DİB cami mimarisi istişare toplantısı
Transkript
DİB cami mimarisi istişare toplantısı
CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI 10-11 TEMMUZ 2006 ANKARA – 2007 ISBN: 978-975-981-92-1-7 Yayın No: 6 Cami Projeleri İstişare Toplantısı, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı işbirliği ile gerçekleştirilmiştir. Danışma Kurulu: Doç.Dr. Fikret KARAMAN (Başkan) Rüştü İNAN M. Hakkı ÖZER Niyazi GÜNEŞ Yayına Hazırlayan: Ahmet UZUNOĞLU Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı, Ataç 2 Sokak No: 73/2-3 Kocatepe / ANKARA Tel : (0312) 431 68 95-96 Faks: (0312) 43168 98 Tasarım Tel : (0312) 435 15 95 Faks: (0312) 435 05 85 www.sfn.com.tr Baskı TÜRKİYE DİYANET VAKFI Yayın Matbaacılık ve Ticaret işletmesi Ostim Örnek Sanayi Sitesi 1. Cadde 358. Sokak No: 11 06370 Yenimahalle / ANKARA Tel : (0312) 354 91 31 Faks: (0312) 354 91 32 www.diyanetvakfi.org.tr Bu kitap, Vakıf Yönetim Kurulu’nun 21.08.2006 tarih ve 208/2 sayılı kararına dayanılarak bastırılmıştır. 2 İÇİNDEKİLER Cami Projeleri İstişare Toplantısı Gündeminde Yer Alan Konular. ......... 7 Doç.Dr. Fikret KARAMAN . ................................................................................................. 11 Prof.Dr. Ali BARDAKOĞLU................................................................................................. 15 Hüsrev TAYLA ................................................................................................................................ 21 Prof.Dr. Turgut CANSEVER ................................................................................................ 27 Necip DİNÇ........................................................................................................................................ 31 Necdet CİVAN. ................................................................................................................................ 37 Mehmet BEKAROĞLU............................................................................................................. 41 Sami USLU.......................................................................................................................................... 45 Ali GÜNVAR . .................................................................................................................................. 49 Prof.Dr. Turgut CANSEVER.................................................................................................. 51 Ahmet UZUNOĞLU . ................................................................................................................ 53 Prof.Dr. Cafer KIYASİ ............................................................................................................... 57 Fahrettin MİRALAY ................................................................................................................... 61 Gül AYDIN ........................................................................................................................................ 63 Niyazi GÜNEŞ . ............................................................................................................................... 67 Sami USLU.......................................................................................................................................... 68 Hüsrev TAYLA................................................................................................................................. 69 Necdet CİVAN. ................................................................................................................................ 71 M. Hilmi ŞENALP ........................................................................................................................ 75 Mahmut Sami KİRAZOĞLU. ............................................................................................... 89 Prof. Dr. Turgut CANSEVER ............................................................................................... 99 Necip DİNÇ........................................................................................................................................ 102 Hüsrev TAYLA ................................................................................................................................ 104 Ahmet UZUNOĞLU . ................................................................................................................ 108 Necip DİNÇ........................................................................................................................................ 109 Sami USLU.......................................................................................................................................... 109 Mehmet BEKAROĞLU............................................................................................................. 110 3 TAKDİM Türk-İslâm geleneğinde camiler, bulundukları şehir, kasaba ve köylerin en görkemli binaları olarak inşa edilmişlerdir. Bu eserlerin, aynı zamanda inşa edildikleri devrin kültür ve medeniyet seviyesini de gösteren birer sanat eseri olarak inşa edildiklerini görmekteyiz. 16. asırda Mimar Sinan’la cami mimarisi zirveye ulaşmıştır. Zamanımızda ise cami mimarisi ile meşgul olan mimarlarımızın sayıları, beklenen sayıda değildir. Buna mukabil ülkemizde her yıl yüzlerce cami inşa edilmektedir. Bunlar içerisinde yer yer güzel camilerin inşa edildiği görülmekle birlikte, yeni inşa edilen camilerin büyük çoğunluğu da maalesef mimari estetikten uzaktır. Bu durum, dünyanın en güzel ve azametli camilerini inşa etmiş bir milletin çocuklarına yakışmamaktadır. Camiler, sadece ibadet edilen mekânlar olarak görülmemeli, tarihimizde olduğu gibi, zamanımızın mimari anlayışını, kültür ve medeniyet seviyesini gösteren abide eserler olarak inşa edilmelidir. Burada projenin önemi ortaya çıkmaktadır. Zira aynı masrafla güzel bir cami yapmak mümkün olduğu gibi, mimari estetikten ve insicamdan uzak camiler inşa etmek de mümkündür. Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı Yönetim Kurulu olarak ülkemizde daha güzel camilerin inşaasına katkıda bulunabilmek için, cami mimarisine ilgi duyan ve cami projeleri ve uygulaması yapan mimarlarımızın görüşlerini almak üzere Diyanet İşleri Başkanlığımızla birlikte bir istişare toplantısı düzenlemeyi arzu etmiştik. Bu toplantının 10-11 Temmuz 2006 tarihinde İstanbul’da düzenlenmesiyle bu arzumuz gerçekleşmiş olmaktadır. Bu toplantıda, cami projeleri ve uygulaması konusunda bizlere yol gösterecek nitelikte çok değerli düşünce ve teklifler ortaya çıkmıştır. 5 Bu düşünce ve teklifler doğrultusunda şehir, kasaba ve köylerde uygulanmak üzere cami projeleri hazırlatıp cami inşa etmek isteyen hayır sahibi gerçek ve tüzel kişilere proje yardımında bulunmaya gayret edeceğiz. Böylece ülkemizde daha güzel camilerin inşa edilmesine katkıda bulunacağımızı ümit ediyoruz. Elinizdeki kitapçık, 10-11 Temmuz 2006 tarihlerinde İstanbul’da Diyanet İşleri Başkanlığı -Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı işbirliği ile gerçekleştirilen “Cami Projeleri İstişare Toplantısı”nda yapılan konuşmaları ihtiva etmektedir. Kitabın, ülkemizde daha güzel camilerin inşaası için faydalı olmasını dilerim. 29 Ağustos 2007 Doç. Dr. Fikret KARAMAN Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı ve Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı 6 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI’NIN GÜNDEMİNDE YER ALAN KONULAR: 1- Bugün ülkemizde cami proje ve uygulamaları konusunda, bulunduğumuz durumun değerlendirilmesi ve yeni projeler konusunda takip edilmesi gereken yolun tespiti, 2- Klasik ve çağdaş cami proje ve uygulamaları konusundaki düşünceler, 3- Günümüzün ihtiyaçlarına göre çağdaş bir cami ve müştemilatında bulunması gereken bölümler hakkında düşünceler, 4- Şehir, kasaba ve köylere göre hazırlanacak cami projeleri ve özellikleri ile cami proje ve uygulamaları konusunda mimarlarımızın diğer düşünce, teklif ve tavsiyeleri, 5- Toplantının değerlendirilmesi ve ortaya çıkan sonuçlar. 7 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI 10-11 TEMMUZ 2006 Oturum Başkanı Doç.Dr. Fikret KARAMAN 9 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Sunucu: - Diyanet İşleri Başkanlığı ve Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı’nın birlikte düzenledikleri “Cami Projeleri İstişare Toplantısı”na hoş geldiniz. Sizleri saygı duruşuna ve İstiklâl Marşını söylemeye davet ediyorum. (Saygı duruşunda bulunuldu, İstiklal Marşı okundu.) Şimdi konuşmalar bölümüne geçiyoruz. İlk konuşmayı Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Fikret Karaman yapacaklar. Buyurun efendim. 10 Doç.Dr. Fikret KARAMAN Sayın Başkanım, değerli konuklar. Sözlerime başlamadan önce hepinizi saygı ve hürmetle selamlıyorum. Aslında Başkanlığımız adına Sayın Başkanımız konuşacaklar. Ben, Dini ve Sosyal Hizmet Vakfının başkanı olarak daha çok Türkiye’de yapılmakta olan camilere ve camiler için hazırlanan projelere Vakfımızca verilen destekler konusunda konuşmak istiyorum. Bizler, Vakıf Yönetim Kurulu olarak, camilere ve camiler için hazırlanan projelere olabildiğince yardımcı olmaya çalışıyoruz. Bu cümleden olmak üzere, Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Dairesi Başkanlığı ile İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı olarak bu konudaki görevleri dolayısıyla, cami projeleriyle ilgili istişare niteliğindeki bu toplantının yapılmasını uygun gördük. Doğrusu cami kültürü, milletimizin vazgeçemeyeceği bir kültürdür. İslâm tarihini ve milletimizin tarihini düşündüğümüz zaman caminin insanla bütünleşmiş olduğunu görüyoruz. Osmanlı döneminden Cumhuriyet dönemine intikal eden 12.500 adet cami vardır. Cumhuriyet döneminde ise inşa edilen cami sayısı yaklaşık 65.000 kadardır. Bunları topladığınız zaman, ülkemizdeki camilerin hem fizikî durumu hem de camilere devam eden kitleyi düşündüğünüzde bu alanın yalnız başına bırakılmasının doğru olmayacağını herkes kabul eder. Günümüzde cami yapımı, hizmete açılması, sevk ve idaresi; özellikle ibadet mekânlarının yönetimi ve toplumun din konusunda aydınlatılması görevi, Diyanet İşleri Başkanlığının uhdesinde bulunmaktadır. DOÇ.DR. FİKRET KARAMAN Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı ve Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı Yönetim Kurulu Başkanı 11 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI 12 Dolayısıyla yapılan camilerin, özellikle de ibadete açılmaları aşamasında Başkanlığımızın bu konulara uzak kalması mümkün değildir. Tabiî camilerimizin bir yandan fizikî durumları, diğer yandan içerisinde ibadet edenlerin büyüklüğü düşünüldüğünde, bunların birbirleriyle örtüşmesi gerekir. Camilerin aynı zamanda mimarî tarzıyla, estetik yönüyle insanları kucaklayan, onları büyüleyen, ibadetin ruhuyla bütünleştiren özelliklerinin olması gerekir. Ancak günümüzde inşa edilen camilerin büyük bir kısmı; bu zevkten, bu mimarî güzellikten ve estetikten yoksun bulunmaktadır. Bir de, bir yere cami yapıldığı zaman, bunun ekonomik yönü de düşünülmelidir. Bu konularda Diyanet İşleri Başkanlığı, Türkiye Diyanet Vakfı ve Dini ve Sosyal Hizmet Vakfıyla zaman zaman ortaklaşa programlar düzenlemekte ve toplumumuzu aydınlatmaya çalışmaktadır. Sayın Diyanet İşlen Başkanımızın göreve başladığı günden bugüne, doğrusu en çok önem verdiği konulardan biri de cami mimarîsidir. Çünkü Başkanlığımız, hem yurt içinden hem de yurt dışından camilerle ilgili gelen talepleri karşılamak durumundadır. Bu meyanda, Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı, daha önce Japonya’nın başkenti Tokyo’da güzel bir cami inşa ettirmiştir. Bu caminin mimarî tarzı, tamamıyla bize özgü ve mimarlarımızın katkılarıyla olmuştur. Tokyo’daki bu abide, bugün milletimiz adına iftihar edilecek bir eser olarak bulunmaktadır. Yine, Bosna-Hersek’te tarihi Mostar Köprüsü’nün yanında bir ecdat yadigarı olarak bulunan Koski Mehmet Paşa Camii de, savaşta ağır hasar görmüş ve âdeta viraneye dönmüştü. Bu tarihî değeri büyük olan eser de mimarlarımızın katkısı, halkımızın yardımları ve az önce sözünü ettiğim Vakfın desteğiyle kurtarılmıştır. Bugün bu cami de Mostar’da -hakikaten nadide bir eser olarak- hizmet vermeye devam etmektedir. Biz Başkanlık olarak özellikle camilerin mimarî tarzlarını, estetik yönlerini, cemaati kucaklama özelliklerini, yapılan projelerin daha fonksiyonel olmasını, sadece bir beton yığını olmaktan çok toplumun ihtiyaç ve beklentilerine cevap vermesini gerekli görüyoruz. Camilerimizin, özellikle gençlerimize, hanım kardeşlerimize ve çocuklarımıza yararlı olabilmeleri için yeniden gözden geçirilmesinin önemine inanıyoruz. Din Hizmetleri Dairesi Başkanlığımız, Türkiye’nin çeşitli bölgelerindeki camilerle ilgili beklentiler ve ihtiyaçlar konusunda bir çalışma yapmış ve bu ihtiyaçların neler olduğunu tespit etmiş DOÇ.DR. FİKRET KARAMAN bulunmaktadır. Konu ile ilgili değerli mimarlarımızın ve bu mesleğin duayeni olan hocalarımızın, bugün burada alanları ile ilgili düşünce ve tavsiyelerini alacağız. Bugünkü istişareden yola çıkarak hocalarımızın da mutabakatını alarak, Allah nasip ederse belki bu takvim yılı sonunda, belki 2007 yılı içerisinde “cami mimarîsi” ile ilgili daha kapsamlı bir sempozyum veya geniş katılımlı bir kongre düzenleyeceğiz. Bu konuda Vakıf ve Diyanet İşleri Başkanlığı olarak rehberlik görevimizi yaparak yardımcı olmaya çalışacak; cami ile ilgili kurum ve kuruluşları ve kamuoyunu aydınlatmaya devam edeceğiz. Ben inanıyorum ki, bu alandaki sorumlu kurum ve kuruluşlar olarak Diyanet İşleri Başkanlığı, Vakıflar Genel Müdürlüğü ve diğer kuruluşlar üstlerine düşen görevi yerine getirirlerse, büyük bir boşluğu doldurmuş olacaklardır. Böylece ülkemizin, tarihimizin, milletimizin önemli hazineleri ve değerleri olan camilerimiz daha da iyileşecek, var olanlar tamir edilecek, yeniden yapılacak olanlar da daha uygun bir mimarî tarzda inşa edilecektir. Ben vaktinizi daha fazla almayacağım. Hem ilçe müftülüğü hem de Erzincan ve Elazığ İl Müftülüğü görevim sırasındaki müşahedelerime dayanarak diyebilirim ki, camilerle ilgili söylenecek çok önemli hususlar var. Üç beş kişi iyi niyetle bir araya geliyor, fakat belki bir rehber yahut bir bilgi eksikliği nedeniyle, bakıyorsunuz küçük bir mahallede, çevredeki yapıların mimarisiyle hiç de örtüşmeyecek biçimde, 20-30 m. yüksekliğindeki bir kubbe etrafında, dört tane uyumsuz minareyle bir mabet yapıyorlar. Tabiî daha da yanlış olanı, soğuk bir bölgede inşa edilen bu cami kubbesinin o kadar yüksek olması. Tabiî içindeki cemaatle cami büyüklüğü orantılı olmadığından, soğuk mevsimler için bu defa arka tarafa ayrı bir bölme yapılıyor ve neticede caminin ana mekânı boş kalıyor. Bu bakımdan bir semtte, bir yerleşim alanında bir cami yapılacaksa, kanaatimizce oranın nüfus yapısına, elli yıl, yüz yıl sonrasının cemaatine cevap verip vermeyeceği, oradaki diğer yapılaşma ile uyumlu olup olmadığı çok iyi projelendirilmelidir. Sadece cami yapmak için cami yapılmamalı, bir ihtiyacı karşılamak için yapılmalıdır. Bu konudaki kanaatimiz şu: Değişik ölçeklerde, değişik büyüklüklerde bir cami proje bankası hazırlanmalı ve üretime geçirilmelidir. Bu konuda cami yapmak isteyen derneklere, vakıflara, köy tüzel kişiliklerine Başkanlık ve Vakıf olarak biz rehberlik ve öncülük yapabiliriz. Şüphesiz ki bu projelerin üretilmesini de tecrübe ve birikim sahibi olan değerli mimarlarımızdan, teknik elemanlarımızdan bekleyeceğiz. 13 Bu vesile ile belirtmeliyim ki, bu mütevazı toplantı, ileriye dönük belki ilk adımı teşkil edecek. İnşallah daha sonra bunu kademeli olarak büyütüp bir sempozyum, bir kongre şekline dönüştürüp, işin pratik ve uygulanabilirlik yönü üzerinde duracağız. Bu toplantının gerçekleşmesinde bize destek veren Sayın Diyanet İşleri Başkanımıza teşekkür ediyorum. Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı’ndaki değerli çalışma arkadaşlarıma; kıymetli vakitlerini bize ayırarak toplantımıza iştirak eden, bilgi ve tecrübeleriyle bize yardımcı olmak üzere gelen değerli mimarlarımıza Vakfımız adına teşekkür ediyorum. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Sunucu - Diyanet İşleri Başkan Yardımcımız Sayın Doç. Dr. Fikret Karaman Bey’e biz de teşekkür ediyoruz. Şimdi, Diyanet İşleri Başkanımız Sayın Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’nu konuşmalarını yapmak üzere huzurlarınıza davetle arz ediyorum. 14 Prof.Dr. Ali BARDAKOĞLU Diyanet İşleri Başkanı Bismillahirrahmanirrahim. Yüce Rabbimize sonsuz hamd-ü senalar olsun. O’nun bütün Resullerine, Efendimiz Muhammed Mustafa’ya sayısız salât ve selam olsun. Bu toplantıyı Süleymaniye’nin gölgesinde, Mimar Sinan merhumun kabrinin yanı başında yapıyoruz. Bu bakımdan toplantının çok anlamlı ve anlamlı olduğu kadar da bereketli olacağını ümit ediyorum. Bugüne kadar bu vadide emeği geçen, bizlere güzel eserler bırakan ecdadımıza, Allah rahmet ve mağfiret etsin, onların yolundan gitmeyi ve onların bıraktığı eserleri daha da güzelleştirerek yarınlara taşımayı bizlere nasip etsin. Değerli katılımcılar! Ülkemizde, yılda beş yüzü aşkın cami yapılmaktadır. Yurt dışında, Balkanlar’da, Türk Cumhuriyetleri’nde İslâm’ın inkişafına bağlı olarak birçok cami yapım ihtiyacı ortaya çıkmaktadır. Bizler büyük bir medeniyetin varisleri olarak Osmanlı’nın 600-700 yıllık büyük ihtişamını ve medeniyetini görmüş, yaşamış, hatıralarına PROF.DR. ALİ BARDAKOĞLU Değerli mesai arkadaşlarım, ülkemizin seçkin sanatkârları, mimar dostlarım, hepiniz bu güzel toplantıya hoş geldiniz. Toplantının hayırlı, bereketli olmasını Yüce Rabbimizden niyaz ediyor, hepinize ayrı ayrı selamlarımı, sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. Başkanlığımızın güzide mensuplarına ve İstanbul Müftülüğü personelimize de sağlık ve esenlikler diliyorum. 15 nakşetmiş ve onun varisi olmakla iftihar etmiş bir millet olarak, yapılan eserlerden ve her gün karşımıza çıkan yeni mimarî ucubelerden herhalde çok mutlu değiliz. Bu rahatsızlığımız, bu şikâyetlerimiz herhalde en çok mimarlarımız, sanatkârlarımız tarafından dile getiriliyor. Birbirinin kopyası olan, içerisinde fonksiyonel olmayan mekânların bulunduğu, israfın diz boyu olduğu ticarî mekânların, marketlerin devreye girerek caminin ahengini ve huzurunu bozduğu, hayri amacını gölgelediği yeni bir yirmi birinci yüzyıl post modern tarzıyla karşı karşıyayız. Hâlbuki biz böyle büyük bir mirasın, büyük bir medeniyetin çocukları olarak çok daha iyi, çok daha kalıcı, çok daha etkileyici eserler yapabilecek güçteyiz. Bir insanın geride bırakabileceği en güzel, en hayırlı işlerden birisi amel-i salihtir, hayırlı eserdir. Bu bakımdan ben, geride güzel eserler bırakan yazar ve düşünürlere, mimarlarımıza hep gıptayla bakmış ve onları gıptayla yâd etmişimdir. Artık günümüzde camilerimiz çok amaçlı olmak zorunda, daha doğrusu bulunduğu mekâna, bulunduğu coğrafyaya, bulunduğu döneme ve bölgeye göre amaçlarını bizim gözden geçirmemiz ve buna uygun şekilde camilerimizi inşa etmemiz gerekiyor. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Hem camide verdiğimiz bilginin, anlattığımız dinin güzelliği, aydınlığı insanları mutlu etmeli; hem de caminin iç ve dış mekânı, çevre ve bahçesi fevkalade güzel olmalı ki, insanlar avludan içeri girdiklerinde kendilerini ayrı bir dünyada hissetmeli, caminin manevî atmosferini buram buram yaşamalıdırlar. Bizim arzularımızdan birisi budur. 16 Meselâ siz, İstanbul’da yaşayan değerli mimarlarımız, ecdadın bize bıraktığı güzelim mimarî eserlerin etrafında bir sürü ucube yapının, dükkânların yer aldığını, buraların âdeta işgale uğradığını, çevre düzenlerinin giderek hepimizi rahatsız eden bir hal aldığını üzülerek görüyorsunuz. Aslında biz Başkanlık olarak, Büyükşehir Belediye Başkanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğüyle bu konuları sıkça konuşuyoruz. Gönlümüz istiyor ki, bunları el birliğiyle giderelim. Aslında ben insanın kendi iradesiyle yapabileceği halde yapamadığı işler için daha çok üzülüyorum. Bazı engeller vardır, bunlar insan iradesini aşan büyük engellerdir, hadi onları aşamıyoruz; ama kendi gücümüz ve kendi inisiyatifimizle aşabileceklerimiz var; işte bunlar, camilerimizin iç ve dış mimarîsi, çevre düzeni ve çevreyle uyumu gibi konulardır. Bu toplantıyı biz, bu güzel adımların atılabilmesi yönünde bir istişare toplantısı olarak düşündük. Gerçekten hep karamsar da olmayalım. Ülkemizde ve yurt dışında çok güzel mimarî eserler de yapılıyor. Biraz önce Fikret Bey Tokyo Camiinden bahsetti. Berlin’de Şehitlik Camiimiz var. Meselâ, Avrupa’da camilerimizin bünyesinde mutlaka ve mutlaka gençlik ve kadın faaliyetlerinin yürütüleceği, insanlarımızın bir araya geleceği, toplaşacağı, konuşacağı, dertleşeceği; düğününü ve toplantısını yapacağı sosyal mekânların bulunması gerekmektedir. Zaten bu tarz müştemilatı bulunan camilerin vücut bulmaya başladığını da görmekteyiz. İçinizde bilenleriniz belki vardır, meselâ Kazakistan’da Tatarların camileri, aynı zamanda bir toplanma mekânlarıdır; caminin yanında, üstünde, altında mutlaka insanların bir araya geldiği, akşama kadar dertleşip konuştuğu, toplaştığı mekânlar olmakta ve camilerin etrafı âdeta cıvıl cıvıl insan kaynamaktadır. Biz de istiyoruz ki, günümüzdeki camilerimiz, hem ibadet mekânı hem sosyal faaliyet alanı olsun. Camilerimiz, çocuklarımızın gönül rahatlığıyla Kur’an-ı Kerim ve temel dinî bilgileri alabileceği mekânlar olsun; kadınlarımızın, gençlerimizin kendilerine faaliyet alanı bulabileceği yerler olsun. Camilerimizin mimarîsi, iç ve dış güzelliği yüce dinimizin kemaliyle uyumlu olsun, ona paralellik göstersin, caminin içine girenlerin gönlü ferahlık duysun. Orada dinlenen Kur’an kıraatinin güzelliği, orada verilen bilgilerin aydınlığı kadar, camilerimizin iç ve dış mekân olarak ve çevre olarak güzelliği de, estetiği de fevkalâde önem taşımaktadır. Ecdadın bıraktığı güzelliklere denk çok güzel nadide eserlerimiz var; ama biz istiyoruz ki, artık her yerde yaptığımız mimarî; özgün, özellikli ve kişilikli mimarî olsun. Sadece cami mimarîmiz değil, gönlümüz istiyor ki, okullarımız, hastanelerimiz, kamuya ait binalarımız da uygun bir mimarî tarzda inşa edilsin. Hep birbirinin aynısı, birbirinin kopyası olan binalar, insanlara hatıra bırakmaz, iz bırakmaz; prototip yapılarda yaşayanlar hayatı âdeta düz çizgide görür ve algılarlar. Hâlbuki her dönemin, her bölgenin, her toplumun kendine has hatıralarının olması lazım. İşte bu iyi niyetli bir adımdır ve hepinizin desteğine, katkısına ihtiyaç vardır. Türkiye’mizin siz seçkin mimarlarının bu konuda yol göstericiliğine ihtiyaç duyulmaktadır. Tabiî, bir hususu daha huzurlarınızda üzülerek ifade edeyim ki, Diyanet İşleri Başkanlığı olarak ülkemizde cami mimarîsi konusunda PROF.DR. ALİ BARDAKOĞLU Zaten medeniyette, estetikte, zevkte belli bir mertebeye ulaşmış, belli bir düzeye gelmiş toplumlar, hepsini birden güzelleştirirler. Biri güzel oluyorsa diğeri de güzel olmak zorundadır, bu bir seviyedir, bu bir kalitedir. Millet olarak zaten biz bunu tarihen ispat etmiş durumdayız. 17 biz, hiç bir zaman söz hakkına sahip olmadık. Bu mesele hepimizin ortak derdi. İşte İstanbul Müftümüz de aramızda. Fikret Bey yıllarca il müftülüğü yaptı. Müftülerimiz ve Diyanet İşleri Başkanlığı, bir yerde bir caminin yapıldığından, ancak o cami için kadro istenmeye gelindiğinde haberdar olabiliyor. Bu, Türkiye’ye yakışan bir durum değil. Camilerimiz insanlarımızın mahallî imkânlarıyla, cemaatten toplanan paralarla yapılıyor. Öne birkaç hayırsever insan düşüyor. Bu insanları kınamak asla aklımızdan geçmez. Biz onlara hep teşekkür borçluyuz. Onlar gayretli, hamiyetli insanlar. Onlar olmasaydı, bu hizmetler, bu canlılıkla devam etmezdi. Ancak gönlümüz istiyor ki, dinî hizmet aşkıyla taş üzerine taş koymak ve geride dinî eserler bırakmak için âdeta bütün ömrünü vakfeden bu insanların bıraktıkları eserler, estetik ve mimarî yönüyle arzu ettiğimiz kıvamda ve düzeyde olsun. