Hayatım Futbol pdf
Transkript
Hayatım Futbol pdf
1 Şubat 2013 - Sayı 67 p a v e C 2 u r o S 2 Türkiye devleri neden borç içinde? Beşiktaş, Fenerbahçe, Galatasaray, Trabzonspor Avrupa devleri nasıl kazanıyor? Real Madrid, Barcelona, Manchester United, Bayern Münih, Arsenal, Schalke, Napoli Sneijder ve Drogba’lı Galatasaray Newcastle’da Fransız kolonisi Sağlam ve Güneş’in Vedası M I T A Y A H #67 F L O B T U Yayın Koordinatörü İlker Yılmaz Editör Uğur Karakullukçu Yazarlar Emre Çelik Emre Özcan Fırat Topal Güner Çalış İsmail Şayan Kerem Akbaş Mustafa Demirtaş Salih Demirci Dersimiz kalkınma Dört büyük kulübün sezonun ilk altı ayına ait mali ve finansal verileri açıklandı. Durum pek iç açıcı değil. Aslında durum yıllardır pek iç açıcı değil. Periyodik olarak vergi affı için devlet kapısına dayanan büyüklerin finansal açıdan almaları gereken çok yol var. Hayatım Futbol’un 67. sayısında son dönemde Galatasaray’ın, ondan önce Beşiktaş’ın ve daha önce de Fenerbahçe’nin yaptığı yüksek maliyetli transferlerin yol açtığı açığı ortaya koyarken Avrupa’nın devlerinin gelirlerini ve bunu nasıl elde ettiklerini Deloitte Money League vasıtasıyla irdeledik. Bu sayıda ayrıca; Sneijder ve Drogba’yı transfer eden Galatasaray’ı, ‘II. Anadolu devri’ni başlatan Ertuğrul Sağlam ve Şenol Güneş’i, inanılmazı başaran Bradford’u, kadrosundaki Fransız sayısını 11’e yükselten Newcastle’ı, Sampdoria’nın gol devrimcisi Mauro Icardi’yi ele aldık. Keyifli okumalar, İlker Yılmaz iletisim@hayatimfutbol.com reklam@hayatimfutbol.com #67 Bu Sayıda Türkiye devleri borç içinde 4 büyüklerin bilançoları açıklandı Avrupa devleri nasıl kazanıyor? Bradford’un külleri 4.küme ekibi Lig Kupası finalinde Gol devrimcisi Mauro Icardi Barça’nın Serie A’ya hediyesi Avrupa devlerinin mali sırları Ölüm Yıldızı Galatasaray yüksekten uçuyor Rekorların Messi ile imtihanı Kırıyor efendim, durduramıyoruz II.Anadolu devri sona erdi El Clasico’dan arta kalanlar Trabzon’da Şenol Güneş, Bursa’da Ertuğrul Sağlam veda etti Real ile Barça yenişemedi Kuzeyde Fransız devrimi Newcastle’ın Frankofon aşkı Acaip_VF_Smart2_210x297.ai C M Y CM MY CY CMY K 1 07.12.2012 20:43 Kerem Akbaş 4 BÜYÜKLERİN BİLANÇOLARI Borsada işlem gören 4 büyük takımın sezonun ilk 6 ayına ait mali ve finansal verileri açıklandı. Peki takımlar mali açıdan ne durumda? Gelirde Galatasaray önde Ekonomi Geçtiğimiz günlerde Deloitte, Money League 2013 raporunu açıkladı ve Galatasaray listede 30. sırada yer aldı. Bunu bu sezona etkilerine baktığımızda sarı-kırmızılılar Money League’de 2014 raporunda da adından söz ettirecek gibi. HF # 67 Gelirlerde Galatasaray 138,4 milyon TL ile en fazla gelir elden kulüp olurken, Fenerbahçe 114 milyon TL ile sarı-kırmızılı ekibi izledi. Büyük bir mali sıkıntının içinde olan Beşiktaş ise 78,3 milyon TL gelir elde etti. Geçen sezon sadece Şampiyonlar Ligi’nden 55 milyon TL gelir elde eden Trabzonspor bu sezonun 6 ayında 29,8 milyon TL gelir elde edebildi. Süper Final’in son maçında şampiyonluğu yakalayan Galatasaray için bu kupanın parasal karşılığı 30,1 milyon TL oldu. Devler liginde yoluna devam eden Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi gelirinin 60 milyon TL’nin üzerinde olacağı tahmin ediliyor. Süper Final’in son maçında roller değişmiş olsa ve kupanın sahibi Fenerbahçe olmuş olsaydı sarı-lacivertliler ile Galatasaray gelir sıralamasında yer değişecekti. Ekonomi Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi gelirinin 60 milyon TL’nin üzerinde olması bekleniyor. HF # 67 Gelirini en fazla artıran kulüp Şampiyonlar Ligi ve lisanslı ürün gelirlerindeki büyük artış sağlayan Galatasaray oldu ve sarı-kırmızılı ekip gelirini %88 artırdı. Onun dışındaki üç kulüp için gelirini artırabilen başka bir takım bulunmuyor. Fenerbahçe %7, Beşiktaş %5, Trabzonspor ise %64 gelir kaybına uğradı. Kâr eden kulüp yok Ekonomi Sezonun ilk 6 ayında kulüpleri toplam zararı 83 milyon TL’yi buldu. En çok zarar eden takım 32,9 milyon TL ile Galatasaray olurken, onu 25,5 milyon TL ile Trabzonspor izledi. Feda sezonunu yaşayan Beşiktaş geçen sene aynı dönem için 70 milyon TL olan zararını 20,6 milyon TL’ye indirebildi. Fenerbahçe tüm kulüpler için en kabul edilebilir zarar rakamını açıkladı; 4,2 milyon TL. 2 yılda kulüplerin toplam zararı ise 185,7 milyon TL’ye ulaştı. HF # 67 Futbolcular en büyük gider 4 kulüp sezonun ilk 6 ayında futbolculara adeta bir servet ödedi. Devlerin futbolcu ve teknik heyete ödediği tutar 241,6 milyon TL. Galatasaray bu alanda da üstünlüğü kimseye kaptırmadı ve 93,7 milyon TL ile birinci sırada yer aldı. Fenerbahçe 67,3 milyon TL’lik futbolcu ve teknik heyet gideri ile bu konuda ikinci sırada bulunurken Beşiktaş 40 milyon TL, Trabzonspor 39,9 milyon TL maaş ve ücret ödemesi yaptı. Ekonomi Üç kulübün geçen sene aynı dönem ile karşılaştırıldığında futbolcu maaş ödemeleri artmışken Feda diyen tek takım Beşiktaş oldu. Fenerbahçe 3 Temmuz sürecinde dağıttığı kadro sonrasında bu sezon yeniden yapılanmaya gitti ve bunu maliyeti geçen seneye göre %67 artan futbolcu maaş giderleri oldu. Şampiyonlar Ligi’nde iddialı bir kadro kurmak isteyen Galatasaray’ın maaş ücretleri geçen seneye göre %47 arttı. Trabzonspor ise %12’lik artış ile peşinde. Beşiktaş’ın Fedası ise %32 oldu. Geçtiğimiz sezon futbolcularına bu dönemde 60 milyon TL ödeyen Beşiktaş Feda projesi kapsamında bu tutarı 40 milyon TL’ye indirdi. HF # 67 En borçlu kulüp Beşiktaş Bu sezon Avrupa kupalarından men edilen Beşiktaş sezonun ilk 6 ayında borç liginde birinci sırada. Yeni yönetim her ne kadar borcu azalttık dese de mali tablolarda görüntü beyanatlardan farklı. 31.05.2012 tarihinden 30.11.2012 tarihine kadar borç miktarı %16 artmış. Borçlanma konusunda Beşiktaş’ın ardından 276 milyon TL borç ile Galatasaray geliyor. Sezon başına göre Galatasaray borcunu %6 düşürmüş durumda ancak gelirini %88 artıran bir takımın borcundan anlamlı bir azalma olmaması düşündürücü ki bedelli sermaye artırımından gelen 115 milyon TL sıcak para olmasaydı borcun miktarı azalmak bir yana artmış bile olabilirdi. Borç liginin üçüncü sırasında ise Fenerbahçe bulunuyor. %47 borç artışı ile Fenerbahçe’nin borç rakamı 164 milyon TL’den 241 milyon TL’ye yükselmiş durumda. Trabzon ise borçlanma konusunda en çekingen davranan kulüp, kulübün borçları geçtiğimiz sezona göre sadece %4 oranında artmış. Beşiktaş ve Galatasaray’a sermaye gerekli Ekonomi Kulüplerin varlıklarına ve varlıklarını ne şekilde finanse ettiklerine bakacak olursak ilk dikkat çeken 2 takımın negatif özsermayesi. Beşiktaş’ın SPK tarafından izlemeye alındığını bildiren yazının negatif özsermaye ile başlaması da bu konunun önemini gözler önüne seriyor. Bilançoların takımların tüm varlık ve borçlarını göstermediği de bir gerçek. Çünkü kulüpler önemli taşınmazlarını hala Dernek üzerinde tutuyor. Değerlendireme yaparken bunu da bir köşeye not etmek gerekli. HF # 67 Beşiktaş ve Galatasaray faiz altında eziliyor Futbol kendi mecrasında ekonomik olarak riskli bir sektör... Daha önce de bahsettiğimiz gibi kulüplerin gelirleri özellikle Avrupa Kupalarına katılma durumuna göre değişiklik gösterebiliyor. Durum böyle olunca kredi verenler için bir risk ortaya çıkmış durumda. Pek çok gelirin temlikli olması da bu yüzden. Kreditörler vadesi geldiğinde paralarını alamadıkları takdirde temlik edilen gelirden bu kısmı karşılıyorlar. Borcunu çevirebilen bir kulübün temlik vermesi faiz maliyetlerinin daha uygun olması anlamına geliyor. Beşiktaş ve Galatasaray borçlarının yüksekliği karşısında yüksek faiz gelirine ve finansman gideri katlanmak zorunda kalıyor. Finansal gelirlerin içinde ağırlıklı olarak vadeli mevduattan sağlanan faiz geliri, kurun düşmesi ya da artması durumuna göre borcun döviz cinsinden değerlenmesi üzerinden sağlanan faydadan oluşmakta. Ekonomi Kur farkını biraz daha detaylı açıklamak gerekirse, bir kulüp 1 milyon avro bonservis karşılığında bir futbolcu ile anlaştı. O gün kur 2 TL ise kulüp kayıtlarına 1 milyon avro = 2 milyon TL borç kaydediyor. Ay sonunda kur 1,5 TL’ye düşer ise kulübün borcu 1 milyon avro=1,5 milyon TL olarak değerlenecek ve kulübün raporlama yaptığı TL cinsinden borcu 500 bin TL azalmış olacak ve 500 bin TL kayıtlara ‘Kur Farkı Kârı’ olarak alınacak. Tersi bir durumda ise tutar ‘Kur Farkı Zararı’ olarak kaydedilecek. Kulüplerin dövizli borçları ve alacakları birbirine ne kadar yakın ise kur riski de o kadar azalmış olacak. Ancak yurtdışına futbolcu ihracı konusunda sıkıntı yaşayan kulüplerin genel olarak döviz borçları alacaklarından fazla oluyor ve ufak döviz düşüşleri kulübün yararına oluyor. HF # 67 Finansal giderlerin ana kalemi ise ödenen faizler ve kur farkı zararları. Faiz giderleri borcun büyüklüğü ile doğru orantılı ancak Beşiktaş TL borçlanmak istediğinde %8 ile %20 arasında bir faiz giderine katlanmak durumunda yıllık olarak. Ve eğer borçlanma ihtiyacı devam eder