BEHİÇ BEY
Transkript
BEHİÇ BEY
BEHİÇ BEY Mete GÜRLER 4 Mayıs 2013 İTÜ Evi Mustafa Kemal, 1918’de I. Dünya Savaşı’ndan 550.000 kayıpla çıkan, Mondros Ateşkes Antlaşması’yla orduları dağıtılan, ağır silahları elinden alınan, demiryolları, tersaneleri, yer altı ve yer üstü zenginlikleri, telgraf hatları ele geçirilen, bu da yetmezmiş gibi elindeki son toprakları da emperyalistlerce işgal edilen, kapitülasyonlar altında ezilen, sanayileşmemiş, aşiret ve tarikat kıskacında, aydınlanmamış, geri kalmış, yıkık ve perişan bir ülkeyi önce bağımsız, sonra çağdaş bir ülke haline getirmeyi başarmıştır. Mustafa Kemal, emperyalist ve kapitalist Avrupa’ya, “Biz, bizi mahvetmek isteyen emperyalizme karşı ve bizi yutmak isteyen kapitalizme karşı bütün ulusça savaşan insanlarız” diyerek başkaldırmış ve kazanmıştır. Böylece dünyada ilk kez bir adam ve o adama inanan bir millet, eli kanlı emperyalizmi dize getirmiştir. Bu büyük başarı Mustafa Kemal’i ve Türk milletini ezilen-sömürülen Doğu’nun bağımsızlık sembolü haline getirmiştir. Mustafa Kemal, hiç abartısız önce bir vatan, sonra bir millet sonra da bu vatanda bağımsız yaşayacak millete çağdaş (uygar) bir gelecek hazırlamıştır. Üstelik ATATÜRK Cumhuriyet mucizesine imza atarken, ilk on yıl içinde bir büyük isyan (Şeyh Sait İsyanı), irili ufaklı çatışmalar, iki kısmi seferberlik ve bir büyük dünya krizi yaşanmıştır. Kısıtlı bütçesine rağmen yabancılardan borç almadan kalkınmayı başarmıştır. Cumhuriyet, İzmir İktisat Kongresi’yle başlayan kalkınma sürecinde denk bütçe, açık diplomasi, “yurtta barış dünyada barış” ilkeleriyle hareket etmiştir. Milletler Cemiyeti’ne ancak davet edilince girmiştir. Bu dönemde % 10 kalkınma hızı, %20 sanayileşme hızı yakalamıştır. Son beş yılda ise, bir büyük isyan (Dersim İsyanı) ve irili ufaklı çatışmalar, Hatay ve Boğazlar sorununa rağmen fabrikalarını, demiryollarını, bankalarını kurmuş ve büyük bir hızla sanayileşmiştir. Halkçılık ilkesi doğrultusunda halkevleri, halkodaları, köy öğretmen okulları, köy okulları, millet mektepleri, enstitüleri, yüksekokulları ve üniversitesini kurarak halkı bilinçlendirmiştir. 15 yıl Sayfa | 1 gibi kısa bir sürede, ortaçağ kalıntısı geri kalmış bağımlı bir toplumdan çağdaş bir ulus yaratılmıştır. Neresinden bakarsanız bakınız bunun adı Atatürk ve Cumhuriyet Mucizesidir. 1938’de devletin Osmanlı borçlarından başka borcu yoktur. Kardeşlerim; Mustafa Kemal’in silah arkadaşlarından her biri hem savaş zamanında, hem de genç Türkiye Cumhuriyeti’nde çok kritik sorumluluklar yüklenmişlerdir. Bu kıymetli insanlardan bazıları ön plana çıkmayı, bazıları ise arka planda kalmayı tercih etmişlerdir. Ben bugün sizlere bu arka planda kalmayı tercih edenlerden birisini, gerek Çanakkale Harbimizde, gerek Kurtuluş Savaşımızda, gerekse de genç Türkiye Cumhuriyeti’nde çok kritik görevler üstlenen, Mustafa Kemal’in en yakın arkadaşlarından biri olan Behiç Bey’i anlatacağım. Atatürk 10. yıl marşı hazırlanıp ilk defa kendisine sunulduğu zaman, bu marşı çok beğenmekle beraber, bir mısrasını değiştirme zorunluluğu hissetmiş ve değiştirmiştir. "Yurdun her bir tepesinde dumanlar tütüyor" mısrasını, 10. yıl marşından çıkarmış, yerine kendisinin şahsen yazdığı şu mısrayı eklemiştir: "Demir ağlarla ördük ana yurdu dört baştan" Bu mısrayı yazdıktan sonra da yakın arkadaşı Behiç Bey’e: "Sizin emeğinizin karşılığı değildi, değiştirdim" diyerek, kendi yazdığı mısrayı ona okumuştur. Ülke demir ağlarla baştanbaşa örülmüştür ve bu çabanın en önemli mimarlarından biri de Behiç Bey’dir. O, Eskişehir’den Ankara’ya trenle gelenlerin, Ankara’ya yaklaşırken gördükleri o şirin, küçük istasyona, Behiç Bey İstasyonu’na ve istasyonun arkasındaki dev komplekse, Behiçbey Triyaj Garına ve TCDD Behiçbey Tesislerine adı verilen kişidir. 