Dilde, Fikirde, İşte Birlik! - Türk Boyları Konfederasyonu
Transkript
Dilde, Fikirde, İşte Birlik! - Türk Boyları Konfederasyonu
Dilde, Fikirde, İşte Birlik! Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi Sayı: 24 MAYIS 2014 ISSN: 1306-4533 MAHDUMKULU FİRAKİ TÜR K B I KONFED AR ER ONU SY A YL O TÜ RK B 0 OY - 2 Dilde, Fikirde, İşte Birlik! 05 Türk Boyları Konfederasyonu Kültür Dergisi “Ne Mutlu Türküm!..” Diyebilenlerin Sesi Yayın Türü: Dört Aylık Yaygın, Süreli Yayın Konfederasyon üyelerine ücretsiz dağıtılır Sayı: 24 (Mayıs 2014) TÜRK Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine sahne oldu. Bu sahne yedi bin senelik (en aşağı) bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı; Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. Yayın Sahibi: Türk Boyları Konfederasyonu Adına O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela korkar gibi oldu; Sonra onlara alıştı; Onları tabiatın babası tanıdı, Onların oğlu oldu. Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu. Mecit HAZIR Şimşek, yıldırım, güneş oldu. Editör: Türk oldu, Türk budur. Durhasan KOCA Nesrin GÜNEL İÇAY Düzeltmen: Yıldırımdır, kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir. Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK Yusuf ŞAHİN Av. Ahmet ÇELİK İrtibat: Yakup ATASITÜRK Tel / Belgegeçer: 0312 4171275 E-Posta: turkboylaridergisi@hotmail.com Web: www.facebook.com/turkboylarıdergisi Yönetim Yeri: Şehit Adem Yavuz Sokak No: 9/11 Kızılay / ANKARA ISSN: 1306-4533 Türk Boyları, Basın Ahlak Yasası’na uyar. Dergide yer alan yazıların sorumluluğu Yazarlarına aittir. Yapım ve Basım: SARIYILDIZ OFSET İVOGSAN Ağaç İşleri Sanayi Sitesi 523. Sk. No: 31 Ostim / ANKARA Tel: 0312 395 99 95 Fax: 394 77 49 Baskı Tarihi: 15 Mayıs 2014 Yayın Kurulu Hukuk Danışmanı: Prof. Dr. Ata ATABEY Selahattin BAYSAL Feyzullah BUDAK Vedat ÇINAROĞLU Prof. Dr. Necati DEMİR Yavuz Selim DEMİRAĞ Prof. Dr. Ahmet Bican ERCİLASUN Prof. Dr. Baki ERDOĞAN Dr. Bahattin ERGEZER Prof. Dr. Ethem Ruhi FIĞLALI Prof. Dr. Reşat GENÇ Dr. Ali GÜLER Prof. Dr. Abdurrahman GÜZEL Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU Prof. Dr. Mustafa KAFALI Turgut ÖZBAY Prof. Dr. Selahattin SARI Prof. Dr. Cemalettin TAŞKIRAN Kadir TOSUN Prof. Dr. Fikret TÜRKMEN Prof. Dr. Özcan YENİÇERİ Ali YÜRÜK 24. SAYI 2014 4 İÇİNDEKİLER TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU İhanete Hayır, Türk Milleti ve Devleti BölünEmez Durhasan KOCA Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı 6 ANADOLU: bİN YILLIK YURT MU? KÜRTLER: BİN YILLIK KARDEŞ Mİ? Feyzullah BUDAK 9 13 HOCALI’DA YAŞANANLAR SOYKIRIMDIR Fazlı KÖKSAL Yakup ATASITÜRK TÜRKLERDE KADIN Nesrin GÜNEL İÇAY 18 Selçuk ÖNAL TÜRKİYE VE TÜRKLÜK İÇİN TÜRKİYE SİVİL TOPLUM BİRLİĞİ (TÜRKBİR) KURULDU SOYKIRIM 16 Prof. Dr. Nurullah ÇETİN SANIK KÜRSÜSÜNDEKİ KAHRAMANLAR (III) URFA MUTASARRIFI NUSRET BEY Av. Hasan AYDIN 14 TÜRKLER “TÜRK” ADINI BIRAKINCA 23 AFGAN TÜRKMEN ÖĞRENCİ BİRLİĞİ TOPLANTISI YAPILDI 26 Selahattin BAYSAL 30 BAŞBAKANA AÇIK MEKTUP Dr. Canan ARITMAN 3 Başkandan TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 24. SAYI 2014 İHANETE HAYIR, TÜRK MİLLETİ VE DEVLETİ BÖLÜNEMEZ Durhasan KOCA Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı T ürkiye’de son yıllarda ısrarla sürdürülen etnik ayrışma politikaları sonucunda gelinen nokta şudur; artık İmralı’da mahkum olarak tutulan baş teröristin ve Kandildeki canilerin açıklamaları Diyarbakır meydanlarının yanı sıra Ankara ve İstanbul meydanlarında da Anayasa ve kanunlar çiğnenerek TBMM üyeleri tarafından okunuyor. Kürtçü siyasi partilerin temsilcileri açıkça özerklikten, federasyondan ayrı bayraktan bahsediyor, sonra da biz ayrılmak istemiyoruz diyerek adeta insanların zekasıyla alay ediyorlar. Terör yandaşları Kazlıçeşmede “ya müzakere ya savaş” pankartları açabiliyor. Türk devletinin bölünmez bütünlüğüne ve Türk Milletinin birliğine açık bir saldırı varken siyasi partiler birbirlerini açığa düşürecek oyunlar peşinde. Esefle ifade etmeliyizki böyle bir ortamda siyasi açıdan en şuurlu kesim Kürtçü-bölücülerdir, çünkü ne istediklerini çok iyi biliyorlar ve bütün adımlarını ona göre atıyorlar. Devletin yanlış politikası sonucunda daha düne kadar milli birlik için mücadele eden devletin yanında yer alan bölge insanı PKK-BDP-HDP ihanet şebekesinin insafına terkedilmiş adeta onların saflarına itilmiştir. Sürdürülen yanlış uygulamalarla ulaşılan siyasi sonuç ise; 30 Martta yapılan yerel seçimler ile adeta Güneydoğu’da bir Kürdistan federe bölgesinin şekillendirilmiş olmasıdır. Zaten etnik bölücü partinin yönetici ve milletvekilleri meydanlarda ve medyada açıkca “30 Martta Kürdistan’ın statüsü oylanacak” diye ilan ediyorlardı. Hükümetin bu konudaki basiretsiz ve yanlış uygulamaları ile işte bu hedefe ulaşıldı. Şimdi Ağustosta yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçimleri ve gelecek yıl yapılacak olan genel seçimlerle bu ülkenin üniter yapısı referanduma sunulmuş olacaktır Buna rağmen hükümet ve bazı destekçileri hala çözüm adı altında adım adım bölünmeye giden bu yolun inşasına örtülü ya da açık destek veriyorlar. Tüm bu gerçekler göz önüne alınarak bu ülkede kendisini 4 Türk hisseden herkes önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçimleri ile genel seçimlerde Türkiye’nin üniter bütünlüğü veya bölünmesi için oy kullanacağını unutmamalıdır. Bu arada Türk Milliyetçileri bu tabloda herhangi bir tahrike asla yer vermeden bölgeye ve bölge insanına yönelik yeni bir yaklaşım geliştirmenin yollarını aramalıdır. Hiç kimse şunu unutmasın Kürt ve Zaza etnisitelerine mensup kardeşlerimizin yarısı orta ve batı kesimlerinde yaşadığı gibi evlilikler ve akrabalık ilişkileri dolayısıyla çok büyük oranda karma aileler mevcuttur. Kürt ve Zazaların Türk Milletinin diğer unsurlarıyla ilişkileri, Osmanlı dönemindeki gayrimüslim-müslüman ilişkilerinden çok farklıdır. Bin yıldır Anadolu mayasında ortak din ve kültürün yoğurduğu bu beraberliği yok etmeye kimsenin gücü yetmeyecektir, yeter ki bizler akl-ı selimle hareket edelim. Türk Milleti kavramı etnik aidiyetlerin üzerinde milletin bütününü kapsadığı halde, bu gerçeği tam tersine çeviren uygulamalarla gelinen noktayı iyi anlamak ve milli birliği yeniden kurmak için kardeşlik bağlarını güçlendirmeye yönelik tedbirler almak mecburiyetindeyiz. Bunu yaparken bu vatanın insanlarını bir bütün olarak kucaklayan temel anlayıştan asla taviz verilmemelidir. Biz Türkler bu ülkede ev sahibiyiz ve ev sahipliğinin gereğini yapmalıyız. Gelinen noktada artık bu bizim için tarihi sorumluluktur. Millet olarak bunu yapmak ve başarmak zorundayız. Çünkü vatanımızın bütünlüğü ve milletimizin birliği bakımından sancılı bir süreçten geçiyoruz. Sorumluluk makamında olanlar bu sancıları yaratan başka süreçlerin peşine takılıp giderken bizim dikkatimiz vatanın bütünlüğü ve milletin birliği üzerindedir. Çünkü biz varlığını bu vatana ve millete borçlu dolayısıyla kendisini de geçmişe ve geleceğe karşı sorumlu hissedenlerdeniz. Onun için öncelikli hassasiyetimiz budur. 24. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Çünkü; son zamanlarda vatan topraklarının ayaklarımız altından kaymakta olduğunu, millet fertlerinin ise giderek birbirine karşı gergin ve sıkıntılı bir hale gelmekte olduğunu hissediyoruz. Mevcut siyasi muhalefet yapıları bu vahim gidişe açık ve net bir çare üretmediği gibi adeta iktidarın bu senaryosu için seçilip yerleştirilmiş figüranları gibi duruyorlar. Öyleyse milletin büyük bir milli bilinçle hareket etmesine bugün her zamankinden daha fazla ihtiyaç var. Böylesi bir durumda yapılması gereken nedir? Vatan topraklarının ayaklarımız altından kayışını ve millet birliğinin un ufak edilişini sonuna kadar sessizce seyretmek mi? Yoksa milletin idrak ve idaresini, varlığımızı tehdit eden gelişmelerin önüne bir duvar gibi koymak mı? Elbette büyük Türk Milletinde bu idrak ve irade vardır ve bu varlık tarihte bizim ecdadımız tarafından defalarca kanıtlanmıştır. Elbette bugünün nesli olarak biz de, bizi biz yapan ve varlığımızı borçlu olduğumuz değerlerin yok edilişini sessizce seyredecek değiliz. Çünkü tarihin bize miras bıraktığı ve bizim de kendimizi borçlu hissettiğimiz değerlerin bilincindeyiz. Ancak bu değerlerle birlikte var olabileceğimizi ve yaşamaya devam edebileceğimizi biliyoruz. Bunu başaracağız, çünkü tarihe karşı bir sorumluluğumuz olduğunu biliyoruz. Başaracağız….. çünkü, yarın büyük hesap gününde ulu atalarımız karşımıza dikilip “biz size toprağını kanımızla suladığımız ve canımızı özüne maya yaptığımız başı dik alnı ak saygın bir devlet ve onurlu bir ordu bıraktık. Gün gelip bu devleti yönetenler, bu devletin askerinin başına çuval geçirerek saygınlığını BAŞKANDAN yok edenlere can ciğer kuzu sarması olurken onlarla stratejik dostluklar kurarken sen neredeydin? Ne yapıyordun?” dediği zaman, verilecek bir cevabımız olsun istiyoruz. Başaracağız….. çünkü; yarın büyük hesap gününde ulu atalarımız karşımıza dikilip “Biz size kanımız ve canımız pahasına Türklük gurur ve şuuru, İslam ahlak ve fazileti üzere bir vatan bıraktık. İslam İslam İslam diyerek bu ülkede yönetime gelenler, bir yandan bu ülkeyi bölünmeye sürükleyip, bir yandan da diğer İslam ülkeleri ile yaratılan husumetler arasında bu ülkeyi yalnızlaştırırken ve bu da yetmezmiş gibi buna “kıymetli yalnızlık” adı vererek adeta senin zekanla alay ederken sen neredeydin? Ne yapıyordun?” dediği zaman verilecek bir cevabımız olsun istiyoruz. Başaracağız…. Çünkü yarın büyük hesap gününde ulu atalarımız karşımıza dikilip “ biz size kanımız ve canımız pahasına bir bütün vatan bıraktık. Sonra bu vatan yine bir bütün olarak senin kalsın diye son 30 yılda 30 bin gencimiz can verdi. Peki bu 30 bin gencimizin katillerini bir gecede melek yapanlar bu ülkenin tepesinde tepinirken, bu milletin değerlerini bir bir yok ederken ve bu ülkeyi dilim dilim dilerken sen neredeydin? Ne yapıyordun?” dediği zaman verilecek bir cevabımız olsun istiyoruz. Bunu başarmak için hançerimizin en son perdesinden haykıracağız. HAYKIRACAĞIZ…. ÇÜNKÜ “HAKSIZLIK KARŞISINDA SUSAN DİLSİZ ŞEYTADIR” Hele de bu haksızlık Türk Milletine yapılıyorsa…. DİNLE SANA BİR NASİHAT EDEYİM Dinle sana bir nasihat edeyim Hatırdan gönülden geçici olma Yiğidin başına bir hal gelirse Onu yad ellere açıcı olma El ariftir yoklar senin fendini Dağıtırlar tuzağını bendini Alçaklarda otur gözet kendini Katı yükseklerde uçucu olma Mecliste arif ol kelamı dinle El iki söylerse sen de bir söyle Elinden geldikçe sen iy’lik eyle Katı yükseklerde uçucu olma Pir Sultan Abdal’ım sözüm başarır Aşkın deryasını boydan aşırır Seni bir mecliste hacil düşürür Kötülerle konup göçücü olma PİR SULTAN ABDAL 5 GÜNCEL TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 24. SAYI 2014 ANADOLU: BİN YILLIK YURT MU? KÜRTLER: BİN YILLIK KARDEŞ Mİ? P ek çoğumuz işin aslının ne olduğuna gereken önemi vermeksizin, özellikle 1940’lı yıllardan sonra önümüze konulmuş, 1071 Malazgirt Savaşını baz alan bir ezber kalıbını tekrarlayarak sık sık “Anadolu’nun bin yıllık yurdumuz” olduğundan ve “Kürtler ile bin yıllık kardeşlikten” bahsedip duruyoruz. Üstelik tarih ufku ve millet bilinci yeterli derinlikten mahrum olan kimileri, kendi dar dünyalarına kıyasla bin yıllık sürenin olağanüstü bir zaman olması sebebiyle bunu bir kıvanma ve öğünme zannı ile söylüyorlar. Türk milliyetçiliğinin tapusunu hiç kimseye bırakmayan MHP’nin Genel Başkanı ve en üst düzey yöneticileri bile sık sık bu hatayı yapıyor. Bir toplantıda Sayın Devlet Bahçeli’nin “Türk Dünyasının Bilge Lideri” unvanıyla kürsüye davet edildikten sonra yaptığı yarım saatlik konuşmasında birkaç kez “Anadolu için bin yıllık yurt” ve “Kürtler için bin yıllık kardeşlik” vurgusu yaptığına bizzat tanık oldum. Hatta, rakamlarla muhabbetini iyi bildiğimiz Sayın Bahçeli aynı titizliğini burada da göstererek bazen tam olarak “bin yıl” demeyi bile yanlış buluyor ve içerisinde bulunduğumuz yıldan 1071’i çıkararak mesela “973 yıllık…” filan deyiveriyor… Türklerin Anadolu’ya 1071 Malazgirt Savaşı ile girmiş oldukları tezi koca bir yalandır. Batılıların ve özellikle de ABD’li toplum mühendislerinin 1940’lı yıllardan sonra bilinçlerimize yerleştirdiği ve bizlere bilinçsizce tekrar ettirdiği bir büyük yalan… Yakın zamanlara kadar önemi pek fazla kavranamayan ama coğrafyamızdaki bazı ayrılıkçı gelişmelerden sonra ne kadar önemli olduğu şimdi daha iyi anlaşılan tehlikeli bir yalan. Çünkü biz bu söylemle “bin yıldan önceki zamanlarda Anadolu’nun bize ait olmadığını” ve “Kürtler ile ancak Anadolu’ya geldikten sonra kardeş olup, bin yıldan önceki zamanlarda onlarla hiçbir bağımız olmadığını” kendi ağzımızla söylemiş oluyoruz ve bilmeden bunu gittikçe yerleşen bir bilince dönüştürüyoruz. Bu bilinç kayması ise bizim coğrafyamızda son yıllarda oynanmak istenen ayrılıkçı oyuna farkında olmadan yardım ediyor. Ama gerçek tarih ve olaylar bunu doğrulamıyor! Orhun Kitabelerinde yazılı olanlar ve benim Orta Asya bozkırlarında karşılaştığım Kürtler bunu doğ- 6 Feyzullah BUDAK rulamıyor. Eğer “Anadolu’nun sadece bin yıllık yurdumuz olduğu ve Kürtlerle sadece bin yıllık kardeşliğimiz olduğu” doğruysa biz, Orhun Kitabelerinde Oğuz Beyleriyle ve Kırgız Beyleriyle bir arada taşlara kazılan “Kürt Beylerini” nereye koyacağız? Eğer bu doğruysa, benim Orta Asya bozkırlarında karşılaştığım, Kürtçe diye bir dil bilmeyip tertemiz Türkçe ile konuştuğu halde “Ben Kürdüm” diyen insanları nereye koyacağız? Evet, Kürtler bizden bir unsurdu ve bizim aramızdaydı. Altaylar’da ve Orta Asya’da bir aradaydık. Bunun için onların adları Kırgızlarla ve Oğuzlarla beraber Göktürk yazıtlarında yer aldı. Bunun için bugün bile hala Orta Asya bozkırlarında Türkçe konuştuğu halde “Kürdüm” diyen insanlar var. Tıpkı bizim bir kısmımız gibi onların da bir kısmı Orta Asya’da kaldı ve bizim bir kısmımız ile onların bir kısmı hep birlikte Anadolu’ya geldik ama sanıldığı gibi 1071 Malazgirt savaşı ile değil. Ondan binlerce yıl evvel… Bunun için Hakkari’de bulunan 3200 yıllık mezar taşları ile Orta Asya’da bulunan eski dönemlere ait mezar taşları birbirinin tıpa tıp aynısıdır. Çünkü aynı kültürün ürünleridir. Bunun için Ahlat’ta bulunan M.