ve siyah-beyazlı kulüp bankaların kapısını çalmaya devam ederse %20 olan borçlanma faizi yukarı doğru hareket edebilir. Ekonomi Tabloya göre döviz kurlarındaki %10’luk bir değişimin Fenerbahçe ve Beşiktaş’ın borçlarında bir artışa, Trabzonspor’un ise alacaklarında bir artışa neden oluyor. Firmaların çoğu bu tür risklere karşı kendilerini koruma altına alıyor ve hedge işlemleri yapıyor. Ancak Hedge işlemleri ehil olmayan ellere teslim edilirse koruduğu riskten çok daha fazlası ile karşı karşıya bırakabiliyor firmaları. HF # 67 Tüm bunları alt alta koyduğumuzda Trabzonspor geçtiğimiz sezon kâr açıklayan tek kulüptü ve bunun en büyük sebebi Şampiyonlar Ligi’ydi. Bu etki şimdi Galatasaray’da gösteriyor kendini. Kulüplerin yayın gelirlerinden aldıkları tutarların bir anlam ifade edebilmesi için Şampiyonlar Ligi’ne 2, Avrupa Ligi’ne de en az 3 takımla katılmak gerekiyor ki Avrupa arenasında kulüplerimiz rekabetçi olabilsin. İki sezon art arda Şampiyonlar Ligi’ne gitme maddi anlamda rakiplere fark atmanın en kolay yolu. Ayrıca Beşiktaş’ın Galatasaray ve Fenerbahçe’nin bu kadar arkasında kalmasının ana sebebi stat gelirinin oldukça sınırlı olması. Beşiktaş yakın gelecekte yeni ve modern bir stada kavuşmaz ise her sezona 1-0 geride başlayacak. Gelirlerini en efektif kullanan takım olarak Fenerbahçe’yi görüyoruz. Futbolumuzun temel sorunu olarak gelir ile artan giderin, azalan gelir ile azalmaması. Galatasaray’ın gelirlerindeki artışın net kâra yansımasının az olması da ayrıca konuşulması gereken bir konu. Trabzonspor’un diğer kulüplere göre daha ufak finansal figürleri var ancak gelir/zarar dengesini göz önüne aldığımızda karşımıza yüksek bir rasyo çıkıyor. 2009 yılında 111,2 milyon TL gelir ile Deloitte Money League’de kendine 19. olarak yer bulan Fenerbahçe’nin bu mali avantajı sportif arenada gösterememesi de önemli. Keza Galatasaray’ın da 3 sene üst üste Şampiyonlar Ligine kalması durumunda bile mali anlamda açacağı arayı sportif alana taşıyıp taşıyamayacağı soru işareti. İsmail Şayan Devler nasıl kazanıyor? Türkiye’nin 4 büyük kulübünün gelirler bakımından pek de iç açıcı konumda bulunmadığı bir gerçek. Peki Deloitte Football Money League’in açıkladığı rakamlara göre Avrupa’nın dev kulüpleri nasıl kazanıyor? Deloitte Football Money League araştırmasının on altıncısı yayınlandı ve 2011/12 sezonunun en çok gelir elde eden kulüpleri belli oldu. Taraftarların doğrudan ya da dolaylı olarak cebinden çıkan paralarla finanse ettiği bu ekonomide ilk 6 kulüp yerini korudu. Ekonomi Araştırmada kulüplerin futbol gelirleri baz alınıyor ve 3 kalem olarak sınıflandırılıyor: Maç günü gelirleri, ticari gelirler ve yayın gelirleri. Maç günü gelirleri, stadyum hasılatının yanı sıra üyelik aidatlarını da kapsıyor. Ticari gelirler kulüplerin sponsorluk, isim hakkı, ürün satışı gibi gelirlerinin toplandığı kalem. Son kalemse yayın HF # 67 gelirleri. Transferlerden elde edilen gelirler araştırmaya dahil edilmiyor. İlk 20 kulübün toplam geliri 4,8 milyara ulaştı ve bu Avrupa Futbol Ekonomisi’nin dörtte birinden fazlası. Gelecek yıl, 5 milyar barajının aşılacaktır. Veriler bu liste içinde dahi büyüklerle küçüklerin arasındaki farkın yıllar geçtikçe açıldığını ortaya koyuyor. Devlerin bu işi nasıl yaptığına dair fikir vermesi açısından ilk dördü, diğer kulüplerden farklı bir yaklaşım sergileyen Arsenal’i, Galatasaray’ın rakibi Schalke 04’ü ve Fenerbahçe’nin muhtemel rakibi Napoli’yi mercek altına alacağız. 1. Real Madrid (512,6): Zirvede sekizinci yıl. 2010’da 400 milyonu geçen ilk kulüptü, bu yıl 500 milyon barajını aşan ilk kulüp oldu. Gelirler %7 artarken La Liga macerası harikaydı, hem 32 galibiyet hem 121 golle rekor kırıp beş büyük ligden birinde 100 puanı gören ilk takım oldular. Şampiyonlar Ligi ise yarı finalde Almanlar önünde bitti. Perez ilk döneminde sahada en fazla kazanan kulübün kasada da zirvede olmasını amaçlamıştı. Los Galacticos oluşturulurken ticari gelirleri arttırmak öncelikliydi. Ardından yayın gelirleri İspanya’da havuz sisteminin olmaması avantajıyla yükseltildi. Son 5 yılda Bernabeu’da maç günü gelirlerini arttırmak için yapılan çalışmalar eklendi ve sonuç ortada. Maç günü gelirleri 2,6 milyon artarak 126,2 milyona çıktı. Real bu alanda lider ancak bir duraksama da var. Çözmek için yeni açıklanan Proyecto Bernabeu devreye giriyor. Kapasite artışının yanı sıra asıl sıçrama kurumsal müşterilere ağırlık verilerek sağlanmaya çalışılacak. Ekonomi 2. Barcelona (483): Hem Şampiyonlar Ligi hem La Liga kaptırılsa da forma reklamının devreye girişi sayesinde %7 artış sağlandı. Maç günü geliri %5 artarken yayın geliri %2 düştü. Şampiyonlar Ligi’ne yarı finalde veda 8,5 milyon gerileme yaratırken İspanya’daki yayınlardan sağlanan gelir artışı kaybı karşılamada kısa kaldı. HF # 67 Ligde müthiş gidiyorlar, kupada yarı finaldeler. Camp Nou’yu geliştirme tartışmaları ise sürüyor. Zirve ortağı olmayı sürdürmeleri beklenmeli. Ana sorunları, oyunculara çok yüksek ödeme yapmaları. 6 kupalı sezonun sonunda ödemeler aksamıştı. Son not: 10 yıl önce United’ın yarısı kadar kazanamıyorlardı. (Maç günü gelirleri=116,3 milyon avro, Yayın gelirleri=179,8 milyon avro, Ticari gelirler=186,9 milyon avro) Gelir kaynakları Yayın gelirleri %9 arttı ve Real, bu alanda da en çok kazanan. ABD, Çin ve Kuveyt turları artışa ciddi rol oynadı. Ticari gelirler de %9 arttı. Forma reklamı anlaşmasının sona ermesi burada da bir sıçrama vaadediyor. Gelecek yıl zirve adayı yine onlar. (Maç günü gelirleri=126,2 milyon avro, Yayın gelirleri=199,2 milyon avro, Ticari gelirler=187,2 milyon avro) Gelir kaynakları 3. Manchester United (395,9): Sterlin bazında gelirleseler de kur hareketleri işlerine yaradı ve %8 artışla yerlerini korudular. Oysa erken Şampiyonlar Ligi vedasıyla sezon pek iyi geçmemişti. Gelir kaynakları Dört az iç saha maçı sonucu maç günü gelirleri %11 düştü. Yayın gelirleri de Şampiyonlar Ligi etkisiyle %11 düştü oldu. 2013/14 sezonunda devreye girecek yeni yayın anlaşması tüm İngiliz kulüpleri gibi onlara da büyük artış vadediyor. Kulübün %14 artarak 145,4 milyona ulaşan ticari gelir potansiyeli ise muazzam. Kuzey Amerika ve Asya pazarları onlardan soruluyor. Çığır açarak, antrenman formalarına bile yılda 13 milyonluk reklam almışlardı. Daha iyisini de buldular ve yeni anlaşma sezon sonu devreye giriyor. Bunun yanısıra 2014/15’te başlayacak olan yıllık 60 milyon değerindeki Chevrolet forma reklamı anlaşması da bir rekor. İki İspanyolla aralarında Ekonomi 4. Bayern Münih (368,4): Üç ikincilik can yakıcı ama önceki sezona göre daha iyiydi. Bayern gelirlerini %15 arttırarak yürüyüşünü sürdürdü. Maç günü gelirleri %19 artarken bilet fiyatlarına zam yapılmamıştı. Yayın gelirleri de Şampiyonlar Ligi finali görmenin etkisiyle %15 arttı. HF # 67 Almanya, Avrupa’nın en büyük ekonomisi ve Bayern de tüm Alman kulüpleri gibi bundan yararlanıyor. Ticari gelirleri %13 arttırıp 201,6 milyona çıkardılar ve bir gelir kaleminde 200 milyon barajını aşan ilk kulüp oldular. Pazarlama geliri 13,5 milyon, sponsorluk ve reklam gelirleri 10,4 milyon arttırıldı. İki dev partner Adidas ve Deutsche Telekom’un yanı sıra Samsung ve Paulaner sözleşmeleri yenilenirken Imtech de ekibe katılıyor. Guardiola ile anlaşmaları bu alanda yeni atılımların yolunu açabilecek bir haber. Allianz Arena’ya geçiş çok önemli bir adımken 1860 München’den stadın tümünü devralış Bayern’in zincirlerini kırdığı andı. Sağlam adımlarla yoluna devam eden kulüp, EPL yayın anlaşmasındaki dev büyümeyi karşılayacak gücü olduğunu ve büyük fark var ama tehdit edecek potansiyele sahip oldukları su götürmez bir gerçek. (Maç günü gelirleri=122 milyon avro, Yayın gelirleri=128,5 milyon avro, Ticari gelirler=145,4 milyon avro) Gelir kaynakları diğer İngilizleri arkasında tutabileceğini kanıtlarken zirveye daha da yaklaşmaya çalışıyor. Ligde ve Şampiyonlar Ligi’nde gayet iyi gidiyorlar. Avrupa’nın belki de mâli yapısı en oturaklı kulübü. Ve unutmayalım, son 3 yılda 2 Şampiyonlar Ligi finali gören bir kulüpten bahsediyoruz. (Maç günü gelirleri=85,4 milyon avro, Yayın gelirleri=81,4 milyon avro, Ticari gelirler=201,6 milyon avro) 6. Arsenal (290,3): Kulübün 125. yılında saha performansı önceki sezon gibiydi. Yayın gelirleri aynı kaldı(107,7). Raporda, en büyük kalemi maç günü gelirleri olan tek kulüp Arsenal, hasılatı 117,7 milyon. Gelir kaynakları Ticari gelirlerde rakiplerinin çok gerisinde. İki yeni anlaşma artış sağlasa da 64,9 milyon Man Utd’ın yarısı değil. Ellerini bağlayansa, stadın yapım sürecinde kaynak yaratmak için imzalanan uzun soluklu anlaşmalar. Birer birer sona eriyorlar. Biten Nike ve Emirates anlaşmaları iyileştirilerek yenilendi. Bu bile yerlerini korumaya yetmeyebilir. Ortada çok farklı bir sorun daha var... Ekonomi Arsenal futbol kulübü, Arsenal kârhanesine dönüşmüş görüntüsünü veriyor. Sanki bütün amaç kulüp