1800’lerin ikinci dönemi ile 1900’lerin ilk 30 yılında, bu topraklardaki tek ulaşım aracı demiryolları idi, eski deyimi ile şimendiferlerdi, şimendifer kumpanyaları idi. Demiryolları sadece dönemin tek ulaşım aracı değildi, emperyalist ülkeler için Osmanlı’yı çökertmede kullandıkları en önemli finansal silahlardan biriydi. Bu vatan topraklarındaki demiryollarını hep yabancı şirketler işletmişti. Hem demiryolu inşası için kredi verip Osmanlı’yı daha da borç batağına batırıyorlar, hem işletmesini kendileri yapıp işletmenin zarar etmeme garantisini yaptıkları anlaşmalarla sağlıyorlar, hem de kilometre başına kâr güvencesi, demiryolunun 20 ile 45 kilometre çevresindeki maden ocaklarının işletilmesi, çevredeki ormanlardan odun, kereste sağlanması, gerekli yerlerde rıhtım, iskele, mağaza, depo ve benzeri tesisler kurabilmesi ve işletebilmesi, demiryolunun geçtiği sancaklardan toplanacak öşürler gibi imtiyazlar alarak korkunç bir kaynak sömürüsü gerçekleştiriyorlardı. Özetle Osmanlı Demiryolu Tarihi bir anlamda emperyalizmin Türkiye’ye girişinin de tarihidir. 1906 senesinde bir genç Osmanlı Subayı sıra dışı bir rapora imza atarak, tarihe bir ilk olarak demiryollarında ulusallık kaydını düştü: "Demiryolu işletmesinde gayrimüslimler değil Türk memurlar kullanılmalıdır ve işletme lisanı Fransız dili yerine Türk dili olmalıdır." O subay 1903 yılında ilk defa ordu tarafından kurulan İltisak Hattı Muhafız Kuvvetleri Müfettişi görevine atanan Kurmay Kolağası (Kıdemli Kurmay Yüzbaşı) Behiç Bey’di. Behiç Bey’in Sayfa | 2 kişiliği pek çok subaydan farklıdır. Karşısındaki kişinin makamı ve rütbesi ne olursa olsun, fikirlerini hiç çekinmeden söyleyebilmektedir. Behiç Bey pek çok görevden sonra Selanik’e tayin olmuş ve burada yıllarca sürecek bir dostluğun temelleri atılmıştır. 1907 yılında Şam’dan, Selanik’e tayin olan Mustafa Kemal ile tanışmış ve onun komutanlığını yapmıştır. İlerleyen yıllarda aralarındaki dostluk o kadar güçlenmiştir ki, bu durumu tarihçi Cemal Kutay; “Mustafa Kemal’in fikir danıştığı tek adam” diyerek anlatmaktadır. (Bu dostlukları, daha sonra ev arkadaşlığına da dönüşür. 31 Mart Vakası’nda İstanbul’a gelen ve isyanı bastıran ekipteki komutanlar Mustafa Kemal ve Behiç Bey, Beyoğlu’nda Lebon Pastanesi’nin karşı sokağında ev kiralayıp, bir süre birlikte otururlar.) Daha sonra, gerek dillere destan disiplini ve çalışkanlığı, gerek 1903 senesinden beri, atandığı demiryollarına kendini adaması, gerekse de senelerce büyük emek verdiği kitabı, ("Demiryolunun Askerlik Açısından Tarihi, Kullanımı ve Teşkilatı") yani; demiryolu bilgisi ve tecrübesi olan Behiç Bey’e, Türk milletinin ölüm kalım savaşları olan Çanakkale ve İstiklal Harpleri’nde, kader ve Mustafa Kemal ona tüm cephe sevkiyatlarını yapma sorumluluğunu yükleyecekti. Behiç Bey III. Ordu’da her manevrada aynı çadırda kaldığı yakın arkadaşı Mustafa Kemal’e bir defasında demiryolları ile ilgili bir Fransız kitabında yazan, bir Rus generalinin tespitini anlattı: "Harpte iki cephe vardır, ilki sevkiyat, ikincisi düşmanla çarpışma. Sevkiyattaki muvaffakiyet cephedeki muvaffakiyetin zeminidir, zemin sağlamsa cephe sağlamdır, zemin kaygansa cephe her sonuca açıktır." Bu konuşmayı yaptıktan kısa bir süre sonra Mustafa Kemal Derne Komutanı olarak Trablus’a, Behiç Bey ise İstanbul’daki Ordu Dairesi’ne İkmal Şubesi Müdür Yardımcısı olarak tayin oldu. Mustafa Kemal Derne’den düzenli olarak mektup gönderdi Behiç Bey’e. Gerek savaş alanlarında yaşadıklarını yazdı, gerekse de memleketin gidişatından olan endişesini paylaştı mektuplarında. (İnkılâp Tarihi Müzesi’nde bu mektuplar halen görülebilir). Kader bu ikiliyi ikinci defa Çanakkale Harbinde bir araya getirdi. Biri Gelibolu’da cephedeydi, Anafartalar komutanıydı, öbürü Osmanlı’da demiryollarına atanan ilk 'Demiryolu Askeri Hat Komiseri'. Biri cephede taarruzu değil ölmeyi emrediyordu, öbürü de onlar ölünceye kadar geçecek olan zaman zarfında takviye kuvvetleri yetiştirmeye çalışıyordu cephelere. (Çanakkale Savaşı boyunca cepheye tam 22 tümen asker sevkedilmiştir ve zayiatı karşılamak üzere gelen ikmal erleri ile birlikte tüm muharebelere 310 bin kişi katılmıştır.) 