Ö. 650 yılına ait mezar taşlarında tarihi Türk boylarına ait damgalar var. Bunun için Kırgızistan’da Saymalıtaş bölgesinde bulunan binlerce tarihi kaya resminin hemen hemen aynıları ile Anadolu’da Ankara/Güdül/Salihler Köyü’nde, Ordu/Mesudiye/Esatlı Köyü’nde, Kars/ Kağızman/Camuşlu Köyü’nde, Erzurum/Karayazı/ Cunni Mağarası’nda, Hakkari/Yüksekova/Gevaruk Yaylası’nda ve Anadolunun daha bir çok yerinde karşılaşıyoruz. Bunun için Anadolu coğrafyasında bulunan tarihi metinler “M.Ö. 2 bin yıllarında Akat Kralının Fırat Nehrini geçerek Anadolu’ya girmesi üzerine o zaman Anadolu’da bulunan 17 şehir devletinin Akat Kıralına karşı vatanlarını korumak için bir araya geldiklerini ve bunlardan birinin de çivi yazılı metnin 15. satırında yer alan Türki Kralı İlşu-Nail olduğunu” yazıyor. Yani bundan 4 bin yıldan daha önceki bir zamanda Anadolu’da Türkler var ve vatanlarına karşı yapılan bir saldırıya karşı da direniyorlar. O zaman da bu vatanı başkasına vermemek için savaşıyorlar. 24. SAYI 2014 GÜNCEL TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Buradan ayrıca tarihte “Türk” adıyla kurulan ilk devletin “Göktürk” devleti olmadığı da anlaşılıyor. Aynı arkeolojik bulgulardan bu Türk krallığının da Hurri isimli bir kavimden geldiği, Türkçe konuşan bu kavmin Anadolu’daki tarihinin ise M.Ö. 3. Bin yıldan 6. bin yıla kadar gittiği anlaşılıyor. Bu açık bulgular ise Türklerin Anadolu’daki varlık tarihini en azından 8 bin yıl öncesine götürüyor. Tüm bu bulgularla coşup “Türklerin anayurdu aslında Orta Asya değil Anadolu’dur” diyenlerin olduğunu da biliyorum. Ama tarih bütünü bunu doğrulamıyor. Türklerin tarih sahnesine çıktığı yer Altay bölgesidir ama Anadolu coğrafyasına gelişleri zannedildiği ve tehlikeli bir yanlışlıkla ifade edildiği gibi bin yıl önce değil binlerce yıl öncedir. Sözün özünü önemine binaen tekrar edelim; Anadolu ile ve Kürt halkıyla ilgili “bin yıllık” söylem, bize bilinçli ve planlı şekilde söyletilen tehlikeli bir yanlıştır. Çünkü bu söylem, Anadolu’ya sahipliğimizin insanlık tarihine kıyasla fazla da eski olmadığını onayladığı gibi, Kürtler ile tamamen ayrı milletler olup, ancak bin öncesine dayanan bir beraberliğimiz olduğunu da onaylıyor. Halbuki gerçek bu değil! Gerçek; Türk-Kürt beraberliğinin Orta Asya’daki binlerce yıllık ortak tarihe dayandığıdır ve bu toplumların da Anadolu’ya bin yıl önce değil, binlerce yıl önce geldiğidir. Göktürk Yazıtlarında adı geçen Kürt Beyleri ile bugün bile Orta Asya bozkırlarında yaşayan Kürtler ve Anadolu’nun arkeolojik bulguları bunu gösteriyor. Başka milletler kendileri için olmayan tarih yaratırken, biz var tarihimizi yok etmeyelim! YÜRÜYÜN İLERİ Süleyman SARIKAYA Türkiye’nin bu durumu malumdur elbet, Vatana, bayrağa sahiplik haktır, Üç-beş düzenbaza kaldı memleket, Haini görüp de susan korkaktır, Yalandan dolandan bıktı bu millet, Milletin birliği korunacaktır, Yeni bir ruh gerek, yeni hareket. İstikbal bizimdir, bizim olacaktır. Sağcısı, solcusu, milliyetçisi, Yiğitler yenilmez, korkaklar yenmez, Diyor ki; yurdumun yok mu bekçisi, Başarmak isteyen azminden dönmez, İktidar ülkenin rantiyecisi, Demokrasilerde çare tükenmez, Sizler halkın gerçek temsilcisi. Elini taş altına koymalı herkes. Türk’üz biz, şanımızdır Türklüğümüz, Sözüm size Anadolu erenleri, Beş vakit ezan dinler her köyümüz, Yörük, Türkmen, Horasan’ın beyleri, Altaylardan Tuna’ya at sürdüğümüz, İlmin, siyasetin önde gelenleri, Bu topraklar için fedadır ömrümüz. Bismillah yürüyün haydi ileri… 7 GÜNCEL TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 24. SAYI 2014 “SELF DETERMİNASYON” - KENDİ KADERİNİ TAYİN Sadi SOMUNCUOĞLU T artışmalarda iyi niyetle de olsa, zaman zaman milletlerin egemenlik hakkıyla, bu egemenlik altında yaşayan sosyal grupların hukuku birbirine karıştırılıyor. Böyle olunca da doğru bir sonuca ulaşılmak pek mümkün olmuyor. Kendi Kaderini Tayin Hakkı (KKTH) kavramı uluslar arası hukukun da konusu olduğuna göre, soruna bu açıdan bakmak gerekiyor. Uluslar arası hukukta: Demokrasiyle yönetilen ülkelerde sosyal grupların (ırk, etnisite, millet parçası, dil, din, mezhep gibi) KKTH var mıdır? Hayır. yır. Demokrasiyle yönetilmeyen ülkelerde var mıdır? HaBM İkiz Sözleşmeleri’nde var mıdır? Hayır. Çünkü bu hak, ilke olarak sadece milletlere/halklara aittir. Sömürge (dominyon) halkları da bu gruba dahildir. Şimdi de bu “hayır”ları açalım: BM Antlaşması 55. Md.ne göre, “Milletlerin (Halkların) hak eşitliği ve kendi kaderini tayin ilkesine saygı” esastır. BM Genel Kurulu’nun, 24.10.1970 tarihli İlke Bildirisi ve Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi 3. Md.de; “Özerk olmayan ve vesayet altında bulunan ülkelerin yönetilmesinden sorumlu olan devletler de dahil, bu Sözleşmeye Taraf Devletler, BM Yasası’nın hükümleri uyarınca milletlerin KKTH’nın gerçekleştirilmesini kolaylaştıracaklar ve bu hakka saygı göstereceklerdir” deniliyor. BM Şartı ve diğer önemli uluslararası belgelerde sosyal gruplara KKTH tanınması söz konusu olmamıştır. Aksine, egemen devletlerin siyasi ve kültürel bütünlüğünü tamamen veya kısmen tehlikeye atacağı, dünya düzenini kaosa sürükleyeceği kabul edilerek reddedilmiştir. 1966 tarihli İkiz Sözleşmeler de, milletlerin bu hakkını garanti altına almıştır. Uluslar Arası Adalet Divanı (UAD), 1986’da Mali ve Birkino Faso arasındaki sınır uyuşmazlığını, “Mevcut sınırların değiştirilemeyeceği” gerekçesiyle karara bağlamış, KKTH talebini reddetmiştir. Kanada Yüksek Mahkemesi, Kebek Eyaletinin KKTH talebini, uluslararası hukuka göre değerlendirip, ülke bütünlüğünün korunması ilkesine göre karar vererek reddetmiştir. 1975 tarihli Helsinki Sonuç Belgesi, AGİT ve Avrupa Konseyi kararlarıyla, devletlerin ülke bütünlüğü esas kabul edilmiştir. 8 II. Dünya Savaşı’ndan sonra azınlık kavramı açıklığa kavuşturulmuş; artık dil, din, kültür ve gelenek farkına dayalı gruplar veya cemaatler olarak değil, bu gruplara mensup bireyler olarak değerlendirilip, temel hak ve özgürlükleri bireysel planda koruma altına alınmıştır. BM Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi 27. Md.de; devletçe destekli azınlık okulları açılması veya dil bakımından somut haklar tanınması için yapılan önerileri reddedilmiştir. AİHM de; “Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin azınlık dillerini koruma altına almadığı” gerekçesiyle, egemen devletlerin bu dillerden yayın, öğretim ve eğitim yapma mecburiyeti olmadığına karar vermiştir. BM Genel Kurul İlke Bildirisi Md. 1’de; Üye devletler ülkelerindeki etnik, kültürel, dil ve dini azınlık haklarının grup olarak değil, gruba mensup kişilerin bireysel hakları olarak kabul edilmiştir. Aynı Bildiri Md.8/4’de; “Bu bildiride yer alan haklardan hiçbirinin BM’nin amaçlarına aykırı olarak veya devletlerin eşitliği, toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı aleyhine kullanılamaz” hükmü yer almaktadır. 1990 Kopenhag İnsani Boyut Belgesi, 1989 Viyana Belgesi, 1990 Yeni Bir Avrupa için Paris Şartı, 1991 Moskova Belgesi, 1993 Dünya İnsan Hakları Viyana Bildirisi’nde; sorun eşit birey temelinde görülmekte, ülke bütünlüğü ve siyasi birlik esas alınmaktadır. Bu özet bilgilere göre uluslararası hukukta; Dünya düzeninde millet (halk) egemenliği; devletlerin bağımsızlığı, siyasi eşitliği, ülke bütünlüğü ve içişlerine karışılmazlığı esasına dayanmaktadır. Azınlık veya sosyal gruplar (ırk, etnisite, mezhep ve inanç farklılığı gibi), kolektif kimlikleriyle değil, gruba mensup eşit bireyler olarak kabul edilmektedir. Her millette var olan bu grupların, devletin hukukuna sokulmadan, toplum hayatında serbestçe yaşama hakkı teminata bağlanmıştır. Sömürge milletlerine (halklarına) KKTH tanınmaktadır. BM İkiz Yasaları ise, eşit bireyi ve yurttaşı esas almaktadır. Sonuç: Dünya hukuku milletleri (halkları) esas almakta, her türlü bölücülüğü, ayrımcılığı, ırkçılığı reddetmektedir. Tarihimiz, kültürümüz ve tevhit dini İslam da aynen böyle diyor. Bu demektir ki, bölücüler kökten haksızdırlar. 24. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Değerlerimiz SANIK KÜRSÜSÜNDEKİ KAHRAMANLAR (III) URFA MUTASARRIFI NUSRET BEY Fazlı KÖKSAL U rfa Mutasarrıfı Nusret Bey de, Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey gibi, İşgal altındaki İstanbul’da oluşturulan Divan-ı Harbi Örfi’nin idama mahkûm ettiği kahramanlardan birisidir… Aynı Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idamı gibi bir hukuk skandalı… Yine İngiliz işgali altında bir olağanüstü bir mahkeme… Yine Nemrut Mustafa Paşa… Yine yalancı tanıklar… Yine Ermeni Kilisesi ile işbirliği… Yine tehcirde kötü muamele iddiası… Yine Damat Ferit’in Başbakanlığı dönemi... Yine İdam… Yine “Vatan Sağ Olsun” haykırışı ile idam sehpasında sallanan bir yiğit… İdama Giden Yol; 1 Haziran 1915’de savaş bölgesinde oturan Ermenilerin Suriye dolaylarına gönderilmesini içeren “Ermeni Tehciri” kanunu çıkarılmıştı. Erzurum’daki 3.Ordu Komutanı Mahmut Kamil Paşa da bu kanuna dayanarak Haziran-1915’de savaş bölgesi olan Bayburt’taki Ermenilerin Erzincan’a sevk edilmesi emrini verir. O tarihte Bayburt Kaymakamı olan Nusret Bey de bu emri yerine getirir. Bayburt hudutlarındaki Ermeniler bölgedeki jandarma güçleri aracılığıyla Erzincan’a sevk edilir. Tehcir sırasında kanunlara aykırı hiçbir olay olmaz. Tehcire tabii tutulan Ermenilerin mal varlıkları da oluşturulan bir komisyon tarafından satılarak bedelleri kendilerine verilir… I.Dünya Savaşı’nın en buhranlı günlerinde bir yandan Bayburt Ermenilerinin salimen tehciri için çaba sarf ederken, diğer yandan da 3.Ordu’ya erzak temini için çalışan Nusret Bey bu hizmetlerinden dolayı değişik tarihlerde Erzurum Valiliği ve 3.Ordu Kumandanlığı tarafından ödüllendirilmişti.. Nusret Bey 14 Haziran 1917’de, o sırada Yıldırım Orduları 2.Grup Kumandanı olan Mustafa Kemal Paşa’nın talebi üzerine Urfa Mutasarrıflığına tayin edildi. Nusret Bey Urfa’da görev yaparken, Urfa Müdafaa-i Hukuk Teşkilatı’nın kurulmasına öncülük etti… Kürt Teali Cemiyetini zararlı faaliyetleri nedeniyle kapattı… Nusret Bey Urfa Mutasarrıflığı görevindeyken I.Damat Ferit Paşa Hükümetinin Dahiliye Vekilliğine atanan Cemal Bey (Artin Cemal) tarafından 6 Nisan 1919’da Ermeni tehciri meselesinden dolayı görevinden uzaklaştırılarak İstanbul’a çağrıldı. Nusret Bey İstanbul’a geldikten sonra Bayburt ve Ergani-Madeni Ermeni tehciri ve taktilinden dolayı Mustafa Nazım Paşa başkanlığındaki Divan-i Harp-i Örfi’de yargılandı ve suçsuz bulundu. 6 Kasım 1919’da yine aynı suçlamalarla tekrar tutuklanıp cezaevine kondu. 15 Mart 1920’da Esad Paşa’nın başkanlığındaki I.Divan-ı Harp-i Örfi Nusret Bey’in sorgusuna başladı. Mahkeme heyeti Bayburt’ta bazı kişilerin ifadelerine başvurulmasını talep etti. Ancak Anadolu ile telgraf haberleşmesinin kesilmesi üzerine Bayburt ile irtibat kurulamadı. Bunun üzerine 20 Mart 1920’deki Nusret Bey’in duruşması bir başka tarihe ertelendi. 5 Nisan 1920’de kurulan 4.Damat Ferit Paşa Hükümetinin en önemli meselesi, İngilizler ve Ermeni Patrikhanesi istediği için, Ermeni tehciri davalarını hızlandırmaktı. Bu amaçla; hükümet 17 Nisan 1920’de I.Divan-ı Harp-i Örfi Başkanlığına Nemrut (Kürt) Mustafa Paşa’yı atadı. 