sahiplerine daha fazla para kazandırmak. Durum, “FFP’ye hazırlanmak” bahanesini de geçersiz kılıyor. Şu an siklet düşürmüş, bazı yarışlardan vazgeçmiş görünüyorlar. HF # 67 Ellerinde oyuncu tutmak büyük problem haline geldi. Oysa geçmişte, ekonomik anlamda çok daha zor günler geçirirken bile kadroyu korumakta direnebiliyorlardı. Oyuncular eskiden gelmeye can atarken artık hiçbir şey kazanma hedefi yokmuş izlenimini veren kulüpten uygun zamanda ayrılmaya çalışıyorlar. Bazılarının geliş sebebinin, CV’lerinde yazacak olan “Arsene Wenger” adı sayesinde gelecekte daha fazla kazanmak olduğu bile söylenebilir. Arsenal çok daha iyisini yapabilecek potansiyele sahip ama Dein’in 6 yıl önceki istifasından beri o izler günbegün silinmekte... Arsenal’ın kâra odaklanması 2 yıl öncesine kadar anlaşılabilirdi. “Man Utd ile rekabete devam edebilmek için bu stadı yapmalıyız” demişler ve büyük bir yükün altına girmişlerdi. Zor günlerden başarıyla çıkıp stadı yaptılar ama rekabeti unutmuş gibiler. İleri gidecek hamleler yerine kasaya para depolamayı yeğliyorlar. Oysa kasada başarı ve sahada başarının birbirini beslediği gibi, birinin yokluğunun diğerini öldürdüğü de unutulmamalı. %20 daha az kazanan Liverpool’a bakınca adına yaraşır şekilde tüm gücüyle ve imkânları ölçüsünde rekabet etmeye çalışan bir kulüp görülüyor. Arsenal için aynı şeyi söylemek şu aralar imkânsız. Kombine kuyruğundakiler 40 bini aşan kulüp dünyanın en pahalı biletlerini satıyor ama karşılığını vermek için çaba gösterildiğini söylemek zor. Geçmişte görüldü ki bağlılığının hissedarların ya da sahibin cebine akan paradan ibaret hale getirilmesi, taraftarda ihanete uğramışlık duygusunu körükleyip yıkımı getirebiliyor. Ve yıkım yıkımı davet eder. (Maç günü gelirleri=117,7 milyon avro, Yayın gelirleri=107,7 milyon avro, Ticari gelirler=64,9 milyon avro) 14. Schalke 04 (174,5): Geçen sezon Şampiyonlar Ligi’nde olamamak gelirlerin %14 azalıp 4 basamak düşmelerine yol açtı. En büyük darbe yarıya inen yayın gelirlerindeydi. Geçen sezonun son haftasında gelen doğrudan Şampiyonlar Ligi katılımı kaybı bu sene tolere edecektir. Fakat sahada işler pek iyi gitmiyor. Oynanan oyun güven vermiyordu ve devrenin son haftalarına doğru çöktüler. Hubb Stevens 14 ay dayanabildi. Almanya genelinde olduğu gibi taraftarın harika bir atmosfer yarattığı stad yine çoğu maçta kapalı gişeydi. Ancak rakiplerin profil düşüklüğü ve kupadan erken elenişle maç günü gelirleri %6 geriledi. Ticari gelirlerse ŞL yokluğuna karşın hafifçe de olsa artışını sürdürdü. Gazprom’la olan forma reklamı 5 yıllığına yenilendi. Bazı yeni anlaşmaların da devreye girmesi bekleniyor. Şampiyonlar Ligi’nde gelen son 16 ile birlikte gelecek yıl listenin daha üst sıralarında olacaklardır. Şampiyonlar Ligi’nde olmayış Schalke’yi geriletti ancak büyük zarar veremedi. Ekonomi 15. SSC Napoli (148,4): Geçen yıl listeye ilk kez ve son sıradan, üstelik Şampiyonlar Ligi’ye katılmazken girmişlerdi. Şampiyonlar Ligi ile birlikte %29 artan gelirler onları 5 basamak yukarı taşıdı. 20 yıl sonra İtalya Kupası’nın geldiğini de ekleyelim. HF # 67 En büyük gelir kalemleri yayın ve Şampiyonlar Ligi katılımı geçen sezon onları bu alanda %48 sıçrattı. Ticari gelirlerde de %9 artış sağladılar. Şampiyonlar Ligi ile gelen yüksek profilli rakiplerin de katkısıyla maç günü gelirleri %12 yükseldi. Seyirci sayısı 35 binin altına neredeyse hiç düşmedi. Ancak Stadio San Paolo’ya kendilerinin sahip olmayışları hem bu alanda gelirlerini yükseltmelerini engelliyor, hem de ticari gelir olanaklarını kısıtlıyor. Ligde çok iyi gidiyorlar. İnter’in 6, Milan’ın 9 puan önünde ve Juventus’a en yakın tehdit konumundalar. Kupadan erken elendiler. Avrupa’da dalgalı seyre karşın Dinyeper’in ardında gruptan çıktılar. Özellikle Gelir kaynakları Kulüplerin sıkı kurallarla denetlendiği bir ligde yarışıyorlar ve böyle dalgalanmalara karşı yapılacakları biliyorlar. Öte yandan temsilcimiz Galatasaray, Şampiyonlar Ligi katılımını kaçırmanın çok büyük yaralar açabileceği bir tarzı benimsedi. Beklentimiz, bunalımlı bir dönemden geçen Schalke’yi elemeleri. Ancak uzun vadeli rekabet açısından bakınca, kurulan mevcut yapının geçmişte pek çok kulübün başına derin dertler açtığı gerçeği karşımıza çıkıyor. (Maç günü gelirleri=43,1 milyon avro, Yayın gelirleri=38 milyon avro, Ticari gelirler=93.4 milyon avro) Gelir kaynakları Cavani, Maradona ile gelen UEFA kupası başarısının bir benzerini yakalamayı çok istediğini vurguladı ve oyunuyla da sözlerini destekliyor. Ancak bu sezon Şampiyonlar Ligi’nde olmayış gelecek yıl onları listenin dışına dahi düşürebilir. (Maç günü gelirleri=24,6 milyon avro, Yayın gelirleri=85,8 milyon avro, Ticari gelirler=38 milyon avro) Uğur Karakullukçu Ölüm Yıldızı Transfer Türk futbol tarihinin en sansasyonel transferlerini bir hafta arayla sonlandıran Galatasaray’da çilek mevsimi sona erdi. Adeta Yıldız Savaşları’ndaki Ölüm Yıldızı projesini andıran bu girişimin sonunun ne olacağı ise henüz belirsiz… HF # 67 Galatasaray’daki Ünal Aysal döneminin gayriresmi sloganı haline gelen ‘çilek’ transferi tekil değil, çoğul bir şekilde sonuçlandı ve Galatasaray, Türk futbol tarihinin en sansasyonel iki transferini bir hafta arayla bitirerek sadece yerel değil, uluslararası çapta da sükse yaptı. ESPN’de Drogba ile Sneijder’ın Galatasaray’a ne katabileceğinin konuşulduğu, Guardian’da üzerine köşelerin yazıldığı, bahis şirketlerinin Galatasaray’ın Şampiyonlar Ligi şansını revize ettiği çılgın bir haftayı geride bıraktık. Bu toz bulutu ve şaşa elbette Galatasaray taraftarını ve bunu amaçlayan yönetimi memnun etmiştir ancak gözler saha içine çevrildiğinde kalitesinden sual olmayacak bu iki ismin transferine karşın bazı şeylerin doğru olmadığını fark etmemek hiç de zor değil. Galatasaray’ın üçüncü bölgeye yakın oynayan, yaratıcı ve birebirde etkili bir oyuncuya ihtiyacının olduğu bir sır değil, Arda Turan Ağustos 2012’de takımdan ayrıldığından yana bu böyle. Bu amaçla transfer edilen Albert Riera sol bekte kendine bir yer açtı, Nordin Amrabat ise yüksek maliyetine karşın Kayserispor’daki istikrarsızlığının üzerine koyamayarak Galatasaray’ın bu sorununa ilaç olmaktan uzak kaldı. Saman alevi gibi parlayan performansların da etkisi uzun maratonda beklentileri karşılamadı. Sneijder ihtiyaç, Drogba lüks Transfer Wesley Sneijder bu açıdan mevcut 4-4-2 düzenini direkt olarak değiştirecek bir oyuncu olsa da transfer mantığı olarak her şeyden önce ihtiyaçlara yönelik bir hamle. Maliyeti itibariyle lüks olabilir ama aynı zamanda bir ihtiyaca hizmet ediyor. Ayrıca Selçuk İnan gibi top alıp vererek oynayan, oyunun temposunu kuran ve ayarlayan bir isme basit ve akıllı oynayan bir oyuncunun daha katılıyor oluşu sistemin işlemesi adına ekstra bir katkı yapacak gibi de gözüküyor. Elbette Sneijder’dan uçup kaçmasını, 15 gol atıp, 20 asist yapmasını bekleyenler varsa Hollandalının fark yarattığı noktaların bitiricilikten ziyade oyunun işlenmesi ve pozisyona giden kilit pasların yaratılması hususunda olduğunu söylemek şart. Çilekse de çileğin hası, geldiği gün itibariyle de Türk futbol tarihinin en sansasyonel transferiydi. Fakat Sneijder’in yanı sıra Didier Drogba’nın gelmesi… Bu çok daha güçlü bir sansasyonun yanı sıra saha içi adına soru işaretleri de oluşturan, başka bir hamle demek. HF # 67 Hepimiz biliyoruz ki Didier Drogba bir plan dahilinde kadroya katılmasından ziyade ‘fırsat transferi’ olarak, Sniejder’ın yarattığı atmosferi pekiştirebilecek, bir başka dünya yıldızı olarak kadroya katıldı. Sneijder’ın iyi bir kadro elemesiyle başarılı bir şekilde tolere edilebilir maliyetinin üzerine koyduğu 1,5 yıllık 10,5 milyon avro ek ödemesi zaten başlı başına bir tartışma konusu. Fiyat/performans kriterleriyle bakılırsa Şampiyonlar Ligi’nde en fazla gol atan forvet oyuncusuna sahip, ligde forvet hattından aldığı gol katkısı bakımından hiçbir sorun yaşamayan bir takımın yıllık 7 milyon avro maliyetli bir oyuncuyu kadroya katması ilk soru işareti. Didier Drogba 34 yaşında olmasına karşın hala dünyanın en iyi santrforları arasında gösteriliyor. Drogba transferi sonrası gol kralı Burak Yılmaz’ın takımdaki rolü değişebilir. Elbette “Adam Didier Drogba yahu” diyenlerimiz olacaktır. Zaten futbolla biraz haşır neşir olmuş hiçbir insan evladının Drogba’nın kalitesine laf söyleyemez, çarpılır. Drogba belki de Sneijder’dan dahi fazla katkı verecek, ligde ve Avrupa’da attığı gollerle izleyenleri mutlu edecek. Lakin gayet kaliteli bir ceket giyerken, elinde de hatrı sayılır bir giyim bütçesi varken yamalı pantolonu ve delik ayakkabısı yerine Paris’ten ceket almayı yeğleyen bir adam portresi var karşımızda… İmza paralarıyla 15 milyon avro üzerinde bir bonservis bedeli harcayan, yıllık maaş bütçesine 9 milyon avro ek yük getirmiş bir takımın en önemli üç probleminden ikisini çözememiş olmasında bir gariplik yok mu? Riera’ya emanet