HF157 - Hayatım Futbol
Transkript
HF157 - Hayatım Futbol
1 9ARALI K2 01 4-SAYI 1 57 Ti ms a har e ke tge ç t Ol duğukadar 5 00t Af e l l ay Kal kı yor Hay alkı rı kl ı ğı F orve tİ kİ l İ l e rİ Yayın Koordinatörü Bursaspor ve Şenol Güneş İlker Yılmaz 2010/11 sezonundan bu yana deyimi yerindeyse ‘acı çeken’ Bursaspor ve Şenol Güneş, bu sezon başında bir araya gelerek birbirlerinin yaralarını sarmaya başladı. Yeşil-beyazlılar sezon başında Chikhura’ya elenmiş, evinde Beşiktaş ve Galatasaray’a da kaybederek büyük hayal kırıklığı yaratmıştı. Sonradan toparlanmakla kalmadılar oynadıkları futbolla da parmak ısırtmaya başladılar. Hayatım Futbol 157. sayısında geleceğe umutla bakan Şenol Güneş ve Bursaspor’un yeniden hayata dönüşünü ele aldı. Yazarlar Emre Çelik Fırat Topal Kutay Ersöz Sercan Ergün Serkan Akkoyun Bu sayıda ayrıca; Türk futbolunun hayranı Japon bir Bursaspor taraftarını, Türkiye Kupası’nda aldığı flaş sonuçlarla adını duyuran Tuzlaspor’u, uzun yıllar süren sakatlığını artık atlatan ve yükselişe geçen Afellay’ı, tarihin hayal kırıklığı yaratan 10 forvet hattını, Acelotti ile şaha kalkan Real Madrid’i bulabilirsiniz. Keyifli okumalar, İlker Yılmaz iletisim@hayatimfutbol.com team@mobilike.com #157 BU SAYIDA Bursaspor Özel Uzaklardan Bir Ses Geliyor! Bursa’da kaos sona erdi. Uludağ’ın üzerinden ‘Güneş’ doğuyor Genç Timsahlar Avlanıyor Sessiz, gösterişsiz, abartısız: Bursaspor Altyapısı Türkiye O Kadar da Uzak Değil Twitter uzağı yakın edince Türk futboluna hayran Bir Japon’a rastladık Yol Uzun, 500T’yi Kaçırmayın Türkiye Kupası’nın flaş takımı Tuzlaspor 500T ile geliyor Hayal Kırıklığı 10 Forvet Hattı Büyük umutlarla transfer edildiler, lakin onlar hayal kırklığından öteye gidemedi Aile Takımı Real Madrid Carlo Ancelotti’nin gelişiyle tüm dertlerinden sıyrıldı, artık huzurlular Kısa Pas HF157 Her futbolseverin kafasında taraftarı olduğu takım için 11 budur diyeceği bir kadro vardır. Her maç öncesi o maç için zihinlerde kadro kurulur ve maç saati beklenmeye başlar. Takım kadrosu açıklandığında ise bazı futbolseverler kafalarındaki kadroyu sahada görür diğerleri ise maç öncesinden yakınmaya başlar. 11Budur taraftarların bu ortak sevgisinden yola çıkarak Süper Lig’de yer alan tüm takımların her maçı için taraftarlara diledikleri kadroyu kurabilme ve bu kadroları diledikleri sosyal mecrada paylaşabilme fırsatı veriyor. Taraftarlar kendi kadrolarını kurmanın yanı sıra diğer taraftarların oluşturdukları kadroları görebiliyor, onlara oy verebiliyor ve yorum yapabiliyorlar. Her hafta binlerce taraftarın kurduğu kadro belirli bir algoritma ile işlenerek her takım ve Süper Lig bazında en çok seçilen oyunculardan “Taraftarın 11”i oluşturuluyor. İlerleyen günlerde maç günü heyecanını yükseltecek bazı sürprizler peşinde olan 11Budur’a www.11budur.com adresinden ulaşılarak üye olmaya dahi gerek olmaksızın dilediğiniz takım için kadronuzu kurabilir ve taraftarların bu hafta için bekledikleri kadrolara göz atabilirsiniz. Türkiye HF157 Kutay Ersöz UZAKLARDAN BiR SES GELiYOR! Bursaspor, tarihe geçen şampiyonluğundan sonra uyku moduna geçmişti. Kaos sona erdi. Uludağ’ın üzerinden ‘Güneş’ doğmaya başladı. O meşhur bestedeki gibi, uzaklardan bir ses geliyor Lig Tv’de üç sezon önce yayınlanan Deplase Keyifler’in “Mucize” adlı bölümünde bir Bursaspor taraftarı şampiyonluk sonrası babası ile arasında geçen sohbeti şöyle anlatıyordu: Bir gün sonra babam bana ‘Ne oldu’ dedi. Ben de ‘Şampiyon olduk’ dedim. ‘Eee sonra şimdi ne yapacağız’ diye sordu. ‘Bilmiyorum’ dedim. ‘Ben ilk defa şampiyonluk görüyorum. Ne yapılacağını bilmiyorum’. Artık şampiyon olurlarsa ne yapacaklarını biliyorlar! Zaten artık şampiyon olmanın formülünü de biliyorlar. Türk futbol tarihinin en büyük işlerinden birine imza atan Ertuğrul Sağlam 27 yıl sonra şampiyonluğu İstanbul’dan Anadolu’ya Bursaspor’la getirmeyi başarmıştı. Fakat 2010’da yaşanan şampiyonluğun hemen ardından bütün bildiklerini unutmuş gibiydiler. Şehir ve kulüp aynı anda ve aynı hızla bir bocalama devrine girmişti. Mucize bir şaşkınlık hali yaratmıştı ve bundan kurtulmaları zor oldu. Kafaları kurcalayan ilk çelişki, henüz daha o sezonun içinde yaşanmıştı. Daha önce Kocaelispor, Gaziantepspor, Sivasspor gibi takımların ilerlediği ama sonunu getiremediği yoldan ileleyen Bursaspor, Türk futbolunda da bir tartışmayı yeniden alevlendirmişti. Bursaspor şampiyon olursa bu bir tesadüf mü olurdu yoksa gerçekten beklenen bir Anadolu Devrimi miydi? Bursaspor, 2000 öncesi ligin başaltı takımı olmasını, Bursa şehri de güçlü ekonomisini düşününce bunun bir devrim olduğunu tüm Türkiye’ye inandırmak istedi. Başarının sürekliliği muhakkak önemliydi ama sabırla beklenen şampiyonluğun hemen ardından telaş başladı. 2010 yılının Mayıs ayında Bursaspor, Türkiye’nin 5.şampiyonu olarak adını tarihe yazdırdı. Ertesi sezona da 6 maçta 18 puan toplayarak başladı. Fakat Şampiyonlar Ligi’nde alınan başarısız sonuçlar önce enerjiyi düşürdü. Devamında da sezon beklenen seviyede geçmedi. Beklenmeyen başarıların hemen ardından böyle bir duraklama dönemi doğal sayılabilirdi. Zaten Bursaspor da her şeye rağmen o sezonu 3. sırada noktalamıştı. Bursaspor için şampiyonluktan önce 3. olmak bile önemli bir başarıydı. Ertuğrul Sağlam bunun altını çizmek için uğraşıyordu. Zirveden çok uzaklaşmamışlardı. Fakat camiada yıpranmanın ilk işaretleri ortaya çıkıyordu. İlk sezona damga vuran ise başarısız yabancı transferleri oldu. Insua, Svensson, Kenny Miller, Damian Steinert, Leonel Nunez isimleri kimseyi tatmin etmedi. Taraftarlar teknik heyeti, teknik heyet yerel basını, yerel basın yönetimi suçları. Aslında herkes birbirini suçladı. Bu da şampiyonluk senesi yaratılan birlik havasının bozulmasına neden oldu. Yine de Bursaspor’un heyecanı yerindeydi ve güçlü bir takımı vardı. Fakat ertesi sezon daha da kötü geçti. İmdada yetişen ise Süper Final uygulaması oldu. Normal sezonu 8. sırada tamamlayan takım, UEFA Avrupa Ligi için oluşturulan playoff grubunda zirveyi elde etti ve bir kez daha Avrupa’nın yolunu tuttu. Kötü sezonda çıkan bu ikramiye, Ertuğrul Sağlam’a da kredi kazandırdı. Ama sadece 6 ay... Düşüş Bursaspor’a şampiyonluk kazandıran teknik adamı bir kere eleştirilmeye başlanmıştı. Yurt içinden yapılan transferler yetersizdi, büyük hedefleri kapsamıyordu. Yabancılar yüksek maliyetlerle gelmiş ama bekleneni verememişti. Şampiyonluk sezonun yıldızları Sercan, Volkan, Ozan İpek yok olmuştu. Kulübün atardamarı halinde olan altyapı, çıkarttığı ürünlere rağmen A takıma uzak kalmıştı. Ve belki de kulübün en önemli gücü olan taraftarlar, artık stadyumdan çekilmeye başlamıştı. Sağlam, hem eleştiriliyor hem çok seviliyordu. Ertesi sezon aynı durgunluk devam etti. Twente maçları bu karışık ruh halinin en iyi özetiydi. İlk maçı 3-1 kazanan yeşil-beyazlılar, ikinci maçı uzatmaların son dakikalarında gelen golle 4-1 kaybederek elendi. Takım bir hafta iyi, ertesi hafta kötüydü. 