26 Nisan 1920’de de “I.Divan-ı Harp-i Örfi Mahkemesi’nin Teşkilat ve Vazifeleri” hakkında bir genelge yayınlayarak; tehcir davalarının öncelikli görüleceğini, yargılamaların gizli yapılacağını ve sanıkların avukat bulunduramayacağını, açıkladı. Nusret Bey’in yargılanması tam anlamıyla bir hukuk skandalıydı.. 9 Değerlerimiz TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Nusret Bey’in yargılanması sırasındaki tüm duruşmalar gizli yapıldı ve onu avukat bulundurma hakkı tanınmadı. 29 Nisan 1920 tarihli Serbesti, 30 Nisan 1920 Tarihli Peyam-ı Sabah Gazetelerine ilan verilerek tanıklık yapmak isteyenler mahkemeye davet edildi… Tanıklar, mahkemede nasıl ifade verecekleri konusunda Ermeni kilisesinde eğitildiler… Ama bu kadar eğitime rağmen büyük gaflar yaşandı. Mesela; Olay tarihinde 7 yaşında olan bir tanık, 5 sene önce geçen olayları inanılmaz detayları ile anlattı. Nusret Bey’i yalnızca Nüfus kayıtlarında olan, hiçbir zaman kullanmadığı “Mehmet Nusret Bey” ismi ile tanımladı. Başka bir tanık, Nusret Bey’in subay olduğunu, üniformasıyla emir vererek Ermenilerin ölüm emrini verdirdiğini söyledi. Nusret Bey sivil bir yönetici olmasına rağmen mahkeme heyeti tanığa hiçbir tepki vermeden dinledi. Başka bir gün, tanıklığına başvurulan üç ermeni kadın, ifadeleri sırasında salonda olan Nusret Bey için salonda değil demeleri üzerine mahkeme heyeti duruşmaya ara verdi. Arada tembihlenen tanıklar, duruşmanın devamında, Nusret Beyin salonda olduğunu söyleyerek Nusret Bey’i suçladılar. Yargılama tamamlandıktan sonra, mahkeme üyelerinden Ferhat Bey Nusret Bey’in vazifeyi suiistimalden üç sene cezalandırılmasını istemesine karşılık, Mahkeme Başkanı Mustafa Paşa ve diğer üyeler Nusret Bey’in idamını istediler. Uzun tartışmalardan sonra mahkeme heyeti Nusret Bey’i 15 ay kürek cezasına çarptırdı ve mahkeme mazbatası da bu şekilde düzenlenerek 4 Temmuz 1920’de mahkeme heyetince imzalandı. Ancak, karar imzalandıktan sonra Mustafa Paşa başkanlığındaki I.Divan-ı Harp-i Örfi üyeleri Ferhat Bey’in dışında yeniden toplanarak Nusret Bey’in idamına karar verdi. Kararı imzalamayan Ferhat Bey 27 temmuz 1920’de III.Divan-ı Harp-i Örfi azalığına tayin edilip yerine Mirliva Niyazi bey atandı. Aynı gün Niyazi Bey’in idam kararını imzalamasıyla mahkeme heyetinin imzaları tamamlanmış oldu. Bu karar, 4 Ağustos 1920’de padişah tarafından onaylandı… 24. SAYI 2014 idam kararını tereddütsüz imzalaması düşündürücüdür. Mustafa Kemal’in sevdiği bir yönetici olan Nusret Bey’in idam kararının hemen imzalanması ile Ankara hükümetine bir gözdağı mı vermek istenmiştir? Yoksa Vahdettin’in İngiliz isteklerine karşı direnme gücünün hiç kalmaması mı bu kararı hemen imzalamasına neden olmuştur? Üzerinde durulması gereken bir husustur. Nusret Bey’in idamı yanlı ve düşmanca bir karardır… Tanıkları Ermeni Kilisesi belirlediği ve yönlendirdiği için yanlı bir karardır… Mahkeme Başkanı Nemrut Mustafa Paşa’nın, Nusret Bey’in Urfa Şubesini kapattığı Kürt Tealli Cemiyeti’nin kurucu üyesi olduğu için düşmanca bir karardır… Mahkeme ve Mahkemeyi atayan Damat Ferit Hükümetinin İngilizlere yaranmak amacında olduğu için yanlı bir karardır… Nusret Bey’in idamı bir hukuk skandalıdır… Beraat ettiği bir konuda ikinci kez yargılandığı için hukuk skandalıdır… Aynı eylemler için üç farklı karar (Beraat, 15 Yıl Kürek, İdam) verildiği için hukuk skandalıdır… Aynı mahkemenin aynı duruşmaların sonucunda iki farklı karar (15 Yıl Kürek, İdam) verdiği için hukuk skandalıdır… Hem de, mahkeme kararı ile tescil edilmiş bir hukuk skandalıdır; Nusret Bey’in idamından yaklaşık 3 ay sonra, 1 Kasım 1920 tarihinde temyiz hakkının yeniden verilmesinden sonra 23 Nisan 1920 tarihinden sonra Divan-ı Harb-i Örfi heyetinin verdiği tüm kararlar, Askeri Temyiz Heyeti tarafından incelenir… Ve 5 Ağustos 1920’de de İstanbul Beyazıt meydanında Nusret Bey idam edildi. 15 Kasım 1920 tarihli Peyam-ı Sabah Gazetesinde, eski I.Divan-ı Harp-i Örfi Başkanı Nemrut Mustafa Paşa ve azalardan Recep Paşa ile Miralay Recep ve Kaymakam Fettah Beyler’in, eski Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’e 15 ay kürek cezasına mahkum etmişken hilaf-ı usul olarak ikinci bir mazbata düzenleyerek Nusret Bey’i idama mahkum etmelerinden ve bu kararın da infaz edilmesinden dolayı tutuklandıklarını belirten bir haber yayınlandı.. Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey’in idam kararını imzalamak için bir süre direnen, Şeyhülislam Fetvası isteyen Vahdettin’in, kapalı kapılar ardında ve daha adaletsiz bir şekilde yargılanan Nusret Bey’in Temyiz Heyeti, 10.Ocak.1921 tarihli kararında; Nusret Bey’e kürek cezası verilen karardaki suçlamaları yerinde bulmayarak reddetmiş, idam kararını ise yok saymıştır. 10 24. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Nusret Bey’in suçsuz olduğu mahkeme kararıyla da tescil edilmiştir. Ama ne yazık ki, Nusret Bey’in şahadetinin üzerinden 6 ay geçmiştir. Nemrut Mustafa Paşa ve Divan-ı Harp’in tüm üyeleri, hukuksuz yargılamaları nedeni ile Mirliva Mustafa Paşa Başkanlığındaki Divan-ı Harbi Örfi Mahkemesince suçlu bulunarak sembolik hapis cezalarına (Nemrut Mustafa Paşa 7 ay diğer üyeler 3 ila 5 ay) mahkûm edilir… Yalnızca 85 gün tutuklu kalan mahkumlar, Padişah Vahdettin tarafından, yeterli süre (?) tutuklu kaldıkları gerekçesiyle affedilirler… Nusret Bey bir Türk Milliyetçisi idi O Urfa Mutasarrıfıyken, Ordular bozulmuş, komutanlar çekilmiş, telgraf hatları tahrip edilmiş, kurtuluş yolları tıkanmıştı. Nusret Bey, 6. Ordu Kumandanı Ali ihsan (Sabis) Paşa’nın tavsiyesiyle, Jandarma Komutanı’nı şehrin aydınlarını ve eşrafı toplayarak acı bir dil ile memleketin düşme ihtimaline karşı alınacak önlemlerin ilki olarak milli bir milis kuvvetinin acilen oluşturulmasını ve jandarma komutanı emrine verilmesini istedi. Bu isteğin uygun görülmesi üzerine sayısı 600’e yaklaşan bir milis alayı oluşturuldu ve bu kuvvete silah ve cephane dağıtıldı… Bu kuvvet Urfa Kuvvayı Milliyesi’nin çekirdeği olacak ve daha sonra Müdafa-i Hukuk Cemiyeti’ne dönüşecektir. Sevr Anlaşması gereği, Urfa’ya İngiliz işgal kuvvetleri girer, her Vilayette-Sancakta işgal kuvvetlerini o ilin mülki amiri sınırda karşılamaktadır. Nusret Bey İngiliz İşgal Kuvvetlerini karşılamaya gitmez. İngiliz İşgal kuvvetleri komutanının “Bizi niçin karşılamadınız” sorusuna Nusret Bey; “Siz misafir gibi gelseydiniz Birecik’te karşılardık. Fakat işgal ordusu sıfatıyla sizi karşılamaya TÜRKLÜĞÜM manidir” cevabını verir. Nusret Bey’in Milis Kuvveti oluşturması ve İşgal Kuvvetleri komutanına karşı bir Türk Yöneticisine yakışan tavrı, muhtemelen, görevden alınmasının esas nedeniydi… Falih Rıfkı Atay Çankaya’da, Bekirağa Bölüğündeki hapishane arkadaşı Nusret Bey’i “terbiyeli, özü sözü birbirinden temiz bir Türk Milliyetçisi” olarak tanımlar. Yoksul Soyguncu (!) Hapishane arkadaşı Falih Rıfkı Atay, Nusret Bey’in idama gidişini şu hazin cümlelerle anlatır; “Nihayet bir akşam Locaya indirilmek üzere ara- Değerlerimiz mızdan aldılar. Bize ağlayışlı bir sesle veda etti. Sanki hayattan kopup gittiğine değil de, dostlarından ayrıldığına yanıyordu. Kapıdan çıkarken pantolonunun yamasını gördüm. Sabaha doğru, koridorda süngülü muhafızların ayak seslerini duyduk. Nusret sehpaya gidiyordu. İbrahim Fevzi karyolasının ucuna çıktı, ezan okumaya başladı. Karısına ve çocuklarına bile gösterilmemişti. Göğsüne asılan yaftada “para çalmak için kıtal yaptığı” söylenen Nusret’in yamalı pantolonu cebindeki cüzdanında yalnız bir kağıt lira bulmuşlardı. Sabahın ilk saatlerinde tevkifhane avlusundan, zavallı karısının çığlıkları geliyordu.” Son Mektubu; Nusret Bey İdama giderken yakınlarına duygu dolu mektuplar yazar. Kardeşine yazdığı son mektup, Türk Gençlerine, bir ibret vesikası olarak Tarih derslerinde okutulacak niteliktedir; “Kardeşim, Bugün hayatımın son dakikalarını yaşıyorum. Vicdanım kat’iyyen muazzeb değildir. Hayatımda millet ve vatanıma hizmetten başka gayem yoktu. Onu elhamdülillâh kemali sıdk ve istikamette (tam bir sadakât ve doğrulukla) ifa ettim. Bana isnat olunan cerâimin (cürümlerin) hiçbirisinin faili değilim. Masum ve bîgünahım. Küçük çocuklarımı, zevcemi yalnız ve pek fakir olarak bırakıyorum. Beş gün sonra yiyecekleri bile kalmayacaktır. Allah aşkına sokaklarda bırakma. Validesi, çocuklarımın terbiyelerine baksın, intikamımı almak için çocuklarımı ona göre terbiye ederek büyütsün. Babaları mücrim (suçlu) değil, şehittir. İşte son nefesimde hiçbir şeyden korkmayarak vicdanımdan kopup gelen şu ifadelerimi sana iblâğ ediyorum. Vatanım yaşasın, elbet bir gün gelir, intikamımı alır. Masumların âhı büyüktür. Bir masumun kanıyla oynayan şu Mustafa Paşa’nın hainâne hareketleri şu dünyada kendisine acaba kâr kalacak mı? Sabır tavsiye eder ve aileme sefalet çektirmemenizi rica ederim. Bilirim, senin de halin müsait değildir. Fakat ne yapalım, senden başka kimsem yok. Elveda kardeşim, hakkınızı helâl ediniz. Nusret” Tarihin ve Türk Milletinin Hükmü Tunalı Hilmi Bey’in teklifi ile TBMM, 25 Aralık 1921 tarihinde Nusret Bey’i “Milli Şehit” ilân eden 11 Değerlerimiz TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 24. SAYI 2014 kanunu çıkarmış ve Nusret Bey’in geride bıraktığı eşi ve çocuklarına maaş bağlamıştır. Mustafa Kemal Atatürk, Kemal Bey’in ailesine gösterdiği yakın ilgiyi Nusret Bey’in ailesi için de göstermesi sonucu, 25 Kânûn-ı evvel 927 tarihli bir Kararname ile “Ermeni Suikast Komiteleri tarafından şehit edilen Urfa Mutasarrıf-ı sâbıkı Nusret Bey’in vârislerine” yirmi bin lira kıymetinde muhtelif emlak verilmesine karar verilir. Kararnamedeki “Ermeni Suikast Komiteleri” tanımlaması muhteşem bir tarih şuurunun sonucudur. Nusret Bey’i yargılayan Nemrut Mustafa Paşa Başkanlığındaki Mahkeme ve belki de Damat Ferit Hükümeti, Türkiye Cumhuriyeti hükümetinin bu kararnamesi ile Ermeni Suikast Komitesi olarak tanımlanarak, bir millete ve o milletin fedakar mensuplarına suikastların yalnızca silahlı düşmanlarca değil, düşmanların uşağı/oyuncağı mahkemeler ve siyasiler tarafından da yapılabileceği vurgulanarak, Türk Milletine önemli bir mesaj verilmektedir. Türk Milleti, başta Boğazlıyan Kaymakamı Kemal Bey ve Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey olmak üzere, Suikast Komitelerinin kurbanlarını rahmet ve minnetle; Suikast Komitelerini ise lanetle anacaktır… Kaynakça; 1) Ferudun ATA/İşgal İstanbulunda Tehcir Yargılamaları/TTK Yayınları/2011 TÜRKLÜĞE BİAT! Dr. Nurettin ELBİR Eyyy, oğul! Fecr ışığı Ruhun olsun! Güneş Kızılını boğsun! Bala KAĞAN Kün doğanda: Altınova, Altaylarda; Şaman eli BAYKAL’da, Bozkurtların ulusun!... Kalbinin Kor’unda, Çelik kalkan’ın dövülsün! Altaylar’dan attığın OK: Alp dağlarında görünsün! Doru Kısrak Kişne’yende; Aral Hilal’e bürünsün!... Ata’n 2) Falih Rıfkı ATAY/Çankaya/ Pozitif Yayınları/ Haziran 2011 Cengiz Han, Atilla! 3) Bayram AKÇA/Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey/ Basılmamış Yüksek Lisans Tezi/1995 Ulanbatur, Türkmeneli 4) Yrd.Doç.Dr Bayram AKÇA/Ermeni Tehciri ve Urfa Mutasarrıfı Nusret Bey’in İdamı/Makale Hükmederdi Kıta’lara! Tarih yazıp Filiz verdi! LakinZaman Ol zamandır; Ulusallık örselendi!... Yılma sakın Eyy OĞUL Türklüğe BİAT et!!! Ceddin ulu, Sen soylusun!... 12 24. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU GÜNCEL SOYKIRIM Av. Hasan AYDIN B aşbakan Erdoğan Ermenilerin sözde soykırımın yıldönümü olarak kabul ettikleri 24 Nisan’da yaptığı başbakanlık açıklamasında “Kadim ve eşsiz bir coğrafyanın benzer gelenek ve göreneklerine sahip halklarının, geçmişlerini olgunlukla konuşabileceklerine, kayıplarını kendilerine yakışır yöntemlerle ve birlikte anacaklarına dair umut ve inançla, 20.yüzyılın başındaki koşullarda hayatlarını kaybeden Ermenilerin huzur içinde yatmalarını diliyor, torunlarına taziyelerimizi iletiyoruz” dedi. Tecrübeli diplomatlar Başbakan Tayip Erdoğan’ın 24.Nisan 1915 olayları için yaptığı açıklamanın “özür dilemek” anlamına geldiğini söylediler. Emekli Büyükelçi Onur Öymen “ Yapılan çok yanlış, Türkiye Cumhuriyeti Başbakan’ı 24 Nisan açıklaması yapamaz. Bu güne kadar hiçbir başbakandan böyle bir açıklama duymadım.” Öymen başbakan “tehcir gayrı insani sonuçlar doğurdu” diyor. Peki tehcire neden gerek duyuldu, bunları söylemiyor. Ermeni teröristler çok sayıda diplomatımızı öldürdü, Erdoğan hiç bunlardan söz etmiyor” dedi. İşçi partisi Genel başkanı Doğu Perinçek “Bu açıklamayı ancak emperyalizmin sözcüsü yapabilir” dedi. Türkiye’de geçtiğimiz yıllarda bir gurup aydın bir metin hazırlayarak “bireysel özür dileme”kampanyası başlattılar.