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Tabiî toplanan paralarla bazen bu -son iki büyük depremde yaşadık- cami yapımında gereken sağlamlık ve özen gösterilmiyor. Özellikle camilerimizin ses düzenleri, iç çinileri ve halıları istişarelerle yapılmayıp sadece bağışlanan malzemelerle yapıldığından, caminin estetiği ve iç dizaynı, istenilen kıvamda olamıyor. 18 Bazen açılışlar için gittiğimiz yerlerde caminin içerisine girince gerçekten çok üzüldüğümüz manzaralarla karşı karşıya kalabiliyoruz. Gönlümüz ister ki, o kadar emek verilip para sarf edilen camilerimizin yapısı sağlam olsun, ses düzenleri güzel olsun. Ses düzenleri, mikrofon teşkilatı iyi olmayınca hoca efendilerin yirmi-otuz yıllık çalışma ile elde ettikleri kıraat talimleri, birikimleri âdeta heba olup gidiyor. Camilerde kullandığımız çinilerde ve diğer ahşap bölümlerde de belli bir estetiğin olması gerekiyor. Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat Yasasıyla biz bu konuya eğilmek istedik. Bundan böyle bir yerde cami yapılacaksa, buranın arsasının veya tasarrufunun Başkanlığa devrini ve mimarî açıdan nasıl yapıldığını ve ne kadar amaca uygun yapıldığını kontrol edecek bir mekanizmayı geliştirmek istedik. Bizim amacımız sadece mimarlarımızın ve sanatkârlarımızın katkılarıyla insanımıza ve hayır sahiplerine yardımcı olmaktır; müdahale değil destektir, katkıdır, istişaredir. İşte Başkanlığımızın düşündüğü istişarenin ilk halkasını bu mütevazı toplantı teşkil ediyor. Hatta şunu da ekleyip cümlelerimi bitireyim. Biz Başkanlık olarak bir yerde cami yapıldığını ancak kadro talep edilirse bilebiliyoruz demiştim. Bazı camilerimizin altına dükkânlar yapılıyor ve en çok kirayı kim öderse ona verileceği için, cami derneği böylece belli bir ekonomik güce ve gelire sahip oluyor; o zaman kadro da istemeyebiliyor. Cami gelirinden elde edilen imkânlarla bir hoca efendi istihdam ediliyor, böylece cami derneği kendi yağıyla kavruluyor; ama kullandığı yağ, bütün çevreyi rahatsız ediyor. Böyle bir vahim durumla karşı karşıyayız. Biz elbette şikâyet makamı değiliz. Biz sorunları giderme konumundayız. Bunların sona ermesi lazım. İşin içinde cami olduğu ve Hayrî bir hizmet olduğu için herkes kendi üzerine düşen katkıyı yapmalıdır. Bu kadar tarihî birikimi olan bir toplum olarak biz, niçin daha iyisini ve daha güzelini yapma gayreti içerisinde olmayalım? Bu itibarla ben bugün ve yarın serbestçe ve açık yüreklilikle toplantıda yapacağınız katkıların önümüzü açacağını, bize yeni ufuklar kazandıracağını düşünüyorum. Artık birbirinin kopyası olan değil, her biri ayrı bir güzelliğe, ayrı bir özelliğe sahip yeni eserler kazandıralım. Meselâ ben geçen deprem sonrası Islâmabad’a gittim, orada rahmetli Vedat Dalokay’ın o mimarî eserini gördüm, çok mutlu oldum. Aramızda çok güzel eserleri, çok güzel ürünleri olan sanatkâr dostlarımız var. Allah sizlerin sayısını artırsın, himmetlerini hep kalıcı eylesin ve geride milletimize, yirmi birinci yüzyıla, insanımıza ve tarihimize yakışan güzel eserler bırakma imkânını lütfeylesin. Basınımız lütfen bu konuyu ciddiyetle ele alsın, bu konuda bize yardımcı olsun. Aslında toplumumuzun her ferdi bu konuda elbirliği etmelidir. Batıya gittiğiniz vakit ilk ziyaret edilen turistik mekânlar, kiliselerdir. Bizde de İstanbul’a gelen bir turistin ilk ziyaret ettiği mekân, Süleymaniye’dir, Sultanahmet’tir, Ayasofya’dır. Artık biz bunlara yeni halkalar eklemeliyiz; buna ihtiyacımız var, artık buna gücümüz de var. İşte bu toplantı, bu ihtiyacın ve gücü birleştirmenin zamanını ifade ediyor. Tekrar hepinize ayrı ayrı selamlarımı, sevgilerimi, saygılarımı sunuyorum. PROF.DR. ALİ BARDAKOĞLU Öyle veya böyle Allah’ın bize takdir ettiği hayatı yaşayacağız; ama gönlümüz ister ki, bu hayat yaşandıktan sonra geride içinde çok güzel Kuran’ların ve Fatihaların okunduğu, hayırla yâd edildiğimiz güzel mekanlar bırakalım. 19 Sunucu: - Değerli konuşmalarıyla toplantımıza katkı sağlayan Diyanet İşleri Başkanı Sayın Prof. Dr. Ali Bardakoğlu’na teşekkür ediyoruz. CAMİ PROJELERİ İŞTİŞARE TOPLANTISI Şimdi, ilk oturumu başlatıyoruz. Bugün ülkemizde yapılan cami projeleriyle uygulamalarının değerlendirileceği ve yeni projelerde takip edilmesi gereken hususların konuşulacağı oturumu yönetmek üzere, Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Doç. Dr. Fikret Karaman’ı huzurlarınıza davet ediyorum. Hocam, buyrun. 20 Hüsrev TAYLA Yüksek Mimar Restoratör Oturum Başkanı (Doç. Dr. Fikret KARAMAN)* Müsaade ederseniz, hemen oturumu açmak istiyorum. Oturumda günümüzdeki camiler ve bunlarla ilgili olumlu ya da eksik yönler ele alınacak. Şimdi, Hüsrev Bey söz almak istiyor. Hocam buyrun. Hüsrev TAYLA - Her şeyden evvel böyle bir toplantıyı düzenlediği için Diyanet İşleri Başkanlığına teşekkür etmek istiyorum. Cami yaptıranlar ellerine geçen projeleri birbirlerine veriyorlar. Yani zannetmeyin ki, her biri için yeniden bir hesap yapılıp proje hazırlanıyor. Ben şu anda bugünkü mimarî tarzda bir cami yapıyorum, bu şekilde yapmak mecburiyetindeyiz. * İki gün süren Cami Projeleri İstişare Toplantısında bütün oturumlar, Doç. Dr. Fikret KARAMAN tarafından yönetilmiştir. HÜSREV TAYLA Biraz evvel rakamlar verildi: Altmış bin cami var ve bu altmış bin caminin en aşağı elli bini, yeterli denetim ve kontrol yapılmadan inşa ediliyor. Bu camileri kimin yaptığını kimse bilmiyor. Yalnız bildiğim bir şey var, bunların yüzde doksanının arkasında mimar imzası yok. Başımdan geçen hadiselere istinaden söylüyorum. Bunlar ehil olmayan mimarlar tarafından eski camilerimize benzetilerek yapılıyor. 21 Geleneksel cami mimarîsi, benim zaten altmış senelik hayatımın uğraşısı, yaşadığım ve sevdiğim şey; ama bugün artık yeni bir şeyler yapmak zorundayız. Fakat bu yeni şeyleri yapmak çok zor. Çünkü örneklerimiz yok, bir takım örneklerin üzerine basarak gelişebiliriz. Nasıl onaltıncı yüzyılda bizim camilerimiz şaheser seviyeye çıkmışsa, bu birden olmamış. Orta Asya’dan başlayan cami mimarîsindeki tekâmül gele gele Sinan’a kadar gelmiş. Eğer Sinan’ın arkasında bütün bu birikim olmasaydı, çevresinde örnekler bulunmasaydı, o bu camileri yapamazdı. Yani bir kimsenin -dâhi de olsa- birden bire bir Süleymaniye ve Selimiye’yi ortaya çıkarması mümkün değildir. Meselâ şimdi çok kişi diyor ki, ‘efendim, özellikle klasik camilerimiz Ayasofya’nın taklididir, kopyasıdır.’ Bu kopya lafı bir defa son derece yanlış. Evet, Ayasofya’nın, bizim bazı camilerimize onbeşinci yüzyıldan sonra kültür gelişimi açısından katkıları olmuştur. Dünyada hiçbir kültür, medeniyet yoktur ki, birbirinden esinlenerek gelmesin. Bunlar birbirinden destek alarak bugünlere geldi. Bu bir gelişimdir, kopya değildir. Ama o kadar cami yapılmış olmasına rağmen onaltıncı yüzyıldan sonra klasik türümüzde bir Ayasofya ortaya çıkarılamamıştır. Ha, Ayasofya benzeri eser yok da kilise var mı, kilise de yok. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Hakikaten Ayasofya dünyanın en önemli eserlerinden biridir. Ne Bizans döneminde ne Bizans’tan sonraki dönemde Ayasofya’nın benzeri bir eser yapılamamıştır. 22 Ayasofya’dan esinlenmemek elbette mümkün değildir. Bu esinlenme, mimarîyi değil, bir takım düşünceleri etkiliyor. Yani bir takım örnekler yaparak gelişmemiz mümkündür. Vedat Dalokay’ın camisini -başta ben olmak üzere- hepimiz tenkit ediyoruz. Ben gördüğüm bir takım yanlışlarından dolayı Vedat Dalokay’ı tenkit ediyorum. Biraz evvel Başkanımız haklı olarak Dalokay’ın İslâmabat’taki camisini methetti. Çünkü orada Dalokay’ın aklı başına geldi. Kabuğu bıraktı, kırık plaklara döndü. Peki, kabuk yapılmamalı mıdır? Kabuk da yapılmalı; ama biz kabuğu henüz yapacak seviyede değiliz. Biz onu gene betonarme nizamına göre yapacağız. Neyse, o işin fazla detayı, onlara girmek istemiyorum. Yani yeni bir takım projeleri yapmamız lazım. Biraz evvel Necdet Bey dostumuzla konuştuk, bana bir takım örnekler gösterdi. Bu örneklerin içinde büyük bir gayretin olduğu görülüyor. Kendisine de söyledim, benim meslektaşlarıma saygım var ancak önce yaptığımız şeyi çok iyi çalışmamız lazım. Eğer klasik cami yapıyorsak, klasik caminin bütün elemanlarını, bütün fonksiyonel unsurlarını bir talebe gibi çalışmamız lazım. Penceresini, kapısını, sütununu tekrar tekrar ölçüp, bunlardan dersler almamız lazım. Ben 60 senelik bir mimarî hayattan sonra size bunları söylüyorum. Şu ara yapı konusunda bir kitap yazıyorum ve bunu yazarken neler öğrendiğime kendim dahi şaşıyorum. 60 senedir bunların içindeyim, ölçüyor, biçiyor, çiziyor ve cami yapıyorum; fakat görmediğim, bilmediğim çok şeyler çıkıyor karşıma. Değerli Başkanımız çok güzel şeyler söyledi. Ben de bunlara dayanarak bazı açılımlar yapacağım. Ben buraya bir şeyler yazarak gelmedim. Önümde aldığım notlarım var. Başkanımız ‘camilerimiz, yalnızca ibadet edilen yerler değildir’ dedi. Şimdi bakın, bazılarımız içeriğini bilmeyebilir, çoğunluğun bildiği bir şey var. Bütün İslâm âlemi bizim cami dediğimiz mekânlara mescit diyor. Biz cami diyoruz. Aslında camiler aynı amaçla yapılmış mekânlardır. Mescit; secde edilen yer demektir. Cami ise, toplanılan yer demektir. Peki, toplanıyoruz da ne oluyor? İşte bütün mesele burada. Cuma namazının en önemli özelliklerinden birini düşünün. Hz. Muhammed (s.a.s.) zamanındaki cami ve cemaati düşünün. Peygamberimiz, ashabını mescitte toplayıp onlarla halleşmeyi, sohbet etmeyi, onların birbirlerini tanımalarını, dertlerini öğrenmeyi amaç edinmiştir. Meselâ, Bursa’daki Yeşil Cami ve Yıldırım Camii’nde bir takım odalar var. Bu odalar, ibadetin dışında, dışardan gelen din adamlarını misafir etmek ve onlarla sohbet etmek için kullanılmıştır. İstanbul’a gelindiğinde bu, külliyeye dönüşmüştür. Aslında Bursa’da da bu var, ama dağınık, henüz fikir olarak kalmış. Yıldırım Camiine bakıyorsunuz, mescidi şurada, şifahanesi karşıda, hamamı orada, yani karışık. Bu diğer camilerde de böyle. Ama İstanbul’da birden bire külliyeler doğuyor. İşte Fatih Camii en büyük külliye şeklinde. Ortada bir cami, Karadeniz ve Haliç yakasında çok düzenli şekilde külliye sistemi kurulmuş. Bu, Süleymaniye’de önemli HÜSREV TAYLA Camilerin ibadet tarafı elbetteki mahfuz, zaten bizim camilerimiz bu amaçla yapılmıştır. Bunun ilk örneklerini XIV. yüzyılın sonu XV. yüzyılın başlarında Bursa’da görüyoruz. Erken Osmanlı devrinde yeni bir cami tipi ortaya çıkıyor. Bazıları bu camilere başka bir isim veriyorlar. Bunların, sosyal hizmetleri görmek üzere yapıldığını söylüyorlar ki, bence de bu doğrudur. 23 şaheser haline gelmiş. Demek ki bu külliyeler, sosyal hizmetlerin görüldüğü mekânlar olmuştur. Ancak bunun devamlı olması, bu külliyelerin yenilerinin yapılması lazım. Sayın Başkanımızın konuşmalarından ben bu notu aldım. Gelelim bugünkü camilerimizin nasıl yapılması gerektiği hususuna. Bugünkü camilerimizi bir disiplin altına almak mecburiyetindeyiz. Özellikle gecekondu muhitlerindeki camilerimiz denetimsiz yapılıyor. Gerek belediyelerimiz gerek bir kısım yetkililer, bunlara karşı daha hassas olmalıdır. Bunların imar planına bağlı kalınarak ve sıkı kontrollerden geçirilerek yapılmasına izin verilmelidir. Ben Bursalıyım, 70 senedir de İstanbul’da yaşıyorum. Bursa bizim ilk payitahtımız. Ama ben Bursa’yı artık sevemiyorum. Benim orada tek sevdiğim şey camiler, medreseler. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Şimdi bir sürü kötü cami yapılıyor, kimsenin bir şey dediği yok. Daha sonra da -Sayın Başkanımızın şikâyet ettiği gibi- kadro talebiyle Diyanet İşleri Başkanlığının kapısına dayanıyorlar. 24 Tabiî, ilk yapacağımız şey, bu sistemi tez elden değiştirmek olmalıdır. Bir defa belediyelerin camiye ihtiyaç hissedilen yerleri çok iyi belirlemesi gerekir. Çünkü bir mahallede cami yapıldığında, hemen yakınındaki mahalledekiler aynısını istiyorlar. Camiler öyle bir yerde yapılmalı ki, herkesin ihtiyacını karşılayabilmelidir. Mahalle aralarında, dört minareli camiler yerine; mescitler yapılabilir; ama bunlar son derece sade, basit, çatılı olabilir. Eskiden bizim çok güzel çatılı camilerimiz vardı. Mimar Sinan’ın Topkapı surlarının hemen çıkışında bir camisi var. Belki sizlerin de görmediği onaltıncı yüzyılda yapılmış harika camilerden biri. Demek ki çatılı olması, güzel olmasına mani olmuyor. Şimdi ne yapmamız gerektiği konusuna gelelim: Fazla uzatmak istemiyorum. Bir defa proje yapılması lazım, projesiz cami yapılmaz. Proje yapacak kişinin mimar olması lazım. Mühendislere benim büyük saygım var; ancak mühendislik başka bir meslek. Ben mühendislerin alanına kesinlikle girmem, onlar da bizim sahamıza girmesinler. Bunu bir para kazanma aracı olarak düşünüyorlarsa o zaman proje statiği yapsınlar. Örneğin, kubbeyi yahut çatıyı en iyi şekilde yapabilmeleri lazım. Cami projesi yapacak arkadaşların bir ön çalışmalarının bulunması lazım. Heveslenmekle bu iş olmaz. Bu sebeple, Diyanet İşleri Başkanlığında ya da İstanbul gibi büyük şehirlerde müftülükler bünyesinde, hevesleri kırmadan projelere bakacak bir teknik heyet bulunmalıdır. Bugün böyle bir kurulun teşekkül ettirilmesinin çok önemli olduğu kanaatindeyim. Hepinize teşekkür ederim. HÜSREV TAYLA Oturum Başkanı: Hüsrev TAYLA Bey’e teşekkür ediyorum. Bu ilk bölümde böyle bir çığır açmış oldu, günümüzdeki mevcut camilerin durumu ile ilgili panoramik bir değerlendirme yaptı. 25 Prof.Dr. Turgut CANSEVER Yüksek Mimar Oturum Başkanı: Şimdi, Prof. Dr. Turgut Cansever Bey söz almak istiyor. Buyrun efendim. Evvela kısa bir bilgi vereyim. Yakında “Mimar Sinan ve İçinde Geliştiği Ortam” isimli İngilizce bir kitap yayınlandı. Ağahan grubunun yayınladığı kitap, altı yüz sayfalık. Harward ve Pensilvanya üniversitelerinin katkılarıyla hazırlanmış. Sinan’ın nasıl bir çevre, nasıl bir teşkilatlanma ve etkilendirme sistemi içerisinde bu başarıyı sağladığı kitapta görülüyor. Evet, bir kaç yüz insanın çalıştığı bir mimarlık bürosu var ve toplumun en seçkin insanı, orada tek başına tam yetkili. Hz. Peygamber “İnsanların en iyisi âlimin iyisi, insanların en kötüsü âlimin kötüsüdür.” buyuruyor. Bütün yetki, o alanı en iyi bilen insana verilmiş. Biz Türkiye’de böyle bir girişimden söz edebilir miyiz? Yani şu kişi bu işi en iyi biliyor diyebilir miyiz? Tabiî bu da bir ilk meseledir. PROF.DR. TURGUT CANSEVER Prof.Dr. Turgut Cansever - Şu sebepten veya bu sebepten, camiler gereği gibi tasarlanmıyor ve inşa edilmiyor. Çok zenginleştirerek, yüzlerce sayfa dolduracak örnekler vererek bu konuyu anlatabiliriz. Ama özet olarak söyleyeceğimiz şey şu, mutlak suretle başarısızız. Şimdi bu başarısızlığın sebepleri üzerinde ciddî olarak durmamız ve çözüm yolları aramamız gerekir. 27 Bundan aşağı yukarı otuzbeş-kırk sene evvel, yapılan ilk Ağahan mimarlık toplantılarını hatırlıyorum. Üç tane büyük kongre, üç yüzbeş yüz kişinin katıldığı ve her biri bir hafta süren, uzmanlar tarafından hazırlanmış tebliğlerin okunduğu ve müzakere edildiği toplantılar yapılırdı. Türkiye dikkat edilirse bu konularda belki de İslâm dünyasının en perişan ülkesi. Bütün İslâm dünyasında bundan bir asır evvel hâlâ dünya şaheserleri üretenler vardı. Bugün İslâm dünyasında doğru dürüst bir şey yapılamıyor. Evvela iyi ve kötünün ne olduğu bilinmiyor, tabiî bir yığın pespayelikler görülüyor, bunları aşmak için vasat iyilerin örnek teşkil etmesi yeterli değildir. Mutlaka süratle en iyinin etkinliğini sağlamak gerekiyor. Dolayısıyla da biz mimarlar olarak, bu defa o en iyinin ne olduğunu tarif etmek mecburiyetindeyiz. Ve buna giderken de peşin hükümlerimizden vazgeçmeye de hazır olmalıyız, her türlü egodan sıyrılarak, hakikate dosdoğru bakarak çözüme doğru ilerlemeliyiz. Bunun çok zor olduğu da ortada. Bunun çok zor olduğu, Ağahan ön toplantılarında da dile getirildi. Dolayısıyla en iyileri ortaya koyacak bir sistematik uygulansın dendi. Ağahan ödüllerine Türkiye’den cami mimarîsi olarak çok az örnek sunuldu, galiba da ödüllendirilmeye lâyık olan da çıkmadı. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Yaptığı küçük bir mescit değerlendirildiği için bir Mısırlı mimar, bizden kıyas edilmeyecek kadar daha ilerde; her biri, birinci sınıf mimarî ve yüksek kalitede belki birkaç yüz cami yapma imkânına sahip oldu. 28 Ödül safhasında bana da iki ödül verildi. Elimdeki bütün işler iptal edildi. Evet, özellikle devlet işlerinin hepsi. Türkiye, meselelere bakış açısından dolayı çok büyük eksikliklerle malul bir ülke haline gelmiş bulunuyor. Tabiî biz dini, ibadetten ibaret saydık. Evet din, “Amel bilgisidif buyruluyor, yani işlerimizi nasıl yapacağımızın bilgisi. Biz Türkiye’de iyiyi seçmek için bir araya gelip, gerçekten hangisi iyidir? Bunu bugüne kadar görüşmedik. Bu toplantı bunun için bir başlangıç olursa gerçekten çok önemli ilk adım olacaktır. Hepimiz elbette yaptıklarımızla iftihar ederiz, zaten o sayede yaşıyoruz, yani hayatta olma hakkımız var diye düşünüyoruz. Bunun yerine yaptıklarımızla değil de yapmadıklarımızla, yanlış yaptıklarımızla muhasebemizi eksiksiz yapmamız gerekiyor. Bugün gerçekten şehirlerimizin, konut stokumuzun ve camilerimizin perişanlığı bir vakıa. Bunu nasıl aşabileceğimizi hep beraber düşünmemiz, iyi örneklerin ortaya konulmasına tavassut etmemiz ve ortaya konulacak iyi örneklerin de hayata geçmesini, tanıtılmasını, değişime katkıda bulunacak şekilde halka takdim edilmesini bir program haline getirmemiz icap edecek. Bu toplantıyı, bu ve buna benzer meseleleri görüşmek için ve bir teşkilatlanmaya bağlamak amacıyla düzenlemiş olalım. Dostlara minnettarlığımı ifade ediyor, kendilerine başarı temenni ediyorum. Hepimiz bir vazife yüklenmek için hazır olmalıyız. Çok teşekkür ediyorum. PROF.DR. TURGUT CANSEVER Oturum Başkanı: Bu samimi değerlendirmesinden, artı ve eksilerimizi ortaya koymasından dolayı Prof. Dr. Turgut Cansever Bey’e teşekkür ediyorum. Sayın Başkanımızın da işaret ettiği gibi önemli olan; bu konuda bir adım atmak ve eksiklerimizi özgür bir şekilde tartışmaya açmaktır. Sanıyorum bu toplantı buna bir açılım getirecek. İkili-üçlü sohbetlerde, aslında herkesin camilerin mimarî durumları konusunda söyleyeceği çok şeylerin olduğu duyuluyor. Başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, İl ve İlçe Müftülülüklerimiz konuya oldukça duyarlılar. Çünkü bu kontrolsüz, zevksiz yapılaşmalardan kimsenin memnun olduğunu söylemek mümkün değil. Bu noktada yeni bir anlayışa toplumun, tarihin, kültürün ve medeniyetimizin mirasına uygun eserler çıkarmamız gerekiyor. 29 Necip DİNÇ Mimar Oturum Başkanı: Evet, mevcut camiler üzerine görüş ve düşüncelerini açıklamak üzere Necip Dinç Bey söz almak istiyor. Necip Bey buyrun. Necip DİNÇ: Camilerimizin anatomik yapısına şöyle tarihî bir seyirle kısaca bakacak olursak, meselâ, İstanbul’dan başlayalım. İstanbul biliyorsunuz yeryüzü cenneti olan bir şehir. 1453’te Fatih Sultan Mehmet Han tarafından fethedildikten sonra, daha o günkü sanatkârlarla beraber İstanbul’un imarına fevkalade bir başlangıç yapılıyor. Bununla ilgili çok geniş araştırmalar var. Vakıflar dergilerinin eski sayılarını inceleyenler, bu konu ile ilgili çok güzel makaleler bulacaklardır. İstanbul’un esas yeri, mıntıkası, biliyorsunuz Sur içi’dir. İstanbul’un dışında o zaman yerleşim alanı olarak üç tane belde vardı; bunlara “belde-i selase” denirdi. Eyüp Sultan mıntıkası da yeni İslâmlaşan İstanbul’un gelişen bir beldesiydi. İstanbul’un o günkü sanatkârları, topografık yapısını masaya yatırıyorlar. Başlangıçta bakıyorlar, İstanbul’un en güzel yedi tepesi var. Yedi tepesinin üzerine İstanbul’un siluetini kazandıracak, İstanbul’un prestij mimarîsini, kent temsilcisi formasyonunu ifade NECİP DİNÇ Birincisi Üsküdar, ikincisi Pera, üçüncüsü de yeni yeni İslâmlaşan mübarek zat Eba Eyyüb el-Ensari Hazretlerinin metfun bulunduğu Eyüp mıntıkasıdır. Burası tamamen gayrimüslimlerin yaşadığı bir mıntıkadır. Üsküdar, İslâmlaşan, karışık yaşayan bir beldeydi. 31 edecek eserlerini bu tepelere konduruyorlar. İstanbul’u çevreleyen surlar üç kısımdır: Birincisi Sarayburnu’ndan başlayan ve Ayvansaray’a kadar devam eden Haliç surlarıdır. İkincisi, Ayvansaray’dan başlayıp Yedikule’de denize bağlanan kara surları ve en muhkem surlardır. Biliyorsunuz, bu kara surlarının aşağı yukarı dört engeli vardır. Önce bu kara surlarının etrafında, takriben 20 m. genişliğinde 10-15 m. derinliğinde bir hendek vardır. Hendeğin hemen kenarında 3 m. yüksekliğinde duvar, ondan sonra dış surlar, daha sonra da iç surlar başlar. Tabiî en zayıf surlar Haliç surları olduğu için Fatih Sultan Mehmet Han Hazretleri Haliç’e girmek istedi. Zincirle engel olunduğu için meşhur tarihî hadise vuku bulmuştur. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI İstanbul’u çevreleyen bu surların içerisindeki tepeleri ise şöyle sıralayabiliriz: Birincisi, Edirnekapı Mihrimah Camii ve külliyesidir. İstanbul’un en yüksek tepesidir. İkincisi, Yavuz Sultan Selim Camii ve külliyesi, üçüncüsü Fatih Camii ve külliyesi, dördüncüsü Şehzadepaşa Camii ve külliyesi, bu Fındıkzade’ye doğru bir tepedir. Rahmetli Ekrem Hakkı Ayverdi Bey’in tabiri ile semerli bina önünü kapatmıştır. 32 Yani bugünkü belediye binası üzerindeki tonozu, semerli bina olarak tarif eder. Beşincisi Ayasofya Camii, Süleymaniye Camii ve külliyesi, en görkemli cephe de budur. Çünkü Haliç’e yan cephesini vermiştir. Diğer camilere bakacak olursak kıble cephesinden görüntülerle bizi karşılar, fakat camiler biliyorsunuz en güzel siluetini, yan cepheleriyle bize göstermektedir. Altıncı tepemiz Ayasofya’dır. Yedincisi maalesef Sultan Ahmet değildir. Cerrah Mehmet Paşa Camii ve külliyesidir. Mimar Mehmet Ağa’nın yerini seçerken, Koca Sinan’a kadar yer endişesini taşımadığını görüyoruz. II. Selim, camisini yaptırırken, Edirne’yi tavsiye etmiştir. Şimdi demek ki, bu camilerimiz kent temsilcisi, prestij mimarîsi, adres oluşturan binalar diye tarif ediliyorlar. Meselâ desem ki, Zal Mahmut Paşa Camii nerdedir? Zal Mahmut Paşa Camiini herkes bilmeyebilir. Ama Süleymaniye Camii dediğimiz zaman bulunduğu yeri herkes bilir. Çünkü kent temsilcisi olduğu gibi, adres de oluşturur. Ecdadımız bu yedi tepeye o kenti temsil edecek, o kente siluet kazandıracak abideler yerleştirmiştir. Demek ki böyle bir abidenin yerleşimi, önce şehircilikten başlıyor. Kent temsilcisi adres oluşturan binaları temsil eden bu camiler ve etrafındaki müştemilatın, şehir mimarîsinde yerlerinin iyi tespit edilmesi lazım. İkincisi, bugün geçmiş mimarîmizi devamlı tekrar etmek bana göre de yanlış; ancak belirtmek gerekir ki isteklerin çoğu da o doğrultuda. Meselâ ben Libya’da, Arap mimarî tarzında cami yaptım, onlar öyle istediler. Bizi bir noktada biçim olarak bağlıyorlar. Öncelikle şehircilik planlarını hazırlayan belediyelerimiz ve mimarlarımızın, bu konuda duyarlı olmaları lazım. Bir yerin ölçeğine ve ihtiyacına göre cami yeri belirlenmelidir. Bir misal vereyim. Bursa’da bir cami projesiyle karşılaştık. Belediyedeki mimar, minarenin boyutunu tahdit ediyor ve ‘minare devrildiği zaman karşıdaki komşu parsele zarar vermeyecek boyutta olmalıdır’ diyor. Hesap ediyorsunuz, yapmış olduğu çatı, kubbe seviyesinin bile altında kalıyor. İmardaki bozuklukları önlerken, bu arada şehircilik bazında alınması gereken tedbirlerin makul ve bilimsel kriterlere uyması lazım. Şehir imarı ve planlamasında çalışan mimarlarımızın kültür birikimlerinin çok iyi olması lazım. Ecdadımız, bu kültür formasyonunu hakikaten güzel tanzim etmiş. Biliyorsunuz eski camilerimizde ecdadımız yirmi küsur şart aramış. Bunlardan bir tanesi fonksiyondur. İkincisi mücessemiyet, bugün plastik tesir dedikleri şey. Üçüncüsü tali mücessemiyet, yani mekânlar ve elemanlar arasındaki geçiş. Tenasüp, yani bugün proporsiyon dedikleri şey. Ritim, yani monotonluktan uzaklık, gözü yormayacak biçimsellik. Meselâ, Süleymaniye Camii cephesine bir bakın, o kemerler a b b a ritmiyle gitmiştir, yukarda ise ritim değişiktir. Süleymaniye Camiinin analizi ile ilgili çok yazılar okudum. Koca Sinan, Bektaşi ocağından geldi, bu üçlü terkib ile o tasavvuf neşvesinin üçlü unsurunu, burada mücessemiyete aksettirmiştir. Yani ‘eline, diline, nefsine hakim ol’ şeklinde bir mesaj veriyor. Meselâ bugün camilerimizde her elemanın bir fonksiyonu var. Mihrap aksından bakacak olursak ecdadımız minelbab ilelmihrab demiş. Bu aksın kendine özel bir hüviyeti vardır, bu aksı şadırvanla dışarıya çıktığınız zaman, dış/şah kapısı karşınıza gelir. Camiye NECİP DİNÇ Bir tanesi Ruşen Eşref ÜNAYDIN’INdır. Kendisi bir edebiyatçı olarak diyor ki, “Koca Sinan’ın Süleymaniye’sini tahlil ettiğimiz zaman görürüz ki, mücessemiyeti, arzani ve tulani maktalarda, yani enine ve boyuna kesitlerde üçlü bir terkiple kurulmuş; tulani, işte ana kubbe, iki yarım kubbe; arzani, ortada kubbe, aynalı kemerler. Birer normal kubbe içerisine giriyoruz, köşe kubbelerin bindiği kemer, orta büyük kemer, tekrar öbür kemer. Orta büyük kemere giriyorsunuz, üçlü bir kemer, o dört tane meşhur granit sütun, ikisi sağda; tekrar orta terkibe giriyorsunuz, üçlü pencere. 