giden sol bekin olası bir Jefferson Farfan eşleşmesinde tüm turu çöpe atabilme ihtimali ya da Semih ile Dany’nin en hafif sakatlıklarında dahi stoperde yaşanacak kriz ne olacak? Transfer Nasıl oynanır? HF # 67 İşin taktik boyutuna gelirsek karşımızda iki muhtemel senaryo var. Sneijder ile Drogba gibi oyuncuları ilk 11’den kesmenin düşünülemeyeceği varsayarsak Galatasaray’ın mevcut sistemi olan 4-4-2’ye en benzer diziliş 4-4-1-1 olarak öne çıkıyor. Dörtlü orta saha rotasyonunu hiç bozmadan önlerine Sneijder, ileri uca da Drogba’nın geldiği bu diziliş kağıt üstünde şık, hatta yaklaşık bir ay önceki algımızla bakarsak inanması güç duruyor. Fakat Türk futbolunun Fatih Tekke’den sonra gördüğü en başarılı santrfor performansına imza atan Burak Yılmaz’ın yanı sıra Johan Elmander’in ve Umut Bulut’un kulübeye mahkum olduğu bu düzenin verimliliğinin düşük olacağı, ayrıca defansif defoları hala barındıran bir yapı oluşturacağını söylemek yanlış olmaz. Fatih hoca da takımın en değerli iki yerli oyuncusundan Burak’ı da kenara almaya kolay kolay yanaşmayacaktır, bu da takımın genel performansından taviz vermeden tek forvetli düzene evrilme ihtimalini düşürecektir. Galatasaray’ın Didier Drogba transferiyle birlikte sahaya yeni yıldızlarıyla en verimli yayılacağı düzen ise geçmiş hatıralarda yatıyor. UEFA Kupası’nı kaldıran efsanevi 2000 takımının da sahaya yayılış şekli olan 4-3-12 düzeniyle Drogba ile Burak muhtemelen çift forvet olarak ön hatta yer alacaklar, arkalarına da Wesley Sneijder gelecek. Felipe Melo, Selçuk İnan ve Hamit Altıntop ise üçlü orta sahayı oluşturacak. Fakat buradaki ilk soru işareti şu, bu üçlü gerçekten orta sahayı istikrarlı bir şekilde hem fiziksel olarak sırtlayıp hem de hücuma yeterli katkıyı verebilecek, takımın oyunu rakip yarı sahaya yıkmasını sağlayabilecek mi? Melo’nun muhtemel ‘tükürük’ cezası ile birlikte bu üçlüden ilk fire verildi bile. Hamit Altıntop’un dört senedir bu kadar çok sayıda maç yapmıyor oluşunun etkisiyle kendinden beklenen performansa erişememesi de ayrıca bir sorun. Kağıt üstünde iyi duran bu üçlü ileride top bekleyen Ardalı, Kewell’lı, Keita’lı, Baros’lu takımı andıran, kopuk bir hale dönüşebilir, bu tehlike bu düzende mevcut. 4-4-1-1 Drogba Sneijder Amrabat Riera Selçuk Melo Dany Semih Hamit Eboue Muslera 4-3-1-2 Drogba Burak Sneijder Selçuk Riera Hamit Melo Dany Semih Eboue Muslera Transfer Ölüm Yıldızı’nın kaderi HF # 67 4-3-1-2’nin getireceği bir diğer arıza da sol bekte olacak. Şu an önünde defansif katkısı ve presi olan Emre Çolak’la birlikte sol beki büyük ölçüde kapatabilen, aklı ve sakinliğiyle hücum başlangıçlarına katkı yapan bir Riera izliyoruz. Önünde bırakın defansı zayıf olan bir kanadı, bu rolde hiçbir oyuncunun bulunmayacak olması Riera’yı hem defansif, hem ofansif açıdan olumsuz etkileyecek, belki de takımın zayıf halkası haline gelecek. Star Wars ya da Türkçe adıyla Yıldız Savaşları’ndaki Ölüm Yıldızı inşasındaki o ufak açıklık gezegenleri yok edebilen bir gücün sonunu getirmişti. Riera ve yanında hem nicelik, hem nitelik olarak sorun yaşayan stoper hattıyla umarım bu açığı Schalke 04 karşısında vermezler.Bu çok yönlü puzzle’ı çözecek olan kişi Fatih Terim, belki de bu büyük transferlerin tadını çıkaran Galatasaraylıların bir numaralı güvencesi de o... Fatih hocanın göstereceği performans Ölüm Yıldızı’nın devasa gezegenleri yok eden bir makineye mi, yoksa bir türlü kapatılmayan açıkları yüzünden başarısız olan bir deneye mi dönüşeceğinin cevabını bizlere verecek. Hollandalı Wesley Sneijder’ın Galatasaray’a transferi Avrupa’da şok etkisi yarattı. Salih Demirci II. Anadolu Devri Sona Erdi Trabzonspor’un fırtınalar estirdiği 70 ve 80’lerden sonra Anadolu’nun tabiri caizse ikinci kez ayaklandığı 2010 başları, Bursaspor’u şampiyonluğa taşıyan Ertuğrul Sağlam ile şampiyonluğun kıyısından dönen Şenol Güneş’in aynı gün istifa etmeleriyle belki de son buldu. Analiz Geçtiğimiz hafta sonu bir devir kapandı; fakat 2010 yılı, onların zamanıydı. Şanlıurfa’da oynanan ve muhteşem bir kapışmaya sahne olan final maçını kazanan Şenol Güneş yönetimindeki Trabzonspor, Türkiye Kupası’nı Fenerbahçe’nin elinden almıştı. Yalnızca 10 gün sonra bir kez daha Fenerbahçe’yi üzecek olan Bordo-Mavililer, Bursa’ya“Türkiye’nin 5. Şampiyonu” unvanını hediye edecekti. HF # 67 Ertuğrul Sağlam’ın Bursaspor’u bir mucizeyi gerçeğe dönüştürerek şampiyon olmuştu. Üstelik sezonun 27. maç haftasına 6 puanla lider girdiklerinde dahi şampiyonluk onlardan uzak sayılıyordu. Ancak o hafta Olimpiyat Stadı’nda mağlup olurken bile şampiyon gibi oynadılar ve ömre bedel bir bekleyiş sonrası son çizgiyi de önde geçmeyi başardılar. Böylelikle İstanbul, Anadolu tarafından bir kez daha saf dışı bırakılmıştı. 1977 ve 1984 yıllarında duble yapan Trabzonspor, İstanbul’u kupasız bırakarak iki kez Türkiye’nin futboluna hakim olmuştu. Aradan geçen 25 yılın sonunda ilk kez ve bir kez daha, bu sefer Bursaspor’un da yardımıyla tüm kupalar Anadolu’ya gidiyordu. Büyük bütçeli kulüplerden Beşiktaş’ın sezonun final gününde şampiyona kaybettiği, Galatasaray’ın ise ligi ancak Beşiktaş’ın üzerinde tamamlayarak üçüncü olabildiği günlerde yaşananlar, elbette sıradan değildi. II. Anadolu Devri 2010/11 sezonu gösteriyordu ki Bursaspor ve Trabzonspor açıkça ülkemiz futbolunun dümenine geçmişti. Trabzonspor, mütevazı Sivasspor’un zirveyi kovaladığı günlerin ve şampiyon Bursaspor’un ardından kupa zaferini takiben topladığı 82 puanla neredeyse şampiyon olacaktı. Yine rekabete sadece Fenerbahçe ortaktı, diğerleri ise pek de ortalıkta görünmüyorlardı ve futbolda tesadüflerle başarılı olunmazdı. Dikkate değer bir önermeye göre Anadolu’ya mensup Bursaspor ve Trabzonspor’un son iki sezonda gösterdiği başarı, Türkiye’nin ekonomik gidişatı ile paralellik göstermekteydi. Ülke ihracatının yarısından fazlasının merkezi olan İstanbul halen liderdi, ama gücünün bir kısmı yükselen iktisadi güçle birlikte Anadolu’ya transfer oluyordu. Bunun sonucunda İstanbul kulüplerinin yönetimsel hataları, ekonomik gücü artan Anadolu tarafından artık cezalandırılıyordu. Fakat iki yıl sonrasında her şey başa döndü. Tüm bu hikâyenin mimarları olan Ertuğrul Sağlam ve Şenol Güneş, geçtiğimiz Pazar günü istifa ederek bir devrin kapandığını ilan ettiler. Kaçınılmaz sonuç Analiz Sezonun ikinci devresi itibariyle düşme hattının yalnızca 4 puan üzerinde olmak, Elazığ deplasmanında gelen ağır yenilgiyle birleşince Trabzonspor’da duvar yıkıldı. Aylardır taşları yerinden oynayan kulüp, kaybettiklerini bir türlü geri getiremeyince çıkmaza girdi. Bin bir emekle bir araya topladıkları başarılı kadro kısa sürede dağıldı, yerli oyuncuların yerine sınırlı portföy içerisinden muadillerinin konulması mümkün olmadı. Yabancı transferinde de iyi işler yapılamayınca, takım dibe vurdu. HF # 67 Benzer bir durum, nispeten daha pozitif olmak üzere Bursaspor için de söylenebilir. Şampiyonluğa giden yolda yıldızlaşan oyuncular, bir daha asla o dönemki performanslarına ulaşamadılar. Trabzonspor’un kayıpları gittikleri takımlarda üstüne koyarak yola devam etseler de Bursaspor’un yıldızları sürekli geriledi. Kulüp yabancı transferinde başarılı işler yapıp yıldızları Pablo Batalla’dan yüksek verim almaya devam etse de kadrodaki yerli oyuncu grubundan istenen verim alınamadı. Böyle olunca da zirveye değil, orta sıralara daha yakın duran bir takım oluverdiler. Daha da önemlisi, Ertuğrul Sağlam’ın da veda konuşmasında vurguladığı üzere Bursaspor ve Trabzonspor için başarı muhakkak tüm faktörlerin mutlak katkısıyla mümkündü. Başarılı günlerin ardından her iki şehirde de odak noktası bir türlü ortaklaşamadı. Küçük hesaplar, yerel basının başını çektiği lüzumsuz 2009/10 Bursaspor’u nerede? Volkan Şen - 3.6 Milyon € (Trabzonspor) Sercan Yıldırım - 3.1 Milyon € + Musa Çağıran (Galatasaray) Turgay Bahadır - 1 Milyon € (IBBSpor) IvanErgic – Bedelsiz Ozan İpek – Kiralık (Mersin IY) eleştiriler ve ihtiras, Sağlam’ı ve Güneş’i çürüttü. İstanbul’dan sebepler Bursaspor ve Trabzonspor’u yıkıma ve dolayısıyla her iki hocayı da istifaya götüren süreç, çokça kendi şehirlerinde olanbiten üzerinden ilerlemiş görünse de esas tetikleyicinin İstanbul’dan geldiğini söylemek yanlış olmaz. Şehrin cazibesi, büyük bütçeli kulüplerin geniş imkânları ve yeni naklen yayın ihalesi, yükselen Anadolu’nun çabasını kolayca boşa çıkardı. Mükemmel bileşimin yakalandığı kadrolar parçalandı, başarıyı getiren görünmez bağlar koptu ve Bursa ile Trabzon’dan İstanbul’a gidişler sıklaştı. Analiz Öte yandan, “3 Temmuz Süreci” olarak adlandırılan İstanbul kaynaklı şike soruşturması ve duruşmalar, bilhassa Trabzonspor’un tüm enerjisini tüketti. Taraftarı, yönetimi, antrenörü ve futbolcusuyla tüm kulüp 2010/11 sezonu şampiyonluk kupasının kendilerine verilmesini, oynayacakları maçlardan daha fazla önemsiyor göründüler. Bursaspor başkanı İbrahim Yazıcı da ağır bir