2010 öncesi için bu durum kabul edilebilirdi ama 5. büyük sıfatını kazanmak isteyen bir takıma yakışmıyordu. Sezonun ikinci yarısının ilk haftasında Bursa’da oynanan maç Sağlam’ın sonu oldu. İstanbul Büyükşehir Belediyespo’’a 4-1 mağlup olan Bursaspor’da bir dönem kapandı. Sağlam ertesi gün istifasını verdi. Yerel basına çok kızgındı. Taraftarlar ise Sağlam’ı kararından vazgeçirmek için tesislere akın etti. Fakat sonuç alamadılar. Olan olmuştu ve hızlıca ayağa kalkmak gerekiyordu. Bursaspor, yeni bir teknik adam arayışına girdi. Gelen isim ise Hikmet Karaman oldu. Bu da taraftarların son iki sezonda yaşadığı heyecan kaybını körükleyen bir hamle oldu. Karaman’ın teknik adamlık meziyetlerini ayrı tutarak; şehri heyecanlandıran bir isim değildi. Bursaspor artık sınırlarını aşmalıydı, aşmıştı. Bir şampiyon takımdı. Bir kesim şampiyon yapan teknik direktörü bile artık kabullenemiyordu. Hedefler büyüyordu. Tam bu anda Hikmet Karaman gibi Anadolu’da çok takım gezen, istikrarı yakalamakta zorlanan bir ismin gelmesi beklentileri düşürdü, küskünlük doğurdu. Bursa şehri her ne kadar 2010’da şampiyon olsa da, ondan kısa bir süre önce de küme düşme travmasını yaşamıştı. Karaman tercihi, yeniden o Ertuğrul Sağlam’ın ardından koltuğa oturan Hikmet Karaman, daha imza atmadan kentte homurtularla karşılanmıştı. günlere dönüleceği korkusunu yaşattı. Bursasporlu taraftarlar, yeniden sezon içinde hoca değiştiren, ülkenin gezgin hocalarından yardım alarak martnisan aylarında kümeden kalan bir takıma sahip olmak istemiyordu. Birkaç ay sonra daha da kötüsü oldu. OrdusporBursaspor maçını izleyen İbrahim Yazıcı kalp krizi geçirerek hayata veda etti. Bursaspor, efsane başkanını beklenmedik bir anda kaybetti. Kulübü büyüten başkan şehre önemli bir miras bırakmıştı. Miras göz alıcıydı ve pay almak isteyeni çoktu. Saha içindeki sorunlara bir yenisi daha eklenmişti. Artık kulübün herhangi bir noktasında birlik kalmamıştı. Yeni başkan ise Ercan Körüstan oldu. Sağlam’ın başlattığı ve Karaman’ın noktaladığı sezon yine de 4. sıra için yeterli oldu. Bursaspor bir kez daha Avrupa’daydı. Ama kötü gidişat da gözle görülür bir noktaydı. Erime hızla devam ediyordu. 2013/14 sezonu ise tam anlamıyla 2000’li yıllarda küme düşme ile sonlanan kaotik yıllara selam gönderiyordu. Karaman’ın takımı, Vojvodina gibi bir takıma elenerek sezona başladı. Üstelik iç sahada 3-0’lık bir yenilgi alarak. Bu Karaman için son oldu. Karaman’ın ardında gelen isim Daum oldu. İsim Daum’du ama gelen sadece Gazi eşorfmanıydı! Alman hoca Türkiye’de daha önceki tecrübelerini arattıran bir performans sergiledi. Daha da kötüsü taraftarların sevgilisi haline gelen, efsane sıfatını kazanan Batalla ile arasını bozdu, Arjantinli’yi Bursa’dan gönderdi. Bursa’da heyecan kalmamıştı. Daum da sezonu bitiremedi. Yerine gelen İrfan Buz, gemiyi limana yanaştırdı. Sezon kupa yarı Adını Bursaspor efsanelerinin arasına yazdıran Pablo Batalla, Christoph Daum ile yaşadığı problemlerin ardından yeşil-beyazlılardan ayrılma kararı aldı. Türkiye’de 3 şampiyonluk gören, 2 kere de şampiyonluğu son maçta kaybeden Christoph Daum Bursaspor’un arzuladığı şampiyonluk heyecanını getirebilirdi, fakat beklenen olmadı. finalinde yaşanan hayal kırıklığı ve 8. sıra ile noktalandı. Son yılların en kötü derecesi Avrupa için yine yeterli oldu. Bu sefer de Fenerbahçe, Kasımpaşa ve Sivasspor’un aldığı cezalar Bursaspor’a hayat verdi. Ercan Körüstan’ın kısa başkanlık dönemi de sezon bitiminde sona erdi. Yeni başkan Recep Bölükbaşı oldu. Şampiyonluk kazandıran yönetimde de yer alan Bölükbaşı’nın ismi heyecan uyandırmaya yetti. Bir önceki seçimde de adaydı ama Hayri Yazıcı lehine yarıştan çekilmişti. Bu hamle sonunda o seçimi Erkan Körüstan kazanmıştı. Bölükbaşı bir sonraki seçimde de son ana kadar aday olmadı. Çıkan adaylardan (Mesut Mestan ve Cüneyt Özkan) sonra “Başkanımızın kemikleri sızlamasın diyerek aday oldum” diyerek adaylığını koydu. Seçimi büyük farkla kazandı, kolları hemen sıvadı. Şampiyonluğu unutturacak kara dönemden sonra beyaz bir sayfa açmanın vakti gelmişti. Recep Bölükbaşı’nın ilk önemli hamlesi teknik direktör konusunda oldu. Sağlam döneminden sonra 1,5 sezonda 4 teknik adam gelmişti. İstikrar kayboluyor, düzen bozuluyordu. Sorun için doğru ilaç alındı. İstikrarı sağlamak ve düzen kurmak konusunda en maharetli Türk teknik adamlarından biri olan Şenol Güneş imzayı attı. Zaten Bölükbaşı, Yazıcı döneminde de Güneş ile anlaşmak istediklerini ama şartların oluşmadığını itiraf ederek 2010 öncesi çizilen plana benzer şekilde hareket ettiğini de göstermiş oldu. Bu Güneş için de oldukça önemli bir imzaydı. Aslında iki tarafın da birbirlerine ihtiyacı vardı. Şenol Güneş de tıpkı Bursaspor gibi, son dönemde çok yıpranmıştı. Trabzonspor’da önce averajla şampiyonluğu kaybetti, daha sonra 3 Temmuz’un sıkıntılarını yaşadı, son olarak da şehrin tutkusunu kaybetmesine engel olamadı. Benzer süreçlerden geçen iki taraf atılan imza sonunda bir araya geldi. Şenol Güneş için de önemli bir sınavdı. Daha önce Trabzon dışında çalıştırdığı Anadolu takımlarında başarılı olamayan tecrübeli teknik direktör, kalitesini Önceki dönemlerde yıpranan iki taraf, Şenol Güneş ve Bursaspor, birbirlerinin yaralarını sarıyor, geleceğe umutla bakıyor. Gelişimini Güneş’le de sürdüren Ozan Tufan, milli takımın değişilmezleri arasına girmeye aday. ispat etmek için aradığı ortamı yakaladı. Trabzon’da kendisini zorlayan şartlar Bursa’da geçerli değildi. Şampiyonluk anıları daha taze olan, bu nedenle baskı derecesi düşük olan, büyük bir şehirde, güçlü bir ekonomide, geniş bir altyapı havuzunda, potansiyeli olan bir takımda ve yerel basını tarafından yıpranmadığı bir şehirde görev yapacaktı. Yine de Güneş için ilk günler sıkıntılı başladı. Gürcistan takımı Chikhura’ya 210 dakika boyunca gol atamadılar ve penaltılarda elendiler. İlk hafta Galatasaray’a, üçüncü haftada Beşiktaş’a iç sahada gol atamadan mağlup oldular. Skor üretemiyorlar, pozisyona zor giriyorlardı. Fakat sezon ilerledikçe Timsah yürüyüşü başladı... Şenol Güneş, teknik adam olarak Süper Lig’de şampiyonluk kazanmamış olsa da bir Anadolu takımının nasıl şampiyon olacağını bilen en iyi isimlerden biri. Aradan uzun yıllar geçmiş olsa da Trabzonspor’un 70’lerdeki doğruları ile Bursaspor’un 2010’daki doğruları birbirine oldukça benziyor. İyi bir kadro uyumu bunun başında geliyor. Şenol Güneş gelir gelmez bunun için uğraş verdi. Geçen sezonun bekleneni veremeyen isimleri Taiwo ve Frey’i kadro dışı bıraktı. Yabancı sınırı da iki oyuncunun kadroda olmasını zorluyordu. Güneş, bu isimler yerine genç Türk oyunculara formayı verdi. Eldivenler Harun Tekin’in oldu. Güneş benzer bir hamleyi Trabzonspor’daki son döneminde de yapmıştı. Hugo Bross’un gözdesi Tony Sylva’yı gelir gelmez takımdan kesmiş, formayı da Onur Kıvrak’a vermekte tereddüt etmemişti. Marsilya ve Milan gibi köklü ve güçlü takımlarda top koşturan Taiwo’nun yerini ise kariyerinde daha önce Avustralya dışında top oynamayan 23 yaşındaki Aziz Behich doldurdu. Güneş’ın kısa vadede sonuç alabildiği bir diğer çözümü ise eldeki oyuncularından maksimumu almaktı. Bunun işaretlerini de zaten ilk basın toplantısında vermişti; “Takıma katkı yapmamış ya da sıkıntı olmuş futbolculara bakacağız. Almak ve vermek zor iştir. Zaman zaman izlediğimiz, iyi maçlar çıkaran Bursaspor vardı. Bunun üzerine ne koyabiliriz? Bu futbolcular, kendi performanslarını ortaya koymalı. Bu yıl buradaki oyuncular için çıkış yılı olacak. Milli Takıma futbolcu vermemiz ve yıldızlaşması gerekiyor ama yabancılar için bir şey söylemek istemiyorum.” diyen Güneş, 5 ay sonra milli takım ilk 11’ine 3 futbolcu verdi. Transfer piyasasında her zaman yeri olan ama son iki sezonda düşüşe geçen Serdar Aziz, yeni sezona müthiş bir giriş yaptı. Fatih Terim’in geçen