- Aile Hekimliği Portalı
Transkript
- Aile Hekimliği Portalı
1 Yenİ Çıkan İlaç ve Takvİye Edİcİ Gıdalar OROFEN %5 krem Etken Madde: İbuprofen 50 mg Özelliği: Adale romatizması, dejeneratif ağrılı eklem hastalıkları (artroz), omurganın ve diğer eklemlerin iltihabi romatizmal hastalıklarında, eklem yakınındaki yumuşak dokunun (sinovyal keseler, sinir, sinir kılıfları, tendon ve eklem kapsülü) iltihabi hastalıklarında, omuz sertliği, bel ağrısı, lumbago, spor ve kaza yaralanmalarındaki ezilme, burkulma, gerilmelerin dıştan veya destekleyici tedavisinde kullanılır. P.S.F.: 5,12 TL Firma: ORO HEKSOBEN Gargara 200 ml Etken Madde: 100 ml’lik çözelti 120 mg (%0.12) klorheksidin diglukonat ve 150 mg (%0.15) benzidamin hidroklorür içerir. Özelliği: Ağız ve boğaz antisepsisi, hastanın yutma fonksiyonunun rahatlaması ve diş eti rahatsızlıklarında semptom giderici olarak kullanılır. Diş hekimliğinde işlemlerden önce profilaktik amaçlı kullanılabilir. P.S.F.: (6,13 TL) Firma: ORO HEKSOBEN Oral sprey 30 ml Etken Madde: 30 ml (1 şişe) ‘de; Klorheksidin diglukonat 36 mg (% 0.12), Benzidamin HCl 45 mg (% 0.15) Özelliği: Ağız ve boğaz antisepsisi, hastanın yutma fonksiyonunun rahatlatılması ve diş eti rahatsızlıklarında semptom giderici olarak kullanılır. Diş hekimliğinde işlemlerden önce profilaktik amaçlı kullanılabilir. P.S.F.: 7,13 TL Firma: ORO ORALDİN çözelti Etken Madde: Rhubarb kökü ekstresi 0.05 g (en az 0.003 g antrakinon glikozid içeren), Salisilik asit 0.01 g Özelliği: Ağız ve diş eti dokularının akut ve kronik ağrılı iltihaplarında, Ağız yaralarında, Protez vuruklarında kullanılır. P.S.F.: (6,32 TL) Firma: ORO 2 3 İÇİNDEKİLER 42 22 IRMAK ATUK GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİL 16 34 40 46 52 Dr. Fikret KURT KÜRŞAT BAŞAR DR. HAKAN UZUN UZM. DR. MİTHAT TOSUN DR. ŞİNASİ GÖNENÇ DR. HATİCE BOLATCAN 48 TASARIM HARİKASI VOLVO S60 DRİVE 8 MEGAPİKSEL 11 BÜYÜK FİKİR 13 n KOTAN Dr. Aysu 36 KİTAP KULÜBÜ 18 TÜP BEBEK MERKEZİMİZ HİZMETİNİZDE MEDICANA 26 KANSER EL ELE VERİLEREK ÜSTESİNDEN GELİNECEK Doç. Dr. Murat GÜLTEKİN 30 SAFRANBOLU DR. HASAN KOCA 50 55 TEKNOLOJİ RUHUNUZ VE BEDENİNİZ NEFES ALSIN 4 5 EDİTÖR kalemleri bu ay NE YAZDI? KÜNYE İMTİYAZ SAHİBİ VE GENEL YAYIN YÖNETMENİ MUHAMMET SIDDIK AKDOĞAN YAYIN EDİTÖRÜ MURAT KAAN YURTTÜRK YAZI İŞLERİ MÜDÜRÜ MUHAMMET SIDDIK AKDOĞAN REDAKTÖR CEYDA AKDOĞAN HUKUK DANIŞMANI Av. Fahrettin CANPOLAT KURUMSAL İLETİŞİM TM Bilgisayar Tel: (0 362) 237 22 56 Kazımkarabekir Mah. Siteler Bulvarı No:3Demetkent Sitesi A Blok Daire 8 İlkadım/SAMSUN www.ailehekimleri.net mk.yurtturk@gmail.com murat@ailehekimleri.net GRAFİK TASARIM UĞUR OFSET www.ugurofset.com.tr REKLAM REZERVASYON GSM: 0 505 637 00 69 BASKI YERİ UĞUR OFSET MATBAACILIK Pazar Mahallesi Mukayyitzade Sk. No:48 İlkadım/SAMSUN Tel: 0362 431 52 55 – 432 09 90 Baskı Tarihi: 5 TEMMUZ 2015 6 Dr. Tolga SUCU Bir şeyler yapılmalı! Biz hekimler ve diğer sağlık çalışanları hastalar, hasta yakınları ya da bir insanı iyileştirmek, onu iyi kılmak için hayatımızı verdiğimiz mesleğimiz içerisinde, o kişiler tarafından şiddete maruz kalıyoruz. Şiddet eylemi gerçekleşiyor. Sonrası? Sonrasında yazılı açıklamalar, alkışlı yürüyüşler ve duyurular, kınamalar… Bu şiddet sonrası yapılan olaylar böyle uzayıp gider. İyi de ya sonrası? Sonrası? Sonrası herşey kaldığı yerden devam ediyor. Her gün bir meslektaşımız daha şiddete, darp olayına hatta cinayete kurban ediliyor. Bizler toplumu sağlıklı kılmak ve yaşamlarını daha da kaliteli kılmak adına varız. Bunu halk biliyor mu? Yetkililer bunu yeterince halka açıklayabiliyorlar mı? Bu sayımızda bu konulara yer verdik. Sonra Yalova’ya uzandık ve Yalova Aile Hekimleri Derneği Başkanı Dr. Aysun Kotan ile yaşadığımız sorunları, farklı bir bakış açısıyla ele aldık. Birbirinden değerli meslektaşlarımızın yazıları, teknoloji ve otomobil sayflarımızla bu ay da okunası ve elden düşürülmemesi gereken bir dergi çıkartmanın onuru içindeyiz. Gezi sayfalarımızda ülkemizde de olması düşünülen sağlık turizminin dünyadaki en iyi ve en kaliteli örneklerini işledik. Muğla Aile Hekimleri Derneği Kurucu Üyesi ve Genel Sekreteri Dr. Fikret Kurt, onca iş yükünün ve angaryanın arasında bizler için çok önemli bir bilgisayar programını nasıl hayata geçirdiğini anlattı. Türkiye’de 2007 yılından itibaren Kanser kontrol Programı’nın hayata geçirildiğini belirten Türkiye Halk Sağlığı Kanser Daire Başkanı Doç.Dr.Murat Gültekin, 4 ana evreden oluşan programda Aile Hekimleri’ne büyük görevler düştüğünü söylüyor. Zira, Dünya kanserin tedavisine 480 milyar dolar civarında bir para harcıyor. Bu yazın en güzel tarafı, siz değerli okuyucularımıza yeni ve farklı sayfaları buluşturmak olacak. Bu yaz hepimize mutluluk getirsin. Bir sonraki sayımızda görüşmek üzere… 7 PARALEL EVRENLERE UZANAN TÜNEL CERN’İN Büyük Hadron Çarpıştırıcısı fizikte çığır açmaya hazır. 3 Haziran 2015’te yeniden faaliyete geçirilen çarpıştırıcı artık iki katı kapasiteyle çalışıp, protonları benzeri görülmemiş bir hızla çarpıştıracak. Yeni güç 13 TeV’e (tera elektronvolt) dayandı. Bu öyle büyük bir enerji ki artık paralel evrenler, kara delikler ve karanlık maddenin sırları aydınlatılabilir. Çünkü bu tür bilgilere ulaşmak için en azından 11 TeV enerji seviyesinde deney yapılması gerekiyor. 8 9 BÜYÜK FİKİR Kronik ağrı ACINIZI GÖRÜYORUZ Yeni bir görüntüleme tekniği kronik ağrının gizemini (ve önyargıları) ortadan kaldırabilir Yazı/Araştırma: Kaan YURTTÜRK İnsanların canını en çok yakan şey kronik ağrı. Bu, örneğin ABD’nin en büyük sağlık sorunu ve kalp hastalıklarının, kanserlerin ve diyabetin toplamından daha fazla kişiyi, tam 100 milyon insanı etkiliyor. Üstelik Tıp Enstitüsü’nün 2011 yılı raporuna bakılırsa bu rakama huzur evindeki yaşlılar, acı çeken çocuklar ve savaş gazileri katılmamış. Kronik ağrı Amerikalıların maluliyet yardımı almasının birincil sebebi olsa da, en az anlaşılan rahatsızlıklardan. Tıp fakültelerinde doktorlara bu konuda neredeyse hiçbir şey öğretilmiyor ve dört yıllık eğitimde ortalama sadece dokuz saat bu konudan söz ediliyor. Federal hükümet de bu konunun araştırılmasına neredeyse hiç yardım etmiyor. HIV/AIDS hastası her kişi için 2.562 dolar harcanırken 44 Hastalık Kontrol Ve Önleme Merkezi verilerine göre ABD’de her gün reçeteli ilaçların aşırı dozundan ölen insan sayısı. gerekse de toplum, ilaç bağımlısı ya da hastalık hastası gözüyle bakıyor. Ağrının kan tahlili ya da biyogöstergesi olmadığından bu tür hastalara deneme yanılma tedavileri uygulanıyor. Hastaların ağrılarının gözle onaylanması bu önyargıları ortadan kaldırmada etkili olacak. Fakat bu sadece başlangıç. Artık kronik ağrının etkinleşmesini görebildiğimize göre ilaç şirketleri yeni tedaviler üretmek için klinik deneylerde daha cüretkar davranabilecek. Acı tersine döndürülebilir. Belki de 5 ya da 10 yıl içinde bunu yapabilecek ilaçlar olacak. Bu teknik kronik ağrının varlığını ispatlamak için daha iyi bir yol sunuyor. ANADOLU PLATOSU ANADOLU’YA bir de uzaydan bakmaya ne dersiniz? Japonya’nın Gelişmiş Yer Gözlem Uydusu ALAS tarafından kaydedilen bu fotoğrafta gördüğümüz beyaz gölgeler Tersakan Gölü. 10 kronik ağrı için yıllık araştırma bütçesi 4 dolar. Kaynak eksikliğinin önde gelen sebebi, acının varlığını doğrulamanın objektif bir yönteminin bulunmaması. Ama nihayet Boston’daki Massachusetts Genel Hastanesi’nden (MGH) doktorların kronik ağrıyı ilk defa tüm ayrıntılarıyla görmesini sağlayan yepyeni bir beyin tarama yöntemi geldi. PET (pozitron emisyon tomografisi) ile MRI (manyetik rezonansla görüntüleme) teknolojilerini bir araya getiren bu yöntem, bir hastanın canının yandığını kesin olarak doğrulayabiliyor ve kronik ağrı teşhisinde çok daha iyi bir alternatif sunuyor. Hastalarda yapılan deneylerde, vücutlarının neresinde ağrı varsa oraya denk düşen beyin bölgesinin etkinleştiği görüldü. Yeni yöntem glial hücrelerin (bağışıklık sisteminden gelen ancak sinir sisteminde ikamet eden hücreler) kronik ağrı hastalarında nasıl etkinleştiğinin, acı sinyallerinin beyne iletimini nasıl artırdığının etkileyici görüntülerini ortaya koydu. Geçen birkaç yıl içerisinde bu olay hayvanlar üzerindeki çalışmalarda ortaya konuldu, fakat aynısının insanlar için de geçerli olduğu ilk kez kanıtlandı ve bu ileriye doğru atılan büyük bir adım. Bu deneylerdeki bulguların etkisi, bilimin ötesine geçiyor. Kronik ağrıdan muzdarip birçok insana gerek doktorlar Kaynak: HASTALIK ÖNLEME MERKEZİ 11 KAFANIZI KURCALAYAN KEŞFET BiR SORU MU VAR ? KİTAP KULÜBÜ kaan.yurtturk@ailehekimleri.net Adresine yollayın cevaplayalım Hazırlayan: Kaan YURTTÜRK Kara delikler başka evrenlere açılan bir geçit olabilir mi? Kısa yanıt:Beynimizin zevk ve ödülle ilişkilendirilen birimlerinin devreye girmesi. C FMRI teknolojisi kullanılarak yapılan araştırmalar, kaşıma esnasında beynin farklı bölgelerinde aktivite oluştuğunu gösterdi. Bu bölgeler zevk ve ödülle ilişkilendirilen birimler. Kaşıma eylemini kendimiz gerçekleştiriyorsak ve gerçekten kaşınan bir bölge üzerinde yapıyorsak bu etki daha da artıyor. Ancak bu hazzın endorfin salgılanmasıyla bir alakası olup olmadığı henüz bilinmiyor. Böyle bir mekanizmayı evrimsel anlamda bir faydası olduğu için geliştirmiş de olabiliriz. Bilim insanları, geçmişte parazitleri bu şekilde derimizden kazıdığımızı, dolayısıyla zaman içinde kaşıma eyleminin beyinde haz uyandıracak şekilde değişime uğradığını düşünüyorlar. Kanıtlarda bunu doğrularcasına, bunun çok ama çok eski bir tepki olduğunu ortaya koymakta. Örneğin; bazı balıklar da dahil olmak üzere tüm omurgalılar (gerektiğinde yardım alarak) kaşınmaktalar. Alkışlama eyleminin kaynağı nedir? Kısa yanıt:Roma İmparatoru Heraklius olabilir. 12 C C Kara delikleri çok iyi tanımıyoruz. Haklarında bildiğimiz şeylerin hepsi birbirinden garip. Bir kara deliğin içindeki tekillik noktasında tüm fizik kurallarının geçerliliğini yitiriyor oluşuysa, aklımızın alabileceğinden daha büyük şeylerle yüzleşmek anlamına geliyor. Evrenimizin farklı noktalarını birbirine bağlıyor olabileceklerini Alkış; bize güzel gelen, onayladığımız, desteklediğimiz durumlarda kullandığımız bir eylem. Bebeklerin bile ilk öğrendikleri şeylerden biri budur. Peki bunu neden yapıyoruz? İlk ne zaman alkışlamaya başladığımız konusunda bir takım tahminler olsa da bunu tam olarak bilmek imkansız. Bazı tarihçiler, Roma İmparatorluğu zamanında edinilen bir alışkanlık olduğunu söylüyor. Yazılanlara göre; imparator Heraklius, barbarların kralını davet eder ve onu herkesin önünde küçük düşürmek ister. Ama o sırada imparatorluk gücünü kaybetmeye başlamış olduğundan, bunu yapmak için yeni bir yol denemeye düşünen bilim insanlarının sayısı hiç de az değil. Peki başka evrenlere açılan bir geçit olma ihtimali var mı? Olabilir, neden olmasın? Yine de bundan asla emin olamayız. Günümüzde bazı fizikçiler, kara deliklerin içlerinde tekillik bölgesi diye bir şey olmadığını düşünmeye başladılar. Bu doğruysa, evrenler arası bir kapı olabileceği fikri de güçlenmiş olur. karar verir. Plana göre; barbar kral konuşurken, halkın içinden birkaç kişi kralın konuşması duyulmasın diye aynı anda alkışlamaya başlayacaktır. O gün başlayan bu hareket, daha sonra imparatorun güzel sözlerini onurlandırmak için de kullanılır. Ama bu hikayede bir sorun var. Nitekim alkışlayan tek tür biz değiliz. Goril, şempanze ve orangutanlar da bu eylemi gerçekleştiriyorlar. Onlar genelde dikkati kendilerine çekmek için kullanıyorlar tabii. Dolayısıyla alkışın doğada rastlanan bir durum olduğunu ama onaylamak adına kullanan tek türün biz olduğumuzu söyleyebiliriz. ? TÜRDEN TÜRE YETENEKLİ BAY KAZUO ISHIGURO Kısa yanıt:Olabilir, neden olmasın? Kaşınınca iyi hissetmemizin sebebi nedir? HANGİ TÜRÜ TERCİH EDERSİNİZ Gömülü Dev / Kazuo Ishıguro YKY BAŞIBOZUK TAKILMAYI MERAK EDENE Kapı Birden Vuruldu / Etgar Keret Pegasus Yayınevi Kalabalıklar içindeyken yalnızlık sularında boğulanlar, kendilerini her daim yedek saflarında ya da kazazedeler arasında bulanlar, güneşli günlerde bile çamura basmayı başaranlar ve talih kuşunun kuyruğuna tutunup yukarılara uçma hayalleriyle en dibe vuranlar bir araya geliyor ve hayat denen tuhaf mucizenin akışına aksak ritimlerle karşı çıkıyor. Yeteneği zamanında duyurulan (on yıl arayla iki kez gelecek vaat eden genç Britanyalı yazarlar arasında gösterilmişti), birikimi İngiliz edebiyatı alanında olan, deneyimi sayısız ödülle ve adaylıkla kanıtlanmış Ishiguro’nun, bu yeni alanda başarısını belirleyecek olan kriter bence ‘mesele’si olacak. VİYANA’YI ‘AŞK’ İLE KEŞFETMEK İSTEYENE Viyana’da Aşk / David Vogel / YKY Birinci Dünya Savaşı öncesinde Viyana’yı farklı sınıflar ve kesimlerden karakterlerle tüm yönleriyle anlatmayı başaran David Vogel, haklı olarak Franz Kafka, Stefan Zweig, Joseph Roth gibi çağdaşı büyük yazarlarla karşılaştırılıyor. Bu romanda da çok fazla karşımıza çıkan bir erkek tipi var. Cebinde beş kuruşu olmayan, üstelik ne doğru dürüst bir eğitimi ne de belli bir mesleği olan, avare bir adam. Yeni romanı ‘Gömülü Dev’ yayınlandığından beri Kazuo Ishıguro, İngiliz yayın piyasasının en önemli gündem maddelerinden biri haline geldi. Olay, fantastik/mitik bir anlatı damarına, şimdiye kadar yabancı durmuş bir kıdemli yazarın girip giremeyeceğiyle ilgili… Dünyayla aynı anda bizde de yayınlanan ‘Gömülü Dev’, edebiyat eleştirmenlerinden de geçerli aldı. Kabaca, Kral Arthur sonrası dönemde, mistik bir unutuştan muzdarip yaşlı bir çiftin, Britonlar ile Saksonların düşman kardeşler olarak tetikte yaşadıkları bir coğrafyada, oğullarının köyüne doğru seyahate çıkmaları ve devler, ejderler, savaşçılar ve Yuvarlak Masa emeklileriyle dolu bir macera yaşamaları olarak özetlenebilecek bu roman, çok satar listesinin tepesine – en azından İngiltere’de- kuruldu. Sırası gelmişken quest türü romanların en neşeli temsilcilerinden biri olan Terry Pratchett’ın ölümünden duyduğum üzüntüyü de belirteyim, nedense fantezi/bilimkurgu yazarları erken ayrılıyor . EDEBİYAT ALEMLERİNDE KONUŞULAN 3 MEVZU 1 2 İngiliz Yazar Louis de Bernieres, son kitabı ’Kanatsız Kuşlar’da Mustafa Kemal Atatürk’e geniş yer verdi v en ünlü yazar, “O kitap Atatürksüz olmazdı.Çünkü o dönemde yapılan bütün büyük işlerde Atatürk çıkıyor karşınıza” dedi. 3 Köy kökenli bir ailenin çocuğu olan ve hayatı boyunca taşıdığı o iri gövdesinin altında tam bir çocuk ruhu taşıyan ünlü yazar Honore De Balzac’ın, kitabını yazarken duyduğu sonsuz cinsel isteğini, gün içerisinde beraber olduğu altı kadınla ancak giderebilmesi. Dünyanın okunabilir en küçük kitabınının yaratıcısı şair, yazar ve Uluslararası Aktivist Sanatçılar Birliği Kurucu Başkanı Ümit Yaşar Işıkhan’a dünyanın en küçük kitaplığı armağan edildi. İNSANI KEŞFETMEK İSTEYENE Mucize Tatlı / Giuseppina Torregrossa / Doğan Kitap Özellikle belirtmekte fayda var ki, kitabın yazarı Torregrossa İtalya’nın en tanınmış jinekologlarından. Bu nedenle yarattığı kahraman Agata’nın ailesindeki bütün kadınların hikayesinde arzulu bir erkek var. Ama bu hikayelerin tartışmasız başrol oyuncusu memeler! Agata’nın teyzeleri Nellina ve Titina ileri yaşlarında tek göğüsleriyle kalmış birer Amazon. KÜLT BİR ROMAN OKUMAK İSTEYENE Şahika / Archıbald Joseph Cronın / Altın Bilek Yayınları Archıbald Joseph Cronın’ın milyonlarca okura ulaşan efsane romanı ‘Şahika’, Pınar Temurcan’ın harika çevirisiyle raflardaki yerini aldı. Pek çok modern yazara ilham veren, sinema filmi ile milyonlarca insanı etkilemeyi başaran Şahika, yazıldığı günden bugüne yetmişin üzerinde ülkede yayımlanan kült bir roman… Genç bir doktor, 1920’lerde salgın hastalık, fakirlik ve batıl inançlarla karşı karşıya kalır… Sonrasında mı... 13 4 bin polis alınacak Genç doktor trafik kazasında hayatını kaybetti Sağlık Bakanlığı, Emniyet Genel Müdürlüğü ile işbirliği yaparak, sağlık çalışanlarına yönelik şiddetin engellenmesi amacıyla büyük hastanelerde 4 bin polis istihdam etmeye hazırlanıyor. Sağlık Bakanlığı Müsteşarı Eyüp Gümüş, Samsun Göğüs Hastalıkları ve Göğüs Cerrahisi Hastanesinde Opr. Dr. Kamil Furtun’un uğradığı silahlı saldırı sonucu hayatını kaybetmesiyle yeniden gündeme gelen sağlık çalışanlarına yönelik şiddet konusuyla ilgili AA muhabirine yaptığı açıklamada, sağlık çalışanlarının Türkiye’nin her yerinde yüzlerce hastaya hizmet verdiklerini söyledi. Günde yaklaşık 1 milyon vatandaşın hastanelere gittiğini dile getiren Gümüş, “Bunların içerisinde sabıkalı olanlar, madde bağımlıları, sorunlu hastalar, husumet olayları da olabiliyor. Hastanelerimiz her türlü adli vakanın da gelebildiği alanlar. Burada şiddet giderek artmaya başladı” dedi. Kırıkkale’de otomobilin devrilmesi sonucu 1 kişi öldü, 1 kişi yaralandı. Ahmet Burak Kaplan (26) idaresindeki 31 ARR 81 plakalı otomobil, Kaman-Ankara karayolunun İğdebeli köyü yakınlarında, karşı şeride geçerek devrildi. Kazada ağır yaralanan sürücü, Karakeçili Devlet Hastanesine, Meryem Akyıl ise (26) Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesine kaldırıldı. Sürücü, hastanedeki müdahaleye rağmen kurtarılamadı. Bingöl’ün Yedisu ilçesinde doktor olarak görev yaptığı öğrenilen Kaplan’ın cenazesi, Kırıkkale Yüksek İhtisas Hastanesi morguna kaldırıldı. bu ay neler oldu? Sağlıkta şiddet son bulmuyor Sağlıkta şiddet, geçtiğimiz ay Samsun’da silahlı saldırı sonucu yaşamını yitiren Op. Dr. Kamil Furtun’dan sonra da devam ediyor. “KELLE KOLTUKTA ÇALIŞIYORUZ” Saldırganlardan şikayetçi olduğunu belirten İyikesici, 10 gün iş göremez raporu aldığını kaydetti. Olaydan sonra psikolojik travma yaşadığını ifade eden İyikesici, “Bu tip olayların bir daha yaşanmasını istemiyorum. Okmeydanı Hastanesi’nde hiçbir güvenlik önlemi yok. Resmen kelle koltukta çalışıyoruz. Bir takım önlemlerin alınmasını istiyorum” diye konuştu. Okmeydanı Eğitim ve Araştırma Hastanesi Kadın Doğum Kliniği’nde görevli asistan hekim, hasta yakınları tarafından darp edildi. İstanbul Tabip Odası üyeleri ve yöneticilerinin aralarında bulunduğu sağlık çalışanı bir grup, hastane önünde bir açıklama yaparak saldırıyı kınadı. Eyleme darp edilen asistan hekim Mustafa Okan İyikesici’nin yanı sıra Türk Tabipler Birliği 2. Başkanı Prof. Dr. Raşit Tükel, İstanbul Tabip Odası Yönetim Kurulu Üyesi Dr. Ozan Toraman ile hastanede çalışan sağlık personeli katıldı. Burada bir konuşma yapan asistan hekim Mustafa Okan İyikesici uğradığı saldırıyı anlattı. 