Kecioren – okulun ceceli okulu. Cadde uzerinden degil
Transkript
Kecioren – okulun ceceli okulu. Cadde uzerinden degil
Kecioren – okulun ceceli okulu. Cadde uzerinden degil arkadaki kapıdan giris. Mescrutiyet- kızılay otobus. Asfalt 422. BAùÖRTÜSÜ YASAKLARI: AHLAKSIZ DøSKALøFøYE Bundan 20 yıl önce, Ankara Üniversitesi ølahiyat Fakültesi’nin bahçesinde, maruz kaldıkları baúörtüsü yasakları sebebiyle hayatlarında ilk kez açlık greviyle tanıúan genç kızlar, yaúadıkları sorunu, ülkenin seküler elitlerinin dindar halk üzerinde sürdürmeye çalıútıkları iktidar mücadelesinin bir yansıması olarak algılıyorlardı. ùimdilerde kırklı yaúların baúlarında olan o günkü genç kızlar, ilerleyen zamanlarda baúörtüsü meselesinin neredeyse bütün dünya tarafından tartıúılan bir konu olaca÷ını asla düúünmemiúlerdi. Çünkü onlara göre bu oldukça yerel bir sorundu. Yerleúik øslami de÷erleri ve bu de÷erlerle úekillenen gündelik hayat tarzını radikal bir úekilde dönüútürmeyi hedefleyen ve bu u÷urda kendi halkına karúı úiddet kullanmaktan çekinmeyen yönetici elit sınıfın; bir zamanlar Arapça ezanı yasaklaması gibi, fesi, sarı÷ı yasaklaması gibi, Kur’ân e÷itimini yasaklaması gibi dayatmalarından biriydi iúte. Bu yasakların dayatıldı÷ı tek partili dönemin bir benzeri olan askeri darbe rejimi (1980 darbesi sonrası) yaúanıyordu úimdi de ve ordunun baúörtüsüyle arası oldum olası pek hoú de÷ildi. O günlerde bu açlık grevini sürdüren genç kızlara neredeyse yurdun dört bir tarafından gösterilen yo÷un ilgi, ziyaretler, çiçekler ve destek mesajları, halk kesimleri ile yasak koyucular arasındaki hiyerarúik mesafeyi açıkça gözler önüne seriyordu. Üstelik yine o günlerde bu yasa÷ın adı “türban yasa÷ı” de÷il, bizatihi “baúörtüsü yasa÷ı” idi. Çünkü türban lafı, baúörtülü kızları baúörtüsü kullanmaktan caydırmak ama baúlarının bir kısmını kapamalarına da göz yummak amacıyla YÖK tarafından önerilen ve hükümet tarafından desteklenen bir “ara çözüm” önerisi olarak ortaya çıkmıútı. Ancak türban kullanımı beklenen ilgiyi görmedi. Bunun üzerine bir süre sonra unutulur gibi oldu. 28 ùubat süreciyle alevlenen baúörtüsü yasakları tartıúmalarında “türban” yeniden keúfedildi ve etkili bir úekilde kullanıma sunuldu. Fakat bu sefer, ülkedeki kadınlarının ço÷unun baúörtüsü kullanıyor olması sebebiyle, saçları görünmeyecek úekilde itinayla kapatanların “türbanlı” kadınlar olarak di÷erlerinden ayrılması ve baúörtüsüne de÷il türbana karúı çıkılması gibi kurgusal bir söylemde, yeni bir iúlevle araçsallaútı. Medyanın da etkisiyle çok kısa bir zamanda benimsenen bu kullanım iúlevini úöyle icra ediyordu: Baúörtüsünün türbana tercümesi, dindarlı÷ın siyasala tercümesi anlamına gelirken; bir partinin kapatılma gerekçeleri arasında zikredilmesi de, hukuk manzumesinde karúılı÷ı bulunmayan bir “suç” u iliútiriyordu baúörtülülerin türban olmayan türbanına. Yine de kız ö÷rencilerin açlık grevi yaptı÷ı günlerden bu yana çok úey de÷iúti; özellikle dindar muhafazakâr kesimin ülkenin aktüel gündemindeki rolü 80’li yıllara göre bir hayli belirginleúti. 28 ùubat 1997’de bir tür darbeyle hükümetten uzaklaútırılan Refah Partisi’nin ardından, 2002 seçimlerinde Adalet ve Kalkınma Partisi’nin % 34,43 oy oranıyla iktidara gelmesi bu rolü güçlendirdi. Ancak, 28 ùubat’tan sonra, binlerce kız ö÷rencinin e÷itim haklarının zarar görmesine ve yine sayısının beú bine ulaútı÷ı tahmin edilen kadın çalıúanların meslekten men edilmesine sebep olan anlayıúta kayda de÷er bir de÷iúiklik gözlenmedi. Aksine baúörtüsü yasakları sınıf atladı ve Türkiye dört buçuk yıldır, Bayan Erdo÷an’ın, Bayan Arınç’ın ve di÷er baúörtülü bakan ve milletvekili eúlerinin maruz kaldı÷ı ayrımcı uygulamaları konuúuyor. ùu günlerde ise, “Cumhurbaúkanlı÷ı köúkünde baúörtülü/türbanlı bir eú oturamaz” kampanyaları ayyuka çıkmıú durumda. Sonucu bekleyip hep birlikte görece÷iz ancak, baúörtüsü sorununun hem Türkiye’de hem de dünyada giderek çetrefilleúen bir mesele olmasının arkasında yatan sebeplere bir göz atmakta fayda var: Tesettüre dayalı giyim anlayıúı, Müslüman toplumlarda özellikle kentli ve elit