sezon gözüne kestirdiği Ozan Tufan ise ne Daum ne de Karaman’dan formayı alabilmişti. Şenol Güneş ona ilk 11’in yolunu açan isim oldu. Güneş ile daha önce Trabzonspor’da çalışan ama Karadeniz’de adeta karaya vuran Volkan Şen ise, yeniden döndüğü takımında ilk başta bekleneni veremese de Şenol Güneş’in gelişinin ardından takımın en efektif isimlerden biri oldu. Güneş’in Ozan İpek inadı da gözlerden kaçmıyor. Çoğu maçta sonradan oyuna sokarak solak yıldızdan verim almaya çalışan tecrübeli teknik adam, henüz istediğini yakalayamadı. Fakat Ozan’dan ümidi kesmek yerine ilk 18’de şans vermesi, tecrübeli oyuncunun son 3 sezonda en çok oynadığı maç sayısına ulaşmasına neden oldu. Her şey bu kadar pozitif değildi ama her hamlenin altında bir felsefenin dışavurumu yatıyor. Güneş, öğretici tavrının yanında sert yüzünü de hemen gösterdi. Takımın önemli isimlerden Ferhat Kiraz ile kaptan İbrahim Öztürk performansları nedeniyle kadro dışı kaldı. Güneş bu konuyla ilgili açıklama yaparken aslında hem kendi felsefesinden işaretler verdi hem de takımın geri kalanına mesaj yolladı. “Verimi olmayan bir oyuncuyu beklersiniz ama ne kadar? Gelecek planında yoksa ona da söylemeniz lazım. Geride kalan oyunculara da söylüyorum. Takımda 11’de oynayanların dışında 18’e girenin de katkı yapacak bir anlayışta olmasını istiyoruz. Bu olmayacaksa, 18’de olmayacaklarını söyleriz.” Güneş’in acil çözüm planlarından biri ise Josue oldu. Josue takıma katkı sağlamasının yanında Batalla’yı da unutturarak camiaya psikolojik açından önemli bir hizmette bulundu. Zaten Güneş’in Şenol Güneş’in başında bulunduğu Trabzonspor’da dibe vuran Volkan Şen, Yine Güneş’le beraber bu sefer Bursaspor’da ikinci baharını yaşıyor. imza töreni esnasında bile sorulan sorulardan biri Batalla’ydı. Basın ve taraftarlar Batalla’dan hala ümidini kesmemişti. Başkan Bölükbaşı da bu transferin zor olduğunu söylemişti. Kısa bir süre sonra Josue kadroya dahil edildi. 24 yaşındaki bir Portekizliyi kiralamak, Batalla hayranları için ilk başta memnun edici değildi. Daha önceki yabancı transferleri, bu hoşnutsuzluğa sebep oluyordu. Fakat Josue zaman ilerledikçe farkını gösterdi. Şu ana kadar 2 golü var ama yaptığı asistler ve attığı paslar takımın oyun tarzını oldukça etkiliyor. Josue’nin en büyük destekçisi ise kendisi gibi bir başka Porto geçmişli oyuncu olan Belluschi... Bu ikili takımın hücum planlarına şekil veren ikili olarak göze çarpıyor. Josue ve Belluschi ile sınırlamak mümkün değil. Şenol Güneş, Trabzonspor’da yanında olmayan yabancı şansını Bursaspor’da buldu. Bu iki oyuncunun yanı sıra, geçen sezonun devre arasında takıma dahil olan Fernandao, gol yollarında ona yardım eden Cedric Bakambu (ikisinin de resmi maçlarda toplam 7’şer golü var) takımın asi ruhu haline gelen Civelli ve kenardan gelerek katkısını veren Holmen, Şenol Güneş’in işini kolaylaştıran isimler oldu. Bursaspor’un ikinci haftada oynadığı Gençlerbirliği maçı bütün bu birleşenler açısından çok önemliydi. Kötü sezonlar geçiren, yeni sezona da Avrupa’dan elenerek başlayan ve ilk hafta maçında Galatasaray’a yenilen Bursaspor, Ankara’da zor bir maça çıktı. Bu mücadeleye de istedikleri gibi başlayamadılar. Devreye 1-0 geride girdiler. İkinci yarıda ise şu an oynadıkları futbolun ilk kıvılcımını çaktılar. Maçı Volkan ve Fernandao’nun golleriyle 2-1 kazandılar. Ama daha da önemlisi sayısız gol pozisyonuna girdiler. Josue ve Belluschi oyun kurma meziyetlerini ilk kez sergiledi. Josue ilk kez 11’de sahaya çıktı. Volkan çok gol kaçırdı ama istekli görüntüsünü sahaya yansıttı. Harun Tekin birkaç ufak hata yaptı ama bunlar pahalıya mal olmadı. Bu nedenle kalede doğabilecek bir özgüveni problemi rafa kalktı. Maçın son anlarından çizgi üzerinden çıkan top ise kazanma geleneğini yakalamak açısından büyük önem teşkil etti. Güneş, uygulamak istediği 4-2-3-1’den ilk kez Cedric Bakambu verim aldı. Üstelik bu sistemi saha içinde skora göre esnetebileceği bir 11 oluşturdu. Josue’nin bir kez daha altını çizmek lazım. Portekizli’nin yanı sıra, ilk 3 resmi maçta kenarlarda Ferhat ve Aydın Karabulut gibi ne yapacağı hiç belli olmayan isimler yerine disiplinli kalabilen Ozan Tufan, Bakambu ve kaptan Volkan Şen’i oynattı. Bakambu, sistemin 4-4-2’ye dönüşebilmesinde de önemli bir parça olabileceğini gösterdi. Verimi düşük olan Traore’nin yerini ise önce Holmen doldurdu. Ozan Tufan’ın joker kimliği o bölge için Güneş’in elindeki kozlardan biri... Bekir Yılmaz da ilerleyen haftalarda iyi bir alternatif olduğunu gösterdi. Arka dörtlü ise sezonun başından beri en az problem yaşayan yer oldu. Aziz Behich ve Şener hücuma sık katkı veren bekler olarak Bursaspor’un hücum gücünü genişletiyor. Civelli ve Serdar Aziz tandemdeki uyumlarının yanı sıra, uzun boylarını hücumda da kullanıyor. Gençlerbirliği maçında galibiyeti getiren golden önce Serdar Aziz’in vurduğu kafa rakip savunmanın ezberini bozdu. İlerleyen haftalarda bu organizasyonlar devam etti. Gençlerbirliği galibiyetine rağmen Bursaspor bir müddet daha sallantıda devam etti. Ligin 7. haftasına geldiklerinde sadece iki galibiyetleri (ikisi de deplasman) vardı. Özellikle 6. haftada ezeli rakipleri ve eski teknik direktörleri Ertuğrul Sağlam’ın çalıştırdığı Eskişehirspor karşısında 2-0 önde olmalarına rağmen 1 puana razı olmaları taraftarları rahatsız etmişti. Maçın sonlarında Bursa Atatürk Stadı’nda Eskişehirsporlu taraftarların “oley oley” sesleri yükseliyordu. Bursa kenti için rahatsız edici bir durumdu ve oluşabilecek bir kaosun işaretiydi. İmdada ertesi hafta oynanan Balıkesirspor maçı yetişti. Zayıf rakibini 5-0 mağlup eden Timsah, bu sayede rahatladı. Bir sonraki maçta da Sivasspor’u 3-0 mağlup ettiler ve bu sayede hem ilk iç saha galibiyetlerini elde ettiler hem de ilk kez (şu ana kadar tek) üst üste iki maç kazandılar. Sezonun geri kalanında da istikrarsız sonuçlar almaya devam ettiler. Bunun en büyük nedeni gol yollarındaki şanssızlıklarıydı. Göze hoş gelen bir futbol oynamak isteyen ekip birçok maçta oyun olarak rakiplerine üstünlük kurdu, sayısız fırsatlar yakaladı. Farkı arttırabildiği maçlarda 3 puana uzanan yeşil-beyazlılar, bazı maçlarda ise son dakikalarda yediği gollere puan kaybı yaşadı. Beşiktaş’a (1-0) ve Karabükspor’a (3-2) son dakika golleriyle mağlup olan Bursaspor, Eskişehirspor ve Erciyesspor maçlarında benzer dakikalarda yedikleri gollerle 1 puana razı oldu. Oynanan oyunu yansıtamayan puan kayıpları Bursaspor’un zirveden uzak kalmasına neden oldu. Daha da önemlisi kazanma alışkanlığını elde etmek için biraz daha zamana ihtiyaç olduğunu gösterdi. Bu durum ilerleyen haftalarda bir özgüven kaybı doğurabilir fakat kariyerinde bu problemle birçok defa baş etmek zorunda kalan bir teknik direktöre sahipler. Ertuğrul Sağlam’ın Bursaspor’a kazandırdığı ilk özellik de bir galibiyet serisi oluşturmaktı. 