29 Mart 1918 yılında Mareşal Liman Von Sanders, Gelibolu Savaşı’nda asker ve erzak sevkiyatının mükemmelliğine hayran kaldığı için Miralay Behiç Bey’e birinci dereceden Alman Demir Haç Madalyası takar. Bu madalya, Alman ulusu için çok değerlidir. Sadece önemli Alman devlet adamlarına verilen en üst seviyeden bu madalyanın bir yabancıya verilmesi o dönemde görülmemişti. Sayfa | 3 Behiç Bey, daha sonra Azerbaycan’a giderek, 1918’de ilk Azeri düzenli ordusunu ve Azebeycan Jandarma Teşkilatını kurar. İngilizler İstanbul’u işgal edince şehre geri döner. Ancak hasta olduğu için Anadolu’ya kaçamaz. Mustafa Kemal, bunu bir fırsat olarak görür ve Anadolu’ya kaçırılmasını istediği meşhur “beyaz subaylar” listesini yakın dostu Behiç Bey’e gönderir. Behiç Bey’e bu görevinde yardımcı olan kişi de Üzeyir Garih’in babası Azra Garih’tir. İngilizler, Behiç Bey için ölüm ilanı çıkardıkları zaman, bir süre saklandığı ev de, ileride yazdığı hatıratlarında “kadim dostum” diyerek bahsettiği Azra Garih’in babası Üzeyir Garih Efendi’nin evidir. İngilizlerden kaçarak Anadolu’ya geçen Behiç Bey, Bursa’da İsmet İnönü’den bir telgraf alır. "Anadolu’ya geçtiğinin mutlu haberini aldık. Mustafa Kemal derhal Ankara’ya gelmenizi istiyor." Ankara’ya vardığında Behiç Bey iki teklifle karşılaşır. İsmet İnönü, kendisine Erkan-ı Harp Umumiye İkinci Reisliği’ni (Genelkurmay İkinci Başkanlığı) teklif ederken, Fazıl Paşa ise demiryollarının başına geçmesini ister. Bu konuları konuşmak için Mustafa Kemal’in yanına çıkan Behiç Bey’e Başkomutan, o meşhur sözünü söyler: “Behiç Bey, ben cephede ne yapılacağını çok iyi biliyorum, fakat ordumuzu cepheye taşımaya nasıl muvaffak olacağımızı bilmiyorum. Zamanında sahip olduğunuz tecrübelerden bunu sizin başarabileceğinizi biliyorum. Sizin demiryollarının başına geçmenizi isterim. Varoluş savaşımızda ancak bu şekilde başarılı olabiliriz”. Bunun üzerine Behiç Bey, kimsenin işine karışmaması şartıyla bu görevi kabul edebileceğini söyler. Başkomutan, gülümser ve Behiç Bey’in elini sıkar. Bu konuşmanın üzerine Büyük Taarruz dahil olmak üzere cepheye asker sevkiyatı Behiç Bey tarafından mükemmel şekilde gerçekleştirilir. Koşullar ne olursa olsun doğruları savunan Behiç Erkin, aynı zamanda tüm silah arkadaşlarına işine karışılmadığı müddetçe kendi doğru bildiğini en iyi şekilde yapabildiğini göstermiştir. Mustafa Kemal’le Kurtuluş Savaşı’nın en sıcak zamanında yaşadığı bir hikâye aslında bunu en iyi şekilde kanıtlamaktadır. Savaşın ortasında Mustafa Kemal’den bir telgraf gelir. Telgrafın üstünde, “Dakika tehiri (gecikmesi) idamla cezalandırılacaktır” yazmaktadır. Telgrafın içeriği şu şekildedir: “Trenlerin son sürate çıkarılarak cepheye asker sevkiyatının hızlanması gerekmektedir”. Her zaman doğru olduğuna inandığı şeyi yapan Behiç Bey, Başkomutanın emrine şu şekilde cevap verir: “Hat, Sayfa | 4 40 km’den hızlı gitmeye müsait değildir. Eğer daha hızlı sevkiyat yapılmaya kalkışılırsa korkarım tek bir sevkiyat bile yapamayabiliriz. Emrinizi aldım. Bu şartlardan dolayı uygulamadım. İkinci bir emrinizi bekliyorum”. Başkomutandan ikinci bir telgraf gelir. Telgrafta aynen şu kelimeler yazmaktadır: “Siz nasıl uygun görürseniz Behiç Bey”… Kurtuluş Savaşı sürerken işletmeyi çalıştıracak tek kuruş yoktu. Lokomotifi bozulsa yedek parçası yoktu, bulunsa alacak para yoktu, kömür yoktu, odun kullanılmak zorunda idi. Odunu bulmak ise büyük bir marifet, vatanı müdafaa edecek kuvvetleri cepheye sevk edecek odunu bulduğunda, Ticaret Bakanlığı izinsiz odun kesiminden mahkemeye vermişti Behiç Bey’i. İşletme dilinin Türkçe olmaması sorunu, işletme çalışanları arasında devede kulak olan Türk çalışanı ile de birleşince, eldeki birkaç eski lokomotif ve vagondan oluşan trenleri işletmek işi ikinci bir savaş verilmesini gerektirmiştir. Bu demiryolu savaşının başkomutanı Behiç Bey’di. Turgut Özakman Behiç Bey’in İstiklal Harbi esnasında başardığını, "bir lojistik mucizesi" olarak tanımlamaktadır. Bu hikâye her ne olursa olsun düşmandan vatanlarını kurtaracakları inancına odaklanmış, bir ölüm kalım savaşının içinde, savaşın neticesine etkisi itibarı ile