İmzaya açılan metin şöyleydi: “1915 de Osmanlı Ermenilerinin maruz kaldığı büyük felakete duyarsız kalınması bunun inkar edilmesini vicdanım kabul etmiyor. Bu adaletsizliği reddediyor, kendi payıma Ermeni kardeşlerimin duygu ve acılarını paylaşıyor, onlardan özür diliyorum” Başbakan Erdoğan’da 24 Nisan açıklaması ile onlara katılmış oldu. Amerikalı tarihçi Justin Mc Carty “ Sizi baskı altında tutarlar, özür dileyin kapansın bu yara diyeceklerdir. Sakın oyuna gelmeyin. Rahatınız için bencillik edersiniz. Atalarınıza iftira etmiş olursunuz. Çünkü onlar böyle bir suç işlemediler.” Diyor. Emekli Büyükelçi Şükrü Elekdağ bildiride yer alan “büyük felaket” teriminin Ermeni diasporası tarafından soykırım anlamında kullanıldığını; dolayısı ile bildiriye imza koyanların Türklerin Ermenilere soykırım uyguladığını kabul ettiklerini belirtiyor. Soykırım suçu 1940 dan sonra ilk defa Amerikalı hukukçu Raphael Lepkin tarafından önerilmiş ve Nürünberk’te Nazilerin yargılanması sırasında kullanılmıştır. 9 Aralık 1948 de Birleşmiş Milletler toplantısında imzaya açılmış ve soykırım suçu aşağıdaki gibi tanımlanmıştır: “Ulusal, ırksal, etnik yada dini bir gurubu, bu niteliği yüzünden kısmen veya tamamen yok etmek amacı ile işlenen…” suçlar olarak belirtilmiştir. Yani Ermenilere karşı önceden hazırlanmış bir yok etme planı yoktur. Yalnızca ayaklanma bölgelerindeki Ermeniler sürgüne gönderilmiş, İstanbul ve İzmir’deki Ermenilere dokunulmamıştır. Osmanlı tebaası olan Ermeniler yüzyıllardır bu topraklarda barış içinde yaşadılar. En yüksek mevkilere geldiler ve ticareti ellerinde tuttular. Ama Birinci Dünya Savaşı sırasında Rus ordularına katılarak Osmanlı’yı arkadan vurdular ve 1915 olaylarına zemin hazırladılar. 1915 de Osmanlı Çanakkale’de, Sarıkamış’ta, Afrika’da, Ortadoğu’da, Balkanlarda ve Anadolu’da yüz binlerce vatan evladını kaybetti. Ermeni tehciri soykırım değil, olsa olsa ölüm kalım mücadelesi veren bir imparatorluğun meşru müdafaasıdır. Kanunsuz suç ve ceza olmaz. Bu evrensel hukukun temel kurallarından birisidir. 1915 tarihinde henüz uluslar arası hukukun kabul ettiği bir soykırım suçu yoktur. Hiçbir kanun geriye tesirli (makable şamil) olmaz. Eğer olsaydı Batı’lı ülkelerin Afrika’da, Asya’da, Amerika’da yüzyıllardır işledikleri insanlık suçlarına ne isim verilecekti? Avrupa Birliğinin 18 Haziran 1997 tarihli oturumunda siyasi komisyon üyesi Belçikalı bir üyenin raporuna dayanılarak 1915 tehcirinin aslında bir soykırım olduğu tezi benimsenmiş ve Türkler bunu kabul etmeye davet edilmiştir. Kararın oylamasına çok az bir gurup katılmış ve karar azınlıkla alınmıştır. Genelde AB’nin egemen eğilimini Avusturyalı bir parlamenter şöyle dile getirmiştir. “İlk defa tarihi bir sorun hakkında karar yetkisini kendinde gören bir siyasal organa sahibiz” demiştir. Aynı üye “bir hukuki kavramın keyfi bir biçimde makable şamil uygulandığını “ ve bu durumun “kabul edilemez bir emsal yarattığını” eklemiştir, Ermeni soykırımı kararları dayanaktan yoksun siyasi kararlardır. Sayın Öymen’e katılıyorum. Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Ermenilerden özür dileyemez. Bu atalarımıza iftiradır. 13 Değerlerimiz TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 24. SAYI 2014 TÜRK’LERDE KADIN Nesrin GÜNEL İÇAY G eçmişten günümüze Türk Toplumunda kadının yeri birkaç evrede incelenebilir: Törelerine sımsıkı bağlı olan Türkler her dönemde aile hayatlarını çok kutsal gördüler. Eski zamanlarda da eşler arasındaki ilişki eşitlik temeline dayalı idi. Türk töresinde kadının bütün hakları erkekle eşit olarak tanzim edilmişti. Miras erkek ve kız çocukları arasında eşit pay edilir kız çocukta erkek çocuk gibi yetiştirilir, bir eşitsizlik görmezdi. Aile içinde kadınlar hak ettikleri saygıyı görür, çağdışı diğer toplumlardaki gibi ikinci sınıf davranılmaz ve dışlanmazlardı. Tek eşlilik şerefti. Çok eşlilik hoş karşılanmaz, ayıplanırdı. Boşanmak eski Türklerde pek görülmeyen, istenmeyen bir durumdu. Türk kadınlarının mülk edinme ve boşanma hakları vardı. Sosyal hayatta da erkeklerle eşitti ve yüzlerini örtmezlerdi. Türk kadınları bu şekilde normal hayatlarını sürdürürken aynı devirlerdeki Avrupalı kadınlar büyücü diye engizisyon mahkemelerinde yargılanıyor ve yakılıyorlardı. Çinli kadınların boşanma ve mülk edinme hakları yoktu. Arap kadınlarının ise hiçbir hakları yoktu. Ancak Peygamber Efendimizin önemli devrimleri ile haklarına kavuşabildiler. Dede Korkut hikayelerinde kadın eli kılıç tutan, savaşan, yenilmez, sadakatli, anne olarak anlatılır. Türk kadınları savaşa girecek kadar güçlü ve cesurdurlar. Savaş deyince yeni bulguları anlatmadan geçemem: Son araştırmalara göre bana çokta şaşırtıcı gelmeyen bazı bulguları aktarmalıyım; Amerikalı arkeolog Jeannine Davis Kimball tarihin her döneminde tartışma konusu olmuş savaşçı kadınlar Amazonlar üzerine kapsamlı bir araştırma yapıyor. Sonuç şöyle: Araştırmacı Kırımın kuzeyinde Kiev yakınlarındaki steplerde bulunan kurganlarda sarışın amazon kadınların kemiklerinin bulunduğunu öğreniyor. İncelemek üzere bölgeye gidiyor.. Kurganlarda iyi şekilde saklanan bazı kemiklerden alınan DNA örnekleri Almanya Mainzde bir laboratuvarda inceleniyor. Yeri gelmişken Kurganlardan bahsetmemek olmaz. Türkler M.Ö.7000 den beri cenazelerini gömerler. Üstünüde toprakla veya taşlarla örterler. Mezarın iç bölümü de kırmızı aşı boyası ile boyanır. Bunlara kurgan denir. O zaman dilimlerinde Türklerden başka hiçbir topluluk cenazelerini gömmüyor. 14 Şimdi Amazonlara geri dönelim. Amazonların M.Ö. 5.Yüzyılda yaşadığı bilinir. Jeanne Davis Kimball bu savaşçıların izini sürmek için Moğolistan’a kadar uzanan coğrafyada araştırmalar yapar. En son Moğolistan’ın yüksek yerlerinde yaşayan sarışın kızları olan topluluğu öğrenir, uzun yolculuklardan sonra Moğolistan’ın yüksek steplerine gider. Adı Meryem Gül olan Türkçe konuşan sarışın, çok iyi at binen bir kız çocuğuna ulaşır. Kimball hemen Meryem Gül ve annesinden DNA örnekleri alıp Almanya ‘da ki laboratuara gönderir, alınan sonuçlar herkesi şaşırtır. Çünkü Meryem Gül güney Rusya kurganlarında bulunan savaşçı kadınların DNA larıyla birebir aynı gen yapısına sahiptir. Bu veri Türk kızı Meryem Gül’ün Amazonların yaşayan bugünkü temsilcisi olduğunun en kesin kanıtıdır. Tarihten bazı örnekler vermek gerekirse; Büyük Hun Devletinde Hatun Çinlilerle aramızdaki ilk antlaşmayı M.Ö. 318 yılında imzalamıştı. Büyük Hun İmparatoru Atilla’nın huzuruna çıkacak elçiler önce Atilla’nın karısı Arıkan Hatun tarafından kabul edilirdi. Bu kabul dönemin ülkeleri tarafından yadırganır,tuhaf karşılanırdı.Atilla’nın karısı en az kendisi kadar nüfuz sahibi idi.M.S.395-453 Buyruklar mutlaka ‘Han ile Hatun’ tarafından buyuruyor ki diye başlardı. Hatun’ nun adının geçmediği buyruğun geçerliliği yoktu. İslam öncesi ve sonrası olarak iki bölümde sınıflandırılan Türk tarihinde İslam sonrasında da toplumumuz çoğu zaman kadın eşitliğinden ödün vermemiştir. Arap kaynakları ve tarihçilerinin de( örneğin İbn-i Batuta gibi ) bu gözlerinden kaçmamış, Türk kadınlarının ata binmesi, ok atması, yöneticilik yapması, söz sahibi olmasını kaynaklarında anlatmışlardır. İslam sonrasının büyük kadınlarından biri Büyük Selçuklu hükümdarı Melikşah’ın karısı Terken Hatun dur. Terken Hatun devletin her kademesinde yöneticiydi. İlim ve edebiyata önem verirdi ve devletin siyasi hayatında söz sahibiydi.1055-1092 Türk kadınları; geçmişten günümüze asaletin, temizliğin, gücün,erdemin temsilcisi olmuşlardır.Türk kadını,yüce Türk Milletinin teminatıdır.Zamanın İl Bilge Hatunları, Burla Hatunları, Selcenleri, Arıkan Hatunları, Tütegeç Hatunlarıdır. İl Bilge Hatun: Göktürk Devleti’nin Hükümdarı Bilge Kağan’ın annesi. M.S.680 Burla Hatun: Dede Korkut hikayelerinde Bayındır Hanın kızı, Salur Hanın karısıdır.. 24. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Tütegeç Hatun: Hülagü Hanın kızıdır. Cami medrese, tekke yaptırmış,söz sahibi bir kadındır. Hindistan’ın büyük Türk prensi El Tutmış tahtını kızı Raziye Hatuna bırakır. Hazar Türklerinde de kadın yöneticiler vardır. Osmanlı kent ailesinde çok etkin bir rol oynayan kadın ‘Osmanlı kadını’ deyimini yaratmıştır. 15.ci yüzyıl sonunda Anadolu’dan geçen Alman Protestan papazı Salomon Schweigger’in şu sözleri o zamanki Türk kadınının konumu hakkında bir fikir verebilir: ‘Türkler dünyaya hanımları da onlara hükmeder. Çok eşlilik yoktur. Boşanma pek görülmüyor. Çünkü boşanırken erkek para ve eşya veriyor,kız çocuk anneye kalıyor.’ Gelelim günümüze daha yakın tarihlere; Kahramanlık destanlarının yazıldığı Çanakkale Savaşlarında Türk kadın savaşçılar Gelibolu Yarımadasının her karış toprağında yatan Mehmetciklerimizle birlikte omuz omuza çarpıştılar. Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Öğretim üyesi Prof.Dr. A.Mete Tunçoku yaptığı açıklamalarda; inceleme fırsatı bulduğu Avustralya ve Yeni Zelanda arşivlerinde bu konuyla ilgili pek çok belgeyle karşılaştığını söyledi. O arşivlerde Keskin nişancı Türk kızları, Türk kadın savaşçıları anlatılmaktadır. Piyade er J.C.Davies annesine yazdığı bu mektupta kahraman Türk kadın savaşçılarından şöyle bahseder: Benim de vurulduğum 18 Mayıs 1915 günü keskin nişancı bir Türk kızı pusuda çarpışıyordu. Gizlendiği yerden gün boyunca ateş etti ve çok sayıda adamımızı vurdu. Ancak gün batmadan bir Avustralyalı tarafından vuruldu.19-21 yaşlarında yapılı bir kızdı, 52 yerinden vurulmuştu Böyle birkaç olay daha kaydedilmiştir. Ayrıca Nezahat onbaşıyı, Mücahit Hatice Hanımı, Zeynep Mido Çavuşu,Safiye Hüseyin Elbiyi anmadan geçersek onlara çok büyük haksızlık yapmış oluruz. Kaynak: İsmail Bilgin’in Çanakkalenin kadın savaşçıları kitabı. Nezahat onbaşıyı ayrıca anmak isterim.8 yaşında annesini kaybetti. Babası 70. Alay komutanı Albay Hafız Halid Bey .Kızını da savaşa götürüyor.Nezahat onbaşı orada ata binmesini, silah kullanmasını öğreniyor,üniforma giyiyor. 12 yaşında da Kurtuluş Savaşımıza katılıyor ve gerçekten savaşıyor. Dünyanın bütün emperyalist devletleriyle Başkumandan Gazi Mustafa Kemal Atatürk başkanlığında yaptığımız ve onları yendiğimiz savaştaki kadınlarımızın fedakarlıkları hiçbir kitaba sığmaz. İşte onlardan bazıları: 1- Nene Hatun 1857 – 1955 2- Onbaşı Halide Edip Adıvar 1884 – 1964 3- Nezahat Onbaşı --1986 4- Şerife Bacı 5- Üsteğmen Erzurumlu Kara Fatma Seher Erden 1888 ( 300 kişilik müfreze komutanıydı.) 6- Halime Çavuş (Kocabıyık) Değerlerimiz 7- Hafız Selman İzbeli (Kastamonu) 8- Gördesli Makbule Hanım Şehit olduğunda 21 yaşındaydı. 9- Çete Emir Ayşe 10- Tayyar Rahime Hanım. 1920 de Adana’da Fransızlar tarafından şehit edildi. 11- Tarsuslu Kara Fatma yani Adile Onbaşı.8-10 kişilik milis kuvvetiyle Afyon ovasında savaştı. 12- Kılavuz Hatice 1920 de Fransızlara karşı Adana’da savaştı. 13- Saime Hanım 14- Yirik Fatma Hanım 1920 -21 de Gaziantep’te Fransızlara karşı savaştı. 15- Naciye Hanım 16- Faika Hakkı Hanım 17- Anne Sultan Hanım. Adana Toroslar da müfreze ile Fransızlara savaştı. 18- Süreyya Sülün Hanım. 19- Nazife Kadın.1922 de Yunanlılar tarafından şehit edildi. 20- Domaniç’li Habibe Hanım 21- Satı Çirpan Hanım. İlk kadın milletvekillerimizdendir. 22- Bitlis defterdarı nın hanımı. Ayrıca İnönü Savaşlarına katılıp madalya alan 12 hanımdan ismi tespit edilebilen kadınlarımız: Ali kızı ALİME, Hacı Osman kızı FATMA, Besim kızı ŞÜKRİYE, Musa kızı FATMA, Veli onbaşı kızı AYŞE, Molla İbrahim kızı FATMA, Ali kızı AYŞE, Molla Hasan kızı FATMA. Nurlar içinde yatsınlar. Mekanları cennet olsun. Ruhları şad olsun. Umarım bizlere haklarını helal ederler.Onlarda bizlerle aynı kanı taşıyan kadınlar,vatanı ve milleti için yaşamış,ölmüş Türk Kadınları Yüce Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ ümüz kız evlatları için şöyle söyledi: ‘ Dünyanın hiçbir yerinde, hiçbir milletinde Anadolu kadınının üstünde kadın çalışması zikretmeye imkan yoktur. Ve dünyada hiçbir milletin kadını ben Anadolu kadınından daha fazla çalıştım, milletimi kurtuluşa ve zafere götürmede Anadolu kadını kadar himmet gösterdim diyemez.’ demiştir. Cumhuriyet kurulduktan sonra Büyük Atatürk ve silah arkadaşları yani kurucu irade Türk çocuklarını erkek veya kız diye ayırmamış; her konuda eşitlik getirmiştir. Bunların başında da seçme, seçilme hakkı gelir. Aziz hatıralarını saygıyla anıyorum. Cumhuriyetten sonra Türk kadınları eğitimde, sanatta,sağlık alanında ve toplumun ihtiyaç duyduğu bütün alanlarda başarılar kazandılar. 