan sonra bu hususları hadislerle te- şey değildir. yit etmesi, Kitabu’t-Tevhid’de zat-sıfat ilişkisi, esmai husna, Tabii ki bu isimlerini saydığımız tellalların yanı sıra ilâhi hitablara müttebi rehber imamların da bulunduğu unutulmamalıdır. Bu rehber zatlar inanç esaslarını, akaid görüşlerini Kur’ân’a ve sünnete dayandırmaktadır. İmam Şâfiî, hocası İmam Mâlik’ten bu konuda şunları aktarır: “İmam Mâlik’e kelam ve tevhid hakkında soru soruldu, o da şöyle cevap verdi: “Peygamber efendimizin ümmetine istincayı dahi öğretip, tevhidi öğretmediğini söylememiz düşünülemez. Zira tevhid, Peygamber efendimizin söylediği şu sözlerdir: “Ben insanlar “la ilâhe illallah” diyene kadar onlarla savaşmakla emrolundum.” İnsanın kanının ve malının kendisiyle korunma altına alındığı şey tevhidin ta kendisidir.”240 İmam Mâlik’in Allah’ın arşa istivası ile ilgili söylediği fetanet dolu sözleri yine onun ilâhi hitaplara bağlı kalıp onları idrak etmeye çalışmaktan öte bir ziyadede bulunmamasından kaynaklanıyordu. İmam Mâlik kendisine “istiva” nedir diyenlere şöyle cevap veriyordu: “İstiva malumdur, keyfiyeti meçhuldür, ona imân etmek vaciptir, ondan soru sormak ise bidattir.”241 Diğer mezhep imamları, Süfyan Sevri, Süfyan tekvin-mükevven, meşiet-irade, ru’yetullah konularına, Kitabu’l-İmân’da imânın tarifi, unsurları, imân-amel ve imân-günah münasebetine ilişkin konulara girmesi onun itikadi meselelerle ilgilendiğini açıkça göstermektedir. Mihnet devrinin yaşanmasına sebep olan Mu’tezile’nin ve dolayısıyla kelam ilminin aleyhinde meydana gelen ortamın tesiri ile olmalıdır ki hemen hemen bütün hadis âlimleri Kur’ân ve sünnette bulunmayan veya bunlarda yer almakla beraber ayrıntılarına girilmemiş itikadi bir meselenin münakaşa konusu haline getirilmesini bid’at telakki etmişlerdir. Buna mukabil İmam Buhârî naslara aykırı bir takım inançların ortaya çıkması halinde Kur’ân ve sünnete uygun olan görüş ve inancın belirlenip savunulması maksadıyla itikadi meselelerin tartışılmasını gerekli görmüştür. Nitekim yaşadığı devirde hassas bir mesele haline gelen “mes’eletu’l-lafz” (Kur’ân’ın telaffuz edilişinin mahlûk olup olmadığı) konusunu hadis âlimlerinin şiddetli muhalefetine rağmen münazara etmekten çekinmemiştir. b. Uyeyne, Abdullah b. Mübarek ve daha adı zikredilmemiş İmam Buhârî özellikle Halku Ef’alil’-İbad adlı eserinde olan birçok ehli sünnet âliminin tutumu İmam Mâlik’in tutu- yaptığı nakillerden anlaşıldığına göre akaid konularında Ab- mundan farklı değildir. dullah b. Mübarek, Abdurrahman b. Mehdi, Ebû Ubeyd Kasım b. Sellam, Fudayl b. İyaz, Süfyan b. Uyeyne ve Nuaym b. İMAM BUHÂRÎ’NİN AKAİD İLMİNE İLGİSİ İmam Buhârî’nin Câmiu’s-Sahih’inde Kitabu’t-Tevhid, Kitabu’l-Kader, Kitabu’l-Fiten, Kitabu’l-İmân, Kitabu’l-Be240. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 10, s. 26. 241. Siyerul Â’lamu’n-Nubela, c. 8, s. 100. 174 Hammâd’ın görüşlerini benimseyerek onlardan etkilenmiştir. İMAM BUHÂRÎ’NİN İTİKADİ GÖRÜŞLERİ İmam Buhârî’nin itikadi görüşlerini şöylece özetlemek mümkündür. 175 BİRİNCİ BÖLÜM ALTINCI BÖLÜM İMAM İMAM BUHÂRÎ BUHÂRÎ’NİN VE AKAİD HAYATI İLMİ a. İlâhi Sıfatlar: Zatı İlâhi’nin isimleri, sıfatları ve fiilleri dir. Fiil bir işi meydana getirmek, meful meydana getirilen vardır. Zatı gibi ondan ayrılmayan isimleri, sıfatları ve fiil- şey, fail ise işi meydana getirendir. Kur’ân-ı Kerîm’de Al- leri de kadimdir. Bunların dışında kalan her şey yaratılmış lah’ın gökleri, yeri ve aralarındaki her şeyi yarattığı belirtil- olduğundan, zat, sıfat, isim ve fiil açısından ona benzeyen mektedir. Gökler, yeryüzü ve diğer yaratıklar, mef’uldür. Fa- hiçbir varlık yoktur. Zira Kur’ân-ı Kerîm’de Allah zatına şey ilin fiili olmadan mef’ul meydana gelmez. Yaratmak (tekvin) kavramını nispet etmiş, ilim, sem, basar, kudret, irade, kelam Allah’ın fiili olup onunla nitelenmiştir, mef’ul (mükevven) gibi sıfatları bulunduğunu bildirmiş, Peygamber efendimiz fiilden ve failden ayrı bir şey olup yaratılmıştır. Şu halde tek- ile ashâbı da zat, isim ve sıfat kelimelerini kullanarak bunları vin mükevvenden ayrıdır. Allah’a nispet etmişlerdir. b. Kader: İnsanlar sadece Allah tarafından haklarında Kelam Allah’a ait sıfatlardandır, zira Kur’ân’da ve hadis- önceden takdir edilip yazılan fiilleri yerine getirirler. Hida- lerde Allah’ın Hz. Musa ile konuştuğu, Kur’ân-ı Kerîm’in de yet-dalalet, saadet-şekavet, hatta akıllı-akılsız dâhil her şey Allah kelamı olduğu ve kelamının nihayetinin bulunmadığı kadere göre cereyan eder. Birçok âyet ve hadis bunu açıkça bildirilmekte, âhirette de O’nun kulları ile konuşacağı haber ifade etmektedir. Kulların fiillerini yaratan Allah, bu fiilleri verilmektedir. O zatına özgün bir kelamla konuşur. Kelamı- işleyen ve kazanan ise kullardır. Kul fiilinin yaratıcısı olamaz. nı uzakta olana da yakında olana da aynı şekilde duyurur, Çünkü bütün yaratıkları ve onların yaptıklarını yaratan Al- fakat onun konuşması başka hiçbir konuşmaya benzemez. lah’tır. Kul fiilinin yaratıcısı kabul edildiği takdirde Allah’a Bianenaleyh Kur’ân-ı Kerîm Allah kelamı olup mahlûk değil- eş koşulmuş olur. Mu’tezile’nin insanlara ait ihtiyari fiillerin dir. Zira kelam, Allah’ın zatından ayrılmayan ezeli bir sıfat- kendi irade ve kudretlerinin eseri olup Allah tarafından yara- tır. Kur’ân’ın Allah kelamı olduğu âyet ve hadislerle sabittir. tılmamış olduğunu iddia etmesi Müslümanların ashâp dev- Sahâbe ve tabiin âlimleri de bu hususta farklı bir görüş or- rinden itibaren öğrendikleri bilgilere aykırı düşmektedir. taya koymamışlardır. Kur’ân’ı okumaya ve yazmaya gelince bunlar kullara ait fiillerdir. Çünkü muhtelif âyet ve hadislerde kulların Kur’ânı okumalarından söz edilmekte ve bu fiil kendilerine nispet edilmektedir. Ayrıca hadislerde Kur’ân’ı yazmanın kulların fiillerinden olduğuna işaret edilmektedir. Şüphe yok ki kulların kendileri gibi fiilleri de mahlûktur. Ancak okuma-yazma kulların fiillerinden olsa da okunulan ve yazılanların kulların fiilleri olmadığı, dolayısıyla yaratılmamış oldukları muhakkaktır. c. Nübûvvet: İmam Buhârî, Peygamber’in nübûvvetinin doğruluğunun