Yeni Devir Gazetesinin 10.07.1977 tarihli nüshasından alınmıştır
Transkript
Yeni Devir Gazetesinin 10.07.1977 tarihli nüshasından alınmıştır
Yürürken Salı, 25 Ocak 2011 15:39 Yeni Devir Gazetesinin 10.07.1977 tarihli nüshasından alınmıştır. “Hayır dedi diğerleri gibi o da. Kalın boynunu sağa sola olumsuz bir biçimde çevirdi. Ağzındaki sigarasından bir nefes daha çekti. Karşısındakini bir an önce baştan savmak istediğini belli etmemeye çalışarak, ağzını alışkın olduğu biçimde doldurup “Boş kadro yok, hem askerliğini de yapmamışsın işe alamam seni” dedi. Eliyle kravatını düzeltti konuşmasının bitmiş olduğunu hissettirmeye çalışarak üst üste gürültülü bir şekilde öksürdü. Müdürün kıpkırmızı sayılabilecek yüzü ve büyücek bir kafası vardı. Kocaman göbeğinin üstünde yuvarlak başı, orantılı bir şekilde dar omuzlarının üzerinde duruyor irice kulakları ve çenesinin altındaki gerdanı sanki onun gamsızlığını belirliyordu. Hiçte iyilik düşünmediğini anlatırcasına, karşısındakine cırtlak bakışlar atan, yuvalarında sürekli dönen gözleri geniş yüzünün ortasında ufacık kalıyordu. Sonra görevini yapmış memur tavrıyla, karşısındakine, elinde imkan olsa işini; yapacağını hissettirecek şekilde yüzünü acındırdı. Ona son bir defa daha bakıp ellerini iki yana açarak sanki “benden bu kadar” dermişçesine yaptıktan sonra masasının üstündeki yazılarla ilgilenmeye başladı. Kağıtlardan birini veya birkaçını eline alarak inceliyormuş gibi yüzüne çeşitli ifade şekilleri verip yazılardaki konuları anlayıp anlamadığının bilinmemesine dikkat ederek imzalamaya koyuldu. İmza atmadıkları da oluyordu. Morali bozuk, bitkin bir halde müdürün odasından başı önde omuzları düşük geldiğinin tersine dalgın bir tavırla, kapıyı yavaşça sanki suç işliyormuş gibi çekinerek, ürkekçe çekerek çıktı. Odaya girerken ne duygular beslemişti. Merdivenleri asansöre gerek duymadan uçarcasına çıkmış, göğsünü şişirmiş, saçını tarayıp kravatının üçgenini düzeltmişti. Kapıya geldiğinde, büyük adamların önemli konuşmalarına başlamadan önce yaptıkları gibi iyice öksürmüş boğazını temizledikten sonra kendisini dikkatli bir konuşmaya hazırlamıştır. “Artık bu kez olur, bu müdür milletvekili arkadaşının kartını geri çevirmez işe girerim, devlet dairesi her zaman özel bürodan iyidir, hiç olmazsa emekliliği var diye düşünmüş, alacağı aylığı nasıl harcayacağına dair ayılık gelir- gider cetveli hazırlamış, biriktireceği para ile de motorsiklet almayı düşünmüştü işe gelip giderken kullanmak için, Aylığımın bir kısmını da kitaba yatırırım diyordu kitap iyi bir arkadaştır, kişi okudukça benliğine kavuşur diye düşünmüştü. Fakat şimdi başı dik kıvançla çıktığı merdivenleri, bitkin çökük, birisine görünmekten kaçarcasına korkuluğa – belki de düşmemek için- tutunarak iniyordu. Bitmişti her şey, aşındırmadığı kapı mı kalmıştı? “Boş kadro yok” cevabı ile de ilk defa karşılaşıyor değildi. Birçok kez dinlemişti bunu görkemli cilalı, bol çekmeceli masaların arkasında oturan –genellikle şişman kişilerden- “Arkan olacak kardeşim” diye kendi kendine söylendi. Hem bu yardımcı olan kişinin işi dikkatlice takip etmesi gerekir. Kime kart verilir kime telefon edilir, hatta kimin yanına gidilir, bütün bunlar incelik isteyen işlerdi. Örneğin bir kartla iş olmaz da, yanına gidilince