14 GÜVENCESİZ KOŞULLARDA ÇALIŞILIYOR Raşit Tükel ise konuşmasında sağlık çalışanlarına yönelik kontrolden çıkmış şiddet olaylarıyla karşı karşıya kalındığını dikkat çekti. Tükel, “Günde 30 sağlık çalışanı şiddete uğruyor, ayda bin şiddet vakasıyla karşı karşıya kalıyoruz. 2002 yılında sağlıkta dönüşüm programının uygulanmaya başlaması ve hastalarımızın giderek bu program içerisinde mağduriyetinin arttığı bir dönem yaşıyoruz” dedi. SEVK SİSTEMİ YENİDEN Mİ GELİYOR? Prof.Dr.Eyüp Gümüş: Bu yıl yaklaşık 6 bin kadar hekim kadromuz geliyor Ağustos ayında. Seneye daha fazla. Bunların büyük bir kısmını aile hekimliğine kaydıracağız. Örneğin Bolu ilini ele alalım. Buraya ciddi bir aile hekimliği organizasyonu yaptık nüfusa göre. 2500 kişiye bir aile hekimliği koyduk. Şu an 3.700 ortalama. O zaman o aile hekimliğinin işyükü çok artmaz. Daha önce bu organizasyon hiç yapılmadığı için bir anda aile hekimleri patlamıştı. Bunu bir iki ilimizde artılarını ve eksilerini, vatandaşımıza bir kamuoyu algısı yaptırarak, bilgilendirerek yapacağız. Aynı zamanda ultrason, röntgen sistemini de aile hekimliğine entegre edeceğiz. Yani vatandaşın yüzde 90 işinin çözüldüğü bir ortamı hazırlamamız gerekiyor. Aile hekimlerinden Savcı’nın o cümlesine kınama! İkiz çocuklarına aşı yaptırmamasıyla gündeme gelen Savcı’ya, yaptıkları işlem karşılığında döner sermaye almayan aile hekimlerinden kınama geldi. AHEF Genel Sekreteri Dr. Lütfi Tiyetli, savcı tarafından yapılan açıklamaların gerçeği yansıtmadığı ifade ederek şunları söyledi; “Yeni doğan bebekleri için aşı yaptırmayı reddeden ebeveynlerin, Türkiye’de bebeklerin bağışıklama sorumluluğunu alan Aile Hekimleri için yaptıkları söylemler gerçeği yansıtmamaktadır. Biz Türkiye’nin aile hekimleri olarak en büyük hedefimiz, gelecek nesillerin dünden daha iyi şartlarda, daha sağlıklı yaşamasıdır. Aile Hekimliğinde döner sermaye uygulaması olmadığı gibi, aşılar üzerinden her hangi menfaat sağlanması da söz konusu değildir. Yapılan bağışıklama hizmetleri herkes için aynıdır. Karikatür: Dr. Serdar ÇELİKTAŞ 15 Kürşat BAŞAR YAZAR YÜREĞİNİN GÖTÜRDÜĞÜ YER NERESİ? SON ZAMANLARDA GİTTİKÇE DAHA FAZLA DUYUYORUM BAZI SÖZLERİ… Bunlardan biri ‘Carpe Diem’. ‘Hayatı yakala’ ya da ‘an’ı yaşa’ anlamlarında kullanılan bir söz. Ne çok kadının sosyal medya hesaplarında motto gibi kullanılıyor. ‘Yüreğinin götürdüğü yere git’ ya da ‘hayat bir gündür, o da bugündür’ gibi sözlerde var. Bana ilginç gelen bu sözleri söyleyenlerin çoğunun pek öyle ‘an’ı yaşayan, kafasına göre takılan, bir anda bütün hayatını değiştirip maceralara atılan insanlar olmaması… Hatta tam aksine, olur olmaz şeylerden sorun çıkartan, ele güne kafayı takıp dertlenen, üstüne vazife olmayan her şeyle uğraşıp kendisini unutan insanlar içlerinde… Belki de içimizde kalan, hiç gerçekleştiremeyecek olsak da bize büyülü gelen bir şey. Belki yalnızca bir özlemi dile getiriyor. Değil gününü yaşamak, ‘an’ın tadını çıkartmak, yarını boş vermek filan, en keyifli tatilde bile yemeğin bilmemnesine takıp sorun çıkartanlar var ‘carpe diem’ mottosu yazıp duran arkadaşlarımın arasında.. Kim bilir insan belki de belli bir yaşa gelince artık en azından gençlere ‘hayatını yaşa, fazla dert etme her şeyi’ demek istiyor. Carpe diem aslında, Horatius’un bir şiirinde geçer. ‘Biz daha burada konuşurken, zaman uçmuş gitmiş olacak, günü yakala, yarın da gelip geçecek çünkü, dün olacak…’ der. 16 Hazcı felsefenin bir terimi gibi anlaşılır daha çok ama örneğin çok daha sonraları Byron’un kullanacağı anlamıyla, hayatı boş kaygılarla geçirmek yerine anlamlı ve güzel yaşamak şeklinde de anlaşılabilir. Ünlü ‘Ölü Ozanlar Derneği’ filmini hatırlarsınız. Orada unutulmaz öğretmen tiplemesinde Robin Williams, bir derste öğrencilerine carpe diem’i hatırlatıyordu. Okuttuğu şiir de, ‘Henüz vakit varken tomurcuklarını topla / Zaman hala uçup gidiyor / Ve bugün gülümseyen bir çiçek yarın ölmüş olacak…’tı. Sonra öğrencilerine geçmişte kendileri gibi pek çok genç insanın hayata sonsuz umutlarla başladığını, pek çok şeyi başaracağına inandığını ama şimdi hepsinin çoktan çiçeklere gübre olduğunu söyler ve şöyle der: “Carpe, carpe diem. ‘An’ı yaşayın ve hayatınızı olağandışı kılın…” ‘An’ı yaşamak hayatı olağandışı kılmak… Elbette pek çoğumuzun istediği ama başaramadığı bir şey. Felsefenin en temel tartışma konularından biri aslında… Yalnızca kurulu düzen açısından değil, hayatın gerçek anlamının ne olduğu sorusu… Elinizde bilinmeyen bir süre varken, yarın ne olacağımızı hiçbirimiz tam olarak bilemezken pek de mutlu olmadığımız bir hayatı sürdürmeye çalışmak mı doğrudur yoksa istediği gibi yaşayıp pek çok riski göze almak mı? Elbette günümüzdeki tartışma biraz daha farklı. Aslında ‘Ferrarisini Satan Bilge’ misali, fazla risk almadan bütün hayatını değiştirebilecek olanlar tartışıyor konuyu. Yoksa, çoluk çocuk bir yanda, iş güç bir yanda, toplumsal düzenin normları bir yanda, aile, geçmiş ve kişisel durum bir yanda sizi belirlemişken yüreğinin götürdüğü yere gitmek pek o kadar kolay değil. Bu konuyu oldukça ciddiye alıp sıkça dile getiren bir arkadaşımız vardı. Bir gün kocası ondan ayrılıp yeni bir sevgili buldu. Arkadaşımız, kıyametleri kopardı elbette ve ‘Meğer ne yanılmışım, hayatımı bir alçakla geçirmişim’ gibi şeyler yazmaya başladı eskiden ‘carpe diem’ yazdığı sosyal medya sayfasına… “İyi ama yüreğinin götürdüğü yere git deyip duran sen değil miydin? Adam da öyle yapmış, şimdi niye kızıyorsun?” diyemedik tabii kendisine… Ayrıca insanın, yüreğini dinleyerek gideceği her yer de gerçekten beklediği yer olmayabilir… Bir arkadaşım bu konuyu tartışırken, karısına dönüp, “Yahu ne yüreğinin götürdüğü yeri, sen beni arkadaşlarımla maça göndermiyorsun…” deyiverdi örneğin. Bir başka arkadaşımız daha gerçekçi çıktı ve bu felsefik tartışmayı pek manasız Eğer imkanınız varsa ya da bazen bulduğunu şu sözlerle anlattı: “Yarın hayatın sizi getirdiği bir noktada ister çocuklardan biri öğleden sonra istemez yeniden başlamak zorunda okuldan alınacak, öteki akşamüstü kaldıysanız gerçekten de bundan kursa gidecek, ben işten çıkıp bu sonra ne yapmak istediğinizi yeniden ikisine yetişmek için 1,5 saat araba düşünüp bir şeylere başlayabilirsiniz. kullanacağım. Yeni aldığımız evin Ve belki tamamen hazcı felsefenin taksitleri altı yıl sonra bitiyor, bu arada kullandığı anlamda değil de, bu çocuklar büyüyüp üniversiteye sözleri günlük hayatımızın içine farklı başlayacaklar, onların geleceğini bir biçimde taşıyabiliriz. düşünmekteyim, o yüzden carpe mi Hayatın içindeki küçük, gereksiz diyem, ne diyem bilemedim…” ayrıntıları takmayarak, elimizde olmayan, değiştiremeyeceğimiz konuları dert edinmeyerek, bazı şeyleri belki de görmezden Evet şairane sözleri seviyoruz ama gelerek, kendimize ve gerçekte ne hayatı fazla ciddiye almamak, istediğimize daha fazla odaklanıp gelecek planları yaparken yalnızca kendi özel yanlarımızı geliştirerek kendi zevkimize göre tasarlamak o aslında yaşadığımız hayatı daha kadar kolay değil. anlamlı kılabiliriz. Hayatınızı olağandışı kılmak birdenbire her şeyi altüst etmek, bir anda olmadık maceralara kalkışmak yerine her gününüze farklı bir gözle bakabilmek anlamına da gelebilir. Her gününüze ama aslında kendinize farklı bir gözle bakabilmek ve belki de başkalarına da kendinizi, onların istediği değil de sizin istediğiniz şekilde anlatabilmek… Bizi gerçekten heyecanlandıran, bize gerçekten mutluluk veren, zaman elimizden kayıp gitmeden bizi bu hayatta farklı kılan şeyleri bulup hayatımızı biraz daha anlamlı hale getirebiliriz. Çünkü gerçekten de değerli olan tek şey zamandır. 17 ONKOLOJİ MERKEZİ Medicana International Samsun Hastanesi Onkoloji Merkezi, kanserin tanı ve tedavisini bilimsel veriler ışığında; alanında uzman hekimler, ileri teknolojik altyapı, tüm branşların bir arada bulunduğu multidisipliner bir yaklaşım ile gerçekleştirmektedir. Merkeze başvuran hastalar, bütüncül bir tedavi planı ile değerlendirilmekte ve hastaya özel uygulamalar yine konsey kararı ile belirlenmektedir. Medicana International Samsun Hastanesi Onkoloji Merkezi’nde; hedefe yönelik ilaç ve molekül uygulamalarının yapıldığı Tıbbi Onkoloji, 3 Boyutlu Konformal Radyoterapi ve yoğunluk ayarlı radyoterapi ( IMRT ) imkanı sunan Radyasyon Onkolojisi, tüm solid organ tümörlerinin cerrahisinin hem açık hem de laparoskopik olarak yapılabildiği Onkolojik Cerrahi hizmeti sunulmaktadır. Hastalar, en gelişmiş kanser tedavilerinin yanı sıra merkezde psikolojik destek alma imkanına da sahiptir. Onkolojide hedefe yönelik tedaviler; Medikal Onkoloji Medicana International Samsun Hastanesi Tıbbi Onkoloji ünitesinde teknolojik ve bilimsel olarak en güncel tedavi protokolleri uygulanmaktadır. Yalnızca kanserli hücreyi hedefleyemeye yönelik akıllı ilaç ve antikor tedavileri, hastaların yaşam süresi ve kalitesini artırmakta, kanserli dokuda bulunan bazı antijenik yapıları tanıyarak, yalnızca bu hücrelerin yok olmasını sağlayıcı özellikleri ile sağlıklı dokulara verilen zararı minimum düzeye indirerek, hasta için yan etki oluşturabilecek sorunları da ortadan kaldırmaktadır. Son jenerasyon ışın tedavi teknolojisi; Radyasyon Onkolojisi Medicana International Samsun Hastanesi Radyasyon Onkolojisi Bölümü’nde kanser tedavisinde devrim niteliği taşıyan en yeni jenerasyon ışın tedavi teknolojisi olan IMRT ( Yoğunluk ayarlı radyoterapi ) ve 3 Boyutlu Konformal Radyoterapi sistemi kullanılmaktadır. Sistem; doğru hedef üstünlüğü ile tedavi odağına daha iyi isabet eden ışınlama, yüksek performanslı tedavi sürecini hasta konforu için bir arada sunabilen özelliklere sahiptir. 18 Hastaya özel kanser cerrahisi Donanımlı cerrahi ekibi ile akciğer, meme, gastrointestinal, jinekolojik ve diğer tüm alanların kanserinde hastalar ameliyat öncesi onkoloji konseyinde değerlendirilmektedir. Hastaların tedavi kararları konseye katılan hekimlerin ortak görüşleri doğrultusunda; hastanın yaşı, tıbbı ve psikososyal durumu, istek ve beklentileri göz önüne alınarak değerlendirilir. Merkezde; gastrointestinal, tiroid bezi, meme ve böbreküstü bezi tümörleri; yumurtalık, rahim ve rahim ağzı tümörleri ile vajina ve vulvaya ait tümörler; kemik ve yumuşak doku tümörleri, akciğer ve toraks duvarı tümörleri, pediatik cerrahi, beyin cerrahisi, santral ve periferik sinir sistemi tümörleri, deri tümörleri ve melanomlar; prostat, mesane ve böbrek tümörleri; larenks ve boyun tümörlerinin cerrahisi başarı ile gerçekleştirilmektedir. Konsey kararı ile kişiye özel tedavi Onkolojik tedavinin her hasta için farklı olması anlayışı ile hizmet veren merkez, hastaya tedavi programını, 3 farklı uygulamanın çeşitli kombinasyonu şeklinde yapmaktadır. Medikal Onkoloji’de kemoterapik ajanlar, Radyasyon Onkolojisi’nde iyonizan radyasyon kullanılmakta ve Onkolojik cerrahide de tümöral oluşum ameliyat ile çıkarılmaktadır. Medicana International Samsun Hastanesi On- koloji Merkezi, bu üç tedavi basamağını, ulusal ve uluslararası alanda çok önemli başarılara imza atmış akademik kadrosu, kişiye özel tedavi uygulaması ilkesi ile oluşturan kişisel tedavi alanları ve hastanın her açıdan değerlendirildiği ve en uygun tedavi seçeneğinin belirlendiği konsey kararları ile gerçekleştirmektedir. Kişiye özel tedavi protokolleri belirlenerek, multidisipliner bir yaklaşım ile tedaviler gerçekleştirilmektedir. Tedavi süreçlerinde hastaların diyet programları, psikolojik yapıları, sosyal uyumları, yaşam kaliteleri ve beklentileri göz önüne alınarak gerekli planlamalar yapılmaktadır. Hastalara özel mimari alanlar Medicana International Samsun Hastanesi Onkoloji Merkezi, hastalara özel tasarlanan mimari alanları ile de öne çıkmaktadır. Hem Tıbbı Onkoloji hem de Radyasyon Onkolojisi ’nde kullanılan dinlendirici ve sakinleştirici özellikte renk tonlarının kullanıldığı geniş ve ferah bekleme alanları planlanmıştır. 19 TÜP BEBEK MERKEZİMİZ HİZMETİNİZDE Tüp Bebekte En Çok Merak Edİlenler Tüp bebek uygulamalarında gebe kalma şansını belirleyen faktörler? Tüp bebek uygulamalarında gebe kalma şansını belirleyen birçok nokta bulunmaktadır. Bunlardan en önemlisi tedavi görmekte olan kadının yaşıdır. Gebe kalma şansı 35 yaşından genç kadınlarda en yüksek, 35-38 yaş arasında kabul edilebilir, 38-40 yaş arasında azalan, 40-42 yaş arasında yine de ümidimizi muhafaza ettiğimiz, 42-44 yaş arasında ise gittikçe düşmüş durumdadır. Transfer edilen embryo sayısı da gebelik şansını belirleyen bir faktördür. Tüm yaş gruplarına bakıldığında tek embryo transferi ile gebelik beklentisi % 28 dolaylarında iken, çift embryo transferi ile bu oran % 45’e çıkmaktadır. Tek embryo transferi yapılan vakalarda geriye dondurulabilecek birçok embryo kalmaktadır ve bunların kullanımı ile de ciddi oranda ilave gebeliklere ulaşılmaktadır.. Ciddi derecede erkek faktörüne bağlı infertilitede, spermin ciddi şekil bozukluğu gösterdiği çiftlerde ve sperm üretiminin testiküler yetmezlik nedeniyle bozulduğu azoospermik vakalarda yine gebelik şansı tüp bebek tedavisinde düşmektedir. sayısı arttıkça gebelik beklentisinde bir azalma olacaktır. Bu nedenle 8. ya da 10. denemeden sonra gebelik öykülerine tanık olmaktayız. Dondurulmuş embriyolar ile gebelik şansımız var mı? Transfer sonrası nelere dikkat etmem gerekiyor? Bazı tüp bebek uygulamalarında transfer edilen embryoların dışında elimizde geride çok iyi kaliteli embryolar kalabilmektedir. Bu embryoların dondurulup saklanması, aileye ileride tekrar bir gebelik şansı verebilmektedir. O nedenle embryo dondurma hastalar için çok faydalı bir uygulamadır. Dondurulan embryolar çözündükten sonra % 70-80 canlı kalmakta ve % 50-70 oranında gebelikle sonuçlanmaktadır. Dondurulmuş embryolar ile elde edilen bebeklerin sağlığı, doğal yolla elde edilen gebeliklerden farklı değildir. Halk arasında düşünülenin aksine, transfer sonrası hareket etmek, ağır kaldırmak, seyahat etmek, öksürmek, ıkınmak, yükseğe uzanmak, transferden hemen sonra ayağa kalkmak gibi aktivitelerin gebeliğin tutunma ve devamı üzerine herhangi hiçbir olumsuz etkisi yoktur. Bu dönemde dikkat edilmesi gereken doktorların önerdiği ilaçları düzenli kullanılması ve eğer yumurtalıklar aşırı derecede uyarılmış ve büyümüşlerse de fazla ağrı ve rahatsızlık duyulmaması için dinlenilmesidir. . Tüp bebekte düşük daha mı sık izlenmektedir? Tüp bebek tedavisi ile elde edilen gebeliklerde düşük riski, normal yolla kalınan gebeliklerden çok az daha yüksektir. Bunun nedeni tedaviden değil, gebe kalamamaya neden olan problemin kendisinden kaynaklanmaktadır. Tüp bebeği en fazla kaç defa deneyebiliriz? Tüp bebek Deneme sayısı konusunda bir sınır bulunmamaktadır; fakat iyi merkez- gebeliklerinin başında lerde yapılan tedavilere rağmen izlenen vajinal gebeliğe ulaşılamamışsa, deneme kanamalar normal midir? Gebe kalmış hiçbir hastada vajinal kanama normal kabul edilmemelidir ve doktora mutlaka danışılmalıdır. Fakat öte yandan da tüp bebek gebeliklerinin başında vajinal kanama ve lekelenmelere çok sık rastlanılmaktadır. Bu mutlaka kötüye gidişin bir göstergesi olmayabilir. 20 Embriyoların yumurta toplama işleminden sonra 5. gün mü transfer edilmeleri gerekmektedir? Çiftler; medyada yer alan haberlerin etkisiyle embryo transfer günleri 5. gün olmayınca bazen üzüntüye kapılmakta ve şanslarının azaldığını düşünmektedirler. 