olağanüstü mucizevi olaylarla ispat edildiğini söylediği bu bölümde meseleyi delilleriyle verip mucizenin hakkaniyetine vurguda bulunmaktadır. Peygamber efendimizin büyük fetihler yapılacağını, Müslümanlar arasında iç savaş çıkacağını, Sasani ve Bizans imparatorluklarına son verileceğini, Yahudilerin Müslümanlar tarafından mağlup edileceğini önceden haber vermesi ve bunların aynen gerçekleşmesi, onun peygamber olduğunu gösteren alametlerdendir. Tekvin de Allah’ın fiili ve aynı zamanda sıfatı olduğun- Yine onun ayı parmağı ile iki parçaya ayırması, az miktardaki dan kadimdir. İmam Buhârî bu hususu açıklığa kavuşturmak suyu çok sayıda insanın ihtiyacına cevap verecek şekilde ar- için fiil, meful, fail ile vasıf ve sıfat tabirlerini tahlil etmekte- tırması, yağmur fırtınasını dua ile durdurması, üzerinde hi- 176 177 BİRİNCİ BÖLÜM ALTINCI BÖLÜM İMAM İMAM BUHÂRÎ BUHÂRÎ’NİN VE AKAİD HAYATI İLMİ tabette bulunduğu kütüğün inlemesi gibi fevkalade hadiseler seyen Cehmiye’nin ise tekfir edilmesi gerekir. Bu fırkayı tek- göstermesi peygamber olduğunun diğer bazı alametleridir. fir etmemek İslâm inancını bilmemek demektir. d. Âhiret Âlemi: Nakli mevzuların takririni esas aldığı Görüldüğü gibi İmam Buhârî kelam ilminin temel mese- bu bölümde İmam Buhârî başta kıyamet alametleri olmak lelerinden ilâhiyat, nübûvvet ve âhiret konularını naslardan üzere, kabir azabı veya nimeti, haşır, hesap, mizan, sırat, cen- hareketle belirlemeye çalışmış, İmam Ebû Hanife, İmam Şâfiî net ve cehennemin hak olduğunu ve bunlara imân etmenin ve İmam Ahmed b. Hanbel’den sonra ehli sünnet akaidine farz olduğunu beyan eder. Kur’ân’da cennet nimetlerinin ilişkin esasların çerçevesini çizip savunan âlimler arasına gir- hiçbir zaman tükenmeyeceği ve sürekli olarak devam ede- miştir. Onun özellikle ilâhiyat ve nübûvvet konularında yap- ceğini açıkladığı halde Cehmiyye, cennetin eninde sonunda tığı özlü açıklamalar dikkat çekicidir. Zat, isim, sıfat ve fiil yok olacağını iddia etmiştir ki bu imân ile bağdaşmayacak ayrımı yaparak sıfatlarla birlikte ilâhi isim ve fiillerin zattan bir görüştür. ayrılmadığına yani bunların zatla kaim ve dolayısıyla kadim e. İmânın Cüzleri ve Büyük Günah: İmân, kalpteki inancı dil ile ifade edip gereğini yerine getirmekten ibarettir. İlâhi emirleri yerine getirmekle artar, isyan ile azalır. Kur’ân-ı Kerîm’de imânın kalbi bir fiil olduğuna işaret edilerek cennetin amellerle kazanılacağı belirtilmiştir. Hadislerde de imân amel olarak nitelendirilerek her amelin niyetle gerçekleştiği belirtilmiş ayrıca namaz kılmak, oruç tutmak, zekât vermek, cihad etmek gibi fiillerin imândan olduğu açıklanmıştır. Bu sebeple imân Mürcie’nin iddia ettiği gibi sadece kalbin tasdikinden, Cehmiye’nin öne sürdüğü gibi kalpte meydana gelen marifetten, Kerramiye’nin zannettiği gibi dil ile ifade etmekten ibaret değildir. Kamil imân tasdik, ikrar ve amel unsurlarını yerine getirmekle gerçekleşir. Bununla birlikte ilâhi emirlere isyan eden kimse kâfir olmaz. Sadece imânı eksik olan günahkâr bir Müslüman haline gelir. Çünkü âyetlerde isyan edenlerden mü’min diye söz edilerek şirkin dışındaki günahların af edilebileceği bildirilmiştir. Hadislerde de imân edenlerin sonunda cennete girecekleri, günah işleyenlerin de nan- olduğuna işaret etmesi, tekvin ve mükevvenin birbirinden ayrı şeyler olup tekvinin kadim mükevvenin mahlûk olduğuna dikkati çekmesi, kulların fiilleri kader, kelam sıfatı, halku’l Kur’ân, ru’yetullah konularını nasları ince tahlillere tâbi tutmak suretiyle delillendirmesi, ehli sünnet ilmi akaidinin erken dönem müktesebatından kabul edilmelidir. Nübûvvetin ispatını daha sonra kelamcılara haberi ve hissi mucizeler diye adlandırılan iki sınıf delile dayandırması, mucize kavramına ve nübûvvetin delillerine ilişkin çekirdek sayılabilecek mahiyettedir. Âhiret âleminden kabir azabı veya nimetinin mevcudiyeti, cennet ve cehennemin el’an yaratılmış olduğunun üzerinde durması da kayda değer hususlardandır. İmam Buhârî’nin imânın artıp eksileceğini kabul etmesine karşılık, büyük günah işleyeni tekfir etmemesi, amelin imânın aslından değil, kemalinden bir cüz sayılmasına bağlanmalıdır. İmân konusunu işlerken amel konusunun üzerinde ısrarla durması da Mürcie, Cehmiye ve Kerramiye akımlarını reddetmeye yönelik olmalıdır. körlük veya cehalet içinde oldukları haber verilmiştir. Ancak İmam Buhârî’nin tekvin sıfatı, büyük günah işleyenlerin büyük günah işleyen kimse fâsık olur. İmam Buhârî’ye göre, tekfir edilemeyeceği ve imân ile İslâm’ın aynı şey olduğu hu- Ehli Kitap’tan ve Mecusiler’den daha sapık inançları benim- susunda Ebû Hanife’ye, imânın artıp eksilebileceği hususun- 178 179 BİRİNCİ BÖLÜM ALTINCI BÖLÜM da ise Ahmed b. Hanbel’e uymuştur. Ayrıca onun sıfatların ispatı ve Cehmiye’nin tenkidi noktalarında Ahmed b. Hanbel’den faydalandığını söylemek mümkündür. Her ikisinin kullandığı delillerin benzerlik arz etmesi bunu teyit etmektedir. Allah’ın arşa istivası ve imânın artıp eksilmesi meselelerinde ise itikadi konuların çoğunda öncülük yaptığı Maturidiye ve Eş’ariye kelamcılarından farklı düşünmüştür. YEDİNCİ BÖLÜM İMAM BUHÂRÎ VE FIKIH İLMİ 180 İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI FIKHIN TARİHÇESİ Dinin ameli hükümlerinin muayyen delil ve kaynaklardan çıkarılarak elde edildiği bilgi olan fıkıh ilmi de diğer bütün İslâmi ilimler gibi varlığını Peygamber efendimizin sözlerinden, yaşantısından ve uygulamalarından almaktadır. Ancak varlığı her dönemde çeşitli tarz ve metotlarla farklılık arz eden fıkıh ilminin yapısı ilk dönemde de o zamanın gereklerine ve şartlarına göre özel bir hal arz etmekteydi. Daha sonraki dönemlerde kayıt altına alındığı gibi mudevven olmayan fıkıh ilminin bu ilk dönemde elde edilmesi için sonraki zamanlarda fakihlerin geliştirdikleri araştırmaların hiç birine müracaat edilmiyordu, zira buna ihtiyaç yoktu. Şer’i hükmün bilinmesi için kaidelerin belirlenip naslardan bu kaideler ışığında hükmün ortaya çıkarılması, bu nasları getiren Peygamber’in onları amele nasıl geçirdiğini bilmeyen topluluklar için belirlenip takip edilen bir