15 DOSYA TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 24. SAYI 2014 TÜRKLER “TÜRK” ADINI BIRAKINCA Prof. Dr. Nurullah ÇETİN T ürk devlet geleneği çok eskidir. Dünyanın en eski, köklü ve kurumsal yapısı sağlam devlet geleneği olan milletlerden biri Türk milletidir. Türk devleti Cumhuriyet’le başlamadı, Osmanlı ile başlamadı, Selçuklu ile başlamadı. Türk devleti, bunlardan çok eskilere dayalıdır. En eski Türk devletlerinden biri de Göktürk Devleti’dir. Göktürk Kağanlığı, 552-744 yılları arasında Çin’de ve Orta Asya topraklarında hüküm sürdü. Bu devlet, Türk adıyla kurulan ilk Türk devletidir. Bu devletin iki önemli öncüsü Kül Tigin ve Bilge Kağan ile bunların tecrübeli veziri Tonyukuk adına Orgun Abideleri ya da Köktürk Kitâbeleri denilen bengü taşlar dikildi. Bu taşlarda bu Türk beylerinin devlet yönetme tecrübelerine, hatıralarına, Türk devlet felsefesine yer verildi. Kül Tigin Kitâbesi, 732 yılında, Bilge Kağan Kitâbesi 735 yılında yazılmışlardır. Tonyukuk kitâbesı, 731 yılında yazılıp dikildi. Bu tarihsel bilgilerden çok, bizi ilgilendiren asıl konu, taş üzerine yazılan bu metinlerin hem edebî değeri, hem de Türk devlet felsefesini ve geleneğini çok açık ve net bir şekilde ortaya koymasıdır. Bu kitâbelerdeki devlet felsefesi, güncelliğini bugün de korumaktadır. Bugün Türk devletini yönetme mevkiinde olanların ve yönetmeye talip olanların bu metinleri mutlaka dikkatli bir şekilde okuması gerekir. Bunlar üzerinde düşünmesi ve oradaki uyarıları dikkate alması temel bir zorunluluktur. Zira bu metinler, özellikle Çin emperyalizmi karşısında Türk devletinin ne gibi durumlara düştüğünü ve bunlardan nasıl ders çıkarılması gerektiğini anlatır. Ayrıca gelecek Türk nesillerine ikazları içeren çok önemli hususlar vardır. Bu metinleri okurken, sanki Türk milletinin günümüzdeki temel sorunlarını çözümlüyormuş gibi bir duyguya kapılıyoruz. Mesela bu kitâbelerden bir bölüm alalım. Bilge Kağan atamız şöyle diyor: “Beyleri, milleti ahenksiz olduğu için, Çin milleti hilekâr ve sahtekâr olduğu için, aldatıcı olduğu için, küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürdüğü için, bey ve milleti karşılıklı çekiştirttiği için, Türk milleti il yaptığı ilini elden çıkarmış, kağan yaptığı kağanını kaybedivermiş. Çin milletine beylik erkek evlâdı kul oldu, hanımlık kız evlâdı cariye oldu. Türk beyleri Türk adını bıraktı. Çinli beyler Çin adını tutup, Çin kağanına itaat etmiş. Elli yıl, işi gücü vermiş. Doğuda gün doğusunda Bökli Kağan’a kadar ordu sevk edivermiş. Batıda Demir Kapı’ya kadar ordu sevk edivermiş. Çin kağanına ilini, töresini alıvermiş.” 16 735 yılında söylenen bu sözlerin 2014 yılında bugün nasıl tekerrür ederek devam ettiğini görmek insanı üzüyor. Metni günümüze dönük olarak yorumlayalım: - O zamanki Çin’in bugün bizim için karşılığı Amerika ve Avrupa’dır. O zaman Göktürk Devleti üzerinde Çin emperyalizmi belâsı vardı. Bugün bizim üzerimizde de Amerika ve Avrupa emperyalizmi belâsı var. O zaman Çin milleti hilekâr, sahtekâr, aldatıcı idi. Küçük kardeş ve büyük kardeşi birbirine düşürüyordu. Türk beyi ile Türk milletini karşılıklı çekiştirttiriyordu. Bundan dolayı Türk milletinin devleti ve ülkesi yok oldu ve kağanı yani başkanı, hükümdarı elinden gitti. Bugün de bir bütün olarak Batı emperyalizmi, bizimle olan münasebetlerinde sahtekârca davranıyor, aldatıyor. Türk millet birliğini teşkil eden kardeşleri, milletimizin değişik kesimlerini etnik, mezhepsel, ekonomik ve hayat tarzı farklılıklarına göre birbiriyle çatıştırmaya çalışıyor, bölüp parçalıyor. Bu durum sonucunda Türk milletinin bağımsız millî Türk devleti devlet olmaktan çıkacak, vatanı elinden alınmış olacak. Zaten kademe kademe uzun zamandan beri millî Türk devletinin bağımsız siyasi iradesi ortadan kalkmış durumdadır. Büyük ölçüde Amerika ve Avrupa’nın siyasi iradesi, millî Türk devletinin idaresinde yönlendirici ve belirleyici konuma geçmiş vaziyettedir. Yani Türk’ün devleti elinden alınıyor. Vatanımız da hem bizzat toprakları satılarak, hem değişik şekillerde siyasi, ekonomik ve kültürel anlamda işgale uğrayarak yavaş yavaş elimizden alınıyor. Ayrıca Batı emperyalizmine teslim olma, boyun eğme, tabi olma ve hatta taşeron olma sonucunda, tamamen Türk milletinin menfaatlerini koruma iradesini temsil eden Türk hakanı kavramı da Atatürk’ten sonra büyük aşınmalara uğramıştır. -Bilge Kağan atamızın kitâbesinde yer alan önemli bir tespit de “Çin milletine beylik erkek evlâdı kul oldu, hanımlık kız evlâdı cariye oldu.” ifadesidir. Göktürk Devleti idarecileri millî kimliklerini, kendi bağımsız siyasi iradelerini, birliklerini, dirliklerini, bütünlüklerini kaybedip Çin emperyalizmine boyun eğdikten sonra, başı dik onurlu bir şekilde efendi ve bey olacak erkek evlâtları Çinlilerin kölesi oldu. Saygın bir hanım olacak kız evlâtları da cariye oldu. Bu durum, maalesef bugün de karşımızda bir gerçeklik olarak duruyor. Hayata büyük umutlar- 24. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU la başlayan dinamik, enerjik, akıllı, zeki, çalışkan Türk oğulları, mesleklerini icra edecek bir zemin ve iş bulamamaktadırlar. Milletimizi idare edenler de bu evlâtlarımızın en saygın ve verimli bir şekilde istihdamını sağlayacak kapsamlı bir planlama yapmamaktadır. Bunun sonucunda her biri birer Türk beyi olacak kapasitedeki Türk oğulları Amerika’nın, Avrupa’nın ya da başka yabancı odakların, şirketlerin ya güvenlik görevlisi ya askeri ya işçisi olarak köleleştirilmiştir. Hatta hiçbir iş bulamayarak sefalete mahkûm edilmiştir. Nitekim Türk gençlerinin Amerika’ya nasıl köle edildiğinin bir örneğini verelim. Amerika 2007 yılında bir kanun çıkardı. Buna göre ordusuna başka ülkelerden asker alıyor. Maalesef bazı Türk gençleri de Amerikan ordusunda bir Amerikalının referansı ile 6 aylık bir İngilizce eğitiminden sonra 9 yıl 11 aylık bir sözleşme ile maaşlı asker oluyor. 6 ayda sadece 15 gün tatil hakkı var. Bu tatili de sadece Dubai’de yapabiliyor. Amerikan ordusunda paralı, maaşlı köle olarak çalıştırılan bu Türk gençleri, Irak ve Afganistan gibi Müslüman ülkelerde Amerikalı iş adamlarının, petrol, diğer enerji ve doğal kaynak akbabalarının, tüccarlarının menfaatini korumak adına diğer Müslüman kardeşlerine karşı savaştırılıyor. DOSYA Eğlence mekânlarında, Amerikan askerlerine dansöz oynatılmış ve âlem yaptırılmış. Nitekim o günleri yaşayan bir Amerikan askeri, ABD askerlerinin kaldığı Otelde deniz piyadelerine sunulan Türk dansözün görüntülerini çekmiş ve şöyle demiş: “Türk hükûmeti bize müthiş bir misafirperverlik gösterdi. Karşılama olarak hükûmet, otele dansözler getirdi. Lokum gibi Türk dansözlerde hepimizin gözü kaldı. Bizlere ilişkiye girebileceğimiz bile söylendi.” Yine bugün için de geçerliliğini koruyan önemli bir tespit de Türk beylerinin Türk adını bırakması, ama öte yandan Çinli beylerin Çin adını koruması, Çin kağanına itaat etmesidir. Bu durum, Çinlilerin ilerlemesi, yükselmesi; ama Türklerin de gerilemesi sonucunu doğurmuştur. Günümüzde de Türk devletini yönetme mevkiinde olanların çok gerekli imiş gibi Türk adını anayasamızdan, bütün resmî ve özel kurumlarımızdan silmeye çalışmaları, ilginç bir benzerlik oluşturuyor. Demek ki o zaman Çin emperyalizmi bazı Türk beylerini elde etmiş, onları kandırıp aldatmış, âdeta mankurtlaştırarak kendi kimliğine, milliyetine yabancılaştırmış, kendi milletinin, milliyetinin adı olan Türk adını unutturup sildirmişti. Bilge Kağan atamızın ta o zamanlarda tespit ettiği, bey olacak Türk gencinin gâvura kul köle olması, tam da budur ve bu durum, Türk milleti için tam bir zillettir, utanç verici bir hâldir. Bugün de Amerika ve Avrupa emperyalizminin mankurtlaştırma projesine maruz kalmış bazı Türk beyleri, kendi kimliklerinden, adlarından, milliyetlerinden utanır hâle sokulmuş ve bunlara Türk adını anayasamızdan silme görevi verilmiş. Türk milleti için en büyük utanç vesilelerinden biri de budur. Diğer taraftan hanım olacak kız evlâtlarımız da maalesef yine aynı şekilde benzer bir sürece sokularak kendi vatanımızda, kendi ellerimizle yabancılara teslim ettiğimiz iş yerlerinde, fabrikalarda, bankalarda, şurada burada âdeta cariye gibi çalıştırılmaktadır. Türk’e Türk adı yani milliyeti unutturuluyor, ama öte taraftan aynen Çinlilerin Çin kimliğine sadık kalması gibi, Amerika’da Amerikan milliyetçiliği yüzde doksan beşe çıkıyor, Avrupa ise tamamen milliyetçi hatta ırkçı bir kimliğe bürünüyor. Bunun yanında pek çok genç kızımız, Avrupa ülkelerine, Amerika’ya, şuraya buraya karın tokluğuna bebek bakıcısı olarak gitmekte, oralarda yabancıların cariyesi gibi çalışmak durumunda kalmaktadır. Bazen de başlarına nahoş haller gelmektedir. Ayrıca eğlence mekânlarında bazı kızlarımız maalesef gâvuru eğlendiren bir cariye konumuna itilmektedir. Buna bir örnek verelim: Başka milletler ve devletler, kendi millî adlarına ve kimliklerine sahip çıkarak, milletlerini ve devletlerini kalkındırma heyecanı içinde çalışırken, Türk’e Türklüğü unutturularak millet olmaktan çıkarılıyor. Dolayısıyla millî şuuru yok edilmiş Türk, millet olmaktan çıkıp, sadece kendi menfaatini düşünen bencil bir bireye dönüştürülüyor ve tabii bu durum, Türk millet ve devletinin gerilemesine sebep oluyor. 1968 yılında Amerika’nın ünlü 6. Filo’sunun İstanbul’u ziyaret etme kararı alınınca “Türkiyeli hükûmet!...”, karşılama hazırlıklarına başlamış, bu bağlamda genelevini de hazırlamış ve buraya güzel kadınları getirmiş. Böylece Türk kızları Amerikan askerlerine peşkeş çekilmek istenmiş. Nihayet 15 Temmuz 1968 tarihinde 6. Filo’ya bağlı bir uçak gemisi, beş destroyer Dolmabahçe’ye demirlemiş. Netice-i kelâm, tarihimizin engin tecrübelerinden ders alıp millî ve dinî değerlerimize bağlı kalarak istiklâlci Müslüman Türk kimliğimizi iyice sağlamlaştırıp tahkim ederek tarihsel yürüyüşümüzü sürdüreceğiz. Yoksa yok. 17 DOSYA TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 24. SAYI 2014 HOCALI’DA YAŞANANLAR SOYKIRIMDIR Selçuk ÖNAL BAK-TÜRK Federasyonu Genel Sekreteri A zerbaycan Cumhuriyeti’nin Karabağ Bölgesi Kür ve Aras Nehirleri ile Ermenilerin Sevan, Türklerin Gökçe gölü diye adlandırdıkları bölgede takriben 18.000 bin km2 büyüklüğünde bir alanı kapsar. Bu bölgenin içersin de stratejik bir konuma sahip Dağlık Karabağ ise 4300 Km2’lik yüzölçüme sahip. Hocalı kasabası Dağlık Karabağ sınırları içersinde olup, Türklerin yaşadığı bir bölgedir. Azerbaycan topraklarına, kent ve kasabalarına karşı Ermeni silahlı güçlerinin saldırı ve tacizleri Sovyet Yönetimleri tarafından önlenmedi, aksine destek gördü. 1991 yılının sonlarında ablukaya alınan hocalı, 970 km2 alana sahip olup, takriben 13.000. bin civarında Türk’ün yaşadığı bir kasabadır. 1991 yılının Aralık ayında Karabağ’ın en önemli yerleşim birimlerinden Hankendi tamamen işgal edilir, sonraki hedef bölgenin tek havaalanının bulunduğu, stratejik bir konuma sahip Hocalı’dır. Ocak ayının başlarından itibaren elektriği kesilen Hocalı’nın savunması sadece hafif silahlarla silahlanmış yerel savunma güçlerinden ibarettir. 25/26 Şubat 1992’den itibaren Hocalıya saldırıya başlayan Ermeniler bölgede bulunan Sovyet Ordusunun 366. Zırhlı alayının bütün araçları ve silahlarını kullanarak, Hocalı işgal edildi. Ermeniler o gece savunmasız ve silahsız yüzlerce sivili, çocuk, kadın, yaşlı, genç demeden akıl almaz işkencelerle öldürmüşlerdir. Resmi verilere göre, Hocalıda o gün tamamı silahsız ve savunmasız sivil olan 106’sı kadın, 83 çocuk, 70’den fazla yaşlı olmak üzere toplam 613 Azerbaycan Türk’ünün hayatını kaybettiği, katliamdan 487 kişi ağır yaralanmış, 1275 kişi rehin alınmış, 150 kişide kaybolmuştur. Açıklanan bu rakamlar gerçeği bugün bile tam olarak yansıtmamaktadır. Aslında Hocalı’da katledilen Türklerin sayısı açıklanan resmi rakamların çok üzerinde olduğunu yabancı kaynaklarca da teyit edilmektedir. Dönemin Azerbaycan yönetimi ve Cumhurbaşkanı Ayaz Mütellibov, Hocalı’da yaşanan katliamı dört gün boyunca kamuoyundan gizlemiş ve Demir perde bütün zırhıyla Hocalı katliamın üzerini örtmüştür. 