33 girerken de ana mekânın ismi taç kapısıdır. Daha taç kapısından içeri girerken, ecdadımız çok enteresan mimarî elemanları yerleştirmiş, çok güzel mesajları bu mücessemiyete yansıtmıştır. Meselâ, ana mekana girdiğimiz zaman taç kapının sağında solunda iki tane mihrapcık vardır, sanatlı yapılmıştır. Bunu maalesef bizim mermer ustaları dilenci mihrabı olarak yorumlarlar. Haşa! Bunların ismi ihsan kapısıdır. Millet kütüphanesini kuran zat Ali Emiri Efendi’yi okuyanlar, bu kapıların mahiyetini bilirler. İhsan kapısından girerken ve çıkarken zenginler oralara para keseleri bırakıyorlar, ihtiyacı olan sağlı sollu çıkarken arkada kalıp o keselerden bir tanesini alıyor, ihtiyacı kadarını aldıktan sonra gerisini bırakıyor ve dua ediyor. Çok sanatlı yapılıyor bunlar. Allah’ın bir ihsanı olarak oraya parayı koyan zengin: ‘Ben bir tevziat memuruyum’ diyor. Onun için sanatkârca yapılmış bir kapıdır. Çok güzel işlenmiştir. Diyelim bugünkü ihtiyacı 40 milyon, keseden 50 milyon çıktıysa 10 milyonunu geri bırakıyor. Ayrıca meydanlarda da Müslüman olsun olmasın herkes için yapılan sadaka taşları vardır.” Bugün bu manaları çok iyi özümsemek lazım. Sanatkâr, bu şeyleri dışarıya tecessüm ettirdiği zaman bu biçimler ve semboller muallâkta, manasız çizgiler olarak kalmayacak ve bize mesajlar verecektir. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Mimarîmizin ana unsurlarını bu şekilde özetledikten sonra diyorum ki, şehircilik planlarımızın tanzimine baştan başlamalıyız. Bu konuda çalışan mimarlarımızın, geçmiş kültürümüzle ilgili çok okumaları gerekir. Tabiî bizler birçok uygulamalar yaptık. Başarılı olduğumuz noktalar da oldu, bize göre olmayanlar da. Bazen, hiç ummadığınız tekliflerle karşılaşıyorsunuz, yapın yapabilirseniz. 34 Bir eserin mükemmel olabilmesi için dört ana şartın olması gerekir: Birincisi finansman, ikincisi mükemmel bir proje, üçüncüsü kalifiye işçilik, dördüncüsü de kaliteli malzeme. Gene, Vakıflar dergilerinden okuduğumuza göre, Koca Sinan, mühim bir başlık için bir madırgacı arar. İstanbul’da bu işi yapabilecek ustanın olmadığını öğrenince araştırır. Sonunda ona ‘Üstadım, Kastamonu’nun filan köyünde bir pîri fani madırgacı bulunmaktadır. Şayet o buraya gelemez de sütun başlığı mermer oraya gönderilirse, ümit ediyoruz ki, hâlâ eli çekiç tutar yapar da, biz de bunu yerine koyarız.” denir. Tâ oraya kadar özel arabalarla götürülebiliyor, bunların hepsi prestij mimarîsi, devleti temsil eden mimarî eserlerdir. Biliyorsunuz mimarîde çok değişik çalışma tarzları var, bunlardan bir tanesi analojik çözümlerdir. Bugün bizim eserlerimizi yorumlayanlar, Koca Sinan’ın eserlerinde, gerek dış gerekse iç analojik varlığın bulunduğunu ispat ediyorlar. Meselâ, Şehzade Camiini tahlil eden Afet İnan, diyor ki; “Bu caminin içerisine girdiğimiz zaman talihsiz Şehzade Mehmed’in hüzünlerini hissederiz. Edirnekapı Mihrimah Camiine girdiğimiz zaman cıvıl cıvıl neşeli bir Osmanlı prensesinin haleti nahiyesini, Süleymaniye’ye girdiğimizde de Osmanlı’nın yeryüzündeki ihtişamını fark ederiz.” Bu bir analojik çalışmadır. Gene dış görünüşü ile ilgili Koca Sinan’ın Süleymaniyesinin, aynı zamanda Erciyes ve etekleriyle bir benzerliğinin olduğunu iddia eden sanat münekkitlerimiz var. Sabırla dinlediğiniz için teşekkür ederim. Allah razı olsun. NECİP DİNÇ Oturum Başkanı: Necip Dinç Bey’e teşekkür ediyorum. Gerçekten güzel ve anlamlı bir değerlendirme yaptılar. 35 Necdet CİVAN Mimar Oturum Başkanı: Toplumumuz gelişiyor, kentlerimizin görüntüleri sürekli değişiyor. Acaba çok modern bir yerde klasik mimarî mi oraya uygun, yoksa çağdaş mimarî mi? Gündemi hazırlarken arkadaşlar böyle bir başlık da almışlar. Bu konuda da Necdet Civan Bey’i dinleyeceğiz, buyrun efendim. Ben 15 yıldır cami projeleri ile ilgili çalışma yapıyorum. Kimse bana kalkıp da bir cami projesi çiz demedi. Biz arkadaşlarımızla bir ekip olarak çalışıyoruz. Hiçbir maddî beklenti içerisine girmeden, bu ülkenin insanı olmak ve Müslüman olmak hasebiyle bunları yapıyoruz. Bu, beklenti içerisinde olunarak yapılan bir iş değildir. Sinevizyonda da gösterdiğim gibi bu, Türk insanının kendi mecrasında akan bir anlayışla, geçmişle bugün arasında köprü olabilmesinin bir gayretidir. NECDET CİVAN Necdet CİVAN: Efendim, mimar arkadaşlarımın hepsi bilirler, okul hayatı boyunca hiç cami projesi çizmeden bu yaşlara gelmiş olanlarımız vardır. Dolayısıyla bir mimarın cami projesi çizebilmesi için bir kere iyi bir mimarlık eğitiminden geçmesi lazım. Mimarlık eğitimi almamış bir insanın durup dururken cami projesi çizmesi, çok büyük bir talihsizliktir. Bizler ailemizden aldığımız terbiye ve üniversite eğitimi sonrasında cami projeleri yapmayı kendi gönül dünyamızdan hareketle, bir amaç haline getirdik. 37 Ben bu işle iştigal eden biri olarak, çağdaş cami ile klasik cami ifadelerinin ne anlama geldiğini anlayabilmiş değilim. XI - XIX. yüzyıllar arasında yapılan camiler, kendi değerlerine uygun olarak yapılmıştır. Bir gün Çanakkale’den gelirken İnegöl’e uğradık. Akşam namazı kılacağız. Arkadaşlara, ‘cami var mı?’ diye sordum. Yakındaki bir çocuk ‘abi işte cami’ dedi. Bakıyorum, camiyi göremiyorum. Aslında cami kendini ifade eder. Başkasının onu anlatmasına gerek yoktur. Burada size Ekrem Hakkı Ayverdi, İbrahim Numan Bey ve Uğur Tanyeli’den okuyacağım bir kaç satırlık açıklamaları dinledikten sonra kararı siz vereceksiniz. Rahmetli Ekrem Hakkı Ayverdi, Türk mimarîsi ile ilgili olarak bakın ne diyor: “Eserdeki sırf maddî benzerlikleri aramak, dışını görüp içini görmemek demektir. Pek noksan kalmaya mahkûm bir çalışma olduğu aşikârdır. Bir eserin maddî yapısı kadar derunî havasını, ruhunu, manasını aramaya ceht ettik.” Görüldüğü gibi burada Ayverdi, camiyi tanımlarken, maddî yapısı kadar derunî yapısına da vurgu yapıyor ve onu bir insan gibi takdim ediyor. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI İbrahim Numan Beyefendi de konuya açıklık getirirken, “Osmanlı mimarîsinin en önemli hususiyeti, maddeyi ilâhlaştırıp zoraki bir abide yaratmak yerine, -altını çizerek söylüyorum- ona canlıymış gibi yaklaşıp, yapıyı sanatkârane kemale ulaştırmasıdır” diyor. Burada çok derin manalar var. 38 Uğur Tanyeli ise 17 Mart 2001 tarihli bir yazısında: “Bu durumda cami, işlevseldir. Çünkü kendine özgü rasyonel dünya görüşü yaratamamış olan, modern bir topluma ödünç bakış açısı sağlar. Sonuçta dünya insanı, kendi gerçeklerini batıdan görüldüğü gibi görmek istiyor. Başkasının pozisyonundan, onun gözlükleriyle görmek için çırpınıp duruyor. Başkasının gözleriyle meseleyi görmeye çalışmak, boş bir gayrettir. İnsan kendisine, kendi durduğu noktadan bakmamaya ve kendisiyle yüzleşmemeye çabalar. Yani unutmayı ve cahil kalmayı yeğler. Dolayısıyla böyle bir toplum, kendisini kavramayı engelleyen cehaletiyle bağdaşık olarak kültürel yabancılaşmasını sürekli yeniden üretir ve pekiştirir. Artık o ülkenin tarihi batıda yazılmışsa ciddiye alınır, mimarlık ürünü batıdaki bir mimarlık dergisinde yayınlanırsa önemsenir ve bilim adamının makalesi batıdaki bir yayın organında yer bulursa o kimseye akademik bir unvan kazandırır.” Şimdi, hadiseye bu açıdan bakarak yönlendirmek, bence şu toplantı için fevkalade önemli ve tarihî bir olaydır. Yani kendi durduğumuz Oturum Başkanı: Necdet Civan Bey’e ben de teşekkür ediyorum. Şimdi, bu bölümde, günün ihtiyaçlarına göre çağdaş/günümüz cami mimarîsinde bulunması gereken unsurlar hakkındaki düşünceleri alacağız. Ben, Viyana’da kısa bir süre bulundum. Viyana’da ATİB’in büyük bir camisi var. Bir gün Avusturya’nın üst düzey yöneticileri bu camiyi görmeye geldiler. İçlerinde farklı mesleklerden hanımefendi ve beyefendiler vardı. Gezi bittikten sonra bir hanımefendi bana, cami müştemilatında bir kreşin olup olmadığını sordu. Avusturyalı Hanım, Türk hanımlar işe giderken çocuklarını caminin bünyesinde bulunan kreşe bırakırlar diye düşünmüş olmalı. Bence haksız da değil. Günümüz şartlarında eğer bir caminin fonksiyonel olmasını bekliyorsak, yediden yetmişe her yaştan insana cevap vermesi gerekir. Bugün Türkiye’de yapılan istatistiklere göre cuma günü camilere giden vatandaşlarımızın sayısı, yirmiüç ile yirmibeş milyon arasındadır. Bu, küçümsenecek bir rakam değil elbette. Bayram ve kandillerde bu rakam otuz milyona kadar ulaşabilmektedir. Eğer biz, camilerimizin daha fonksiyonel olmasını sağlayabilir, halkımızı camilere yönlendirme konusunda daha gayretli olabilirsek, hanımlarımız, genç kızlarımız camiye geldiklerinde rahat bir mekanla karşılaşabilirlere, bugün söylediğim bu rakam, belki otuz milyonun üzerine çıkabilir. Ben yine de bu sayının artacağını düşünüyorum, çünkü bu bir ihtiyaç, hatta bir zorunluluktur. NECDET CİVAN noktadan kendimize, Türk mimarîsi kendi içinden kendine ve dünyaya bakmalıdır. İnsanı merkeze koyan ahlâk ve adalet anlayışı olmalıdır. Mimarînin de kendi içinde adaleti ve ahlâkı vardır. Batı, kendi dışındaki değerleri çok kere yok farz ediyor. Şimdi bizim modernite dediğimiz kavramın içini doldurmamız lazım. Biz bunların neresindeyiz? Soy ağacında temel Grek, Roma’ya dayandırılırken, en üstte de Amerikan mimarîsiyle modernizmi görüyorsunuz. Siz getirip mimarînizi modernizmin tepesine koyar ve bunun üzerinden işi yürütmeye kalkarsanız, aşağı doğru çöker, çıkamaz hale gelirsiniz. Öyleyse Türk-İslâm mimarîsi, bence kendi ismini koymak zorundadır. Eğer koyamazsanız başkasının eteğinden tutarak yükselmeye çalışırsınız. O da size eteğinden tutturmaz. Onun kötü bir kopyası olursunuz. Bence caminin, hiç kimsenin anlatmasına ihtiyacı yoktur. Cami, kendi değerlerinden aldığı kaynaklarla, insanın kendi doğası içinde çizdiği bir yapıdır. Cami bir insandır, o kendini anlatır. Teşekkür ederim. 39 Mehmet BEKAROĞLU Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Dairesi Başkanı Oturum Başkanı: Türkiye’deki camilerin yönetimi Diyanet İşleri Başkanlığı Din Hizmetleri Dairesi Başkanlığımızın sorumluluğundadır. Camilerimizin idari ve mali konularıyla da İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanlığı yetkili ve sorumludur. Bu işin başında olan daire başkanımız camiden ne bekliyor? Fonksiyonel bir cami dendiğinde kubbesinin büyüklüğü, minaresinin uzunluğu yahut da altında birkaç kat çarşının olması mı anlaşılmalıdır? Kısaca, bir camiden beklenen nelerdir? Mehmet BEKAROĞLU: Muhterem Başkanım, çok değerli hocalarım, hepinizi saygıyla selamlıyorum. Böyle güzel bir toplantıyı düzenlediği için Dini ve Sosyal Hizmet Vakfının muhterem başkanına ve değerli yöneticilerine teşekkür ediyorum. Şimdi, uzatmadan temel noktalara temas ederek sözlerime başlıyorum. Bir din görevlisi nasıl bir camide görev yapmak ister? Gayet tabiî ki mimarîsi, estetik ve akustiği düzgün ve cemaati çok olan camide görev yapmak ister. Peki, günümüzdeki camiler, mimarî özellikleri itibariyle böyle midirler? Günümüzde yapılan camilerin mimarî durumu hepimizce malûmdur. Biz 2004 yılında Ankara’da “Din Hizmetlerinin MEHMET BEKAROĞLU Şimdi, belirttiğim bu konularda görüş ve düşüncelerini almak üzere Din Hizmetleri Dairesi Başkanı Mehmet Bekaroğlu Bey’i davet ediyorum. Mehmet Bey buyurun. 41 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI 42 Önemi ve Sorunları” başlığıyla bir toplantı düzenledik. Bu toplantıya Prof. Dr. Halis Ayhan Hocamızı da davet ettik. O, uzmanlık alanı ile ilgili olarak camileri eleştirdi ve camilerde yeni düzenlemeler yapılmasının önemine dikkatlerimizi çekti. 2005 yılında “Din Hizmetleri Açısından Cami, Dernek ve Vakıfların Yeri ve Önemi” diye başka bir panel düzenledik. Bu toplantıda da kısmen bu konulara temas edildi. Yine, 4 Ekim 2005’te “Cami Mimarîsi” konulu ayrı bir toplantı gerçekleştirdik. Bu toplantıyı da, Bilkent Üniversitesi ve Orta Doğu Teknik Üniversitesinden davet ettiğimiz hocalarla birlikte yaptık. O toplantıya iştirak eden çok değerli mimarlarımızdan bir kısmı buraya da geldiler. Orada da benzer konular tartışıldı; günümüz Türkiye’sindeki cami mimarîsinde karşılaşılan sıkıntılar dile getirildi. Toplantı tutanaklarını, inşallah kitap olarak neşredeceğiz. Değişik görevler sebebiyle özellikle Suudi Arabistan’a, Mekke ve Medine’ye gittiğimde, değişik camilerde namaz kılıyorum. Orada hoşuma giden camiler gördüğümde keşke diyorum, yanımda bu işin derdiyle dertlenmiş bir mimar olsa da, bu sıcak iklime göre yapılmış olan bu camilerin değişik versiyonlarını bizim gibi soğuk iklimdeki ülkemizde de yapmış olsa. Biz bu panelleri niçin düzenledik? Bugünkü camilerimize -hepimizin ittifak ettiği gibi- bir sürü masraf yapıyoruz. Estetik yönden bulundukları yerlere bir güzellik katmadıkları gibi, akustikleri de düzgün olmuyor. Bugün camiler, cemaatin yalnızca namaz kıldığı mekânlar olarak görülüyor. Biz istiyoruz ki; yaşlılar, gençler, bayanlar, toplumun bütün kesimleri, engelliler çok rahatlıkla camiye gelebilsinler. Dede yahut baba yukarıda namaz kılarken, torunu veya oğlu da, aşağıdaki cami bünyesinde bulunması gereken internet ünitesinde, spor odasında, kütüphanede zamanını geçirebilsin. “Süleymaniye’de Bayram Sabahı” şiirinin şairi; “Biz gençliğimizde cami ikliminin, cami havasının bulunduğu mahallelerde yaşadık. Biz her ne kadar camiye gidip namaz kılmıyor idiysek de, bir gün gelir bizim oraya dönmemiz kolay olur” diyor. O iklimden hiç geçmemiş insanların oraya dönme imkânı yok gibidir. Gençler mutlaka cami ile temas halinde ve iç içe bulunmalıdırlar. Hatta toplumun bütün kesimleri, namaz dışındaki diğer ihtiyaçlarını cami bünyesinde yer alacak sosyal işlevli yerlerden görebilmelidir. Toplumu caminin etrafında tutabilirsek, cemaat çok olacak demektir. Böyle fonksiyonel bir camide elbette bütün imamlar görev yapmak ister, orada görev yaparken haz duyar, zevk alır. Oturum Başkanı: Mehmet Bey’e teşekkür ediyoruz. MEHMET BEKAROĞLU Bizim toplumumuz geçmişte camiye çok önem verdi. Caminin önemini herhalde anlatmamıza gerek yok. Bizim de bu sosyal boyutlu işlevselliği camilere katmamız gerekir. Yaptığımız çalışma sonucunda bir camide bulunması gerekenleri tespit etmeye çalıştık. Caminin büyüklüğüne ve küçüklüğüne göre mutlaka bulunması gerekenler var. Meselâ, günümüzün mimar ve mühendisleri, camilerin ısıtma, soğutma ve aydınlatma sisteminin güneş enerjisiyle olmasını niçin düşünmezler? Böyle bir proje geliştirilirse bundan istifade edebiliriz. Türkiye’nin pek çok bölgesinde yılın büyük bir bölümünde güneş bolca var. Havalandırma sistemlerinin, insanların rahat edeceği şekilde düşünülmesi gerekir. Bir diğer problem, ayakkabılıklar. Ayakkabılıklar, insanların rahatsız olmayacağı ve cami estetiğinin bozulmayacağı şekilde mimarî bir beceriyle gizlenemez mi? Modern betonarme camiler yapıyoruz, ama akustiğini, ses düzenini bir türlü sağlayamıyoruz. Kocatepe’deki bu problem hâlâ giderilemedi. Bunlar sizlerin uzmanlık alanına giriyor. Biz şunu istiyoruz; camilerimiz güzel olmalı, onların müştemilatına veya çevresine yerleştireceğiniz sosyal donatılarla birlikte çocuklarımızı ve gençlerimizi orada daha çok tutalım, cami havasını daha çok teneffüs etmelerine imkân sağlayalım. Meselâ, bazı büyük semt camilerinin müştemilatında sağlık ocağı olamaz mı? Çok güzel camiler yapılıyor, ancak, bir musalla taşı yapılmıyor, sonradan yapılıyor ve öyle bir şekilde yapılıyor ki, camiye güzellik katacağı yerde, bulunduğu alana çirkinlik katıyor. Çok basit bir ayrıntı gibi görülüyor ama önemsenmelidir. Biz Daire olarak camide hangi ünitelerin bulunması gerektiği hususunda bir liste çıkardık, bunu isteyenlere verebiliriz. Toplantının faydalı ve hayırlı sonuçlar vermesini diliyorum. 43 Sami USLU Diyanet İşleri Başkanlığı Emekli Başkan Yardımcısı Oturum Başkanı: Şimdi de, fikir ve tecrübeleriyle bize yardımcı olacağını düşündüğümüz emekli Diyanet İşleri Başkan Yardımcısı Sami Uslu Bey konuşacaklar. Buyrun efendim. Sami USLU: Değerli Başkan, değerli mimarlar, saygı değer hocalarım. Acizane bendenizin on sene kadar Diyanet İşleri Başkan Yardımcılığı görevim oldu. Bu zaman zarfında iki önemli caminin inşasında -ki bunlar Aşkabat ve Tokyo camileridir- komisyon başkanlığı yaptım. Toplantıya Boğaziçi ve ODTÜ’den onlarca tanınmış akademisyen ve mimar iştirak etti. Orada “Cami mimarîsine tevessül eden mimarlarımız ne olur, biraz İslâm kültürü hakkındaki bilgilerini yenileyip geliştirsinler” deyince, bir hoca reaksiyon gösterdi: “Ne demektir bu cami mimarîsi dediğiniz, netice itibariyle boş bir mekânda insanlar toplanıyorlar, işte o kadar” dedi. Kendisine Mekke’de müşavirlik yaptığımı belirterek, Tenim Camiinin inşaatının nasıl yürütüldüğünü SAMİ USLU Necdet Bey konuşmasında güzel bir noktaya temas etti. “Cami projesine soyunan bir mimarın camide nelerin olup bittiğini, namaz ve niyazı biraz olsun bilmesi gerekir” dedi. Bu sözler bence de oldukça önemli sözlerdir. Mimarlar Odası Ankara’da ‘Mimar Sinan Haftası’ düzenlemişti. Başkanlıktan da birinin bir tebliğ sunmasını istediler. Bu toplantıda ‘cami mimarisi üzerine’ bir tebliğ sundum. 45 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI 46 anlattım. Suudlular, Tenim Camiini Mısırlı bir Hristiyan mimara yaptırdılar. Adamın Londra ve Cidde’de ofisinin olduğu söyleniyordu. Bizim mimarlar da bu camiyi yapan şirkette taşeron olarak çalıştılar. Neticede hergün bizim mimarlar, kamerayla yaptıkları işleri o Mısırlı mimara ofisinde gösteriyor ve onun yapılanlar konusunda önerilerini alıyorlardı. Bir gün; “Hocam, dediler, bugün, yapılanları kendisine anlattık. Ancak bir konuda onunla anlaşamadık. Abdest alınan mekânda musluktan akan su, abdest alanın üstüne başına sıçrıyor. Bu su kullanılmış sudur ve temiz değildir, dediğimizde, adam ‘sıçrarsa sıçrasın ne olacak’ diyor.” dediler. Bunları Mimarlar Odasının Ankara’daki toplantısında söylediğimde bazılarının tepkisiyle karşılaştım. Bir mimar arkadaş Süleymaniye Camii büyüklüğünde bir cami projesi yapmış, bunu inceleme fırsatım oldu. Gördüm ki en köşesinde devasa bir sütun var, onun arkasına da müezzin mahfilini yerleştirmiş. Müezzinin önünü kocaman bir direk perdeliyor. “Bu olmaz.” deyince: “Ne olacak, müezzinin imamı görmesi şart mı, görmeyiversin” dedi. Ben de “Görmeyiversin demekle olur mu? Müezzinin görevini tam ve rahat yapabilmesi için imamı görmesi gerekir” dedim. Demek ki cami mimarîsi ile uğraşan mimarların mutlak surette İslâm kültürünü bilmesi gerekir. Türkiye’de cami mimarîsi üzerine çalışan çok fazla mimarın olduğunu zannetmiyorum. Çünkü Aşkabat Camii ile ilgili yarışma düzenlediğimiz zaman, pek çok yere ilanlar vermemize rağmen, maalesef fazla ilgilenen olmadı. Müftülüklerimize konu ile ilgili gelen rakamları söylesem şaşırırsınız. Bugün için camilerimizdeki eksikliklerden biri de Sayın Başkanımız da bu konuyu zaman zaman dile getiriyor, hanımlar için camilerde yer ayrılmamış olmasıdır. Çoğunlukla kenarda, kıyıda, köşede hanımlara yer ayrılmaktadır. Bu hiç de hoş değildir. Perdelerle, örtülerle çevrilen mekânlar onlara tahsis ediliyor. Hanımlara camilerde uygun yerler ayrılmalıdır. Sonuç olarak belediyeler de konuyu ciddi bir şekilde değerlendirmelidir. Belediyeler, imar durumuna göre okul, cami, park vesaire yerlerini belirliyor. Bir kısım insanlar gidip belediyeden cami yerinin neresi olduğunu öğrenip, kimseye bir şey sormadan cami yapmaya tevessül ediyor. Esasen belediyeler, Diyanet İşleri Başkanlığından cami yapılacak yerle ilgili proje istemelidir. Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı’nın bu konuya el atmış olması çok güzel bir gelişmedir. Bu çalışmalar duraksamadan devam etmelidir. Diyanet İşleri Başkanlığımız bu vakfı görevli ilan etmeli ve cami yapanlar da belediyelerden sonra bu vakfa gelip proje almalıdırlar. Vakfın bünyesinde mimar ve mühendisler istihdam edilmeli, yapılacak cami projelerini bunlar kontrol etmelidirler. Sabırla dinlediğiniz için hepinize teşekkür ediyor, saygılar sunuyorum. SAMİ USLU Oturum Başkanı: Çok teşekkür ederim, efendim. 47 Ali GÜNVAR Y. Mimar Eminönü Belediyesi Danışmanı Ali GÜNVAR: Sayın Başkanım, ben teşekkür ederim. Sabahtan beri çok değerli hocalarım, çok değerli arkadaşlar ufuk açıcı bilgiler verdiler. Ben de bunlara âcizane birkaç katkı yapmak istiyorum. Ben konuya Osmanlı’daki camilerle mescitler arasındaki hiyerarşik yapıyı anlatarak başlamak istiyorum. Osmanlı’da bir “Ulu Cami” kavramı vardır. Ulu Cami kavramı, aslında Cuma namazı kılınan Cuma camisidir. Bunun dışında mescitler vardır. Bunlar, insanların, gün içinde namazlarını kıldıkları mekânlardır. Osmanlı’da üç tip cami vardı: 1. Devlet camileri, yani büyük Cuma camileri; 2. Mahalle camileri; 3. Dergâh camileri. Cumhuriyet döneminde ise Cuma Camisi ayrımı ortadan kalkmıştır. Dolayısıyla her mescitte cuma namazı kılınabilir hale gelinmiştir. Bugün her camide Cuma namazı kılınabilmektedir. Sabahki konuşmalarda bizim kendi mimarîmizle ve kendi duruşumuzla ayakta kalmamız söylendi. Bu, hiç kimsenin reddedemeyeceği bir gerçek, ama bizim kendi duruşumuzu da bir takım insanlara anlatabilmemiz gerekir. Yani en azından kendi dilimizi başka dillere tercüme edebilecek alt yapıya sahip olmamız gerekir. ALİ GÜNVAR Oturum Başkanı: Şimdi, sözü Ali Günvar Bey’e veriyorum. Ali Bey buyrun. 49 Bizim duruşumuz, bizim dilimizdir, ancak dünyada başka insanlar da var ve onların da dilleri var. Siz önce kendi hikâyenizi kendi dilinizde en iyi şekilde anlatacaksınız. Sonra da hikâyenizi başka dillere çevirecek ve o dillerde anlaşılır kılacaksınız. Bu da sizin göreviniz, başka türlü bunu yapmak mümkün değildir. Dolayısıyla ben olayı bir Hristiyan âlemi ve Türk dünyası ile Türk dünyası dışındakilerin bir çekişmesi olarak görmek istemiyorum. Böyle bir bakış açısının, doğrusunu isterseniz çok sağlıklı olduğunu da düşünmüyorum. Ha, şimdi biz teknolojinin ve bugünün imkanlarını caminin alt yapısına entegre edebilirsek, yani cami aynı zamanda kendi ölçeğinde, mahalle ölçeğinde bir kültür merkezi haline gelebilirse, insanların herhangi bir yaşayış ve anlayış biçimine zorlanmadan rahatlıkla içine girebilecekleri ve bir takım günlük ihtiyaçlarını karşılayabilecekleri mekanlar manzumesi haline gelebilirse, işte o zaman cami yaşamış olur. Cami yaşamadığı sürece ve toplum hayatına entegre olmadığı sürece yapılacak olan her türlü işlem boşunadır. İki mahalle arasındaki rekabette adam geliyor “Abi biz binayı kurduk, şimdi öyle bir kubbe yap ki yan mahalledeki caminin kubbesinden çok daha büyük olsun” diyor. Çatının o binaya uygun olması önemsenmiyor, kubbesinin yandaki mahalledeki camininkinden daha büyük olması önemli görülüyor. Sonra da altındaki dükkânların geliri üzerinde kimin tasarruf edeceği gibi konular gündeme geliyor. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Küçük, çapsız ve boyutsuz yaklaşımlardan caminin kurtarılması lazım. Dolayısıyla topluma entegre olacak bir kültürel açılımın cami ile birlikte ve biraz da seviye kazandırılarak getirilmesi lazım. Teşekkür ediyorum. 