2010 şampiyonluğunun bir sezon öncesinde, devre arasında takıma katılan Sağlam; sezon sonuna kadar oynadığı 17 maçta sadece 2 yenilgi yaşamıştı. Bunu, 1 sene sonra gelecek şampiyonluğun derinden gelen ilk sesi olarak adlandırmak mümkün. Güneş’in de kısa süre içinde buna benzer bir seri oluşturması gerekiyor. Bunun yolu da Anadolu’da oynanan maçlardan geçiyor. İstanbul takımları karşısında yaşanacak mağlubiyetler bu sayede unutulabilir. Şehirde bir heyecan dalgası yaratmak açısından; ligin geri kalanına korku salıp üst sıralara yakın durmak, İstanbul takımlarına karşı alınacak ve coşkusu bir hafta sürecek galibiyetlerden daha çok fayda sağlayacaktır. Tabi bu heyecanın en somut görüleceği yer de tribünler olacak. Bursaspor’u tercih etme nedenlerinden biri olarak taraftarı gösteren Güneş, henüz bu gücü bulabilmiş değil. Bunun sebebi de saha sonuçlarından ziyade Passolig uygulaması. Boş tribünlere oynamak, Bursasporlu futbolcuların en büyük avantajlarından yoksun kalmasına neden oluyor. İç sahada henüz 2 galibiyet yaşamış olmaları bunun en iyi göstergesi. Texas Grubu geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamayla Passsolig boykotuna son vereceğini ve tribünlere geri döneceğini söylemişti. Bu da Güneş’in listesinde yer alan problemlerden birinin daha çözülmesi demek oluyor. Güneş şu anda altyapıdan fazla faydalanmadı. Önce eldeki oyuncularından faydalanmak istemesi anlaşılabilir. Fakat hem 70’lerdeki Trabzonspor’da hem de 2010’da Bursaspor’da (Volkan, Sercan, Bekir Ozan) kaynaklarından yararlanmıştı. Şu anda da Volkan Şen, Serdar Aziz ve Ozan Tufan bu bayrağı taşıyor. Fakat yine de taraftarlar özellikle Enes Ünal ve Batuhan Altuntaş gibi gençleri sahada görmek istiyor. Bu durum şehirdeki kenetlenmeyi arttıracaktır. Bütün bunlara rağmen Bursaspor’un ve Şenol Güneş’in doğru işler yapması başarı için yeterli olmayabilir. Aynı zamanda rakiplerinin tökezlemesi gerekiyor. Bursaspor’un şampiyon olduğu sezon, Beşiktaş Şampiyonlar Ligi’nde, Galatasaray ile Fenerbahçe de Mart ayına kadar Avrupa Ligi’nde ter dökmüştü. Timsah bu fırsatı kullanmasını bilerek aradan sıyrıldı. Bu sezon ise Fenerbahçe Avrupa’ya gitmedi, Galatasaray ise erken havlu attı. Beşiktaş iki tarafı da idare etmekle meşgul ama bu da Bursaspor’un önünü açmak için yeterli olmayabilir. Zaten şampiyonluk söylemleri için henüz erken. Şenol Güneş hedefi önümüzdeki sezon(lar) için belirledi. Fakat bu sezon, şampiyonluğun sinyallerini Bursa şehrine göndermesi gerekiyor. Ardından yapılacak nokta transferler, geçilecek yeni stadyum ve yaratılacak sinerji ile ikinci Timsah Yürüyüşü başlayabilir. Türkiye HF157 Serkan Akkoyun GENÇ TiMSAHLAR AVLANIYOR! Sessiz, gösterişsiz, abartısız hizmete yönelik bir Akademi… Altyapının önemi ve buradan çıkacak kalifiye futbolcuların A Takıma kazandırılması uzun yıllardır gündemimizden düşmüyor. Altyapıdan oyuncu çıkarmanın tamamen altyapıdan direkt A Takımda oynayabilecek seviyede futbolcu çıkarmak anlamına geldiği günümüzde bu işi iyi bir şekilde yapmaya çalışan kulüplerden birisi de Bursaspor. Çok fazla gösterişe kaçmadan, reklamını yapmadan hemen hemen her dönem 1 ya da 2 adet as oyuncusunu altyapıdan çıkaran Bursaspor’un elinden kaçırdığı futbolcular da bir o kadar dikkat çekiyor. Muhammet Demir Serdar Aziz Kadroya büyük destek Bu sezon ligde güçlü kadrosuna rağmen liderlik yolunda ilerleyemeyen Bursaspor buna rağmen 6 adet futbolcusunu kendi altyapısından çıkardı. Bir dönem Trabzonspor macerası da yaşayan Volkan Şen’le beraber kaleci Okan Kocuk, milli takıma kadar yükselen Serdar Aziz, transferin gözdesi Ozan Tufan, henüz 17’lik gol makinesi Enes Ünal ve Batuhan Altıntaş Bursapor Akademisinden yetişip A Takım kadrosunda bu sezon kendisine yer bulan isimler. Özellikle eski futbolculardan Mesut Ünal’ın oğlu Enes ve Galatasaraylıların unutulmazlarından Yusuf Altıntaş’ın oğlu Batuhan, modern forvet tipine uygun fizik ve yetenekleri ile dikkat edilip, üzerine düşülmesi gereken yıldız adayları arasında yer alıyor. Şampiyonluğun lokomotifleri Bursaspor altyapıdan çıkan oyuncuların ‘kaymağını’ en çok 2009/10 sezonunda yedi. Sezonu şampiyonluk ile kapatan Bursaspor’da o sezon takımın lokomotifi olan 3’lü; Ozan İpekVolkan Şen ve Sercan Yıldırım’dan 2’si altyapıdan yetişmeydi. Golcü Sercan Yıldırım ve Volkan Şen, Bursaspor Akademisinden gelerek A Takımın vazgeçilmezleri olmuşlardı. İyi bir scouting Batuhan Altıntaş sistemi oluşturan Akademi Ozan İpek’i de altyapısından yetiştirmemesine rağmen Batman, Kahramanmaraş ve Buca’daki kötü deneyimlerine rağmen keşfedip 2009 yılında transfer etmiş ve koordineli çalışmanın başarılı bir örneğini ortaya koymuştu. Ama zaman zaman da başarısız hamleleri de olmadı değil… Volkan Şen - Sercan Yıldırım Olamayanlar… Ozan-Sercan-Volkan üçlüsü ile şampiyonluğa yürüdüğü sezon Bursaspor altyapısından bir başka 3’lü de geleceğe hazırlanıyordu. Eren Albayrak, Muhammet Demir ve İsmail Haktan Odabaşı, Bursaspor’un genç isimleri olarak altyapıda başarılı performanslar gösteriyordu. Takımın yeni Ozan İpek’i olması beklenen Eren Albayrak yönetimle yaşadığı anlaşmazlık sonucu 2011 yılında Trabzonspor’a bonservissiz olarak gitti. Ardından Orduspor ve 1461 Trabzon deneyimleri yaşayan Eren geçen sezonun devre arasında Çaykur Rizespor’a transfer oldu. Bu sezon ligde 10 kupada 2 maç sahaya çıkan Eren 912 dakika sahada kaldı ve 2 asist yaptı. Türk futbolunun büyük yetenekleri arasında gösterilen ancak yaşadığı ciddi sakatlıklar nedeniyle beklenen patlamayı yapamayan Muhammet Demir de 2011’de Eren gibi benzer sorunlar yüzünden takımdan ayrıldı ve Gaziantepspor’a gitti. Bu sezon 10 kez sahaya çıkan Muhammet takımının kötü durumu ve yaşadığı sakatlıklara rağmen 5 gol attı. İsmail Haktan Odabaşı ise Muhammet ve Eren’e göre daha uzun süre takımda kalmak için çabaladı ancak başarılı olamadı. Tüm yeteneklerine karşın Denizlispor’a kiralanan ve daha sonra Bursaspor’a dönen İsmail, 2013 yılında Şanlıurfaspor’a oradan da geçen sezon devre arasında Boluspor’a transfer oldu. Bu sezon Bolu’da 10 maça çıkan ve kaptanlık yapan İsmail 2 gol attı, 3 asist yaptı. Bursaspor altyapısından çıkıp önemli takımlarda forma giyen bazı futbolcular: Emin Aladağ, Metin Akan, Şenol Can, Serdar Kulbilge, Mustafa Er, Mehmet Al, Orhan Alemdar, Fatih Şen, Ediz Bahtiyaroğlu, Taner Demirbaş, Tamer Coşkun, Serdar Kurtuluş, Bekir Ozan Has, Serkan Kurtuluş, İsmail Özgür Göktaş Başarıları: 1996-97 A Genç (16-18 Yaş) Türkiye Şampiyonu. 1997-98 B Genç (14-16 Yaş) Türkiye Şampiyonu. 2003-2004 B Genç (14-16 Yaş) Türkiye Şampiyonu. 2004-2005 C Genç (12-14 Yaş) Nike Premier Cup Türkiye Şampiyonu. 2006-2007 D Genç (10-12 Yaş) Türkiye Şampiyonu 2010-2011 U 16 Akademi Ligi Türkiye Şampiyonu 2011-2012 U17 Akademi Ligi Türkiye Şampiyonu 2011-2012 U15 Nike Premier Cup Türkiye Şampiyonu 2010 Avusturya – Linz ALLTOGETHER U13 Şampiyonu 2011 Uluslararası Kuşadası Turnuvası U14 Şampiyonu 2012 Uluslararası Kuşadası Turnuvası U14 Şampiyonu 2012 Nike Premier Cup U15 Türkiye Şampiyonu 2012 Nike Premier Cup U15 Avrupa Şampiyonu (Polonya-Lodz) 2012 Nike Premier Cup U15 Dünya 9.su (ÇinŞhangay) Kısa Pas HF157 TÜRKiYE O KADAR DA UZAK DEĞiL Yılmaz Erdoğan’ın yazıp yönettiği Vizontele filminde şehre televizyon gelmiştir ve belediye başkanı halka televizyonun ne olduğunu anlatmaktadır: Buraya gazeteler iki gün sonra geliyor. Biz duyduğumuz bir havadise şaşırdığımız zaman büyük şehirdeki insanlar çoktan unutmuş oluyor. İşte vizontele buna son verecek. İstanbul’daki bir hadiseyi aynı anda gözlerimizle göreceğiz. Yani vizontele uzağı yakın edecek. Ve burası artık o kadar uzak olmayacak.Birkaç yıl önce hayatımıza giren twitter, televizyon kadar hayatımıza etki etmedi ama uzakları daha da yakın etmeyi başardı. Naoto Moro 32 yaşında bir Japon. Niigata’da yaşıyor. 2006 Dünya Kupası’nda Japonya Milli Takımı’nın başında bulunan Zico’yu çok seviyor ve onun Fenerbahçe’ye gelişiyle birlikte o da Türkiye futboluyla yoğun bir şekilde ilgilenmeye başlıyor. 