18 Hocalı’da Ermeni bıçaklarından, kurşunlarından bin bir zorlukla canlarını kurtarabilen kadınlar, çocuklar, ihtiyarlar karlı dağlardan tipi altına Ağdama ulaştıklarında, çoğununun ayakları donmuş, Karlı dağları aşamayanlar ise kötü hava şartlarına yenik düşmüşlerdir. Ağdama ve diğer bölgelere ulaşabilenlerin ise bu olayın tahribatından ruhları ve hafızaları asla bir daha kurtulamayacaktır. Ne yazık ki, Hocalı’da yaşayan savunmasız ve silahsız sivillerin imdadına kimse ses vermemiştir. Şehitlerin naaşları uzun bir süre sokaklarda kalmıştır. Hocalıda yaşanan vahşet aynı zamanda Karabağ da yaşayan sivil halka da olumsuz yansımıştır. Korunamama endişesi, sahipsizlik insanların toprağını terk etmesine neden olmuştur. Hocalı’da yaşanan katliama tanık olan yabancı gazeteciler; Hocalı da katliam bölgesini gezen bir Fransız gazeteci Jean-Yves Junet, Katliama bölgesinde gördüğü vahşeti şöyle ifade etmiştir. “Pek çok savaş hikayesi dinledim. Faşistlerin zulmünü işittim. Ama Hocalı’daki vahşete umarım kimse tanık olmaz”. Mart 1992 tarihli Newsweek’de Pascal Privat ve Steve Le Vine tarafından verilen bir haberde Hocalı şöyle ifade ediliyordu. “Geçtiğimiz hafta Azerbaycan yine bir morgun mahzeni gibiydi; bir caminin arkasına geçici olarak kurulmuş morga sürüklenerek getirilmiş düzinelerce ceset ve yas tutan mülteciler. Bunlar 25-26 Şubat’da Ermeni kuvvetleri tarafından istila edilen Yukarı Karabağ bölgesindeki Hocalı köyünün Azeri sakinleriydi. Cesetlerin çoğu kaçmaya çalışırken yakın mesafeden vurulmuştu, bazılarının yüzleri param parça idi, bazılarının kafa derileri yüzülmüştü.” İngiliz Frant Layn Nyus Tv İngiliz Muhabiri Rori Patriks; “Dünya kamuoyunda Hocalı katliamının hiçbir haklı gerekçesi olamaz. Helikopterin zorlukla ulaştığı Hocalının çok yakınındaki Nahçivenik köyünün kırsalında yüze yakın, işkenceyle öldürülmüş cesetler gördüm. Bunlar Hocalıyı savunan askerler değildi. 24. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU Ermeni saldırısından kaçarak Agdama sığınmaya çalışan ve yakın mesafeden kurşunlanarak öldürülen, çocuk, kadın, yaşlı, Hocalının sivil halkıydı. Rus izvestiya Muhabiri V.Belıh; “Ben Agdam’dayken buraya esir değişiminde getirilmiş insanlar vardı, 25-26 Şubat gecesindeki vahşet hayele sığmazdı; çıkarılan gözler, kesilmiş kulaklar, soyulmuş deriler, kesilmiş başlar, işkencenin haddi hukuku yoktu.” Hocalı’da yaşananları tarafsız gözle yerinde görerek aktaran gazetecilerin söyledikleri, kısaca vahşet… Ayrıca, Karabağ’da Türklere karşı işlenen soykırıma bizzat katılan Ermeni Militanlardan Zori Balayan ve Gazeteci Daut Kheyriyan’ın yazdıkları kitaplarda aktarılanlar ise vahşetin boyutunu bütün açıklığı ile ortaya koymaktadır. Hocalı’da yaşanan katliama katılan Ermeni milsilerden Zori Balayan adlı Ermeni doktor 1996 yılında çıkarmış olduğu “Ruhumuzun Canlanması” isimli kitabında “..biz arkadaşımız Haçatur’la ele geçirdiğimiz eve girerken askerlerimiz 13 yaşında bir Türk çocuğunu pencereye çivilemişlerdi. Türk çocuğunun bağrış çağırışları fazla duyulmasın diye, Haçatur çocuğun annesinin kesilmiş memesini çocuğun ağzına soktu. Daha sonra bu 13 yaşındaki Türk’e onların atalarının bizim çocuklara yaptıklarını yaptım. Başından, sinesinden ve karnından derisini soydum. Saate baktım, Türk çocuğu yedi dakika sonra kan kaybından öldü. İlk mesleğim hekimlik olduğuna göre hümanist idim. Bunun içinde Türk çocuğuna yaptığım bu işkenceden dolayı kendimi rahatsız hissetmedim. Ama ruhum halkımın yüzde birinin bile intikamını aldığı için sevinçten gururlandı. Haçatur daha sonra ölmüş Türk çocuğun cesedini parça parça doğradı ve bu Türk’le aynı kökten olan köpeklere attı. Akşam aynı şeyi üç Türk çocuğuna daha yaptık. Ben bir Ermeni vatanseveri olarak görevimi yerine getirdim. Haçatur’da çok terlemişti, ama ben onun gözlerinde ve diğer askerlerimizin gözlerinde intikam ve güçlü hümanizmin mücadelesini gördüm. Ertesi gün biz kiliseye giderek 1915’te ölenlerimiz ve ruhumuzun dün gördüğü kirden temizlenmesi için dua ettik. Ancak biz Hocalı’yı vatanımızın bir parçasını işgal eden 30 bin kişilik pislikten temizlemeyi başardık…” Diyerek Türklere karşı duyduğu düşmanlığın sınırının olmadığını ifade etmektedir. Yine katliama katılan milislerden Ermeni Gazeteci Daut Kheyriyan olayları anlattığı “Haçın Hatırı İçin” kitabında Hocalı katliamını şöyle anlatıyor. “..Gafion denen ve ölülerin yakılmasıyla görevli Ermeni Grup, 2 Mart günü Hocalı’nın bir kilometre batısına 100 DOSYA Azeri cesedini getirip yığdı. Son kamyonda 10 yaşlarında bir kız çocuğunu gördüm. Başından ve elinden yaralıydı. Yüzü morarmıştı. Soğuğa, açlığa ve yaralarına rağmen hala yaşıyordu. O sırada Tiranyan isimli bir asker onu tuttuğu gibi ölü cesetlerin üzerine fırlattı. Sonra bütün cesetleri yaktılar. O sırada yanmakta olan ölü bedenler arasında bir çığlık işittim…” İtiraflarda Hocalı’da yaşanan vahşetin boyutu.. Maalesef bu insanlık suçunu işleyenler şu anda serbest ve cezasız kalmışlardır… İngiliz Gazeteci ve Kafkasya Uzmanı Thomas De Waal, “Karabağ: Savaşta ve Barışta Ermenistan ve Azerbaycan” adlı kitabında Sarkisyanın şu sözlerini de aktarır. “Hocalı’dan önce Azeriler bizimle dalga geçtiklerine inanıyorlardı. Biz Ermenilerin sivil halka karşı el kaldırmayacağımızı düşünüyorlardı. O sabit bakış açısını kırmayı başardık. Olan da buydu.” Serj Sarkisyan, bugün Ermenistan Devlet Başkan, Karabağ Savaşı sırasında Ermeni askeri güçlerinin başında bulunan isimlerden birisi, Hocalı katliamı ve sonrasında Karabağ’ın işgalinde önemli rol üstlenen bir militan.. Cumhurbaşkanımızın 6 Eylül 2008 tarihinde Ermenistan’ın başkenti Erivan’daki Hrazdan Satad’ın da, Dağlık Karabağ bayraklarının gölgesinde, 13 Ekim 2009’da ise Bursa’da Türk ve Azerbaycan bayraklarının alınmadığı stad’da yan yana milli futbol maçı seyrettiği kişi. 2011 yılında Ermeni Gençlere hitaben “ Karabağ’ı biz aldık, Ararat’ı (Ağrı Dağı) siz alacaksınız diyen kişi. Azerbaycan Yöneticileri de bu katile onlarca defa bir araya gelerek görüşmüşlerdir. Bu görüşmelerden bugüne kadar hiçbir sonuç çıkmamıştır. Sadece olay soğumaya bırakılmış, gerçekler Azerbaycan Türkünden gizlenmiştir. Sovyetler Birliğinden, 1991 Yılının Eylül ayında bağımsızlığını ilan eden Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesinin 11. Maddesinde; “Ermenistan Cumhuriyeti, Türkiye’de ve Batı Ermenistan’da vuku bulmuş olan 1915 soykırımının uluslararasında tanınmasını sağlamak görevini destekler” hükmünü içermektedir. Söz konusu madde Türkiye’nin kesinlikle karşı çıktığı soykırım iddiasını tanımasından başka, bu iddianın uluslararası kabul görmesi için çalışacağını ve Doğu Anadolu’ya Batı Ermenistan olarak adlandırarak Türkiye’nin toprak bütünlüğünü tanımadığını açıkça dile getirmektedir. Türkiye ile Ermenistan arasındaki sınırı tespit eden ve Ermenistan Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti 19 DOSYA TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU tarafından da imzalanmış olan 13 Ekim 1921 tarihli Kars anlaşmasını tanımadığını yapmış olduğu talepleri ile açıkça görülmektedir. Geçen süre zarfında Ermenistan’ın saldırganlığı sonucunda kat ettiği yol gözler önündedir. Karabağ işgal altındadır. Sözde Soykırımın 100. Yıldönümü sebebiyle 2015 yılında Türkiye’yi baskı altına aldırarak, “Sözde Soykırımın” tanınmasını sağlamak, maddi tazminat talepleri ve sonraki toprak talepleri. Bunları hep birlikte yaşayarak göreceğimizden kimsenin kuşkusu olmasın. Ermenilerin Türklere karşı bu düşmanlığı nedir.? Bugün Ermenistan’daki okul duvarlarında asılan haritalarda Türkiye’nin 12 İli yer almakta ve Bayrağında Ağrı Dağının resmi, Ermenistan Milli Marşında “topraklarımız işgal altında, bu toprakları azat etmek için ölün, öldürün” denilmektedir. Kafkasya’nın son iki yüz yıllık tarihine bakıldığında, Çarlık Rusyası ve Sovyetler Birliği Yönetimleri Ermenileri desteklemiştir. Ermenilerin Azerbaycan Türklerine karşı giriştiği her hareketin içerisinde ve arkasında hep Ruslar vardır. Güney Kafkasya’da Ermeniler yalnız Azerbaycan’la değil Gürcistan’la da çatışma içerisindedir. Ermeniler, Gürcistan’da sürgüne gönderilen Ahıska Türklerinin toprağı olan Ahıska bölgesini de işgal etmişlerdir. Bölgede huzur arayanların, huzuru bozanı iyi tanımaları gerekir. İran’ın da Güney Kafkasya üzerinde olan emelleri vardır. Karabağ konusunda ikiyüzlü bir politika izlemekte, Ermenistan’a siyasi ve silah yardımı yapmaktadır. Burada Rusya ve İran’ın çıkarları önemli ölçüde aynıdır. Mollalar Azerbaycan’da istikrar istemiyorlar. Onların korkusu Azerbaycan ile otuz milyondan çok nüfusun yaşadığı Güney Azerbaycan Türklerinin birleşmesidir. O bakımdan Ermenistan’a her türlü yardımı yapmaktadır. 1806-1812 Osmanlı- Rus savaşları ve 1804-1813 İran-Rus savaşları sırasında bu bölgeye Anadolu’dan ve İran’dan yoğun bir Ermeni göçü yaşanır. Dağlık Karabağ’a göçen Ermeniler, 1978 Yılında Dağlık Karabağ’a gelişlerinin 150.Yılı anısına “Dağlık Karabağ’da bir anıt inşa ederler. Daha sonra bu anıt yok edilecektir. Ruslar 20 Ocak 1990’da, Bakü’ye tanklarla girerek yaptıkları katliam, Azerbaycan Türkleri için adeta kara günlerinde başlangıcı oldu. Ermenistan silahlı güçleri, Rusların desteğini alarak, 1988 yılından itibaren, Azerbaycan’a ait başta Dağlık Karabağ Bölgesinde ki yerleşim yerlerine, gerekse Karabağ’ın tamamına karşı başlattığı saldırılar 20 24. SAYI 2014 sonucunda; “26 Şubat 1992 de Hocalı, 8-9 Mayıs 1992 Şuşa, 18 Mayıs 1992 Laçin, 2 Ekim 1992 Hocavend, 29 Aralık 1993 Zengilan, 2 Nisan 1993 Kelbecer, 23 Temmuz 1993 Ağdam, 23 Ağustos 1993 Cebrail, 23 Ağustos 1993 Fuzuli, 31 Ağustos 1993 Kubatlı, 7 Temmuz 1993 Akdere olmak üzere Karabağ’ın bütün yerleşim birimleri işgal edilir ve Karabağ’da yaşayan 629.000 bin civarında Azerbaycan Türkü topraklarını terk eder. Bu savaşta, Azerbaycan topraklarının %20’den fazlasını kaybetti, 40 bin civarında insanın öldüğü çatışma ve katliamda Karabağ’ın tamamını elden çıkmıştır. Ermeniler tarafından işgal edilen Ağdam, Laçın, Kelbecer, fizuli, Cebrayıl, Zengilan ve Gubatlı’daki, tarihi varlığımız yok edilmiş, müzeler yağmalanmış, Kütüphaneler yakılmış, Mimari ve tarihi alanları yakılıp, yıkılarak bu bölgelerdeki Türk izleri silinmiştir. Bugün Azerbaycan’da tarihi yurt ve yuvalarından sürgün edilmiş bir milyon civarında Azerbaycan Türk’ü göçmen durumundadır. Demek oluyor ki, 8 milyon nüfusu olan Azerbaycan’da her 8 kişiden birisi göçmen durumundadır. Bu yönüyle de Azerbaycan nüfusuna oranla dünyanın en fazla göçmen veren ülkedir. Hocalı Katliamı sonsuza kadar unutulmayacak milli bir dramdır. Hocalı Katliamını unutmak, milli şuurun ezilmesi, yok olması, milletin benliğini yitirmesi demektir. Hocalı katliamını unutmayacağız, Karabağ sorunu da ilelebet devam edecek değil, etmemelidir. Geçmiş yıllara baktığımızda Karabağ sorunu, yani işgal altındaki toprakların geri alınması ile ilgili herhangi bir mesafe alınmamıştır. Azerbaycan Türk’lerinin işgal altındaki topraklarını kurtaracağı irade ve güce sahip olduğuna hiç şüphe yoktur. Zamanı geldiğinde bu irade ve gücünü kullanacaktır. Muhterem milletime tavsiyem odur ki, Sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların kanındaki ve vicdanındaki cevher-i asliyi çok iyi tahlil etmek dikkatinden bir an vaçgeçmesin!... Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK 24. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU GÜNCEL Çocuk Cinayetlerini Önlemede, İdamdan Daha Güçlü Tedbirlere İhtiyaç Var! Gürkan AVCI DES Genel Başkanı S on zamanlarda artan ve gündemi sarsmaya devam eden ‘Çocuk kaçırma ve cinayetleri hakkında ‘İdamdan çok daha güçlü tedbirler alınmalı’ diye konuşan DES Genel Başkanı Gürkan Avcı, “En masum varlıklar olan çocuklara karşı işlenen şiddet ve acımasızlıkların çözümü için ciddi bir aile içi eğitim planlaması gerekiyor” dedi. AİLE İÇİ EĞİTİM ŞART! ‘Çocuk tacizi ve cinayetleri ile ilgili idam çalışmamız var’ diye konuşan Başbakan Erdoğan’ın beyanatıyla ilgili olarak, çocuklara dönük suçlarla mücadelede en kalıcı ve güçlü politikanın eğitimle gerçekleşebileceğini söyleyen Demokrat Eğitimciler Sendikası (DES) Genel Başkanı Gürkan Avcı, “Planlanan eğitim okul öncesinden başlayarak ilk ve ortaöğretimden yüksek öğretime kadar, yaygın eğitim programları dâhil tüm çerçevede ve bütünsellik içerisinde gerçekleştirilmelidir” diye konuştu. cezaların caydırıcı olmaması, Türkiye’de hukuk ve adalet sisteminin feci çarpık ve pespaye durumunda aramak gerekiyor” diyerek teşhis eden DES Genel Başkanı Gürkan Avcı, açıklamasında şunları söyledi; TÜRKİYE’DE ÇOCUĞA DÖNÜK 18 BİN 334 CİNSEL SUÇ DAVASI VAR! Aile içi eğitim ve aile içi iletişim çok önemli. Anne babalar çocuklarına cinsel konularda ve tacizle ilgili bilgilendirmelerde bulunmalıdır. Çünkü aile içinde cinsel istismarın saklanması veya böyle durumlarda ailelerin bunu saklaması net rakamları ortaya çıkmasını engelliyor. Çocuk Hakları Merkezinin çocuk cinayetleri raporuna göre; 2012 yılında 609, 2013 yılında 633 çocuk devletin ihmalinden dolayı ölmüş. Uluslararası Çocuk Merkezi’nin verdiği rakamlara göre; Türkiye’de Ocak 2010 ile Kasım 2013 arasında 377 SORUNU ÇOK YÖNLÜ ELE ALMAK GEREKİYOR Çocuk ve kadınlara dönük şiddet ve cinayet vakalarının sürekli artıyor olmasını “Hurafelerden, ucube geleneklerden ve riyakârlıktan arındırılmamış yanlış din eğitimi ve örfiyet, porno salgını, popüler kültür bombardımanı altında alabildiğine tahrik edilen ama tatmin edilemeyen libidosu şişmiş toplum, evliliklerin zorlaşması, artan eşcinsellik, parçalanmış ailelerin sokağa düşen çocukları, genel geçer medyanın, dizi ve sinema endüstrisinin zina şiddet ve suçu özendirmesi, 21 GÜNCEL TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU çocuk cinsel istismarı vakasına rastlanmış. 