50 Oturum Başkanı: Ali Günvar Bey’e bu güzel konuşmalarından dolayı teşekkür ediyorum. Doğrusu hepimizin bir anlamda arzularına tercüman oldu. Hocamızın söylediklerine bir iki nokta ilave edeyim. Elazığ’da İl Müftülüğü görevim sırasında Müftülük sitesi inşaatımız vardı. Bir mimarımız bunun kontrolünü yapıyordu. Öyle bir ana geldik ki, ‘bu işi artık bitirelim’ dedik. O mimarımız, “Hocam acele etmeyin, bu müftülük sitesi bir iki yıl geç bitsin. Önemli olan müftülük binasının kapısından içeri girildiği zaman koridorlar, katlar, konferans salonu, makam odası, iç tezyinat ve işçilikteki estetik kendini göstersin; bir vatandaş Müftülüğe geldiği zaman farkı hemen hissetsin. Siz İslâm’ı sadece camilerin kürsülerinden anlatamazsınız. Göze hitap eden güzel bir eser, estetik yapı, o insanın zihninde kalıcı bir iz bırakır” dedi. Nitekim bugün de öyle değil mi? Tarihî eserlerimizi gezdiğimiz zaman gurur duyuyoruz. Ben inanıyorum ki mimarlarımızın çok geniş ufukları var. Ama bunun din kültürü ile birleştirilmesi gerekir. Bizim ilahiyat kültürümüz var; ancak çizgi, şema, proje tarafımız yok; dolayısıyla bunları herhalde buluşturmamız lazım. Bunu buluşturmamızın yolu da zannediyorum bu tür toplantılardan geçmektedir. Camilerin fonksiyonel olması, günümüzün ihtiyaçlarına cevap vermesi için belki belediyelerin de şehircilik planlaması açısından katkısı olabilir. Şimdi, günün ihtiyaçlarına göre çağdaş bir cami ve müştemilatında bulunması gerekenler hakkındaki düşünceleri almaya devam ediyoruz. Oturum Başkanı: Turgut Cansever Hocamız tekrar söz almak istiyor. Buyrun efendim. Prof.Dr. Turgut CANSEVER: Efendim, konu doğrusu çok şümullüdür. Yani camilerin fonksiyonel yapısına bakarak bu camilerin gerçekten iyi bir mimarîye sahip olduklarını veyahut topluma vermeleri gereken hizmeti eksiksiz verdiklerini söylemek mümkün değildir. Bu, mimarînin bir alanına ait meseledir ve bu mesele mutlaka çözümlenmelidir. Şartlara göre sözü edilen fonksiyonların cami içinde, dışında, yanında halledilmesi mümkündür. Meydana getireceğimiz küçücük bir mescit veyahut büyük bir cami de olsa, İslâmî inancın yansıması olan bir mimarî ile olmazsa vazifemizi yapmış olmayız. İslâm inancının varlık tasavvurunu yapılan binaya, meydana getirilen parçaların ilişkilerine yansımasının nasıl olacağını burada bir toplantıda tarif etmemizin imkanı yoktur. Doğrusu bir mahallede yahut şehir merkezinde inşa edilecek mescitlerin, camilerin taşıyacakları vasıfların neler olacağını ortaya koymak, sözlerle de, yazıyla da gerçekleşmez. Bu konuda başarıya ulaşılmak isteniyorsa bu işin en iyi örneklerinin verilmesi gerekir. ALİ GÜNVAR Bursa’da Nalbantoğlu mahallesinde oturdum. Beş-on sene evvelinde meydanda cami, dışarısında kütüphane, okuma salonu, kahvehane vardı. Kahvehane keyif için gidilen bir yer olmanın ötesinde camiden çıkıldığı zaman camide dinlenen vaaz, dinî meseleler hakkında düşünce geliştirilen ve bilginin derinleştirildiği, muhaverelerin yapıldığı yerdi. Mahalledeki bu meydanda çocuklar oynardı. Gerçekten bu tam bir şehir meydanı idi. 51 Bu düzenleme dünyada yapılacak düzenlemelerin en zorlarından biridir. Çünkü bu, şehir merkezini vücuda getirme girişimidir. Şehrin vücuda getirilmesi ise hem bizim İslâm inancında hem de Yunan düşüncesinde insanın yapacağı en önemli iştir. Yani “İnsanın dünyadaki esas vazifesi dünyayı güzelleştirmesidir” şeklindeki Hz. Peygamber’in buyruğu açıkça ortada olduğuna göre, bunun sürecini hazırlamamız gerekir. Bunun nasıl organize olacağını ortaya koymak gerekir. Organizasyon iki yapılı olabilir. İnsanlar, bu konuda tecrübesi olan bir mimara gidip ‘bu işi yap’ derler, o mimar da bunu yapar ve bir üst makam da onaylar. Bu üst makamın belediyeler olmadığı ve içinde bulunduğumuz şartlarda olamayacağı da aşikârdır. Vakıf, projelendirme işinin uygun olup olmadığını onaylayacak bir profesyonel kadroya sahip olmalıdır. Tabiî bu kadro, onayladığı işten sorumlu kılınmalı, yapılan işin ne kadar başarılı olduğu da üç sene, beş sene içerisinde daha üst bir heyet tarafından değerlendirilmelidir. Burada mimar arkadaşlarla bir arada bulunuyoruz, oturup da masada beraberce bir şey çizin dense herhalde hepimiz başka başka şeyler çizeriz. Doğrusu ne çizmemiz lazım geldiğinin de tartışılması icap edecektir. Vakıf, cami projelerinin hazırlatılmasına katkıda bulunacak bir teşkilatlanma tasarlamalıdır. Bu teşkilatlanmanın nasıl olabileceği üzerinde yarın belki görüşebiliriz. Çok teşekkür ederim. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Oturum Başkanı: Ben tekrar teşekkür ediyorum Hocam, sağolun. 52 Ahmet UZUNOĞLU Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı Yönetim Kurulu Üyesi - Hukukçu Oturum Başkanı: Şimdi de Vakfımızın hem kurucusu hem de Yönetim kurulu üyesi olan Ahmet Uzunoğlu Bey konuşmak istiyor. Ahmet Bey, buyrun. Birçok olayla karşılaştık. Evvela Kocatepe Camiinin inşaatında müteahhit şirketin yönetim kurulu başkanı ve genel müdürü olarak görev yaptım. Hüsrev Bey’le uzun süre işleri beraber yürüttük. Daha sonra Türk Cumhuriyetlerinden Azerbaycan, Türkmenistan ve Kazakistan’da da camiler yaptık. Bir tanesi Nahçıvan’da olmak üzere beş cami Azerbaycan’da yaptık. Türkmenistan’da Sapar Murat Türkmen Başı’nın köyü Kıpçak Obasında bir cami yaptık. Uyguladığımız projelerin çoğu, daha çok Aydın Yüksel Bey’in projeleriydi. Kazakistan’da da Ömer Eryılmaz’ın AHMET UZUNOĞLU Ahmet UZUNOĞLU: Sayın Başkan, değerli misafirler. Ben de bugünkü konu ile ilgili birkaç söz söylemek istiyorum. Ben Diyanet İşleri Başkanlığı Hukuk Müşavirliğinden emekliyim. Erken emekli olup, Türkiye Diyanet Vakfı’nın Gintaş adlı şirketinin başına geçtim. Kocatepe Camii’nden başlamak üzere birçok cami inşaatlarında bulundum. Bu sebeple cami ile ilgili epeyce tecrübelerimiz oldu. Tabiî biz hukukçuyuz, mimarlık eğitimi görmediğimiz için bizim öğrendiklerimiz, beraber çalıştığımız mühendis ve mimarlardan öğrendiğimiz şeylerdir. 53 iki projesini uyguladık. Şunu arz etmek istiyorum. Peygamberimiz ve Peygamberimizden sonraki zamanlarda cami, toplumda çok önemli bir müessese idi. Hele Peygamberimiz zamanında cami, âdeta toplumun kalbi idi. Peygamberimizin ibadet ettiği yer de orası, evi de orası, devleti ve devlet işlerini idare ettiği yer de orası idi. Bu kadar önemli bir yer olan cami, daha sonraki devletlerde ve topluluklarda da çok önemli konumda olmuşken, zamanımızda eski önemini kaybetmiş. Zamanla kahvehaneler, kafeteryalar, kulüpler çıkmış. İnsanlar buralara gidip zamanlarının büyük bir kısmını buralarda geçiriyorlar. Peygamberimiz zamanında bunlar yoktu. Camilerin eski çekiciliğini kaybetmesinin sebeplerinden biri de budur. 1974 yılında Cidde’de camiler konusunda uluslararası bir toplantı yapılmıştı. Toplantının konusu “Camilere eski fonksiyonunu ve eski itibarını nasıl kazandırabiliriz?” hakkındaymış. Bu toplantıya Türkiye adına katılan zamanın Diyanet İşleri Başkanı Dr. Lütfi DOĞAN yurda dönünce, Başkanlığın üst kademesinde görevli arkadaşlara, toplantıda konuşulanlar hakkında bilgi vermişti. Dr. Lütfi DOĞAN’ın anlattığına göre, toplantıya katılan İslam ülkeleri temsilcilerinin görüş birliğine vardıkları hususlar şunlardı: CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI İslam Dünyasında caminin eski rolünü kaybetmesinin en başta gelen sebebi, camilerde görev yapan din adamlarının İslâmî bilgi ve kültür bakımından yetersiz olmalarıdır. Hâlbuki cami görevlilerinin yüksek tahsilli, gerek dinî bilgiler, gerekse fen bilgileri açısından hitap ettikleri cemaatin seviyesinin üzerinde olmaları gerekir. 54 İslam ülkelerinin çoğunda cami görevlilerinin bu vasıfta olmadıkları görülüyor. İlme ve akla aykırı bir hutbe veya vaaz dinleyen bir insan, bir daha camiye gelmez. O halde çare nedir? Çare, cami görevlileri için orta ve yüksek dereceli okullar açıp, onları iyi bir şekilde yetiştirmektir. Toplantı böyle sonuçlanmış. Bunları anlattıktan sonra Dr. Lütfi DOĞAN şunları söylemişti: “O toplantıda konuşulanları dinledikten sonra Allah’a şükrettim. Çünkü İslam Dünyasının 1974’lerde duyduğu ihtiyaçları, T.C. Hükümetleri 1949’larda ve 1950’lerde duymuş ve İmam-Hatip Okulları ile İlahiyat Fakülteleri açmıştır. Böylece aydın din adamı yetiştirme konusunda Türkiye’nin diğer İslam ülkelerinden çok ileride olduğunu görmüş olduk.” AHMET UZUNOĞLU O halde camiler, fiziki yönden güzel olmakla birlikte, o caminin içinde yapılan din hizmetleri de kaliteli olmalı. Mesela, camilerde okunan hutbelerin, verilen vaazların ilmi seviyeleri yüksek ve halkı eğitici olmalı, müezzinlerin sesleri de güzel olmalı. Diyanet İşleri Başkanlığımız bu konuda çok güzel çalışmalar yapıyor. Eğitim merkezleri var, imamlarımız dahi artık İlahiyat Fakültesi mezunlarından seçiliyor. Bu konuda diğer İslâm ülkelerine göre hakikaten Türkiye, çok büyük mesafeler almıştır. İlahiyat Fakültelerimizde doktora yapan imamlarımız var, çok şükür iyi noktadayız. Elbette, fizikî olarak da camilerimizin daha cazip hale getirilmesi lazım. Ankara Subayevleri’nde bir arkadaşımız cami yaptırıyor. Hilmi Şenalp Bey’in Tokyo’da yaptığı caminin projesini uyguladı. Şimdi caminin bodrum katına bir toplantı salonu yapıyor; klimalı, gayet güzel, duruma göre bir kısmının hanımlara, bir kısmının da erkeklere tahsis edilecek şekilde tanzim ediyor. Bu toplantı salonunda hanımlar, icabında kendi aralarında bir takım etkinlikler yapacaklar. Çok maksatlı yapılan bu salonda düğünler de yapılabilecek. Onun yanına bir tane de gençlerin spor yapması için spor birimi; bunlara ilave olarak da kız ve erkekler için ayrı Kur’an kursu yapmış. Daha bitmeden mahalle halkı ‘ne zaman bitecek?’ diye soruyorlar. Hanımlar şimdiden heyecanla, “Biz burada etkinlik yapacağız, Diyanet’ten vaizeler çağıracağız” diyorlar. Demek ki günümüzde camilerimiz, sadece beş vakit namaz kılınan yerler olmamalı. Toplantı salonlarına ve bilhassa gençlerimizi çekmek bakımından spor ünitelerine sahip olmalı. Proje yapılırken zamanın ihtiyaçlarına cevap verecek şekilde yapılırsa, -eski devirlerde olduğu gibi- camilerimiz bir çekim alanı haline gelebilir ve güzel hizmetler yapılabilir. Şurada Süleymaniye Camiinin yakınında bulunuyoruz. İşte etrafında medreseler, hastane, okul, hamam var. Tabiî bir kısım bölümleri harap halde. Sadece bizde değil, İslâm dünyasında da camiler sadece ibadet yeri değil, toplumu cezbedici yerler olmalı. İnşallah Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı bu işi özel kuruluş olarak yapacaktır. Diyanet İşleri Başkanlığımızın desteklemesi, işin sağlıklı yürümesi açısından iyi bir garantidir. Sayın Başkanımızın buradaki açıklamaları hakikaten çok muhtevalıdır. İnşallah bunlar sadece sözde kalmayacak. Zaten buraya mimarlarımızdan proje çizen, cami yapan, fiilen bu işin içinde 55 olan arkadaşlarımız davet edilmiştir ve toplantı, hayırlı bir şekilde bitecektir. Beni sabırla dinlediğiniz için sizlere teşekkür eder, saygılarımı sunarım. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Oturum Başkanı: Sağ olun, biz teşekkür ederiz. 56 Prof.Dr. Cafer KIYASİ Azerbaycan Kültür Bakanlığı Abidelerin Restorasyonu Enstitüsü Direktörü Y. Mimar Oturum Başkanı: Şimdi sözü Azerbaycan’dan gelen Prof. Dr. Cafer Kıyasi Bey’e veriyorum. Sayın Hocam, buyrun. Prof.Dr. Cafer KIYASİ: Sayın Başkan, değerli meslektaşlarım, hamınızı Azerbaycan’dan gelmiş mimar arkadaşlarım adına selamlıyor ve teşekkürlerimi bildiriyorum. Esasen bu konu bütün İslâm dünyasının problemidir. Türkler zaman zaman İslâm dünyasının dinî mimarîsine katkılarda bulunmuşlardır. Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı Sultanlarının camileri, bence İslâm dünyasının en muhteşem camileriydi. Azerbaycan-Bakü’deki camiler, tarihî camilerdir ve bu camilerin mimarîsinde Osmanlı Sultanlarının yaptırdığı camilerin etkileri büyüktür. Azerbaycan’ın yerli mimarları Azerbaycan’da çalışırlar. Avrupalı ve Rus mimarların çoğu, ülkemizdeki camilerin yapımında Osmanlı cami geleneğine dayanmışlar, onlardan yararlanmışlardır. Osmanlı camilerinde bir büyüklük, bir azamet vardı. 1920 yılında Sovyetler Birliği’nin yayılmasına bağlı olarak Azerbaycan’da cami inşaatı uzun bir devre durdu, yani 70 yıldan fazla bir dönemde bir tane de olsa cami yapılamadı. PROF.DR. CAFER KIYASİ Çağdaş Türk dünyasının mimarları, bu büyük ve zengin geleneği devam ettirmek için büyük mes’uliyet taşımaktadırlar. 57 Aksine onlar, İslâm dinine karşı büyük bir savaş açtılar. En büyük, en değerli camilerimiz yıkıldı. Kalanlar da dinî amaçla kullanılmadı. Daha çok bunlarda toplantılar, tiyatrolar teşhir olundu. En yahşi halde orada müzayedeler düzenlendi. Ve büyük bir kısmı, kendi başına bırakıldığından yıprandı ve yıkıldı. Sovyet hâkimiyeti döneminde Azerbaycan’ın dinî mimarlık mirası, büyük yıkımlara maruz kaldı ve mimarlarımız da dinî mimarlık tecrübelerini kaybettiler. 1920’den 1993’e kadar Kuzey Azerbaycan’la güney Azerbaycan arasında neredeyse bir tane dahi cami inşa edilemedi. Yalnız 1993’te Bakü’de, özgürlük devrinin ilk camisinin temeli atıldı. Bunu da Türkiye Diyanet Vakfı inşa ettirdi. Bu cami, Bakü’nün en yüksek yeri olan Şehitler Kompleksinin terkibindedir. Bu cami şimdi Bakü’nün mimarlığına çok yeni bir mimarlık özelliği getirdi. Diyanet Vakfı, Azerbaycan Cumhuriyeti’nin başka bölgelerinde de çokça cami yaptırdı. Bu camiler, Osmanlı cami tipinde inşa olundu. Bizim dindarlar, bu camilerin yapılmasından dolayı üst soydaşlarımıza teşekkürlerini bildiriyor ve kendilerini saygıyla yâd ediyorlar. Bakü’de yapılan caminin inşaatında imkan dahilinde ben de elimden gelen yardımı gösterdim. Osmanlı tipi caminin Bakü’de yapılmasını ben de yürekten istedim. Ama ben yine isterim ki, hem Azerî hem de Türk mimarlar, çağdaş mimarlık eserleri de yaratsınlar. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Osmanlı camileri güzel ve muhteşemdi, ama bunlar tarihti ve büyük tarihti. Bundan biz bir şeyler öğrendik ve bizden sonraki nesiller de bunu öğrenecekler. 58 Takriben bundan 40 yıl önce üniversite öğrencisi iken, ilk bizde ilmi talebe derneği vardı. Ve orda benim tezim, çağdaş Türk mimarlığı konusunda olmuştu. O zaman Rus dergilerinin birinde çağdaş Rus ve Türkiye ile ilgili yazılara rastladım, fotoğraflar gördüm. Bizim o zaman Türkiye’ye çıkışımız yoktu; Türkiye bizim için kapalı bir memleket idi. Oradaki belgelerin ve fotoğrafların içerisinde beni en çok etkileyen, Vedat Dalokay’ın Ankara için değerlendirdiği dört minareli bir caminin maketi olmuştu. Vedat Dalokay bu projesiyle, Osmanlı camilerinin XX. yüzyıl varyasyonunu yansıtmaya çalışmıştı. Bu tarihî camileri biraz stilize ederek, biraz da modernleştirerek yeni bir eser yaratmıştı. Maalesef bu eser Ankara’da dikilemedi. Bana öyle geliyor ki, o eser o zaman dikilseydi, dinî mimarînin gelişmesine çok büyük etki yapacaktı. Biz onu sonradan, değiştirilmiş ve büyütülmüş şekliyle Pakistan’da yapıldığını gördük. Ben isterdim ki, Türkiye’de çağdaş mimarların yaptığı örnek camiler olsun. Aslında çağdaşlık hiç de geleneğe arka çevirmek veyahut da öz yolunu değiştirmek değil. Benim fikrimce çağdaşlık, geleneği daha derinden duymak ve onu daha yüksek seviyede geliştirmek demektir. Osmanlı camilerini betonda tekrar etmek, biz mimarların yaratıcılığını engelliyor, onların potansiyellerinin üzerine çıkmalarına imkân vermiyor. Çağdaş mimarî, İslâm dininin tanınmasına yardım eyleyebilir. Teorikte Türkiye mimarlarının, hem o klasik mescitlerin hem de çağdaş mescitlerin biçilmesinde kifayet edecek kadar tecrübesi, pratikası var. Biz Azerbaycan mimarlarını bu pratika ile tanış olmaya imkân yarattığınız için sizlere teşekkür ediyoruz. Oturum Başkanı: Biz de Prof. Dr. Cafer Kıyasi Bey’e teşekkür ediyoruz. Cafer Kıyasi Bey Şehitlik Camiinden söz edince heyecanlandım, çünkü o camiyi ben de gördüm. Bakü, güzel bir şehir, ama orayı taçlandıran bu mabet, oraya fevkalâde yakışmış. Ziyaretim esnasında gerek Şeyhu’l-İslâm, gerekse devlet yetkilileri ile yaptığım görüşmede, çok sevindirici bir de haber aldım. Bakü’de, bundan daha büyük bir cami hazırlığı olduğunu söylediler. Bakü’yü sembolize edebilecek bu eserin projesine mimarlarımızın da katkıda bulunmasını dilerim. PROF.DR. CAFER KIYASİ Bir şeyi daha ifade etmek istiyorum. Orada gerçekten çok güzel bir şehitlik mekânı düzenlenmiş. Şehitlerin isimleri, künyeleri tespit edilmiş, gayet güzel bir şekilde doğum tarihleri yazılmış. Ben o isimlere merakla baktım. Bakıyorsunuz orada, Çanakkale şehitliğinde olduğu gibi Kafkasya’dan, Diyarbakır’dan, İstanbul ve Edirne’den şehitler var. Diğer coğrafyalardan şehitler var. Benim doğup büyüdüğüm Harput’tan da iki üç isim gördüm. Dolayısıyla o şehitliği de görünce, caminin şehitlikle ne kadar örtüştüğünü, ne kadar birbirini tamamladığını, ne kadar büyük bir güzellik meydana getirdiğini burada dile getirmek istedim. Bu tür emekler demek ki boşa gitmiyor. Gelecek nesiller için bunlar, iz bırakan eserlerdir. 59 Fahrettin MİRALAY Azerbaycan Kültür Bakanlığı Abidelerin Restorasyonu Proje Grubu Başkanı Mimar Fahrettin MİRALAY: Hepinize selamlarımı, hürmetlerimi ve teşekkürlerimi sunarak sözlerime başlıyorum. Hakikaten Bakü’de böyle zarafetli bir caminin yapılmasını, önce bizim Cumhurbaşkanı istedi. Tabiî Şeyhu’l-İslâm Allah Şükür Paşazade’nin de burada büyük rolü var. Kendisi hemen her caminin yapımıyla yakından ilgilenir. Bu proje ile ilgili olarak otuza yakın teklif geldi; bunlardan ikisi Türkiye’den, birisi Japonya’dan, diğerleri de Azerbaycan’lı mimarlardandır. İçinde çok çağdaş projeler var. Azerbaycan’da üç köklü mimarlık mektebi var. Bunlardan biri İran arazisinde Tebriz mimarlık mektebi, ikincisi Şirvan mimarlık mektebiyle Nahçıvan mimarlık mektebi, üçüncüsü de Aran mimarlık mektebi. Bakü-Şirvan arasında inşa edilecek bu mescidin mimarlığının Şirvan üslubunda olması yönünde Cumhurbaşkanımızın teklifi olmuştur. Mescidin ölçüleri, cemaat kapasitesi gibi hususlar da onun tarafından belirlenmiştir. Bu mescitte en az on bin neferin aynı anda namaz kılması planlanmıştır. Mescidin umumi sahası on iki bin metre kare olup, merkezi kubbenin çapı 48 metredir. Ayrıca bu büyük kubbeye ilave FAHRETTİN MİRALAY Oturum Başkanı: Şimdi de, yine Azerbaycan’dan gelen Fahrettin MİRALAY Bey’i davet ediyorum. Buyursunlar efendim. 61 olarak; on iki orta ölçekli kubbesi bulunmaktadır; bunların da her biri 26 metre hacmindedir. Bunların dışında 99 adet de küçük çaplı kubbe yer almaktadır. 99 adet küçük kubbe, Allah’ın 99 güzel ismine, 12 orta kubbe de 12 imama işaret eder. Camimizin; 108 metre uzunluğunda 4 adet de minaresi olacaktır. Bakü havaalanının şehre uzaklığı, takriben otuz kilometredir. Bakü’ye gelen her bir konuk, hemen hemen yolun yarısında mescidin biraz da yüksekte olması sebebiyle minarelerini ve kubbeyi görebilecektir. Bodrum katı bazı yerlerde yirmi otuz metre fark ettiğinden ve rölyefi de büyük olduğundan biz buraya, İslâm dinini anlatan eserlerin arşivini yapmayı uygun gördük. Azerbaycan’da arşivlerde İslâm dini ile ilgili çokça kitap var, o kitapları buraya koymayı düşündük. Bu büyüklükteki bir camide kütüphane de olmalıdır. Ayrıca camiye dört yüz araba kapasiteli otopark yapılacak. Bakü’deki mescitler için biz Türkiye’deki Osmanlı mimarîsinden ziyade, Selçuklu mimarîsini tercih ediyoruz. Selçuklu mimarîsi bizim Şirvan mimarlığına daha yakın, taş yontma ve süslemeleriyle ve mimarlık malzemesiyle zengindir. Azerbaycan’da mescit yapmak, devletin sorumluluğundadır. Devletten icazetsiz hiç kimse mescit yapamaz. Bizde Din İşleri Komitesi vardır. Mescidin bütün projeleri, bu kurumun onayından geçmektedir. Teşekkür ederim. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Oturum Başkanı: Fahrettin Bey’e teşekkür ediyoruz. 62 Gül AYDIN Mimar Oturum Başkanı: Şimdi Başkanlığımızdan Mimar Gül Aydın söz almak istiyor. Gül Aydın Hanım, Başkanlığımız İdari ve Mali İşler Dairesi bünyesinde çalışıyor. Cami mimarîsi ile ilgili olarak bugüne kadar karşılaştıkları sorunlarla ilgili size bilgi sunacaklar. Buyrun Gül Hanım. Gül AYDIN: Sayın Başkanım, sayın hocalarım. Ben üniversiteden 2001’de mezun oldum. Fakültede cami projesini hiç görmedim. Mezun olduktan sonra Diyanet İşleri Başkanlığı’nda camiler üzerine çalışmaya başladım. Cami projesi ve cami yapım izni dendiği zaman, günümüzde ilk önce Diyanet İşleri Başkanlığı akla geliyor. Fakat şu anda Diyanet İşleri Başkanlığının cami yapımına izin verme yetkisi yok. Camilerin arsalarının seçimi, arsa büyüklükleri, iki cami arasında olması gereken mesafeler, cami kapasiteleri, cami minare ilişkileri üzerine bazı tablolar hazırlanmıştır. Şimdi söyleyeceğim gibi, son dönemlerde yapılan camiler, kentsel çevre ile uyumlu olarak yapılmakta ve tamamlayıcı kurumlarla birlikte hareket edilmektedir. GÜL AYDIN 1998 yılında çıkan kanunla, Diyanet İşleri Başkanlığına tanınan izin verme yetkisi, 2003 yılında iptal edilmiştir. Bu dönem arasında Diyanet İşleri Başkanlığımızda çeşitli çalışmalar yapıldı. 63 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI 64 Bizce küçük kapasiteli camiler, sadece ibadete yönelik tasarlanırken, büyük kapasiteli camiler, daha çok külliye şeklinde olmalıdır. İnsanlar cami bahçesine girdikleri andan itibaren burada her şeyi bulmalıdırlar. Büyük cemaat kapasiteli camilerin bünyesinde; ibadet mekanı dışında yoksullar için aşevi, sağlık ocağı, çay içme alanları ve dinlenme yerleri, sergi, toplantı ve konferans salonları, çeşitli el sanatları atölyeleri, kütüphaneler, kitap satış mekanları, gençler için spor alanları, otoparklar, çocuk oyun alanları, özürlüler için özürlü rampası, yürüyen merdiven ve asansör gibi kolaylık sağlayıcı tedbirlerin düşünülmesi gerekir. Ayrıca ibadetin rahat bir ortamda yapılabilmesi için de ısıtma, havalandırma ve soğutma sistemleri olmalıdır. Bunlar şehir, kasaba ve köylere göre hazırlanacak cami projelerinde bulunması gereken unsurlardır. Ancak 2003 yılından itibaren cami yapım izinleri Diyanet İşleri Başkanlığından alınıp mülki amirlere verildiğinden, yapılan bu tabloların ve çıkan çeşitli genelgelerin bağlayıcılığı kalmamıştır. Yine de biz çalışmalarımızı yaparken, bu anlattıklarımı göz önünde bulundurarak yapıyoruz. Şu anda Diyanet İşleri Başkanlığının cami yapımı değil, cami kullanım yetkisi vardır. Bu son dönemde ülkemizde yapılan cami projeleri ve uygulamaları hususunda hocamızın da belirttiği gibi her gün çeşit çeşit sorunlarla karşılaşıyoruz. Bunları sizlere kısa kısa aktarmak istiyorum. Yurt içinde şahıs, dernek ve vakıflarca yaptırılmış veya yaptırılmakta olan camilerin proje ve estetik bakımdan uygun niteliklere haiz olmadığı; çevreleri ile uyum sağlamadığı, bazı camilerin ihtiyaç duyulan kapasitesinden çok daha büyük yapıldığı, bazılarının müştemilatının bulunmadığı, müştemilatı bulunanların da caminin kendisi ile uyumlu olmadığı görülmektedir. Şahıs, dernek ve vakıflarca yapılmış olan bu camilerin projelerinin hayır işi kapsamında ücretsiz olarak yaptırılmış olduğu, bu nedenle projeler için gerekli özenin gösterilmediği, bazı camilerin inşaasında ise başka bir yerde uygulanmış bir projenin gelişigüzel revize edilerek mevcut arsaya uydurulmaya çalışıldığı, genelde detay projelerin statik hesaplarının olmadığı, kalfa-usta ilişkisi içinde inşaatın devam ettirilerek belediyelerin bu tür yapılanmalara fazla müdahale etmediği anlaşılmaktadır. Camiler, insanın şükran duygularını Allah’a sunduğu yerler ve yapılardır. Bunun için dinî duyguların yoğun olarak yaşandığı mekânların en mükemmel şekilde olması gerektiğini düşünüyor ve bizler de bu doğrultuda çalışmalarımıza devam ediyoruz. Teşekkür ederim. GÜL AYDIN Oturum Başkanı: Ben de teşekkür ederim. Bizim İdari ve Mali İşler Dairesinde camilerimizin kütük defterleri var. Her caminin orada bir kütük sahifesi var. Bildiğim kadarıyla o sayfa üzerinde yirmi otuz kadar soru yer almaktadır. Caminin yapılış tarihi, mülkiyeti, kime ait olduğu, cemaat kapasitesi, sabah, öğle, akşam ve Cuma namazlarına varıncaya kadar devam eden cemaat durumu, o defterde mevcuttur. İnşallah bundan sonraki toplantıda kütük defterleri ile ilgili bilgiyi de dile getirirsek, bizim o yönlü çalışmalarımızın olduğunu da duyurmuş oluruz. Önümüzdeki dönemde Başkanlığımızın cami arşivi ve hafızası küçümsenmeyecek derecede derli toplu olacak ve hocalarımız bunu zevkle karşılayacaklar; daha güzel hizmetler için değerlendirip kullanacaklar. Biraz önce dışarıda Mahmut Beyle konuşurken kendileri dediler ki: “Bu tür toplantılar hep yapılıyor, ancak bir sonuç elde edilemiyor; tohumu toprağa atıyoruz, ama bir türlü büyümüyor.” İslâm toplumları konuştuklarını, istişare ettiklerini ileri götürmeli, yarım bırakmamalı. Tamamlanmayan ya da yarım bırakılan bütün çalışmalar boşa gidebilir. Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı olarak biz, amacımız doğrultusunda hizmet vermeye devam edeceğiz. Zaten Vakfımızın kuruluş amacı da Diyanet İşleri Başkanlığının bu tür hizmetlerine katkıda bulunmaktır. 