lokomotif kazanının sıcaklığında ateşten gömleği giyen ulusal demiryolculuğumuzun kuruluş hikâyesiydi. Bu ateş yıllarının sorumluluğunu sırtında taşıyan komutan, Mustafa Kemal’in ordusunu cephelere taşımak için elde kalan bir avuç kara treni emanet ettiği Behiç Bey, Büyük Taarruz’un başladığı dakika Ankara Hükümeti’nden bir telgraf aldı: “İş bu dakikadan itibaren bütün millet, fedakâr şimendifercilerimizi Allah’tan sonra, kahraman ordumuzun yegâne muin-i zaferi (zaferin biricik yardımcısı) görmektedir." Bu telgraf Büyük Taarruz’un başladığı an Türk Milleti’nin gözünde demiryolcuların üstlendikleri sorumluluğu en iyi ifade eden resmi belgedir. Düşmana vurulacak son darbe için Büyük Taarruzun başlanması kararı alınmıştır. Doğal olarak da cepheye çok hızlı bir şekilde asker yetiştirilmesi gerekmektedir. (...) Ne korkunçtur hasreti yaylı bir karyolada ölmenin./ Bunu Sakaryalı Şakir bilir./ Kartallı Kazım başını dayadı tahtasına bölmenin./ Kısıldı sarı kurt gözleri./ Vagonla birlikte sarsılarak başı sallanıyor iki yana./ Gözetliyor Şakir'i/ "Mehmetçik," diye düşünüyor, "Memetçik, Memet."/ Ve teker teker Kesilmeden tekrarlıyor tıkırdayan tekerlekler/ Sayfa | 5 (gitgide daha çabuk, gitgide daha sert):/ "Memetçik, Memet, "Memetçik, Memet."/ (...) Gece gündüz cephelere sevkiyat gider./ Nerede başlayıp, nerede biter?/ Ocağında çam ağacı yakan tirenler./ Hat boyları yanmış odun kokusu./ Askeri de hat boyunun tapısı/ Memetçik, Memet Memetçik, Memet./ Dört cephe içinde koptu kıyamet./ Vagonların kırk kişilikse de yapısı Seksen Memet, yüz Memet yüklü hepisi./ Kilitlenmiş vagonların kapısı./ Tirenler gidiyor Memetçik dolusu./ Memetçik, Memet Memetçik, Memet./ Peki, Trenler dolusu Memetçik Memet cepheye nasıl gidiyor? Ordu İzmir’e doğru ilerlerken, ikmal trenlerinin gecikmesi, kesin zaferi etkileyebilirdi. Düşman çekilirken her bir metrekare rayı tahrip ederek söküyor, köprüleri yıkıyordu. Demiryolcular sadece ordumuzu taşımakla kalmadılar, aynı zamanda o yoklukta düşmanın yok ettiği demiryolunu da yapmak zorunda kaldılar. Genel Müdür Behiç Bey, herkesi seferber etmiş, hattın Afyon’dan Eskişehir yönüne doğru uzanan Gazlıgöl ve Hamam bölümündeki traversler, sökülerek İzmir yönüne nakledilmiştir. Düşmanın tahrip ettiği raylar da kesilerek, eklemeli olarak kullanışlı hale getirilmiştir. Mustafa Kemal, onarım için “Nereden işçi bulacaksın? O çevrede bütün erkekler silâh altında” deyince; Sayfa | 6 Behiç Bey’den “Kadınlarımız sağ olsun paşam” yanıtını alır. Bu hattın en kısa zamanda kadınlar tarafından yeniden inşa edildiği ve onarıldığı resmi kayıtlarda görülmektedir. Bu stratejik manevra sayesinde Yunanlıların üç aydan önce yapılamayacağını düşündükleri köprüler birkaç günde tamir edilmiş ve söz verdiği üzere 7 Eylül günü bayraklarla süslü, her tarafı kurşun izi bir lokomotifin önünde, asker ve cephane dolu vagonlarla beraber Afyon’a girdi Behiç Bey. Böylece 14 Ağustos’da demiryollarının aylardır hazırlandığı büyük sevkiyat başlar. 100,000 asker Afyon’un güneyine cepheye kaydırılır. Hattın açılmasıyla birlikte, gövdesinde kurşun izleri bulunan lokomotiflerin çektiği trenler, ordunun ardından İzmir’e doğru akmaya başlamıştır. İşte bu başlatılabildi. suretle Büyük Taarruz Savaş bittikten sonra, TBMM Behiç Bey’i hem "Meclis Özel Takdirnamesi" ile onurlandırdı, hem de "İstiklal Madalyası" ile zaferin kazanılmasındaki payını resmileştirdi. Savaş bitmişti bitmesine ama Behiç Bey’i bu sefer başka bir savaş beklemekteydi. Demiryollarının ülke içi dağılımı, yapanların gereksinimine yanıt verecek biçimde ve sömürgeci anlayışa uygun olarak düzenlenmişti. Türkiye’nin iç ulaşımına yanıt verecek durumda değildi ve dengesiz bir dağılımı vardı. Almanların yaptığı Bağdat Demiryolu, Haydarpaşa’dan Gaziantep’e ulaşıyor, sınırı takip ederek, Nusaybin’den Bağdat’a geliyordu. Parasını Osmanlıların ödemesine karşın, Almanların Ortadoğu’ya ulaşması için yapılmıştı. İzmir-Aydın, İzmir-TurgutluAfyon ve İzmir-Manisa-Bandırma hatlarını yapan İngilizler; dışalım ve