usuldür. Peygamber efendimizi görüp de Allah’a kulluğuna müşahid olan sahâbe’i kiramın fıkhı ona harfiyen ittiba etmekten ibaretti. Abdest aldığı gibi abdest alıyorlar, namaz kıldığı gibi namaz kılıyorlar, hac 183 BİRİNCİ BÖLÜM YEDİNCİ BÖLÜM İMAM İMAM BUHÂRÎ BUHÂRÎ’NİN VE FIKIH HAYATI İLMİ ibadetlerini onun gerçekleştirdiği gibi icra ediyorlardı. Bu geçerli oldu.” dedi. Abdest alıp namazı iade edene de “Senin hali Allah’a karşı mükellef oldukları bütün mesâilde görebil- için iki ecir vardır.” dedi.242 mek mümkündür. Yani Peygamber aleyhisselam önlerinde her hususla ilgili mutlak bir rehber olarak onları, Allah’a kulluk yaptığı gibi kul olmalarına yönlendirmekteydi. Buna ilaveten sahâbenin karşılaştığı meselelerin hükmünü Peygamber efendimize sormaları ile aldıkları cevaplar, gelişen hadiselerle ilgili Allah’ın hükmünü bildirmesi, insanların yaptığı bazı maruf nitelikli işleri övmesi ve onaylaması, münker nitelikli işleri reddedip onay vermemesi Peygamber çağının genel manada fıkhî boyutunu teşkil etmektedir. Tabiatıyla bu zikrettiklerimiz Peygamber efendimizin Medine’de yaşadığı dönemde gerçekleşmiştir. Mekki dönemde daha çok imâni Rasûlullah efendimizin vefatıyla fıkhın çehresi de farklı bir şekil alır. İslâm devletinin sınırları gerçekleşen fetihlerle her geçen gün genişleme kaydeder. Rasûllullah efendimizin sağlığında Medine’de yaşayan birçok sahâbe, onun vefatıyla İslâm beldelerine intikal ederler. Her biri Peygamber aleyhi ve sellem’den sallallahu öğrendiklerini gittikleri şehirlere götürürler. Her beldenin kendine has örfleri, adetleri ve yaşam biçimleri olduğundan sahâbenin müteceddid (yeni) meselelerle karşılaşmasına sebep olur. Rasûlullah efendimizin değerli ashâbının bu meseleler ve ahlâki mevzuat, gerek Kur’ân’ın gerek Rasûlullah’ın üze- karşısında yeknesak bir metot ile çözüme yöneldikleri örnek- rinde durup hükme bağladıkları hususlar haline gelmiştir. leri ile sabittir. Zira onlar, Rasûlullah efendimizin telkin ettiği Kulun yaratıcısı ile imâni hukuku tanzim edilip ahlâki yapısı metodu işletmekteydiler. Bu ilâhi metot meydana gelen bir oluşturulduktan sonra, yaratıcısına karşı kulluğunun nişane- hadisenin hükmünü Allah’ın kitabında aramaktı, eğer onda leri olan ibadetin takrir edilmesi, Allah’ın kulları ile hukuku- bulunamazsa Rasûlullah’ın sünnetinde aramaktı, eğer onda nun belirlenmesi, ilâhi programın gereğince tanzim edilmiş- da bulunamaza Kur’ân ve sünnetin ışığında içtihat etmekti. tir. İşte bunlar Peygamber efendimizin Medine’de yaşadığı Vâkıa sahâbe’i kiram bu metot ile nice meseleleri çözüme ka- dönemde sağlanmıştır. vuşturmakta ve insanların Allah’ın mesele ile ilgili hükmü ile Fıkhî sonuçlar Peygamber efendimizin sağlığında ihtilaf- amel etmelerine vesile olmaktaydılar. sız bir şekilde belirlenip sahâbe tarafından hiçbir münakaşa Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer radiyallahu anh bu metodun ya- ve tartışmaya yönelmeden kabul ile telakki edilmekteydi. nı sıra, istişare heyeti ile mesâili çözüme kavuşturmaktaydı. Kendi içtihadı ile bir meselede amel eden sahâbe, bunu Pey- Rasûlullah efendimizin bu iki halifesi bu nedenle istişarede gamber’in onayına sunmadan konu ile ilgili rahat ve huzura bulundukları sahâbelerin Medine’nin dışına çıkmalarına mü- ermiyordu. Ebû Said el-Hudri, böyle bir hadiseyi şöylece ak- saade etmiyorlardı. tarır: “İki kişi bir yolculuğa çıktılar. Namaz vakti geldi ancak yanlarında su yoktu. Temiz toprakla teyemmüm alıp namaz kıldılar. Daha sonra vakit içinde su buldular. Bir tanesi abdesti de namazı da iade etti. Diğeri ise iade etmedi. Daha sonra Peygamber efendimize gelip durumu arz ettiler. Namazı iade etmeyene, “Sen sünnete isabet ettin, namazın senin için 184 Sahâbe döneminden sonra fıkıh ilminin iki temel ekol ile devam ettiği görülmektedir. Allâme İbn Haldun meşhur eseri Mukaddimesi’nde bu hususla ilgili şunları söyler: “Fıkıh iki ana kola ayrıldı. Birincisi; rey ve kıyas ehlinin yolu ki bu, 242. Ebû Davud, Tahâret, 123. 185 BİRİNCİ BÖLÜM YEDİNCİ BÖLÜM İMAM İMAM BUHÂRÎ BUHÂRÎ’NİN VE FIKIH HAYATI İLMİ Iraklıların metodudur. İkincisi ise; hadis ehlilin yolu, bu da Hadis ehlinin bu usulleri kendilerinden öncekilerin açık- Hicazlıların metodudur.”243 İmam Buhârî’nin de mensup ol- lamaları ve yaptıklarından çıkarılmaktaydı. Şah Veliyullah, duğu hadis ehlinin fıkıh yolu, az önce değindiğimiz sahâbe- devamla seleften bununla ilgili şöyle hadisler aktarır. Mey- nin metoduna istinad etmekteydi. Allâme Şah Veliyullah mun b. Mihran şöyle der: “Hz. Ebû Bekir kendisine bir dava ed-Dihlevi ferid eseri Huccetullah el-Baliğa’da ehli hadisin geldiğinde Allah’ın kitabına bakardı. Onda kendisi ile dava- fıkıh çıkarma usullerini şöylece aktarır: cılar arasında hükmedecek bir şey bulursa onunla hükme- Mesele ile ilgili Kur’ân-ı Kerîm’den bir âyet bulduklarında onu bırakıp başka hiçbir şeye gitmezlerdi. Kur’ân birkaç manaya muhtemil olduğunda, sünneti Kur’ân’ın hangi manaya muhtemil olduğunu belirleyici kabul ederlerdi. Meselenin hükmünü Kur’ân’da bulamadıklarında Rasûlullah efendimizin sünnetini fakihler arasında yaygın olsun veya bir beldede bilinsin, ister sahâbe ve fukaha onunla amel etsin veya etmesin delil olarak alırlardı. Mesele ile ilgili hadis bulunduğunda, buna zıt hiçbir söz ve içtihat ile amel etmezlerdi. Hadisleri bulmak uğrunda bütün gayretlerini ortaya koyup mesele ile ilgili bir hadis bulamadıklarında sahâbe ve tabiinden toplulukların görüşlerini alırlardı. Halifelerin derdi. Allah’ın kitabında olmaz da Rasûlullah efendimizin sünnetinde bununla ilgili bir şey bilirse onunla hükmederdi. Sünnette de bulamayıp mesele kendisini aciz bıraktığında çıkıp Müslümanlara sorup şöyle derdi: “Bana şöyle bir mesele geldi, sizden bununla ilgili Rasûlullah’ın bir hüküm verdiğini bilen var mı?” Bazen bir topluluk onun yanında toplanır ve hepsi Rasûlullah’ın konu ile ilgili hükmünü zikrederlerdi. Hz. Ebû Bekir “İçimizde Nebi’mizin sünnetini ezbere bilen kimseleri var eden Allah’a hamd olsun.” derdi. Eğer bu şekilde de Rasûlullah’ın sünnetini bulamazsa insanların önderlerini ve seçkinlerini toplar