2010’da Türkiye’ye geliyor, Bursa’yı ziyaret ediyor. Denizi ve balığı çok seviyor. Bursaspor’a da hayran kalıyor. O günden beri Bursasporlu. Türkçe’yi öğrenmeye başlıyor. Twitter’da Japonlardan çok Türkleri takip ediyor. Çat pat da olsa yazıyor, Türklerle diyaloga giriyor. Türkleri onu çok sevmesinin nedeni ise çizdikleri. Türk futbolunu televizyonun verdiği maçlar kadar biliyor. Hem Süper Lig’e hem de PTT 1.Lig’e hakim. Spor basının da bile onun kadar iki ligi de takip eden kişi sayısı az bulunur. İnanılmaz sempatik halleri ve çizdiği resimlerle kendini Türklere sevdirmemesi imkansız. Resimlerde futbolcuları çiziyor, baloncukların içinde yaptığı basit esprilerle insanların yüzünde gülümseme bırakıyor. Fenerbahçe, Galatasaray, Beşiktaş, Bursaspor ekseninden dönüp durmuyor. Mersin İdman Yurdu, Çaykur Rizespor, Kayserispor, Trabzonspor, Eskişehirspor, vs… Daha birçok takım. Hepsini yeterince tanıyor, her şehrin kültürünü az çok biliyor. Anne hamsi ile çocuk hamsiyi konuşturuyor, Hikmet Karaman’ı çay paketleri karşılıyor, sonbaharda Fenerbahçeli oyunculara kestane yediriyor, Eti Cin’lere bando çaldırıyor… Naoto’nun http://naotomoro.blog.fc2.com/ ‘da blogunu inceleyebilirsiniz. Twitter’da @naotodesen adıyla bulabilirsiniz. Takımoyunu.org’da da bir röportajı var: http://takimoyunu.org/2014/01/29/ japonyadan-turkiyeye-uzanan-futbol-koprusu/ İlker Yılmaz Türkiye HF157 YOL UZUN, ’Yi KAÇIRMAYIN İstanbul’un en uzun ve meşakkatli güzergahına sahip otobüs hattı 500T’nin son durağında bir futbol takımı yükseliyor: Tuzlaspor İstanbul’un iki yakasını sadece Fatih Sultan Mehmet ve Boğaziçi Köprüleri bağlıyor sanıyorsanız fena şekilde yanılıyorsunuz. Metrobüs’ün yapımı ve metro hattının genişletilmesiyle değerini biraz olsun kaybetmiş olsa da İstanbul’un iki yakasında mekik dokuyan 500T otobüs hattı, dünyanın en büyük uygarlıklarının kurulduğu güzide şehrimizin çarpık kentleşmesinin, kaosunun, trafiğinin, sıcağının, soğuğunun, zengininin, fakirliğinin adeta bir yansıması. Cevizlibağ’dan başladığı yolculuğuna Edirnekapı, Okmeydanı, Kağıthane, 4.Levent, Kavacık, Kozyatağı, Bostancı, Kartal ve Pendik’den geçerek Tuzla’da sonlandırmaktadır. İstanbul’a ilk kez gelen biri saatlerce süren 500T yolculuğunda İstanbul’un Taksim, Kadıköy, Beşiktaş, Bebek gibi semtlerden ibaret olmadığını anlayabilir, yüzlerce farklı sosyal sınıfa mensup insanı gözlemleyebilir. Şair Kaan Koç yanılmıyor, bazen 500T’nin özerkliğini ilan ettiğini bile düşünebilirsiniz (https:// twitter.com/_kaankoc_/ status/384293583102427136). Bağımsız sinemacıların ise hâlâ hakkında neden yol hikâyesi yapmadığı kafamda soru işareti oluşturuyor. Tuzla diyince belki de akla ilk gelen 500T’nin pabucu ise şu sıralar bir futbol kulübü tarafından dama atılmak isteniyor. Her geçen sezon karizmasını yitiren Türkiye Kupası bu sezon yine farklı bir formatta karşımıza çıktı. 8 grupta 4’er takımın bulunduğu kupada, Cizrespor’dan Keçiören’e, Karagümrük’ten Bayburt Grup Özel İdare’ye, Sarıyer’den Balçova’ya kadar ikinci, üçüncü hatta amatör kümeden takımları izlemek mümkün. Bu takımlar arasındaki Tuzlaspor ise elemelerden bu yana ikinci maçları geride kalan Türkiye Kupası’nda herkesi şaşırtıyor. 3. Lig’de mücadele eden lacivert-beyazlı takım Türkiye Kupası’nda önce aynı lig ve grupta bulunduğu komşusu Darıca Gençlerbirliğini eledi. İkinci turda 2.Lig’deki Kartalspor’u da geçen Tuzlaspor için birçokları yolun sonunu görse de onlar Süper Lig’deki Kasımpaşa’yı da kupadan eleyerek gruplara kalmayı başardı. Burada PTT 1.Lig ekibi Gaziantep Büyükşehir Belediyespor’u deplasmanda 3-2 Yakup Alkan Samet Özen yenmeleri güzel bir sürprizdi fakat kimse onların evinde Sivasspor’u 3-1 devirebileceğini tahmin etmemişti. Şu anda 6 puanla zirvede bulunuyorlar. Geride kalan 4 haftada alacakları bir galibiyetle ya da iki beraberlikle büyük olasılıkla gruptan da çıkacaklar. Bunu başarırlar mı bilinmez ama bu zamana kadar başardıklarını takdir etmekten geri kalamayız. 2012/13 sezonunda Bölgesel Amatör’de şampiyon olarak tarihinde bir ilki gerçekleştirip 3.Lig’e yükselen Tuzlaspor, daha ilk sezonunda play-off’a kalmayı başarmıştı. Kulübün gençlik gelişim teknik sorumlusu Zafer Yiğit’le bu sezonu açan lacivertbeyazlı ekibin hedefi pek tabi ki şampiyonluk. 16 haftası geride kalan 3.Lig 1.Grup’ta topladığı 31 puanla şu anda ikinci sırada. Teknik direktör Zafer Yiğit henüz 37 yaşında. Bir dönem Gaziantepspor’da sağ kanadı fırtına gibi estiren ağabeyi Hasan Yiğit gibi parlak bir futbol kariyeri bulunmayan Zafer Yiğit, 2005’te antrenörlük kariyerine Pendikspor altyapısında başladı. Burada geçirdiği 8 sezonun ardından Tuzlaspor’da da 1 sezon gençlik gelişim antrenörlüğü yapan genç teknik adam, ilk kez profesyonel bir işe soyunmuş durumda. Tuzlaspor’un kadrosunda en dikkat çeken isim ise Kemal Samet Özen. Geçen sezon takıma katılan yetenekli orta saha, uzaktan attığı gollerle biliniyor. Bu sezon ligde 5, kupada da 4 kez fileleri sarsan kaptan Samet, Sivasspor kalecisini de Ozan Papaker uzaktan attığı iki şık golle yıkmayı başardı. Bir diğer dikkat çeken isim de Yakup Alkan. Saçlarıyla Fellaini’yi andıran Yakup, geçtiğimiz sezon ligi toplamda 17 golle kapattı. Çaykur Rizespor’dan kiralanan 18 yaşındaki Ozan Papaker özel bir ilgiyi hak ediyor. Profesyonel liglerde henüz ikinci sezonunu geçiren Tuzlaspor hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak biraz zor. 3.Lig’de statü gereği kadroda 25 yaş ve üzeri 6 oyuncu bulunabiliyor. Bunların da sadece 4 tanesi 18 kişilik kadroda yer alabiliyor. Takımda 2.Lig’den ötesini gören oyuncu sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Fenerbahçe altyapısından hatırlanabilecek Berk Elitez’in de lacivert-beyazlı kadroda çıkış aradığını ekleyelim. Tuzla, artık hakkında bahsedildiğinde 500T’den, tershaneden veya İstanbul’un en uç noktası olmasından bir başka futbolu da hatırlatma yolunda. Henüz çok yeniler ve 3.Lig’deler. Yolları 500T’nin güzergahından bile uzun gözüküyor. Tabi futbol bu, top yuvarlak. Bu sezon onları Türkiye Kupası’nda çeyrek finalde veya iki sene sonra PTT 1.Lig’de görmeyeceğimizi kim iddia edebilir? Fırat Topal Top 10 HF157 HAYAL KIRIKLIĞI 10 FORVET HATTI İngilizler Liverpool’un hücum hattıyla ilgili her hafta yeni bir komedi malzemesi üretirken biz de modern futbolun hayal kırıklığı hücum hatlarından 10 örneği sıraladık Liverpool sezon başında Mario Balotelli için 16 milyon pound ödedi Milan kulübüne. İtalyan futbolcu henüz Premier League’de golle buluşamadı. Kulüplerin hücum hattına diktikleri isimlerden ya da birbirine alternatif olan oyunculardan birisinin bekleneni vermemesi daha önce de görülen bir durum, ancak o isimlerin ikisinin de birbirini aratması anında tabelaya yansıyor. Bu iş bir uyum işi. Dwight Yorke ve Andy Cole birbirlerinin gözünden nereye koşu yapacaklarını veya bir diğerinin topu nereye vuracağını anlarlardı. Real Sociedad’da Nihat Kahveci Darko Kovacevic ikilisinde de vardı bu mesela. Aşağıdaki listede kendisinden çok şey beklenmesine rağmen tamamen çöküşe yol açan forvet hatlarını inceledik. Kıstasımız az sayıda gol atmak değil, genel anlamdaki performansın yarattığı kötü dereceler: 1- Claudio Pizarro - Andriy Shevchenko (Chelsea 2007/08): Bu ortaklığın bir hikayesi var. 2006-07 sezonunun sonunda Bayern Munich ile kontratı bitecek olan Claudio Pizarro bir türlü kulüple anlaşmaya yanaşmamaktadır, zira ücret artışı istemektedir. Bunun üzerine Karl-Heinz Rummenigge “bir oyuncu Shevchenko kadar para istiyorsa, Shevchenko gibi oynaması lazım” der. İşte bu laf ikilinin laneti olur. Önce Ukraynalı rekor bir ücretle, ardından da Perulu Bosman kanunlarıyla Abramovich’in askeri olur. İkili daha çok Chelsea kulübesinde ortaklık yaparlar. Beraber forvet hattında, ilk 11’de sahaya çıktıkları maç sayısı sadece 1’dir. Arada da oyuncu değişiklikleri sonucu buluşurlar. 