dışsatım merkezi olarak kullandıkları ve ticaretini tümüyle ellerinde bulundurdukları İzmir’i, çevresindeki bereketli topraklara ve maden bölgelerine bağlamışlardı. Anadolu’nun içine giren tek demiryolu, Ankara’ya kadar geliyordu. Ülkenin doğusuyla batısı, kuzeyiyle güneyi, birbirlerine bağlı değildi. Osmanlı’dan devralınan 4.112 km’lik demiryolunun bakıma gereksinimi vardı. Demiryolu köprülerinin çoğu, Ulusal Bağımsızlık Savaşı sırasında ahşapla onarılmıştı. Demiryolu işletmeciliği tümüyle yabancıların elindeydi. Bu alanda, yetişmiş yerli teknik kadro yoktu. Ulusal Bağımsızlık Savaşı’ndan sonra ülkeyi terk eden teknik kadronun yerine, çok kısa zamanda yerli teknisyenler ve işletme uzmanları yetiştirildi. Demiryolu işletmeciliğinin kurulması ve ulusallaştırılmasında elde ettiği başarılarla Behiç Bey simge bir isim oldu. Verdiği uzun mücadelenin sonunda 22 Nisan, 1924′de Anadolu Demiryolları millileştirilmesi ve Genel Müdürlüğün Teşkilatı ve Görevleri’ne ait 506 sayılı kanun kabul edildi. Sayfa | 7 Bu suretle ülkenin dört biryanı demiryolu ağlarıyla birbirine bağlamıştır. 1928-1938 arasında, Osmanlı’dan Cumhuriyete miras kalan, bir metresi bile bizim olmayan, tamamı yabancıların kontrolündeki 4.112 km demiryolunun 3.387 kilometrekaresi satın alınarak milleştirilmiştir. 1923’de 4.112 kilometre olan demiryolu uzunluğu, 1938’de 7.132 kilometreye ulaşmıştır. Yani Osmanlı’nın son 150 yılında üstelik tamamen yabancılara yaptırıp işlettiği demiryoluna yakın uzunlukta bir demiryolu ağını genç Cumhuriyet 10 yılda kendi imkânlarıyla yapmıştır. Üstelik Cumhuriyetin demiryolları, ülkenin doğusuyla batısını, kuzeyiyle güneyini eksiksiz birbirine bağlayan çok daha işlevsel niteliktedir. 1938’den günümüze kadar geçen 73 yılda yaklaşık, 1500 kilometre demiryolu yapıldığı göz önüne alınırsa, Atatürk Cumhuriyeti’nin demiryolu konusundaki başarısı çok daha iyi anlaşılacaktır. Behiç Bey’i daha birçok sene iş başında gördük. Geçmişi, anlayışı, yöneticiliği daima takdire ve övgüye layık olmuştur. Behiç Bey’in aklı, bu çağın istediği ve özellikle yeni Türkiye’nin muhtaç olduğu akıllardandır. Behiç Bey sakin, mütevazı ama verdiği karar ve attığı adımda ısrarla yoluna devam eden aydın ve yüksek bir enerjidir. 1 Mart 1927 tarihli Demiryolu Dergisi’nde Türk Demiryolcuları Behiç Bey’i "Türk şömendifercilerinin babası" ilan ettiler. 1 Eylül 1928 günkü Demiryolu Dergisi’nde ise Türk Demiryolcular şunu yazdılar: "İdarenin genelinde ve her şubesinde görülen hayat, intizam hep sizin ölmez eserinizdir. Vücuda getirdiğiniz şu varlık karşısında demiryollarımızın sadece mensupları değil, hareket eden tüm parçalarının, binalarının ve kurumlarının, hatta tek bir rayının bile dili olsa konuşsa, size teşekkür ederdi." Cumhuriyet rejiminin vazgeçilmez bir milli politikası oldu demir ağlar, ulusal güvenliğin, ulusal bütünlüğün bir simgesi haline geldi. Atatürk, Behiç Bey’den hep aynı şeyi istedi, "Bir karış fazla demiryolu", Behiç Bey’de tam 25 yılını verdiği demiryollarında hep bu gaye ile çalıştı, demir ağlarla vatanı örmek. Savaş sona erip de, genç Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra Mustafa Kemal pek çok yeniliğe imza atar. Bunların içinde soyadı kanunu da var. Kendisine Meclis tarafından Atatürk soyadı verilmesinin ardından, Mustafa Kemal’de yakın çevresindeki 37 kişiye yazılı olarak soyadı verir. Atatürk, 37 kişiye neden o soyadını uygun gördüğünü birer mektupla belirtmiş ve bunu da Dil Tarih Coğrafya Enstitüsü’ne gönderip “Türkiye’nin ilk 37 soyadı olarak kaydedilsin” talimatını vermiştir. Bu soyadlardan dokuzuncusu Behiç Bey’e uygun gördüğü ERKİN’dir. Bunun verilme sebebi olarak Atatürk şu notu düşmüştür: “Her şart altında kendi doğrularını dile getirme cesaretini gösteren, bağımsız kişi. Behiç Erkin genç Türkiye Cumhuriyeti’nde ilk Demiryolları Genel Müdürü olarak görevlendirilir. Sonrasında İstanbul milletvekili olup Bayındırlık Bakanı olarak kabinede yerini alır. Sayfa | 8 Bakanlığı sırasında yaptığı en önemli işlerden biri de o zamanki