5. gün (blastokist) transferi bazı ailelerde gebelik şansını artırırken, bazı ailelerde tam tersi etki yapıp bu şansı azaltabilir. Blastokist transferi yapabilmek için bazı şartların oluşması gerekmektedir. Tedavi sonrası toplanan yumurta sayısının 10 adetin üstünde olması, 3. gün en azından 3 adet birinci kalitede embryo gelişiyor olması gibi. Bu şartlar yoksa blastokist transferine gitmek mevcut şansın azalmasına neden olabilir. O nedenle her denemede şansın daha yüksek olduğu bir transfer günü vardır. Bazen 5. gün uygunken, çoğu vakada 3. gün transferleri en yüksek başarıyı vermekte, eldeki embryo sayısı çok az ise de bazen 2. gün transeri tercih edilmektedir. 21 RÖPORTAJ ‘MİSAFİR AVRUPA ÜLKELERİ ÖNEM VERİYOR HASTA’ TANIMI YAPILMALI Gelişmiş ülkelerde be- Elektronik Kayıt Sistemi’ne (EKS) gönderilmesi ve aile hekiminin erişkin aşılarını aynı bebeklerde olduğu gibi sistemde görebilmesi gerekiyor. Dr. Fikret KURT AZİMLİ OL VE FARK YARAT Başarı öyle havadan gelmiyor. Muğla Aile Hekimleri Derneği Kurucu Üyesi ve Genel Sekreteri Dr. Fikret Kurt, görev yaptığı Aile Sağlığı Merkezi’nin şartları da göz önünde bulundurulacak olursa, 23 yıllık kariyerinde çok önemli bilimsel bir çalışmaya imza attı. ‘65 Yaş Üstü Erişkin Bağışıklama Sorgulama Programı’ adlı projesiyle AHEKON 2012’de ödül aldı. 2011 yılında poliklinik için başvuran 65 yaş üstü hastalara yapılan influenza aşı sayısı 204 iken (yüzde 39 Aşılama/Poliklinik), yarattığı program sayesinde 2012 yılında bu sayı 598’e (yüzde 95 Aşılama/Poliklinik) çıktı. SAHADA ÇALIŞMAK ZORDUR. BU ZORLUĞUN DERECESİ AİLE HEKİMLERİNE ANGARYA İŞLERİN DE YÜKLENMESİYLE DAHA DA ARTTI. Düşünün sahada aktif bir şekilde görev yapıyorsunuz. Bir taraftan aile hekimliğinin görev ve sorumluluklarını yerine getirmeye çalışırken diğer taraftan da angarya işlerle uğraşmak zorunda kalıyorsunuz. Tüm bu yoğun iş yükü arasında aile hekimleri için çok önemli bir projeye de imza atıyorsunuz. Bugün AHBS programına entegre edilen 65 Yaş Üstü Erişkin Bağışıklama Sorgulama Programı’nın mimarı Dr. Fikret Kurt ile bu projesini ve diğer merak ettiğimiz konulara dair keyifli bir söyleşi gerçekleştirdik. PROJENİN GELİŞMESİ İÇİN DESTEK GEREKİYOR Dr. Fikret Kurt’un oluşturduğu 65 Yaş Üstü Erişkin Bağışıklama Sorgulama Programı, sadece 65 yaş üstü hasta geldiğinde erişkin bağışıklama sorgusunu çalıştırıyor. Ama aynı sorgulama yaş sınırı aramaksızın hipertansiyon, diyabet, böbrek yetmezliği, dalak yokluğu gibi tıbbi endikasyonlarda da çalışabilmeli. Bu projenin bu yönde geliştirilebilmesi 22 için desteğe ihtiyaç duyduğunu belirten Dr. Kurt, “Programın en kullanışlı özelliğinden biri; siz hangi dönemde isterseniz sorgulamayı açıyorsunuz. Yani grip aşısı için Sonhabar aylarında programı aktif edebiliyorsunuz. Diğer aylarda ise pasif hale getirebiliyorsunuz. Diğer bir özelliği ise hazırlanan 4 aşıdan (influenza, pnömomokok, hepatit, tetanoz), istediğiniz aşıları aktif edebiliyor ve istediğinizi yine pasif hale getirebiliyorsunuz ” diyor. Fakat, programın doğru çalışabilmesi için aile hekimine kayıtlı hastaların tüm erişkin aşıları yapıldığı anda Aile Hekimliği Bilgi Sistemi’ne (AHBS) girilmesi gerekiyor. Eğer bir kişi aşılarını hastane ya da başka bir birimde yaptırırsa bilgilerin doğrudan bek-çocuk aşılarına yönelik bazı standartların oluşturulduğuna dikkat çeken Dr. Fikret Kurt, “Aynı zamanda Avrupa ülkelerinde erişkin bağışıklama programına da önem verilmeye başlandı. Bizde bu çalışmaları teşvik eden en önemli kişilerden biri Hacettepe Üniversitesi İç Hastalıkları öğretim üyesi Prof. Dr. Serhat Ünal’dır. Çünkü kendisi erişkin bağışıklama programlarıyla ilgili bizlerde çok ciddi farkındalık oluşturdu. Yine bu çalışmada bize yol gösteren ve çalışmamızı bilgisayar programına entegre etmeyi sağlayan Muğla Sıtkı Koçman Üniversitesi Tıp Fakültesi Aile Hekimliği Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Emine Neşe Yeniçeri’ye teşekkürlerimizi sunuyoruz” diyor. Dergimiz aracılığıyla sahada çalışan aile hekimlerine çağrıda bulunan Dr. Fikret Kurt, bilimsel çalışmalar için sahada görev yapmanın bulunmaz bir fırsat olduğunu ve bunun iyi bir şekilde değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor. Son 2 yıldır aile hekimlerinin haklarını aramak için eylemlerle uğraşmak zorunda kaldığını hatırlatan Dr. Kurt, Sağlık Bakanlığı’nın aile hekimleriyle uğraşmak yerine onların projelerine ve çalışmalarına destek vermesi gerektiğinin altını çiziyor. Muğla gibi tatil beldelerinde görev yapan aile hekimlerinin en büyük sorununun misafir hasta yoğunluğu olduğuna dikkat çeken Dr. Fikret Kurt, Sağlık Bakanlığı tarafından misafir hasta tanımının daha kapsamlı bir şekilde yapılması gerektiğini söylüyor. Bu tür yerlerde nüfus yapısının hareketli olduğunu belirten Dr. Kurt, performans sistemine harcanan zaman ve enerjinin de çok fazla olduğunu ifade ediyor. Peki, Muğla’da ASM kiraları yüksek mi ve ilgili merciler size bu konuda yardımcı oluyor mu? ASM kiraları çok yüksek. Bu konuda 2011 yılında çok büyük sorunlar yaşandı. Daha sonra bir nebze de olsa gereken düzeltmeler yapıldı, fakat yine de ASM kiralarımız gereğinden fazla yüksek. Halk Sağlığı Müdürlüğü’nün bize bu konu da çok yardımları oldu. Bazı ASM’lerdeki aile hekimlerimizin yerel yönetimlerle çok iyi iletişimler kurup sorunlarını çözdüğünü de görüyoruz. ÖZEL MİYİZ, YOKSA KAMU MU? Avrupalı meslektaşlarınızla bir kıyaslama yaptığınızda Türkiye’deki uygulamayı nasıl bulmaktasınız? Aile hekimliği uygulaması bizim ülkemizde asla layıkıyla yapılmadı, yapılamadı. Ne bizler aile hekimliği uygulamasına ait özel bir statüye geçebildik, ne de idarecilerimiz amirlikten vazgeçebildi. Öncelikle aile hekimliği uygulmasında statümüz belli olmalı. Özel miyiz, yoksa kamu mu? Kararı iyi vermeliyiz. Bazı şeyler özelleşmemeliydi, en ilginç örnek; sağlık ocaklarımızın sabit Türk Telekom numaraları asla şahsa özel satılmamalıydı. İdari arşivlerde bulunan birçok sabit telefon şu an yer değiştiren aile hekiminin taşınması ile nakledildi, kapatıldı. Hizmet verdiğimiz binaların standardı mutlaka bina 23 sahiplerince (Sağlık müdürlüğü, belediye vs.) oturtulmalıydı. Eski dönemde sağlık ocağı hizmeti verdiğimiz ve eksikleri olan birçok binaya “ASM olabilir” onayını veren idare daha sonra çıkarılan gruplandırma şartlarına uygun binalar olmadığını belirtti. Bu bir tezat değil mi? Yıllarca sağlık ocağında gerekli olmayan defibrilatör, biz aile hekimi olunca mı gerekli oldu? Hoş, alınan o defibrliatörler de adeta birer oyuncak gibi alındı, ASM’lere kondu ve şimdiden birçoğu bozulmaya başladı. Sadece defibrilatör için bu ülkeden kaç dolar çıktı hesap etmek lazım. Avrupa’da yapılan aile hekimliği sistemi konusunda bir bilgim yok, ama Türkiye’de sağlık ocağı sistemi, aksayan yönlerine rağmen bize daha uygun bir sistemdi. Bence sağlık ocağı sistemi revize edilebilirdi. Belki aile hekimliğine ilk geçildiği dönemlerde (bundan önceki Sağlık Bakanlığı dönemi) bakanlık tarafında da aile hekimliğini geliştirmek için çaba gösterilmekteydi, ama yeni bakanlık döneminde (son 2,5 yıldır) aile hekimliğini bitirmek için çaba gösterilmektedir. ÜVEY EVLATLARIZ Türkiye’de aile hekimliğinin geleceğini pek de iyi görmediğini belirten ve bu konuda oldukça karamsar bir tablo çizen Dr. Fikret Kurt, “Aile hekimleri şu an yasadan çok, sisteme sahip çıkacak bir bakanlığa ihtiyaç duymaktadır. Biz 2.5 yıldır bakanlığın üvey evlatlarıyız” diyor. Son zamanlarda sağlık çalışanları ve hekimlere yönelik şiddet olaylarında yaşanan artışa da dikkat çeken Dr. Kurt, “Bunun en büyük sebebi sağlık sistemini ve sağlık sistemindeki personeli popülist yaklaşımlara kurban eden siyasetçilerdir. Sağlıkta şiddette birçok siyasetçinin medyadaki beyanı körükleyici olmasıdır. Sadece bu iktidar döneminde değil birçok dönemde sağlık çalışanları hep oy malzemesi olarak kullanılmış ve hep itilip kakılmışlardır. Çok çarpıcı bir örnek vermek istiyorum. Daha 2012’de kuruluşun istediği yasaya aykırı rapor talepleri için doğru bir çözüm üretememiş, sadece vatandaşlara sağlıkla ilgili sorulardan oluşan anket tarzı sorularla “Veriverin gitsin” mantığını işletmiştir. Hiçbir yasal geçerliliği olmayacak “işe giriş raporu” vermedi diye birçok hekim arkadaşımız darp edilmektedir. Sözlü hakaretlerin ise haddi hesabı yoktur. Sağlıkta şiddet için yasa çıkarılmalıdır, ama bu yasayı çıkarırken asla oy toplayıcılar bu ekibin içinde olmamalıdır. Yani hukuk siyasetten üstün olmalıdır” diyor. Peki, ücret ve sözleşme yönetmeliği hakkında düşünceleriniz nelerdir? Biz Muğla ili olarak 2010 Aralık ayında aile hekimliğine geçtik ve o günden bugüne sadece ücret kaybı yaşadık. Asla iyiye gidiş olmadı. Daha bu ay bile yüzde 30’lara yakın mobil hizmet ödeneğimizde düşüşler oldu ve korkarım daha da kötüye gidecek. “ 24 “ bakanlık işçi sağlığı ve iş güvenliği ile ilgili “İşe giriş raporları ancak ve ancak işyerini bilen, gören, denetleyen bir işyeri hekimi veya OSGB firmalarınca verilebilir” diye bir kanun çıkarmışken, idareciler, işe giriş raporu olarak kullanılacak diye, aile hekimlerince verilen ve asla işe giriş belgesi olamayacak rapor olduğu iddia edilen birer cümlelik yazılara göz yummaktadır. Hatta bakanlık, birçok kurum ve Sadece defibrilatör için bu ülkeden kaç dolar çıktı hesap etmek lazım. 25 Doç. Dr. Murat GÜLTEKİN EL ELE VERİLEREK ÜSTESİNDEN GELİNECEK Kanser halen kalp ve damar hastalıklarından sonra dünyada en fazla ölüme neden olan ikinci hastalık olarak nitelendiriliyor. Bu madalyonun bir yüzü. Dünya kanserin tedavisine 480 milyar dolar civarında bir para harcıyor. Dünyada sadece tedavi masrafı değil, kanserin toplam maliyeti; iş gücü kaybı, ilaca, hastaneye ödenen para gibi unsurları da gözönünde bulundurduğunuzda ortaya bir trilyon dolardan fazla bir rakam çıkıyor. Peki, ülkemizde kanserle mücadelede son durum nedir ve aile hekimleri bu mücadelede ne gibi görevler üstlenecek? Türkiye’de 2007 yılından itibaren Kanser kontrol Programı’nın hayata geçirildiğini belirten Türkiye Halk Sağlığı Kanser Daire Başkanı Doç.Dr.Murat Gültekin, 4 ana evreden oluşan programda Aile Hekimleri’ne büyük görevler düştüğünü söylüyor. DOÇ.DR.MURAT GÜLTEKİN “ Aile hekimleri, kanser kontrol programında çok önemli bir rol üstleniyor. Bizim için önceliği olan konu kanser taramaları. Mamografi, rahim ağzı kanseri ya da bağırsak kanseri taramasından habersiz binlerce vatandaşımız var. Türkiye’de bu programın başarısı, vatandaşlarımıza aile hekimlerimizce tarama yapılmasıyla gerçekleşecektir.” 26 Dünya Sağlık Örgütü’ne (WHO) bağlı bir kuruluş olan Uluslararası Kanser Araştırmaları Örgütü’nün (IARC) verilerine göre, geçen yıl 17 milyon hastaya kanser teşhisi konuldu, 11 milyon kanser hastası ise yaşamını yitirdi. Buna karşılık kanser teşhisi konulduğu halde hayatta olanların sayısı 25 milyona çıktı. 2030 yılı itibarı ile yılda 26 milyon yeni hastaya kanser teşhisi konulacağı tahmin ediliyor. Hastalığın ülkelerin sağlık sistemlerine getirdiği yük, hastalarda ve ailelerinde yol açtığı duygusal yıkım ve topluma maliyeti ise tehlikenin boyutunu daha da gözler önüne seriyor. Ancak kanser tüm dünyada yayılırken, ölüm oranlarındaki dengesizliğin de yavaşca artmaya başladığı görülüyor. Avrupa Birliği, ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde kanserden ölüm oranları düşüyor. Buna karşılık kanserle mücadelede kaynakları yetersiz kalan orta ve düşük gelirli ülkeler- de, etkin tedaviler uygulanamadığı için ölüm oranları yükseliyor. Peki Türkiye’de Sağlık Bakanlığı tarafından 2007 yılından itibaren hayata geçirilen Kanser Kontrol Programı’nda ne aşamaya gelindi ve Türkiye’nin kanserle mücadelesinde aile hekimlerinin üstleneceği rol ne olacak? Bütün bu merak edilen soruların cevabını Sağlık Bakanlığı Türkiye Halk Sağlığı Kanser Daire Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin’den aldık. Kanserle mücadelede öncelikli hedefleriniz neler ve bu hedeflere ulaşmada aile hekimlerinin üstleneceği rol nedir? 2002 yılında ülkemizde kanserden ölümler tüm ölümlerin yüzde 12’sini oluşturmaktayken bu oran 2009’da yüzde 21’e çıktı. Kanserde benzer seyir devam ettiği takdirde, 2030 yılına gelindiğinde yıllık 22 milyon yeni vakanın ortaya çıkması yani 2008 verilerine göre yeni vakalarda yüzde 75 artış olması bekleniyor. Sık rastlanmakta ve görülme sıklığı zaman içinde hızla artmakta olan bu hastalığın tam ve etkin kontrolü ancak dinamik, çok yönlü, bilimsel, multidisipliner ve maliyet etkin bir program ile mümkün olabilecek. Bu nedenle 2011 yılında Birleşmiş Milletler onayı ile tüm dünya ülkeleri alınan tedbir kararları ile 2025 yılına kadar içinde kanserinde yer aldığı bulaşıcı olmayan hastalıklardan ölüm hızını yüzde 25 oranında azaltabilmek için ulusal kontrol programları hazırlamaya başladı. Türkiye’nin 2007 yılından beri mevcut olan kanser kontrol programının 4 ana maddesi var. Bunlar kanser kayıtçılığı, kanser önleme, kanser tarama ve kanserin tedavisi ile palyatif bakım. Özellikle ortaya çıkışının önlenebildiği, taramalarla ölümün yok edilebildiği ve erken teşhis edildiğinde tedavinin yaşam kalitesine çok şey katabildiği kanser türlerini göz önüne alırsak hastalığın tim kurullarında yer alıyoruz. Türkiye’nin takibi ve korunmanın önemi artıyor. kanserle olan mücadelesi ve konu ile ilgili alt yapısı geçmişlere dayanıyor. Bu nedenle Kanser Daire Başkanlığı olarak da uluslararası arenada isim yapmış bir daireyiz. Dünya Sağlık Örgütü’nün Avrupa bölgesinin kanser kontrol programlarını yürüten ve onları monitörize eden, kanser yönetim kurulu üyelerinden birisiyiz. Aile hekimleri tarafından gerçekleştiBu açıdan kanser kayıtçılığı, kanser rilecek olan taramalarla erken teşhis tarama-erken teşhis ve kanser önedildiğinde kanserin önlenebilir bir leme gibi konularda önemli işbirlikhastalık olduğuna dikkat çeken Doç. lerimiz mevcut. Dr. Murat Gültekin, bunun için de aile hekimlerinin bu mücadeleye destek Ayrıca DSÖ’nün kansere özel Uluslaraolması gerektiğini söylüyor. rası Kanser Araştırma Ajansı’nın (IARC) bilimsel komite üyesiyiz. Her yıl hem Peki, bunun uygulanabilirliği nasıl bilimsel hem de yönetim kurulu topsağlanacak? lantılarına katılıyoruz. Hangi maddeBurada sağlık personeli, kanserli haslerin kanserojen olduğu, hangilerinin ta ve yakını, sivil toplum örgütleri ve olmadığı konusunda tüm dünyayı bilim insanları her dört aşamada da etkileyen ciddi kararların alındığı topbir araya gelebilmeliler. Elbette ki bilantılara katılıp, bilimsel veriler eşliğinrinci basamak sağlık çalışanları çok de ülkemizin görüşlerini sunuyoruz. önemli. Çünkü Anadolu’nun en ücra köşelerine dek yaygınlaşmış ve halka DSÖ ile beraber çalıştığımız bir dien rahat ulaşabilen sağlık hizmetim ğer konuda elektro manyetik alanbirinci basamak hizmetidir. ların sağlık üzerine etkileridir. ElektGerek Aile Hekimleri gerekse Aile romanyetik alanlar, kablosuz internet, Sağlığı Elemanları kontrol programımızın dört başlığında da çok önemli rol sahibi olmakla beraber, bizim şu an için en önemli ve acil olarak yapılması gereken konu kanser taramalarıdır. Çünkü hala mamografiyi rahim ağzı kanseri ya da bağırsak kanseri taramasını duymamış binlerce vatandaşımız var. Bu vatandaşlarımıza Aile Hekimlerimizce tarama yapılması Türkiye’de kanser kontrol programının başarısı açısından çok önemli. Bunun dışında tedaviden ağrı kontrolüne, palyatif bakımdan evde sağlık hizmetlerine kadar tüm konularda Aile Hekimlerimiz çok etkin rol oynayabilirler. Ayrıca önleme çalışmalarının en önemli basamaklarından olan tütün ve obeziteyle mücadelede de önemli görevler üstlenmektedirler. Son olarak da kanser kayıtçılığında aile hekimlerine kayıtlı kanser vakaları ile destek olmaktadırlar. KONTROL ALTINA ALINABİLİR! Dünya Kanser Örgütüyle yürütülen ortak projeler var mı? Varsa bu projeler hakkında bilgi verir misiniz? Ülke olarak kanser alanında gerek Dünya Sağlık Örgütü (DSÖ) gerekse uluslararası kanser örgütlerinin yöne- cep telefonları ve kanser ilişkisi teknolojinin gelişmesiyle beraber gündeme gelmiş, pek çok araştırma ve bilimsel yayına konu olmuştur. Teknolojik cihazlar neredeyse takip edilemeyecek hızda gelişiyor. Her geçen gün, daha etkin ve daha az EM dalga yayılımlı cihazlar üretiliyor. Bununla beraber, uluslararası çalışmalar halen devam ediyor. Bu konuda DSÖ ve Avrupa Birliği Kanser kurullarının üyesi olarak bilimsel gelişmeler tarafımızca takip edilmekte ve kamuoyu bilgilendirmesi yapılmaktadır. 2012 yılında Dünya Sağlık Örgütü tarafından başlatılmış olan “Elektromanyetik Alanlar” Projesinde de ülkemiz aktif olarak rol alıyor. Bu proje aracılığıyla güncel bilimsel veriler ışığında uluslararası ortak standartların geliştirilmesi planlanıyor. İzmir Kanser Kayıt Merkezi 20 yıllık deneyimi ve sürekliliği nedeniyle 2013 yılında DSÖ’ye bağlı çalışan IARC tarafından dünya üzerinde seçilen 6 merkezden biri oldu, tüm Kuzey Afrika ve Doğu Akdeniz bölgesinde yer alan ülkeler için kanser kayıtçılığı DOÇ.DR.MURAT GÜLTEKİN Ka ns e rin RÖPORTAJ 27 eğitim merkezi olmayı başardı. Bu bölgelerden gelenlerin eğitimlerine devam ediliyor. ülkesinde ruhsatlanmış bir ilaca artık bizim insanlarımız da en hızlı şekilde ve dünya ile aynı anda ulaşabilmektedir. Elbette bazen de sosyal güvenlik kurumundaki ilaç geri ödeme ve fiyatlandırma politikalarımızın güncelleme hızının yeterli olmaması nedeni ile kanser ilaçlarına ulaşımda sorunlar yaşandığını biliyoruz. Ama resme topyekûn bakıldığında bu tür sorunların çok münferit görüldüğünü, her yıl yüzbinlerce hastamızın ilaçlarına sorunsuz bir şekilde eriştiğini söyleyebiliriz. 