2007-08 sezonunda ikili toplamda 7 gol atar. Avram Grant ikisini de siler ve Drogba-Anelka ikilisiyle sezonu bitirir. Pizarro sezon sonu Bremen’e yelken açar. 2- Vincenzo Iaquinta - Alberto Gilardino (İtalya 2010): İtalya’yı şampiyonluktan grup sonunculuğuna götüren ikili. Gilardino belki 16 golün altına imza koymuştu 2009-10 sezonunda, ama Iaquinta sadece 6 gol atabilmişti, zira 6 aylık ağır bir sakatlık geçirmişti. Buna rağmen Lippi onları sahaya sürdü. Grupta, önce Paraguay sonra da Yeni Zelanda maçında İtalya hücumu sefilleri oynadı, Iaquinta Yeni Zelanda’ya 1 gol attı ama gol penaltıdandı. Lippi grubun son maçında Iaquinta yerine Gilardino’yu kızağa çekti. Di Natale ilk 11’de yer alırken Quagriella oyuna sonradan girdi. Gök mavililer Slovakya’ya 3-2 kaybederken takımın 2 golünü bu 2 oyuncu atmıştı. Hoş grup sonuncusu olmaktan kurtulamadılar. Di Natale kupa sonrası gelen sezonda 28 golle Serie A gol kralı oldu. 3-Lee Dong-Gook-Mido (Middlesbrough 2007/08): Bir kere milliyetlerde bir sorun var. Güney Kore’li ile Mısırlı’yı yanyana koyarsan olacağı budur. Lee Dong-Gook Gareth Southgate’in hamlelerinden birisiydi. Mido ise Ajax günlerini çoktan geride bırakmıştı. Southgate sezona Tuncay’la başladı, ama ne hikmetse Mido’nun üstüste 2 gol attığı maçtan sonra onu sürekli ilk onbirde oynattığı yetmiyormuş gibi bir de bazı maçlarda Gook ve Mido’yu yanyana forvet hattında oynattı. Bu maçların hiçbirinden M’Boro galibiyet alamadı tabii. Gook o sezonu golsüz, Mido ise 2 golle kapadı. Sezon sonunda Koreli ülkesine döndü, Mısırlı ise izleyen sezondan itibaren başlayan kiralama devreleri sonunda futbola veda etti. 4-Darius Vassell-Giorgios SamarasBernardo Corradi (Manchester City 2006/07): Stuart Pearce ekim ayında Manchester City’nin üstüste 5 maç gol atamadığı dönemden aslında ders çıkarmalıydı ama yapmadı. Yıl sonuna girildiğinde Vassell-Samaras-Corradi üçlüsü aynı anda sahaya çıkıyordu. Bu üçlü o sezon ligde 10 gol attılar. Adam başı değil, toplam. Barton 6 golle ligde takımın en golcü oyuncusu oldu. Bu rezil tablo onları 14. sıraya indirdi ve 29 golle ligin en az gol atan takımı yaptı. Gerçi haklarını yemeyelim bir takım daha aynı sayıda gol atmıştı. Sonuncu olarak küme düşen Watford. Corradi sezon sonu Parma’nın yolunu tuttu. Vassell-Samaras ikilisi taraftarları kansere sürüklemeye devam etti. İlginç olan Corradi’nin Chievo döneminde Massimo Marazzina ile müthiş bir hesaplı forvet ikilisi örneği sergilemesi. 5-Trevor Benjamin-Ade Akinbiyi (Leicester City 2000-2002): Bu ikiliyi unutmam imkansız. Leicester City geçtiğimiz milenyumun sonundaki en flaş takımlardan birisiydi. Martin O’Neill’in yarattığı takım 1997 ve 2000’de Lig Kupası’nı kazanıp 1999’da da final oynadı. Neil Lennon ve Mustafa Izzet’in orta sahada liderliğini yaptığı takım bin yılı kapatırken o şaşaalı dönemi de sona erdi. Hoca Celtic’e, en önemli golcü Emile Heskey de Liverpool’a gitti. Onun yerine Wolves’dan Ade Akinbiyi (5.5 milyon pound) ve Cambridge United’dan Trevor Benjamin (1.3 milyon pound) alındı. Peter Taylor’ın ömrü bu golcülerle sadece 1 yıl sürdü. Takım 39 golle ligin en az gol atan takımlarından birisiydi. Yetmedi, 2001-02 sezonunda da sonuncu olarak küme düştüler. Sezon sonunda sadece 29 gol atabilmişlerdi. Akinbiyi Crystal Palace’a satıldı. Benjamin kariyerinde 31 farklı kulüpte forma giymesinin ardından, son olarak 9. Lig’de Glossop North End A.F.C. için ter döktü. 6-Hakan Şükür-Saffet Sancaklı (Galatasaray 1994/95, Türkiye 1996): Şükür ve Sancaklı Türk milli takımından önce Reinhardt Saftig zamanında Galatasaray’da da beraber forma giymiştir ve o beraberlik çok iyi sonuçlar doğurmamıştır. Fatih Terim, artık ikilinin eleme gruplarında İzlanda’yı 5-0 mağlup ettiğimiz maçtaki performansından mı gaz alır bilinmez bu ikiliyi Euro 96 kadrosuna alır. Ama daha da ileri giderek Hırvatistan’a 1-0 kaybedilen maçtan sonra, tamam mı devam mı maçında sahaya sürer. Çabuk Portekizli defans oyuncuların arasında kaybolan ikili maç boyunca sefilleri oynar. Terim grubun son maçında Danimarka maçında bir hamle daha yapar ve maçı mağlup götürdüğümüz anda Saffet’i oyuna alıp Hakan’la beraber oynatır. Bu ikilinin en müspet hizmeti, Saffet’in attığı ancak ofsayt gerekçesiyle sayılmayan goldür. 7-Ryan Babel-David N’Gog (Liverpool 2008-2011): İkisi de takımın düzenli oyuncuları değildi aslında. Rafa Benitez N’Gog’un transferi sonrası “işte scout sistemi bunun için var, ucuz ve yetenekli gençleri bulmak için” demişti. Babel’in gelişi ise bir sezon önce Anfield’a gelen Kuijt’ın rüzgarındandı. 15 milyon pounda yakın bir para ödediler Ajax’a. İkisi de Liverpool kariyerleri boyunca bir sezonda 5 golü geçemediler. Üstelik ender de olsa bazı maçlarda ilk onbirde sahaya çıktılar veya oyuna sonradan girip forvet hattında yer aldılar. Babel Twitter kahramanı olarak Hoffenheim’ın yolunu tuttu. N’Gog bugün Ligue 1 takımlarından Stade de Reims’de forma giyiyor. 8-Wayne Rooney-Emile Heskey (İngiltere 2010): Krallık bekliyordu insanlar Rooney’dan, 2010 Dünya Kupası’nda. Cristiano Ronaldo’nun gidişi sonrası Manchester United’da takımın sorumluluğunu üstlenmiş, 29 golle sezonu gol kralı olarak bitiren Didier Drogba’nın ardından 26 golle ikinci olmuş ayrıca Profesyonel Futbolcular Birliği tarafından yılın oyuncusu ödülüne layık görülmüştü. Bu ortamda İngiltere’nin oynadığı 4 maçta da ilk onbir başladı. İkisinde Heskey ona eşlik etti birinde de sonradan yanına katıldı. Sonuç değişmedi. Bu ikili oynadıkları toplam 560 dakikada rakip kaleyi sarsamadılar. Hele bir Cezayir maçı vardır ki, İngilizlerin underground futbol dergisi When Saturday Comes bu maçın yorumuna sadece şöyle yazmıştır: “Christ.....” 9-Erhan Şentürk-”Kral” Şadi ÇolakDebola Ogunseye (Kartalspor 2010/11): Bu hat, sadece Kral Şadi olduğu için bile listeye girer ya buna gerek kalmadı. Kartalspor 6 Mart 2011’de 2-1 kazandığı Denizlispor maçına kadar sadece 2 kez kazanabilmiş (ikisi de deplasmandaki 3-2’lik galibiyetler), öncesinde tam 10 hafta gol dahi atamamış ve ligin ilk 16 haftasında sadece 4 gol atmıştı. Bu rakamlarla ligde nasıl kaldılar, hala anlaşılır gibi değil. Erhan Şentürk Galatasaray altyapısından, Şadi Çolak yıllarca üzerinde taşıdığı 2. lig golcüsü apoletinden, Ogunseye ise Nijerya ekolünden forvet hattına oturdular. Erhan Şentürk bu kadronun demirbaşıydı ve diğer 2 isim değişiyordu. Devre arasında Ogunseye Tavşanlı’ya giderken, Önder Çengel de Diyarbakırspor’dan Kartal’a geldi. O geliş Kartal’ı kurtardı. 