adı Mühendis Mekteb-i Alisi, bugün ki İstanbul Teknik Üniversitesi’nin özerkleşmesi kararını vermesidir. Okulun Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlanmasına direnir ve sonunda özerk olarak çalışmasını sağlayacak kanunu çıkartır. “Bilim her türlü etkiden uzak olmalıdır” diyen Behiç Erkin, Teknik Üniversite’nin derslerini Türkçeleştirir. Taşkışla arazisini de okula bağışlar. İTÜ kendisine fahri profesörlük verme kararı alır. Behiç Bey bu ünvanın kendisine bakanlık görevinden ayrıldıktan sonra verilmesini talep eder. Ancak İTÜ bakanlıktan ayrıldıktan sonra Behiç Bey’i unutur. Ankara’ya tarihte ilk defa elektrik ve havagazını o getirdi, ülkede ilk kamu müzesini o kurdu, ilk demiryolu meslek okulunu o açtı, ilk uluslararası kongreyi o düzenledi. Ama genç Türkiye Cumhuriyeti’nin sağlam temeller üzerine oturtulması için gerçekleştirdiği en değerli işler, bugün bile hala ülkemizin en önemli ve güçlü kurumlarının başında gelen, Milli İstihbarat Teşkilatı’nın kurucusu, Emekli Sandığının kurucusu ve tabi ki TCDD’nin kurucusu olmasıdır. Bu üç dev kurumunda resmi kurucu imzasına sahiptir. Ancak Behiç Bey bu önemli işleri yaparken yeri geldi, birçok kişi ve kuruma karşı büyük mücadeleler vermek zorunda kaldı. Behiç Erkin 1928-1939 yıları arasında Budapeşte Elçiliği ve 1939-1943 yılları arasında Paris Büyükelçiliği görevlerinde bulunmuştur. Ayrıca; 31 Aralık 1925 tarihinde II. Dönem İstanbul Milletvekili, 5 Eylül 1927 tarihinde III. Dönem İstanbul Milletvekili ve 2 Eylül 1943 tarihinde de VII. Dönem Çankırı Milletvekili olmuştur. Erkin’in Paris’te göreve başladığı tarih, kurtardığı insanların kaderini belirleyecektir. Göreve başladığı tarih 31 Ağustos 1939’dur. Ertesi gün, 1 Eylül’de Hitler’in Almanya’sı Polonya’ya girerek II. Dünya Savaşı’nı başlatır. Haziran 1940’ta Alman orduları artık Paris’tedir. İşgalle birlikte işbirlikçi Fransa hükümeti ile Almanya, özellikle Yahudilere karşı farklı bir tutum izlemeye başlarlar. O sırada, yıllar önce Türkiye’den Fransa’ya gelmiş, ama vatandaşlık haklarını kaybetmiş veya hala Türk vatandaşı olan pek çok Yahudi vardır. O Behiç Erkin “Bizim ülkemizde din, dil, ırk ayrımı yoktur. vatandaşların hepsi Türk’tür. Türk vatandaşlarına Sayfa | 9 dokunamazsınız” diyerek Yahudilere yönelik uygulamalara karşı çıkmıştır. Almanlar ve Fransızlarla yazışmalar sürerken, Paris Büyükelçiliği’ne bağlı konsolosluklardan haber gelir. “Birçok Yahudi başvuruyor, ancak çoğunun belgesi yok. Ne yapalım.” Behiç Erkin’in verdiği emir şu şekildedir; “Altı kelime ezberlesinler kâfidir. Ben Türk’üm. Akrabalarım Türk toprağında yaşıyor. Bunu ezberleyen herkese vatandaşlık vesikası ve formu verin.” Bu arada Almanlar Paris’te yaşayan Yahudilerin evlerine sarı yıldız yapıştırmaya başlamıştır. Behiç Erkin, ekibine ve ona bağlı konsolosluklara emir verir. “Derhal Türk Yahudilerin kapılarına “Türk Vatandaşıdır” diye bir kâğıt yapıştırın.” Bunun üzerine bütün Türk Yahudilerinin kapılarına ay-yıldızlı vatandaşlık ilmühaberi yapıştırılır. Böylece Behiç Erkin’in üçüncü savaşı başlamış olur. Ancak bu kez savaş siyasi manevralarla sürmektedir. Paris’in düşmesinden kısa süre sonra Fransız Hükümeti Vichy’ye taşınır. Almanların baskısıyla yeni bir kanun çıkartan Fransa, en sonunda Yahudilerin işyerlerine el konulması kararını verir. Uygulama başlayınca Behiç Erkin hemen Fransa Hükümeti ile bağlantıya geçer ve “Türk Yahudilerinin mallarına el koyamazsınız” der. Fransa Hükümeti ise “Bu işyerleri Fransa sınırları içindedir, bu duruma karışamazsınız” deyince, Behiç Erkin kapitülasyonlara sığınır. Kapitülasyonlar karşılıklı feshedilmediği için hala yürürlüktedir. Yürürlükte olan bu kapitülasyonlara göre; Fransa sınırları içindeki hiçbir Türk vatandaşının mallarına el koyulamaz ve millileştirilemez. Bu anlaşma bizim için de geçerlidir. Dolayısıyla Fransa’da yaşayan Türk vatandaşlarının mallarına el konulmaması gerektiği Fransa Hükümeti’ne hatırlatılır. Fransız Hükümeti de yediği bu siyasi gol karşısında sesini çıkaramaz. Fransa