170 BİN KİŞİYE KANSER TEŞHİSİ KONDU Türk Kanser Araştırma ve Savaş Kurumu Derneği tarafından 2011 yılında Türkiye’nin kanser insidansını ortaya koyan bir araştırmaya imza atılmıştı. Bu araştırmanın verilerine göre 2011 yılında Türkiye’nin kanser insidansı 200 Bine ulaşmıştı. Peki, son güncellemelere göre bu veriler nelerdir? Türkiye Halk Sağlığı Kanser Daire Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin, son güncellemelerde Türkiye’de 170 Bin kişiye kanser teşhisi konulduğunu söylüyor. Üstelik bu kanserlerin 5’de 3’ü erkeklerde , 5’de 2’si ise kadınlarda görülüyor. Bu istatiski veriyi biraz daha açacak olursak her 100 Bin erkeğin 275’inde ve her 100 Bin kadının 182’sinde kanser görülüyor. Erkeklerde en sık görülen kanser türü prostat ve akciğer kanseri iken, kadınlarda en sık görülen kanser türü ise meme kanseri. Erkeklerde en sık görülen kanser türünün akciğer kanseri olmasındaki başlıca etmen ise tütüne bağlı faktörler. KANSERLE MÜCADELEDE AİLE HEKİMİNİN ROLÜ Türkiye’de kanserle mücadelede, kansere neden olan faktörlerin azaltılmasına yönelik çok ciddi adımlar atıldı. Kapalı alanlarda tütün kullanımı konusunda ciddi kararların alınarak hayata geçirilmesi bunlardan birisiydi. Türkiye Halk Sağlığı Kanser Daire Başkanı Doç. Dr. Murat Gültekin, obezite ile mücadele, kanser taramaları, kanserli hastalarda ağrı kontrolü ve semptom yönetimi yani kısaca palyatif bakımda aile hekimlerine ve aile sağlığı elemanlarına çok büyük bir görev düştüğünü söylüyor. 28 Kanser dünya genelinde her yıl 8 milyon ölüme neden oluyor. Kanserle mücadelede ve tedavide alternatif tıptan da yararlanmak düşünülüyor mu? Dünya genelinde ve Türkiye’de bu konuda yapılmış bir çok araştırmaya göre kanserli hastaların önemli bir oranının alternatif veya tamamlayıcı tıp tedavileri kullandığını biliyoruz. Bu anlamda uluslararası örneklerde irdelenerek en azından kullanılan bu tedavilerin kayıt altına alınması, doktor kontrolü altında olması ve potansiyel bir umut varsa bunların bilimsel gerçeklere uygun test edilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu amaçla Sağlık Bakanlığımızın Sağlık Hizmetleri Genel Müdürlüğüne (SHGM) bağlı Geleneksel, Tamamlayıcı ve Alternatif Tıp Uygulamaları Daire Başkanlığı kurulmuştur. Konuyla ilgili DSÖ ile ortak çalışmalar yürütmektedirler. Ayrıca Türkiye Sağlık Enstitüleri Başkanlığı (TÜSEB) yasası içesinde kurulan Kanser Enstitüsü ve Geleneksel ve Tamamlayıcı Tıp Enstitüsü kurulacak ve bu konularda AR-GE çalışmaları da yapacaktır. Mevcut durumda bu konular ile ilgili Başkanlığımıza iletilen sorulara günümüzün en güncel bilimsel verileriyle raporlar hazırlayarak vatandaşlarımızın sorularını yanıtlamaktayız. Gelecekte de bu konuyla ilgili yukarıda da bahsettiğim gibi ARGE amaçlı, bilimsel çalışmalar yapılacak ve buradan çıkan sonuçlar halkımız ile paylaşılacaktır. Ülkemizde kanser tedavisinde kullanılan ilaçlara devlet desteği var mı? Bu yönde atılacak adımlar ya da çalışmalar nelerdir? Türkiye bu konuda bir çok dünya ülkesine göre çok şanslı durumdadır. Bunu Türkiye’deki tıbbi onkoloji, pediatrik onkoloji, radyasyon onkolojisi, gibi kanser alanında çalışan uzmanlık örgütlerine sorduğunuz zaman kanser tedavisinde kullanılan hemen hemen bütün ilaçların devlet desteğiyle karşılandığını söyleyeceklerdir. Genel politikamız uluslararası standartlara girmiş tüm ilaç ve tedavilerin tüm vatandaşlarımıza ücretsiz olarak ulaştırılmasıdır. Bunun bu şekilde devam edeceğini umuyoruz. Zaman zaman kanser ilaçlarına erişim ile ilgili yaşanılan sorunlar medyada yer almakta. Bu sorun sadece fiyatla ilgili bir sorun değildir. Bazen üretim yeri ya da hammadde sıkıntıları nedeni ile yurt dışı üretim sorunları ortaya çıkmakta ve ilaç yoka girebilmektedir. Bu durumda ilaca ulaşım sorunu sadece Türkiye’de değil, Avrupa’da ve pek çok dünya ülkesinde görülebilmektedir. Bu tür sorunlarda gerek ülke olarak gerekse de uluslararası arenada değişik önlemler alarak ilaçların yoka girmesini önlemeye çalışıyoruz. Örneğin günümüz itibari ile 30’dan fazla kanser tedavisinde kullanılan molekülün yerli üretimi gerçekleştiren bir ülke olduk. Dahası kanser konusunda dünyanın herhangi bir Son olarak aile hekimlerine neler söylemek istersiniz? Tüm taramalarda elde edilen bir başka fayda ise, meme, bağırsak ve rahim gibi çok önemli organların erken teşhis ile kurtarılabilmesidir. Özellikle doğurganlık açısından bu son derece önemli bir konudur. Gereksiz radyoterapi ve kemoterapilerin önüne geçilmesi de bir diğer önemli avantajdır. 81 İlimizde kanser tarama sonrasında hastaların yönlendirilebileceği, kalite standartları belirlenmiş teşhis merkezleri organizasyon yapısı kurulmuştur. Bu yapıya göre; birinci basamakta tarama sonrası şüpheli hastalar tarama yapılan birim tarafından, o ildeki teşhis merkezinin görevli sekretaryasına yönlendirilmekte ve bu sekreterya kanalıyla ilgili randevuları ve süreç takip edilmektedir. Dünyada ve Türkiye de ölüm nedenlerinin başında gelen kanserle mücadelede Aile Hekimlerimiz ile birlikte ortak çalışmalarımız ile hedeflere ulaşmamız mümkün olacaktır. Kanserin erken evrede yakalandığında yüksek oranda tedavi edilebilir bir hastalık olduğu DSÖ (Dünya Sağlık Örgütü)’ünce de kabul görmüş bir gerçektir. 2013 yılından itibaren kanser tarama oranlarımızın arttırılması ve daha çok insanın hayatına dokunabilmek için Aile hekimlerimizin katkıları olmazsa olmazımızdır. Aile hekimlerimizin de bizi bu yolda yalnız bırakmayacaklarına yürekten inanıyorum. REKOR DÜZEYDE TARAMA GERÇEKLEŞTİRİLDİ Türkiye Halk Sağlığı Kanser Daire Başkanlığı’nın kanserle mücadelede aile hekimlerinden beklediği perfor- mansı ve çalışmayı, aile hekimleri beklentilerin de üstünde oldukça başarılı bir şekilde gerçekleştirdi. Bakın, aile hekimleri sadece geçtiğimiz yıl ülke genelinde rekor düzeyde tarama yaptı, KETEM, TSM ve ASM’lerde 350 Bin kadına meme, 500 Bin kadına rahim ağzı ve 800 Bin kadın ve erkeğe kalın bağırsak kanseri taraması gerçekleştirdi. Bu taramaların meme kanserinde 30 Bini, rahim ağzı kanserinde 104 Bini ve kalın bağırsak kanserinde 570 Bini aile hekimleri tarafından yapıldı. Bu rakamlardan da anlaşılacağı üzere aile hekimleri taramalarda kilit bir rol oynadı. Ancak toplum tabanlı taramaların etkin olabilmesi için hedef nüfusun en az yüzde 70’inin taranması gerekiyor. Taramalar aslında kanser kontrolünün sadece bir parçasını oluşturuyor. Aile hekimlerinin ne derece yoğun bir şekilde çalıştığının farkında olduklarını belirten Doç. Dr. Murat Gültekin, “Ancak kanserin üstesinden gelebilmek için desteklerine de sonuna kadar ihtiyaç duymaktayız. Bir toplum sağlığı sorunu da olan kanserin üstesinden gelmenin hepimizin ortak görevi olduğunu düşünüyorum. Sahada ilk aşamada halk ile iç içe çalışan Aile hekimlerimizi kanser kontrol çalışmalarına katkıda bulunarak, kanseri yenmeye gönül veren bizlerle beraber yürümeye ve kanseri hep beraber yenmeye davet ediyoruz” diyor. TÜRKİYE’DE, DSÖ VE ULUSLARARASI KANSER DERNEKLERİNİN ÖNERDİĞİ DOĞRULTUDA MEME, KALIN BAĞIRSAK VE RAHİM AĞZI KANSER TARAMALARI YAPILIYOR *Meme kanseri taramaları: 40 yaşından itibaren kadın nüfusa; gelişmiş teknolojiye sahip mamografi cihazları ile yapılıyor. Kadınlarda en sık görülen kanser olan meme kanserinde son yıllarda mamografinin erken teşhis açısından faydaları tartışılıyor. DSÖ bilimsel kurulu Ekim 2014’de mamografi konusundaki tüm şüpheleri masaya yatırdı ve meme kanseri taramalarında kullanılan yöntemler ile ilgili tüm yayınları değerlendirdi. Bu değerlendirme sonucunda mamografi ile meme kanseri taramasının meme kanserinden ölümleri en az yüzde 40 oranında azalttığı tespit edildi ve mamografi dışında diğer tarama yöntemlerinin meme kanserinden ölümleri azaltmadığı belirtildi. Mamografi programının uzun yıllardır sürdürüldüğü Amerika, Avustralya, İngiltere ve değişik AB ülkelerinde de meme kanserlerinin yaklaşık yüzde 70-80’i erken evrede tespit ediliyor. Türkiye’de teşhis edilen olguların yarısından fazlası erken evrede. Ancak birinci basamakta düzenli yapılan taramalarda teşhis edilen kanserlerin yüzde 80’i erken evrede. * Kalın bağırsak kanseri taramaları: 50 yaşından itibaren kadın ve erkek nüfusa; gaitada gizli kan kiti yardımıyla hızlı, pratik ve güvenilir şekilde yapılıyor. Dışkıda gizli kan saptanıp kolonoskopi yapılan kişilerde henüz kanserleşmemiş polip halindeki tümörler tespit edilerek kanser gelişmesi önlenebildiği gibi kanser gelişmiş olan olgularda da erken teşhis ile ölüm oranları azaltılıyor. Sadece Dışkıda Gizli Kan Testi ile kolorektal kanser taraması kanserden ölümleri yüzde 38 oranında, kolonoskopi ile yapılan taramalar ise kanserden ölümleri yüzde 60 ile 70 oranında azalttı. Dışkıda Gizli Kan Testi taraması ile yukarı bağırsak kanserlerinde yüzde 20, aşağı bağırsak kanserlerinde yüzde 70; tüm bağırsak kanserleri ele alındığında da yüzde 65 oranında erken evrede tespit etmek mümkün. *Rahim ağzı kanserleri taramaları: 30 yaşından itibaren kadın nüfusa yapılıyor. Rahim ağzı kanseri taramalarında Ulusal Servikal Tarama Standartları, Aralık 2012’de yapılan pilot çalışmalar, alınan uzman ve dernek görüşleri ile Kanser Daire Başkanlığı’nın çalışmaları sonucunda yenilendi. 30-65 yaş arası kadınlara her 5 yılda bir servikal smear yapılması şeklinde olan standartlara HPV testi eklendi. Bu halde birinci basamak sağlık hizmeti olarak 30-65 yaş arasındaki kadınlara her 5 yılda bir HPV testi ile servikal kanser taraması yapılıyor. HPV pozitif bulunan olguların yönetimi de refleks sitoloji ve HPV genotipleme ile birlikte yapılıyor. Mevcut tarama programında HPV testi negatif olan olgular 5 yıl sonra tekrar taramaya çağrılıyor. Dünya üzerinde serviks kanseri taramasının etkin ve kaliteli bir şekilde yapılabildiği ülkelerde serviks kanseri sıklık ve ölüm oranında yüzde 70’ten fazla azalma sağlandı. Serviks kanseri rutin tarama ile yüzde 95’in üzerinde bir oranda erken yakalanabilir ve yüzde 90’ın üzerinde başarı ile tedavi edilebilir. 29 kanatlı kapılarda karşılıklı iki tokmak bulunur. Bazılarında bir de küçük tokmak da vardır daha aşağısında. Bu iki tokmak birbirinden farklı sesler çıkarır. Biri kapıyı çalan kişinin erkek, diğeri bayan olduğunu bildirir ev sahibine. Küçük tokmak ise çocuklar için yapılmıştır. Ev sahipleri evde değillerse, bu tokmaklar iple birbirine bağlı, evdelerse ise ip çözüktür ve tokmaklardan birinden sarkar. Köyün yukarısında tarihi bir çamaşırhane bulunmaktadır. Eğer bu köye yolunuz düşecek olursa, bu çamaşırhaneyi mutlaka görmenizi tavsiye ederim. Bir de köy meydanında gözleme yemeyi sakın ihmal etmeyin. SAFRANBOLU Dr. Hasan KOCA Safranbolu evleri, Karabük iline bağlı Safranbolu ilçesinde, 18. ve 19. yüzyıl Osmanlı kent dokusunun günümüze kadar korunduğu bölgenin genel adıdır. UNESCO tarafından 17.12.1994’de Dünya Kültür Mirası listesine alınmıştır. Safranbolu evlerinin çok uzun süre depreme dayandığı rivayet edilir. Safranbolu evleri beyaz renklidir ve bu evler birbirinin önlerini kapatmazlar. 30 ESKİ SAFRANBOLU Safranbolu Karabük iline bağlı bir ilçedir. Şehrin daha yukarıda yer alan kent merkezi Yeni Safranbolu olarak anılır. Biz ise, geleneksel Türk toplum yaşamının özelliklerini yaşatan, tarihi ve kültürel eserlerini tüm insanlara sunan örnek bir kent olan Eski Safranbolu’yu gezeceğiz. Sahip olduğu zengin kültürel miras ve bu mirasın korumadaki başarısı Safranbolu’yu bir dünya kenti ününe kavuşturmuş ve UNESCO tarafından Dünya Miras Listesi’ne alınmasını sağlamıştır. 1200’ü koruma altında olan sayısız kültürel eseri bulunan Safranbolu, bugün kent ölçeğinde en iyi korunan yer olarak anılmaktadır. Hıdırlık Tepesi’ne çıkıp söyle tarihin fotoğrafını çekmeden olmaz. Tüm Safranbolu manzarasına hakimdir bu tepe ve kenti gezmeye gelenlerin genellikle ilk uğrak noktasıdır. Üyesi olduğum Zonguldak Fotoğraf Derneği, yılda en az iki kez düzenlediği Temel Fotoğrafçılık Semineri’ne katılan kursiyerlerini, uygulamalı çekim gezisi için genellikle Safranbolu’ya götürür. Ben de bu seminerlerde eğitmenlik görevi yaptığım için bu gezilerde, diğer eğitmenlerimizle birlikte birkaç yıldır sürekli Safranbolu’ya giderim. Fotoğrafa ilginiz olsun, olmasın en iyi Safranbolu rotasını anlatmak istiyorum bu ay sizlere. Aranızda mutlaka Safranbolu’yu göreniniz olmuştur. Görmeyenlerin bile az, çok bir fikri vardır Safranbolu hakkında. Safranbolu deyince akla hemen geliveren şeylerin başında kentin adını aldığı safran çiçeği gelir. Beraberinde Safranbolu evleri, hemen peşine de Safranbolu lokumu. İlla da çifte kavrulmuş. Bizim paketlenmiş halde yediğimiz bu lokumları kim yapar, kim kavurur pek de merak etmeyiz. YÖRÜK KÖYÜ Safranbolu’ya gidip de Yörük Köyü’nü görmemek olmaz. Karabük’ten Safranbolu istikametine giderken Kastamonu yol ayrımından o yöne dönmek gerekir Yörük Köyü’ne gitmek için. Yaklaşık 10 km gittikten sonra küçük bir yol ayrımı tabelası çıkar karşınıza. Buradan girdiğinizde yapısı neredeyse hiç bozulmamış köy evleriyle sizi karşılayacaktır. Bu evlerin en tipik özelliği kapı tokmaklarıdır. İki Birçoğu kaybolmaya yüz tutmuş zanaatkarları barındıran bu yaşlı kent, çoğumuzun ilgisini çekecek görüntüler oluşturur. Demirciler Arastası’nda demirciler her gün demire şekil verirken, fotoğrafçılar özellikle de Demirci Kazım Usta’yı hiç rahat bırakmazlar. Kazım Usta ocağını yaktımı, kapısında fotoğrafçılar yerlerini çoktan almışlardır bile. O çekiciyle kızgın demirini dövdükçe, basar deklanşöre fotoğrafçılar. Yemeniciler Arastası’nda bu kez Erhan Usta karşılar bizi. Yemenicilik Mesleği günümüzde unutulmaya yüz tutmuş mesleklerdendir. Yemeni Ustası Erhan BAŞKAYA, günümüzde yemenicilik mesleğini yapan nadir insanlardan biridir. Dükkanının içinde duran koltuk değneklerini fark etmezseniz, oturarak çalıştığı için engelli olduğunu fark edemeyebilirsiniz. Erhan Usta kendisinin hiçbir zaman 31 giyemeyeceği yemenileri yaparken, izlemeye doyamazsınız. Hatta Arasta’da közde pişen meşhur kahvelerinizi beklerken ya da yudumlarken gözünüz kayıverir dükkanının penceresine. Ustası hiç bitmez Safranbolu’nun. Bir yanda lokum ustaları, bir başka yanda cam ustaları, su kabağı ustaları. SAFRANBOLU EVLERİ Safranbolu’yu ülkemizde ve dünyada ön plana çıkaran en önemli unsur geleneksel Türk mimarisi tarzındaki Safranbolu evleridir. Safranbolu evleri iki ayrı kesimde gruplanmış durumdadır. Birincisi “Şehir” diye bilinen ve kışlık olarak kullanılan, ikincisi “Bağlar” diye bilinen ve yazlık olarak kullanılan kesimdir. Hemen hemen herkesin bir kışlık bir de yazlık evi vardır. Yöre halkı kışın şehirdeki evinde yaşar ve yazın havaların ısınmasıyla Bağlar’daki yazlık evine göçer. Safranbolu evinin boyutunu ve biçimini belirleyen üç temel unsurdan söz edilebilir. Çok nüfuslu büyük aile yapısı, yağışlı iklim, kültürel ve maddi zenginlik. Safranbolu evlerinin “çevreye saygılı” olarak tasarlandığı, günümüz mimarlarınca sıklıkla vurgulanır. Doğa-insan-ev, sokak-ev, sokak-çarşı ilişkileri son derece düzenli ve dengelidir. Çevreye olduğu kadar komşuya da saygı egemendir. Hiç bir ev diğerinin görüşünü engellemez. Tüm evler bahçe içinde, çoğunlukla üç katlı, 6-8 odalı, insan ihtiyaçlarına göre tasarlanmış ve estetikle biçimlendirilmiş büyük konaklardır. Evlerin yapımında taş, kerpiç, ahşap ve alaturka kiremit kullanılmıştır. Bahçeler sokaktan taş duvarlarla ayrılmıştır. Çift kanatlı büyükçe kapılarla bahçeye, bazen de doğrudan eve girilir. İhtişamı daha kapıda görmek mümkündür. Ahşap kanatlı pencerelerin sayısı oda büyüklüğüne göre değişmekle birlikte genellikle fazladır. Bir kısım büyük konaklarda havuzlu odalar bulunmaktadır. Havuzlar büyük hacimli ve insan boyu derinliktedir. 32 İNCEKAYA SU KEMERİ VE TOKATLI KANYONU Uzaktan bakınca küçücük gibi görünür ama içine girdiğinizde bir çırpıda gezebileceğiniz bir yer değildir Safranbolu. Her dükkanında saatlerce zaman geçirebilirsiniz. Ama bizim gibi günübirlik bir gezi yapıyorsanız, biraz acele davranmalısınız. Bazı güzellikleri bir sonraki gezilerinize bırakıp, gezerken sık sık ikram edilen lokumlarını tattığınız lokumcu dükkanlarından birinden lokumlarınızı aldıktan sonra hemen yola koyulmalısınız. Yeni Safranbolu’nun içinden geçip Tokatlı Kanyonu’na ulaşmalısınız gün bitmeden. Kanyona ulaştığınızda İncekaya Su Kemeri karşılar sizi. En iyi Kanyon manzarası Kristal Teras denilen bir gözlem alanından yapılır. Burada bir şeyler yiyip, çayınızı yudumlarken, günün yorgunluğunu da bir nebze atarsınız. Günün sonunda aklımızda tek bir soru kalır. Yediğimiz o güzel lokumları kim pişirir, kim kavurur? Belki bir daha ki gelişimizde bu sorunun cevabını öğrenebiliriz. 