mali usulsüzlük soruşturması geçirdi, onlar için de günü geldiğinde maçların değil duruşmaların sonucu merakla beklenir oldu. Psikoloji bozuldu ve öyle kaldı; takım kazanamadıkça da eski hava bir daha asla yakalanamadı. HF # 67 Yine de, davalar ya da bu davaları gerektiren olaylar hiç yaşanmamış olsa bile İstanbul ile kapışmaya devam etmek çok zordu. Anadolu, ancak İstanbul’un hatalarını cezalandırabilirdi; o da tüm faktörlerin ortaklaşması zorunluluğuyla. Bugün itibariyle 2012/13 sezonun ilk devresinde en küçük bütçeli ‘büyük’ olan Beşiktaş 78 milyon TL kazanırken, Trabzonspor’un elde ettiği 29 milyon TL ile başa oynama iddiası zaten başlı başına bir mucize ya da uzun süremeyecek kadar güzel bir rüyadan fazlası değil. Teşekkürlerimizle… Bursaspor ve Ertuğrul Sağlam, imkânsızı başararak adlarını tarihe yazdırdılar. Şenol Güneş’in Ersun Yanal destekli 2010/11 Trabzonspor’u nerede? Burak Yılmaz - 5 milyon € (Galatasaray) Jaja Coelho - 5 milyon € (Al-Ahli) Umut Bulut - 3.8 milyon € (Toulouse) Engin Baytar - 1.1 milyon € (Galatasaray) Selçuk İnan - Bedelsiz (Galatasaray) Egemen Korkmaz - Bedelsiz (Beşiktaş) Hrvoje Cale - Bedelsiz (Wolfsburg) Trabzonspor’undan ise geriye hoş bir seda kaldı. Belki bir fırsatı değerlendirdiler, hataları cezalandırdılar; ancak her ne olursa olsun kendilerine özgü antrenörlük tarzları ve birikimleriyle fark yarattılar. Takımlarına bakıldığında onların sureti göründü, Türkiye için uzun sayılabilecek süreler görev yaptılar. Yıllar sonra geri dönüp baktığımızda bu ikilinin adının altın harflerle yazıldığını görecek ve Türkiye futbol tarihinin - kısa sürse bile - eşsiz bir dönemini yâd edeceğiz. İstanbul ise yine hatalar yapıyor, yapmaya da devam edecek. Elindeki büyük ekonomik gücü savurganca kullanacak ve Anadolu’ya bir gün yine fırsat gelecek. Ama şartlar bir daha bu kadar elverişli olur mu, yani bir başka Sağlam ve bir başka Güneş çıkar mı; işte bunu kestirmek zor. Analiz Ertuğrul Sağlam’a ve Şenol Güneş’e sonsuz teşekkürlerimizle… HF # 67 Ve Beckham Paris’te… Geçen yıl Fransız devinin kapısından dönen David Beckham, 5 aylığına Paris’te… Ligue 1 lideri Paris Saint-Germain ile sözleşme imzalayan 34 yaşındaki İngiliz’in transfer edilmesinin saha içinden çok dışını ilgilendirdiği yönünde eleştiriler artsa da bu transferin Fransa futbolunun medya ilgisini üzerine çekmesine yardımcı olacağı da bir gerçek. Fransa Milli Takımı menajeri Didier Deschamps’ın da transferin önemine dikkat çekerken, futbol terimlerinden çok ‘medya’, ‘imaj’, ‘ilgi’ kelimelerini kullandı. Öte yandan Beckham’ın kazanacağı tüm transfer gelirini yardım kuruluşlarına bağışlayacağını açıklaması ise önemli bir jest olarak dikkat çekiyor. Bir moda şehri olan Paris’e adım atan David ve Victoria Beckham çifti, saha içinde ve dışında, olumlu ve olumsuz birçok habere ve görüşe konu olacağa benziyor. Güner Çalış Kuzeyde Fransız Devrimi İngiltere Newcastle United’ın hemen hemen yarısını Fransız futbolcular oluşturuyor. Üstelik hepsi iki sene içinde alınmış oyuncular. Galyalı istilasına ışık tutalım. HF # 67 Kadrosunda yerliden çok yabancı oyuncu bulunduran kulüplere alışmıştık ama Newcastle gibisini Arsene Wenger dahi başaramamıştı. Son transfer döneminde katılanlarla takımdaki Fransız sayısı artık 11. Yanlış olmasın, Newcastle’ın takımı olduğu Tyne&Wear yöresinin Fransa’yla hiçbir kültürel bağı yok. Adanın kuzeydoğusunda yer alıyor; yabancıların pek de seveceği bir yer değil. Hani kadrosu Latin Amerikalı oyuncularla dolu Portekiz kulüplerine yorulmasın. Bu 11 kişilik lejyonun tamamı son iki sene içinde transfer edildi. Transfer politikasında en büyük pay Graham Carr’a ait. 68 yaşındaki Carr, 2010’da oyuncu izleme komitesinin başına geldikten sonra Ben Arfa, Cabaye, Demba Ba, Papiss Cisse, Tiote gibi pek çok başarılı oyuncuyu takıma kazandırdı. Fransa ligiyle yoğunlaşan, Tiote ve Cisse örneklerinde görüldüğü gibi başka Avrupa liglerini de kapsayabilen bu transferlerin bir ortak noktası var: ucuz maliyetli ve geleceğe dönük olmaları. Bilhassa Fransa liginin havuzu İngiltere için çok uygun. İyi bir eğitimden geçmiş ve Premier League sertliğine uyum sağlamakta sıkıntı çekmeyecek yüksek potansiyelli oyuncuları, uygun bonservis ve maaşla alabiliyorsunuz. Örnek vermek gerekirse Fransa ligi şampiyonunun orta saha lideri Cabaye’ı 4 milyon pound bonservis ve haftalık 30 bin pound’a transfer edebiliyorsunuz. Cabaye’ın haftalık maaşı daha önceki takımın esas adamları konumundaki Joey Barton ve Kevin Nolan’ın yarısı kadar bir paraya denk geliyor. Bunlar arasından en dikkat çekeni kesinlikle Cheick Tiote. İlk geldiğinde haftalık maaşı yalnızca 8 bin pound idi. Atan ve tutan sorunu İşler geçen senekinin tam tersi istikamette ilerlerken Newcastle rotasını bir kez daha Manş’ın öte yakasına çevirdi. Geçen sene kimsenin beklemediği kadar iyi oynayıp Avrupa Ligi bileti alan takım zikretmeseler de bu sene ligden düşme formunda seyrediyordu. Hafta içinde Villa’yı yenerek bu sezonki ilk deplasman galibiyetlerini aldılar ve 12 maçlık seriyi kırdılar; böylece 24 maçta 24 puan oldu. Durum buyken, sezon başında ertelenen bölgelere transferler bir bir gelmeye başladı. Takımın aynı beklentileri karşılayamaması doğal. Geçen yıl zaten limitlerini zorlamışlardı. Derinliği olmayan o kadroya gerekli takviyeler gelmeyip yerleri genç oyuncularla doldurulmaya çalışıldı ve Avrupa Ligi maçları bu oyuncuların kendilerini gösterdiği bir platform oldu. Ama hepsinden önemlisi takımın 2 önemli teknik problemi var: kısaca atan ve tutan sorunu. Newcastle United’ın geçen seneki başarısı iki temel üzerine kuruluydu: sağlam bir savunma ve menajer Pardew’un başarılı taktik hamleleri. Sakatlıklar ve Coloccini’nin ülkesine dönmek istemesiyle şekillenen savunmadaki problem ve takımın iki başarılı forveti Papiss Cisse ile Demba Ba’nın bir arada oynatılamaması takımın güç aldığı dengeleri alt üst etti. Savunmadaki sıkıntıyı anlamak zor değil; lakin hücum biraz karışık. İngiltere Cisse-Ba uyumsuzluğu HF # 67 Geçen sezon bu dönemde Papiss Cisse transfer edildiğinde takımın esas forveti Demba Ba aynı bu sezon olduğu gibi lige damgasını vuruyordu. Zaten ikinci sezonunda tekrar edince Chelsea’ye transferi gerçekleşti. Cisse öncesi Newcastle iyi bir savunma takımıydı; çoğunlukla 4-4-2 şeklinde diziliyor, Demba Ba’nın partneri bir uzun oyuncu oluyor ve gol atma işini Ba üstleniyordu. Cisse’nin gelişi sonrası roller evrilmek zorunda kaldı; çünkü bu iki oyuncudan ‘saf 9’ olanı Papiss Cisse idi. Bir süre ön hattı ikisi oluşturdular fakat Ba golcü değil, köprü rolünde etkisiz olunca takımdaki varlığı hissedilmez oldu ve Pardew’ın 4-3-3 denemelerinde kendini kanada hapsolmuş buldu. Zaman zaman da yedek oturdu. Demba Ba’nın mutsuz olduğu ve sezon sonunda Yohan Cabaye, birçok takımdan ciddi teklifler alıyor fakat Newcastle’ın onu satmaya pek niyeti yok. ayrılabileceği konuşuluyor; lakin takım iyi giderken ve Papiss golleri sıralarken bunun üzerinde fazla durulmuyordu. İşte bu sıkıntı yeni sezona da taşındı. Pardew’ın 4-3-3, 4-4-2 arasında gitgelleri; ikiliden formda olan Demba Ba’nın tekrar merkeze geçip Cisse’nin kanatta oynamaya çalışması derken geçen sene sinyaller verdiği üzere dengesiz bir hücum hattı ortaya çıktı. WhoScored’un tuttuğu verilere göre bu sene ligde maç başı en fazla uzun top oynayan takım Newcastle. Bir önceki yıl Shola Ameobi’nin fiziki üstünlüğü mühim bir B planı olarak duruyordu; artık A’ya terfi etmiş durumda. Resmileşen transferlerden Yanga-Mbiwa, Gouffran, Haïdara ve Debuchy bu bilgiler ışığında yerli yerine oturuyor. Böylece 3 yeni savunma oyuncusuyla savunma epey güç kazanıyor ve hücum oyuncusu olarak da bir önceki sıkıntıları yaşatmayacak biri tercih ediliyor. Gouffran, gerek ikinci forvet olabilecek gerekse kanatta görev yapabilecek; dolayısıyla teknik açıdan Cisse’yi tamamlayacak bir oyuncu. Ego sorunları yaşaması da uzak ihtimal. Kendisinin çimene alerjisi varmış, illa ki kusur bulacaksak. Newcastle’daki Fransız pasaportlular Romain Amalfitano Hatem Ben Arfa “Fransız oyuncuları almak gibi bir planımız yoktu. Esas olarak maaş sistemimize uyacak ve bizi ileriye taşıyacak oyuncuları bulmakla ilgileniyoruz. Bu (Cabaye hakkında) kolay olmadı, ama inanın bana bu oyuncular için çok çalıştık ve uyum sağlamaları bizi çok sevindiriyor.” Alan Pardew, 2011 İngiltere Yohan Cabaye HF # 67 Papiss Cisse Mathieu Debuchy Yoan Gouffran Massadio Haidara Sylvain Marveaux Gabriel Obertan Moussa Sissoko Mapou Yanga-Mbiwa Transfer komitesinin başındaki Graham Carr; Ben Arfa, Cabaye, Demba Ba, Cisse ve Tiote gibi pek çok başarılı oyuncuyu takıma kazandırdı. Transferde son viraj *Mircea Lucescu yönetimindeki Shakhtar Donetsk’in yıldız oyuncusu Willian, sürpriz bir kararla Rus ekibi Anzhi’ye imza attı. Sezon başında Chelsea’nin ısrarla istediği Brezilyalı için konuşan Lucescu, “Onu parayı değil, futbolu seçmesi için ikna etmeye çalıştım ama o parayı seçti. Onu yargılayamam” diyerek oyuncusunun tercihini yanlış bulduğunu açıkladı. Ukrayna devi bu transferden tam 40 milyon avro kazanacak. *Manchester City’nin asi çocuğu Mario Balotelli, taraftarı olduğu Milan’a imzayı attı. 3 milyon avroluk muhtemel bonusuyla birlikte toplam 23 milyon avro bonservis bedeli karşılığında Milano’ya gelen Balotelli kırmızısiyahlıların yeni silahı olacak. Kulüp direktörü Barbara Berlusconi, Mario’nun transferiyle yıldız isimlere yatırım yapabilecek mali güce sahip olduklarını tekrar ispatladıklarını söyleyerek ondan çok şey beklediklerini ifade etti. Inter döneminde Milan forması giyecek kadar cesur olan 23 yaşındaki Mario’nun yapacakları ise büyük merak konusu. *Premier League’de küme düşmeme mücadelesi veren QPR, beklenmedik bir transfere imza atarak Anzhi’nin stoperi Christopher Samba’yı kadrosuna kattı. Samba’nın bonservisi için 12,5 milyon pound ödeyen QPR, oyuncuya da haftalık 100 bin pound ödeme yapacak. 