65 Niyazi GÜNEŞ Diyanet İşleri Başkanlığı İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanı Oturum Başkanı: Şimdi de, İdari ve Mali İşler Dairesi Başkanımız Niyazi Güneş Bey konuşacaklar. Buyurun Niyazi Bey. Niyazi GÜNEŞ: Sayın Başkan, değerli misafirler. Ben de toplantımızın verimli ve hayırlı geçmesini temenni ediyorum. Hüsrev Hocam konuşmasında: “Şu anda mevcut camilerimizin yüzde doksanının projesinde mimar imzası bulunmuyor” dediler. Gerçekten doğru bir tespitte bulundular. Bu alanda bir boşluk var. İdari ve Mali İşler Dairesi olarak elimizde hazır tip projelerimiz var. 150, 250, 350 ve 650 kişi cemaat kapasitesi olan projeler bunlar. Bazen bizden proje talebinde bulunanlar oluyor. Tabiî önce talep edilen yere proje uygun mu, değil mi, bu konuşuluyor. Aynı şekilde Müftülüklerden talepte bulunanlar oluyor. Proje ünitesinde çalışan sadece üç mimarımız var. Bu işin uzmanı hocalarım daha iyi bilirler, bir projenin hazırlanabilmesi için herhalde belli bir sürenin olması gerekir. Tabiî proje çok önemli, yani eserin yapılabilmesi için buna ihtiyaç var. İşin estetiği, mimarî tarzı, çevreye uyumu, fonksiyonel olması, içinde bulunacak ünitelerin birbiriyle uyumu, NİYAZİ GÜNEŞ Eğer talep edilen yere uygun olmadığı anlaşılırsa o yere göre bizim bir proje hazırlığı yapmamız gerekiyor. Gelenler, “bize hemen lazım” diyorlar. Biz de “üç - beş ay sabredin, bunun üzerinde bir çalışma yapılsın, bir proje hazırlansın, daha sonra size sunalım” diyoruz. 67 fevkalâde önem taşımaktadır. Bütün bunlarla beraber zamana ihtiyaç var. Halkımız işte bu zamanı beklemiyor, hemen çevresinde yapılmış başka camilerin projelerini alıp temel atıyor ve birçok şey de sonradan beraberinde geliyor. Müftülüğün de haberi olmadan yapılan bu camiye sonradan kadro talebinde bulunuluyor. Bu sahadaki boşluğun behemehal doldurulması gerekir. Bu toplantının inşallah ileride yapılacak toplantıya hazırlık sadedinde olacağını düşünüyorum. Biz Daire olarak, Dini ve Sosyal Hizmet Vakfımızla birlikte çalışacağız. Bugüne kadar gecekondu bölgesinde yapılmış, ruhsatları ve mimarî projeleri olmayan camilerimiz oldu. Bu toplantı, bundan sonrası için en azından bir dönüm noktası olur ümidini taşıyorum. Tabiî camilerde olması gerekenler tartışıldı, konuşuldu; camilerin sadece ibadet mahalli olmayıp, bünyesinde bir takım sosyal ünitelerin de yer almasının önemi üzerinde özellikle duruldu. İmamların makam odasından misafirlerini kabul edebileceği bir odaya, örneğin belediyede yapılan resmî nikâhtan sonra imamın dinî nikâh kıyacağı odaya kadar cami bünyesinde sosyal amaçlı bütün üniteler bulunmalıdır. Bu toplantıdan çıkacak sonucun ve bundan sonra düzenlenecek sempozyumların, cami mimarîsi üzerine yeni açılımlar ve imkânlar getireceğini düşünüyorum. Sayın Başkan’a ve beni dinleme lütfunda bulunan herkese teşekkür ediyorum. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Oturum Başkanı: Niyazi Bey’e teşekkür ediyorum. 68 Şimdi, Sami Bey’e bir kere daha söz vereceğim, arkasından Necdet Bey’in bir sunumu olacak. Hocam buyrun. Sami USLU - Sayın Başkan, değerli mimar kardeşlerim. Çok kısa bir açıklamam olacak. Benim görevde olduğum sıralarda Başkanlık APK Dairesine; cami nereye ve kaç metrekare yapılmalı, nüfus yoğunluğu bakımından yüzde kaç yoğunluğa göre yapılmalı gibi hususlarda bir takım kural ve kıstaslar belirlemek için çalışma yapmıştık. Biz işi düzenleyelim, daha güzel olsun, dedik. Diyanet İşleri Başkanlığı elbette ki cami yapmaz, bunu Vakfımız yapar. Netice itibariyle diyorum ki, belediyelerle ilgili yasada bir değişiklik yapılması icap eder. Belediyeler, cami yapılırken müftülüklerden proje istemeli; o projelere göre de imarla ilgili düzenlemeler yapmalı ve ruhsatları ona göre vermelidir. Ben böyle bir açıklama yapma ihtiyacı duydum, teşekkür ederim. Oturum Başkanı: Sami Bey’e teşekkür ediyorum. Hüsrev Bey konuşacaklar, Hocam buyrun. Hüsrev TAYLA: Efendim vaktinizi fazla almayacağım, fakat arkadaşımızın değindiği konuda çok nazik bir nokta var, onun üzerinde durmak istiyorum. Neden gelip projeyi sizden istiyorlar, çünkü mimara para vermek istemiyorlar, bunu çok açık olarak söylüyorum. Sabahleyin de biraz bahsettim, bir sitede bir cami yapılıyor. Bu site İstanbul’un en büyük sitelerinden biri ve zengin firmaların merkezlerinin bulunduğu yer. Bu sitenin bir kilometreden fazla ucu var, ortada zaten bir camisi var, öbür ucuna da ikincisini başlamışlar. Bizim milletimiz mühendise aklı kesiyor da, mimarların kim olduklarını ve ne yaptıklarını pek bilmiyor. Birisi bir takım çizgilerle bunların karşısına gidiyor, bunlar zannediyorlar ki, bizim çalışmalarımız üç beş dakikada olabilen şeyler. Bu yaygın yanılgı değişmedikçe, düzgün cami projesi yapmanın ve uygulamanın imkânı yoktur. Teşekkür ederim. Türkiye’de camilerin sosyal fonksiyonuyla mimarî tarzının baş başa gitmesi lazım. Sosyalden kastım şu: Bugün sosyoloji var, psikoloji var, dinî hayat var, birlik, beraberlik vesaire var. Ama bunun yanında insanları âdeta yağışlı bir havada koruyan bir mimarî tarza ihtiyaç da var. Yani camiye gelen insan onun kubbesinden, duvarından, bahçesinden, tezhibinden, penceresinden ve ayakkabısını bıraktığı yerden etkilenmeli. Bizim bunları konuşmamız lazım. Bize bu konularda ufuk verirseniz istifade ederiz. Her ilmin bir zekatı var. Mimarlarımızın da zekatı budur. Yani estetik, görüntü, tarz. Hz. Peygamber (s.a.v.), bir gün bir cenazenin defni esnasında mezarın başında bulunur. Cenaze kabre konmadan önce Peygamber NİYAZİ GÜNEŞ Oturum Başkanı: Hocam teşekkür ederiz. Sağolun. Ortak payda aynı. Hem Hüsrev Bey’in hem de Niyazi Bey’in söyledikleri son derece doğru. Evet, bu tür çalışmaların bu tarz mimarîyi de öne çıkarması lazım. 69 (a. s.), kabirdeki tümseğin kaldırılmasını işaret eder. O mezarın içinde bulunan sahabi; “ya Rasulâllah, bu vahyin gereği mi, yoksa siz mi öyle istiyorsunuz?” deyince, Peygamberimiz (a.s.), “Hayır, vahiy değil, emrim de değil. Ama göze hoş gelsin diye bunu söylüyorum” der. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Yani enteresan bir durum. Mezarın üzerine az sonra toprak saçılacak ve orası örtülecek. Ama Peygamberimiz (a.s.)’ın gönlü buna razı olmuyor. Peygamberimiz (a.s.)’ın hassasiyetini her işimizde daima hatırlayıp ön planda tutmamız lazım. İnşallah bu ikisi bir araya geldiği zaman birbirimizin mütemmimi olacağız. Efendim, bugün zevkli konuşmalar dinledik. Ben şahsen istifade ettim. 70 Necdet CİVAN Mimar Necdet CİVAN: Efendim, sabahtan beri yapmış olduğumuz konuşmada camilerle ilgili çok güzel şeyler söylendi. Bunlar içerisinde çok temel iki unsur var; birisi aile, diğeri de komşuluk ilişkisi. Evet, aile ve komşuluk ilişkisinin üçüncü ayağını da camilerimiz teşkil ediyor. Bir mahallede eğer aile yoksa, aile anlayışı yoksa, komşuluk ilişkisi zayıfsa, neticede o mahalledeki camide de istenilen düzeyde cemaat yok demektir. Aile, insanlar topluluğunun sahip olduğu bir değerdir. Bunların alt yapısını oluşturan sosyal merkez de camidir. Eski imar planlarında maalesef nerde üçgenler, nerde uygunsuz yerler varsa oralar cami alanları olarak gösteriliyordu. Hatta öyle zamanlar oluyordu ki bu yerin kıblesini dahi koymanız mümkün olmuyordu. Minarenin bir tarafı dışarı çıkabiliyordu. Şimdi size tanıttığımız bu sosyal üniteleri olan cami kompleksinde; kurban kesim alanlarından soğuk hava deposuna, otopark, kreş, sağlık merkezi, kütüphane, sergi ve spor salonu, yaşlıların yukarı çıkmasına yardımcı olacak... her şey düşünülmüştür. Benim sabahleyin sunmuş olduğum elli civarındaki caminin hepsinde, kendi büyüklüğü içerisinde bir sosyal donatı alt yapısı mevcut. Morgu, gasilhanesi ve bir kısmının otoparkı bulunuyor, yani cami büyüdükçe sosyal üniteler de o oranda artıyor. NECDET CİVAN Oturum Başkanı: Şimdi Necdet beyin kısa bir cami sinevizyon sunumu olacak. 71 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI 72 Camimiz, Niğde’nin merkezinde beşbin kişilik bir cami olacak. Allah nasip ederse daha büyüklerini de yaparız. Camimiz, hem Niğde Üniversitesine, hem de organize sanayiine yakın bir yerde. Burada yüz oniki kurbanın aynı anda kesilebileceği bir mekân ayrılmış durumda. Bir yerden giriyorsunuz, diğer taraftan kurbanınızı kesip çıkıyorsunuz. Aynı zamanda kesilen kurbanların soğuk hava depolarında muhafaza edilip, fakir ve yoksullara gönderilebilmesi için bir alt yapıyı da tasarlamış bulunuyoruz. Bütün bunlara ilave olarak bir otoparkımız var. Bu otoparktan direkt olarak camiye ve diğer katlara ulaşılabilmektedir. Bodrum katımızda bay ve bayan hamamı olacak. Caminin müştemilatı bu şekilde planlandı. Camiler insanların sosyal anlayışlarını geliştiren yerlerdir. Bu caminin kazan dairesi de var. Bodrum katını tamamlamak üzereyiz ve yakında zemin kata geçiyoruz. Bu bölümde de bir alışveriş merkezi bulunuyor. Artık insanlarımızın yediden yetmişe kadar hepsi camilerimizde sosyal donatı alanı görmek istiyor. Teknolojinin gelişmesi bir takım farklı şeyleri de beraberinde getirdi. Şimdi, bütün insanımızın gidip gezdiği, alışverişini yaptığı, yemeğini yediği, çocuğuna bir takım şeyleri alabildiği bir merkezi düşünün. Burada buna benzer bir alışveriş merkezimiz olacak. Büyüklü küçüklü dükkânlarımız, hem dışa, hem de içe bakıyor. Ama burada asıl merkez, caminin kendisidir. Caminin kültürünü bozmayacak, ruhunu sıkıntıya sokmayacak bir yapılanma hep ön plandadır. Asma katta ise daha ziyade okuma ve sergi salonları, kreş ve Kur’an öğrenme sınıfları bulunmaktadır. Caminin üniversitenin tam karşısında bir yerde yapılacak olmasından dolayı, üniversiteye gelip de kalacak yerleri olmayan öğrenciler için cami müştemilatında belli bir süre barınmalarına imkân verecek bir yer de düşündük. Sergi salonları, el sanatlarıyla meşgul olan bayanlar için aynı zamanda çalışma merkezi görevi de görecek. Hocamız demin “Dinî nikâh kıyılabilecek bir yer olmalıdır” dedi. Biz bunu da düşündük, projemizi buna göre yaptık. Üst katın kapasitesi bay ve bayan olmak üzere beş bin kişiliktir. Gördüğünüz gibi üst platform açık, aşağıdan asansörlerle caminin içine kadar giriyorsunuz. Yürüyen merdivenlerle de bütün katlara ulaşabilme imkânı var. Malzemesiyle tamamen Selçuklu tarzında bir cami olacak, çünkü Niğde, bir Selçuklu şehridir. Ben kendi dilimizle konuşmak isteyen bir kişiyim, kendi içinden kendine bakan bir anlayışa sahibim. Teşekkür ederim. NECDET CİVAN Oturum Başkanı: Zamanı iyi değerlendirdiğiniz için ben de hepinize teşekkür ediyorum. Çok muhterem konuklarımız, Hz. Aişe (r.a) validemiz bir gün Hz. Peygamber’e, “Ya Rasulallah, bana öyle bir iş söyle ki onu yaptığım zaman en hayırlısı, en güzeli olsun” diye sorduğunda, Peygamber efendimiz “İşlerin en hayırlısı, az da olsa devamlı olanıdır” buyuruyor. Meselâ, mermer üzerine damla damla düşen su tanecikleri, zamanla orada iz bırakır. Ama sağanak haldeki yağmur hızla yağar, sonra geçip gider ve pek etkisi olmaz. Bizim hedefimiz de burada konuşulanları daha da geliştirip müşahhas, kalıcı eserlere dönüştürmektir. Bugünkü oturumlarda; ‘Şehir, kasaba ve köylere göre hazırlanacak cami projeleri ve özellikleri ile bunların uygulamaları nasıl olmalıdır? Köy, belde, ilçe, il merkezlerindeki veya semt camilerinin projelerinde nelere dikkat edilmelidir?’ sorularına cevaplar aranacaktır. Günümüzde camilerin büyüklüğü, nüfus oranlaması gibi konularda birbiriyle uyumlu olmayan olaylarla karşılaşıyoruz. Bakıyorsunuz bir yerde beş-on hane var; ama oraya çok büyük bir cami yapılmış. Bu cami belki bayramlarda dolabiliyor. Bir kısım yerlerde de oranın nüfus yoğunluğuyla hiç de orantılı olmayan küçüklükte camiler yapılabiliyor. Bazen de bir mahallede binalar arasına öyle bir cami sıkıştırılmış ki, ancak ezan sesini duyduğunuzda camiyi arayıp bulmak durumunda kalıyorsunuz. 73 M. Hilmi ŞENALP Y. Mimar Oturum Başkanı: Şimdi, belirttiğim bu konuların konuşulacağı oturumda, ilk önce Hilmi Şenalp Bey’i davet ediyoruz. Buyrun Sayın Hocam. M. Hilmi ŞENALP: Efendim ben fazla vaktinizi almamak için elimdeki metni okumak istiyorum. Türkiye’nin cami üzerinde medeniyetini nasıl yeniden üretebileceği sorgulanırken, bu temel problemin hususi bir reçetesi olmadığından, ‘Türkiye’nin kültür politikası, şehirleşmesinde ve koruma stratejisinde dünya ve medeniyet vizyonu ne olmalı?’ gibi temel sualin cevabını vermek şarttır. Biz de işe bu temel soruya cevap bulmaya çalışarak başlayacağız. Doğru şehirleşme, yeni bina üretme ve doğru koruma politikası, ancak derinlemesine bir felsefî kimlik ve vizyonla ortaya konulabilir. Köklere M. HİLMİ ŞENALP Türkiye’nin cami meselesi, müstakil bir konu olmayıp, aynı çerçeve içerisinde mütalâa edilmesi gereken bir zincirin halkaları misali, bir medeniyet meselesidir. Dini ve Sosyal Hizmet Vakfının vukufiyetle ortaya koyduğu beş maddedeki cami kelimesini kaldırarak yerine; kültür, sanat, edebiyat, musiki, yeni meskenler, koruma ve şehircilik anlayışı gibi kelimeleri koyduğumuzda vereceğimiz cevaplar, farklılık arz etmeyecektir. Bu bakımdan ben, meseleye küllî bir bakışı tercih ederim. 75 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI 76 derin bir bakış olmadan bu vizyon mümkün değildir. Bu zemini yakalamaksızın yapılacak her bina ve teşebbüs, her restorasyon taklit olacak ve bize yabancı kalacaktır. Sahibi ve devamı olduğumuzu iddia ettiğimiz kültür ve medeniyet dairesini ne kadar tanıyoruz? Kültürel derinliği ve heyecanı olmayan bir vizyondan, yaratıcı eserler de beklenemez. Bugün dünyaya damgasını vurmak isteyen bir devletin hareket noktası; kendisi, tarihî birikimi ve kültür sanat dünyasıdır. Türk kültürü ortalama değil, objektif olarak da hakikaten pahası yüksek kültür vasfına sahip, orijinal bir kültürdür. Kültürde derinliğin, mimarîde incelik ve zarafetin, edebiyat ve musikide zengin ifade ve mana derinliğinin, hat ve tezyinatta sabır ve asaletin ... hülâsa sanatın her şubesinde sadelik içinde ihtişamın numunelerini veren, hakikaten yüksek kültür ve medeniyet vasfına sahip orijinal kültürü olan bir milletiz. Bu vizyon ne kadar geneli kucaklar ve açık olursa, o kadar dünyadan kabul görecektir. Bu husus, bizim kültür ve medeniyetimizde mevcut olup, keşfedilmeyi beklemektedir. Klasik resmi öğrenip hazmetmeden; modern resim sanatında bir varlık gösterilemeyeceği gibi, önce kendi kültür ve sanatımızı kavrayıp kültürel kodlarını doğru okuyamadan yorum ve üsluplaştırmalara gitmek de mümkün değildir. Varisi olduğumuz kültür mirasını; yozlaşmaya düşmeden, taklide yeltenmeden, gelenek zinciri içinde yeni yorumlarla günümüz şartlarında yeniden, ama doğru olarak üretmeliyiz. Oryantalizmin kendi arka planına baktığımızda; batı, İslâm’ı hiçbir zaman medeniyet üreten olarak kabul etmemiştir. Bu çerçevede, İslâm kültür ve sanatını, Arap ve İran’daki mahalli bir renkten ibaret görerek; Selçuklu ve Osmanlı tecrübesiyle tesis edilen medeniyetimizi, Türk kültür ve sanatını, hususiyetle öteki yaratmadan bariz sömürgecilik karşıtı sayıp, diğer dinleri ve medeniyetleri kuşatıcı vasfı sebebiyle- kendisine hasım bilmiş ve neredeyse ona yok muamelesi yapmıştır. Oryantalizm, İslâm medeniyeti olmayan bir dindir. Oysa Hristiyanlık, medeniyet üreten bir din olmuştur; onun sakat düşüncesini geçmişte olduğu gibi günümüzde de izlenecek olan akıllı politikalarla ancak Türkiye dönüştürebilir. Türkiye buna mecbur değil, âdeta mahkûmdur. Türkiye’yi, dünya tarihi içindeki mevki ile birlikte kültür ve sanatı ile hatta bu kültür ve sanatı yeniden üretmek suretiyle tanıtmak şarttır. Medeniyetler çatışması yerine medeniyetler ve kültürler buluşması ve kaynaşmasını temin için, tarih ve gelenekte, modernlik ve çağdaş teknoloji arasında estetik müştereklikle temas noktaları aranmalıdır. Medeniyetler çatışması değil, insan olmanın haysiyet ve şerefinin icabı olarak medeniyetlerin birbirinden ne alıp verebileceğini uygun dille anlatmayı becerebilecek bir tecrübeye matlubuz. Varisi olduğumuz Anadolu merkezi tecrübemizle Selçuklu ve Osmanlı medeniyetlerinin, asırlardan süzülüp gelen kültür birikimleri neticesinde olgunlaşmış hayat, kültür ve sanat anlayışımız, batılılaşma neticesinde menfî tesirlere maruz kalsa da, İslâmiyet’i canı gönülden benimseyen ve sindiren, bu sebeple bu semavi yüce dini kendi bünyesinde zahiri ve batınıyla, yani aslî hüviyetiyle yaşayan, uygulayan; asırların tecrübesiyle bunu ispat etmiş hoşgörülü Türkiye’nin, dünyaya verebileceği çok mesaj vardır. Bugünün kanayan bir yarası olan Kudüs’teki çarşı kalesinin üzerine “Lailaheillallah İbrahim Halilullah” yazdıran Kanuni, bu yüzyılın en mühim mesajını vermiştir. Bugün; tarihin, dinlerin ve medeniyetlerin harman olduğu bir coğrafyada asimilasyonu düşünmeden, bütün inanç ve kimliklere saygılı ve onların hukukunu koruyan bir yönetim tarzıyla Avrupa’nın kültüründe ve tarihinde belirgin bir rol oynamış ve onunla yaşamış olan Türkiye’ye dünya muhtaçtır ve Türkiye, bu kültür ve sanat vizyonunu evvela kendisi, sonra da dışarıya ihraç edebilecek kudrettedir. Bunu yapabilecek Türkiye’nin, hepsi birbirine bağlı üç büyük meselesi vardır: Medeniyet, zihniyet, kalite ve ciddiyet. Bu üç miyarın herhangi biri bile eksik kalırsa, sadece yeni camilerimizde değil, hangi teşebbüs olursa olsun netice vermeyecektir. Türk mimarîsinin menşei ve korunması, yeniden üretilmesi hususunda mutlaka sahici gayret sarf edilmesi icabeder. Osmanlı Türk sanatı, İslâm’ın bütün aklî ve kalbî teferruatını, sanatın her şubesinde kemaliyle temsil etmiş; İslâm’ın âlem tasavvuru ve kainat idrakini dile getiren bir fıtrat sanatı olmuştur. Fıtrat sanatı derken bunu, bir millîlik ve medeniyet vasfı şuurunun ötesinde, bir değer olarak kabul etmek gerekir. Onun için Osmanlı Türk sanatı, her din ve meşrepten insanın ruhuna sıcak gelen bir sanattır. Ecdadın bütün değerler manzumesini tevarüs ettirdikten sonra eskinin taklidi olmayan yeni bir sentezle, orijinal teklifler ortaya koymak gerekir. Osmanlı eserleri, hiçbir zaman birbirinin taklidi olmayıp, her birinin müstakil şahsiyet ve hüviyeti vardır. M. HİLMİ ŞENALP Mimarîdeki bozulma, yalnız Cumhuriyet tarihi boyunca olmamış; 250 yıllık batılılaşma döneminden beri inşa edilen dinî ve sivil mimarîdeki asaletsiz tavır, yanlış tatbikat ve meselenin ruhuna nüfuz edemeyen uygulamalar sebebiyle olmuştur. 77 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI 78 Mazimize ait değerleri doğru bir şekilde okuyup anlayarak bunları yeniden tahlil etmek ve bu yüksek medeniyetin mirasından istifade etmek mecburiyetindeyiz. Bütün ihmallerimize rağmen, tarih içinde bir Hotanto ve Zulu kabilesi olmadığımıza göre, mazinin tazyiki altında ezilmemeli ve milletimize layık bir gelecek için an’ane zincirini koparmadan çalışmak gayreti içinde bulunmalıyız. Bugün cami mimarîsi perişan bir haldedir. Senede 500 ile 1000 arasında cami yapılan memlekette, bu bir içtimai vakıa ise, müstakil bir mevzu olarak üniversitelerimizde neden bu konu ele alınmaz? Mimarlık fakültelerinde Osmanlı sivil mimarîsinin tevhit ve terkibi hususunda araştırma niçin yapılmaz? Arşın’ın kaç cm. olduğu hususuyla, mimarî kompozisyon prensipleri neden müfredat konuları arasına dâhil edilmez? Osmanlı’nın kadem ölçüsü arşın, bugünkü ölçülerden kaçta kaça tekabül eder? Bizim olan kadem, İngiliz ölçüsünde nasıl foot olmuş, niçin bahsedilmez? Moderni, post moderni, İngiliz ve Fransız üslupları öğretilir. Türk-İslâm üslubu nedir, bahsedilmez. İngiliz romantik ve Fransız formel bahçesi ile Japon bahçesi öğretilir. Türk-İslâm bahçesi neden öğretilmez? Nispet ve tenasübün ne olduğunu dahi bilmeyen, bilmekte istemeyen üniversitelerimizin mimarlık ve inşaat fakültelerinden mezun olmakla bu işlerin yapılamayacağını herkes tahmin edebilir. Bu bir medeniyet ve hukuk meselesi olduğu gibi, bilgi, zevki selimi ve görgünün yanında bir telakki, bir marifet işidir. XIX. ve XX. yüzyıl Türk insanı yeni araştırmalar ve sorgulamalardan kaçarak, batıdan gelene daha çok itibar eder ve kendi öz kültürüne sahiplenmekten çekinir hale gelmiştir. Geçmişin zenginliği ve tazelenebilirliği daima varken ve Türk kültürünün her sahasında daha şahsiyetli ve çok daha iyi bir noktada olması icap ederken üretim tamamen durmuştur. Selçuklu’dan itibaren bu kadar zengin bir kaynak içerisinde eşsiz bir medeniyetin terkibi olan olgunlaşmış şehir mimarîsi ve kültür anlayışında, bugünkü malzeme ve teknik imkânlarla yeni bir tevhide maalesef gidilememiştir. Musıkî ve mimarî, bir cemiyetin aynası, şekli ve lisanıdır. Bir cemiyette ne zaman karışıklık ve değerlerin talihsizliği, yani kaos yaşanmaya başlarsa, önce mimarîde ve en sonunda da musıkîde tezahürleri görülür. Kendi kendini durmadan tekrar edip yenileyemeyen kültür, yozlaşmaya ve nihayet yok olmaya mahkûmdur. Nitekim Osmanlı medeniyetinde de böyle olmuş, aslî kültürle yeni sentezler yerine, kültür ve moral istilasına maruz kalınarak devşirme, ithal kültür idame edilmiştir. Bu hastalık maalesef bütün vahametiyle İmparatorluğumuzdan Cumhuriyetimize intikal etmiş olup, bugün de görüldüğü şekilde devam etmektedir. 1950 sonrası ıssız şehirleşme ile tarihî şehir dokusu tahrip olmuş, 500-1000 senelik tarih ve kültür birikimi hoyratça harcanarak, şehirler, sahip oldukları kültürel hüviyetten soyunup, medeniyetsizleştirilmiş ve köyleşmiştir. Bu bakımdan global medeniyetin, modernitenin sadık şehirleri olarak eski medeniyet merkezlerimiz olan Erzurum’un Konya’dan, Sivas’ın Manisa’dan, Diyarbakır’ın Bursa’dan farkı kalmamış; mahalli renkler, iklim ve malzeme farklılıkları nazarı dikkate alınmadan diğer yerleşim merkezlerimiz de dahil olmak üzere global kültürün sıradanlığı içinde şahsiyetsiz, kimliksiz, asırların kültüründen soyunmuş, çıplak, büyük ve küçük köyler haline gelmişlerdir. Anadolu’nun her şehriyle beraber esas İstanbul da bundan nasibini almıştır. Bu meyanda maalesef belde ve köy kültürü de tahrip olmuştur. Şehri şehir, camiyi cami, evi ev yapan bu değerler manzumesi, bozuk para gibi harcanmıştır. Bugün İstanbul’da kime sorsanız “Erzurumluyum, Trabzonluyum, Sivaslıyım, Bursalıyım, Diyarbakırlıyım” der. Hemşerilikten, zavallı ve basit bir aidiyet hissinden başka bir şey kalmamıştır. Her şeyden önce bu medeniyet mensubiyeti ve aidiyeti ortaya konmalıdır. II. Dünya Savaşı sırasındaki bombardımanlarla taş taş üstünde kalmayan Berlin, Prag, Viyana ve Tokyo’daki tarihî eserler, eskiye tamamen sadık kalınarak farklı teknikler kullanılıp neredeyse yeniden inşa edildiği halde, böyle bir tahribata maruz kalmayan bizim şehirlerimizde, tarihî yapıların bombardımandan beter bir surette tarihî ve kültürel vasıflarını kaybetmesi, maalesef kimseyi rahatsız etmez olmuş ve artık kanıksanmıştır. Tarih içerisinde vasıfsız Hotanto ve Zulu kabileleri gibi kendi içine kapanıp cihan şuurunu, kültür ve medeniyeti yürütememiş bir millet olsaydık, bu husus belki anlaşılabilirdi. Tarihî seyir içinde 1000 seneden fazla bir müddette ihtişamlı kültür numuneleri veren bir milletin, hususiyetle elli sonrası kültür ve sanattaki bu perişan halini, M. HİLMİ ŞENALP Tarihî eserlerin korunması; kültürün, başta cami olmak üzere yeniden örülmesi, ortak değerleri koruyarak muhafazası fevkalade önemlidir. 79 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI tarihî şehir dokusunun ve yeni inşa edilen yerleşim yerlerinin zavallı durumunu izah etmek mümkün değildir. 