ve onlarla istişarede bulunurdu. İstişarede kanaat birliğine vardıklarında onunla hükmederdi.”244 ve fakihlerin bütünü bir şey üzerinde ittifak ederse ona tabi Hz. Ömer, Kadı Şüreyh’e gönderdiği mektupta şunları olurlardı. İhtilaf etmeleri durumunda ise onlardan en âlim, söyler: “Eğer Allah’ın kitabından hükmü bulunan bir şey sa- en muttaki ve zaptı en çok olanın sözünü alırlardı. İki görü- na gelirse onunla hükmet ve seni ondan kimse alıkoymasın. şün kendisinde eşit olduğu bir kaynak bulduklarında mesele- Allah’ın kitabında hükmü bulunmayan bir şey sana gelirse ye iki yönlü bakarlardı. Bu da olmayınca Kur’ân ve sünnetin Rasûlullah’ın sünnetine bak ve onunla hükmet. Eğer Allah’ın genel ifadeleri, işaretleri ve metnin gerektirdiği manalar üze- kitabında da Rasûlullah’ın sünnetinde de hükmü bulunma- rinde düşünürlerdi. İlk bakışta birbirine yakın gibi görünen yan bir şey sana gelirse insanların üzerinde ittifak (icma) meseleleri birbirine hamlederlerdi. Fakat bunları yaparken ettikleri hususlara bak ve meselenle ilgili icmalarını al. Bu usul kaidelerine itimat etmezlerdi. Bilakis zihinlerinin eriştiği da olmazsa iki işten dilediğini seç, dilersen içtihat et diler- ve kalplerinin kendisi ile ikna olup serinliğe ulaştığı o hâlete sen de geri dur. Ancak ben senin için geri durmayı hayırlı itimat ederlerdi. Bunların tevatür ile ilgili ölçüleri râvilerin görüyorum.”245 sayısı ve hali olmayıp insanların kalbinde bıraktığı yakin duygusudur. 243. İbn Haldun, Mukaddime, Fıkıh ilmi hakkında. 186 Abdullah b. Mesûd’a bir kadınla mehir belirlemeden ev244. Dârimî, Mukaddime, Bab, 20. 245. Dârimî, Mukaddime, Bab, 20. 187 BİRİNCİ BÖLÜM YEDİNCİ BÖLÜM lenip onunla ilişkiye girmeden vefat eden bir adam hakkında soru sormak için geldiler. İbn Mesûd onlara ”Siz bu hususta bir hadis biliyor musunuz?” dedi. Onlar da “Hayır, ey Ebû Abdurrahman, biz bu hususta bir şey bilmiyoruz.” dediler. Bunun üzerine “Ben kendi reyimle bu mesele hakkında söz söyleyeceğim, şayet doğru olursa bu Allah’tandır, eğer hata olursa bu da benden ve şeytandandır. Allah ve Rasûlü ondan beridirler.” dedi ve şöyle devam etti: “Ona mehri tam bir şekilde ne az nede fazla, diğer kadınlara verildiği gibi verilir, aynı zamanda miras da alır ve iddette bekler.” dedi. İçlerinde Cerrah ve Ebû Sina’nın da bulunduğu Eşça kabilesinden bir grup insan kalktı ve şöyle dediler: “Ey İbn Mesûd, biz şahadet ederiz ki şüphesiz Rasûlullah bizim aramızda Berva binti Vaşık hakkında, ki onun kocası Hilâl b. Murre el-Eşcai’dir, senin şimdi hükmettiğin gibi hükmetti. Verdiği hüküm Rasûlullah’ın hükmüne uyduğu için Abdullah b. Mesûd çok sevindi.”246 Abdullah b. Mesûd bu konu ile alakalı ayrıca şunları söyledi: “Sizden birisine bir mesele arz olunursa hükmünü Allah’ın kitabında bulunan ile versin, bulamazsa Rasûlullah’ın sünneti ile versin, ikisinde de bulamazsa salihlerin kendisi ile hükmettiği gibi hükmetsin ve “ben kendi görüşümü öne sürmeye korkarım” demesin. Zira muhakkak ki haram bellidir helâl bellidir, ikisi arasında şüpheli şeyler vardır. Bu durumda seni şüpheye düşüren şeyden şüphe etmediğin şeye geç.”247 İMAM İMAM BUHÂRÎ BUHÂRÎ’NİN VE FIKIH HAYATI İLMİ Abdullah b. Abbas Rasûlullah efendimizin hadisine rağmen söz söyleyene “Siz azap olunmaktan veya yere geçirilmekten korkmuyor musunuz?” derdi.249 Tabiinin büyüklerinden Muhammed b. Sirin bir adama Peygamber efendimizin bir hadisini anlatır. Adama “Falan şöyle şöyle söyledi” der. Bunun üzerine Muhammed b. Sirin ona “Ben sana Rasûlullah’ın hadisini anlatırken sen bana falan böyle dedi filan şöyle dedi diyorsun. Seninle bir daha asla konuşmayacağım.” der.250 Ebû Saib, İmam Şâfiî’nin hocası Vekî b. Cerrah’dan şunları aktarır: “Biz Vekî’nin yanındaydık. Rey ehlinden yanında bulunan birine şöyle dedi: “Rasûlullah sellem sallallahu aleyhi ve kurbanını damgalayarak işaretledi, Ebû Hanife ise bu- na müsle (işkence)’dir diyor. Adam bunun İbrahim Nehai tarafından söylendiğini belirtince; Vekî’nin çokça öfkelenip şöyle dediğini gördüm: Ben sana Rasûlullah’ın yaptığını aktarırken sen ise İbrahim’in söylediğini aktarıyorsun, doğrusu sen bu zihniyetten kurtulana dek hapsedilmeli ve dışarı çıkarılmamalısın.”251 Şah Veliyullah devamla şöyle der: “Genel olarak hadis ehli fıkhı bu temeller üzerine oturtunca kendilerinden önce veya zamanlarında hakkında konuşulan hangi mesele olursa olsun onunla ilgili ister merfu ve muttasıl olsun, ister mürsel ve mevkuf olsun, ister sahih ister hasen olsun muhakkak bir Abdullah b. Abbas kendisine bir mesele sorulduğunda Kur’ân’da cevabı olursa onu haber verirdi. Kur’ân’da olmayıp cevabı sünnetle bulunursa onu haber verirdi. Onda da olmazsa Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer’in verdiği cevapları ve- hadis buldular veya şeyhanın (Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer) rirdi. Bu da olmazsa kendisi cevap verirdi.248 etmeye muvaffak etti. Onların şanı en yüce olanı, rivayeti en 246. Ebû Davud, Nikâh, 31. 247. Dârimî, Mukaddime, Bab, 20. 248. Dârimî, Mukaddime, Bab, 20. 249. Dârimî, Mukaddime, Bab, 39. 250. Dârimî, Mukaddime, Bab, 40. 251. Tirmizî, Kitabul Hac, 47. 188 sözlerinden bir söz veya diğer halifelerin, şehirlerinin valilerinin ve fakihlerinin sözlerini buldular. Bunlar da olmadığında içtihada yöneldiler. Allah böylelikle onları sünnet ile amel 189 BİRİNCİ BÖLÜM YEDİNCİ BÖLÜM İMAM İMAM BUHÂRÎ BUHÂRÎ’NİN VE FIKIH HAYATI İLMİ geniş olanı, mertebe itibari ile hadisi en iyi bileni ve fıkhı en yüksek seviyesi sebebi ile fıkıh yönü ikinci planda kalmıştır. derin olan Ahmed b. Hanbel ve İshâk b. Rahveyhi’dir. Fıkhı Hayatı ve ilmi şahsiyetinden bahseden tabakat kitapların- ehli hadisin metodu üzere toplamak birçok hadisi ve sahâbe da kendisinin “Fakihlerin Efendisi”, “Bu Ümmetin Fakihi” ve tabiin sözünü bir araya getirmeye bağlıdır. Öyle ki Ahmed ve “Allah’ın yarattığı kullar içerisinde en fakih olanı” diye b. Hanbel’e bir adama fetva verebilmesi için yüz bin hadis ye- nitelendirildiği aktarılır. Bazı âlimler ise mukayese yolu ile terli midir diye sorulduğunda “Hayır yeterli değildir.” diye bir değerlendirme