33 Hakan UZUN - TRABZON YAZAR SURİYE’Lİ MÜLTECİLERE, KORUYUCU SAĞLIK HİZMETLERİNİ KİM VERECEK? SURİYE’DE Kİ SAVAŞ SEBEBİYLE YAKLAŞIK 2.000.000 SURİYE’ Lİ MÜLTECİ KONTROLSÜZ BİR ŞEKİLDE ülkemize geçiş yaparak, mülteci kampları dışında, ülkemizin tüm illerine yerleşmişlerdir. Suriye’ li mülteciler sınır kapılarından, kayıt olmadan, herhangi bir sağlık kontrolünden geçirilmeden, bebekler ve çocuklar aşılanmadan, kontrolsüz bir şekilde geçiş yaptıklarından, dolayı, hem iç işleri açısından hem de sağlık açısından sorunlar yaşanmaktadır. Suriyeli Mülteciler, ülkemizde iki şekilde yerleşim göstermektedirler. Mülteciler için hazırlanmış olan kamplarda kalanlar ve mülteci kampları dışında ülkemizin her iline yerleşenler şeklindedir. Özellikle kamplar dışında kalan mültecilerin sayısı çoğunluğu oluşturmaktadır. Şimdi gelelim bu Suriyeli Mültecilere birinci basamak sağlık hizmetinin kim tarafından verilmesi gerektiğine … Bu konuda yine kanun, yönetmelik ve yönergelere bakalım 34 25.03.2015 tarih ve 2875 sayılı “Geçici Koruma Altına Alınanlara Verilecek Sağlık Hizmetlerine Dair Esaslar” a ilişkin Yönerge’ nin 8. Maddesi’nin 1. Fıkrasında; “Geçici korunanlara birinci basamak sağlık hizmetleri Halk Sağlığı Müdürlüğünce verilir.” hükmü yer almaktadır. Halk Sağlığı Müdürlüğü bu hizmeti Merkez ve Taşra Teşkilatı eliyle vermektedir. 07.03.2012 tarih ve 28226 sayılı Resmi Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe giren Sağlık Bakanlığı Bağlı Kuruluşları Hizmet Birimlerinin Görevleri ile Çalışma Usul ve Esasları Hakkında Yönetmeliğin Taşra Hizmet Birimlerinin Görev ve Kadroları başlıklı 35. Maddesinde yer alan “ Bağlı kuruluşların taşra hizmet birimlerinin görevleri, çalışma usul ve esasları, kadro standartları ve iş tanımları ile ilgili diğer hususlar Kurumlarının teklifi ve Bakan onayı ile yürürlüğe konulacak yönerge ile belirlenir.” hükmünün verdiği yetki ile 10.04.2012 tarih ve 1737 sayılı Bakan Olur‘ u ile Türkiye Halk Sağlığı Kurumu Taşra Teşkilatı Hizmet Birimlerinin Görevleri, Çalışma Usul ve Esasları ile Kadro Standartları Hakkında Yönerge yayınlanmıştır. Yönergenin Taşra Teşkilatı başlıklı 6. Maddesinde ise “ Taşra teşkilatı; halk sağlığı müdürlükleri, toplum sağlığı merkezleri ve halk sağlığı laboratuvarından oluşur. Müdür Kurumun ildeki temsilcisidir.” şeklinde düzenleme yapılmış, ancak Aile Sağlığı Merkezleri veya Aile Hekimliği Birimleri şeklinde hiçbir yapıya Teşkilat için de yer verilmemiştir. Bu durumda 05.02.2015 tarih ve 29258 sayılı Resmi Gazete’ de yayınlanarak yürürlüğe giren, Toplum Sağlığı Merkezi ve Bağlı Birimler Yönetmeliği’ nin Tanımlar kısmının yer aldığı 4. Maddesinin, p) bendinde” TSM mobil sağlık hizmeti; mevsimsel tarım işçileri, mülteciler gibi temel sağlık hizmetlerine kolay ulaşamayan dezavantajlı gruplara bulunduğu mahalde verilecek koruyucu ve geliştirici sağlık hizmetlerini” hükmü yer almaktadır. Bu hüküm ile mültecilerin birinci basamak koruyucu sağlık hizmetlerini verme görevi Toplum Sağlığı Merkezlerine verilmiştir. Aile hekimleri açısından konuyu inceleyecek olursak, 5258 sayılı Aile Hekimliği Kanunu’nun Tanımlar kısmının yer aldığı 2. Maddesinde “ Aile hekimi; kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamak teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini yaş, cinsiyet ve hastalık ayrımı yapmaksızın her kişiye kapsamlı ve devamlı olarak belli bir mekânda vermekle yükümlü, gerektiği ölçüde gezici sağlık hizmeti veren ve tam gün esasına göre çalışan aile hekimliği uzmanı veya Sağlık Bakanlığının öngördüğü eğitimleri alan uzman tabip veya tabiptir.” hükmü ile Hizmetin Esaslarını belirleyen 5. Maddesinde “Aile hekimliği uygulamasına geçilen yerlerde kişilerin aile hekimine kaydı yapılır. Bakanlıkça belirlenen süre sonunda kişiler aile hekimlerini değiştirebilirler. Her bir aile hekimi için kayıtlı kişi sayısı; asgarî 1000, azamî 4000’dir. Aralıksız iki ayı aşmayan süreyle kayıtlı kişi sayısı 1000’den az olabilir.” hükmü yer almaktadır. Aile Hekimliği Kanunun da yer alan bu hükümlere göre, aile hekimleri, “Kişiye yönelik koruyucu sağlık hizmetleri ile birinci basamak teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetleri “ olarak adlandırılan “Aile Hekimliği Hizmetlerini” kendilerine kayıtlı asgari 1000, azami 4000 kişiye bir sözleşme dönemi boyunca sunmak zorundadırlar. Aile Hekimleri sunmuş oldukları “Aile Hekimliği Hizmetleri karşılığında Maliye Bakanlığı’ nın Sağlık Bakanlığına tahsis etmiş olduğu “03.5 Hizmet AlımlarıAile Hekimliği Hizmetleri” ekonomik kodlu bütçe kaleminden “ Hak Ediş “ almaktadırlar. Aile Hekimliği Kanunu’ nun 5. Maddesinin 2. Paragrafında” . (Ek cümle:11/10/2011-KHK-663/58 md.) Aile hekimliği hizmetleri dışında kalan birinci basamak sağlık hizmetleri toplum sağlığı merkezleri tarafından verilir ve bu merkezlerin organizasyonu, kadroları, görevleri ile çalışma usûl ve esasları Türkiye Halk Sağlığı Kurumunca belirlenir. Yabancılar hakkında ilgili mevzuat hükümleri uygulanır.” hükmü ile aile hekimliği hizmetleri dışında kalan birinci basamak sağlık hizmetlerinin Toplum Sağlığı Merkezleri tarafından verileceği açık bir şekilde ifade edilmiştir. Yukarıda açıkladığımız Kanun, Yönetmelik ve Yönergelere göre Suriye’ li mültecilerin Birinci Basamak Koruyucu Sağlık Hizmetleri, Halk Sağlığı Müdürlüğü’nün ve ona bağlı olan Toplum Sağlığı Merkezlerinin görevidir. Aile Hekimlerinin T.C numarası olan, kendisine kesin kayıtlı Suriye’ li hastalar dışında, acil sağlık hizmetleri hariç, mültecilerin birinci basamak koruyucu sağlık hizmetlerini verme görevi bulunmamaktadır. Ayrıca Suriye’ li mültecilerin dil problemi olduğu düşünüldüğü zaman, sağlık problemlerini doğru aktara bilmeleri için tercümanın olduğu, Toplum Sağlığı Merkezlerinde açılacak mülteci poliklinikleri veya TSM mobil sağlık hizmetleriyle, mültecilerin birinci basamak koruyucu sağlık hizmetlerini alması sağlanmalıdır. Bunun dışında ülkede sürekli yer değiştiren, kimi zaman Suriye’ ye giriş-çıkış yapan, kimi zaman Avrupa ve diğer ülkelere geçiş yapan, içişleri bakanlığının bile takip etmekte zorlandığı 2.000.000 kişinin ve kayıt altına alınamayan bir o kadar daha kişinin, T.C numarası olmadan aile hekimlerine atanarak, aile hekimlerine performans kesintisi yapılmasına, ne kimsenin hakkı, ne de hukuku vardır. Adaletin ve Hukuk’un üstün olduğu bir ülkede yaşamak dileklerimle... Sağlıcakla kalın. 35 RÖPORTAJ Dr. Aysun KOTAN lerinde aşmaları gereken ne tür engeller olacak? BU SİSTEM HASTALANDI! Yalova Aile Hekimleri Derneği Başkanı olmasının yanı sıra sahadaki deneyimi, çalışmaları ve donanımıyla Türkiye’deki aile hekimliği uygulamasının aksayan yönlerini çok iyi analiz ediyor. Türkiye’deki uygulamanın pek çok noktada eksik, aksak ve çarpık geliştiğini söylese de, sorunların çözümüne yönelik kayda değer önerilerde de bulunuyor Dr. Aysun Kotan. Aile hekimliği modelini genel sağlık sisteminin dışında ele almak ve her yönüyle analiz etmek gerekiyor. Avrupa ülkelerindeki örnekleriyle karşılaştırıldığında ‘Aile Hekimliği Uygulaması’nın, genel sağlık politikasından ayrı tutularak, daha da bilimsel bir şekilde ele alındığını görüyoruz. Kim bilir belki de ülkemizdeki uygulamada yaşanan sorunların temelinde, aile hekimliğinin politik olarak ele alınması ve bilimsel yönlerinin göz ardı edilmesi olabilir. Türkiye aile hekimliği uygulamasına geçtiğinde, herkes değişimin tüm 36 disiplinler için kaçınılmaz olduğunun farkındaydı. Oysa önemli olan, bu değişimin gelişme ile eşdeğer olarak gerçekleşmesiydi. Bu zamana kadar gerçekleştirdiğimiz her röportajda, aile hekimlerimiz yetkililerden, aile hekimi olmanın temel taşlarının ne olduğu ya da ne olmadığı konusunda düşünmelerini istedi. Peki, bu istek yetkililerce değerlendirildi mi? Hiç sanmıyoruz. Öyle olsaydı geçen yıldan bu yıla ve daha önceki yıllardan bugünlere kadar devir daim eden sorunlar bir şekilde çözülmüş olurdu. Sürekli aile hekimlerinin sorunlarını dile getiriyor olmanın ve bu sorunları yetkili mercilerle de görüşmenin verdiği deneyimle rahatlıkla söyleyebilirim ki; Aile hekimliği dinamizmini kendisini ‘ilişkiler’ üzerinden tanımlamasına dayanıyor. Toplumlar, ortamlar, sorunlar değiştikçe ilişkiler de değişecektir. Aile hekimliğinde yaşanan sorunların bir kısmı, bir anlamda kendisini var eden bu dinamizmi kaçırmasından da kaynaklanıyor. Sahada aktif olarak çalışan aile hekimleri, geleceklerinin nasıl olacağını merak ediyor. Daha da önemlisi bir disiplin olarak görülebilecekler mi? Bu yıl ön- Yalova Aile Hekimleri Derneği Başkanı Dr. Aysun Kotan ile aile hekimliği uygulamasında yaşanan sorunları ve kendisinin bu sorunlara yönelik farklı bir bakış açısıyla ortaya koyduğu çözüm önerilerini konuştuk. Ülkemizde uygulanan aile hekimliğinde yaşadığınız sorunlar nelerdir? Sizce bu sorunların aşılmasına yönelik ne gibi adımlar atılmalıdır? Türkiye’de aile hekimliği tanımsız, çarpıtılmış ve hiçbir muadiline uymayan bir uygulamadır. Böyle bir tespitte bulunmam sanırım çok da yanlış olmaz. Öncelikle statüsü ve tanımı net olarak yapılmamış, sistemin açıklarını kapatmak için populist bir mantıkla oldu bittiye getirilerek geçilen ve bunun da sonuçları şuan yaşadığımız angaryalar ve artan iş yükü, tükenmişlikle birlikte aslında iyiye gittiği söylense de kötüye giden bir Aile Hekimliği modeli ortaya çıkmıştır. Bu tespitlerden sonra Avrupa’daki benzerleri ile kıyaslarsak, elbette ki o ülkelerin de kendilerine has sorunlar yaşadıklarını görüyoruz. İngiltere aile hekimlerini uzman kabul etmezken, Almanya’daki meslektaşlarımız SGK sistemiyle sorun yaşıyor. İspanyol meslektaşlarımız ithal hekim krizi yaşıyor. Ancak Avrupa genelinde olmayan ve bizde ön planda olan şey dayatmalar. Onlarda genellikle gönüllülük esas alınırken bizde ise dayatmalarla sorun çözülmeye çalışılıyor. İş yükü ve kayıtlı nüfusun fazlalığı ve negatif performans uygulaması da Avrupa da olmayan ve bizde mevcut olan olumsuzluklar olarak söylenebilir. Sözleşmelerin tek taraflı yapılması ve nöbet dayatmaları da söylenebilecek diğer farklı uygulamalar. Bazı ülkelerde ise, mesela Brüksel’de aile hekimleri adına yapılacak düzenlemeleri federasyonlar yapmakla yetkilidir. Görüldüğü gibi bizim daha çok fazla katedeceğimiz mesafe var. Son birkaç yıldır ciddi oranlarda sağlıkta şiddetin arttığını görüyoruz. Peki, sizin sağlıkta şiddet konusundaki düşünceleriniz neler? Artan iş yükü, ücret adaletsizliği, siyasi rant için kullanılma ve tükenmişlik içinde olan sağlık çalışanları, kışkırtılmış ve sağlık okur yazarlığı konusunda donanımsız, sağlık hizmetini nerden ve nasıl alması gerektiğini bilmeyen, aşırı ve usulsüz talepleri olan hasta gruplarıyla muhatap olunca şiddet kaçınılmaz oluyor. Bir taraftan bakanlığın mobbingleri diğer taraftan mesleki tatminsizlik ve sistemin tüm açmazlarında günah keçisi ilan edilen, ön plana çıkarılan sağlık çalışanları ve nefret söylemleriyle kışkırtılmış bir toplum… Her gün bir kadının öldürüldüğü, çocuk istismar ve tecavüzlerinin arttığı, evde, işyerinde, trafikte, sokakta kısacası her yerde şiddetin kol gezdiği bir ülke olduk ne yazık ki. Bu konuda da tüm STK’ lar, partiler ve aydınlara çok iş düşüyor. Bir an evvel sağlıkta şiddet yasasının çıkarılması ceza indirimlerinin uygulanmaması konusunda çalışmalar yapılması ve baskı grupları oluşturulması gerekiyor. “80 AİLE HEKİMİNİN YAPTIĞINI 54 AİLE HEKİMİ İLE BAŞARDIK” Sağlık Bakanlığı’nın memnuniyet anketinde Yalova’nın ilk sırada yer aldığını söylüyor Dr. Aysun Kotan. Yine bakanlık tarafından iş yükünün değerlendirildiği başka bir araştırmada ilk sırada Yalova’nın yer aldığını söyleyen Dr. Kotan, “Bakın, 2015 yılının başında açıklanan raporda 54 aile hekimiyle yapılan işin ülke ortalaması ve iş yükü hesaplandığında 80 aile hekimi gerektirdiği tespit edildi. Halkın memnuniyeti ve iş yükümüzün fazlalığı durumumuzu özetliyor olmalı” diyor. Dr. Aysun Kotan’a göre Yalova gibi küçük bir ilde görev yapmanın avantajları olduğu kadar dezavantajları da olabiliyor. Herkesin birbirini tanıyor olmasından dolayı hastalara ulaşmanın kolay olması bir avantaj fakat, hastalarda davranışsal değişiklik yaratmak ve onları harekete geçir37 bir ilk. Bu hepimizin başarısı ancak, kurumsal anlamada değerlendirirsek AHEF’in önderliği ve katkısı çok önemli bir rol oynamıştır. mek ise oldukça zor. İşte tam da bu noktada bir yıldır süren nöbet eylemliliğinde (Yalova nöbet eylemine yüzde 50 oranında katılım gösterdi), son yönetmelik değişikliği nedeniyle geri adım atıldığını belirten Dr. Aysun Kotan, “Artık yasal sürecin takibine karar verildi. Ben ve yönetim kurulundan bir arkadaşım dışında herkes nöbetlere katılım kararı aldı. Bu kararda elbette ki Halk Sağlığı Merkezi’nin soruşturma ve ceza vermesi konusundaki gayretleriyle de Türkiye’de ilk sıraya yerleşmek istemesi oldukça etkili oldu. Pek çok ilde soruşturma dahi olmazken, bizler ilk cezaları aldık ve üstelik acil nöbetleriyle ilgili cezalarımız da verilmeye devam ediyor” diyor. Bunun dışında Yalova’da görev yapan aile hekimlerinin en büyük problemlerinden biri de, her hangi bir standartı olmayan uygulamalar. Aylık çalışmalar, adli-defin nöbetleri gibi konularda yurt genelindeki örnek uygulamaların değerlendirilmemesi de bu sorunların varlığına devam etmesine neden oluyor. Dr. Kotan, bunda hantal davranan ve çözüm odaklı insiyatif kullanamayan yöneticilerin büyük katkısı olduğunu söylüyor. TEK HEKİMLİ ASM’LER! Yalova’da kaç aile hekimi var ve ASM kiraları ile ilgili olarak ne söyle38 mek istersiniz? Yerel yönetimler ASM kiralarıyla ilgili olarak size yardımcı oluyor mu? 54 aile hekiminin bulunduğu ilimizde en önemli sorunlardan birisi de tek hekimli ASM’ler.İyi planlamalar yapılamayıp bir de siyasi nedenlerden dolayı kapatılamayan sağlık ocakları yüzünden birbirine yakın çok sayıda tek hekimli ASM’ler oluşturuldu. Elbetteki tek hekim çalışmak, zaten ağır olan iş yüküne hem ekonomik hem de sosyal yönden yeni yükler ekliyor. Tüm Türkiye’de olduğu gibi bizde de ASM kiraları bölgesel ölçekli düşündüğümüzde dahi oldukça yüksek ve özellikle sanal ASM ‘lerdeki aile hekimleri oldukça mağdur. Yerel yönetimlerin çok katkısı yok bir kaç ASM dışında. TOKİ ve Kalıcı Konutlarda kira ödemeden site yönetiminin belirlediği konutlarda hizmet üretiliyor. AİLE HEKİMLERİ TARİH YAZIYOR AHEF’in sahada aile hekimlerinin yaşadığı sorunlara yönelik yürüttüğü çalışmaları nasıl buluyorsunuz? Öncelikle sürece daha bütünsel bakacak olursak; aile hekimleri tarih yazıyor. Hiç bir meslek grubu bu kadar organize, bu kadar kararlı ve donanımlı bir şekilde ve bu kadar uzun bir süre hak arama mücadelesi vermedi. Bu ülke tarihinde liği Kanunu • Tek taraflı sözleşmelerle dayatılan çalışmalar • Yönetmeliklerle dayatılan adli-defin nöbetleri, acil-tsm-asm nöbetleri ve bunlara karşı geliştirdiğimiz nöbet eylemliliklerinin hukuksal olarak başlayan yeni dönem mücadelesi • Sağlıkta şiddet ve yasasının çıkartılması ile ilgili çalışmalar • Emeklilik şartlarımız ve yıpranma payı ile ilgili çalışmalar • Bakanlığın idari baskı ve mobbingler vb gibi pek çok görev ve bunların dışında da sunmamız gereken sağlık hizmetlerinin iyileştirilmesi,bilimsel veri tabanının oluşturulması gibi daha da artırabileceğimiz görevler bulunmaktadır. Ancak şu gerçeği de görmemek mümkün değil; son bir yılda sadece nöbet gündemiyle uğraşan saha, dernekler ve AHEF diğer sorunlarla, bilimsel program ve veri toplama gibi konularla yeterince ilgilenememiştir. Bu öznel bir durum olmakla birlikte, mutlaka bunu değiştirecek mekanizmalar oluşturmak ve kendi verilerimizi toplayacak çalışmalar yapmak ve mesleki diğer konularla ilgili de tespitler ve önermeler oluşturmak zorundadır. Çünkü, tek bir noktaya odaklanmak körleşmeye neden olabilir. Son dönemde yaşanan motivasyon ve moral kaybı da sanırım tam da bu nokta da anlam kazanıyor. Yeni bir dönem, yeni bir AHEF ile hep birlikte mücadeleye devam. HAKLIYIZ,KAZANACAĞIZ. Teşekkürler. AHEF yönetiminde alınan kararların sahaya tam olarak yansıtılamadığı görülüyor. Peki, kongre öncesi AHEF’de yönetimin sahada yeterince etkin olamaması hakkındaki düşünceleriniz nelerdir? Evet, son dönemde sahada bir takım huzursuzluklar ve ayrışmalar olduğu, bunun sorumlularından birinin de AHEF Yönetim Kurulu olduğu söylenebilir. Uzun, yorucu ve daha önce hiç deneyimlemediğimiz bir süreçte hepimiz gibi AHEF’deki arkadaşlarımızda yıprandı, yoruldu ve süreç içinde hatalar, yanlış anlamalar, tecrübesizlikten gelen bir takım hantallıklar yaşandı. STK ‘lar da bu tip benzeri süreçler yaşanması doğaldır. Sonuçta hiç kimse profesyonel olarak bu işi yapmıyor. Oldukça özveriyle yürüyen ve amacı mesleki dayanışma ve örgütlülük olan, pek çok bileşenden ( bakanlık, diğer STK’lar, sendikalar, saha, iç tartışmalar…) oluşan bu süreci yönetmek çok da kolay olmasa gerek. yaç vardır. Sahanın beklentisi de bu yöndedir. Son dönemde eylemliliklerle ilgili AHEF YK’nın geç refleks göstermesi, Bakanlıkla yapılan görüşmeler ve sonrasında sahaya verilen mesajlarla çıkan yönetmeliklerin çelişmesi sahanın Yönetim Kurulu’ na olan inancını zedelemiştir. Kaldı ki YK’lar belli periyotlarla yenilenmelidir ki zaaflar oluşmasın. Bu gün geldiğimiz nokta da artık yeni, dinamik ve şeffaf bir yönetime ihti- Şu an gelinen aşama tarihsel bir misyon da taşımaktadır. Bugün yapacaklarımız ya da yapmadıklarımız gelecekteki meslekdaşlarımıza bırakacağımız en önemli miras olacaktır. İyi bir miras bırakmak için daha çok çalışmak ve mücadeleyi bırakmadan kazanımlar elde ederek devam etmek zorundayız. Sürecin başından beri içinde olanlar, eski ve yeni YK üyeleri ve katkı sağlayacak herkes ötekileştirmeden deneyimlerini paylaşacakları alt komisyonlar aracılığıyla yada danışmanlık statüsüyle mutlaka sürece dahil edilmeli, çok daha kapsayıcı, çok daha dinamik, çok daha demokratik bir AHEF oluşturulmalıdır. Yönetimiyle, alt komisyonlarıyla uyum içinde çalışan, sahaya hakim, şeffaf, genel kabul görmüş, kapsayıcı bir AHEF. Son olarak söylemek istedikleriniz nelerdir? Son olarak; önümüzde çok önemli bir AHEF Genel Kurulu var. Son genel kuruldan günümüze geçen süreçte ne yazık ki AHEF’in kurumsal yapısı ve imajı zarar gördü. Örgütümüz adına bu olumsuz süreci sonlandırmak, AHEF’ i tüm komisyon ve kurullarıyla yeniden işler hale getirmek ve yeni dönemde bizleri bekleyen yeni ve önemli görevlere hızla el atmak zorunluluğu oluştu. Her zamankinden çok daha fazla birlik ve beraberliğe, şeffaflık ve dinamizme ihtiyacımızın olacağı bir döneme giriyoruz. Her bireyin ve her yöneticinin bu dönemde daha fazla sorumluluk alması,ayrıştırıcı değil birleştirici davranış ve söylemleri ön plana çıkartması ve görev alarak üzerine düşeni layıkıyla yapması gerekiyor. Önemli görevler ve sorumluluklar bizleri bekliyor. Önümüzde; • Yeniden tanımlanması ( özlük haklarımız, görevlerimiz, ücret tanımlarımız)gereken bir Aile Hekim- AYSUN KOTAN KİM DİR? 1967 yılında Eskişehir’de doğdu. 