Hükümetinin işyerleri konusundaki kararsızlığı, Behiç Erkin’in aklına başka bir fikir getirir. Büyükelçilik personeline ve bağlı konsolosluklara emir verir. On yıldan daha fazla Fransa’da, son beş yıldır aynı adreste yaşayan evli, çocuk sahibi, düzenli olarak konsolosluğa gelip kaydını tazeleyen vatandaşlarımızın toplantıya çağrılmasını ister. Toplantıda Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına “Beni hepiniz tanıyorsunuz, sizden bir ricam var. Elinizi vicdanınıza koyacaksınız. Kabul etmeyebilirsiniz de. Çünkü bu söyleyeceğim çok büyük bir mesuliyettir. Fransa Hükümeti, vatandaşımız olan ama bizim dinimizden olmayan vatandaşlarımıza karşı bir kampanya başlattı. Ben bu insanların canını kurtarmak için elimden gelen her şeyi yapıyorum. Ama mallarıyla ilgili de sizden yardım istiyorum. Bütün mallarını sizin üzerinize geçirecekler. Savaş bir gün bitecek, siz de o malları gerçek sahiplerine teslim edeceksiniz.” Toplantıda bulunan insanlardan bir kısmı bu görevi kabul eder. Kabul edenler hemen uygulamayı hayata geçirir ve Yahudilerin malları güvence altına alınır. Sayfa | 10 Tüm direnişe rağmen Fransa ve Almanya’nın talepleri gün geçtikçe artar. Hatta çabalara rağmen bazı Türk vatandaşı olan Yahudiler de toplama kamplarına götürülür. Diplomatik çabalarla bu Yahudiler toplama kamplarından çıkartılır ve Behiç Erkin yeni bir fikirle Fransa Hükümeti’nin kapısını çalar. “Fransa’da kalmak istemeyen Türk vatandaşlarını bir trenle Türkiye’ye göndermek istiyorum.” Fransa Hükümetinden gelen yanıt ise nettir. “Bu imkânsız.” İmkânsız lafı Behiç Erkin’e söylenebilecek en son cümle olduğu için karşılığı nota olarak verilir. Nota karşısında çaresiz kalan Fransızlar “Biz izin versek bile tren Alman topraklarından geçecek. Almanları ikna etmeniz gerekiyor.” diyerek işin içinden sıyrılmaya çalışır. Behiç Erkin bu kez Vichy’deki SS subaylarının en yüksek rütbeli askerine gider ve fikrini açıklar. Alman subayından asla izin vermeyecekleri yanıtını alınca “Biz Birinci Dünya Savaşı’nda sizinle müttefiktik. Siz savaşı kaybettiniz. Ama kaderin cilvesine bakınız ki, biz kendi topraklarımızda verdiğimiz savaşı kazandık. Savaşın kazananı olduğumuz halde, siz kaybettiğiniz için kaybedenler masasına oturduk. Şu anda, karşınızda hem geçmiş savaştaki müttefikiniz, hem de Alman Hükümeti’nin birinci dereceden Demir Haç madalyasıyla onurlandırdığı kişi olarak bulunuyorum. Bu emri vereceksiniz ve vatandaşlarımız Türkiye’ye gönderilecekler.” SS generali “Tek bir şartla izin veririm. Belli bir zamana kadar gitmeleri gerekir.” der. Tarihte “Büyükelçi’nin Trenleri” adıyla anılan ilk tren 1942 yılında Türkiye’ye doğru yola çıkar. Bu trenin yolcularından biri de bugün hala hayatta olan ve İstanbul’da yaşayan Robert Lazare Rousseau’dur. Büyükelçinin trenleri yaşama gitmektedir… Yolda karşılaştıkları trenler ise ölüme… Ancak trenlerin yola çıkışına kadar Almanya-Fransa-Behiç Erkin üçgeninde birçok eşi benzeri olmayan olay yaşanır. Yad Vaşem müzesinin kayıtlarında Gayrimuntazam 10.000 Türk Yahudi’sinin bir ya da iki eksiğiyle tamamen Türkiye’ye getirildiği yazmaktadır. Bunun yanında Türk pasaportunu hiçbir zaman bırakmamış olan 9000’in üzerinde “muntazam” Türk vatandaşı Yahudi de sağ salim ülkeye getirilmiştir. Toplamda 19.000 kişi! Başta Behiç Erkin olmak üzere, Fransa’da bulunan tüm Türk büyükelçilik ve konsolosluk çalışanları ile diplomat arkadaşları Selahattin Ülkümen, Necdet Kent, Namık Kemal Yolga Fransa’da yapılan ırkçı uygulamalara dirayetle karşı durarak kendi öz evladını düşünen bir baba gibi Yahudilerin önce mallarını, daha sonra canlarını kurtarırlar. Bu kişiler, dünyaya insanlık dersi vermişlerdir. Üzerine filmler yapılan “Oscar Schindler”in 1.100 kişiyi Sayfa | 11 kurtardığı düşünülürse, herhalde Behiç Erkin’in neler başardığı daha iyi anlaşılabilir. Nazi işgali altındaki Fransa’da tüm Yahudilerin toplama kampına alındığı günlerde 19.000’in üzerindeki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı Yahudi’ye pasaport verilerek hayatları