18 bin seyirci ortalamasına oynayan QPR’ın bu denli yüklü bir maliyetin altına girmesinde kulübün sahibi Tony Fernandes’in payı var. Harry Redknapp ise bu maliyete karşın istediği stoperi kadrosuna katmanın sevincini yaşıyor. *Transfer döneminin son gününde hamle yapan bir diğer Premier League kulübü de Arsenal. Mali açıdan zor günler geçiren Malaga’nın başarılı sol beki Nacho Monreal’i kadrosuna katan Arsenal’de Arsene Wenger, üçüncü bölgede başarılı ortalar yapan, kafa topları güçlü bir oyuncu alarak kadrolarını güçlendirdiklerini açıkladı. Bu transfer için Malaga’ya 9,3 milyon avro bonservis bedeli ödeyecek olan Topçular zayıf sol bek hattına iyi bir takviye yapmış oldu. Çeyrek final başlıyor Afrika Uluslar Kupası’nda çeyrek final heyecanı hafta sonu oynanacak maçlarla başlamak üzereyken gruplarda yaşananlarla turnuva yine büyük sürprizlere sahne oldu. A Grubu’nda Younes Belhanda, Nurettin Amrabat ve Oussama Assaidi’li Fas, gruptan çıkamayıp evine dönerken Yeşil Burun Adaları mütevazı takımıyla tarihinde ilk kez mücadele ettiği finallerde harika bir işe imza attı ve yenilgisiz bir şekilde grubu ikinci sırada tamamlayarak çeyrek finalde Gana’yla eşleşti. Afrika Uluslar Kupası Gana B Grubu’nda hata yapmaz ve fazla zorlanmazken, Demokratik Kongo Cumhuriyeti ve Mali arasında büyük bir ikincilik mücadelesi yaşandı. Grubun son maçında karşı karşıya gelen iki takımın karşılaşmasında Mali maçı kaybetmedi ve adını çeyrek finale yazdıran takım oldu. Demokratik Kongo’yla turnuvanın en heyecan verici takımlarından biri oldu ama ötesine geçemedi. HF # 67 C Grubu’nda yine büyük bir sürpriz vardı. Turnuvanın son şampiyonu Zambiya ilk iki maçında iki beraberlik alınca 4 puanlı Burkina Faso’yla olan maçına ya galibiyet ya da elenme ikilemiyle çıktı. Herve Renard’ın turnuvanın başından beri memnun olmadığı hücum hattında sürekli yaptığı değişiklikler bu önemli maçta Chris Katongo’yu yedek bırakırken çift forvetle mücadele eden Zambiya, Burkina Faso karşısında sonuca ulaşamadı. Önemli oyuncusu Alain Traore’nin maçın başında sakatlanıp oyundan çıkmasına rağmen oyun planı fazla bozulmayan Burkina Faso, istediği sonucu alıp grubu lider bitirirken, son maçında Etiyopya’yı Victor Moses’ın yarattığı ve attığı iki penaltı golüyle geçen Nijerya’ysa ikinci çeyrek finalist oldu. D Grubu’nda ise Fildişi Sahili’nin beklenen dominasyonu vardı. İlk iki maçında 6 puanla erken bir şekilde liderliği garantileyen Fildişi Sahili, son maçında yine turnuvaya iki maçta veda eden Cezayir’le bir antrenman maçına çıkarken grubun finali Togo’yla Tunus arasında gerçekleşti. Tunus’a karşı beraberlik avantajıyla çıkan Togo, oldukça iyi oynadığı maçta gol fırsatlarını değerlendiremedi ve Tunus’un 80. dakikada kaçırdığı penaltıyla birlikte 1-1’lik skoru alarak iki Kuzey Afrika takımını eleyerek sürpriz bir şekilde çeyrek finale yükselen son takım oldu. EMRE ÖZCAN Afrika Uluslar Kupası A Grubu B Grubu Takımlar G B M A Y P Güney Afrika1 20425 Yeşil Burun A. 1 2 0 3 2 5 Fas 030333 Angola 012141 Takımlar Gana Mali D.Kongo Nijer Güney Afrika-Yeşil Burun Adaları: 0-0 Angola-Fas: 0-0 Güney Afrika-Angola: 2-0 Fas- Yeşil Burun Adaları: 1-1 Fas-Güney Afrika: 2-2 Yeşil Burun Adaları -Angola: 2-1 Gana-D.Kongo: 2-2 Mali-Nijer: 1-0 Gana-Mali: 1-0 Nijer-D.Kongo: 0-0 Nijer-Gana: 0-3 D.Kongo-Mali: 1-1 Afrika Uluslar Kupası C Grubu HF # 67 G B M A Y P 21 0627 111224 030333 01 2041 D Grubu Takımlar G B M A Y P Burkina Faso 120515 Nijerya 1 20425 Zambiya 030223 Etiyopya 012171 Takımlar Fildişi Sahilleri Togo Tunus Cezayir Zambiya-Etiyopya: 1-1 Nijerya-Burkina Faso: 1-1 Zambiya-Nijerya: 1-1 Burkina Faso-Etiyopya: 4-0 Burkina Faso-Zambiya: 0-0 Etiyopya-Nijerya: 0-2 Fildişi Sahilleri-Togo: 2-1 Tunus-Cezayir: 1-0 Fildişi Sahilleri-Tunus: 3-0 Cezayir-Togo: 0-2 Cezayir-Fildişi Sahilleri: 2-2 Togo-Tunus: 1-1 Çeyrek finaller G B M A Y P 2 1 0 7 3 7 111434 111244 01 2251 Yarı finaller Final 2 Şubat Güney Afrika Mali 6 Şubat 3 Şubat Fildişi Sahilleri Nijerya 10 Şubat 3 Şubat Burkino Faso Togo 6 Şubat 3.lük maçı 2 Şubat Gana Kape Verde 9 Şubat Emre Çelik El Clasico’dan arta kalanlar! 2013’ün ilk El Clasico’sunda Real Madrid, Santiago Bernabeu’da Barcelona’yı ağırladı ve çok sayıda eksiği olmasına rağmen en azından beraberliği kurtarmayı başardı. Aslında beraberliği kurtaran isim Real Madrid değildi de başkent ekibinin 19 yaşındaki Fransız stoperi Raphael Varane oldu. Savunma savunma savunma İspanya Önce çizgiden Xavi’nin şutunu çıkardı. Ardından Cesc Fabregas’tan çaldığı golle farkın 2’ye çıkmasını önledi. En son da attığı golle hem takımını ipten aldı hem de ilk El Clasico’sunda en genç gol atan ikinci isim olmayı başardı. Bu kritik pozisyonlar bir yana; Varane, 90 dakika boyunca sergilediği performans ve yaptığı kritik müdahalelerle eline geçen bu fırsatı çok iyi değerlendirerek deyim yerindeyse formaya göz kırptı. Muhtemelen maçı izleyen Sergio Ramos, genç takım arkadaşının performansı sonrası titreyip kendine gelme ihtiyacı hissetmiştir. HF # 67 Varane’ın sergilediği performans bir yana Katalanlardan, Pique ve Puyol; Real Madrid cephesinden ise Michael Essien ve olumsuz anlamda Ricardo Carvalho, maça damga vuran diğer isimler oldular. Pique ve Puyol ikilisi, yaptıkları son derece kritik müdahaleleriyle neredeyse hatasız oynadı ve yaklaşan kritik Şampiyonlar Ligi virajları öncesi de rakiplere ciddi bir biçimde mesaj verdiler. Essien de sağ tarafta Arbeloa’ya alternatif olabileceğini gösterirken Carvalho da Real Madrid’deki miadını doldurduğunu gösterdi. Spot ışıklarının üzerlerinde olduğu, 600’üncü resmi maçına çıkan Cristiano Ronaldo ve Lionel Messi ise bu maçta çok fazla öne çıkmayı başaramadı. Ronaldo, ayrıca gol kaydedemeyerek El Clasico’larda üst üste 7’nci golünü atamayarak kendi rekorunu geliştirme fırsatını kaçırırken; Messi de 1 gol gerisinde olduğu El Clasico tarihinin en golcü ismi Alfredo Di Stefano’yu yakalayamadı. İstatistikler bir yana iki süper yıldız da silik bir görüntü sergiledi. Mourinho yalan söylüyor, Marca değil ispanya Maç öncesi hiç şüphesiz en fazla merak edilen noktalardan birisi de Real Madrid’in kalesini kimin koruyacağıydı. Iker Casillas’ın sakatlığının ardından apar topar Diego Lopez’in transfer edilmesi hem Mourinho’nun Adan’a güvenmediğini hem de Casillas’ın form düzeyinin kötü olduğundan dolayı kesilmediğini yönündeki şüpheleri artırır nitelikteydi. Bunun üzerine bir de El Clasico’dan yaklaşık 1 hafta önce Casillas ve Ramos’un Başkan Florentino Perez ile “Mourinho varsa biz sezon sonunda yokuz” görüşmesi basına sızıp, her ne kadar Florentino Perez yalanlasa da Marca’nın meşhur “Marca’da yalan yok!” manşetiyle gazetenin takımdan bir oyuncuyla yaptığı whatsapp konuşmasının yayınlanmasının ardından tavan yapmıştı. Bir de maçtan bir gün önce Casillas’ın sevgilisi Sara Carbonero’nun televizyon programında “Casillas formunun kötü olmasından dolayı yedek bırakıldı” diyince tartışmaya son noktayı Jose Mourinho koydu. Portekizli teknik adam kalede Adan’ı değil Diego Lopez’i tercih ederek bir bakıma kendisinin “Casillas’ı form durumu kötü olduğu için kestim” açıklamasını yalanladı. HF # 67 Bundan sonra gelecek süreç ne gösterir bilinmez ama şurası bir gerçek ki Real Madrid, eğer Copa del Rey rövanş maçının oynayacağı periyotta (şubat sonu - mart başı) tur ile birlikte Manchester United’a da elenir ve yine o dönem La Liga’da oynanacak Barcelona maçından eli boş dönerse bu tartışmalar en kısa zamanda alevlenecektir. Pepe yok, gerginlik yok Son yıllarda El Clasico’lara en fazla damga vuran konulardan biri hiç şüphesiz sahada yaşanan gerginlik ve havada uçuşan kartlardı. Özellikle Real Madrid cephesinde olayları körükleyen isim olarak bilinen Pepe’nin kart cezalısı olmasından dolayı bu maçta görev alamamasından dolayı ortamın ciddi biçimde gerginleştiğini söylemek zor olur. Her ne kadar iki tarafa çıkan 3’er sarı