yaparak İmam Buhârî’yi Ahmed b. Han- cevap verince, beş yüz bin hadisin yeterli olup olmayacağı- bel ve İshâk b. Rahveyhi’den daha fakih sayarlar. Kuteybe nı sorarlar, o da “Bu durumda umarım ki yeter.” diye cevap b. Said de kendisine fetva soran bir adama İmam Buhârî’yi vermiştir. Bu ilk muhaddis fakihlerden sonra ikinci muhaddisler döneminin başladığını söyleyen Şah Veliyullah bunlardan bilhassa dört tanesinin ilimde daha ileri, kitaplarının daha faydalı ve hadis ehli arasında daha meşhur olduklarını belirtir ve bunların ilkinin Muhammed b. İsmail olduğunu söylerken onun maksadını şöyle açıklar: “Ebû Abdullah meşhur olan sahih, muttasıl rivayetleri diğerlerinden ayırırken aynı zamanda rivayetlerden fıkıh, siret ve tefsir çıkarmayı amaçlıyordu.”252 İbn Haldun’un bahsettiği Iraklıların mensup olduğu rey ve kıyas ekolünün her dönem kendi şartları ve yapıları içinde fıkıh ilmine kattıkları inkâr edilmez niteliktedir. Ancak İmam Buhârî’nin fıkhının mensup olduğu hadis ekolünün içinde incelenmeye tâbi tutulması gerektiği haysiyeti ile daha çok hadis ekolünün fıkhı üzerinde durmamızın daha uygun olacağını düşündük. Dolayısıyla fıkhın tarihçesinin bu zikrettiklerimizden ibaret olmadığı takdir edilmelidir. FIKIH İLMİNDEKİ YERİ Büyük bir muhaddis olarak şöhret bulan İmam Buhârî aynı zamanda büyük bir fakihtir. Ancak hadis ilmindeki 252. Hüccetullah el-Baliğa, s. 391-396. 190 göstererek ona “İşte Ahmed b. Hanbel, Ali b. Medini ve İshâk b. Rahveyhi Allah bu üçünü sana gönderdi.” diyerek İmam Buhârî’ye danışmakla bu üç âlime danışmış sayılacağına işaret etmiş, onun fıkıh ilmindeki bilgi ve kabiliyetinin seviyesini dile getirmiştir. Bütün İslâm âlimleri İmam Buhârî’nin telif ettiği eserler ve verdiği fetvalar yoluyla büyük bir fıkhî miras bıraktığı hususunda ittifak etmişlerdir. Söz konusu eserleri içinde en önde gelen eseri Câmiu’s-Sahih’tir. Bu eser başlı başına fıkıh ve fetva hazinesi olarak nitelendirilmektedir. Özellikle bab başlıkları fıkhî görüşlerini yansıtması bakımından apayrı bir önem taşır. Bu sebeple “İmam Buhârî’nin fıkhı bab başlıklarındadır.” denilmiştir. Bu itibarla İmam Buhârî’nin fıkha ulaşma yollarını genel itibari ile bablarından vereceğimiz örneklerle yansıtmaya çalışacağız. FIKHA ULAŞMA YOLLARI İmam Buhârî’nin fıkhî neticelere ulaşmak için takip ettiği usuller olsa da bunların yazılı varlığı söz konusu değildir. Daha çok Câmiu’s-Sahih’in araştırılması sonucu bazı usullerin var olduğu tespit edilmiştir. Bunları şu şekilde sıralamak mümkündür. 1 – İmam Buhârî’nin kitabına aldığı her mesele ile ilgili olduğu gibi bilhassa fıkhî meseleleri kaynaklarından çıkar191 BİRİNCİ BÖLÜM YEDİNCİ BÖLÜM İMAM İMAM BUHÂRÎ BUHÂRÎ’NİN VE FIKIH HAYATI İLMİ mak için takip ettiği en temel metot, çıkarmak istediği mesele cuklar ve başkalarının gusül alması gerekir mi?” Gusül et- ile ilgili Kur’ân âyetleri zikretmesidir. Bunu merfu hadisler, menin kimler için gerekli olduğunu hadislerle zikrettikten sahâbe sözleri ve tâbiin âlimlerinin fetvalarının zikredilmesi takip eder. Örneğin İmam Buhârî içkinin haram olduğunu sonra Abdullah b. Ömer’in rivayet ettiği şu iki hadisi aktarır: “Kadınlara geceleyin mescitlere gelmesine izin verin.”, “İmaullahı Kitabu’l-Eşribe’nin başında bab başlığında Maide suresinin (kadınları) mescitlere gelmekten alıkoymayın.” İbn Hacer bu ikin- 90. âyetini zikredip peşinden bununla ilgili dört hadisi zikre- ci hadisteki mutlaklığın birinci hadisin kaydına hamledilme- derek konunun fıkhî sonucunu sunmaktadır. sinin doğru olacağını söylemektedir. Yani kadınların mescit- 2 – İmam Buhârî meselelerin hükmünü çıkarırken Masalihu’l-İbad (kulların maslahatları)’a özel bir ilgi gösterir. Ancak onun bu ilgisine rağmen nasları (âyet ve hadisler) her zaman esas olarak önde tutması önceliklerin ve gereklerin fı- lere gelmelerine engel olunmamasının gece vakti ile sınırlı tutulması gerekir. Binanaleyh gündüz namazı olan Cuma namazına gelemeyen kadınların boy abdesti almaları kendileri için gereklilik arz etmemektedir. kıh istinbat ederken onda nedenli tutarlı bir şekilde toplandı- 5 – İzafetin genelliği ile hüküm çıkarmak da İmam ğını göstermektedir. Örneğin Kitabu’n-Nikâh’ın 36. babında Buhârî’nin işlettiği usullerdendir. Kitabu’l-İdeyn’in 25. ba- velisiz nikâhın olmayacağını gerek âyetlerle gerek hadislerle bında şöyle bir başlık verir: “Kim ki bayram namazını kaçı- zikrettikten sonra 41. babta velinin kızını onun rızası olma- rırsa iki rekât namaz kılar. Kadınlar da, evlerde ve köylerde dan evlendiremeyeceğini hadisle ispat etmesi, naslardan bir bütün olarak maslahatları çıkararak fıkhî neticelere ulaştığını göstermektedir. 3 – İmam Buhârî bir meselenin fıkhî hükmüne varmak istediğinde nasların sadece ibarelerini isti’mal etmekle yetinmeyip ibarenin işaret, delalet ve iktiza ettiği manaları da değerlendirmeye tâbi tutar. Kitabu’l-Ezan’ın 31. babında sabah namazını cemaat ile kılmanın fazileti ile ilgili zikrettiği üçüncü hadiste imamla beraber namaz kılmak için namazı (yatsıyı) bekleyen, hemen kılıp da uyuyan kimseden sevap bakımından daha büyüktür. Yatsının fazileti için söylenenin evleviyet ile sabah namazı için de geçerli olacağına imada bulunmuştur. olanlar da bu hükme tâbidir.” Zira Peygamber efendimiz lallahu aleyhi ve sellem sal- şöyle buyurmaktadır: “Bu, bizim ehli İslâm’ın bayramıdır.” Buradaki izafetin genelliği “Bizim ehli İslâm’ın bayramı” ifadesidir. 