kesimlerde etkili olmak üzere bin yılı aúan bir gelenek oluúturmuú durumda. Biçimleri yörelere göre farklılık gösterse de, baú ta dahil bütün bedeni bir úekilde örtmeye dayanan ortak tavır önemli ölçüde korunmuú. Modern döneme kadar, kadınlar ve erkeklerin günlük yaúam alanlarının bile ayrı oldu÷u düúünüldü÷ünde, örtünme prati÷inin, kadınlarla toplumsal hayat arasındaki ba÷lantıya iúaret etti÷ini söyleyebiliriz. øúte bu nokta çeúitli açılardan tartıúma konusu ediliyor: Günümüzde, kendini ait hissetti÷i gelenekten kopmadan yaúamak isteyen pek çok Müslüman kadın, örtülü olma durumlarını geleneksel ve dini referanslarla açıklamayı son derece do÷al görüyorlar. Yani: “Dini bir gereklilik oldu÷u için baúımı örtüyorum/ örtünüyorum.” diyorlar tutumlarını açıklarken. Bu ifadede ne feminist birikimin beden politikalarına yönelik söyleminin itirazcı dili, ne de liberal felsefeye yaslanarak “Benim kiúisel tercihim, kimseyi ilgilendirmez !” meydan okuması yok. Çünkü pek çok Müslüman kadın örtünmeyi o kadar do÷al bir durum olarak görüyor ki, bunu savunmacı, itirazcı ya da özgürlükçü bir dil içinden ifade etmeye ihtiyaç duymuyor. Ancak úu da bir gerçek olarak ortada duruyor: øran gibi øslami bir rejim, bütün dünyanın gözü önünde istese de, istemese de bütün kadınlara baúlarını örtmeyi ve tesettüre uygun bir úekilde giyinmeyi emretti÷inde, ya da Afganistan kadınları øran’dan daha trajik bir úekilde kafesli burkaları ile televizyon ekranlarından odalarımıza girdi÷inde, tesettürün “do÷al bir kadınlık durumu” olarak izahının güçleúti÷ini anlıyorsunuz. Baúını örten bir kadın olarak, bu görüntülerden bir “ortaklaúma” duygusu hissetmeniz mümkün olmuyor aksine dayatmanın o so÷uk ve buyurgan yüzüyle karúılaúıyorsunuz bir kez daha… Dünyanın her yerinde kadınlara yönelik ayrımcılık, baskı ve úiddetle mücadele eden kadın örgütlerinin ya da bireysel aktivistlerin, baúörtülü kadınların u÷radı÷ı ayrımcılı÷a mesafeli ya da duyarsız kalmasında iúte bu görüntüler ve bu dayatmalar etkili oluyor. Türkiye’deki bazı feministlerin ifadesiyle, baúörtüsü kullanımının, poligami, medeni haklarda kısıtlılık, erke÷in altındaki statü gibi bir paket programın içinde algılanıyor olması bu mesafenin ya da duyarsızlı÷ın gerekçesi olarak ifade ediliyor. øslami ilkelere göre düzenlemeler adı altında pek çok Müslüman ülkede bu paket programın gerçekleútirilmesi ise, ne yazık ki bu gerekçeleri ileri sürenleri haklı çıkarıyor. ùimdi bu yol ayrımında, kadın hakları savunucuları olarak “Kadınların ayrımcılı÷a, baskıya ve úiddete maruz kalmamaları ilkesini göz ardı etmeden ne yapabiliriz?” sorusuna cevap bulmamız gerekiyor. Bu sorunun bana göre en makul cevabı; ister dinsel ister seküler gerekçelerle olsun, kadınların e÷itim, iú ve sosyal yaúama katılırken uyması gereken ve uymazsa hak mahrumiyeti do÷uran giyim kurallarına, yazılı/yazısız bütün düzenlemelere, dayatmalara karúı çıkmaktır. Bu düzenleme ve dayatmaların olmadı÷ı bir ortamda ise, açık olan kadına da örtünen kadına da, kiúisel kararlarından dolayı saygı duymak ve karıúmamak gerekir! Aslında çok kolay gibi görünen bu formülün iúleyebilmesi için, baúörtüsüne siyasal bir anlam yükleyerek onu “türbanlaútıran”, böylece kalabalık bir kadın kitlesi ile e÷itimde, ekonomide ve siyasette rekabet etme riskini kolayca ortadan kaldıran kesimlerin, insafa gelerek bu ahlaksız diskalifiyeden vazgeçmesi gerekiyor. Ama son tartıúmalar da gösteriyor ki, türbanlılar üzerinden tatlı kazançlara alıúmıú olan bu odaklar, gözlerini kör eden bir iktidar hırsıyla, ülkeye bedelinin ne olaca÷ına aldırmadan yarattıkları anaforlar içine erkekleri de çekmeye ve kendilerince saf dıúı etmeye çalıúıyorlar. Baúarabilecekler mi, görece÷iz. Ama úunu da belirtmeden geçemeyece÷im: Bu tatlı kârdan memnun olanlar sadece bazı odaklar de÷il; önümüzdeki seçimlerde baúörtülü kadın rakiplerinin çıkmamasını bir úans olarak algılayan bazı AKP’li vekillerin dedikoduları geliyor kulaklarımıza. Dua edelim ki dedikodu olsunlar, yoksa korkaklıklarına bir de alçaklıklarını eklemek zorunda kalaca÷ız. Bu da hiç hayırlarına olmayacak!