10-Nicklas Bendtner-Herhangi bir forvet (Arsenal 2005-2014): Hakan Şükür’ün Kadıköy’deki bir Fenerbahçe maçında Adrian Ilie’nin ağlara giden şutunu çıkarmışlığı vardır. Onu bilenler Bendtner’in de bir Liverpool maçında Arsenal’in golünü önlediğini bilir. Danimarkalı böyle bir adam işte. Arsene Wenger ondan o kadar yıl ne bekledi, neye oynatıyordu bilmiyorum. Bendtner sahaya çıktığında genelde tek forvet olarak çıkıyor ama arada yanına bir ikinci hücumcu ekleniyordu. Özellikle Arsenal’in rakip kaleye yüklendiği anlarda. İşte asıl Bendtner’in gücü o anlarda ortaya çıkıyor, kendisini yaktığı yetmiyor, çarpmadaki yutan eleman gibi partnerini de yerin dibine batırıyordu. Arsenal’deki son 3 sezonunda oynadığı maç ve attığı gol sayısı istikrarlı olarak düşmüştü. Bugün Wolfsburg’da. Bir internet fenomeni. Ahmet Sercan Ergün Profil HF157 OLDUĞU KADAR GÜZELDiK Futbol dünyası, yıldız olması beklenen ama o eşiği bir türlü atlayamamış birçok oyuncuya tanık oldu. Aimar, Saviola, yakın dönemden ise Bojan Krkic gibi isimler bir çırpıda akla gelenler. Afellay da bu gruba ismini ekleyebileceğimiz isimlerden biri. Parlak PSV kariyeri sonrası Barcelona’da sönen yıldız, adını bu günlerde komşuda tekrar duyuruyor Bosman kuralı ve Avrupa’nın büyük liglerinde yabancı oyuncu sayısının serbest bırakılmasının ardından işler değişti. Göçmenlerin topluma ve spora entegrasyonu konusunda Almanya ile birlikte Avrupa’nın en başarılı ülkesi ise şüphesiz Hollanda. Bu küçük ülke, özellikle Kuzey Afrikalı nüfusun futbola katkısı sınavından alnının akıyla çıktı. Afellay da Faslı genleriyle Hollanda altyapı eğitimini başarıyla birleştiren isimlerden biri olarak adını duyuranlardan biriydi 1986 yılında Utrecht’te dünyaya gelen Ibrahim Afellay, futbola yerel bir kulüp olan VSK’da başladı. Bir sezon sonra USV Elinkwijk’e transfer olan genç Afellay, 1996 yılında 15 yıl boyunca formasını giyeceği Eindhoven ekibi PSV’nin yolunu tuttu. 2004 yılında A takıma yükselen oyuncu, özellikle 2005/06 sezonundan itibaren A takımın değişmez bir parçası oldu. Üst üste dört şampiyonluk yaşadığı PSV formasını -sakatlıklar izin verdiği sürece- 159 kez giydi. 2007’de daha önceki yıllarda Bergkamp, Seedorf, Overmars ve Kluivert gibi yıldızların da kazandığı ve Yılın En İyi Genç Hollandalı Oyuncusu ödülü olan Johan Cruijff ödülünü kazandı. 2010 yılının Ekim ayında kulübü PSV ile sezon sonunda bitecek olan sözleşmesini yenilemeyeceğini açıkladı, devre arasında Katalan devi Barcelona’nın yolunu tuttu. Ne var ki bu transfer, büyük umutlar bağlanan oyuncu için kötü sürecek günlerin başlangıcı anlamına geliyordu. Boşa geçen yıllar Barcelona kariyeri Fas asıllı oyuncudan çok şey götürdü. Sürekli sakatlıklarla boğuşan Afellay, 3 sezonda yalnızca 8 maçta ilk 11’de forma giydi; toplamda da 21 maçta sadece 1 gol atabildi. Yetenekli, yeteneğinden öte hızı ve dinamizmiyle fark yaratan o oyuncudan artık eser yoktu. Oynadığı pozisyonda Pedro, Cuenca gibi oyuncularla rekabet etmek zorundaydı ve bir türlü istenen form düzeyine ulaşamıyordu. Schalke’ye kiralandı, ancak sakatlıklar orada da peşini bırakmadı. PSV kariyeri boyunca Avrupa’nın dev kulüplerinin iştahını kabartan Afellay, artık sıradan ve yaşı geçkin bir oyuncu haline gelmişti. Ona yardım elini ise Yunanistan’ın tek hakimi, Şampiyonlar Ligi gediklisi Olimpiakos uzattı. Sakatlıklarla sekteye uğrayan bir kariyer Eylül 2011, Afellay için şüphesiz ki hatırlamak istemeyeceği bir tarih. Sezon henüz yeni başlamışken yaşadığı ve sahalardan 7 ay uzak kalmasına sebep olan sakatlık, Afellay’ın kariyerinde boşa geçecek yılların habercisiydi adeta. Barcelona menajeri Tito tarafından bir sonraki sezonun Barça kadrosu için de düşünülmeyen oyuncu, Bundesliga’nın güçlü ekiplerinden Schalke 04’ün yolunu tuttu. Burada eski hocası Huub Stevens ve PSV’den takım arkadaşı Farfan ile tekrar buluşan Afellay, Al Sadd ile oynanan dostluk maçında yine sakatlanarak sezonu kapattı. Oysa ki o güne kadar işler onun için Barcelona günlerine nazaran çok daha iyi gidiyordu. Mayıs ayında İspanya’ya dönen oyuncu, sağlık ekibinin tavsiyelerine uymadı ve iki hafta erkenden antrenmanlara başladı. 2013 yılının Ağustos’unda yaşadığı sakatlık, bir sezonuna daha mal oldu. Kabus devam ediyordu. Küllerinden doğmak: Ben geri geldim Hollanda Milli Takım’ı menajeri Guus Hiddink, bu yılın Ekim ayında İtalya ve Çek Cumhuriyeti ile oynanacak maçlar öncesi açıkladığı kadro ile herkesi şaşırtmıştı. Van Gaal’ın görmezden geldiği Celtic’in başarılı savunmacısı Van Dijk ve Stoke City’li Erik Pieters kadroya dahil edilen sürpriz isimler olmuştu ama en önemli sürpriz Afellay’dı. Ağustos ayında satın alma opsiyonlu olarak Barcelona’dan Olimpiakos’a kiralanan oyuncu, komşudaki kariyerine etkileyici bir başlangıç yapmıştı. “Afellay çok iyi bir oyuncu olduğunu zaten daha önce kanıtlamıştı. Kötü günler onun için geride kaldı ve artık döndü.” Fas kökenli oyuncu için bu sözleri sarfeden Hiddink, ilerleyen günlerde haksız çıkmadı. Olimpiakos formasıyla Atletico Madrid ve Malmö maçlarında ağları havalandıran 28 yaşındaki oyuncu, adını tekrar Avrupa’nın en büyük sahnesine hatırlatmış oldu. Kronik diz sakatlığını atlatmış görünüyor ve Şampiyonlar Ligi grup aşamasında o eski dinamizminden esintiler bile sundu. “Asla bir star değildim ve bundan sonra da olmayacağım. Herkes benim Şampiyonlar Ligi’ndeki performansımı gördü, ama aslında sakatlığımı atlatmama antrenman yaptığım oyuncular çok yardımcı oldu; onların sayesinde eski günlerime döndüm.’’ Afellay için işler şimdilik iyi gidiyor ve o Yunanistan’da çok mutlu. Yunan devinin ligdeki hakimiyetini sürdürmesi için ona, onun da formunu bulması için kendisine kucak açan Olimpiakos’a ihtiyacı var. İspanya HF157 Emre Çelik AiLE TAKIMI 2009’dan bu yana Real Madrid’i tatmin edecek başarıyı elde etmek için neredeyse yapmadığı hamle kalmayan Florentino Perez görünene göre aradığını Ancelotti ile buldu İspanyollar vs Portekizliler kavgası, belli bir oyuncu grubunun özel yemeklerde buluşup ne yapılacağını belirlemesi, Whatsapp’tan takım için entrikaları basına sızdırmalar, teknik direktörün alenen her hafta belli isimleri eleştiri yağmuruna tutması, başkan ve teknik patron arasında atışmalar, saha içi küfürleşmeler ve daha nicesi… Çok değil, sadece 1,5 sene önce, o dönem de dünyanın en pahalı kadrosuna sahip olan kulübü Real Madrid’de yaşanan olayların sadece basına sızan bir kısmıydı. Takım, La Liga’yı Barcelona’nın 15 puan gerisinde bitirmiş; Copa del Rey Finali’nde Atletico Madrid’e -hem de 26 maç sonra ve iç sahada- kaybetmiş; Perez’in en büyük hayali olan Şampiyonlar Ligi’nde ise yarı finalde Borussia Dortmund engeline takılmıştı. Bir başka ifadeyle sezon başı oynanan İspanya Süper Kupa için “bir önceki sezona ait” değerlendirmesi yapıldığında sezonu kupasız kapatmıştı. Belki de daha acısı Copa del Rey Finali’nde Santiago Bernabeu’da Atletico Madrid taraftarlarının “Mourinho gitme!” tezahüratlarıydı. Yönetimde Perez’e karşı sesler de yükselince Perez kritik bir karar almak zorundaydı: Mourinho gönderildi ve yerine 2010 sonunda Chelsea’deki kötü gidişat için “Benim buradaki işim sadece teknik konular. Ferguson gibi menajerlik yap(a) mıyorum” sözleriyle Abramovice’e taş atan Carlo Ancelotti oldu… Ve hikâye başladı! Real Madrid, resmi maçlarda 21 maçtır üst üste galip gelerek İspanya rekorunu kırdı. Çok büyük bir sürpriz olmazsa Pazar gecesi San Lorenzo’yu da mağlup ederek hem seriyi 22 maça çıkarıp 1970’lerin başında 26 maç üst üste kazanan Ajax’a bir adım daha yaklaşacaklar (Ajax’ın tüm maçları resmi olsa da Guiness rekorlar kitabında 24 maçla Coritiba var). Daha da önemlisi Real Madrid