6 – İmam Buhârî’nin bir hadisin şartına uyan bölümünü kısaca zikredip şartına uymayan uzun bölümünde çıkarmak istediği fıkhî hükmün deliline işaret etmesi de onun usullerindendir. Şartına uyan bölümde vermek istediği fıkhî hükmün delilinin olmayışı onu bu neticeyi ortaya koymaktan alıkoymaz. İmam Buhârî Kitabu’t-Teheccüd’ün 9. babının ikinci hadisinde bu usulünü işletmiştir. Gece namazında kıyamı uzatmak adıyla verdiği babta Huzeyfe radiyallahu anh’ın “Pey- gamber efendimiz sallalahu aleyhi ve sellem geceleyin teheccüd 4 – Bazen bir meselenin hükmüne onun mukaddimeleri için kalktığında ağzını misvaklardı” hadisini vermesi müşkil niteliğindeki bazı naslarla işaret etmesi de İmam Buhârî’nin gibi görünse de (zira ağzını misvaklaması kıyamın uzunlu- takip ettiği metotlardandır. Örneğin Kitabu’l-Cum’a’nın 12. ğuna delalet etmemekte) onun şartına uygun olmayıp da babında şöyle bir başlık verir: “Cumaya gelmeyen kadın, ço- İmam Müslim’in sahihinde geçen diğer bölümünde Huzeyfe 192 193 BİRİNCİ BÖLÜM YEDİNCİ BÖLÜM İMAM İMAM BUHÂRÎ BUHÂRÎ’NİN VE FIKIH HAYATI İLMİ Rasûlullah efendimizle kıldığı namazda Bakara, hususa dikkatleri çeken İmam Buhârî bab başlığında şöyle Nisa ve Al-i İmran surelerinin okunduğunu aktarması İmam der: “Zoraki kıyas ve reyin kınanması ile ilgili söylenenler ve Buhârî’nin kasdına işaret etmektedir. “Hakkında bilgi sahibi olmadığın şeylerin peşine düşme” radiyallahu anh İmam Buhârî’nin takip ettiği usuller sadece bunlar değildir. Onun bab başlıkları incelendiğinde daha bir çok usul âyeti ile ilgili bir babtır bu.” ile karşılaşacağı muhakkaktır. Zira İmam Buhârî sahihinde BAZI FIKHİ GÖRÜŞLERİ fıkhî bilgi ve inceliklerin bulunmasına özen göstermiş, bun- Te’lif ettiği ferit eseri Câmiu’s-Sahih’ine yerleştirmiş oldu- dan dolayı rivayet ettiği naslardan birçok hüküm çıkarmış ve bu hükümleri ilgili kitabın muhtelif babları arasına uygun bir şekilde serpiştirmiştir. Bunu yaparken az önce zikrettiğimiz gibi gerekli yerlerde ahkâm âyetlerini zikretmeyi ihmal etmemiştir. Zaten kitabını telif ederken güttüğü amaç, koyduğu prensipler çerçevesinde hadis rivayet etmenin yanında bunlardan ve ilgili âyetlerden hükümler çıkarmak olmuştur. İmam Buhârî’nin fıkıh istinbat ederken bağlı kaldığı en önemli usullerden biri de kıyası ikiye ayırıp buna göre davranmasıdır. Ona göre iki çeşit kıyas vardır. Birincisi sahih kıyas ki bunun için Kitabu’l-İ’tisam’ın 12. babında şöyle demektedir: “Soru soranın o ikisinin hükmünü anlaması için Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in açıklamış olduğu mübeyyen bir asıla malum bir asılı benzeten kimse ile ilgili bir bab.” İmam Buhârî bu başlık altında Ebû Hureyre’nin şu hadisini aktarır: “Bedevinin biri Rasûlullah efendimize geldi ve şöyle dedi: “Eşim (benden olduğunu) inkâr ettiğim siyahi bir çocuk doğurdu.” Rasûlullah ona “Senin develerin var mı?” dedi. “Evet” dedi. “Renkleri nedir?” deyince “Kırmızıdır.” dedi. “Peki, aralarında boz renkli olanlar var mı?” “Evet aralarında boz renkli olanlar var.” dedi. “Peki, kırmızı develerin içine boz renkli develerin nasıl geldiğini düşündün mü?” deyince bedevi “Ola ki bir damara çekmiştir ya Rasûlullah.” dedi. Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem de ona şöyle dedi: “Ola ki senin bu çocuğun da bir damarınıza çekmiştir.” İkincisi fasid kıyastır. Aynı kitabın 7. babında bu 194 ğu binlerce bab başlığına fıkhını aksettiren İmam Buhârî’nin fıkhını burada arz etmemiz tabiatı ile mümkün değildir. Ancak verilecek birkaç örnekle konuya işaret olunacağı kanaatindeyiz. İmam Buhârî Kitabu’l-Ezan’ın 29. babında cemaat ile namaz kılmanın hükmünü şöylece zikreder: 29. bab cemaat ile namaz kılmanın vacib olduğu ile alakalıdır. Bu hususla ilgili Hasan Basri şunu şöyler: “Şayet kişiyi annesi onun endişelendiğinden dolayı yatsı namazını cemaat ile kılmasına engel olmak istese annesine itaat etmez.” İmam Buhârî devamla Ebû Hureyre radiyallahu anh Peygamber efendimizden rivayet ettiği şu hadisi aktarır: “Canımı elinde tutan Allah’a yemin olsun ki odun toplamalarını emredeyim böylece odun yığılsın, sonra namaz kılmalarını emredeyim namaz için ezan okunsun, sonra da bir kimseye emredeyim cemaate imam olsun, sonra geriye çekilip namaza gelmeyen adamlara giderek üzerlerine evlerini yakayım diye içimden geçirdim. Canımı elinde tutan Allah’a yemin olsun ki onlardan birisi eğer semin (etli) bir kemik ya da güzelinden iki koyun paçası bulacağını bilse yatsıya gelip hazır bulunurdu.” İbn Hacer bu babın altında İmam Buhârî’nin konu ile ilgili hükmü, delilinin güçlü oluşundan dolayı kesin bir şekilde ifade ettiğini belirtir. Ancak bu vucubiyetin ayni mi kifayi mi olduğu hususunda bir kaydın olmadığını söyleyen İbn Hacer, İmam Buhârî’nin Hasan Basri’nin sözünü aktarmak 195 BİRİNCİ BÖLÜM YEDİNCİ BÖLÜM İMAM İMAM BUHÂRÎ BUHÂRÎ’NİN VE FIKIH HAYATI İLMİ ile ayni vucubiyet kastetmek istediğini belirtir. Zira İmam Buhârî bab başlıklarında zikrettiği eserlerle kendi fıkhî görüşünü desteklemektedir. İmam Buhârî namaz esnasında akan kanın namazı bozmayacağını senedi aktarmaksızın temriz sigasıyla Cabir radiyallahu anh’ın yoluyla naklettiği Peygamber efendimizin katıldığı Zatu’r-Rika gazvesinde nöbet bekleyen sahâbenin vücudunun aldığı ok darbeleriyle kanamasına karşılık namazını devam ettirip bitirmesiyle delillendirmiştir. “Kitabu’l-Vudu”’nun 34. babında geçen bu rivayetten çıkardığı bu hükmü Hasan Basri’nin şu sözü ile desteklemiştir: “Müslümanlar yaraları içinde namaz kılmaya devam ediyorlardı.” İmam Buhârî bu görüşü ile ilgili daha başka sahâbe ve tabiin sözü aktarmıştır. İmam Buhârî Kitabu’l-Ezan’ın 10. babında “el-Kelam fi’l-Ezan” başlığı ile ezan esnasında konuşmanın caiz olduğuna işaret ederek Abdullah b. Abbas’ın müezzine ezan okuduğu esnada herkese namazı meskeninde kılmasını duyurmasını emrettiğini, insanların bunu garipsemesi üzerine de bu yaptığının aynısını Peygamber efendimizin müezzininin de Rasûlullah’ın tâlimatı ile yaptığını ve bunun ruhsat değil aksine azimet olduğunu söylediği rivayeti ile delillendirmiştir. Abdullah b. Abbas’ın böyle bir tâlimatı yağmurlu bir günde hutbe öncesinde okunan ezan esnasında verdiğini belirtmemiz olayın nasıl bir ortamda cereyan ettiğini bildirir. İmam Buhârî Kitabu’l-Ezan’ın 24. babında mescitten bir özür sebebi ile çıkılabilir mi? diye bir başlık vererek Peygamber efendimizin Ebû Hureyre yoluyla rivayet edilmiş olan şu hadisini zikreder: “Bir defasında kamet getirilip saflar düzeltilince Peygamber efendimiz çıktı ve namaz kıldırdığı yere geçti. Biz onun tekbir almasını beklerken bize yerinizden ayrılmayın diyerek mescitten çıktı. Biz olduğumuz hal üzere bekledik ta ki Peygamber efen196 dimiz gusül almış ve başı su akıtıyor olduğu halde çıktı geldi. Bazı nüshalarda bu hadisin altında İmam Buhârî’ye “Şayet