1984 yılında İTÜ Mimarlık Fakültesi ile üniversite hayatına atıldı. Ancak bir yıl sonra Trakya Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni kazanarak bu mesleğe ilk adımını attı. Ordu, Fatsa ve Çanakkale’de görev yaptıktan sonra 17 yıldır Yalova’da hekimlik yapıyor. 2008 yılından itibaren aile hekimi. 2012 yılında Yalova Aile Hekimleri Derneği Yönetim Kurulu üyeliği yaptı ve 2014 yılında Yalova Aile Hekimleri Derneği Başkanı oldu. 2 çocuğu var. Ailesi ve mesleği dışında en vazgeçilmezi spor. Tenis ve voleybol oynuyor. 39 YAZAR Uzm. Dr. Mithat TOSUN almaya kalktığında, Romalıların ummadıkları mekanik düzeneklerle Roma gemilerine verdiği hasar, palangalarla yukarı çıkartılan çok ağır taşlar ve Arşimet’in tasarladığı mancınıklarla çok uzaklara atılmalarıyla yaptığı savunma; hala değişik üniversitelerin deneysel tarih çalışmaları kapsamında başaramadıkları ve efsane olarak nitelendirilmeye çalışılan aynalarla güneş ışıklarını kullanarak roma gemilerini yakma gibi yöntemlerle Romalılara kök söktürmüştür. Yine de MÖ 212’de Sirakuza, Romalılar tarafından sıkı bir kuşatmaya maruz kalmış ve fethedilmiştir. ARŞİMET NE ZAMAN ACİLDE, AMBULANSTA YA DA HASTANEDE GÖREVİ BAŞINDA BİR DOKTOR DARP EDİLSE, ne zaman değerli bir bilim adamının bir tinerci tarafından katledilebilme olasılığı endişesi aklıma gelse, hep Arşimet’in hazin sonu gelir aklıma… Gelmiş geçmiş dahiler arasında birinci sıraya oturturum Arşimeti (MÖ 287 – MÖ 212). Sicilya-Sirakuza da yaşamış. Ünlü bir astronom olan Hetophoras’ın oğlu olarak dünyaya gelmiş iskenderiye’de, Euklid’den (Beşinci postulasına hayranımdır. Belki bunun için ayrı bir makale yazarım) ders almış, onun büyük bir hayranı olmuş. Bu arada Konon, Dositheos ve Eratosthenes ile arkadaş olmuş ve daha sonra da onlarla mektuplaşmıştır. Matematikçi, mühendis, astronom, fizikçi ve filozof olan Arşimet, Romalı general Claudius Marcellus Sirakuza’yı 40 “Bana derhal Arşimet’i getirin” diye emreder. Kağıdın zor bulunduğu, papirüs ve perşomenlerin pahalı olduğu o dönemde Arşimet nemli ince kum üzerinde geometri çalışmaları yapıyor, problem çözüyordu. Onca hengamenin ve patırtının içinde kumların üstüne çemberler çizmiş, bir probleme odaklanmıştı yine. Birleşik makaralar, sonsuz vidalar, hidrostatik vidalar, statik ve özellikle hidrostatik alanındaki buluşları ve katkıları, Pi sayısını o çağda daha kesin belirlemesi, kürenin hacim ve yüzeyini hesaplamaları, konik cisimlerin hacim ve yüzey hesaplamaları ile ilgili çalışmaları onun diferansiyel ve integralin geliştirilmesinde de öncülük yapmıştır ve bunların temellerini atmıştır. Aynı anda Sirakuza kralı Hieron’un yakın akrabasıdır Arşimet. Yani kral aslında Arşimet gibi bir danışmanı olduğu için çok şanslıdır. Hieron tapınağa konmak üzere som altından bir taç siparişi verir. Taç yapılır gelir ama kralın içine bir kurt düşer: “Ya sarraf altının bir kısmını çalmış, yerine bakır veya gümüş karıştırarak aynı gramajı tutturmuşsa…” Arşimet’i çağırıp sorunu açtığında: – Arşimet: “ Kolay kralım, düşündüğün şeye bak. Tacı eritir ve küp halinde bir külçe haline getiririz. Altının özkütlesi belli. Hacminden, taç som altından mı, katkı var mı size şak diye hesaplayıp söyleyebilirim “ – Hieron: “Arşimet, sen benimle dalga mı geçiyorsun. Tacı erittikten sonra sana bunu şak diye ben de hesaplar söylerim. Ya taç gerçekten som altındansa… Bunu yaptırmak için sarrafa hem iyi para verdim, hem de yeni bir siparişle kaybedecek vaktim yok.Seni buraya bunu söylemen için çağırmadım. Hesaplarını taca zarar vermeden yap “ – Arşimet: “Hmmmm. Haklısınız majesteleri. Tacı eritmeden hacmini hesaplamanın bir yolunu bulmalıyım. Bana müsaade!” der ve ayrılır. Sorun, taca zarar vermeden hacmini hesaplamaya kalmıştır. Düşün düşün… Arşimet’in bilinçaltı çözüm için kuluçkaya yatmıştır. Bunalan Arşimet antik Yunan’ın meşhur hamamlarına gidip gevşemek ve düşünmeye orada devam etmek ister. Hamamda köleler havuzu silme doldurmuştur. Arşimet havuza girerken taşan suyu bilinçaltı farkeder ve beyin farklı raylarda düşünmeyi sürdürmeye başlar. Havuzda iyice gevşeyen Arşimet’ in zihni hala tacın hacmini nasıl hesaplayacağını düşünmekle meşguldür. Elindeki tasla oynarken jeton birden düşer. “ Heureka “ “ Evreka, evraka “ (Türkçe altyazı: Buldum, buldum) diye çırılçıplak hamamdan fırlar. Gymnasion’larda çıplak spor yapan Yunanlılar için Arşimet’in çıplaklığı çok da garipsenecek bir durum değildir o çağlarda. Bugün bizler bunu eğlenceli olarak algılıyoruz… Arşimet’in bulduğu fizik yasası aslında bir yan üründü ve asıl sevinci krala müjdeyi verebilmekti. O aslında tacın hacmini taca zarar vermeden hesaplayabilmenin bir yolunu bulmuştu ve krala müjde vermeye koşuyordu… “Suda erimeyen bir madde suya sokulduğunda hacmi kadar su taşırır“ kuralıydı bulduğu. Sorun çözülmüştü. “ Kralım çözümü buldum “ “ Nasıl? “ “ Tacın ağırlığı kadar bir altın külçesini, sonrada tacın kendisini silme su dolu bir kaba sokacağız. İkisinin de taşırdığı su miktarı aynı ise sorun yok. Ama taç daha çok su taşırırsa sarraf içine bir şeyler karıştırmıştır demektir “ “ Hmmm… Bravo arşimet. Bu dediğini hemen yapalım “ der. … Ve uyanık sarraf cezalandırılmıştı diye hatırlıyorum. Taşan sıvının hacmi, sıvının yoğunluğu ve yerçekimi ivmesinin çarpımı, sıvının kaldırma gücünü veriyordu. Bu hikaye aynı anda sorunları tanımlama ve problem çözüm stratejileri için de güzel bir örnektir. Marcellus, Sirakuza’ ya girdiğinde askerlerine: “Hey Arşimet. Derhal bizimle geliyorsun. Marcellus seni istiyor “ der iki asker. “ Bir dakika birader, Şu problemi çözeyim hemen geliyorum “ “ Sen bizimle dalga mı geçiyorsun? “ der askerlerden biri ve ayaklarıyla kumların üzerindeki çemberleri silmeye başlar. “ Noli turbare circulos meos “ (latince) “ Dokunmayın çemberlerime “ diye bağırarak askerin çizmelerine sarılır Arşimet. Ama Arşimet’ten iyice canları da yanmış olan Romalı asker kılıcını (Gladio) Arşimet’e saplar ve “Bana sağlam bir dayanak noktası verin, dünyayı yerinden oynatayım “ diyen çok değerli bir bilim adamının yaşamı bir romalı askerin magandalığı ile işte böyle son bulur. Arşimet’in ölümü benim için hazin ve acı bir hikaye olmuştur hep. Plutarch’ a göre mezar taşına – “perì sphaíras kaì kylíndrou” başlıklı yazısında da bu çalışmasına ne kadar önem verdiği ve bu çalışmasıyla ne kadar gurur duyduğu yansımıştır – küre ve silindir resmi nakşedilmesini vasiyet etmiştir. Ne zaman acilde, ambulansta ya da hastanede görevi başında bir doktor darp edilse, ne zaman değerli bir bilim adamının bir tinerci tarafından katledilebilme olasılığı endişesi aklıma gelse, hep Arşimet’in hazin sonu gelir aklıma… Tarih artık en azından bu şekilde tekerrür etmemeli. 41 RÖPORTAJ Manken Irmak ATUK fazla yakışıklı ve güzellik üstüne kurulu bir sistem var. Bir anda şöhret olan 18 yaşındaki bir kızın büyük bir olgunlukla bunu hazmetmesini ve devam etmesini bekleyemezsiniz. Bu çok büyük bir haksızlık olur. O yüzden onlara hiç kızamıyorum dolayısıyla sektöre giren 50 genç manken var ise, bunların ancak 10’u çok bilinçli olarak devam edebiliyor. Diğer 40’ına ise çok yazık oluyor. İşte o zaman o 40’ının vay hallerine… Kim yardımcı oluyor mesela onlara çok merak ediyorum. Çok korunaklı bir sektör de değil bu. GÖRÜNDÜĞÜ GİBİ DEĞİL Her insan gibi bir mücadelesi var. Birazcık virajları keskin. Pes etmemesi gereken bir hayat; üstelik yolun daha çok başında… Irmak Atuk, sağlığı ve güzelliğiyle ilgili tüyoları Ailehekimleri. net Dergisi’ne açıkladı. Sizin bu sektörde çok paralar dönüyor mu? Çok paralar dönüyor gibi konuşmalar yapılıyor ama halbuki böyle bir şey söz konusu değil. Bir de bayağı bir hafifletildi bizim mesleğimizin altı. Eski saygınlığının da kaldığını düşünmüyorum. İnsanlar ‘çok kazanıyorsunuz bir de şımarıksınız’ tavrına girmeye başladı. Sosyal medyanın da buna çok etkisi var. Halbuki öyle değil ki, çok zordur bizim mesleğimiz. Her hangi bir yerinizde ufacık dahi bir yara ya da kesik olsa podyuma çıkamazsınız. Ünlü markaların modeli olamazsınız. RÖPORTAJ: KAAN YURTTÜRK Manken ve ünlülerin güzellik yöntemleri hep merak edilir... Onlar Türkiye ve dünyanın en güzel kadınları... Ciltleri her zaman ışıl ışıl parlıyor. Pürüzsüz tenleri ve şekilli vücutları göz kamaştırıyor. Güzellikleri doğuştan ama bakımlı görünmek için uyguladıkları çeşitli yöntemler de var. İşte ünlü manken Irmak Atuk’un güzellik yöntemleri, güzellikle ilgili tüyoları ve sırları... Irmak Atuk, günde iki saat mutlaka spor yapıyor. Ünlü manken mutlaka her gün 250 gram çiğ semiz otu yiyor. Bir spor bağımlısı olan Atuk, spor ve güzellik merkezlerinin zamanını çalması nedeniyle, evini, bir SPA merkezine çevirdi. “Makyajla asla uyumam, hatta evde vakit bile geçirmem. Temizlik benim için çok önemlidir. Cildimin her zaman taze ve temiz olmasını isterim” diyen ünlü manken Irmak Atuk, aile hekiminden son derece memnun. Sağlığına çok fazla önem verdiğinden aile hekimini pek ziyaret etmediğini söyleyen Irmak Atuk, sağlıkta yaşanan şiddete karşı yetkililerin seyirci kalmaması gerektiği ifade ediyor. Kendisi de bir dönem kadına uygulanan şiddeti protesto etmek amacıyla, böyle bir konuyu baz alan çekimlere katıldığını belirten Atuk, hayatın hangi alanında olursa olsun uygulanan şiddetin son bulması gerektiğini düşünüyor. Spot ışıkları, moda çekimleri ve podyumdan oluşan görkemli hayatının dışında Irmak Atuk, sağlıkta her hangi bir projenin içerisinde de yer almaktan büyük bir onur duyacağını 42 Ünlü manken Irmak ATUK kadına şiddetle ilgili konularda çok sayıda çalışma yaptı, Sağlıkta şiddete de karşı olan ATUK, gönüllü olarak bu çalışmalarda yer almak istiyor. söylüyor. Evet, sağlıkla ilgili her hangi bir konuda kamuyu aydınlatıcı bir çalışma yapılmak isteniyorsa, hemen belirtelim Irmak Atuk bu çalışmaların içerisinde gönüllü olarak yer almak istiyor. günlerinde yanında olmak gibi. Biraz yazmak, daha fazla kitap okumak, tiyatro izlemek, biraz soluklanmak ve nefes almak gibi… Bir süredir çok fırsatım olamıyor bunlara; bu duruma biraz takılıyorum. Şu sıralar gündeminde neler var? Nelerle meşgulsün ve en çok kafanı neler meşgul ediyor? Çok yoğun çalışıyorum iki senedir. Bu yüzden kendi adıma üretmek istediğim alanlar biraz eksik kaldı. Kendi hayatımla ilgili yapmak istediğim çok şey var ve onlara zaman kalmıyor. Arkadaşlarımla zaman geçirmek ve arkadaşlarımın özel Senin dönemindeki mankenler ile şimdikiler arasında farklar var mı? Çok fark var ama ben şanslıydım, çalıştığım genç mankenlerle ilgili. Bir kere son on senedir riskli bir döneme girildi. Bir anda şöhret oluyor herkes. Anlık şöhretler var. Kimseyi kırmadan söylemek istiyorum ama mankenliğin ünlü olmak için kullanıldığını hissediyorum ve görüyorum. Çok Sosyal medya bizi yanıltıyor. Aslında hayatta hiçbir şey göründüğü gibi değil, değil mi? Evet, hiç kimsenin hayatı dışarıdan göründğü gibi değil ve ben şunu iddia ediyorum ki; ne kadar varlığın varsa ne kadar rahat görünüyorsan, bir o kadar dertlisin aslında. Yani hiçbir şey kolay değil. Artık hayat bizden karşılıklı olarak biraz daha empati ve sevgi istiyor diye düşünüyorum. Keşke biraz daha kalp gözüyle baksak. Bu meslekte uzun bir yol kat ettiniz. Bugün yaptığınız iş nasıl bir haz veriyor? İlk başladığınız da nasıldı? İlk beş yıl o kadar da herşeyin farkında değildim. Benim şansım şu; önüme hep iyi markalar geldi. Bu nedenle ben yırttım bir şekilde. İnsanlar biz seni örnek alıyoruz demeye başladıklarında anladım durumu. ‘Eyvah, bir dakika ben ne yapıyorum, nasıl bir meslekteyim de tanımadığım insanların hayatına dokunabiliyorum?’ dedim. Hayatına dönüp baktığında nasıl bir hikaye görüyorsun? Farkı yok. Beni izleyen, beni takip eden, beni seven hiç kimseden bir farkım yok. Her insan gibi bir mücadelem var. Birazcık virajlarım keskin. Biraz 43 “ Ne kadar varlığın varsa ne kadar rahat görünüyorsan, bir o kadar dertlisin aslında. “ zorluklarım ve iniş çıkışlarım bol oldu. Pes etmemem gereken bir hayat; daha da çok başındayım yani. Çok şeyler yaşayacağım. Güzel şeyler yaşayacağımı umuyorum artık. Çok güzel şeyler yaşadığımı da düşünüyorum. Mesleğimin bir şans olduğuna inanıyorum bu anlamda. Kendi hayatımı daha kolay sırtlanabilmem, kendimi daha güçlü hissedebilmem için Allah bana güzel bir meslek vermiş. Ben hayatı seviyorum ve kucaklıyorum her şeyiyle. Tabii ki yorulduğum anlar oluyor ama iyi ki de benim hayatım. Tüm yalnızlığıyla ya da tüm kalabalığıyla güzel bir hayat. Zorluklarla başa çıkma şekliniz nedir? Durmam, hiç durmam yani. Deli gibi çalışırım. Çalıştıkça unutuyorum. Çalıştıkça ve kazandıkça hem başarı hem de maddi anlamda rahatlıyorum. Her zorluğun karşısında çalışmak gücümü ve direncimi artırdı. Bu Samsun’a ilk gelişin mi? Daha önce gelmiş olsan seni fark ederdim zira çok güzelsin. Genetik olarak şanslısın yani… Teşekkür ederim. Beni defile sonrası hemen sıkıştırdın yani haliyle terliyim biraz. Evet, ilk kez PİAZZA YÖNETİMİ’nin bu organizasyonu için geldim. Ben sigara içmiyorum, alkol kullanmıyorum. Çünkü kendime de dikkat etmek zorundayım. Takviyeye çok ihtiyacım olmuyor. 44 Maalesef bu söyleşi kısa olmak zorunda. Bana o değerli zamanından bir parça ayırdığın için teşekkür ederim. Biliyormusun, gözlerin çok harika. Yani hep gözlerinle konuşan bakışların var. Tüm sağlık çalışanlarını ve doktorlarımızı seviyoruz. Sağlıkta şiddeti kınıyorum. Sizlere de başarılar diliyorum. 