hem izleyene keyif veriyor hem de rakipleriyle adeta kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor. Kısacası 2014/15 sezonu Real Madrid adına inanılmaz bir biçimde geçiyor. Hatta öyle bir hava ki, bunda Şampiyonlar Ligi şampiyonluğunun payı da elbet yadsınamaz, 2013/14 sezonunda elde edilen lig üçüncülüğü ve takımın özellikle ligde ortaya koyduğu son derece istikrarsız futbol bile çoktan unutulmuş durumda. İşte o havayı yaratan adam da Carlo Ancelotti’den başkası değil. “Önemli olan rahatlatmak” Florentino Perez’in geride bıraktığımız hafta içi “Mourinho bu takıma seviye atlattı” açıklamalarında haklılık payı yok değil, hatta geçen sezon Şampiyonlar Ligi Yarı Finali’nde turnuvanın en büyük favorisi Bayern Münih’i hezimete uğrattığı sistem ve taktiksel anlayışın belki de %70’ten fazlasını Jose Mourinho’nun oturttuğunu inkâr etmek yanlış olacaktır. Fakat fark yaratan taktiksel ve dizilimsel esnekliği sayesinde Real Madrid’in mevcut başarısında Carlo Ancelotti’nin taktiksel başarısı elbette yadsınamaz. Lâkin bu apayrı bir konu ve başarıda pastanın büyük dilimini oluşturmuyor. Mevcut Real Madrid’i başarılı kılan açık ara en önemli faktör Ancelotti’nin camiada yaratığı hava. Öyle ki; vakti zamanında Hierro’yu “Tüm oyuncular benimle aynı fikirde olmak zorunda ve Hierro kaptan olarak bunu yapamıyor” diyerek gözünün yaşına bakmadan kapıya koyan, Del Bosque’yi otoritesini sarstığı için Şampiyonlar Ligi ve La Liga şampiyonluklarına rağmen istemeyen Florentino Perez gibi tek adam profilindeki bir başkanın bile sınırları gevşetmesine sebep oldu. 2005’te İstanbul’daki Şampiyonlar Ligi Finali’nde Liverpool’a 3-0’dan şampiyonluğu verdikten sonra 2007’de Milan’ı tekrar finale çıkarmasının ardından oynanan Liverpool’un Chelsea ile oynadığı yarı final maçında “Chelsea aleyhinde tezahüratlar yapıyorduk. Liverpool şapkaları ve oyuncak trompetler bile vardı” sözleriyle anlatan Ancelotti için çok da zor bir şey olmasa gerek. “Bazen sırf oyuncularıma o duyguyu verebilmek için antrenmanlarda İtalyanca bağırırım” diyen Ancelotti, Roma’daki oyunculuk günlerine dair stadyumlarda maç öncesi hocası Nils Liedholm’um kulüp doktorlarına şakalar yaparak gerginliği aldığı ve havayı yumuşattığını belirtiyor. Simon Kuper’e verdiği röportajda “Çoğu oyuncunun motivasyona ihtiyacı yoktur. Aksine rahatlama ihtiyacı duyarlar. ‘Bunu yapmak zorundasınız çünkü ben böyle istiyorum’ diyen çok sayıda hocam oldu. Hiç anlam veremedim. Ben otoriter olamam” dediği gibi Real Madrid’de de yaptığı iş oyunculara bir şey yaptırmaktan ziyade oyuncuları bir şeye ikna etmek oldu. Sadece oyuncuları da değil. Kuper’in Ancelotti’nin düşünce tarzı hakkında yaptığı “Hiçbir sistem başkandan önemli değildir” yorumu gibi İtalyan hoca görevinin daha ilk gününde Florentino Perez’i yanına alarak çok büyük bir adım atacağını ve istediği çalışma ortamını yakalayacağını da biliyordu. Nitekim kulüpte görev alan oyuncusundan başkanına kadar herkesi ikna etmeyi başararak aslında La Liga üçüncülüğünü de kabul edilebilir kıldı. Rolleri kabullendirmek Kuper’e Ronaldo hakkında “Yıldızı yönetmek daha kolaydır. Çünkü daha profesyonel oluyorlar. Benim için Ronaldo’yu yönetmek ile Carvajal’ı yönetmek arasında bir fark yok” diyen Ancelotti’nin egolarla dolu kadroyu nasıl bu denli başarılı bir şekilde yönettiğinin ve her sezon bir ismi öne çıkarmayı başardığının şifresi aslında oldukça basit. Yıldız oyuncuya yıldızlığını hissettir; yıldız adayını da yıldız olabileceği konusunda ikna et. Son 2 senede giden oyuncuların ardından taraf ve medya tepkilerine rağmen satılan oyuncuların ardından tam da yaptığı bu oldu. 2013 yazında Mesut Özil’in gidişine rağmen (hem de Ronaldo bile Özil’in yanındayken) ısrarla her açıklamasında “Di Maria çok daha iyi ve yetenekli bir oyuncu” diyerek kariyerinin başından itibaren “yetenekli ama dağınık” damgası yemiş Di Maria’yı süper yıldız seviyesine çıkarmak için uyguladığı strateji belliydi. Di Maria’yı inandırmak ve Mesut’un seviye olarak üstüne çıkarmak. Bunu tam anlamıyla başardı da. Aynı stratejiyi Di Maria’nın gidişinin ardından da kullanıyor. Belki bu sefer parlattığı isim olan Isco tarz olarak Di Maria ile paralel değil. Hatta aynı dönemleri -as takımdaki rol itibarıyla- düşününce Isco’nun Di Maria kadar dağınık olmadığını da söylemek mümkün. Fakat her seferinde Isco’nun kalitesini ve özellikle de “geliştirdiği” gol yeteneğine vurgu yaparak bir sene kenarda oturmaya ikna ettiği Isco’yu farklı bir seviyeye getirmeye devam ediyor. Ballon d’Or meselesi ve Ronaldo Messi’nin yaklaşık 1 ay önce verdiği “Geleceğin ne getireceği belli olmaz” açıklamasının ardından çıkan Messi ve Barcelona’nın yolları ayrılıyor mu haberlerinden sonra Katalan basını ağırlıkla “Messi, Barcelona’dan Real Madrid’in Ronaldo’ya Ballon d’Or konusunda verdiği desteği göremediği için rahatsız” yorumunda bulunmuştu. Haksız da sayılmazlar. Evet, Real Madrid’in kadrosundaki her isim yıldız ama saha dışı roller konusunda bazı isimlerin yerleri farklı. Ancelotti, tıpkı Mourinho dönemimde Florentino Perez ile arası açılan Sergio Ramos’u başkanıyla barıştırdığı ve özgüvenini kaybeden Iker Casillas’ı kendine getirdiği gibi Ronaldo için de özel işler yapıyor. Başkandan malzemecisine, efsanesinden eski oyuncularına, takımın ağabeylerinden diğer isimlerine kadar camiadaki herkesi Ronaldo’nun seviyesi konusunda ikna etmiş durumda. Marca’yı açıp istisnasız her gün Real Madrid cephesinden en az 1-2 kişinin “Ronaldo’nun Ballon d’Or’u alması gerektiğini” söylediğini görmek mümkün. Bale ve James Rodriguez gibi bonservis olarak Portekizliden daha pahalı isimler, her seferinde Ronaldo’nun liderliğini kabul ettiği yönünde açıklamalarda bulunuyorlar. Casillas ve Ramos gibi takımın ağabeyleri de. Unutmamak gerekir ki Ronaldo da 1,5 sene önce “Mutsuzum” demiş, takımdaki bazı isimlerle de medya üzerinden bir süre atışmıştı. Hatta Ronaldo’nun Ballon d’Or’u hak edip etmediği konusunda yorum yapmak istemeyenler bile olmuştu. Fakat şu an Ronaldo’nun Messi’den mutlu olduğu aşikâr. Küçük ayrıntılar Real Madrid’deki bu iyi gidişat görünene göre uzun bir süre daha devam edecek. Şimdiki durumu ise Ancelotti’yi göreve getirerek en iyi şekilde özetleyen isim Florentino Perez: “Onu takımın başına getirdiğime soru işaretleri vardı ama hep Ancelotti’yi istemiştim. Bir gün dostum Adriano Galliani ile Şampiyonlar Ligi maçındaydım. Bana Ancelotti’yi tanıttı. Fakat Ancelotti sadece kendisiyle değil tüm takımla tanışmamı istedi. Hocalık tecrübesinin yanı sıra takımlarında harika bir atmosfer de yaratıyor. Tam bir aile ortamı. Bence son derece önemli bir nokta.” Uzun lafın kısası Ancelotti, kariyerinde belki de en başarısız olduğu kulüp olan Chelsea’de yapamadıklarını Florentino Perez’in sınırları genişletmesiyle Real Madrid’de uygulayabiliyor. Tıpkı Milan’daki gibi… Göreve geldiğinden bu yana küçük ayrıntılara önem verip bunları ortadan kaldırarak aslında 1,5 sene önce kaosa sebep olan asıl problemi yok etmiş durumda. Kim bilir; belki de Milan’ın çöküşüne dair yapılan “Bu oyuncu grubu artık kariyerinin sonuna yaklaşmıştı. Yerlerini doldurmak da imkânsızdı. Futbolu ya da kulübü bıraktıklarında da haliyle yerleri doldurulamadı” değerlendirmesi yanlıştır. Beckham’ın “Ancelotti’nin ayrılacağının kesinleşmesinin ardından oyuncular gitmemesi için yalvarmıştı” sözleriyle dediği gibi…