2011 yılına ait verilere göre; çocuğa karşı işlenen cinsel suç davalarının sayısı sadece 2011 yılında 18 bin 334 adet. ÇOCUK CİNAYET VE TECAVÜZLERİ AF KAPSAMINA ALINMAMALI! Çocuk taciz ve cinayetleriyle ilgili önemli bir zafiyetinde ‘ceza ve af’ boyutuyla adalet sistemini ilgilendirdiğini gözden kaçırmamamız gerekiyor. Bu tür cezaların af kapsamına alınmaması, yargılama süreçlerinin hızlı sonuçlanması ve kamuoyunun verilen cezalarla ilgili bilgilendirilmesi, suçluların gözetim altında tutulması ve önleyici kolluk sisteminin geliştirilmesi gerekiyor. UYUŞTURUCU KULLANIMININ ARTIŞI, ÇOCUK CİNAYETLERİNİ TETİKLİYOR! Bu tür vahşetlere sebebiyet veren insanların psikolojik olarak hasta olduğu unutulmamalıdır. Bu yüzden toplum bu konuyla ilgili bilgilendirilmelidir. Aile içi eğitim şarttır. İdam cezaları caydırıcılığı artırabi.lir fakat esas çözüm eğitim ve toplumu bilgilendirmekle olur. Çocuk katillerinin profiline baktığımız zaman hemen hepsinin uyuşturucu kullandığını görüyoruz. Uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması toplumdaki suç miktarını otomatik olarak artırıyor. Verilere baktığımızda çocuk taciz ve tecavüzleriyle mücadelede, uyuşturucuyla mücadelenin ne kadar önemli olduğu- 22 24. SAYI 2014 nu görüyoruz. İDAMLAR, ÇOCUK CİNAYET VE TECAVÜZLERİNİ SONLANDIRMAZ! İdamdan çok daha güçlü tedbirler alınması gerektiğini ve eğitim ve aile-toplum rehabilitasyonunun çok önemli olduğunu bir kez daha ifade etmek istiyorum. Toplumu rahatlatma ve potansiyel katillere ders verme amacıyla yapılacak idamlar bu tür vakaları sonlandırmayacak, en fazla sorunu halının altına süpürmüş olacaktır. Türkiye’de çocuk katil ve tecavüzcülerinin idam edilmesi önerisi çok fazla cazip ve meşru görünse de, çocuk katili bir ruh hastasını astığımızda adalet ne kadar yerine gelmiş olacak ve idam bir ceza mı yoksa toplumsal bir rahatlama görevini mi görmüş olacaktır? İdamlar potansiyel çocuk katillerine yeterince gözdağı verecek ve tecavüzler duracak mıdır? Yoksa çocuk tecavüzcüsünü bekleyen sıkıntı ve sorunlarla dolu süreç, rehabilitasyon ve vicdan muhasebesinden en kolay şekilde kurtulma ve kaçış fırsatı mı sunmuş olacağız? 24. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU federAsyonlardan HABERLER TÜRKİYE VE TÜRKLÜK İÇİN TÜRKİYE SİVİL TOPLUM BİRLİĞİ (TÜRKBİR) KURULDU Yakup ATASITÜRK 24 Demokratik Kitle Örgütü “Türkiye, Türk Dünyası ve uluslararası alanda ülkemizi ilgilendiren önemli konularda kamuoyunu aydınlatmak ve yetkilileri uyarmak” üzere “Türkiye Sivil Toplum Birliği (TÜRKBİR)” adı altında bir araya geldi. Çalışmalarını partiler üstü çerçevede yürüteceğini açıklayan TÜRKBİR’in kuruluş bildirisinde şöyle denildi: “Birinci Dünya Savaşı sonrasında düşmanların işgaline uğrayan ve “her şey bitti” denildiği bir sırada “Milli Mücadele”yi başlatarak aziz vatanımızı kurtaran, hürriyet ve istiklalimizi kazandıran ve egemen Türkiye Cumhuriyeti Devletimizi kuran Gazi Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarına, şehit ve gazilerimize yürekten bağlı olduğumuzu bildirmek, minnet ve şükranlarımızı sunmak istiyoruz. Türk milletine tevdi edilen bu kutsal emaneti daima koruyacağımıza, ondan güç alarak ilelebet yaşatılması için bütün varlığımızla mücadele edeceğimize söz veriyoruz. Türk milletinin kimliğinin ifadesi olan Anayasamızın değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez ilk üç maddesi başta olmak üzere Anayasamızın yürürlükteki diğer hükümlerine, özellikle 6. maddesindeki “Egemenlik kayıtsız şartsız Türk milletinindir” ve 66. maddesindeki “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türktür” hükümlerine bağlı kalmayı ve korumayı temel ilkemiz sayıyoruz. Bunun yanında, “güçler ayrılığına dayanan devlet yapımızın tam anlamıyla işler hale getirilmesi ve yargının bağımsız ve tarafsız olması ilkelerini, “Adalet mülkün temeli” anlayışının ve demokratik, laik, 23 federAsyonlardan HABERLER TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU sosyal hukuk devletinin olmazsa olmaz şartı olarak görüyoruz. Bu ilkelere bağlı olarak yapacağımız faaliyetler çerçevesinde, her ay “Acil Türkiye Raporu” hazırlayarak Türk milletinin yüksek vicdanına ve sorumluların dikkatine sunacağız. İlk fırsatta milletimizin birlik ve bütünlüğünü güçlendirmek amacıyla bir “Milli Kongre” toplayacağız. Ülkemizin içinde bulunduğu olağanüstü şartlar karşısında, hiçbir ayrım gözetmeden eşitlik, kardeşlik, birlik, huzur ve mutluluğun önemini dikkate alan sivil toplum kuruluşlarını, meslek birliklerini, odalar ve barolar ile değerli aydınlarımızı, yurt çapında işbirliğine çağırıyoruz. BİLDİRİYE İMZA ATAN KİŞİ VE KURULUŞLAR Sadi SOMUNCUOĞLU / Milli Düşünce Merkezi Durhasan KOCA / Türk Boyları Konfederasyonu Selçuk ÖNAL / Azerbaycan Kültür Derneği 24. SAYI 2014 Ayşegül DALKIR KAHVECİ / Demokrasi ve Kadın Derneği Serdar Murat CAN / Kırıkkale Oğuz Boyları Federasyonu Nesrin GÜNEL İÇAY / Ankara Yörükler Türkmenler Derneği Bayram ÖZDEN / Yörtürk Vakfı Mustafa KÖROĞLU / Teknik Eğitim Vakfı Yakup ATASITÜRK / Dünya Kargın Türkmenleri Derneği Zafer TEKBUDAK / Türk Telekomcular Derneği DESTEKLEYENLER Av. Celalettin SOLMAZ / Türkiye Barolar Birliği Hamit KÖSE / Şehit Aileleri Federasyonu Av. Kemal Cihat BİNİCİ / Ankara Barosu H. Hüseyin BAYRAM / Türk Ziraat Y. Müh. Birliği Talat GÖZET / Türk Veteriner Hekimler Birliği Fethi BOLAYIR / Toplumcu Düşünce Derneği İsmail Hakkı BARI / Orman Mühendisleri Odası Erdem AKYÜZ / Hukukun Egemenliği Derneği İsrafil ÇELİK / Türk Aydınlar Vakfı Prof. Dr. Ali AKYILDIZ / Türk Hukuk Enstitüsü 24 Gürbüz MIZRAK / Türkiye-Türkmenistan Dostluk Derneği 24. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU federAsyonlardan HABERLER NEVRUZU ÜNİVERSİTE GENÇLİĞİ VE SİVİL TOPLUMLAR İLE KUTLADIK Mustafa TEKİN kutlamasında Öğrenci Konseyi Başkanı Süleyman KELEŞ’in yaptığı hoş geldiniz konuşmasından sonra kürsüye gelen Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı Durhasan KOCA şu konuşmayı yaptı: Türklerin tek ve ortak milli bayramı Nevruz Bayramıdır. Bu yıl Nevruzu, Konfederasyonumuz, Bilkent ve Hacettepe Üniversitesi öğrencileri ile Orman Mühendisleri Odası, Oğuz Boyu Kültür Dernekleri Federasyonu, Ankara Yörükler Türkmenler Derneği, Dünya Kargın Türkmenleri Derneği, Tüm Anadolu Kahramanları Şehit ve Gazi Yakınları Derneği, Ankara Seymenler Kulübü olarak ortak kutladık. Bilkent Üniversitesi kampüsünde yapılan Nevruz “Türk devlet ve topluluklarının kutladıkları tek ve ortak milli bayram Nevruz Bayramıdır. Nevru, yüzyıllardır Türk kültürüne özgü özelliklerle kutlanmaktadır. Nevruz, M.Ö. 8. yüzyıldan günümüze kadar, çetin kış şartlarının sona erip doğanın uyandığı, karların eriyip nehirlerin coştuğu, çiçeklerin, güzel duyguların canlandığı, baharın müjdecisi 21 Mart gününde doğudan batıya, güneyden kuzeye, bütün Türk Dünyası tarafından büyük bir coşkuyla kutlana gelmektedir. Nevruz, 21 Mart’ta Orta Asya’da ve Kafkaslarda yaşayan Uygur, Türkmen, Kazak, Kırgız, Özbek, Azeri, Tatar, Yakut, Teleüt, Karakalpak, Sala, Başkurt, Çuvaş, Macar, Kumuk, Karaçay gibi Türk Devlet ve Toplulukları ile Anadolu ve Balkan Türklerinin “YENİGÜN” ve ya “YILBAŞI” olarak kabul ettikleri gündür. Nevruz çok eskiden beri Türklerin Ergenekon Bayramı olarak da bilinmektedir.” Daha sonra kürsüye gelen Orman Mühendisleri Odası Başkanı Ali KÜÇÜKAYDIN, Nevruzun tüm Türk dünyasına birlik, beraberlik, huzur ve mutluluk getirmesini diledi. Etkinliklerde birlik, dirlik ve huzur için dua edildi. Örste demir dövüldü, Nevruz ateşi, halkoyunları, binicilik gösterileri, geleneksel oyun ve etkinliklerle devam ederken Bilkentli, Hacettepeli ve Türk Cumhuriyetlerinden gelen gençler birlikte doyasıya eğlendiler. 25 federAsyonlardan HABERLER TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 24. SAYI 2014 AFGAN TÜRKMEN ÖĞRENCİ BİRLİĞİ TOPLANTISI YAPILDI Salahattin BAYSAL Türkiye Türkmenistan Dostluk Derneği Kurucu Başkanı Selahattin BAYSAL’ın açış konuşmasında selam Aziz Misafirler, Selam Sevgili Bayanlar, Selam Türkmenin geleceği Aziz Gençler! Hepinizi Yüce Allah’ın merhameti ve şefkati ile selamlıyorum ve hepinize hoş geldiniz diyorum. Dünya Türkmenleri İnsanperver Birleşiğinin Türkiye Bölümü adından, Türkiye Türkmenistan Dostluk Derneği adından da ayrıca selamlıyor ve diyorum ki; “ Şecerem Oğuzdan Sicim(soyum) saf Türkmen, Demir donlu Köroğlu, yiğidim, kırk men, Nişanam bellidir, algır, bürgüt men, Bir kökten geliyandır hemTürk, hem Türkmen.” Aziz konuklar; Yüce Allah Kuran-ı Kerim’de buyuruyor ve Nuh Peygambere diyor ki;”Her nesneden birer çift al ve gemine yükle”. Çünkü büyük bir tufan olacak ve nitekim oluyor da. Nuh Peygamberin oğullarından Yasef’in oğlunun adı Türk’tür. İşte bu Nuh Peygamberin torunu (ağtığı) Türk’ten türeyip, çoğalıp gelenlere Türk Kavmi, Türk Milleti, kısacası “Türk” denir. Türk’ün 10. Torununun adı Oğuzhan’dır. Oğuzhan’ın 6 oğlu oldu. Üç büyük oğluna Bozoklar, üç küçük oğluna ise Üçoklar dendi. Her bir oğlunun da 4’er oğlu oldu, böylece Oğuzhan Atamızın 24 torunu (ağtığı) oldu. Her birisine bir Oğuz Boyu dendi. Bu 24 Oğuz Boyundan gelenlere “Oğuzlar”, Oğuzların Müslüman olanlarına ise “Türkmenler” dendi. İşte sizler, bizler ve burada olmayan tüm Türkmenler Oğuzhan’ın 24 boyundan gelen insanlarız. Oğuzhan oğullarını topladı, eline bir “ok” aldı ve oku hemen kırıp ikiye katladı. Bir kere daha kırdı, dörde katladı ve sonrasında kıramaz oldu ve dönüp oğullarına “Birlik olun, birlik olursanız sizi kimse kırıp, dağıtamaz” dedi. Oğuzhan Atamızın bu töresi uyarınca ben de sizlere diyorum ki; “ Ey Türkmenin geleceği Aziz Gençler, birlik olun, birbirinizi sevin, birbirinizden kopmayın, dağılmayın, gelecek mutlaka bizimdir.” Aziz Gençler,siz burada yalnız değilsiniz. Sizlere çok selamlar getirdim. Öncelikle Dünya Türkmenlerinin Başı, arka dağı,Türkmenistan Devletimizin Baş tutanı, Cumhurbaşkanı Berdi 26 MUHAMMEDOV’dan,Türkmenistan Devletinin Ankara’daki Büyükelçisi Ata SERDAROV’dan, Ankara’daki Konsolos’undan,İstanbul’daki Temsilcilerinden selamlar getirdim.Bildiğiniz gibi Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanımız bu günlerde Türkmenistan’ı ziyaret ediyor. Bu nedenle Elçihane görevlileri Türkmenistan’da bulunmaktadırlar. Ankara’dan;Türkiye’deki Yörük -Türkmenlerinin Teşkilatı olan Türk Boyları Konfederasyonunun Genel Başkanı Durhasan KOCA’nın,Yörük-Türkmen Vakfı Başkanı Mustafa TOMBULOĞLU’nun, şu andaki Türkiye Türkmenistan Dostluk Derneği Başkanı Kadir TOSUN ve yönetim kurulu üyelerinin, Bozok Türkmenlerinin başı, Dünya Türkmenleri İnsanperver Birleşiği Merkez müdiriyet azası Hüseyin YÜCEL’in, Barak Türkmenlerinin yol başçısı Ahmet DAYANIR’ın,İzol Türkmenlerinin başı Cemali ÜNALDI’nın, bir önceki Başkan Koca Türkmen Mustafa AYDIN’ın, Türkmen denince herkesçe bilinen Türkmen Edebiyatı profesörleri; Prof. Abdurrahman GÜZEL’in, Prof. Fikret TÜRKMEN’in, Doç.Dr. Berdi SARIYEV’in, Türkmen Tarihçileri; Prof. Reşat GENÇ’in, Prof. Kazım Yaşar KOPRAMAN’ın, Prof. Yusuf HALAÇOĞLU’nun,Prof. Refet YİNANÇ’ın, Prof. Salim CÖHCE’nin;Elek.Elektr.Müh. Dr. Mehmet Emin YILDIZ’ın, İran Türkmenlerinin temsilcisi Dr. Ferzat MERCAN’ın, Irak Türkmenleri temsilcisi Erbil Türkmen Meclisi Başkanı Mahmut ÇELEBİ’nin, Suriye Türkmenleri temsilcileri Mv.Mehmet ŞANDIR’ın, Abdülkerim AGA’nın, Av.Esat ARBER’in, Türkmenin Ulu Şairleri Yavuz Bülent BAKİLER’in, Ali AKBAŞ’ın, Feyzullah BUDAK’ın, Baki KARABIÇAK’ın da mahsus selamlarını, sevgilerini getirdim. Hepsi sizler için dua ediyor, gönülden kucaklıyor ve sizlere diyorlar ki; “Ey aziz gençler yalnız değilsiniz, bizler sizin arkanızdayız, her zaman, her yerde birlikteyiz.” Aziz Gençler; ben ormancıyım, ağaç nedir, orman nedir iyi bilirim. Eğer bir ağaç kökünden su ve gıda almazsa hemen kurumaya başlar ve sonunda ölür. İnsanlar ve milletler de ağaçlar gibidir. Köklerini unutursa, ihmal ederse onlar için de yok olmak 24. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU mukadder olur. Biz Türkmenlerin, kökümüzde büyük bir zat var. Bu yıl tüm Dünyada onun kutlama yılı. Bu zat büyük Türkmen şairi Mahtumkulu’dur. O’nu rahmet, minnetle hatırlıyor ve anıyoruz. Mahtumkulu diyor ki; “Koç yiğidin adı çıkmaz, Devleti, malı olmasa. Endişeli, iş bitirmez, Meydanda deli olmasa.” Bu salonda toplanan, ihtiyarı, genci tüm Türkmen Deli’lerine bir kere daha selam ediyorum.Eğer bir davanın, bir milletin sizler gibi takipçileri, savunucuları varsa Evvel Allah sonumuz daima hayırlıdır. Yine Mahtumkulu diyor ki; “Benim diyen koç yiğide Bir münasip yar gerektir. Arap at, yavlı yiğide, Almaz Zülfikar gerektir. Yiğit oldur, yurt üstünde, Canın berse din üstünde, Koç yiğitler il üstünde, Namus bilen ar gerektir.” Aziz konuklar “yurt”, “din” ve “il” (Devlet) bahis konusu ise gerisi teferruattır diyor, ”yurt”, “din” ve “devlet” için “ ar, namustur ” diyor. Bu düstur, bu ilke, bu prensip tüm Türkmenlerin ana düsturu olmuştur.