kart çok gibi görünse de ortalama son 10 maçın altında kaldı. Dahası sahada her iki takımın birbirine girdiği, son dönemde fazlasıyla alışık olduğumuz o gergin anlar yaşanmadı. Emre Çelik Rekorların Messi ile imtihanı İspanya Gün geçmiyor ki Barcelona’nın Arjantinli süperstarı Lionel Messi yeni bir rekoru daha tarihe gömmesin. Messi’nin en sevdiği, şansının tutmadığı takımlara, kırmak üzere olduğu ve tarihe gömdüğü rekorlara göz atmak istemez misiniz? HF # 67 Hangi ligde kim lider olursa olsun, kim o hafta oynanan maçlarda kaç gol atarsa atsın değişmeyen tek bir şey var: Lionel Messi golleriyle rekorlar kırmaya devam ediyor. Messi, Osasuna ile oynanan karşılaşmada nadir gelişen Osasuna ataklarından bile daha fazla sayıda gol atarak hem La Liga tarihinde 200’üncü golüne en erken ulaşan oyuncu oldu hem de La Liga tarihinde üst üste 11 gol kaydeden ilk futbolcu olma başarısını gösterdi. Yine de bu 4 gole rağmen Osasuna, Messi’nin La Liga’da en sevdiği takım henüz değil. Messi’den La Liga’da en fazla çeken takımlar listesinin başında 17 golle Atletico Madrid geliyor. Messi, 17 golü 6 farklı kaleciye atarken liste başında yediği 6 golle Courtois yer alıyor. De Gea, 4; Roberto, Coupet ve Cuellar, 2’şer; Abbiati ise yedikleri 1’er golle Messi’den nasibini alanlar. Atletico Madrid’i ise 14 golle Osasuna ve 12 golle Real Zaragoza takip ediyor. La Liga’ya diğer resmi maçları da dâhil edince Atletico Madrid, Gregory Copuet’nin Copa del Rey’de yediği 3 gollük katkısıyla zirveyi kimseye kaptırmıyor. Fakat ikinciliği 17 golle Real Madrid kapıyor. Zaten Messi, Real Madrid’e iki gol daha attığı takdirde, 18 gollü Alfredo Di Stefano’yu geride bırakarak El Clasico tarihinin en golcü oyuncusu olma unvanını da eline geçirecek. Messi’den genel çerçevede değil ama tek maç için en fazla çeken 3 isim var. Başka bir deyiş ile Messi’den La Liga’da tek maçta 4 gol yiyen file bekçisi. Bu şanssız isimler ise Osasuna’dan Andres Fernandez, Valencia’dan Vicente Guaita ve Espanyol’dan Cristian Alvarez. İşin içine Şampiyonlar Ligi’ni de dahil edince Leverkusen’den Bernd Leno, yediği 5 golle tek başına bu olumsuz listenin zirvesinde yer alıyor. Chelsea duvarı Arjantinliden gol yemek kolay, Messi’nin sahada yer alıp da gol atamadığı 8 takım mevcut. Bu takımlardan en fazla dikkat çekeni ise hiç şüphesiz 8 maçta Messi’yi durdurmayı başaran Chelsea. Londra temsilcisini 4’er karşılaşma ile Rubin Kazan ve Inter takip ederken bu takımların arasında La Liga’da yer alıp da Messi’nin gazabından kurtulmayı başaran tek takım Xerez. Messi, 2009/10 sezonunda, 2 farklı maçta yaklaşık 70 dakika Xerez karşısında forma giymesine rağmen rakip ağları havalandıramadı. La Liga’nın en golcüleri listesine gelince Messi, attığı 202 golle listenin 8’inci sırasında yer alıyor. Messi belki 200 gole ulaşan en genç isim olmayı başardı ama bu rakama en az maçı oynayarak isim olamadı. La Liga tarihinin en golcü ismi Telmo Zarra, 200 gole 220 maçta ulaşırken; Messi, 235’inci maçında bu rakama ulaştı. Messi bu rekoru kırma fırsatını kaçırdı ama muhtemelen La Liga tarihinin en az maç oynayıp en genç 300 gole ulaşan ismi olacak ki henüz 300 gol atma başarısı gösteren bir oyuncu mevcut değil. Çünkü listenin zirvesinde 251 golle Zarra bulunuyor. Messi’nin attığı gollerle ilgili bir başka ilginç istatistik ise gol dakikaları. Messi, oynadığı müsabakaların 90 dakikaları boyunca gol kaydedemediği 7 dakika mevcut. 25 yaşındaki santrfor, kariyerinin sonuna kadar resmi olarak 1, 2, 10, 14, 15, 46 ve 69’uncu dakikalarda da gol kaydederse muhtemelen kırılması imkânsız bir rekora imza atmış olacak. İspanya Yeni rekorlar kapıda HF # 67 Bu sezon istatistiklerine tekrar dönülecek olursa, Messi, kaydettiği 33 golle bir başka rekora daha ortak oldu. Messi, 21’inci haftalar itibarı ile 1940/41 sezonunda attığı 33 golle en golcü ismi olan Atletico Aviacion de Madrid forması giyen Pruden Sanchez’i de yakaladı. Pruden o sezonu kaç golle tamamladı derseniz yanıt yine 33 ama bu istatistik Messi üzerinde olumsuz bir kehanet oluşturmaktan çok uzakta. Sebebi ise o sezonun zaten 22 haftadan oluşması ve Pruden’in son hafta gol atamamasına rağmen krallığa ulaşması olarak Lionel Messi’nin 8 kez karşılaştığı Chelsea’ye gol atamaması sıkça gündeme geliyor. gösterilebilir. Hafta hafta gidildiğinde Messi’den kırması beklenen başka bir rekor olan Evertonlı Dixie Dean’in 1927/28’de 39 maçta attığı 60 golle ulaştığı krallık kıyaslandığında iki isim de 21’inci haftalar itibarı ile 33 gol kaydetmiş. Messi’nin önünde bir maçlık dezavantaj mevcut ama Arjantinli bu sezon La Liga’da tutturduğu ortalamanın üzerine tek gol ekleyebilirse 61’e ulaşacak ve Dünya tarihinin en fazla golle krallığa ulaşan ismi de olacak. Son olarak Barcelona cephesindeki rekorlara bakılınca Messi, resmi maçlarda attığı 297 gol ve La Liga’da attığı 202 golle Katalanların en golcü ismi konumunda ama işin içine resmi olmayan maçları da dahil edince 1912’den 1927’ye kadar iki farklı dönemde forma giyen, kulübün ilk yıldızı olarak tasvir edilen Paulino Alcantara, 369 golle zirvede yer alıyor. Messi ise 333 gollü Pep Samitier’in arkasında 319 golle üçüncü sırada ama Paulinho’nun ilk golünü 15 yaşında attığını ve Messi’nin de önünde bir sakatlık olmazsa en az 6-7 sene olduğu düşünülünce bu rekoru da kırmasını tahmin etmek çok da zor değil. Messi’nin henüz kıramadığı bir başka Barcelona ve La Liga rekoru ise La Liga’da tek maçta en fazla golü kaydetme rekoru. Barcelona’nın 100’üncü yılında gelmiş geçmiş en iyi futbolcusu seçilen ve Camp Nou’nun önüne heykeli dikilen Laszlo Kubala’nın 1952’de Gijon’a ve La Liga tarihinin ilk komple golcüsü olarak tanımlanan Athletic Club santrforu Agustin “Bata” Arana’nın 1931’de Barcelona’ya salladığı 7 şer gol, halen bir oyuncunun tek maçta en fazla gol atabildiği karşılaşmalar. Bu iki maçın ortak özelliği ise şubat ayında oynanması… Kim bilir, Messi belki de içinde bulunduğumuz ayda bu rekora da el atar… İspanya Önemli not: Siz bu yazıyı okurken Messi yeni bir rekor kırmış olabilir. HF # 67 Mustafa Demirtaş Gol Devrimcisi Mauro Icardi Profil Sampdoria’da bir çocuk, sürekli gol atıyor… Eskilerin tabiriyle ‘leblebi’ gibi… Dünyanın en basit işiymiş gibi… Sanki evrene bunun için gönderilmiş gibi! HF # 67 Mauro Icardi, 1993 Şubat’ında Arjantin’in Rosario şehrinde dünyaya geliyordu; tıpkı büyük devrimci Ernesto Che Guevara ve Lionel Messi gibi… Farklı bir çocuktu Mauro. Ama korku-gerilim filmlerinde sürekli dehşet resimleri çizen sevimsiz tiplerden değildi, onun farkı başkaydı. Neredeyse yürümeyi yeni öğrenmişken, futbol topuyla olan yeteneğini belli ediyordu. Club Infantil Sarratea’da bir sezonda tam 58 gol attığında henüz 6 yaşını bile doldurmamıştı! Ekonomik kriz Arjantin’i vurduğunda ailesi şansını artık başka ülkede arayacak, Mauro’nun yolu da tıpkı Messi’de olduğu gibi İspanya’ya düşecekti. Fakat Icardi, futbol topu ve gollerinden ayrı kalmayacaktı. Zira Kanarya Adaları takımlarından Deportiva Vecindario’nun altyapısına giren Icardi, burada çeşitli yaş kategorinde yaklaşık 500 gol atıyordu… Onu Messi’ye sordular! O yaşta bir çocuk için olağanüstü bir durumdu bu ve pekâlâ dev kulüpleri harekete geçirecekti. Espanyol’undan Real Madrid’ine kadar birçok İspanyol kulübün dışında; diğer ülke takımları da gözlemcilerini Icardi için gönderiyordu. Ancak bir dönemler Barça altyapısında görev yapan, Liverpool’un genç takım hocası Rodolfo Borrell işin daha kolayına kaçıyor; onu eski öğrencisi Lionel Messi’ye soruyordu. Ne de olsa hemşerisiydi. Borrell: “Leo, oralarda Rosariolu bir çocuk varmış. Oldukça yetenekli olduğunu söylüyorlar. Sen de duydun mu adını?” Messi: “Bilmem, artık buraya (La Masia’ya) geldiğinde yakından tanışırız…” Evet, Icardi yarışında elini çabuk tutan taraf Barcelona olacak ve onu La Masia’nın yetenek bahçesine kazandırarak gelecekteki Camp Nou günleri için demlenmeye bırakacaktı. Cenova’ya umut doğuyor Profil Icardi, Barcelona formasıyla gollerine devam edecek olsa da A takıma yükselme şansını düşük görüyor ve kendisini daha çabuk kanıtlama arzusuyla yeni bir rota çiziyordu. Ve buradaki üç yılın sonunda Sampdoria’ya satın alma opsiyonuyla birlikte kiralanacak, küme düşme şokunu atlatamayan Cenovalılara bir umut olacaktı. Az şey değildi; Liugi Ferraris’e Barcelona’dan, canı sıkıldıkça gol atan, Messi’nin topraklarında doğmuş bir çocuk geliyordu! HF # 67 Buradaki ilk yılında daha çok genç takımda forma giyecek olan Icardi, asıl çıkışını bu sezon yaşayacak; dünya futboluna adını duyuracağı anı ise Juventus karşısında yakalayacaktı. Birbirinden güzel iki gol atan Arjantinli, 10 kişi kalan takımına yenilmesi imkânsız gözüken bir rakibe karşı galibiyeti kazandırıyor ve arkasında şu soruyu bırakıyordu: “Kim bu Icardi?” Che’nin izinde Son hafta Pescara’ya 4 gol atarken sunduğu çeşitlilik gösteriyordu ki o Icardi, bilindik golcülerden değildi. Hatta bir “gol devrimcisiydi!”