80 İstanbul’un ve diğer birçok beldenin öz şehir mimarîsi olan ahşap, taş ve kerpiç yapı stoku ise nerdeyse tamamen yok olmuştur. Geçen asrın ahşap İstanbul’undan kalan sur içindeki ahşap yapı stoku, binde bir nispetinde inmiştir. Onların da neredeyse tamamı XIX. yüzyıldan kalmadır. Mevcut kültürün bu sebeple tahribi ve reddi miras gerçeği, cami veya konutu, vasıfsız cami ve konut olarak üretmemizin başlıca sebebi olmuştur. Bugün Paris, Milano ve Londra’nın sivil mimarî eserleri bütün şehir dokusuyla beraber neredeyse tamamen korunduğu halde, batılılaşmadan önce Türk sivil mimarîmizden, İstanbul’da mantarlaşmış haldeki zavallı Amcazade Hüseyin Paşa yalısı ile Yeni Cami ve Hünkâr Kasrından başka orijinal üçüncü bir eser maalesef kalmamıştır. Topkapı Sarayı dahil pek çok tarihî yapı, ehil olmayan ellerle yapılan restorasyonlarda tahrip olmuştur. Sıra, dinî eserlerimize gelmiştir. Meselâ, Şehzadebaşı Camiinin dış cephesindeki orijinal ocak taşı olan yerde imitasyon yapılarak caminin iç mekanı ve ruhanî havası perişan edilerek mahvedilmiş, restorasyon adına bütün vahametlikler yerleştirilmiştir. Aynı zihniyet, yine bir Sinan yapısı olan Azap kapusu Sokullu Camiinin mermerlerini ve kündekari kapılarını yağlı boya ile boyamış, tezyinatta kullandığı renklerle Beşiktaş Sinan Paşa Camiini lunaparka çevirmiş, mahruki minaresini restorasyon bahanesiyle yıkıp üstüvani olarak yeniden yapmıştır. Artık bu eserlerin orijinal Sinan binası olduğundan ve klasik Osmanlı mimarîsini temsil ettiğinden bahsetmek oldukça zordur. Selçuklu eserlerinin hali pür melâlini ise zikretmeye hiç hacet yoktur. Aynı tarihlerde inşa edilmiş eserler, bugünün İspanyasında kendi kültürel dairelerine ait olmadığı halde, fevkalâde bir şekilde korunurken, bizimkilerin birçoğu yanlış restorasyonlarla perişan, birçoğu da ören yeri haline getirilmiştir. Kanunlarda yapılacak değişiklikler kadar koruma anlayışımız, yeni yapı ve cami yapma şeklimiz, Diyanet İşleri Başkanlığı, Kültür Bakanlığı ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün öncülüğünde mutlaka yeniden sorgulanmalı ve dünyadaki örnekler göz önünde bulundurularak yeniden yapılandırılmalıdır. Bu yapıldıktan sonra denetim vazifesi olan kurullar da yeniden teşekkül ettirilmelidir. Problem, şahıslarla beraber sistemde, koruma anlayışımızın ve yeni cami yapma tarzının bizatihi M. HİLMİ ŞENALP kendisindedir. Mevcut anlayış devam ettiği takdirde 20 sene sonra yeni camilerin ve ucube restorasyonların korunması gündeme gelecektir. Otuzlu, kırklı yıllarda Heripilos’un yanlış planları ile tarihlenen yeni İstanbul’da bu planlar harp sebebiyle hemen tatbik edilememiş, elli sonrası maalesef rahmetli Menderes eliyle tatbik mevkiine konulmuştur. İstanbul’u örnek alarak Ankara’ya da yeni bir çehre verilmiş; ardından bütün şehirlerimiz plansız gelişmenin ve tarihî eserlerin tahribinin takipçisi olmuşlardır. Kendi kültür ve sanatımızı kavrayıp, kültürel kodlarını doğru okumadan yapılacak restorasyonlarla eski eserleri koruyamayacağımız gibi, eski şehir dokusunu tahripten öte bir faaliyetimiz de olmayacaktır. Batılılaşma dönemi dinî ve sivil mimarî eserler, aslında bugün olduğu gibi körü körüne bir taklit olmayıp, Barok, Rokoko vesaire gibi yeni sanat akımlarının kendi imar ve kültür kodlarına tercüme edilmesi diyebileceğimiz, merkezi muhafaza eden, batılılaşma etkisine tam teslim olmamış yeni yorumlardır. Haydar Paşa Camii ve Boğaziçi Üniversitesi karşısındaki camilerde de maalesef bu üslûplar taklit edilir olmuştur. Türkiye’nin coğrafi konumu, tarihî eser miktarı, pek çok toplumun gıpta ettiği çeşitlilik ve sayıdadır. Hususiyetle elli senedir ihmallerimiz ve vurdumduymazlığımızla başta sivil mimarî örnekleri olmak üzere peyderpey elimizden çıkmaya başlayan bu güzide yapı stoku, kültürel miras olmanın ötesinde, bu toprağa aidiyeti hissettiren ve bu toprağın kime ait olduğunu ortaya koyan kritik bir mirastır. Bunları doğru okuyamadan yeni binalar üretebilmemiz muhaldir. Bir milletin şahsiyeti ve hüviyeti nasıl tezahür eder? Bunun üzerinde düşünme kabiliyetini kaybetmiş bir milletin, başta cami olmak üzere koruma anlayışı da, yeni bina üretmesi de olamaz. Olsa da arızalıdır, illetlidir. Bugünkü doğru yapı üretme ve koruma hususundaki zaaf; uzun vadeli, kararlı ve sabır gerektiren faaliyetlerin sürekli ertelenerek tahribata göz yumulup geçici tedbirlerle avunulmasından, hatta özellikle Türk-İslâm dönemi binaları için bu konudaki inancın gerçek manada hiçbir zaman bulunamamasından kaynaklanmaktadır. İnsan, kültürel bir varlıktır. Kültürsüz insan yoktur. Kültür varlığı değişir, ama o kültür varlığının, yani kültür mirasının insana ve mensup olduğu millete kazandırdığı şahsiyet değişmez. İnsan; değişmeyen şahsiyetiyle, değişen kültür dünyasına uyum sağlamaya çalışır. İnsanın, değişen kültür dünyası karşısındaki doğru tavrını şekillendiren şahsiyetini koruma mücadelesindeki en büyük dayanağı; değişmeyen insanla, değişen kültür arasındaki dengeyi sağlayan ve asırlardan süzülüp gelen kültür mirasıdır. 81 Geçmiş geçmemiştir. Corci’nin yerinde tespiti ile insan, ne kadar geriye bakarsa o kadar ileriyi görür. Koruma ve gelenek; asırların tecrübesini gelecek için muhafaza demektir. Mimarî miras ve sanat eserleri, ait olduğu milletin derunundaki asalet ölçüsü olarak asırların birikiminin nişanıdır. Medeniyet; seçmesini, doğru üretmesini, saklamasını, değerlendirmesini, yeniden kullanmasını bilen, öğretilmiş ve ihsaslarla çevreden öğrenilmiş asaletin eseridir. Tarihî eserin doğru korunması; kültürün yeniden üretilmesine, mimar, arşiv, laboratuar ve kurumlar gibi disiplinler arası ekip ile münasebetlerin doğru kurulmasına ve sayıların artırılmasına bağlıdır. Bugüne kadarki tatbikatta mimar; proje, belediye, koruma kurulları, uygulama ve denetim sırasındaki münasebetler, yeni yapı yapma ve koruma süreci nedeniyle nerdeyse olumsuzluktan öte, kayda değer yeni bir eser restorasyonu veya resesyonu üretememiştir. Bugünkü yeni anlayışta tarihî yapılar; nerdeyse tamamen yenilenmiş, eserin ve dolayısıyla malzemenin tarihî şahitliği, mimarî teferruatı ve yaşı ihmal edilmiş ve ekonomik bir metadan öte mana ifade etmeyen miras olarak görülmüştür. Dolayısıyla, eserin şahsiyetini ihmal eden, malzemenin üstünden geçen, zamanının izlerini ve tarihin vasfını silerek, eseri ait olmayan bir şahsiyete büründürme keyfiyeti, sanki alternatifi olmayan bir moda haline gelmiştir.? CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Yirminci yüzyıla kadar yapılar tamir edilir, restore edilmezlerdi. Sanatçı ve mimar, kendilerine tevdi edilen yapıya, yeniden öğrenilmesi, okunması ve düzeltilmesi icap eden bir eser olarak bakmıştır. Bu geleneğimizi devam ettirebilmiş olsaydık, bugün yeni camilerimizin perişanlığını veya nasıl yenilerinin yapılabileceğini tartışmayacaktık. 82 Osmanlı’da restoratörler yoktu. Bugün Japonya’da yedinci ve sekizinci yüzyıldan kalma dünyanın en büyük ahşap binası diye övündükleri Todaiji ve İsa tapınağı gibi ahşap yapılar var. Bu eserlerin eskiyen parçaları, her yirmi yılda bir sökülüp aynı malzeme ile üretilerek, aynı teknik ve usulle yeniden ibraz edildiği için, zamanın malzemeye yüklediği mana da kaybolmadan bugüne kadar gelebilmiştir. Buna lâyık bizde hiçbir bina yok. Bu koruma anlayışımızı mutlaka sorgulamamız lazım. Eserlerin gerek plan ve gerekse mevcut detayları ile aslını yaşatmak esası, neredeyse tamamen ihmal edilip, tarihî kisvesinden tecrit edilerek, yeni ve yabancı bir kisveye mahkum edilmektedir. Yeni camilerimizin nasıl yapılacağını tartışırken, mevcuda nasıl bakacağımızı da ihmal etmememiz gerekmektedir. Eskiye bakmasını bilmeyen, yenisini de üretemez. M. HİLMİ ŞENALP Bugün maalesef kubbe ve kemer, Müslümanlığa ait bir sembol olarak telakki ediliyor. Halbuki kubbeyi sembol yapan, kubbenin ve kemerin kendisi değil, mimarının maharetidir. Yeni camiler, kültür ve zevk yozlaşmasının kalıplaşmış numuneleri olarak belki değişen dünyanın kültür ve moral istilasına karşı tepkiden, güya klasik tarzda yapılıyor. Bu karikatür camilerin kubbe ve kemerleri olmayacak nispetlerde inşa ediliyor. Çin filozofu Tao’nun tarifiyle mimarîden maksat, binanın cidarı içindeki boşluktur, yani mekandır. Fena ve beka, varlık ve yoklukla alakalı ontolojik temelin ötesinde mekân, insana yaptığı tesir ve ihsaslarla göz zevkiyle beraber, ruhi dengeyi temin eder. Bizim mimarlık ve sanat tarihimizle yabancılaşmamış hemen bütün yorumlar, mimarînin bir telif ve terkip sanatı olduğu gerçeğinden değil de, oryantalistlerin bakış açısıyla yapıldığından, taklit ve tekrarın ne olduğu maalesef doğru olarak irdelenmemiştir. Meselâ, Şehzade Camii, Sultan Ahmet Camii, Yeni Cami ve yeni sayılan Kocatepe Camii dahil hepsi, kare planlı ve merkezi dört yarım kubbelidir. Yani aynı plan şemasına sahiptirler. Ama iç ve dış mekân tesiri olarak bambaşka binalardır. Her insanın bütün uzuvları aynıdır. Ama hiçbir insan birbirine benzemez. Benzese dahi şahsiyetleri ve ruhları farklı farklıdır. Bunu temin için caminin her noktası ve detayı çözülmeye çalışılmalıdır. Üslûp bütünlüğü açısından hiçbir imalat tasarımının yanında, imalat sırasında da doğrudan usta ve sanatkârın görüşüne bırakılmamalıdır. Mimarlık tarihimizdeki iki yüz elli senelik kültürel kırılmadan sonra özellikle elli senedir bir yapının temelden bacaya, halısından kapı koluna kadar bütünlük arz etmesi geleneğinden maalesef koptuk. Unutulan bu üslûp ve zevk bütünlüğünü yeniden yakalamaya çalışmak gerekmektedir. Bugün ciddiye alınacak bir sanat tarzı, sadeleştirilmiş sanat denilen anlayıştır. Klasik Osmanlı mimarîsinde ifadesini bulmuş olan bu anlayış, nasıl bir değerler manzumesine sahip olduğumuzun en büyük delilidir. Klasik, sivil ve dinî mimarîmizin mimarî unsurlarını doğru bir anlayışla üsluplaştırabilir, stilize edebilirsek, şahsiyetimizi kaybetmeden sadeleşmiş sanatın en güzel örneklerini verebiliriz. Çünkü mimarîden minyatüre, ebrudan tezyinata, hatta klasik sanatların özünde üslûplaştırmanın, stilizasyonun diyalektik dinamiği mevcuttur. Kültürün farklılaşması nedeniyle “dün dündü, bugün bugündür. Şartlar uygun değil, böyle bir bina üretemeyiz” diye itiraz 83 edilebilir. Aslı, işlevi itibari ile Müslümanlar için ibadethane, namaz kılınan mekân olan cami, İslâm medeniyetinin merkezi ve kalbidir. İslâm ilahiyatında namaz, müminin miracı olarak geçer. Hızla globalleşen bir dünyada, cihanşümul dinin mensupları için günümüzde bir cami inşa edilmesi söz konusu olduğunda hiç şüphe yok ki, öncelikle İslâm geleneği ve modernite arasındaki estetik müştereğin, sonra da bu estetik müştereğin, müminin miracı olan namazın eda edileceği İslâm medeniyetinin merkezi ve kalbi olan camiye ne şekilde yansıması gerektiğini tespit etmek durumundayız. Cami cidarı, kubbesiyle kainatın sembolüdür. Sıradan bir bina değildir. Yeryüzündeki bütün mescitler kıbleye yönelmiştir. Kainatın odak noktası Kâbe, insanlığın ilk mabedi ve kıblesidir. Kâbe, halkla ünsiyeti olması gereken, insana yaradılışının gaye ve sırlarını hatırlatan, asim vatanına yabancılaşmamasını telkin eden ilâhî bir hidayet sembolüdür. Onun için şimdi olduğu gibi, maalesef cami altlarına çarşı, mezbaha, sağlık ocağı, dükkan vb. şeyler yapmak, fevkalâde mahsurludur. Bunları yapmak, aslında külliye geleneğine de uygun değildir, dolayısıyla başka yerler de yapılmalıdır. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI İnsanın aslı nasıl ki bu dünyaya aykırı değilse, Kâbe de, tevhidin ve kudretin derunî manaları ile yüklü ve öte âlemin nişanesi olan bir kutsi yapıdır. 84 İnsanlığın ilk mabedi olan Kâbe’nin Hz. Muhammed (s.a.s.)’e tekrar kıble olarak tahsis edilmesi ve -Musevilik ve Hristiyanlık gibi diğer semavi dinlerin kıblesi olmakla beraber -İslâm’ın ilk devrinde kıble farz edilen Mescid-i Aksa’dan Kaâbe’ye dönüş, Hz. Muhammed’in Hatemü’l-Enbiya, yani son peygamberliğinin ve İslâm’ın da son hak din oluşunun ilâhî bir teyididir. İslâm’ın tevhit inancı, manevî âlemin dünyaya yansımasından yaratılmış şeylerin forumlarını değil, maddenin özünde yansımasını bulan geometri ve ritimleri, temel yapılarında kullanıldığı kemiyeti değil keyfiyeti, şahsiyeti ifade eden müşahhası değil mücerredi temel alan bir sanatı ortaya koymuştur. Türk-İslâm sanatı, kendisine asalet atfedilen mücerret bir sanattan öte, semavi hikmetin geometrik, matematiksel formları vasıtasıyla kesreti vahdete, yani çokluğu birliğe nispet eden bir sanat idrakidir. Allah’ın ayetleri olan kâinat ve bütün yaratılmışlar idrak edilince; fizik, kimya, astronomi ve sair ilimler, kutsiyet ifade eden hikmet olmaktadır. Bundan dolayıdır ki bir hadiste “Hikmet müminin yitik malıdır, onu nerede bulursa alır” denilmektedir. İnsan, görünenin derununda perdelenmiş ilâhî ilmi fark ederek keşfedip, yeni şeyler icat eder. Türk-İslâm sanatlarında müşahhas olan, mücerret olanı anlatmak için vardır. Bunun edebiyattaki karşılığı mecaz ve istiaredir. Gerçekte temaşa edilen kendisi değil, ondaki ihsastan nakışlar, nakıştaki öz ve hakikattir. Her bir nakış Allah’ın ayetlerinden bir ayettir. Bu sebeple, camilerde kullanılan nakışlar nakkaşa işarettir; nakış, sebep müsebbip münasebeti açısından fevkalade tercih edilmiştir. Tabiat doğrudan değil, işaret ve atıfla temaşa edilir. İnsanın varlığı, varlığın ve eşyanın bizzat kendisi, hak ve hakikatle insan arasında perdelerin en büyüğüdür. Yaratılış gayesini bilen insan için mekan, mekansızlık âlemine açılan penceredir, sıradan bir bina değildir; insan da lamekanı, yani mekansızlığı içine almış bir mekandır. Mekan; can cidarının içindeki boşluk, suretteki siret, fenadaki beka temliğidir. Hakikattekiler; eşya ve bütün varlık, maddenin manasına, suretin siretine, afakin enfüsüne aynadır. Vücutta zaman olmaz, an olur; zaman, itibari boyutta namütenahidir. Bu anlayış, İslâm sanatlarındaki teksif, terkip, tecrid şuuruyla üslûplaştırmayı, yani stilizasyonu beraberinde getirmiştir. Bu sebeple Türk-İslâm sanatları, tabiatta mevcut gizli geometriyi keşfedip, eşyanın özünde ihtimamla seddedilmiş saklı dünyaları ve inşaalarındaki geometriyi tecrit üslûbuyla insanın idrakine takdim eder. Bu manada hiçbir zaman başka kültürlerde geometrik desenler, mukarnaslar vesaire gibi üslûplaşmış mimarî üslûplar yoktur. Eşyaya, görünene şahsiyet ve hüviyet, değerler üstü mana ve mahiyet kazandırır. Beşerin saflaşması, yani istifası, nasıl insanlığın burcu Hz. Muhâmmed Mustafa (s.a.s.)’de kemale erdiyse, onun getirdiği dinin medeniyetinde de eşyaya bu saflaşma, yani istifa ve tecrit penceresinden bakılmaktadır. Bu sebeple batıdaki manası ile resim, tiyatro, roman İslâm sanatlarında hiç olmamıştır. Bunun yerine minyatür, hat, tertip, temaşa sanatlarıyla masallar vardır. Yüksek bir kültür ve medeniyet olan Türk- İslâm medeniyetinde ve sanatlarında eşyaya bu bakış, dünya ve ahiret dengesiyle hayat ve ölüm gerçeğini doğru kavrayarak, insanlığın refahının yanında huzur M. HİLMİ ŞENALP O yüzdendir ki varlığın verasına, ötesine, ötenin ötesine işaretle fanilik setr edilir; mutlaka sonsuzluğa/bekaya atıfta bulunulur, nakkaştan da nakış murad olunur, yani eşya göründüğü şekliyle hakikatini insana göstermez. O, görünüşünden soyutlanıp, fani olandan tasfiye edildikten sonra temaşaya layık hale gelir. 85 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI 86 ve saadetinin de fevkalade önemli olduğunun ifadesidir. Cami, aslında fonksiyonsuz sembol bir binadır. Çünkü yeryüzü mescittir, cami için, ibadet için hususi bir binaya ihtiyaç yoktur, ama Peygamber Efendimiz Mekke’den Medine’ye, daha doğrusu Yesrib’e hicret ettiği zaman Yesrib onun hicretiyle Medine olmuştur. Ama caminin sembol bina olması sebebiyle ilk yaptığı faaliyet cami olmuştur. İşte bu anlayış çerçevesinde ve zaman içerisinde İslâm mimarîsinde cami, sadece insanların değil, insana ait bütün güzelliklerin ve sanatların bir araya getirildiği kutsi bir mekân olmuştur. Bu anlayışladır ki bütün camilerimizde Türk-İslâm medeniyetini şekillendiren sanatlarından hat, tezhihat, çini, taş ve mermer işçiliği, maden işleri, mukarnas, malakâri, sedefkâri ve kündekâri gibi her biri kendi başına müstakil sanat dalları temsil edilmiştir. Namaza davet olan ezanın yüksek bir yerde okunacak olması, minareye fevkalade güçlü bir sembol kazandırmaktadır. Caminin minaresiz haliyle de güzel bir kültür merkezi ve kongre salonu olabileceği düşünülürse, o takdirde, herhangi bir tasarımın temsil vasfı zayıf, teksif şuuru eksik kalacaktır. Yeni projelerde içte ve dışta aynen okunabilen net mekanlarla üretim ve tüketimde beşeri boyutun gözden kaçırılmaması gerekir. Az malzeme ile sade, fakat sadelik içinde ihtişamlı bir mekanda güler yüzlü bir teknolojiyle İslâm mimarîsinin özü olan sadelik ve basitlik, hem zordur hem de kolaydır. Biz projelerimizde İslâm mimarîsinde kullanılan nispet, ahenk ve tenasübü temin için kullanılan metrik sistem yerine, İslâm mimarîsinde kullanılan zirâ-i mimarîyi, yani arşı’nı kullanmaya gayret etmekteyiz. Mimarîmizdeki ahenk ve tenasübün ancak bu şekilde sağlanabileceğine inanmaktayız. Klasik camilerimizin rolevelerini yaparken, belli bir esasa bağlı olduğunu fark ettiğimiz ölçü ritmini; klasik olsun, üslûplaştırılmış olsun, her türlü yeni binalarda da kullanmaya gayret etmeliyiz. Bu ahenk ve tenasüple beraber hendesi şekillerde mukarnastaki kesrette vahdet âleminin mücerretleştirildiğinin ve bu suretle insana müsahhar kılındığının her daim altı çizilmektedir. Bunu şehir ölçeğine çıkardığımızda sokaklarıyla, meydan anlayışıyla, camisiyle, konutuyla, bahçe anlayışıyla, dinî ve sivil mimarîsindeki kabulleriyle bir malzeme ortaya çıkar. Onlar bizim hayata ve eşyaya bakışımızın, eşyayı idrakimizin, âlem tasavvurumuzun, kainatı ve varlığı okumamızın müşahhas örnekleridir. Her şeklin bir sureti olduğu gibi, bir de sireti, derunî inikasları, intibaları vardır. İnsan, etrafından aldığı intibalar ve inikaslarla yaşar, hayata bu biçimlenmiş panjurdan bakar. İnsanın eşya ve hadisata bakışını, yaşadığı mekanlar, ömrünü geçirdiği eşya ve şekiller biçimlendirir. Modern cami, çağdaş cami konusunda bir kere tabirlere itirazımız var. Süleymaniye bugün kullanılıyorsa çağdaştır. Klasik, eskimeyen yenidir; ancak yeni cami uygulamalarında soyutlamanın ıskalandığı, geleneği kavrayamama ve tam olarak kuşatamama zafiyetiyle geleneğin mağdur edilerek, ondan yeni bir kimlik icat etme gayreti görülmektedir. Geleneği doğru kavrayamaz, atıfları doğru yapamazsak, atıflarla avunur ve aldanırız. Atıf tek başına sahihlik doğurmaz, atıf yapılan şeyin sahihliğini problemli hale getirir. Evrensellik hep batılı sanat, kültür formları içinde mi tanımlanmalıdır? Geleneksel ve yerel olanı evrensellikle birleştirme adına yapılan şeyler, kendimize ait evrensel değerlerimizin olmadığının itirafı değil midir? Kültürleri ileri geri diye tarif, hiyerarşik şemalar; batı merkezli ideolojik ve siyasi kurgulardır. Gelenek, evrensel olanla mahalli olanın buluştuğu, birbirini besleyip yeniden ürettiği alandır. Gelenekle ortaya çıkan kurumlar, evrensel değerlerin taşıyıcısıdır. Bugün yaşadığımız kültürel sığlaşma, değerlerimizdeki aşınma ve çözülmenin bir tezahürü olarak görülmelidir. Modernizm, İslâm’ın entelektüel ve estetik tezahürlerindeki berraklığı bulandırmış, bu tezahürlerin vahye ve sünnete isnadını, bu âlem ile öteki âlem arasındaki farkı ve teksif şuurunu çözerek parlaklık ve şeffaflığı lekelemiştir. Bugünkü muhteviyatıyla modernizm, dinin ve an’anenin tam zıddı olarak sünnet telakkisinin karşısındadır. Çünkü vahiy ve sünnet mefhumları; beşerin ilâhî menşeinin bütün tezahür ve gelişmelerini ifade ederken, modernizm tam aksine, sadece beşerî ve maddî olan şeklinde telâkki edildiği için, ilâhî kaynaktan tamamen kopmuştur. Sahibi olduğumuz medeniyet mirasının devamı için diğerlerini fark edip, yeni ve doğru sentezler aramak şarttır. Mimarî, bir cemiyetin aynası ve şekli, nişanıdır. Bir cemiyette ne zaman karışıklık ve değerlere taciz başlarsa, hemen bunun aksı, mimarîde görünür. Bugün batının olmasını istediği bir doğu ile ona reaksiyon gösteren bir doğu var. Ancak kendisi gibi olmaya çalışan doğu da, kendi medeniyet ve kültür M. HİLMİ ŞENALP Modernlik bugünkü manasıyla -cihanşümul manada- vahiyle elde edilebilen olmazsa olmaz ve değişmez kaidelerle, şuurlu teması kesme anlamındadır. 87 mirasını ve estetiğini tamamen kaybetmiş durumda olduğundan verdiği mücadele, sadece kuru bir gürültüden öteye gidememektedir. Vilimiştik diyor ki, “Çeşme, çevre planlama teknolojisi vesaire gibi konular ihtiyaçlara göre delaleti olmayan, ama mütemadiyen kılık değiştiren kadim sözcüklerdir, modern dünyanın kutsal kelime dağarcığıdır. Modern batı toplumunun, dünyadaki bütün halkların takip etmek zorunda olduğu bir model sağladığına tam kanaat getirmiş insanlara sözümüz yok; çünkü onlara göre bu kelimeler kutsaldır, bunların meşruiyetini sorgulamak, modernitenin tanrılarına baş kaldırmak ve ilerleme dininin bir zındığı olmaktır”. Nişe de der ki, “İnsan ağaç gibi yükselmek istediği nispette köküne, derine dalmalıdır.” Bizim derinlerde işimiz kalmamış, ‘yaşasın sığlık, kalitesizlik’ noktasına gelmişiz. Modernite ve postmodernizm, kapitalizmin takdimi ve eseridir. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Gerçek manada küreselleşme ise, modernite ve postmodernitenin neticesidir, yani yeni dünya düzeninin, adı konmamış yeni dinidir. Bu dinin vatanı dünya, ilahı para, ahlâk ve adalet anlayışı kanunların müsaade ettiği kadardır; sermayesi de maalesef insandır. Şeyh Galib, Hüsnü Aşkı yazdığı zaman Mesnevîyi taklit etmiş diye tenkit edilmiş. Hazret de cevaben; “Esrarını Mesnevi’den aldım, çaldımsa da miri dini malı çaldım” demiş. Gelenek, tarihî miras miri malıdır. Mesele Şeyh Galib gibi çalabilmekte, onun dediği gibi bir başka lisan tekellüm edebilmektedir. Sabrınız için teşekkür ediyorum. 88 Oturum Başkanı: Mimarî tarzımızı, tarihî boyutunu günümüze taşıyarak kapsamlı bir şekilde değerlendirdiği için Hilmi Şenalp Bey’e teşekkür ediyorum. Mahmut Sami KİRAZOĞLU Mimar Mahmut Sami KİRAZOĞLU: Muhterem Başkanım, muhterem hocalarımız ve kıymetli misafirler! Hepinizi saygıyla selamlıyorum. Ben madde olarak bize bildirilen mevzuları kısaca mütalaa etmeye çalışacağım. Bugün ülkemizde güzel camilerin az olduğu söylenirken, güzellik, çirkinlik kavramı kime, neye, hangi kriterlere göre belirleniyor? Bazen proje iyi olur, uygulama kötü olabilir; ama görülen o ki, yüksek oranda bu ikisinin de iyi olmadığı anlaşılıyor. Koskoca yetmiş milyonluk Türkiye’de bu işe gönül veren mimar bu kadar az mı? Belki iyimser bir tahminle yüz kişi daha çıkar, tabiî ki bu da çok az. Cumhuriyet’ten önce on iki bin beş yüz iken; daha sonra altmış beş bine, şu anki rakamlara göre de seksen bine yakın camiye ulaştığımız söyleniyor. Her sene mevcut camilere beş yüz ilave geliyor. Peki, bu beğenmediğimiz on binlerce camiyi kimler yapıyor? Tecrübesiz meslektaşlar mı veya kalfalar mı? Cami yapma konusu, çok iyi ihtisas isteyen bir konudur. Onu çizen, yapımına izin veren, maliyeti üstlenen, onu en güzel yapıyor ki uyguluyor. Herkes kendi fikrini, fiilini en güzel sanabilir; ancak herkesi MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU Oturum Başkanı: Şimdi, Mahmut Sami Kirazoğlu Bey konuşacaklar. Hocam buyrun. 89 ve herkesimi memnun edecek güzeli yakalamak o kadar kolay değildir. Mükemmeli hedefleyerek işe başlamalı ve ona mümkün olduğunca yaklaşmaya çalışmalıdır. Bir bina şu anda hatalıysa, elli yıl sonrası için de, beş yüz yıl sonrası için de hatalıdır. Ecdadımızın eserleri beş yüz sene önce de güzeldi, şimdi de güzeldir. Cami projesinde özel yarışmalar hariç, karar mercii de, jüri de, cami idare heyeti de en çok katkıda bulunandır. Bunların hepsi, aslında iyi niyetlidir ve zaten iyi niyetli olmak da şarttır; ancak yetmez, takdir için bilgi, kültür, irfan gerekir. Cami mimarlarının yetişmeme sebeplerinin en önemlisi maddî ve manevî olarak yeterli derecede desteklenmemeleridir. Mimara ödenecek proje kontrollük parası, sanki sokağa atılmış bir para gibi kabul ediliyor. Hatta büyük bir meziyetmiş gibi, bir kısım insanlar ‘bedava proje yaptırdık’ diye çevreye övünüyorlar. Dolayısıyla mimar kontrole gelmiyor. Kimbilir kullanılan proje de kaçıncı defa tatbik edilmiştir. Durum bundan ibaret olunca da beleş kalfa ve heyete esir düşülüyor. İlk ve en önemli etap olan fikre değer verilmeyip projenin karşılığı ödenmezse, bazen de çalınıp başka yerlere uygulanırsa, bu kul hakkına girmez mi? CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Önce İslâm adına hizmeti iyi öğrenip sonra yola çıkmak gerekir, el cebinden hayır olmaz. Parası ödenen projenin değeri daha çok bilinir; ama mimarın imkânı vardır, tutar aldığının iki mislini camiye bağışlar, o ayrı mesele. Unutmayalım ‘marifet, iltifata tabidir.’ Genelde halkımızın ufacık verebildiği bağışlarla yapılan camiler, olması gerekenin birkaç misline mal oluyor. 