bizim başımıza aynı şey gelse aynı şekilde davranabilir miyiz?” diye sorulur. İmam Buhârî de “Evet” diyerek imamın cemaatini bekletmesinin caiz olabileceğini savunur. Cemaatin oturarak mı yoksa ayakta durarak mı imamı bekleyeceklerini sormaları üzerine İmam Buhârî tekbirden önce ise oturarak, tekbirden sonra ise ayakta durarak beklemeleri gerektiğini belirtir. İmam Buhârî’nin ortaya koyduğu diğer bir fıkhî sonuç rükûya giderken ve rükûdan kalkarken ellerin kaldırılmasının sabit bir sünnet olduğu hükmüdür. Hatta bu konuda özel bir cüz telif eden İmam Buhârî bunun bid’at olduğunu söyleyenlerin sahâbeyi tenkit edip onlara muhalefet ettiğini belirtmiştir. Zira İmam Buhârî sahâbeden kimsenin namaz kılarken “rafu’l-yedeyn”i terk etmediğini zikrederek elleri namazda kaldırmanın varlığından bahseden rivayetlerin senedlerinin diğer senedlerden daha sahih olduğunu ifade etmiştir. İmam Buhârî “Kitabu’l-Cenaiz”’in 69. babında cenazenin geceleyin defnedilmesi ile ilgili bir başlık vererek Hz. Ebubekir’in geceleyin defnedildiğini zikreder. Böylece geceleyin gerçekleştirilen defin işleminin doğru bir tasarruf olduğunu belirten İmam Buhârî, geceleyin defin yapmanın caiz olmadığını söyleyenlere reddiye vermiştir. İbn Hacer konunun ayrıntılarını bu babın altında zikretmiştir. İmam Buhârî “Kitabu’l-Umre”nin hemen başında umrenin vacip olduğunu belirterek Abdullah b. Ömer ve Abdullah b. Abbas’ın eserleri ile meseleyi delilendirmiştir. O bu hükmü ortaya koyarken bazı mezheblere (Şâfiî, Hanbelî) muvafakat ederken bazı mezheblere de (Hanefî, Mâlikî) muhalefet etmiştir. Çocuk için orucun meşru olmadığını Medine ehlinin ameline dayandırarak savunan Mâlikî mezhebine “Kita197 BİRİNCİ BÖLÜM YEDİNCİ BÖLÜM İMAM İMAM BUHÂRÎ BUHÂRÎ’NİN VE FIKIH HAYATI İLMİ bu’s-Savm”ın 47. babında “Savmu’s-Sıbyan” başlığını vere- içtihadların sahiplerine karşı gelmekten çekinmemiştir. Müç- rek değinen İmam Buhârî Hz. Ömer’in Ramazan ayında ken- tehid imamların ve ulema’i-İslâm’ın dini hükümleri beyan disine getirilen sarhoş bir adama “Sana yazıklar olsun bizim sadedinde ortaya koydukları hata içerikli içtihadları sahip çocuklarımız dahi oruç tutuyor.” deyip onu ta’zir ile cezalan- oldukları ilmi mertebe sebebiyle mutlak manada kabul ile dırmasını reddiye olarak sunmuştur. Zira Hz. Ömer’in bu telakki etmek, haktan kopuk bir tasarruf olup, bu imamların söyleminin ve tasarrufunun Medine ehlinin ameli olmasının dahi kabul etmeyeceği bir yaklaşımdır. Hicret diyarının ve daha doğru bir tespit olduğunau ima eden İmam Buhârî ayrı- ehli sünnetin tartışmasız imamı Mâlik b. Enes’in bu konuyla ca verdiği bir hadisle de işin meşruiyetini teyit etmiştir. ilgili söyledikleri, her dönem Müslümanların konu ile ilgili İmam Buhârî “Kitabu’l-İcare”nin 6. babında işçiye ne iş yapacağını belirtmeden çalışacağı zaman miktarını belirterek onu kiralamanın caiz olacağını savunarak, Kasas suresinin mizanı olması gerekir. Rasûlullah efendimizin kabrine işaret eden büyük imam şu ölçü dolu sözleri sarf eder: “Bu kabrin sahibinin sözleri hariç herkesin sözü alınıp, terk edilebilir.” 27. âyetini delil getirir. “Dedi ki sekiz yıl bana hizmet etmen İmam Buhârî’nin bu mizana mütekamilen sahip olduğu, üzere bu iki kızımdan birini sana nikâh edeyim istiyorum. ortaya koyduğu fıkhî içtihadlarda görülür. O kendisinden Eğer ona tamamlarsan o senin bir lutfun olur. Bununla be- önceki imamlara zeyl olmayıp, hakka isabet ettiklerini tespit raber sana bir zorluk çektirmek de istemem. İnşallah beni ettiği hususlarda onlara muvafakat ederken, mukabil du- iyilerden bulacaksın.” İşçiliğin müddeti belli olsa da ne iş rumlarda onlara hak adına muhalefet etmiştir. Ancak İmam yapılacağının zikredilmemesi İmam Buhârî’yi böyle bir gö- Buhârî bu muhalefeti peygamberani bir ahlâk ile icra edip, rüş ortaya koymaya sevk etmiştir. muhalif olduğu imamların isimlerini teşhir etmemiştir. Ön- İmam Buhârî’nin çıkarmış olduğu fıkhî hükümlerden bir tanesi de kişinin evlenmeden önce evlenmek istediği kadına bakmasının caiz olduğu hususudur. Bu konuda sarih naslar bulunmasına rağmen şartına uymadığından “Kitabu’l-Nikâh”ın 35. babında zikrettiği iki hadisten bu sonucu çıkaran İmam Buhârî bir manada şartına uymayan o nasları da işletmiş sayılmaktadır. BAB BAŞLIKLARINDA GEÇEN “KÂLE BA’DU’N-NAS” İFADESİ (BAZI İNSANLAR DEDİ Kİ) deri ve rehberi Muhammed sallallahu aleyhi ve sellem de bazı insanların sözlerinden ve davranışlarından rahatsızlık duyduğunda “Bazı kimselere ne oluyor da şöyle söylüyorlar, şöyle yapıyorlar?” diyerek o şahısları hedef almaktan öte yaptıklarını ve söylediklerini hedef almaya yönelirdi. İmam Buhârî’nin Câmiu’s-Sahih’in bab başlıklarında nadir de olsa “Kâle ba’du’n-nas” dediği görülür. Onun bu ifadeyle kimi kastettiği ve muhatabını bu şekilde setrettiği mi yoksa küçük düşürerek tahkir ettiği mi tartışma konusu olmuştur. Câmiu’s-Sahih’in şerhlerinden “Feyzu’l-Bârî”nin sahibi Hindistan diyarının değerli âlimlerinden Muhammed Enver Şah el-Keşmirî “Kitabu’z-Zekât”ın 66. babını şerh İmam Buhârî fıkhî meseleler ile ilgili görüşlerini ortaya ederken şunları söyler: “Bu bab İmam Buhârî’nin kendisinde koyarken yanlış olduğunu düşündüğü fıkhî içtihadlara ve “Kâle ba’du’n-nas”ı ilk defa kullandığı yerdir. Burada İmam 198 199 BİRİNCİ BÖLÜM YEDİNCİ BÖLÜM Azam Ebû Hanife kastedilse de ancak zannedildiği gibi bütün her yerde bu ifade ile İmam Ebû Hanife kastedilmemiştir. Bazı yerlerde İsa b. Eban, yer yer İmam Şâfiî ve bazen de Muhammed b. Hasan eş-Şeybanî bu ifadelerin muhatap olmuştur.253 Enver Şah devamla şunları söyler: “İmam Buhârî bu ifadeyi her zaman muhataplarının görüşlerine reddiye vermek için kullanmamıştır. Bazen bu ifadeyi verip kendisi de tereddütte kalırken bazen de “Kâle ba’zu’n-nas” diye tabir ettiği kesimin görüşünü tercih etmektedir. İmam Buhârî bu ifadeyle ne Ebû Hanife ne de başka bir kimseyi tahkir etmeyi amaçlamamıştır. İçtihadlarına muhalefet etmiş olduğu muhatapları bazen birden fazla olduğundan bu çoğul ifadeyle kuşatıcılık amaçlamıştır. Bir de bu tür ifadelerin çok olmayıp 25 bab gibi sınırlı bir rakamdan ibaret olduğu unutulmamalıdır. 