kurtarılmıştır. Ayrıca pek çok Yahudi için, “Bu ev/işyeri bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşına aittir.” şeklinde belge hazırlatarak toplama kamplarına gönderilmelerinden kurtarmış, gönderilenler ise bir süre sonra tek tek bu kamplardan geri alınmıştır. Yahudi asıllı Fransa Komünist Partisi Başkanı, Fransa eski Başbakanı Léon Blum K: de Naziler tarafından toplama kampına atılan oğlu için Behiç Bey’e başvuracak ve Behiç Bey bir Fransa Başbakanı’na bile yardım eli uzatacaktır ve Léon Blum’un oğlunu, arkadaşları ile beraber temerküz kampından kurtarılmasını sağlayacaktır. Blum 1936-38 arasında ve savaştan sonra 1946-47 yıllarında Fransa Başbakanlığı yapmıştır. Fransa eski Başbakanı Léon Blum’un Behiç Bey’e teşekkür mektubunun orijinali, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi içindeki İnkılap Tarihi Müzesi’nde saklanmaktadır. Behiç Erkin’in kişiliğinin daha iyi anlaşılabilmesi için şu olayı anlatmakta da yarar görüyorum. 2. Dünya Savaşı’ndan sonra Birleşmiş Milletler, “Faciayı Araştırma Komisyonu” adıyla, soykırımı araştırmak için bir komisyon kurar. 20.000’e yakın Yahudi’yi soykırımdan kurtardığı için Behiç Erkin’in adını ölümsüzleştirmek isterler. Komisyon, Behiç Erkin’e yaptığı yardımlarla ilgili yanıtlanmak üzere 18 soruluk bir form verir. Erkin, BM yetkilisine teşekkür eder, dosyayı geri verir ve şu kelimeleri kullanır: “Ben yaşlı bir insanım ve zaten böyle şeyleri doldurmaya gerek yok. Sebebi de şudur; Biz Atatürk’ün önderliğinde Türkiye Cumhuriyeti’ni kurmakta emeği geçenler, Musevilerin başına gelenlerin 460 yıl önce başlarına gelenlerden herhangi bir farkı olduğunu düşünmüyoruz. Dolayısıyla benim yaptığım, tarihimize, örf ve adetlerimize sahip çıkmak ve Türk ulusu adına insani görevimizi yerine getirmektir.” Behiç Erkin, 85 yıllık hayatının son 61 yılını günü gününe not etmiş. Yazdığı günlükleri 1958 yılında Türk Tarih Kurumu’na, ölümünden bir yıl sonra yayımlanması şartıyla bağışlayan Erkin, ayrıca 10.000 Lirasını da peşinen verip, yayımlanacak kitapların masrafını kendi cebinden ödemiştir. Behiç Erkin, geride hepsi birer kitap hacminde olan tam 960 defter bırakmıştır. Ancak uzun yıllar geçmesine rağmen bu hatıralar bir türlü basılmamıştır. Torunu tarafından peşine düşülen bu hatıralar Türk Tarih Kurumu’nun fare pisliği ile dolu, toz toprak Sayfa | 12 içerisinde kalmış, çuvallara konulmuş, rutubetli arşivlerinde uzun süre aranmış ancak bulunamamıştır. Sonunda emekli olmuş bazı uzmanlar devreye girmiş ve anılar Türk Tarih Kurumu yayınevinin bodrum katında, bir demir dolabın arkasında bulunmuş ve yayınlanmıştır. Hayatı boyunca demiryollarından hiç kopmadı, kopamadı, ne demiryolcular babaları ilan ettikleri Behiç Bey’i unuttular, ne de Behiç Bey, tüm hayatım ve ailem dediği demiryolları ile demiryolcuları. Behiç Erkin’i 24 Kasım 1961 günü kaybettik. Konuşmanın çok kısa bir özetini yapacak olursak; Kurtuluş Savaşımızda demiryolculuğun tarihi, Türk ulusunun bu alandaki yeteneğinin her türlü aksaklık ve eksiğe rağmen kanıtlanmasının tarihidir. Behiç Bey’in önderliğinde bir demiryolu “gizli tarihi” yatmaktadır. Savaş içinde savaşın tarihidir. Kurtuluş Savaşımızın gizli kahramanlarından biri olan Behiç Erkin, Lojistikçi kimliği nedeni ile fazla ön planda yer almamıştır. Ancak Kurtuluş Savaşına yaptığı katkı ile tarihteki yerini almıştır. Vasiyeti ise çok anlamlı; Eskişehir’de Enveriye İstasyonunda, HaydarpaşaAfyon-Ankara hatlarının birleştiği, “demiryolcu tabiriyle müsellesin” yani üçgenin tam ortasına defnedilmesini vasiyet ediyor. Bu anıt isim, kendini ebediyete kadar demiryolculara emanet etmiştir ve Enveriye müsellesinin içinde yatmaktadır. Sayfa | 13 KAYNAKLAR; • Hatırat 1876 – 1958, Behiç Erkin; Hazırlayan: Ali Birinci, Türk Tarih Kurumu Yayınları; Ankara, 640 s, ISBN No: 9789751623171 • Cepheye Giden Yol, Emir Kıvırcık, GOA Basım Yayın, İstanbul, 2008, 368 s, ISBN No: 9944291330 • Büyükelçi, Emir Kıvırcık, GOA Basım Yayın; İstanbul, 2007, 224 s, ISBN No: 9789944291026 Sayfa | 14