90 Bir yerden kıstık sanırken, bir yerlere olukla para akıtılıyor. İnanılmaz boyutlarla alıp başını bulutlara doğru yükselen şerefe ve alemiyle, çevre ile uzaktan yakından uyum sağlamayan, estetik açıdan hiç hoş olmayan ve fazla yapılan tornadan bile çıkamamış minareleriyle mevcut camilerimizin hali pür melali ortadadır. Klasik taklit edildiği hayaliyle ne sütunu, ne kemeri, ne tonozu, ne bingisi, ne mukarnası, ne kubbesi, ne malzemesi, ne boyutları, ne hacmi, ne süslemesi, ne aydınlatması, ne havalandırması, ne akustiği, ne seccadesi, ne fonksiyonu doğru olmayan camilerimizin kendileri de; “biz ne halden ne hale geldik” diye şaşkın ve belki de bize kırgınlar. Bu da onların bizim üzerimizdeki hakkı olsa gerek. Gören göze, duyan gönüle göre, maddenin o çıkmıyor sanılan sesi, aslında yüreklerde feryat ediyor. MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU İlla bir şey taklit edilecekse, o şeyin çok iyi etüt edilmesi gerekmez mi? Hele bu bir de klasik mimarî ise, kaç kişi bunun altından kalkabilir? Burada cevap için, en fazla iki elin parmaklarına görev düşer. Bir sur tamiri bile doğru dürüst yapılamazken, klasik cami beklentisi bu durumda hayal olur. Tabiî ki her zaman olduğu gibi istisnalar hariç. Dolayısıyla sanata ve mimara değer vererek, yetişerek ve yetiştirerek bu kaostan biiznillah Diyanet İşleri Başkanlığımızın da yardımlarıyla çıkmalıyız. Tip proje konusuna gelince. Her ne kadar cami derneklerinin pek hoşuna gitmese de bu mimara ve sanata vurulacak bir darbedir. Cami mimarîsini açalım derken tamamen kapatmış oluruz. Bir defaya mahsus on tip yapılır, onun da kullanma tarihi bitince bir on daha yapılır. Ecdadımız yüzyıllar önce bile o imkânsızlıklarla bir yaptığını bir daha yapmamış, bu tarz uygulama müşkülü hal şöyle dursun, halli müşkül eyleme döner. Cami; ihtiyaca, zemine, zamana ve imkâna göre yapılmalı; yapılmış olmak için cami yapılmamalı. Talebi karşılamak için mümkün olduğunca çabuk çözümler üretmenin yolları aranmalı, tecrübeli mimarlarla diyalog halinde olunmalı, en azından fikir ve etütlerinden istifade edilmelidir. Derneklere de projenin anlamı anlatılmalı, kalite için zaman ve emeğe ihtiyaç olduğu belirtilmelidir. Cami; dün, bugün ve yarın düşünülerek yapılır. Gaye hizmetse, Allah’ın rızası daima en ön planda olmalıdır. Rızanın nerelerde olduğu belli mi olur; camisi yeterli iken gereksiz yere ikinci bir cami yapmaktansa; gerekli bir yere bir düşkünler yurdu, bir okul, bir çeşme, bir hastane, bir yol, bir kuyu veya ihtiyacı olan bir yere cami yapmak, herhalde rızaya daha uygun olur. Zaman zaman birbirine çok yakın camiler görmekteyiz. Hiç ihtiyaç olmadığı halde bu kadar caminin yapılması israfa girmez mi? Dinimizde “İsraf haramdır” sözüne karşı gelmez mi? Haklı iken haksız duruma düşülmez mi? Bu yanlış uygulamaların başka bir sebebi de ihlas azlığı mı, helal para azlığı mı, yoksa inanç azlığı mı, hepsi çok hassas. “Camiye gelir getirir” düşüncesiyle yapılan, ancak çok zaman da getiremeyen zemin kattaki dükkânlar niçin yapılır? Hem boşa giden fazla masraf, hem de bir ibadethane altında gürültü patırtı. En önemlisi de yaşlı cami cemaati için -ki en çok camiye gelenler onlardır- bir türlü ayarlanamayan dik basamakları tırmanma eziyeti. Hele hanımlara daha zor, çünkü onlar iki kat tırmanmaya mecbur edilmişlerdir. Her zaman asansör ve yürüyen merdiven yapma imkânı da olmadığına göre, cenaze namazında tekerlekli arabalı engelli için bu 91 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI 92 problem daha da belirginleşir. Bunun için rampa yapmaya kalksak en az 40-50 metre uzunlukta yeri sahanlık yapmak gerekir. Cami için verilen para, emanettir. Doğru yere harcanmalıdır. İsteyen ayrıca vakıflara bağış yapabilir. Üç bin kişilik camide, kaç asansör, kaç yürüyen merdiven gerekir? Acaba cemaat ne kadar zamanda boşalır? Şimdi de yeni cami uygulamaları, klasik ve çağdaş cami projeleri konusu üzerinde fikirlerimi arz edeceğim. En önemli nokta Beytullah, Allah’ın evi olarak adlandırılan bu mekânın; insanların toplandığı, herhangi bir hacim olmadığı, insanlara mutluluk ve huşu verdiği, inançlarından dolayı görevlerini yerine getirmiş olmanın hazzını ve huzurunu yaşattığı, ilim-irfan tahsiline imkân verdiği ve Yaradan’a tefekkür edildiği, bazen tek ama genelde toplu olarak ibadet yapıldığı bir yer olduğu hep göz önünde tutulmalıdır. Klasiği taklit etmek de, çağdaş yapacağım diye garip figürler yaparak tamamen kopmak da uygun olmaz. Dolayısıyla eski ile nostaljik ilgiler kuran, yeni şekil ve malzemeler kullanarak teknolojiden faydalanıp, eskiye fonksiyonel kolaylıklar kazandıran çözümler bularak, o mistik ve o kutsal havayı içte ve dışta yakalamamız lazım. Bu da pek kolay olmasa gerek. İşte burada; görgü, bilgi, anlayış, tecrübe, akıl, zeka, hafıza, zevk, tasarım gücü ve ilhamatı ilahiye devreye girer. Bir cami ve müştemilatında şu bölümler olmalıdır: Bazıları ihtiyaç ve imkana göre olmak kaydı ile; 1- Ana mekan (zemin katta genelde erkekler cemaati için), 2- Arka ve yan mahfeller, 3- Müezzin mahfeli, 4- Mihrap, 5- Minber, 6- Kürsü, 7- İmam ve müezzin odası (abdest almak için içerde sadece lavabolu bir bölüm olabilir), 8- Kütüphane, 9- Depo (fazla halı, hasır, elektrik süpürgesi, merdiven toz bezi vesaire ve ayrıca bunların yıkanması için lavabo), 10- Yukarı çıkamayan bayanlar için zemin katta namaz kılma mekânı, 11-Üst katta hanımlar mahfeli, 12-Kapalı son cemaat yeri, MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU 13-Ön ve yan girişler, 14-Ön ve yan revaklar, 15-Revaklı avlu, 16-Şadırvan, 17-Minare, 18-Elektrik odası, 19-Isıtma, havalandırma odası, 20-Abdestlikler, tuvalet (hem erkekler hem de hanımlar için duş), 21-Musalla taşı. İhtiyaç ve imkan var ise bilgisayarlı bir kurs odası, idare heyeti odası, çay ocağı, bekçi odası, imam ve müezzin evi, misafirhane, dinî kitap satan küçük bir dükkan, bahçe düzeni, dış duvarı, giriş kapıları, otopark, bodrum, cami içinde içme suyu dolabı, fazla abartmadan halka sosyal hizmet vermek için çok maksatlı salon, servisler, küçük çapta sportif aktiviteler, nakış dikiş kursu, kafeterya, ufak bir hamam, gasilhane düşünülebilir. Bir de daima yağmur ve güneş altında bulunan musalla taşının olduğu cenaze namazı kılma mekanı, cami ile bütünleşen bir saçak altına alınabilir; sonradan yamama olarak yapılmamalıdır. Cami alanı müsaitse özel misafirler için yine bir namaz kılma bölümü, kafesle ayrılan giriş çıkışı müstakil bir yerle ayrılmalıdır. Ayrıca hayır sahipleri tarafından organize edilen fakirlere aşevi de olabilir. Camide ibadet yapıldığından çevresini fazla yoğunlaştırmamak lazımdır. Sessizlik, sakinlik hep ön planda olmalıdır. Sosyalleşelim derken, cami çevresini panayır yerine çevirmemek lazımdır. Alan müsaitse ve gerekirse camiden biraz uzakta, çevrede bu tarz ilave faaliyetler yapılabilir. Şehir, kasaba, köylere göre cami projeleri: Önce belediyeler planlardaki cami yerlerini tespit etmelidir. Cami yerleri ve sayısı, ara mesafeleri, kapasiteleri bugünün ve ilerinin ihtiyacına cevap verecek durumda olmalıdır. İlerde, cemaat dışarıda kalıyor diyerek çirkin ilaveler, camekanlar yapılmamalıdır. Maalesef Sinan’ın camilerinde bile bu çirkin manzarayı görmekteyiz. Camiler bulunduğu şehrin tarihî dokusu, kültürel ve fiziksel yapısı, topografik durumu, iklim, ulaşım vs. gibi şartlar göz önünde bulundurularak planlanmalıdır. Dolayısıyla bulunduğu ortamın mimarî yapısına yabancı kalmamalı, uyum sağlamalıdır. Mümkün olduğunca yerel malzeme kullanılmalıdır. Mimarî tarz şehirden köye doğru oradaki binalara paralel olarak daha basitleşmeli ve daha ekonomik çözümler bulunarak hacmi küçülmelidir. 93 Kubbe yerine çatılı çözümler düşünülebilir. Yerine göre şehirden şehire de farklılık olabilir. Nüfus yönünden farklı bir İzmir ile Aydın’da ayrı, iklim yönünden farklı Mersin ile Kars’ta ayrı, üslup yönünden farklı Bursa ile Mardin’de ayrı tarzlar uygulanır. Cami ve proje uygulamalarında genel düşünceler, tavsiyeler: 1- Gerekli ise yapılmalı, 2- Gereken yere yapılmalı, 3- Gerektiği kadar yapılmalı, 4- Gerektiği tarzda yapılmalı. Yaşlı insanları ve küçükleri düşünerek, cami, zeminden fazla yükseltilmemeli, basamaklarda aralıklar on iki on beş santim arası olmalıdır. Daha yüksek olmamalı, rahatsız olanlar için mutlaka eğimi yüzde yedi ile on arasında olan rampalar yapılmalı, zemin kat ve üst mahfiller katında hem erkek hem hanımlar ayrı ayrı namaz kılabilmeli, önde erkekler, arkada hanımlar kılacak şekilde her iki katta da planlama yapılmalıdır. Daha evvel alışıldığı gibi, yani illa mahfiller katı hanımlara ait olmamalı, her zaman aynı eziyeti çekmelerine kayıtsız kalınmamalıdır. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Giriş, çıkışlar ve merdivenler ayrılmalı, her zaman yukarı çıkan hanımlara zorluk oluyor, adaletli davranılmalıdır. İsteyen yukarda, isteyen aşağıda kılar. Çok zaman camilerde gördüğümüz gibi hocalarımız kürsü ve minbere çıkarken ve inerken zorluk çekmekteler, bu yerlerde onların rahat olmaları sağlanmalıdır. Kürsüye çıktıktan sonra bağdaş kurmak isteyen veya diz çökmek mecburiyetinde kalan hocalarımızın gerekirse iskemlede oturmaları sağlanmalı veya istiyorlarsa bağdaş kurabilmelidirler. 94 Mihrap, eğer zeminden biraz yüksekse, arka kısmı yirmi otuz derece meyilli olmalı. İmamın değişmesi gerekirse, diğer imam ayağını sürterek mihraba geçebilmelidir. Isıtma, havalandırma gizli yerlerde çözülmeli, özellikle Cuma namazlarında bir kişinin aldığı oksijen, verdiği karbondioksit miktarı hesaplanıp hava sirkülasyonu ile daima temiz bir ortam sağlanmalı, cepheyi menfi olarak etkilememek kaydıyla güneş enerjisiyle ısıtma düşünülmelidir. Aydınlatma, güneş hareketleri ve yönleri düşünülerek pencere açıklıkları hacme yeterli ışık verecek şekilde düzenlenmeli, tabiî, ışıktan sabah ve akşam namazlarında yarım; öğle ve ikindi namazlarında tam faydalanılabilir. Sun’i ışık, kristal taklidi avizeler, zenginlik yerine fakirlik sağlar. Özel ve sade desenler, kandil tarzı fanuslar seçilebilir. Açık ve yansıyan ışıklandırmalardan faydalanılabilir. Ses düzeni akustik hassasiyete uygun olarak hesaplanmalı, caminin yüzde altmış altısı yansıtıcı, yüzde otuzu sesi yutucu malzemelerden olmalıdır. Kubbe, akustik için en zor form olmasına karşı diğer yutucu malzemelerle en ideal hale getirilebilir. Kabuklar; kırık ve geometrik plaklara, prizmatik formlara, uzaktaki kirişlere göre daha uygundur. Bir camide insan doluluğu, hatta yaz kış farkı bile akustiği etkiler. Sesin küreler halinde yayıldığı düşünülerek hoparlörler ona göre yerleştirilmelidir. İnsan kulağına çok yakın olmamalıdır. Bir sesin absorbe oluşu 2,5-3 saniye ise, o idealdir, fazlası rahatsız eder. Ayrıca okuma mekânları olan mihrap, minber, kürsü, müezzin mahfeli gibi yerlerden yayılan sesler çakışmamalıdır. Mihraptaki mukarnasın bile ses kırmaya faydası olur. Düz ve alçak olursa aşırı çınlama yapar. Özellikle ses cihazının çok kaliteli seçilmesi gerekir, çünkü camide her şey sesle irtibatlıdır. Tezyinat: Hiçbir zaman aşırıya kaçmadan sadeliği ön planda tutarak, geometrik renk ve desenler kullanılabilir. Camilerin içi renk ve şekil cümbüşüne döndürülmemeli, kemerlerde sun’i çizgilerle ve renklerle taş taklidi yapılmamalıdır. Dış cephelerde de aynı şekilde hareket edilmelidir. Sade kalsa daha iyi olur; aşırısı ise işin ciddiyetini bozar. Ayakkabılık, bir türlü çözülemeyen bir problemdir. Suları damlatarak göz önüne bırakmak mı, yoksa son cemaat yerine bırakıp hırsızlığa davetiye çıkarmak mı iyi? Kilitli dolaplar mı, kare raflar mı veya daha başka çözümler mi bulmalı ya da başka tedbirler mi almalı? Kurşun, bakır tarzı kaplama yönünden iyi olmasına karşın, çevreye yaydığı zehir sebebiyle pek cazip olmuyor. Elektrik kesilmesine karşı jeneratör bulunmalı. Asansör ve yürüyen merdiven -ihtiyaç ve imkân varsa- camilerde kullanılabilir. Mahfil katı için: Seccade, cami derinliği, kolonlar vs. hep saf düzenine göre hesaplanmalıdır. İnsan boyunun yüzde 65 ile 75 arasında seccade boyu gerekir. Bu, ortalama bizim insanımız için 125 cm. kadardır. Hesaplaması da kolaydır. MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU Hat: Lafza-i celal, Peygamber (s.a.s.)’in ismi, hulefa-i raşidin ve bazı ayeti kerimeler, hadisi şerifler yazılabilir. Divani celi sülüs, talik olduğu gibi, tarz olarak kufi ve makali de daha modernize olarak kullanılabilir. Kur’an-ı Kerim dolapları, rahleleri, tespihlikler, portmanto düşünülmeli. 95 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI 96 Camideki ibadet hareketlerini bilemeyen, projede muvaffak olamaz. Arka duvar dibinden seccade başlayan çok camimiz var. O son saf rükûa nasıl gidecek? Arkada en az 20-30 cm. kadar boşluk bırakıp safa başlanmalıdır. Mihraplığı olmamalı, seccadeler, renk ve deseniyle, bulunduğu mekâna uymalıdır. Abdestlik rüzgâr yönleri ile tuvalet rüzgar yönleri hesaplanarak yerleştirilmeli, mümkün olduğunca temiz tutulmalı, havalandırılmalı, bakımı titizlikle yapılmalı, takunyalar su emmeyecek malzemeden seçilmeli, abdest alma yeri iyi etüt edilmeli, musluklar, oturak yükseklikleri, ara mesafeleri, insana kolay abdest alma imkanı sağlamalı, üst baş ıslanmamalıdır. Birçok camide ben abdest alma yerinde abdest alamıyorum. Lavaboda abdest alıyorum, çünkü pantolon falan su içinde kalıyor. Oturamayanlara, rahatsız olan kişilere göre tutunarak ayakta abdest alabilecekleri yerler yapılmalı. Ömründe abdest almayan, tarifle böyle bir yer çizebilir mi? Ömründe namaz kılmayan, namaz kılma yeri çizebilir mi? Bir de tuvaletler kıbleye dönük olmamalıdır. Hoparlör: Özellikle dıştaki hoparlörler fazla açılmamalı, ezanın insanları namaza davet ettiği unutulmamalı, hiçbir zaman itici olmamalıdır. Sirkülasyon: Hareket iç ve dışta rahat olmalı, kapı adedi yerleri ve boyutları yeterince olmalı, ayrıca acil çıkış kapıları yapılmalı. Özellikle açılan pencere kanatları, kullanışlılığı için denizlikten 3040 cm. yukarıdan açılmalı, altı sabit olmalı. Alem, minare, kubbe formu ve boyutuyla nispetli olmalı; yüksekliği takriben 1/19 da 1 i kadardır. Hazırlar çok kalitesizdir. Engelliler için hem abdest alma yerinde hem tuvaletlerde özel mekân ayrılmalı. Her noktaya yumuşak yüzde 7-10 rampalarla yaklaşılmalı. Cami içinde sabit oturma yerleri olmalı. Rengârenk tabure sergisine izin verilmemelidir. Şimdi birçok camilerimizde bu tabureler bulunuyor, kimisi de kendi taburesini kendi getiriyor, bu görüntü bir garip oluyor, saf düzeni de bozulmuş oluyor. Sabit bir yer yapmak rahatsız kişiler için herhalde daha uygun olsa gerek. İmam ve müezzin evi: Cami bahçesi genişse cami bahçesine, daha ziyade kıble tarafında planlanabilir, hiçbir zaman cami bünyesinde olmamalıdır. Namaz kılman yerin alt ve üstünde tuvalet olması uygun olmaz. Giriş çıkışlar: Toplu alanların dolmasından ziyade boşalması önemlidir. Çünkü yavaş yavaş dolar, birden boşalmak ister. Bir de diğer alanlara göre buradaki en önemli faktör, girerken pabucunu çıkartır. MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU Birçok toplantı alanına, spor salonu veya tiyatroya pabuçla girilir; ama camide durum farklı. Pabuçlar çıkartılır ve çıkarken bırakılan yerden alınır ve bu tabiî trafiği biraz aksatır. Dolayısıyla buna tedbir alınmalı. Bu sirkülasyon iyi düşünülmeli. Çıkışların daha rahat olması için “bir cami 300 kişilik” denirse, o cami aslında 400 kişiliktir. Yani caminin %75 i dolduğunda o cami dolmuş sayılır. Daha sonra gerek hava gerek sirkülasyon yönünden sıkışmalar başlar. Kıble: Camide namaz illa kıbleye dönülerek kılınır. Her şeyde çağdaşlık olabilir, ancak ibadetin şeklinde olamaz. Namazın ne vakti, ne de usulü değişemez. Kıble pusula ile tayin edilmez. Manyetik kuzeyi gösterdiği için senenin değişik zamanlarında ufak tefek de olsa sapmalar olur. En doğrusu güneş hareketlerinden faydalanıp Diyanet Takvimi’nde bulunan kıble saatlerinden yararlanmak veya diğer bir yol yıldızlarla tayin etmek. Dünya kıble günleri 28 Mayıs Türkiye saatine göre 12 18 ve 16 Temmuz 12 27’dir. Tabiî saat farklarını hesaplayarak dünyanın her yerinde bu saatle güneşe dönen, kıbleye dönmüş olur. Çünkü bu anda güneş, tam Kabe’nin üzerindedir. Dünyada en küçük ve birinci saf, Kabe’nin etrafında ona en yakın olan bir dairedir. Bu giderek açılır. Dünya üzerindeki en büyük saf ise dünya çevresi, takriben ekvator kadar olan bir dairedir. Demek ki saflar aslında daireseldir. Dünyadaki insanlar kıbleye döndüğünde birbirine de dönmüş olurlar. Dairesel safı Kabe’den başka yerde uygulamak imkânsızdır. Herhangi bir camide Kabe’ye en yakın kişi imamdır. Daha sonra ilk saftır. Ön safların tercih edilmesinin bir sebebi de Kabe’ye daha yakın olmasındandır. Ayrıca camiye erken gelmeyi teşvik eder. Bir de Kabe’nin okyanusla tam zıttı olan bir nokta vardır ki, ne yöne dönülürse dönülsün kıbledir. Camiler Cuma, bayram namazı ve teravih kapasitesine göre hesaplanarak alanları bulunur. Peygamber efendimiz (s.a.s.) zamanında başlayan camide bir araya gelmedeki gaye; ortak dertleri anlatma, çözümleri paylaşma, istişare ve yardımlaşmadır. Namazı kılıp cemaati terk etmek camiyi terk etmek değildir. Şu anda maalesef uygulama budur. Hacda da aynı olay var. Hacdan esas gaye; dünya Müslümanlarının belli birkaç günde belki toplanıp ortak çözümler bulması, ama orda da maalesef sadece görev yapılıp kaçılma durumunda, yani esas niyetinden, manasından uzaklaşmış bir uygulama yapılmaktadır. 97 Din adamlarımızın da daha eğitimli olmaları, müspet ilimle mücehhez bulunmaları, kendilerini devamlı geliştirmeleri, cami cemaatinin adet ve kalitesinin artmasına sebep olur. Camide hocalarımız gönüllerin mimarıdır. Bizler de camileri, mimarlar olarak el ele verip daha güzel ve estetik hale getiririz inşaallah. Sanatçı sonradan olunmaz, sanatçı doğulur. Ancak ilim ve tecrübe çalışma ile geliştirilir. Genç cami mimarı arkadaşlarıma tavsiyem, bu işe gerçekten gönül verdilerse geçmişi çok iyi incelemeleri, geleceği ise erbabının yanında çırak, usta, kalfa devrelerinin stajını yaparak, azimle ve yılmadan çalışarak hedefe ulaşmalarıdır. Bu toplantılar tekrar etmeli, kuvveden fiile dönüşmelidir. Tenkit kolaydır, önemli olan çözüm üretmektir. Aşk olmadan meşk olmaz. Neticede görevimiz, insanların en sağlıklı koşullarda mutlu yaşamasıdır. Gerekli fizikî çevreyi oluşturarak mimarlara her türlü manevî ve maddî haklarını teslim ve takdir ederek destek olmalıyız ki, onlar da güzel camiler, eserler kazandırabilsinler. Mimarlarımız da cami konusunda tecrübe kazanmalı, azimle, özveriyle yılmadan uğraşmalıdırlar. İşine aşık olan mimar başarılı olur. Gerekirse kıymetli hocalarımızdan rica ederek kurslar tertip edilmeli ve bu tarz faydalı toplantılar yapılmalıdır. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Meslektaşlar birbirini kıskanma yerine yardımcı olmalıdır. Öğretmeyi öğrenmeyen, öğrenmeyi öğretemez. Her şey insan için olduğuna göre önce insanı fizik ve ruhsal açıdan tahkim ederek hacim ve teşrifleri tayin etmeliyiz. 98 Cami cem eden, toplayan anlamına geldiğinden insana ben yerine biz demeyi öğretir, dolayısıyla hem mimar, hem cami hocaları, hem idare heyeti, hem de cami cemaatı kendilerini geliştirmelidir. Bir de cami projelerinin ilgili meslek erbaplarından oluşan yetkili bir kuruldan geçirilmesi düşünülmelidir. İhtiyaca hizmet etmek için iyi niyet, güven, bilgi, tecrübe, zemin, zaman, kanunlar, manevî ve maddî imkânlar uygun hale getirilmelidir. Hadisi şerifte belirtildiği gibi, her konuda emanet ehline verilmelidir ki, doğru sonuca ulaşılabilsin. Kainatta her şeyin Allah’ın emri ve izniyle olduğunu unutmamak kaydıyla, hele O’na ibadet edeceğimiz özel mekanı yaparken, bu inanç ve dikkat azami seviyede olmalıdır. İbadethaneye salih, abit yakışır. Peygamber efendimiz “Allah işini en iyi ve en güzel şekilde yapanı sever. Kim ne iş yapıyorsa onu en iyi şekilde yapsın.” buyuruyor. İşte hadiste işaret edilen sevgiye layık olmak için elimizden gelen gayreti sarf etmemiz lazım. Her türlü maddî-manevî imkânları seferber ederek çalışmalıyız. Ayrıca zaten Kur’an-ı Kerim’de camileri yapanların kimler olduğu tövbe suresinin 18. ayetinde belirtiliyor. Doğru fikir, doğru karar, doğru uygulama doğru neticeye götürür; güfte, beste, icra eden ve dinleyen güzelse netice de güzeldir. O mutluluktur, o hazdır, o rıza-i ilahidir. Hürmetler sunarım, teşekkür ederim. Prof.Dr. Turgut CANSEVER: Benden önceki konuşmacıya doğrusu minnettarlığımı, şükranlarımı sunmak istiyorum, son derece kıymetli açıklamalar dinledik; bunlar önümüzdeki yıllarda yapacağımız işler için değişmeyen rehberler olacaktır. Ben doğrusu bu büyük düşünce ve inanç dolu ifadelerin hayata geçirilmesinin nasıl olacağının bir kere daha düşünülmesinde yarar olacağını sanıyorum. Dün yapılan açıklamalardan da anlaşılacağı üzere, her sene yüzlerce, binlerce cami, mescit projesi olmadan, herhangi bir düşünce temeline dayanmadan rastgele ve bu sözü edilen amaçlarla da hiçbir şekilde bağdaşmayacak şekilde -bir mimarı da olmadan- vücuda getiriliyor. Bu toplantının sanıyorum ki önemli sorusu, bu duruma çarenin nasıl bulunacağıydı. Cami yaptırmaya girişen insanların niyetlerini ve tasarruflarını ortaya koyarak yola çıktıkları andan itibaren bugünkü şartlarda söylenen bu noktalara erişmeleri imkânsız gibi gözüküyor. O zaman bugün biz ne yapmalıyız ki, İslâm’ın emrettiği esaslar dahilinde insanların ibadetlerini yapabilecekleri camileri inşa edebilelim. Bu ufak bir vazife değil, çok büyük bir vazife. Batı dünyasındaki mimarlık literatürüne bakılırsa, ancak beş on senede bir, ilginç bir kilise yapılabildiği görülür. Ama ecdadımızın Anadolu’da iki asır içerisinde şehirler, medeniyetler, abideler kurduğunu düşünürsek, işlerin kolay yapılma yollarının da var olduğunu ümit etmek gerekiyor. O zaman bu yolun ne olduğunu aramamız icap ediyor. Bir tanesi şu; bugün açıkça iş ehline tevdi edilmiyor. Hâlbuki işin ehline tevdi edilmesi dinimizin de zaruri bir emridir. O halde bu MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU Oturum Başkanı: Mahmut Sami Bey’e çok teşekkür ediyorum. Gerçekten gündem çerçevesinde ufuklarımızı açan bir sunum yaptılar. Şimdi, Turgut Cansever Hocamızı bir kez daha huzurlarınıza alacağız. 99 toplantının bir gayesi de işlerin ehil olanlara nasıl tevdi edileceğidir. Hemen arkasından da şu soruyu sormak lazım. Liseyi bitirdikten sonra bir yüksek okula girip dört sene ‘bir binanın temeli nasıl yapılır, penceresi nasıl yapılır?’ı öğrendikten sonra, kendisine her şeyi yapma hakkı veren bir diploma verdiğimiz kişilerle bu iş yapılabilir mi? Bu tecrübesiz gençlerle işler yapılamıyorsa, yaşadığımız belki bir asırlık, belki daha uzun bir dönemde bu işlerin güzel yapılabildiğini, yapılmasını sağlayan sistematiklerin var olduğunu görmekte yarar var. İlhanlılar bir mevsimde elli bin kişilik şehirler inşa ediyorlardı ve mescitlerinin, camilerinin her biri sanat şaheseriydi. Doğrusu insanlık tarihinde o kadar kısa zamanda o kadar güzel şeylerin yapılabildiğini göstermişlerdi. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Kalküta’nın güneyinde yapılan bir kongrede, Pakistanlı tarihçi bir hanımefendi, on dördüncü asırda bir şehrin kuruluşunu anlattı. Bir ilkbaharda prensler yöreyi gezip, dağların tepelerinden şehri nereye kuracaklarına bakmışlar ve şehrin kurulacağı yeri kararlaştırmışlar. Bir sene sonra inşaat başlamış ve bir senelik zaman içerisinde de on küsur km. sur, ikiyüz kırkbin kişiyi barındıracak evler, her biri sanat şaheseri olan camiler, medreseler, imaretler, hamamlar ve iskân alanlarının tamamlanmış olduğunu anlattı. Bugün böyle bir şeyi dünyanın neresinde olursak olalım tasarlamaktan uzağız. 