4000’e yakın babın içinde böyle kısıtlı bir rakam ile Ebû Hanife’ye muhalefet ettiği söylense bile bu özel bir taarruzunun olmadığını gösterir. Zira Ebû Hanife’nin en seçkin talebeleri Ebû Yusuf, İmam Muhammed ve İmam Züfer’in de imamlarına birçok meselede muhalefet ettikleri görülür. “Kâle ba’du’n-nas” ifadesiyle İmam Buhârî’nin Ebû Hanife’yi yakışıksız bir şekilde hedef aldığını söyleyen bilhassa bazı Hanefî uleması olsa da, cerh ve ta’dil hususunda kılı kırk yaran hassasiyetiyle siretini mutalaa ettiğimiz bu büyük imamın böyle bir kastının olmadığı kanaatindeyiz. İÇTİHADI Açıkça ifade etmek gerekir ki bu başlığı vermemizin nedeni İmam Buhârî’nin mutlak manada müçtehid olduğuna inanmamızdandır. Dört mezhep mensupları da İmam 253. Feyzu’l-Bârî alâ Sahihil-Buhârî, c. 3, s. 54. 200 İMAM İMAM BUHÂRÎ BUHÂRÎ’NİN VE FIKIH HAYATI İLMİ Buhârî’yi mezheplerine mâletmeye çalışıp bu yönde açıklamalar sarf etseler de bu, hakikati yansıtmamaktadır. Dini naslara kemal derecede hakimiyet kurmasıyla beraber bu nasların anlaşılması için gerekli olan usullere haiz bulunan Seyyidu’l-Fukaha İmam Buhârî içtihadın gereklerini Câmiu’s-Sahih’inde olabildiğince işlemektedir. Her ne kadar hakkında nas bulunan bir mesele ile ilgili içtihat etmek söz konusu değilse de nasların dahi delalet itibarıyla zan ifade ettiği durumlarda müçtehidin nassın delaletinin hangi mana üzerinde olduğunu araştırıp bulması içtihadın türlerindendir. Ancak naslar, delalet itibariyle katiyet ifade ettiği durumlarda, herkes için nassın hükmüne tâbi olmaktan başka bir şey söz konusu değildir. Bir hadis külliyatı olması bakımından, kitabında katiyet ifade eden nasları zikrederken diğer naslardan çıkardığı sonuçları bazen bab başlıklarına bazen de başlıkların altında zikretmektedir. Hakkında nas olmayan meseleyi içtihadın temel unsuru olan kıyası sahih ile hükmüne ulaşmak suretiyle daha önce de zikrettiğimiz sahâbe, tabiin ve ehli hadisin menhecini işlemektedir. Dört mezhep imamlarının gerçekleştirdikleri içtihatlarla Müslümanların Allah’a karşı mükellefiyetlerini pratik fıkhî netice ve hükümlerle gerçekleştirmelerine vesile olmaları, onların ve mezheplerinin ümmet üzerinde sadakat ve minnet duyguları ile kabul edilen bir hakka sahip olmaları, bu dinin hükümlerinin sadece bu mezhepler tarafından anlaşıldığı anlamına gelmemektedir. Bu mezheplere muadil mezheplerin bulunduğu ancak zamanla çeşitli nedenlerden dolayı inkiraza uğradığı gerçeği unutulmamalıdır. Kaldı ki İmam Buhârî’yi mezhebine mensup edenler bu mensubiyeti ilmi kıstaslarla izah edememiştir. Örneğin onun Hanbelî olduğunu savunan Ebû’l-Hasan b. Ebû Ya’la bu iddiayı İmam Buhârî’nin İmam Ahmed’in talebelerinden olması ile sebeplendirmiştir. Ebû Âsım kitabı “Tabakatu Ashâbuna eş-Şâfiîye”201 BİRİNCİ BÖLÜM YEDİNCİ BÖLÜM de İmam Buhârî’yi zikrederek onun Kerâbisi, Ebû Sevr ve Za’ferani’den hadis dinlediğini, Humeydi’den de fıkıh öğrendiğini ve bunların hepsinin de İmam Şâfiî’nin talebeleri olduğunu belirterek onun Şâfiî olduğunu zikretmiştir. Bu öne sürülen sebepler ile İmam Buhârî’nin mevzu bahis mezheplere mensup olduğunu söylemek her türlü ilmi gerekçeden mahrum bir yaklaşımdır. Zira talebesi olmasıyla mezhebine de mensup olması gerekseydi İmam Ahmed’in Şâfiî, İmamı Şâfiî’nin de ya Mâlikî ya da Hanefî olması gerekirdi. Zira İmam Ahmed, İmamı Şâfiî’ye talebelikte bulunmuş, İmam Şâfiî de gerek İmam Mâlik’e ve gerek İmam Muhammed b. Hasan eş-Şeybani’ye talebelikte bulunmuştur. Ancak bu iki değerli imamın mutlak müçtehit olduğunu söylemekten başka herhangi bir mezhebe mensup olduğunu söyleyen yoktur. Aynı durum İmam Buhârî için de geçerlidir. Genel manada ashâbu’l-hadisin tespiti bu yöndedir. İMAM BUHÂRÎ’NİN HAYATI SONUÇ Daha önce hayatını sayılı varakalarla konu edeceğimizi belirttiğimiz, İmam Buhâri’nin hayatında mevcut bulunan engin âfakı kuşatabilmek kolay olmayıp, ilmi de müktesebatımızın yanında söz konusu edilemeyeceği kadar yücedir. Nasıl olmasın ki? İmam Buhârî, hayatını; çocukluğundan ölüm anına kadar en küçük zaman birimlerini dahi akıllara durgunluk verecek derecede ihya etmeye muvaffak olmuş; hocalarının, akranlarının ve taleberinin nazargahı haline gelmiş kutlu bir peygamber varisidir. Dolayısıyla buraya kadar anlattıklarımız İmam Buhârî’nin hayatını kuşatmayıp işaret edici nitelik taşımaktadır. Ve dahi yaşadıklarının yanında anlatılanlar denizin enginliği karşısında damlaların ifade ettiği değerde kalmaktadır. İlmi güneşin aydınlatıcılığı kadar müessir, deryanın enginliği kadar derin olan İmam Buhârî, hayatının bizler gibi ilmi mevzu edilmeyecek derecede sınırlı olan kimselerin telif konusu olmasının mizanı ilahide ne tür bir değere haiz olduğunu yüce Rabbimizin ilahi takdirlerine havale ediyoruz. Son olarak yazacağımız satırlarda şu hususa değinebiliriz. 202 203 BİRİNCİ BÖLÜM İnsanlığın dünya ve âhiret saadetine mani, her türlü kavganın, çekişmenin, şahsi ihtiras ve menfaat peşinde sürüklenen ve kendilerini insanlığın efendileri görerek omuzları aşındıran fesat rehberlerine karşı İmam Buhârî ve emsallerinin buna mukabil ortaya koydukları hizmetler mütala edildiğinde, nedenli şükran mucip olduğu anlaşılacaktır. Zira İmam Buhârî, Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem’in dünya ve ahiret saadetini temin eden ilahi risaletini muhafaza etmek adına bir ömür vakfetmiş, adeta insanlığın saadeti için çalışmıştır. Bu uğurda rahatını, lezzetlerini ve akrabalarıyla beraberliği terk etme fedakarlığını göze alarak hidayete rehber olmaya muvaffak olmuştur. Binaenaleyh, genelde insanlığın, özelde de Müslümanların bu rehber insana karşı şükran borcu bulunmaktır. Bizce bu borcun ifası, İmam Buhâri’nin hizmet ettiği Peygamber yoluna hizmette aranmalıdır. Yüce Rabbinizin bu kutlu imama, yoluna hizmet ettiği peygamberine komşuluk şerefi bahşetmesini niyaz ederken, bizlerin de bu kutlu yolun hizmetçileri arasına dahil etmesini lütfünden murat ederiz. Hamd; başta da sonda da âlemlerin yaratıcısı Allah’a, salat ve selamda efendiler efendisi Muhammed Mustafa sallallahu teala aleyhi ve sellem’in üzerine olsun. 204