45 Dr. Şinasi GÖNENÇ YAZAR ÖLÜMÜ ÖP, İMAJIMA DOKUNMA ATALARIMIZIN “DOSTLAR ALIŞVERİŞTE GÖRSÜN” DİYE BİR YAKLAŞIMI VARDIR. BÖYLECE BİR ANLAMDA “Maddi durumumuzun kötü olduğu anlaşılmasın” demek isterler. Öylesine önemlidir ki maddi eksikliğin belli edilmemesi; bunun için yüz ve mimikler düzeltilir, kıyafetler mutlaka en iyi 46 görünecek şekilde hazırlanır. Duruş ne kadar “Alçak dağları ben yarattım” havasında olursa dostlara alışverişte görünmenin inandırıcılığının da o kadar artacağı düşünülür. Bu anlayışa sahip olanlar için bu duruş hayatın bütün alanlarında geçerlidir. İnsanlar bir şekilde eksikliğini yaşadıkları şeyleri ve olumsuz şartlarını diğer insanların fark etmemesi uğruna türlü çabalar sarf ederler. İnsanların şartlar ve ortam ne olursa olsun toplum nezdinde sağladıkları intiba ve oluşturdukları statüyü korumaya çalışmaları doğal kabul edilebilir bir şey. Bu aynı zamanda, “Kendisiyle barışık insan” tanımlamasının mantığına da uygun düşüyor. İnsanların içinde bulundukları kötü şartlara yenik düşmemesi, içindeki yaşam sevgisini kaybetmemesi ve nihayet topluma ait ve toplumun bir parçası olarak yaşamına devam etmeye çalışması bir anlamda saygı duyulacak bir durum. Bu çerçevede; toplumun da ihtiyacı olan bir duygudan söz ediyoruz. Şöyle ki, yaşam şartları ve standartlarında düşme olan kişiler içine kapanıp toplum dışına çıksa bu bir şekilde toplumun bütünlüğünü tehdit edebilecek bir olguya dönüşebilir. Hem genel morali olumsuz etkilemesi hem de insanların zafiyetini ortaya dökmesi sebebiyle toplumu oluşturan bireylerin bir özgüven eksikliği ve gelecek kaygısı yaşamasına sebebiyet verebilir. Bir duygunun, bir anlayışın, bir kavramın böyle doğal sınırları içinde kalması, gerektiği gibi beslenip uygun mecralara doğru ilerlemesi güzel bir şey. Bu hem insanların kişiliklerini sağlamlaştıran hem de toplumsal ilişkilerini düzene koyan bir artı değer olarak karşımıza çıkıyor. Ne var ki böyle spontane olarak gelişmiş, beğenilmiş ve toplum nezdinde kabul görmüş güzel duyguların yozlaşmaya başlaması özellikle gelişmesini henüz tamamlayamamış toplumlarda kolay ve hızlı oluyor galiba. Giderek ekseninden sapan olumlu düşünce ve anlayışlar hızlı bir biçimde güzelliklerini kaybedip toplumun bütünlüğünde onulmaz yaralar açacak davranışlar bütününe dönüşebiliyor. Niyetim günümüzde karşımıza çıkan bir antiteden; imaj çılgınlığından söz etmek ve onu açmak. İmaj çılgınlığı dediğim şey, başlangıçta masum hatta oynadığı rol açısından topluma yararlı olabilecek bir duygunun, iyi algılanmaması ya da suni ve sahte bazı kaygılarla kötüye evrilmesi olarak ortaya çıkıyor. Dayanma gücünün, sağlam ve korunmuş kişilik ögelerinin, içi boş, kof ve dayanıksız görüntülere dönüşmesi haline geliyor. İyi ve güçlü görünebilme isteğinin kötü bir saplantıya dönüşüp, insanın doğallığını, toplumsal ilişkilerindeki samimiliğini ve nihayet diğer insanlara olan saygısını tehdit eder hale gelmesine sebep oluyor. Mevlana Celaleddin-i Rumi’ nin “Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol” sözünü hepimiz biliriz. Sadece bilmekle kalmayıp çeşitli ortamlarda türlü vesilelerle ortaya koymaktan da çok hoşlanırız. Ama nedendir bilinmez, Mevlana’ya ve onun bilgeliğine ev sahipliği yapmış doğu coğrafyası sıra imaj meselesine gelince Mevlana’ dan habersiz batı toplumlarını bir anda yaya bırakmayı başarıveriyor. Üstelik de imaj kavramını ortaya koyan, parlatan hatta yazımızda da kullandığımız imaj kelimesinin de asıl sahibi batılılar olduğu halde... “Bu imaj çılgınlığına nasıl geldik ? “, “nereden başladık ? “, “nasıl bu kadar hızlı esiri olduk ? “ bunların herbiri ayrı bir tartışmanın konusu olabilecek kadar çetin ve karmaşık sorular. Ama kişiliklerin; bu çılgınlığın tatlı bir sarhoşluk veren çekici dişlileri arasında kaybolup gidişini hepimiz çaresiz bir biçimde izliyoruz. İzliyoruz diyorum ama sanırım biz de içinde olmalıyız. Bir toplumu böylesine sarmış bulunan bir dalgalanmadan etkilenmemeyi başarmış kişiler herhalde toplumun biraz da olsa dışında kalabilmeyi göze alabilmiş olmalılar. Bizler o kişilerden biri olabilecek cesareti taşıyor muyuz, gösterebiliyor muyuz emin değilim. İmaj çılgınlığından etkilenmeden kurtulmanın bir yolu da herhalde kişinin topluma sunduğu ve gösterdiği halinin içini doldurabilmesi olmalı. Ama gariptir bu duyguya yakalanmış olanlar imajını korumak için herşeyi yapmaya hazırken, onu haketme yolunu seçene hiç rastlanmıyor. O zaman da ortaya olmayanı varmış gibi göstermeye çalışan türedi kişilikler çıkıyor. Bu kişilerin suni hayat algıları ve davranış biçimleri onları zaman zaman komik, zaman zaman sahtekar, zaman zaman da çaresizlikten bunalıp etrafa saldıran tuhaf insanlara dönüştürüyor. Bahaneleri de hazır oluyor genellikle imaj düşkünlerinin. “Toplum böyle istiyor hatta böyle davranmaya itiyor” dendi mi kendilerince meselenin geçerli gerekçesi bulunmuş oluyor. Unutulmamalıdır ki toplumun beklentilerini ve isteklerini yönlendiren ve etkileyen bireylerin tek tek kendileridir. Varsa bile sonradan oluşmuş olan bu yanlış beklentiye gerekli cevabı verecek olan yine insanların samimi davranışları olmalıdır. Toplumumuzda şu günlerde yiyecek maddeleri ve giyeceklerde organik olanlara bir dönüş başladığını gözlemliyoruz. Bu yönelim hemen hemen yeni bir trend oluşturmaya başladı. Bu vesileyle toplumumuzda “Organik insan” ihtiyacını farkeden, hisseden ve kendini de organik olmaya hazır gören kişilerin sayısı bakalım ne zaman imaj düşkünlerini geçecek ? Yoksa; ne zaman imaj düşkünlerinin sayısına yaklaşma eğilimi gösterecek mi demeliydim? 47 OTOMOBİL Tasarım harikası VOLVO S60 DRİVE Volvo satın alanlar artık sadece güvenlik donanımlarına değil, bunun yanında çekici bir tasarıma da kavuşuyor. İnsanların güvenlik denildiğinde aklına ilk gelen markalardan olan Volvo, S60 modeli ile bunu hak ediyor. VOLVO S60 1.6 DRİVE TASARIM Volvo’nun S60 tasarımı yepyeni bir boyuta geçmiş. Zira, yeni S60 hiçbir sedan Volvo’nun görünmediği kadar sportif görünüyor. Bu aracı test ederken yolda dikkat çektiğimiz gibi, meraklı bakışlar üzerinizden eksik olmadı diyebilirim. Ön tampona yerleştirilmiş ve far grubundan ayrı duran gündüz farları aracı ayırt edilebilir kılıyor. Profil görünümünde S60 tavanının eğimli arka kısmı dikkat çekiyor. Bagaj kapağının uç kısmına kadar uzanan tavan çizgisi modelin dinamik görüntüsünü oluşturan en önemli detay. KÖR NOKTA KALMIYOR Dikkatli gözler S60’a yandan baktıklarında aynaların altındaki sensörleri fark edecektir. S60’ın sahip olduğu Blis sisteminin bir parçası olan sensörler kör noktada kalan araçları tespit ederek sürücüyü uyarıyor. YÜKSEK GÖRÜNÜM S60’ın arka kısmında yüksek bagaj kapağı yapısı ve ters L formundaki farlar dikkat çekiyor. Aracın tasarımıyla bütünlük oluşturan arka kısım gerçekten iyi görünüyor. Bagaj kapağındaki Drive logosu bu Volvo’nun 1.6 litrelik ekonomik ve çevreci bir dizel olduğunun işareti. 48 İÇ MEKAN Aracın sürücüye yönelik tasarlanmış iç mekanında kullanılan malzemeler gayet kaliteli. Orta konsolda yer alan büyük bilgi ekranı S60’ın içerisini çok şık gösteriyor. Bu sistem oldukça detaylı ayarlara sahip ve kullanımı basit. Volvo, atık Türkiye için de navigasyon desteği veriyor ve sistemin çalışması gayet sağlıklı. Bu ekran üzerinden geri görüş kamerasını izleyebiliyorsunuz ve sistemin video oynatma desteği de var. Modelin orta konsolundaki düğmelerin yerleşimi gayet başarılı ve sorunsuzca kullanılıyorlar. Start&stop, şerit takip asistanı, BLIS sistemi ve park sensörlerini devreden çıkaran butonlar orta konsolun en altına yerleştirilmiş. S60’ın elektronik el freni direksiyonun sol tarafına, motoru çalıştıran buton ise sağ tarafına yerleştirilmiş. Gri renkli gösterge paneli rahat okunan aracın direksiyonu da gayet ergonomik ve kolay kavranıyor. KONFOR VE YOL TUTUŞ Volvo S60 ile çok konforlu bir yolculuk yapıyorsunuz ve gayet başarılı yol tutuş özelliklerine sahip. Sürücüyü oldukça iyi bilgilendiren direksiyon sistemi, hassas frenleri ve iyi yol tutuş özellikleriyle dinamik sürüşlerde sürücüsünü yalnız bırakmıyor. Konfor konusunda da adından söz ettiren model, vücudu iyi kavrayan koltukları, sessiz kabini ve yeterli konfor donanımlarıyla yolculukları keyifli hale getiriyor. S60’da dört kişinin yolculuk etmesi sıkıntı yaratmıyor. 49 TEKNOLOJİ Sony WS610 Sony kulaklığı takın, antrenman yapın Dalış yaparken sevdiğiniz şarkıları dinleyin. Bu suya dayanıklı kulaklığı 2 metre derinliğe kadar suya daldırabilir, böylece yüzerken müzik dinleyebilirsiniz. Bu kablosuz ve takılabilir hepsi bir arada kulaklık, sizinle birlikte hareket etmek için tasarlandı. Kablo karmaşasına elveda deyin ve performansınızı en üst seviyeye çıkarmaya odaklanın. Hafif, başı saran bant, işler hareketlendiğinde bile başınızı sıkıca tutacak ve yerinde kalacak şekilde tasarlandı. Yenilenen Moto G Popüler Android’li telefonlardan biri olan Moto G’nin yeni sürümünün ilk görüntüsü ortaya çıktı. 2015 model Moto G’nin özellikleri arasında Snapdragon 410 işlemci, 1GB RAM, 13 megapiksel arka kamera, 1.280 x 720 piksel ekran çözünürlüğü var. Moto G’nin sol tarafında herhangi bir düğme veya işlev bulunmuyor. Üst tarafta ise tam ortada duran bir kulaklık girişi var. Güç ve ses düğmeleri, telefonun sağ tarafındalar. Bu düğmelere ulaşmak ve basmak sorunsuz ve kolay. Moto G, teknik özellikleriyle HTC One Mini, Samsung Galaxy S4 Mini ve Nokia Lumia 820 gibi çift çekirdekli cepleri geçecek kadar iyi. Üstelik ekranı bu ceplerden daha büyük. Çözünürlük açısından da Samsung ve Nokia’yı yeniyor. Galaxy S7 Galaxy S7’de kullanılacak kamera Sony tarafından gelişmelere bağlı. Samsung akıllı telefonlarda genellikle Sony üretimi sensörler kullanıyor. Samsung’un Sony 4K UHD TV Sony yeni 4K UHD TV ile izlediğiniz her şeyde üstün gerçekçiliğe sahip ayrıntılar için sahneler analiz ediliyor ve özel bir görüntü veritabanıyla eşleştiriliyor. Tüm favori TV eğlence içeriğinize ince ayrıntılar ve zarif renklerle hayat verin. Uygulamaları, oyunları ve hızla büyüyen 4K yayın ve internet içeriğini kolayca keşfedin. Xperia Z3 Surface Pro 3 Tablet Microsoft tarafından 2.200 TL’den başlayan fiyatlarla satışa sunulmuş durumda. Tablet ve dizüstü bilgisayar kullanım alışkanlıklarını bir araya getiren yeni tablet “Surface Pen” adı verilen ekran kalemi ile geliyor. 12 inç ClearType Full HD Plus ekrana sahip olan Microsoft Surface Pro 3, Intel Core i3, i5 yada i7 işlemci seçenekleri ile satışa sunuluyor. 4 GB ve 8 GB’lık 2 farklı RAM seçeneği olan tabletin dahili bellek / hafızası da 64GB/ 128GB(4GB Ram) veya 256GB/512GB(8GB Ram) ileri ekran teknolojisi ve son olacak. 5 Mega Piksel ön ve arka kamerası ile satışa günlerde bu yöndeki çasunulan tabletin sadece Wi-Fi veri bağlantı seçeneği lışmaları artırması Galaxy bulunuyor. S7’de esnek ekran kullanılacağı ihtimalini güçlendirdi. Samsung Galaxy S7 teknik özellikleriyle de Apple’ın oldukça üstüne çıktı. SmartBand Talk SWR30 Çağrı yapmak ve yanıtlamak için ihtiyaç duyduğunuz her şey şimdi bileğinizde. Bir çağrı geldiğinde, yanıtlamak için bir kez basın ve çağrıyı akıllı telefonunuzu cebinizden veya çantanızdan çıkarmadan yanıtlayın. Hiçbir aramayı kaçırmayın.SmartBand Talk ekranında, mesaj ve diğer bildirimleri geldikleri anda görebilir ve açabilirsiniz. Hayatla bağlantıda kalın ve neler olup bittiğini görün. 50 Zamana meydan okuyacak tasarım Sony’nin mükemmellik tutkusu sonucunda, bu suya dayanıklı akıllı telefonda tasarım ve mühendisliğin harmanlanmasıyla zamana meydan okuyacak bir güzelliğe ulaşıldı. Son derece ince ve yuvarlak hatlara sahip alüminyum çerçevesi, eşsiz bir tasarıma sahip olan güç düğmesi ve dayanıklı temperli camdan üretilmiş panelleri, bu cihaza şıklık ve üstün bir kalite katıyor. Ayrıca, kullanımı kolay bir arabirime ve simetrik bir tasarıma sahip olan bu akıllı telefon elinize çok iyi oturuyor. Tatlı suda yüzerken suya dayanıklı Xperia Z3 cihazının en iyi akıllı telefon kamerasıyla 30 dakikaya kadar fotoğraf çekebilirsiniz. 51 Dr. Hatice BOLATCAN YAZAR ARA GÜLER’E DAİR... 16 AĞUSTOS 1928’DE İSTANBUL’DA DÜNYAYA GELEN ARA GÜLER’İN BABASI DACAT BEY BEYOĞLUN’DA ECZACIDIR. Annesi Verjin Hanımsa Mısır’dan gelen köklü bir ailenin kızıdır. Ara Güler’in sinemaya ilgisi çocuk yaşta babasının kendine yılbaşı hediyesi olarak aldığı film gösterme makinasıyla başlar. Dacat Bey İpekçi sütüdyolarının sahibi dostundan rica edip oğlu Ara’yı yanına ‘’çırak’’ olarak alınmasını sağlamıştı. Sütüdyoya gidip geldikçe sinemaya tutkuyla 52 bağlandı. Ancak bir süre sonra sütüdyoda çıkan yangın hem Ara’yı hem anne-babasını korkutmuştu. O günden sonra sütüdyoya adımını atamadı. Bundan sonra Ara tiyatroya yöneldi. Bu yönelim hayatının şekillenmesine yön verecekti. Bundan sonra da fotoğrafçılığa yöneldi. Fotoğraf anlayışının modernliğine karşın kalbinin derinlerinde son derece gelenekseldir. Amatörce heyecanını hiç kaybetmedi. Doğu kültürü ile batı(Avrupa) kültürü arasında kendi varlığı ile ortak yaşamı canlandırır. ‘’Yaratıcı Amerikalılar’’ isimli bir foto-röportaj yaptı. Bunlar ‘’olağanüstü ikna gücü taşıyan portreler oldu. Ara röportaja giderken soru hazırlamaz. Örneğin bir çobanı çekecekse onunla çay içer, sohbet eder günün bir bölümünü onunla geçirir. Çekeceği insanın hayatına dahil olur. ‘’İnsanın memleketi ne doyduğu yer ne doğduğu yerdir. İnsanın memleketi camından bakıp bir kıza aşık olduğun çocukluğunun geçtiği yerdir’’ der. Ara Güler’in vizyoner, entelektüel, dünya insanı olmasında sinema,tiyatro, fotoğrafla ilgilenmiş olması, hayata ve olaylara bütüncül bakması etkili olmuştur. Ara Güler’e göre fotojurnalist kendini geliştirmelidir. ‘’Fotoğrafçı çok dolu olmalı. Resim bilecek, müzik bilecek, tiyatrodan anlayacak, çok okuyacak, anında karar verebilecek yani çok zeki olacak. Fotojurnalist kültürünü çoğaltmalı. Dünyanın farkına varmalıdır. Dünyayı bilecek, çok gezecek. Zevklerinin çok gelişmiş olması gerekir’’ der Ara Güler. İyi şeyler olaylara bütünsel bakmakla zenginleştirilmiş bir kültürle, estetik bir bakış açısıyla, gelişmiş zevklerle ancak bunlar olunca yani iyi bir kültürden sonra gelir. Bunlar evrensel bir insan olmanın da realitesidir. Yaptığı işlerin bütünü önemlidir ancak Nuh’un Gemisi, Nemrut Dağı, Afrodisias ile insanlık tarihine katkıları çarpıcıdır. Fotoğraflarıyla tüm dünyaya Nemrut Dağı’nı ve Afrodisias’ı tanıtan da O’dur. Nuh’un Gemisi’nin fotoğraflarını çekerken ilk havadan çekimi gerçekleştirmiştir. Siyasetçilerden Turgut Özal, Süleyman Demirel, Tansu Çiller, Erbakan, Kenan Evren, Ecevit’i çekmiştir. Bunlardan Ecevit’le en rahat çalışmıştır. Zira O Ecevit’i, Ecevit te O’nu tanımaktadır. Charlie Chaplin Ara Güler’in fotoğrafını çekmek isteyip te çekemediği kişidir. Önemlidir O’nun için. Çünki O’na hayata bakmayı öğreten, vizyon veren kişidir Chaplin. Enstein da çekmek isteyip çekemediği isimler arasında. İlk başlarda tiyatro, sinema, yazarlık hepsini denemişse de foto muhabirliğini seçti. Kendini Hayatta en çok korktuğu şey fotoğrafınaskeri, eri olarak görür. depremdir. Adapazarı, Erzurum, Ara algıları açık bir çocuktur. Çocuk Gediz depremlerine ve Varto yaşlarda haftada üç kez tiyatro depremine gitmiştir. Son yıllarda izlemeye gitmiş, daha sonra Muhsin gelişen bir uçak fobisi vardır. Ertuğrul’dan tiyatro dersleri almıştır. Helikopterden korkmaz ama Tiyatro izliyorken yüz ve mimiklere uçağa binmekten korkar olmuştur. önem vermesi, oyuncuların yüzlerini Ahmet Kutsi Tecer’in Köşebaşı ve dikkatlice izlemesi ve o piyeslerin Haldun Taner’in Fazilet Eczanesi arkasındaki dekor...Ara Güler’in eserlerinden çok etkilenmiştir. fotoğraflarında kompozisyon Orhan Peker’in ressam olduğuna duygusunu geliştirmiştir. Tiyatroya inanır. Şahin Kaygun’la çok iyi şöyle bir bakış açısı geliştirmiştir. arkadaştırlar. En beğendiği ve Her temsil O’nun için her gün bir onayladığı sanatçılardan biridir. kompozisyonun bozulup kurulmasıdır. Şahin Kaygun’un yaptıklarını daha Sinemayla da ilgilenmiştir. sanata yakın bulur. Ara Güler Kameranın arkasına geçip oradan kendini fotoğraf sanatçısı değil, foto bakmasının fotoğraf üzerine etkisi büyüktür. Sinema ve tiyatroyla içiçe olması Ara’nın kendinde fotoğrafçılığı biriktirmiştir. Foto muhabirliğinin kişinin kişiye öğretebileceği bir şey olmadığını düşünür. Başka bir deyişle tiyatro ve sinema kolektiftir birkaç kişiyle birlikte olur. Ancak foto muhabirliğinin bireysel olduğu görüşündedir. Arşivinde biriktirdiklerini kitap haline getirmek önemlidir O’nun için. Filmlerde ve reklam filmlerinde oynamış ancak para almamıştır. Caroline Koç arkadaşıdır. Kendinden onbeş fotoğraf istemiş, vakıf yararına müzayedede yüksek meblağlara satılmıştır. Buna karşın Ara Güler hiçbir şey talep etmedi. muhabiri olarak görür. O’na göre foto muhabiri tarihi makinasıyla yazan adamdır. Foto muhabiri gazeteci olan adamdan olur. Foto muhabiri bomba patladığı zaman bombaya doğru giden adamdır. Halbuki fotoğrafçı bombadan kaçar gider karısının yanına koşar, ötekisi ölüme koşar. Kendisini tehlikeye atan adamdır. Aradaki fark budur. Foto muhabirinin işlevi yalnızca olayların gidişatını izlemek değil, devrinin yaşamını, sanatını, gelenek ve göreneklerini,insanların nelerle uğraştıklarını, sevinçlerini,üzüntülerini gelecek çağlara aktarmaktır. Picasso, Sophia Loren, Salvador Dali başta olmak üzere pek çok ünlünün fotoğraflarını çekmiştir. Picasso ‘’sen benim fotoğrafımı çektin ben de senin resmini çizeyim’’ der ve Ara Güler’in portresini çizmiştir. Fotoğrafta en önemli unsur insandır. En güzel fotoğraf veren yer tabiatın kendidir.Tabiat ışık serper güzel olur. Işığı toplayıp götürür karanlık yapar başka bir şey olur. Sihirli boya her zaman var olacaktır. Bu ışıktır. Işık sanatın başlangıcıdır her zaman. Pek çok ödüller almasına rağmen Cumhurbaşkanlığı ödülü her şeyden çok hoşuna gitmiştir. Çünki kendi milletinin O’nu beğenmesi ve takdir etmesi önemlidir. 53 GEZİ Şifalı Bodyism Spa’lar trendi 54 Yogi nefesi Ruhunuz ve bedeniniz nefes alsın!... 