100 Yani İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra insanları barındırmak için yapılan sefalet mahallelerinin bile inşaat süresi senelerce sürdü. Bu kolaylık nerden geliyordu? Her şeyden önce bu yapıları yapanlar, ortak değerlere sahiptiler, bu ortak değerler davranış standartları olduğu kadar, teknik standartlara da tekabül ediyordu. Kısaca başarı bu sayede oldu. Bugün İstanbul’daki en büyük tarihî mimarlık okullarında liseden gelen öğrenciye hocalar “yarat kardeşim yarat” diyorlar. Bu cinnet ve ihanettir. Seçkinlerin; bu işlerin nasıl yapılacağını ortaya koyması ve standartlar geliştirmesi lazımdır. Bugün dünyayı kirleten konutlar, mimarî estetik ve standartlara uymayan ibadethaneler, mescitler yapıyorsak bunu nasıl aşacağımızı düşünmemiz gerekir. Peygamberimiz, “İnsanların en iyisi âlimin en iyisi, insanları en kötüsü âlimin en kötüsüdür” buyuruyor. O zaman en iyileri arayıp o en iyilerden bir nüve meydana getirip onların önderliğinde saf, temiz gençlerle beraber güzel şeyleri evvela küçük miktarda üretmeye başlamak, sonra o üretimin miktarını arttırarak bütün ülkenin ihtiyacı olacak güzel mescitleri, camileri ve çevrelerini yapmamız gerekir. Tabiî böyle bir toplantı bu işin tam olarak nasıl teşkilatlanacağını ortaya koymaya yetmez. Az önce kıymetli arkadaşlarımızın birbirinden güzel okudukları değerli iki tebliğlerinde de işaret ettikleri gibi, teşkilatlanmanın şekli üzerinde bir mutabakat oluşursa bir taraftan arzı öbür taraftan da bilgiyi geliştirmek ve yaygınlaştırmak mümkün olacaktır. Yani üretim yerinin aynı zamanda daha büyük ölçüde üretime imkân verecek kadroları yetiştirmek için, bir eğitim merkezi olmasını da düşünmek gerekiyor. Buna benzer şeyler çok söylendi, ilk defa ben söylüyor değilim. Hele 1924-28 yılları arasında yayınlanan mimarlık mecmualarını karıştırırsanız, doğru olarak neler neler söylenmiş, ama bu söylenenler kimsenin işine gelmemiş olmalı ki, neticede ortaya müşahhas bir şey çıkmamış. Bütün bu büyük düşünceler bir kenara atılıp kalmış. Bugün mademki bu meseleyle karşı karşıyayız, mademki bunun büyük sorumluluğunu hissediyoruz, o halde evvela seçkinlerle beraber çalışacak, öğrenecek, kendilerini geliştirecek saygılı ve kabiliyetli gençlerden küçük bir kadro kurulmalıdır. Bu kadro her halde özel sektörde ve özel statüde olmalıdır. Şunu biliyoruz ki, Süleymaniye yapılırken Kanuni’nin Sinan’a yazdığı mektupta tavsiyeleri var. Diyor ki, “Caminin etrafında ahşap binalar olmalı ve bu ahşap binalar boyanmamalıdır. Yani tabiata terk edilmeli, kendi tabiî rengiyle kararmalıdır. Tenkitçi bir şekilde bu işe önderlik edecek insanları seçerek örnek bir teşkilatlanmayı ortaya koymak ve onların da örnek alınması suretiyle adım adım daha iyi mescitler, mahalle merkezleri vücuda getirmenin tecrübesini, bilgisini yaygınlaştırmak mümkün olacaktır. Dolayısıyla bu meselenin bütün ızdırabını yaşayan kişiler olarak Vakıf bu teşkilatlanmayı kendi bünyesinde vücuda getirmelidir. Teşekkür ederim. Oturum Başkanı: Prof. Dr. Turgut Cansever Bey’e teşekkür ediyorum. Şimdi, Necip Dinç Bey’i dinleyeceğiz. Hocam buyurun. MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU Bu ahşap binaların koyu rengi içerisinde caminin gri beyaz olan açık rengi o zeminin üzerinde gözükmelidir.” Bu sözler lise kitaplarında da yazılıdır. Evet Anıtlar Kurulu üyesi bir Profesör, “O binaların ahşaplarla kaplanmaması lazım” diye hüküm veriyor. 101 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI 102 Necip DİNÇ: Hocamıza çok teşekkür ederiz, benim söyleyeceğim bazı şeyleri de Hocamız dile getirdi. Belki faydalı olur düşüncesi ile Rusya’ya bir proje teklifi neticesi yaptığım seyahatim sırasında karşılaştığım hususlardan bahsedeceğim. Kısmet oldu, bir proje teklifi dolayısıyla Rusya’ya gittim. 850 senelik mazisi olan Kostüm şehrinin belediye başkanı teknik heyetiyle birlikte bize bir brifing verdi. Her tarafı kiliselerle donatılmış ve Hristiyanlığın en koyu olduğu görülen şehrin tarihine uygun bir mimarî dokunun muhafaza edildiği kolaylıkla fark edilmekteydi. Belediye başkanı bize, “Şehir mimarîsinin muhafazası için şu anda, imkânlarımız kıt olmasına rağmen eski ustalık ve işçiliği bilen yetmiş kişiye, yattıkları yerde para ödüyoruz” dedi. Şimdi düşünüyorum da demin mukarnastan bahsedildi, kaç tane mukarnas yapabilecek ustamız kaldı. Toplasan herhalde birkaç kişiyi geçmez. Bunlardan birine, her gün ayağına gitmek kaydıyla, ancak bir tane örnek yaptırabildim. Şimdi gelelim bize. Acaba bizde bu ustaların yetişmesi için belediyelerimizde böyle bir organizasyon var mıdır? Eski eserlerimizi kimlerle yapacağız? Mesele sırf projeden ibaret değil. Dün de belirtmiştim; mükemmel bir eserin ortaya koyulabilmesi için dört şart gereklidir: Bunlar; başta finansman olmak üzere, mükemmel bir proje, kaliteli malzeme, kalifiye işçiliktir. Koca Sinan’ı emsallerinden üstün yapan mimarî projesidir, yoksa diğerlerinde de aynı malzemeler vardı. Rusya’da bize bir örnekten bahsettiler. Bir Türk şirketi; Rusya’da bir proje ihalesi alıyor ve kendisinin prestij eseri olacak şekilde çağdaş bir mimarî ile projeyi bitiriyor. Moskova Belediye Başkanı yapılan binayı görünce, “Tarihî dokuya uymayan bu bina nasıl yapılır!” diyerek, derhal yıkılmasını emrediyor. Artık araya birçok insanlar konuyor da bu kadar emeğin, bu kadar sarfiyatın heder olması engellenmiş oluyor. Neticede fazla olan katlar yıktırılıp cephesine de o şehrin mimarîsine uygun bir dokuyla giydirme bir cephe tanzim edilip vaziyet kurtarılıyor. Yani bakın, yapılan yere göre proje uygulaması için bu kadar hassas davranılması gerektiğini Moskova Belediye Başkanı en güzel şekilde bize göstermiş oluyor. Ben Fatih Üniversitesinin bulunduğu yerde kurulacak “Akıllı Avrupa Konakları” adıyla bir proje teklifi aldım. Bu yerleşim yerine çağdaş teknolojinin bütün imkânları seferber edilmiş; cep telefonuyla bile evin içerisindeki elektronik eşyalara kumanda edilebiliyor. MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU Ortasında da dokuz bin metre karelik bir arsası var ve şimdiye kadar bu büyüklükte İstanbul’da bir arsa duymadım. Buranın ihalesini alan inşaat mühendisi arkadaş, buraya hazır bir proje uygulayacağını bana söyledi. Hazır projeye baktığımızda, klasik üslupta sıradan bir proje olduğunu gördük. Anlaşılan camiyi de kendi kafasına göre oraya uygulayacak. Şimdi, Moskova Belediye Başkanının gösterdiği duyarlılık nerede, bizim İstanbul’da uygulanan projelere gösterilen duyarlılık nerede? Demek ki belediyelerin de bu işi ciddi takip etmesi lazım. Hocamı ben hassaten destekliyorum. Bu iş için çok hamasi laflar edilebilir, ideallerden bahsedilebilir; belki bunların büyük bir kısmı bizi aşıyor da olabilir. Bugün bunlar devlet politikasıyla çözülecek şeylerdir; ama biz bunların hepsini başaramasak da bir ucundan başlamak mecburiyetindeyiz. Bir sivil kuruluş olarak belki onlara bir öncü olabiliriz. Bunun başlangıcını Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı yapabilir. Ben Vakfın kongrelerinden birinde sunulan tebliğin birinde, Almanya’da bir araştırma enstitüsünde dünyanın gelmiş geçmiş en büyük mimarının mantığı tahlil edilirken, bunlar arasında Koca Sinan’ın isminin yer aldığını okudum. Hususi bir araştırma merkezi, Koca Sinan’ın kendi yaşadığı dönemdeki kültür ortamını dışarıya nasıl tecessüm ettirmiş olduğunu inceleyerek tespit ediyor. Bizde maalesef böyle büyük mimarlarımızın eserlerini tahlil eden ciddi araştırmalar yok. Ben teklif ediyorum, bir yerde yapılacak caminin klasik tarzda mı, modern tarzda mı olması konusunu; oranın yaptırıcıları, kullanıcıları, mimarı, Diyanet yetkilileri ve belediye birlikte kararlaştırmalıdır. İster çağdaş bir mimarî tarzıyla bir proje tercih edilsin, ister klasik üslupta; bana göre birinci planda Dini ve Sosyal Hizmet Vakfımız bunda öncü olmalı ve bu meyanda mimarlık fakülteleriyle diyalog içerisinde bulunmalıdır. Meselâ, Mimarlık fakültelerimizin son sınıf öğrencileri için ödül koyarak diploma projeleri yaptırılmalıdır. Belli yerler için bu bir teşviktir. Bunun yanı sıra gene hocamızın dediği gibi, merkezi Ankara’da olmak kaydıyla, İslâm sanatının ve çağımızdaki İslâm mimarîsinin geleceği noktalar üzerine çalışmalar yapacak bir araştırma merkezi kurulmalıdır. Çünkü aynı mimarî şeyleri tekrarlamak yerine devamlı canlı bir organizma gibi kendisini yenileyen bir tarz, bütün binalarda olduğu gibi camilerimizde de olmalıdır. Bugün bir asma köprümüz var, birinci köprünün biliyorsunuz ayakları arasındaki mesafe 950 metre; ikincininki ise 1050 metredir. 103 Nervi’nin Sicilya ile İtalya arasını birleştirdiği bir asma köprünün projesini inceledim, köprü ayakları arasındaki mesafe tam beş kilometre ve bizimkinden yaklaşık beş kat daha büyük. Aynı kişi, büyük mekânları örten uzay kafes sistemi sayesinde 225 metre açıklığı rahatlıkla kaplamış ve kabuk sistemlerde çok büyük mekânlara geçebilmiştir. İslâm alemindeki görülenlerden bahsedildi. İşte Medine-i Münevvere’de ve Mekke-i Mükerreme’de, Tenim’de çok kolonlu büyük mekanlar yapılmış. Halbuki teknolojinin imkanlarından da faydalanılarak İslâm sanatının zevki selimini tatmin etmiş ve olgunlaşmış insanların etütleriyle bir takım yeni çözümler ortaya çıkarılabilir ve okullar arasında yarışmalar açılabilir. Dini ve Sosyal Hizmet Vakfımız, Vakıflar Genel Müdürlüğü, Kültür Bakanlığı ve belediyeler, koordinasyona girip bu işe inşallah bir başlangıç yaparlarsa, sanıyorum ki, istikbalde çok kabiliyetler ortaya çıkacaktır. Demin “Hikmet müminin yitiğidir, onu nerde bulsa alır” hadisinden bahsedildi. O halde biz niye almayalım. Madem çağımızda bir takım teknolojik imkânlar ve yenilikler var, onu bugünkü İslâm mimarîsinde kolaylık getirecek bir mekan kavrayışıyla kullanabiliriz. Bunun, genç istidatların teşvikiyle olacağını düşünüyor, Dini ve Sosyal Hizmet Vakfının bu konularda öncü olmasını ümit ediyorum. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Oturum Başkanı: Necip Bey’e katkılarından dolayı teşekkür ediyorum. Dün ilk sözü Hüsrev Tayla Bey almıştı. Bugün de inşaallah kendisine söz vermek istiyorum. Hocam buyurun, sizi de bir daha dinleyelim. 104 Hüsrev TAYLA: Birbirimizi tanıyoruz. Binaenaleyh burada baştan beri bir gelişimden bahsettik, bahsediyoruz ve bahsedeceğiz de. Burada eğer biz hâlâ ecdadımızın yaptığının aynısını bir takım nüanslarla yapacaksak veya çoğumuzun elinde bulunan Ali Saim Ülgen’in, Sinan rolevelerini kullanarak rötuş yapacaksak; o zaman ne Vakfınıza ihtiyaç var, ne bu toplantılara. Teşekkür ederim. Oturum Başkanı: Evet, ben Hüsrev Tayla Bey’e tekrar teşekkür ediyorum. Doğrusu dün de bugün de güzel konuşmalar oldu. Biz, Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı olarak bu toplantımızı bir rapor haline getireceğiz. Burada yapılan konuşmalardan ve okunan metinlerden yararlanmaya çalışacağız. İlim kayıt altına alınmadığı zaman buharlaşıp gidiyor. Bizim düşüncemiz dünden bugüne yapılan bu değerlendirmeleri, konuşmaları bir kitapçık halinde neşredip kamuoyunun istifadesine sunmaktır. Çünkü öyle bir an geliyor ki, bir makale bile bir araştırmacının ufkunu açabiliyor. Mimarlık fakültelerimizde cami mimarîsi ile ilgili programlar oldukça sınırlı. Bildiğim kadarıyla cami mimarîsi ile ilgili programlar, sadece Edirne’deki fakültede var. Bu konudaki programlar özellikle zenginleştirilmelidir. Demin bir arkadaşımız da ifade etti, Dini ve Sosyal Hizmet Vakfı, Diyanet Vakfı ve Başkanlığımızın rehberliğinde, son sınıf öğrencilerini cami mimarîsine teşvik ve motive etmek amacıyla yarışmalar düzenlenmesi yönündeki teklif doğrusu bana da cazip geldi. Bu konuda belediyelerin program hazırlamaları, özellikle İstanbul, Ankara ve Bursa gibi tarihî ve kültürel eserlerin yoğun olduğu kentlerin belediyelerinden mimarlık sahasında faaliyet içerisinde olmaları beklenebilir. Erzincan’da Belediye ile müştereken yürüttüğümüz bir cami projesiyle ilgili çalışmamız olmuştu. Önümüze birkaç proje geldi, bir de modern tarzda bir proje geldi. Tabiî gözler ona çok alışık olmadığından mimara, “Şunu bize bir izah et, bizim bunu kamuoyuna beğendirmemiz mümkün değil, doğrusu şu görüntü biraz cami mimarîsinden uzak” dediğimizde; mimar, “Hocam ben bu projeyi çizmeden önce, bu caminin abdest alma yerinden başladım. Abdestimi aldım, sonra merdivenlerden çıkarak caminin ibadet mekanına geldim. İbadet mekânında imamın minbere çıkmasını izleyip hutbe vermesini dinledim. Arkasından Cuma namazı kıldık. Cuma namazından sonra cemaatin tahliyesini izledim ve sonra bu işe başladım” dedi. Cami mimarîsinde bizim yeni yetişen genç mimarlarımızı, mühendislerimizi biraz daha bu atmosferle bütünleştirmek suretiyle yetiştirmemiz önem arz etmektedir. Bir de camilerin sosyal yönü, kapsayıcılık yönü var. Sosyolojik yönü var. Dün de ifade ettik, bugün de bir daha hatırlamamız gerekirse, sadece Türkiye’de değil, bütün İslâm ülkelerinde nüfusun büyük bir kısmı gün içinde, haftada, yılda, bayramlarda camide bir araya geliyor. Efendim cenaze namazları burada kılmıyor; mevlitler burada okunuyor. Hatta birçok bölgelerde düğün ve sünnet merasimleri camilerin gölgesi altında MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU Bundan böyle hazırlanacak cami projelerinin kopyalanmaması konusundaki görüşlere ben de katılıyorum. Bu iş bu kadar ucuz, bu kadar kolay olmamalıdır. Her caminin kendine göre yapıldığı yere özgü bir orijinalliği olmalıdır. Her proje sadece bir kere denenmelidir. Bu her meslekte geçerlidir. Cami projelerinin de elbette ortak paydaları var, birbirlerinden istifade edilecek yönler var; ama her cami projesinin bir emek mahsulü olmasını ben şahsen düşünüyorum. 105 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI 106 yapılıyor. Yani bütün bunları düşündüğünüz zaman camiler aynı zamanda sosyolojik anlamda da hakikaten ihatası olan mekânlardır. Yapılacak bir cami kongresi ya da sempozyumunda bunların da ele alınması lazım. Sonra camilerin şehircilik açısından belediyelerin hazırladıkları imar planlarındaki yeri de tetkik edilmelidir. Buna belki camilerin hukuki zemini de demek mümkündür. Dün de geçti galiba bugün de, tekrar söylüyorum, bu anlamda bir kanun çıkarıldı, ama uygulanamadı. Şimdi diyelim ki imar çalışmalarında sıkışık, çukur ve üçgen bir yerde cami yeri ayrılmışsa, orada çok iyi bir eserin ortaya çıkmasını bekleyemeyiz. Halbuki ecdadımız biraz daha bölgeye hakim, biraz daha konumu itibarıyla yüksek yerlerde camileri yapmayı tercih etmiş. Yine bugün camilerin, ulaşım yönünden herkesin rahat ulaşabileceği, yolların kesiştiği yerlerde olması daha uygundur. Demin Turgut Bey de söyledi, belki Avrupa’da kiliseler en azından şu anda sıklıkla yapılmıyor. Ama eskiden fazlasıyla yapıldığı kesin; çünkü cemaati olsun olmasın bugün Avrupa’da gidilen her yerleşim yerinin şehre hakim bir noktasında kilise ile karşılaşabiliyorsunuz. İster köylerde, isterse beldelerde olsun, sonuçta mutlaka bir kilise gözünüze çarpıyor. Bizde de camilerin merkezi bir yerde, biraz daha hakim yerlerde olması kanaatimce önem arz ediyor. Dolayısıyla camilerin, belediyelerin imar planları ile ilgili olarak hukuki anlamda önemli bir ilişkisi var. İşin bu yönü ele alınırken belediyelerin de bu toplantılara dahil edilmesinin uygun olacağını düşünüyorum. Bu konunun diğer bir yönü de mimarlık fakültelerinde cami kültürü ile ilgili kürsü veya bölümlerin bildiğim kadarıyla yeterli olmamasıdır. Türkiye’de yetmiş küsur üniversite var. Şimdi de 15 yeni üniversitenin açıldığını düşünürsek, ilgili bölüm ve kürsü sayısının az olduğu kendiliğinden ortaya çıkar. Ayrıca üniversitelerdeki bilim çevrelerinin cami mimarîsine önem vermelerinin faydalı olacağına ben şahsen inanıyorum. Belki işin bir diğer önemli yönü de bu çevrelerin, sizin gibi özel çalışan mimarlarımızın cami projelerini hazırlayıp uygulama aşamalarında önemli bilgileri almaları gerekir. Bu toplantılar sonrasında cami mimarîsinin kamuoyunun gündemine daha yoğun bir şekilde gelmesini ümit ediyorum. Ayrıca araştırma merkezi, araştırma enstitüsü ve diğer ilgili kurumlar da bir araya gelerek bunu biraz daha disipline etme ve bilimsel yönünü ön plana çıkarma hususunda gayret sarf etmelidirler. Milletimizdeki cami heyecanı, 1400 yıldan beri hiç sönmeden devam etti ve edecektir de. Hatta İslâm bilginleri “Müslümanlar niçin cami MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU yapımına bu kadar önem verip, gittikleri her yerde ilk olarak üç beş ev yaptıktan sonra cami yapıyorlar?” diye sormuşlar. Hz. Peygamber (s.a.s.)’in de, Medine’ye varır varmaz daha dinlenmeye çekilmeden ilk işi mescidinin temelini atmak olmuştur. O günün şartları içerisinde bir anlamda caminin planını ve nasıl inşa edileceğini, gerekli malzemeyi ashabıyla istişare etmiştir. Daha da önemlisi Peygamber efendimiz bedenen çalışmak suretiyle caminin inşasında bizzat görev almıştır. Dolayısıyla İslâm bilginleri, Rasulûllah’ın, dinin tebliği için camiyi diğer hizmetlere göre öncelediğini ve ona çok önem verdiğini belirtiyorlar. Demek ki Mescid-i Nebevi, İslâm tarihinin gelişmesine ev sahipliği yaptı. Ben bir yıl kadar Paris Türkiye Büyükelçiliği nezdinde Din Hizmetleri Müşavirliği görevinde bulundum. Fransa, en çok Müslüman nüfusu bünyesinde bulduran bir ülkedir. Bu ülkeye Türklerden daha çok sayıda yıllar öncesinden gelen Araplar, Afrikalılar var. Şu anda Fransa’da devletin tescil ettiği beş milyon, oradaki Müslümanlara göre ise altı milyon Müslüman var. Son 4-5 yıldır da bu ülkede İslâm Konseyi adıyla bir teşkilat kuruldu. Türkler bu konsey içerisinde önemli bir ağırlığa sahip. Fransa İslâm Konseyi’nin şu anda genel sekreterliğini bir Türk yapıyor. 2003 yılında Türkiye ile alakalı bir kitap yayınlandı. Tabiî benim de çok dikkatimi çekti ve aldım. Hakikaten Türkiye’de olup biten olayları, özellikle İslâm dini ile ilgili gelişmeleri adım adım izliyorlar. Bu kitaptan, Türkiye ile ilgili bir değerlendirmeyi size aktarmak istiyorum. Deniyor ki, “İslâm Fransa’da Türklerin sayesinde yer üstüne çıktı. 1950’lerden 1980’lere kadar Fransa’da İslâm, bodrumlarda yaşandı. Müslümanlar Ramazanlarda, cumalarda merdiven altları ve bodrumlarda namazlarını kılabildiler. 1980- 2000 yılları arasında pavyonlara taşındılar (Fransa’da bir katlı bağımsız evler pavyon olarak adlandırılmaktadır). 2000 yılından sonra Müslümanlık veya İslâm dini, katedral (büyük kiliselere verilen ad) dönemine geçti. Dolayısıyla mescitler de yer üstüne çıktı ve daha fonksiyonel hale geldi. Cemaat artmaya başlayınca da mülk edinilerek camiler inşa edildi. Bunda Türkler öncü oldular.” Aslında 6 milyon Müslüman nüfus içerisinde bizim 450-500 bin kadar vatandaşımızın olduğu tahmin ediliyor. Kanaatimce “Türklerin, Fransa’da İslâm’ın katedral dönemini başlattığı yönündeki tespit” yanlış da değil, hatta çok orijinal bir tespittir. Türk milleti hakikaten gittiği her yerde bu hizmeti yürütmenin çabası içerisinde olmuştur. Şu anda da çok geniş bir coğrafyada bu sorumluluğu taşımaya gayret ediyoruz. Balkanlar’da; gidip görenleriniz vardır, büyük tecrübelerimiz var. 107 Ecdadımızın gittiği yerlerdeki eserlerini, mabetlerini, tarihî izlerini gördüğümüzde çok duygulanıyoruz. Meselâ Şam’a, kutsal mekânların olduğu Suudi Arabistan’a, hatta Orta Doğu ülkelerine gidiniz, oralarda mutlaka ecdat yadigârı izler görürsünüz. Bütün bunları düşündüğünüz zaman biz büyük bir coğrafyanın bugün dahi sorumluluğunu taşıyoruz. En azından bu eserlerin ayakta kalması, yaşatılması ve Türkiye’deki eserlerle olan bütünlüğünün korunması bakımından sorumluluğumuz var. Şimdi, Ahmet Uzunoğlu Bey söz almak istiyor. Ahmet Bey buyurun. Ahmet UZUNOĞLU: Sayın Başkanım, değerli misafirler. Ben daha ziyade problemin halli ile ilgili pratiğe yönelik düşüncelerimi arz etmek istiyorum. Benden önce konuşan değerli mimarlarımız, problemin halli için çeşitli önerilerde bulundular. Üniversiteler, Belediyeler, Diyanet İşleri Başkanlığı ve Vakfımızla işbirliği yapılmasından, mimarlık fakültelerinde okuyan kabiliyetli öğrencilerden meydana gelecek bir kadronun yetiştirilmesinden bahsettiler. Bu düşüncelere katılmamak mümkün değil. Bunlar mutlaka yapılmalıdır. Ancak bu nevi çalışmalar için uzun zamana ihtiyaç olacak. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Daha önceki konuşmacıların da belirttiği gibi, Türkiye’de yılda 500 civarında cami inşa ediliyor. Her yıl inşa edilmeye devam edilecektir. 108 Bir taraftan ileriye yönelik çalışmalar yapılırken, bir taraftan da yeni cami inşasına bir an önce katkıda bulunmak için bir şeyler yapılması gerekmektedir. Bu sebeple, Vakıf olarak, bizim acilen cami projelerine ihtiyacımız var. Cami proje ve uygulaması ile meşgul olan bir çok mimarımızın elinde yeni cami projeleri bulunduğunu biliyoruz. Bu projelerin Vakfımızca satın alınması veya yeni projeler yaptırılması suretiyle işe başlayabiliriz. Şehir, kasaba ve köyler için, çeşitli büyüklükte, kubbeli ve çatılı olarak hazırlatılacak cami projeleri, yeni cami inşa etmek isteyen hayır sahiplerine verilebilir. Böylece ülkemizde daha güzel camilerin inşaasına başlamış olacağımızı düşünüyorum. Teşekkür ederim. Oturum Başkanı: Ahmet Bey’e teşekkür ediyorum. Bu bir temennidir. Tabiî bunun alt yapısının hazırlanması gerektiğini ben şahsen düşünüyorum, çünkü arkadaşlarımızın proje konularıyla ilgili çeşitli görüş ve düşünceleri var. Mimar arkadaşlar bu konuda daha dikkatli davranılması gerektiğini söylediler. Şimdi, Necip Bey söz almak istiyor. Buyurun efendim. Necip DİNÇ: Osmanlıda âlim ve sanatkârlarla ilgili yol gösterici bir formül var: “Meratibi ilim muteber dimağdadır”. Yani ilimlerle mücehhez bir sanatkâr optimum noktayı yakalamak için evvela tahayyül, sonra tasavvur eder. Sonra aklı ile sezerek, izan mantığını kullanıp iltizam eder ve teşebbüse geçer. Nihayetinde de tevekkül eder. Muvaffak edecek olansa Allah’tır. Teşekkür ederim. Oturum Başkanı: Teşekkür ediyorum. Şimdi, Sami Beyin de son sözlerini alacağız. Buyurun efendim. Oturum Başkanı: Sami Bey’e bir kez daha teşekkür ediyorum. Dedikleri son derece doğru. Biz bu toplantıyı yaparken hiç şüphesiz ki, bu alanda hizmeti olan birçok arkadaşımızın daha olduğunu biliyorduk. Hatta bu konunun en azından bir başka saç ayağı olan Belediyelerin ve İlahiyat Fakültelerindeki sanat tarihi bölümlerinin de camilere nazari olarak ilgilerinin bulunduğunu da düşünmüştük. Dolayısıyla bizim; toplantıdan çıkan neticeleri bir araya getirip yeniden bir değerlendirme yapmamız gerekecek ve inşaallah bundan sonraki hamle daha kapsayıcı olacak. İleride yapılacak toplantının MAHMUT SAMİ KİRAZOĞLU Sami USLU: Çok kısa birkaç cümle söylemek istiyorum. Burada düşünce olarak çok güzel şeyler söylendi. Ancak Türkiye’de cami yapan mimarlarımızın ekserisi burada yok. Benim hemen hatırladığım cami mimarîsi üzerine çalışanlar var, meselâ onları burada göremedim. Şu anda Türkiye’de ehil olmayan bazı kimseler cami yapmaya devam ediyorlar. Allah korusun, bir deprem, bir afet halinde bunların yaptığı camilerin büyük bir kısmının yıkılacağını uzmanlar söylüyorlar. Şimdi burada çok güzel bir çalışma yapıldı, devamı da olacak, ancak bu gibi kişiler cami yapmaya da devam edecekler. Şöyle bir şey aklıma geliyor: Başkanlığımız, müftülere bir genelge göndererek, bundan böyle cami yapımıyla ilgili konularda müftüleri daha etkin görev almalarını tavsiye etse, iyi olmaz mı? Çok teşekkür ederim. 109 sekretaryasını, Vakfımız yerine getirecek. Son olarak Din Hizmetleri Dairesi Başkanımız bir iki cümle ile katkıda bulunmak istiyor. Mehmet Bey buyurun. Mehmet BEKAROĞLU: Gerçekten burada çok güzel tartışmalara şahit olduk. Bundan dolayı son derece mutlu oldum. Şunu söylemek istiyorum. Türkiye’de bu konudaki mevzuat boşluğunu gidermeden maalesef cami mimarîsini disipline etmek mümkün değildir. Bir kere kesinlikle imar mevzuatının değişmesi lazım. Geçmişte bir kanun çıktı, maalesef uygulama imkanı olmadı. Bu iş belediyeleri, öncelikle ve özellikle ilgilendiriyor. Geçmişte şehirleşme medeniyeti cami merkezli, cami odaklı oldu. Evvela cami kuruldu, ondan sonra caminin etrafındaki yapılar teşekkül ettirildi. Şimdi öyle değil, önce şehir kuruluyor, sonra kimsenin beğenmediği arsalara camiler yapılıyor. Çoğunun tapusu, ruhsatı, planı filan yok. Öncelikle mevzuat boyutunun düzeltilmesi gerekir; genelge, talimat, yönetmelikler bundan sonra hazırlanır. Ben hepinize çok değerli katkılarınızdan dolayı teşekkür ediyorum. CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Oturum Başkanı: Mehmet Bey’e teşekkür ediyorum. Vakıf olarak biz toplantıda ortaya çıkan tavsiyeleri, temennileri ve anlatılanları inşallah ayrıntıları ile değerlendireceğiz. Toplantının maksadına ulaştığını ve çok güzel bilgilerin ortaya çıktığını son bir kere daha ifade etmek istiyorum. Katkıda bulunan bütün katılımcılara tekrar teşekkür ediyorum. 110 CAMİ PROJELERİ İSTİŞARE TOPLANTISI Cami Projeleri İstişare Toplantısı’ndan görüntüler 111