. Onun savunduğu kurama göre bir santrafor, tek bir şeyde değil çok şeyde donanımlı olmalıydı. Tıpkı kendisi gibi… Zira Icardi, Batistuta’ya benzetilecek kadar yaşına nazaran güçlü ve hava topları için yeterince uzun bir santrafor. Ama bunun yanında oldukça da çabuk! Kalecinin sağından geçeyim derken, elli santim kala karar değiştirerek ters tarafından çalımlayıp golünü atabiliyor. Ya da yerdeyken bir ara pası gördüğünde aniden ivmelenip yine en hızlı karar veren ve uygulayan olabiliyor. Gol vuruşlarında da tam bir Arjantinli’dir Icardi, plase veya şut pek fark etmiyor. Bazen vücudunu yana atarak şık bir plase, gerektiğinde de - Buffon’a yaptığı gibikapatılan bir açıda iğne deliğinden topu tavana yapıştırırcasına sert bir şut çıkarabiliyor. Kısacası Icardi, gol için lazım gelen her şeyi Matrix’te kendine yüklemiş de gerçek dünyaya gelmiş gibi görünüyor! İkinci Fabregas olayı Profil Gün geçtikçe daha da parıldaması beklenen genç Rosariolu’nun önünde bazı soru işaretleri var: Gideceği büyük takım kim olacak ve hangi ülkenin milli takımını seçecek? Onun gibi bir oyuncuya 400 bin avroluk satın alma opsiyonu koyduran Barcelona, sanki David Villa’nın gelecekteki boşluğu için çareyi çok uzaklarda aramamalı. Zira hem o tedrisattan çıkmış olması sayesinde takım bütünlüğüne riayet eden hem de gol sanatını her fırsatta icra eden bir oyuncu olmasıyla Icardi, yine yıllar önce olduğu gibi soluğu Katalonya’da alabilir. Tabi bu kez çok daha yüksek bir bedel karşığında! Tıpkı Fabregas’ta olduğu gibi… HF # 67 Milli takım meselesine gelirsek, her ne kadar Prandelli “umudum sürüyor!” dese de Mauro’nun gönlünde Arjantin yatmakta… Zira İtalya U20’den gelen daveti reddetmesi de bunu gösteriyor. İşin Barcelona kısmı biraz muamma olsa da çok yakın zamanda Arjantin’in 9 ve 10 numarasında iki Rosariolu’yu görme ihtimalimiz çok yüksek: Messi ve Icardi… Şimdiden üzerine teklif ve övgüler yağan Mauro, “burada mutluyum” dediği Cenova’da birkaç gün önce efsanevi başkanlarını kaybeden Sampdorialıların göz yaşlarını kurutmaya daha bir süre devam edecek gibi görünüyor. Fırat Topal Bradford’un Külleri İngiltere Tam 51 yıl sonra, İngiltere 4.kademesinde mücadele eden bir takım İngiltere Lig Kupası’nda final oynayacak. Tarihinde zirveye çıktığı da, uçurumun dibini de gördüğü bir dolu an olan Bradford City’nin, bu sezonun en okunası peri masalına nasıl imza attığının hikayesini sizler için derledik. HF # 67 11 Mayıs 1985 günü İngiltere’nin Yorkshire bölgesindeki Bradford kentindeki Valley Parade Stadyumu’nda toplanan taraftarlar bir şölene hazırlanıyordu. Bradford İngiltere 3. Ligi’nde Millwall’ın önünde şampiyon olarak 2. Lig’e yükselme şansı yakalamıştı. Takım, 1929’dan beri herhangi bir ligde şampiyonluk yaşamamıştı ve müzesine koyduğu tek kupa da 1911 yılında Newcastle United’ı mağlup ederek kazandıkları federasyon kupasıydı. Ligin son maçı orta sıralardaki Lincoln City ile oynanacaktı ve maç öncesi, Bradford doğumlu takım kaptanı Peter Jackson şampiyonluk kupasını almıştı. O gün sezon ortalaması olan 6 bin 600 taraftardan ziyade 11 bin taraftar stadyumda toplanmıştı. Her şey güzel başladı o gün, ama maçın 40. dakikasında İngiliz futbol tarihine geçecek bir felaketin ilk kıvılcımı başladı ki bu mecazi değil gerçek anlamda bir kıvılcımdı. Sonradan anlaşıldığı üzere taraftarlardan birisi, G blokun alt tarafına tam olarak söndürülmemiş bir sigara atmış, yıllar boyu orada toplanan ve tam olarak temizlenmeyen kağıt, karton ve diğer yanıcı maddeler alev almıştı. Yangın söndürücünün o an bulunamaması, alevlerin tavandan düşen parçalar ve tribünün üstünü kaplayan asfaltın da etkisiyle 4 dakikada tüm bloku sarması ve panik, aralarında kulübün eski başkanı Sam Firth’in de bulunduğu, 54’ü Bradford, 2’si Lincoln taraftarı 56 kişinin hayatını kaybettiği bir felakete dönüştü. Bazı insanlar tribünlerde alevlerden kaçamamış, bazıları sahaya atlarken alevlerden geçmiş ve bu yüzden bir ateş topuna dönüşmüş, yaşlılar ise kaderlerine razı olarak oturdukları yerden dahi kalkamamışlardı. 253 kişi de yaralı olarak hastaneye götürüldü. Bazıları vücutlarındaki kalıcı hasarlarla hayatlarına devam ettiler. Ölenlerin yaşları 20 ile 70 arasında değişiyordu. Bradford stadyumun yenilenmesi sırasında maçlarını Leeds, Sheffield gibi şehirlerde ve Bradford’daki rugby için tasarlanmış Odsal Stadyumu’nda oynadı. Olayda deplasmana gelen 2 taraftarını kaybeden Lincoln kulübü yetkilileri öyle bir ders aldılar ki kendi maçlarını oynadıkları Sincil Bank Stadyumu’nun renovasyonuna 3 milyon pound harcadılar ve tribünlerinden birine o gün hayatını kaybeden 2 taraftarlarının soyadlarından esinlenerek Stacey-West Tribünü adını verdiler. Geoff Richmond ve Premier League Kariyerini seyyar satıcılıkla geçiren Geoff Richmond 40 yaşında emekli olduğunda ansiklopediden otomobil tamponuna kadar her türlü malın satışıyla uğraşmıştı. Leeds’de doğup büyüyen Richmond 1994’te Bradford City’i satın aldığında takım yine 3. Lig’deydi ve borçlar kabarmıştı. Tam 2,3 milyon poundluk bir katkı yaptı kulübe. Önce Chris Kamara sonra da Paul Jewell kulübe birer lig atlatarak 1999 yılında tam 77 yıl sonra Bradford’u Premier League’e getirmeyi başardılar. Ama Bradford transferlere milyonlar harcayan bir kulüp haline gelmişti. İki sezon sonra takım küme düştüğünde bu harcamalar maddi anlamda bir çöküşün de göstergesiydi. Richmond 2002 yılında 13 milyon poundluk borcun altından kalkamadı ve Bradford City iflas sürecine girdi. O günden beri de iki iflas daha atlattılar ve sürekli gerilediler. Geçtiğimiz sezon ise League Two’da 18.oldular ve küme düşme hattının 6 puan üzerindeydiler. Neredeyse Konferans Ligi’ni göreceklerdi. İngiltere Peri masalı HF # 67 Bu sezon ligdeki durumda büyük değişiklikler yok. Onuncu sıradalar ve play-off kovalıyorlar. Ama Lig Kupası’nda yaptıklarının tek tanımı “Sinderella Hikayesi” olabilir. Ağustos ayında İngiliz Premier League kulüpleri halen sezona hazırlanırken başladılar yolculuğa ve Notts County’i ilk turda deplasmanda mağlup ettiler. Maçın tek golü, golsüz beraberlik sonrası James Hanson’dan gelmişti. Watford’u 2-1 ile geçtiklerinde galibiyeti golünü 90+4’te attılar. 25 Eylül’de, 3. turda Burton Albion’u 3-2 ile mağlup ettiler ve tarih tekerrür etmiş, Bradford’un galibiyet golü 115. dakikada *Video için internet gerekmektedir. gelmişti. Wigan Athletic’i penaltı vuruşları sonucunda mağlup ettiler. Aynen çeyrek finalde Arsenal’i eledikleri gibi... Yarı finalde karşılarındaki Aston Villa’yı kendi evlerinde 3-1 mağlup ettikten sonra deplasmanda 2-1 kaybettiler ama finali gördüler. Bradford kupada oynadığı 7 maçın sadece 1 tanesinde 90 dakika sona erdiğinde galip durumdaydı ama bu onların finale gelmesine engel olmadı. Finalden önceki son 3 turda, 3 Premier League kulübünü sıraya dizdiler. Bu yolculuğu başlatan adam, Villa Park’taki maçta da bir anlamda turu getiren golü atan adam James Hanson sadece 3,5 sene önce Bradford’daki bir süpermarkette çalışıyordu. Amatör takımlarda oynarken ilk profesyonel kontratına 2009 yılında 22 yaşındayken imza atmıştı, zira 10 yaşında altyapısına girdiği Huddersfield Town onu 15 yaşında kapının önüne koymuştu. Süpermarket rafları temizleyen bir adamdan, 3,5 yıl içinde Wembley çimlerine çıkan bir futbolcuya dönüştü. İngiltere Bradford bu sezon oldukça kötü günler geçiren Aston Villa karşısında, Villa Park’taki rövanşta 3-1’lik ilk maç galibiyetinin avantajını çok iyi kullandı. Maçın başında Birminghamlılar’ın baskı kurma çabasını çok büyük bir soğukkanlılıkla karşıladılar ve oynadıkları savunma disiplinine dayalı futbol onları rakiplerinden 3 kademe daha aşağıda değil, aynı kademede oynayan bir takım olarak gösterdi. Zaten 55.dakikada Hanson, kornerden gelen topa kafayı vurduğunda bu iş bitmişti. HF # 67 Başkan Julian Rhodes, Bradford’da doğmuş bir isim, takım 2002’de iflasını açıkladıktan 2 yıl sonra hisseleri satın aldı ve 9 yıldır başkanlığı yürütüyor, 2007’de yanına, 40 yıllık bir Bradford City taraftarı olan ve borçların bir kısmını üstlenen iş adamı Mark Lawn’u aldı. 1990’larda Reading kulübünün bir efsanesi haline gelen orta saha oyuncusu Phil Parkinson 2011 Ağustos’unda takımın başına geçti ve o günden beri mütevazı da olsa bir yükselişteler. Tabii Lig Kupası’nda yaptıklarına mütevazı dememek lazım... İngiltere’nin bordo-kehribar renklerini seçen tek takımı olan Bradford 24 Şubattaki finalde Swansea City’nin karşısına çıkacak. Karşısında alışılageldik devlerden birisinin olmaması sebebiyle bu masalın sonu, gerçek olduğuna inanılması zor bir rüyaya bağlanabilir. 28 sene önce, günümüzde 25 bin kişilik modern bir stadyum haline gelmiş Valley Parade’deki alevlerden kurtulan ergenlik çağındaki gençler bugün yolun yarısını geçtiler. Çocukluk yıllarında yaşadıkları korku dolu anların yanına, çocuklarına anlatacakları bir hikaye eklenebilir.