Şimdi de olmalıdır diyorum. Aziz Gençler, Değerli Misafirler; ruh ve kültür köklerimizi oluşturan Hoca Yusuf Hemedani’yi, Hoca Ahmet Yesevi’yi, Hoca Muhammed Mansur Maturudi’yi, İmam Buhari’yi,İmam Tirmizi’yi, Hoca Muhammed Nakşibendi Buhari’yi, Kaşgarlı Mahmut’u,Yusuf Has Hacib’i, Bilge Tonyukuku,KülTigin’i ve Dedelerin Dedesi Korkut Ata’yı (Dedem Korkut’u),onları hatırlayarak aziz ruhlarına hürmet ederek; Oğuzhan Atamızın Kınık torunundan Selçukhan oğullarından,Sultan Sancar’ın, Sultan Alparslan’ın; onun oğullarının Anadolu’da yani bugünkü Türkiye’de kurdukları Selçuklu Devletinin, Oğuzhan Atamızın Kayı torunlarının kurduğu Osmanlı Devleti’nin ve yine Oğuzhan Atamızın soyundan; Büyük, Ulu Türkmen Mustafa Kemal Atatürk’ün kurduğu Türkiye Cumhuriyeti topraklarında; Arslan Baba’nın, Barak Baba’nın,Geyikli Baba’nın,Hacı Bektaşı Veli’nin, Mevlana’nın,Türkmen Kocası Yunus’un,Nuri Sofi’nin, Hacı Bayramı Veli’nin, Şeyh Edebali’nin,Akşemseddin’in, Dadaloğlu’nun,Karacaoğlan’ın, Pir Sultan Abdal’ın, Emrah ve daha nicelerinin doğup, büyüyüp bizlere emanet olarak bıraktıkları ve Türkmen Başbuğu Fatih Sultan Mehmet Han’ın fethederek bize emanet ettiği İstanbul’da; Türkiye’de bu toplantı yapılıyor.Burası federAsyonlardan HABERLER sizler için bir “Yad Ülke, yabancı ülke değil!” Burası tüm Türkmenler’in de vatanıdır. Burada tekrar söylüyorum,”Yalnız Değilsiniz” Türkmenler’e 1071 yılında bu toprakları yurt yapan atalarımızı Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun “Malazgirt Destanı” şiirinden bir kıta ile anıyorum; “Önde Yalın Kılıç Türkmen Başbuğu Ardında Oğuz’un elli bin tuğu Andırır Altay’dan kopan bir çığı Budur Peygamber’in övdüğü Türkler Ya Allah.. Bismillah … Allahüekber !!.” Aziz Mihmanlar, Aziz Gençler; Ruh ve Kültür köklerimizi unutmadan ve onlardan ilham,destek alarak bu gün yine bir Türk,bir Türkmen olarak diyorum ki; Dünya’nın neresinde bir Türk,Türkmen varsa o bizim kardeşimiz, doğanımızdır.O asla yalnız değildir.Sözlerimi Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu’nun “Türk” şiiri ile bitirirken hepinize bir kere daha Cenab-ı Allah’dan sağlık, esenlikler diliyor; bu toplantıyı düzenleyen Afganistan Türkmen Öğrenci Birliği Başkanı Sevgili Doğanım Sakhı Bayramlı ve Çalışma Arkadaşlarına, Afganistan’dan, Amerika’dan,Finlandiya’dan, Çekoslavakya’dan, Almanya’dan, İran’dan gelen Aziz Türkmen misafirlerimize ve Türkiye’den katılan başta Hoca Ahmet Yesevi Vakfı Başkanı Türkmen Kocası Erdoğan ASLIYÜCE ve dostlarına ayrı ayrı teşekkür ediyor, hepinizi saygı ve sevgi ile selamlıyorum. “And olsun geceye, gündüze... And olsun karaya, denize... And olsun kaleme, kağıda... Bir millet yarattım doğuda! Türk diye bir yüce ad verdim. Önüne kılavuz kurt verdim. En üstün değerli erdemi, En güzel ülkeyi yurt verdim! Donattım ruhunu imanla, Kolunun gücünü sert verdim. Ve onu mazluma sığınak, Zalimin başına dert verdim!!!” 27 GÜNCEL TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 24. SAYI 2014 TÜRKBİR PANELİ TÜRKBİR PANELİ İHANETE HAYIR! TÜRK MİLLETİ VE DEVLETİ BÖLÜNEMEZ 1914 ERMENİ MEZALİMİ VE GERÇEKLER Yusuf ŞAHİN Bayazit KARACAN Türkiye Sivil Toplum Birliği (TÜRKBİR), 09/04/2014 tarihinde Ankara Barosu Toplantı Salonu’nda İHANETE HAYIR! TÜRK MİLLETİ VE DEVLETİ BÖLÜNEMEZ adlı panel düzenledi. Türkiye Sivil Toplum Birliği (TÜRKBİR), 22/04/2014 tarihinde Türkiye Barolar Birliği Salonu’nda 1914 Ermeni Mezalimi ve Gerçekler adlı panel düzenledi. Seçkin ve kalabalık bir davetli topluluğunun izlediği paneli eski TBMM Başkanvekili Hasan KORKMAZCAN yönetti. Kalabalık bir davetli topluluğunun katıldığı paneli TÜRKBİR sözcüsü Sadi SOMUNCUOĞLU yönetti. Panelistler ise Prof. Dr. Ümit ÖZDAĞ, Avukat gazi üsteğmen Serdar ÖZTÜRK, Prof. Dr. Nurullah ÇETİN, Türk Boyları Konfederasyonu Genel Başkanı Durhasan KOCA idiler. Panelistler sundukları tebliğler ile salondaki izleyicileri doyurdular, ülkemizin içinde bulunduğu bu hassas dönemde bu panellerin yurt genelinde yapılmasının çok faydalı olacağını belirttiler. 28 Panelistler ise Prof. Dr. Norman STONE, Mehmet PERİNÇEK, (E) Büyükelçi Alev KILIÇ ve Av. Erdem AKYÜZ idiler. Panelistlerin yaptıkları açıklamalar, salonda bulunan dinleyicileri tatmin etti ve dinleyiciler bu tip bilgilendirme panellerinin ülke genelinde yapılmasını talep ettiler. 24. SAYI 2014 TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU GÜNCEL TÜRKBİR ATA’NIN HUZURUNDA Tufan HÖÇÜK Türkiye Sivil Toplum Birliği (TÜRKBİR), 22 Nisan 2014 Salı günü Anıtkabir’i ziyaret ederek çelenk bıraktı. Türkbir sözcüsü Sadi SOMUNCUOĞLU, Anıtkabir defterine şunları yazdı: “Büyük Atatürk, Manevi huzurunuzda saygı ile eğiliyor, minnet ve şükranlarımızı sunuyoruz. Türk Milletinin, tarihin derinliklerinden akıp gelen egemenliği ve aziz vatanımız, yine düşmanca saldırıların hedefi yapılmıştır. TBMM’nin her açılışında dikkat çektiğiniz gibi, ülkemiz bugün de emperyalistlerin güdümündeki, bölücü-etnik-ırkçı teröristlerin saldırılarıyla karşı karşıya bulunmaktadır. Bunlardan biri de, Ermenilerin 1914 ve öncesinde başlattığı katliamların, 100. Yılında, bugün de “Büyük Ermenistan” hayaliyle sürdürülmek istenmesidir. Erivan’dan [yapılan] tehcir ve doğu illerinin enkaz ve harabesi altında Ermeni mezalimi ve ihanetinin kurbanları olan yüz binlerce Müslüman kardeşimizin iskeletleri ortadadır.” Aziz Atatürk, Şartlar ne olursa olsun, Türk Milletinin egemenliğini, vatanımızın bütünlüğünü savunmak ve haklarımızı korumak için, vatanseverler olarak birleşip bütün gücümüzle mücadele edeceğiz. En derin Saygılarımızla.” 1927 yılında işaret ettiğiniz şu hususlar unutulamaz: “Efendiler, … şüphe edilmemek gerekirdi ki, Ermeni katliamı konusundaki sözler, gerçeğe uygun değildi. Aksine… yabancı kuvvetler tarafından silahlandırılan Ermeniler, Müslümanlara saldırmakta idiler...her tarafta insafsız bir şekilde öldürme ve yok etme siyaseti gütmekte idiler…. Müslümanlar yalnız namuslarını ve canlarını korumak için karşı koymuş ve kendilerini savunmuşlardı. 29 federAsyonlardan HABERLER TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 24. SAYI 2014 BAŞBAKANA AÇIK MEKTUP Dr. Canan ARITMAN Cumhuriyet Kadınları Derneği Genel Başkanı Sn. R.T. Erdoğan T.C. Başbakanı 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı günü 7 dilde, 2 Ermeni lehçesinde yayınladığınız “Ermeni Mesajı”; analarımızı ağlatmıştır. Biz kadınları yaraladınız! Türk Milletinin yarasına tuz biber ektiniz. T.C. Başbakanı’nın ülkesinin tarihini, özellikle de yakın tarihini iyi bilmesi gerekir. 1915’de Ermeni isyanlarını, tecavüz ve katliamlarını ve tüm cephelerde 7 düvele karşı vatan savunması yapan askerlerimizin arkadan vurulmasını önlemek için yapılan ; “Zorunlu Göç ve İskan Kanunu” gereğince uygulanan, hukuki ve haklı tehciri, yabancılara karşı “gayri insani” olarak nitelemenizi kabul edilemez buluyoruz. Bu nasıl “gayri insani” bir zorunlu göç ve iskandır ki; her kişiye günlük yevmiye verilmiş, yardım kuruluşlarının her türlü denetim ve yardımlarına izin verilmiş, eli silah tutan çocuklar dahil her erkek cephelerde savaşırken bile konvoyların güvenliği temin edilmeye çalışılmış, hastalar hastanelerde tedavi edilmiş, çocuklar koruma altına alınmıştır. Konvoylara saldırı düzenleyen gaspçılardan yakalananlar mahkemeye verilmiş, 67 kişi idam edilerek 1500 civarında suçlu da ağır hapis cezalarına çarptırılmıştır. Ayrıca bu tehcir, ülke sınırları içinde ilden ile yapılmıştır. Tehcir uygulaması, savaş dönemlerinde dünyadaki tüm hukuk düzenlerinde haktır ve meşrudur. Günümüzde Cenevre Sözleşmesinin Ek 2 Protokolünün 17. Maddesi tehcir uygulamasını, tüm devletlere bir hak olarak vermektedir. 1915’de tehcir uygulaması zorunlu kılınan illerimizde 518 bin Müslümanın, Ermeniler tarafından öldürüldüğünü de biliyor olmanız gerek. Onların torunlarına da taziyelerinizi sunmanızı bekliyoruz. Ayrıca Asala terör örgütünce şehit edilen diplomat ve devlet görevlilerimizin ailelerine de taziyelerinizi iletmenizi diliyor ve bir özür borçlu olduğunuzu düşünüyoruz. Çünkü hepsini ağlattınız!.. 1915 olaylarının, soykırım olduğuna dair ulusal ve uluslararası hiçbir yargı kararı yoktur. Tam aksine soykırım olmadığına dair yargı kararları vardır. İngiliz Kraliyet Başsavcılığının yürüttüğü Malta Yargılaması ve en yenisi AİHM’in 17 Aralık 2013 Perinçek Kararı bu doğrultudadır. Türk Milleti, 100 yıldır büyük bir iftiraya maruz kalıp soykırımla suçlanırken, büyük bir saldırı altındayken AİHM’in Perinçek Kararı, Türkiye’nin haklılığını ispatladı ve uluslararası platformda elini rahatlattı derken; sizin mesajınız, yargı sürecini ülkemizin, milletimizin aleyhine gelişebilecek bir noktaya taşıdı. 30 Gayet iyi bildiğiniz gibi; davalı İsviçre tarafından AİHM Perinçek Kararı, bir üst mahkemeye götürülmüştür. Fransa Cumhurbaşkanı Hollande, “bu süreçte İsviçre’ye destek olacağız” derken, en büyük destek ne acıdır ki sizden, T.C. Başbakanı’ndan geldi. Millet olarak kendimizi ihanete uğramış hissediyoruz!.. Bu vahim hatanızı derhal düzeltmenizi bekliyoruz. 1915’de hayatını kaybeden Ermenilerin torunlarına özel taziyenizi, zorunlu iskan yasasının uygulanmasını gayri insani bulmanızı şiddetle kınıyor ve reddediyoruz. Devam eden AİHM yargı sürecini aleyhimize etkileyecek açıklamanızı da derhal tevil etmenizi bekliyoruz. Türk Milleti tarih boyunca pek çok halka, kavime, millete hükmetti; imparatorluklar yönetti. Ama hiç kimseye soykırım uygulamadı. Kaybettiğimiz topraklardan, Balkanlardan, Kafkasyadan göçe zorlanan, katliamlara uğrayan milyonlarca insanımızı yitirdik, soykırımlara uğradık ama kimseye kin gütmedik, soykırım ise asla uygulamadık. Fatih Sultan Mehmet’in idaremiz altındaki gayr-i Müslimlerin dini, ticari, insani haklarının ve kültürlerinin korunması konusundaki 1578 tarihli Fermanı, Magna Carta’dan sonraki ilk insan hakları beyannamesidir ve Türk Milletinin insani hasletlerini ortaya koyar. Hiç kimse atalarımıza, çocuklarımıza, gelecek nesillerimize “soykırımcı” diyemez. Buna izin vermeyeceğiz. Ülkemizin Başbakanı olarak sizden Türk Milletinin, Türk Devletinin haklarını, çıkarlarını korumanızı ve Aziz Milletimizin soykırımcı olmadığını dünyaya haykırmanızı bekliyoruz. Ayrıca tüm şehitlerimizin, Ermeni katliamlarında hayatlarını kaybeden yurttaşlarımızın torunlarına, Türk Milletine taziyelerinizi iletmenizi, bundan böyle Milletimizin acılarını paylaşmanızı istiyoruz. Ermeni açılımını 23 Nisan’da, Kürt açılımını 10 Kasım’da yaptınız. Milletimizi yaralayan açılımlarınızı, Milletimiz için önemli olan özel günlerde yapmanızı da kabul edilemez buluyoruz. ÖZÜR DİLEMENİZİ BEKLİYORUZ… Biz, Cumhuriyet Kadınları Derneği olarak önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminde, Milletimizin acılarını paylaşan, Yurttaşlarımızın, Devletimizin haklarını, çıkarlarını koruyan, YURTSEVER BİR CUMHURBAŞKANI seçmek kararlılığındayız. Bu profile uymayanların adaylığına karşı çıkacağımızı beyan eder, saygılarımızı sunarız. ADI KURULUŞ TARİHİ FAALİYET BÖLGESİ GENEL BAŞKANI TELEFONU BELGEGEÇER ADRESİ TÜRK BOYLARI KONFEDERASYONU 3 EKİM 2005 BÜTÜN TÜRK DÜNYASI DURHASAN KOCA 0312 417 12 75 0312 417 12 75 ŞEHİT ADEM YAVUZ SOK. NO: 9/11 KIZILAY/ANKARA ADI KURULUŞ TARİHİ FAALİYET BÖLGESİ GENEL BAŞKANI TELEFONU BELGEGEÇER ADRESİ TOROSLAR YÖRÜK TÜRKMEN FEDERASYONU 22 TEMMUZ 2004 ISPARTA, KONYA, ANTALYA, BURDUR, MUĞLA MUSTAFA KÜÇÜKYAMAN 0246 218 22 28 0246 218 22 28 TURAN MAH. ÇAYBOYU 122. CAD. TARİH EVİ NO: 158 ISPARTA ADI KURULUŞ TARİHİ FAALİYET BÖLGESİ GENEL BAŞKANI TELEFONU BELGEGEÇER ADRESİ OĞUZ BOYU KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU 20 MART 2005 ANKARA, AMASYA, KARABÜK YAKUP ATASITÜRK 0312 417 12 75 0312 417 12 75 ŞEHİT ADEM YAVUZ SOK. NO: 9/11 KIZILAY/ANKARA ADI ERTUĞRULGAZİ KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU KURULUŞ TARİHİ 7 HAZİRAN 2005 FAALİYET BÖLGESİ BOZÜYÜK, KÜTAHYA, BİLECİK, BURSA, UŞAK GENEL BAŞKANI NİHAT KULA TELEFONU 0542 584 43 20 ADRESİ BALIKLI MAH. OSMANLI CAD. NO: 19 KÜTAHYA ADI KIRIKKALE OĞUZ BOYU KÜLTÜR DERNEKLERİ FEDERASYONU KURULUŞ TARİHİ 6 EKİM 2006 FAALİYET BÖLGESİ KIRIKKALE GENEL BAŞKANI SERDAR MURAT CAN TELEFONU 0532 465 23 88 ADRESİ HÜSEYİN KAHYA MAH. MENDERES CAD. YAĞBASAN YILDIZ İŞ HANI: K: 1 NO: 13 KIRIKKALE