55 HİÇ SORUN DEĞİL! SOUKYA Bangalore, Hindistan Farklı ihtiyaçlara çözüm odaklı tedaviler sunan en iyi merkezleri gururla sunarız. BÜYÜK BİR AMELİYAT SONRASI İYİLEŞTİRME TEDAVİLERİ GRAND RESORT BAD RAGAZ İSVİÇRE İŞİN ASLI; İsviçre’nin medikal spa’larının dünya çapında bir numara olmalarının bir nedeni de çığır açan, fütüristik Bad Ragaz. Burada dermotolojil problemlerden romatizmaya, hareket kabiliyetinden kısırlığa ya da nörolojik kas sistemi problemlerine her türlü sağlık sorunu için çözüm sunuluyor. Dünyanın en zenginleri hastalandıklarında, rehabilitasyona ihtiyaç duyduklarında ve üst seviyede tıbbi destel almak zorunda kaldıklarında Bad Ragaz’a geliyorlar. Bad Ragaz’ı bu denli özel kılan, insanların termal sularında şifa bulmaya geldikleri 19. yüzyıldan beri İsviçre’nin en mü56 him sağlık merkezlerinden biri olması. Burası zamanla Michelin yıldızlı restoranı, casinosu, klasik müzik programı, golf sahası ve üç otel binasının içinde toplam 276 odası ile sessiz, sakin ve huzurlu bir şifa merkezi haline gelmiş. İçlerindeki en eski otel binası antikalarla dolu ve balmumu kokuyor; en eskisi ise birkaç sene önce açılan, alanında çitayı yükselten 12 spa süiti. Spa süitleri konaklamak için ideal. Yerden tavana uzanan camlardan Konstanz Gölü ve arkasındaki Alplerin manzarasına dalıp buhar odası ve saunanın keyfine varabilirsiniz. Odalarda otomatik aydınlatma ve yatak ayarı var. Otele bir de dört tarafı terasla çevrili, yattığınız yerden Alplere doyacağınız Presidential Süit eklendi. Burada ayrıca kocaman masaj odalarına sahip, akıllara durgunluk veren bir spa ve hayatınızda görebileceğiniz en güzel kapalı yüzme havuzlarından biri var. Her yönüyle mükemmel Tıbbi Sağlık Merkezi’nde ise bir rehabilitasyon ve spor merkezi bulunuyor; etrafta dolaşan aşırı güzel vücutlu gençlerin kaynağı, burası. İsviçre Olimpik takımları da Bad Ragaz’a antrenman ve check-up için geliyor. Bad Ragaz’da bir tiyatro salonu ve büyük operasyon geçirenlerin dinlenmesi için 24 saat tıbbi destek sunan yeni bir bölüm var. Yakında bir psikiyatri bölümü açılacak. Buradaki tıbbi uygulamaların derinliği ve çeşitliliği gerçekten hayranlık uyandırıcı. En güven verici yanı ise 70 kişilik doktor ve uzman kadrosunun alışılmış tıp metotları haricinde altgernatif ve tamamlayıcı tedavilere inanıyor olması; yani alternatif tıbbın da en son öğretileri burada. Kilo verme ve yeme bozukluklarına da çok önem veriliyor; hastalara son derece şefkatli ve kişisel bir metotla yaklaşıyorlar. Fazla kilolarınızdan çok sıkıldıysanız burası onlardan ebediyen kurtulmak için doğru adres. Kesinlikle korkmayın; doktorlar hemen ilaç tedavisine başvuran tiplerden değil, aksine doğru beslenme, egzersiz, uyku ve doğa ile temasa ve bunların iyileştirici etkilerine inanan insanlar. TAVSİYE: Yürüyüş için uygun ayakkabı getirin. Spa’ya gelen Alman bir misafir şöyle demiş: “Buraya gelmeden önce tembel bir insandım. Şimdi ise dağlara çıkıyorum ve 85 yaşında tırmanmaya gelmiş insanlarla karşılaşıyorum. Temiz hava yaşlanmayı engelliyor; adeta doğal detoks ve botoks gibi.” Heveslendirici! İŞİN ASLI; Yorulmuş bedenlere ve zihinlere şifa veren bu gizli Hint cevheri aslında birçoğumuzun ihtiyacı olan şeyi sunuyor. Rock yıldızları ve gurulardan (Sting ve Deepak Chopra) kraliyet ailesi mensuplarına (Prens Charles ve Cornwall Düşesi) ağır topların huzur bulmaya geldiği Soukya; gür yeşil tabiatı, rengarenk çiçekleri, organik sebze ve ot bahçeleriyle büyüleyici doğal bir güzelliğe sahip. Kuş cıvıltıları, fiskiyelerin fışırtısı, rüzgar çanları, büyük havadar terası, etrafında şezlonglar olan yüzme havuzu ve harika bir hizmet de cabası. Ancak Soukya’nın nimetleri bunlarla sınırlı değil. Hindistan’ın ileri gelen holistik şifa uzmanlarından Dr. Issac Mathai’nin vizyonu ile şekillenmiş, dünyaca ünlü bir tedavi merkezi burası. Tedavilere stresle başa çıkma ve kötü alışkanlıklardan arınma amaçlı modern psikoterapi de dahil. Burası günümüzün başlıca sağlık problemleri olan uykusuzluk, enerji düşüklüğü, ışıltısız, soluk cilt ve hazımsızlık konularında önde gelen Hintli spa aynı zamanda. Doktorun fiziksel ve duygusal sağlığınıza dair her şeyi dinledikten sonra size özel masajlar, refleksoloji, temel yogo egzersizleri ve ilaç içeren doğal bir reçete oluşturması gayet motive edici. Soukya’da program disiplinli ve 12 hektarlık tesisin hiçbir köşesinde sigara ve alkol tüketimine izin verilmiyor. Günün ilk yoga seansı ile sabah 7.15’te uyanıp hava kararınca 21.00 gibi yatağa giriyorsunuz. Bu huzurlu ortamda bir güzel dinlenmeye ve lezzetli ve sağlıklı yiyecekler tüketmeye yönlendiriliyorsunuz. Kuşları izlemek ya da yemek kurslarına katılmak, erken saatte uykuya dalmak üzere sizi meşgul edecek aktiviteler. Soukya’yı gerçekten özel kılan ise tüm bu hizmetleri sunma yöntemleri. Dr. Mathai, gıda terapisti karısı ve çocuklarıyla birlikte tıpkı personelinin çoğu gibi burada yaşıyor. Gerçek profesyonellik, işe bağlılık ve merhamet, burayı burası yapan değerler. Amaç misafirleri “iyileştirmek”. Sadece fiziksel olarak değil ruhsal derinlikten de söz ediyoruz. Sonuçta misafirler daha mutlu ve hayatın zorluklarına karşı daha dirençli hissederek ayrılıyorlar. TAVSİYE; Cornwall Düşesi tarafından yaptırılan kütüphanelerinde, Paramahansa Yogananda’nın Bir Yoginin Otobiyografisi kitabı gibi spiritüel klasiklere göz atın. STRESTEN ARINMA VE ALTERNATİF TERAPİLER. 57 LOHNEA Villars-Sur-Ollon, İsviçre ESPACE VITALITE HENRI CHENOT AT L’ALBERETA Erbusco, İtalya İŞİN ASLI; Yeni doğum mu yaptınız? Perişan mı hissediyorsunuz? Birkaç saat ekstra uyku dışında en çok ihtiyacınız olan şey yeniden zinde hissedebilmek mi? O halde sizi buraya alalım; hem de lezzetli diyet ve detoks yemekler eşliğinde… Milano’nun kuzeydoğusundaki Franciacorta tepelerinde gizlenmiş, hem lüks bir inziva mekanı hem de medikal ve wellness spa olarak hizmet veren tesiste konaklayan tüm misafirler, klasik ve şık odalarda uyumanın, yattıkları yerden yemyeşil kır manzarasına doymanın keyfine varıyorlar. Spa tedavileri için gelenlere özel bir restoran da var. Henri Chenot metodu ile tasarlanmış tedaviler, vücut bileşenleriniz, enerji kanallarınız ve toksin analiziniz yapıldıktan sonra spa doktoru tarafından size özel bir programla diyetisyenler, terapistler ve kişisel spor hoca- ları desteğinde uygulanıyor. Tedavilerin amacı, fiziksel ve psikolojik gücünüzü doruğa çıkartmak. Chenot’nun Çin ve Batı tıbbını sentezleyen “Biontology” metoduna sadık kalan tedavilerin arasında bloke olmuş enerji kanallarınızı açmak için yoğun masajlar, akupunktur ve Pranayama nefes pratiği var. Ayrıca su masajı, gevşetici bir çamur banyosu ve (biraz tuhaf ve rahatsızlık verici) bir basınçlı su terapisi de mevcut. Jimnastik seansları, karın sıkılaştırıcı masajlar, fitness dersleri, selülit tedavileri ve medikal ekip ile konsültasyon seanslarından da faydalanabilirsiniz. Belki kendinizi şımartabileceğiniz bir yer değil ama hedefe varması ile meşhur. TAVSİYE: Butiğe mutlaka göz atın; Cire Trudon mumlardan ve Brunello Cucinelli kaşmirlerden alın. HAMİLELİK VE DOĞUM SONRASI GÜÇ KAZANDIRAN TEDAVİLER 58 İŞİN ASLI; Burası misafirlerle çok az yerde eşine rastlayabileceğiniz bir özenle ilgilenilen havalı bir medikal spa. 2013 yılında açılmış Lohnea ilk günden beri neredeyse her an dolu. İsviçre’de bir dağ köyünde yan yana dört ahşap ve taştan yapılmış bu yerde toplam dokuz misafir konaklayabiliyor. Lohnea’nın yaratıcısı tıp doktorluğuna yönelmeden önce atlet olan, İsviçre’nin olimpik spor takımlarının doktorluğunu yapmış ünlü hekim Michel Golay. Golay aynı zamanda tıbbi masör ve geleneksel Çin tıbbı uzmanı. Fitness’a, rehabilitasyona, sağlıklı ve probiyotik beslenmeye çok önem veriyor. Hem Batılı hem de alternatif tedaviler konusunda bilgi sahibi olan Golay açık yürekli, ılımlı ve sempatik bir adam. Doktorundan memnun olmayan hastalar için değerli bir kaynak. Burada ilk gününüz Dr. Golay ile dört saatlik konsültasyon ve tepeden tırnağa sağlık taraması ile başlıyor. Kan tahlilleri ve sonra da psikolojik ve motor tepkilerinizi ölçümlemek için NASA’da yapılanlara benzer analizler yaptırıyorsunuz. Son hız çalışan bir Power Plate’in üzerinde gözlerinizi kapatıp (neredeyse imkansız şekilde) tek ayak üstünde durmaya çalışmak gibi zorlayıcı denge ve koordinasyon testlerine, kalp ve akciğer kapasitesi ölçümlerine tabi tutuluyorsunuz. Tüm testlerin neticeleri çıktıktan sonra Dr. Golay size özel bir fitness ve sağlık programı oluşturuyor. Her gün salonda ve yüksek tempo dağ yürüyüşü gibi açık alanda olmak üzere en az dört saat sürecek yoğun bir egzersiz programı sizi bekliyor. Aynı zamanda masaj, lavman ve kızılötesi sauna seanslarına hazır olun. Lohnea’nın fizik tedavi uzmanı ve yoga hocasıda sizinle özel olarak ilgileniyor; kafatasında birbirine bağlanan noktaları harekete geçirmek için tığ büyüklüğünde plastik bir iğne ile osteopati tedavisi uyguluyor. Bu acı veren bir metot olmamakla beraber keyif verici olduğu da söylenemez ama sonucunda zihinsel kapasiteniz yükseliyor. Suunto saati ve kardiyo kayışı ile kalp atışınız takip ediliyor ve herkesin sağlık durumu, uyku düzenleri, egzersize verdikleri fiziksel tepkiler, stres seviyeleri, her an gözetim altında tutuluyor. Lohnea’da yemekler (rezeneli ve misket limonlu salata, haşlanmış tavuk, üstünde İsviçre çikolatası eritilmiş armutlar…) lezzetli, yerel ve organik. Burayı bu kadar çekici kılan ise Dr. Golay ile yapılan günlük seanslar; Golay kemiklerinizi çekiştirip çıtırdatacak; sindirim sisteminizi hızlandırmak için karnınıza, nörolojik sisteminizi canlandırmak için kafanıza kuvvetli masajlar yapacak. Kalp monitörünüzü takmak ve bilgilerinizi Dr. Golay’a iletmek suretiyle programınız dört ay boyunca da devam edecek; on beş günde bir doktorunuzdan rapor alacaksınız. Golay’ın yegane amacı sizi rahatsız eden tüm sağlık problemlerinizin köküne (sakini bir kararlılıkla) inebilmek. TAVSİYE; Burası fitness meraklıları için biçilmiş kaftan. Eski Tour de France bisikletçilerini ve golf şampiyonlarını kendinize özel fitness eğitmeni olarak tutabilirsiniz. HER TÜRDEN SAĞLIK SORUNU İÇİN BİREBİR İLGİ 59 SİNEMA Kaan YURTTÜRK KARANLIK YERLER YÖNETMEN Gilles Paquet-Brenner OYUNCULAR Charlize Theron, Chloe Grace Moretz, Nicholas Hoult, Christina Hendricks, Tye Sheridan, Corey Stoll YAPIM 2015 İngiltereFransa-ABD 113dk. Dağıtım:Mars (Tanweer) FİLM, KÜÇÜK BİR KANSAS KASABASINDA GEÇSE DE, ABD’NİN ORTA KESİMLERİNDEKİ ‘KAYIP’ MEKANLARA, KAH BİR ÇİFTLİK EVİNE, KAH STRİPTİZ KULÜBÜNE UZANIYOR. 60 OK FİLM SEYREDEN ELEŞTİRMEN İÇİN NADİR SAYILABİLECEK BİR DURUM BAŞIMA GELDİ. DRAM, AKSİYON, SUÇ, KOMEDİ, gizem, korku, gerilim, savaş gibi neredeyse her türde üretmiş Fransız yazaryönetmen Gilles Paquet-Brenner’ın görece en hafif işi “Ödeşme” (Gomez & Tavares) dışındaki beş uzun metrajlı filminden birini bile seyretmediğimi fark ettim. Doğrusu merak da ettim. Çünkü ‘Karanlık Yerler’, ‘Saklı Amerika’ üzerine çekilmiş iyilerden biri. Anımsatalım ki, uyarladığı eserin yazarı Gillian Flynn. 1971 Kansas doğumlu Flynn, 2014’te, üçüncü romanından bizzat senaryolaştırdığı ‘Kayıp Kız’la (Gone Girl), eleştirmenlerden/ yazarlardan ülke çapında 16 ödül kazanmış; David Fincher’in yönettiği, seyirciye, bir ölüm kalım alanı haline gelen evlilik kurumundaki kadın ile erkeğin birbirlerine karşı tekinsiz yaklaşımlarını tartıştıran film, bir olay olmuştu. ‘Karanlık Yerler’, üç kitabı olan Flynn’in 2009 tarihli ikinci romanı. Geçenlerde DNR’a gittiğimde bu kitabı, filmdeki izlenme sayısının yüksek olması nedeniyle yeni yeni raflarda görür olduk. Açıkcası kitabını da okumanızı salık veriyorum. Film küçük bir Kansas kasabasında geçse de, ABD’nin orta kesimlerindeki, soluk, unutulmuş, ‘kayıp’ yerlere-mekanlara, kah bir çiftlik evine, kah bir striptiz kulübüne uzanıyor. Hikayeye geçmeden önce, ‘Ölümcül Tuzak’ (The Hurt Locker) ile dalında Oscar adayı olan, İngiliz görüntü yönetmeni Barry Ackroyd’un canlılığı kaybolmuş solgun tonlardaki görüntüleriyle yaratılan atmosfer etkisinin, seyredeni özel bir ruh haliyle buluşturduğunu düşünüyorum. Paquet-Brenner’ın ait olmadığı bir ülkenin derinlerindeki tuhaf, irkiltici dünyayı bu denli başarıyla kurmasına şaşırdım… Bu, bütçeyle değil, bakış ve eserin özüne nüfus etmekle ilgili olduğundan, yineleyeyim, yönetmeni belleğimde özel bir yere yerleştirdim. Film, öykünün ana kahramanı ve anlatıcısı Libby Day’in (Charlize Theron), “içimde gerçek bir organ gibi yer kaplayan sinsi bir kötülük var” sözleriyle başlıyor. O, bavulların, kolilerin, yılların biriktirdiği eski yığınların arasındaki dar bir alanda yaşadığı dairesinin iki aylık kirasını ödeyememiş bir mutsuz kadın. 25 yıl önce, bir gece, yaşadıkları çiftlik evinde annesi Patty (Christina Hendricks) ile iki küçük kız kardeşi öldürülmüş, kendisi ise pencereden kaçarak canını zor kurtarmış… Polise verdiği ifade sonucu, cinayetleri ağabeyi Ben’in (Tye Sheridan) işlediğine dair hüküm verilmiş… Patty ise, ülkenin küçük mağduru olarak yıllarca yardımlarla yaşamış, fakat artık denizin bittiği noktada! Şimdi, üzerinde kuşku bulutları dağılmamış ya da çözülememiş tuhaf vakaları araştıran Cinayet Kulübü üyeleri adına Libby ile temasa geçen Lyle (Nicholas Hoult) sayesinde, o cinayet gecesine dair araştırmalar yeniden başlayacaktır. Hikaye yıllar sonra Libby’nin, hapisteki Ben’le (Corey Stoll) görüşmesinden sonra, geçmişin izlerini sürmeye başlamasıyla ve paralelindeki geriye dönüşlerle seyirciyi içine çekiyor… 1980’lerde, evi terk etmiş berbat babalarının ardından dört çocuğuyla çaresiz kalmış annelerinin yoksulluktan çıkmak için çırpınışları sürerken, hem Ben, hem de Libby’nin gözündeki cinayet gecesine giden günlerin arka planı oldukça karamsar: Ydetmişlerin petrol krizi sonrasında kimileri için devam eden ekonomik bunalım, sınıfsal ayrımların keskinleştirdiği adaletsizlik; bir yanda tutuculuk, diğer yanda tarikat patlaması… Gençlere yönelik tuzaklardan en dehşet Christina Hendricks, anne karakterinde güven ve duyarlılığı birleştiriyor. Tam da bu karakterin oyuncusu. verici olanı, bir zamanlar Türkiye’de de can almış Satanizm çeşitlerinin yaygınlaşması! ‘Karanlık Yerler’, içten içe çürümüş, boğazına kadar suça ve günaha batmış karanlık yüzlü Amerika’nın umutsuzluğunu ve uygarlık görüntüsü arkasındaki gaddarlığını yansıtıyor. O katliam gecesine doğru adım adım yaklaşırken, bu yansımaların özellikle genç ruhlarda yarattığı tahribatla ilgileniyor… Çaresizliğin son durağında aklın ve yüreğin iflası ile fedakarlığın gerçekte ne anlama geldiğinin örneklerini inceliyor. Vicdanın, şaşmaz adalet ısrarına vurgu yapıyor… Yoğunlaşmanız gereken filmlerden. Son bölüm aceleye gelmiş gibi. Tekrar kurgulanabilir. FİLM, ÇÜRÜMÜŞ, BOĞAZINA KADAR SUÇA VE GÜNAHA BATMIŞ AMERİKA’NIN UMUTSUZLUĞUNU VE UYGARLIK GÖRÜNTÜSÜ ARDINDAKİ GADDARLIĞINI YANSITIYOR. 61 ÇENGEL BULMACA ÖD Ü LLÜ Yukarıdan Aşağı Soldan Sağa 1. Yanma sonucu deride oluşan içi sıvı dolu kabarıklık 2. Başkasına işkence etmekten zevk alan kişi 3. Tıpta, kansızlık 5. Gözde belirli bir bozukluk olmaksızın oluşan görme tembelliği 6. ABD ve Kanada arasındaki sınırda bulunan dünyanın en büyük ikinci şelalesi 8. Anatomide alt çene kemiği 9. Tıpta, dudak 14. Resim 3’deki Muğla Aile Hekimleri Derneği genel sekreteri 15. Arjantinli Eva Peron’un hayat hikayesini konu alan müzikal 16. Bir organdaki kanser hücrelerinin vücudun başka bir bölümüne yayılması 18. Solunumun geçici olarak durması 20. Renk körlüğü 21. Tıpta, rahim, döl yatağı 25. Erdem, iyi huyların tümü anlamında bir kadın ismi 26. Ciltte nokta biçimindeki kanama (damar dışına kan çıkması) 28. B vitamini noksanlığında oluşan ağır bir polinevrit 29. Memeden kendiliğinden süt gelmesi 31. Omurganın sağa veya sola eğriliği ile karakterize şekil bozukluğu 32. Ailevi Akdeniz Ateşi hastalığının kısaltması 35. Tıpta, bel ağrısı 37. Ölüm sebebinin netlik kazanması için yapılan ceset inceleme işlemi 4. 11 ayın sultanı mübarek ay, oruç ayı 7. Kalpte 2 adet bulunan karıncık 10. 9 Ağustos 1945’te ABD’nin atom bombası attığı Japonya şehri 11. Gözün en iç tabakası, ağ tabaka 12. Herpes zoster virüsünün neden olduğu ağrılı bir cilt hastalığı 13. Çevre dokulardan kese tarzında doku ile ayrılan içerisi cerahat dolu oluşum 15. Tıpta, beyin iltihabı 17. Su kıyılarında yaşayan, gagasında deriden kesesi olan iri bir kuş 19. Kna damarlarının pıhtı veya aterom plaklarıyla tıkanması 22. Bir taşınmazın üstündeki mülkiyet hakkını gösteren belge 23. Barsak tıkanması 24. Japon mafyası 27. Tıpta mesaneden sonraki idrar yoluna verilen ad 30. Tıpta,soluk alıp verme,solunum 33. Nişastayı dekstrin ve maltoza çeviren enzim 34. Resim 1’deki rock müziği sanatçımız 36. Resim 2’deki Yalova Aile Hekimleri Derneği başkanı 38. Tıpta, testis iltihaplanması 39. Demir elementinin vücutta depo edilen şekli 30 TEMMUZ’da Anahtar Kodunu aşağıdaki E-mail adresine gönderen ilk Aile Hekimine 32 GB Flash Memori HEDİYE! e-mail: murat@ailehekimleri.net Not: Mail adresine gelen cevapların gönderiş saatlerine bakılacaktır. 62 63 64