oluverirdi. Belki de biraz önce işe yaramadığı için yırtıp attığı kartın sahibi kendisi gelseydi daha iyi bir sonuç alınabilirdi. Müdür bir milletvekilini kendine yaptığı gibi hemencecik başından savmazdı. Zemin katta dış kapıya 1/3 Yürürken Salı, 25 Ocak 2011 15:39 yöneldi bir büronun önünden geçerken masa çevresinde toplanmış koridora taşan seslerinden bulmaca çözmeye çalıştıkları belli olan hararetle tartışan memurlara gözü takıldı. Hiç düşünmedi gördüklerini, bir amaç taşımaksızın sanki boşlukta yürür gibi manasız adımlarla dışarı çıktı. Bulvarda biraz gezindi. Kaldırım taşları aşınmıştı. “Acaba işsizler mi kaldırım taşlarının aşınmasına neden oluyor” diye düşündü. Ağaçlar yeşermeye başlamıştı. Kendisini günlerden beri saran bir iç sıkıntısı iyice belirlenmişti. İçi içini yiyordu. Ne yapmalıyım, nasıl olmalı? Sorularına cevap bulamıyordu. Artık kime gidip bir işe girebilmek için bir kart veya mektup rica edebilirdi, bir yetkiliyle görüşmek için. Birbirlerine anlattıkları şeylerin önemsizce olduğu cırtlak gülüşlerinden belli olan birkaç delikanlı yanından geçti. Kaldırıma gelişigüzel park eden otomobile de sinirlendi. Yaya kaldırımını işgal ederek mani oluyorlardı yurttaşların yürümelerine, Arabalarını kaldırıma park edenlere kızdı. Güneş neredeyse dönecekti. Dalgın dalgın yürümeye devam etti. Öğle izninde fırsattan istifade birkaç tur atmak için bulvara inip sonrada işe geç kalmaktan korktukları için hızla yürüyen insanları, simitçiyi kovalayan zabıta memurunu bilinçsizce seyretti. Bir gazeteci çocuk gazeteler diye bağırıyordu. Arabaların motor gürültülerinin meydana getirdiği gökyüzüne doğru yükselen sesler kulağından kalın bir uğultu halinde içeri giremiyordu sanki. Koşuşan, yürüyen, belediye otobüsüne binmeye çalışan kalabalığı bir işportacı ile alabildiğine pazarlık eden müşteriyi, hiçbir zaman içindekine sahip olamayacağını bildiği halde alıcı gözüyle vitrini seyreden vatandaşları görmedi. Gürültülerini de duymadı. Kafası ayaklarına uymuştu. Bir sinema afişi önünde durdu, oynayan filmin ismine bile bakmadan bir bilet alıp içeri girdi. Yarım saat seyretti. Birinci yarı dolmadan terk etti salonu. Cadde boyunca yürümeye devam etti. “Artık iş bulamam altı aydan beri bulamadığım gibi” dedi kendi kendisine. İçini kaplayan bunalım üzüntüye terk etti yerini. Kafatasının içinde beyni sanki boş bir varil gibi yuvarlanıyor, kafa cidarlarına vuruyor, zonkluyordu. Ağrıdan kurtarmak istercesine başını salladı. “Bir şeyim yok sağlamım ben diye çıkıştı kendisine. Bunu ispatlamak için şaşkın bakışlar arasında yüz metre kadar koştu. Nefesi sıklaşmıştı. Bu hareketinin anlamsızlığına kendisi de utandı. Aklına gelen çeşitli boz bulanık fikirlerini lanetledi. İnsanın böyle anlarda aklına en olmadık şeyler mi gelirdi ne? Var gücüyle bağırmak istedi canı. Ne olacaktı ki bağırınca, hiç. Bir deli veya kriz geçiren bir hasta demiyecekler miydi ona. Hiç kimse benim sıkıntıma çare bulamaz bu kaldırımda yürüyenlerin, hatta iş bile verseler diye geçirdi içinden. Masa ve sandalyelerin düzensizce yerleştirildiği, içerdeki kalabalığın tavla ve diğer oyun aletlerinin çıkardığı sesler yüzünden ancak bağırılarak konuşulabilinen, bol gürültülü bir kahvehaneye girdi. Sigara dumanının sindiği eşyaların asıl renkleri kaybolmaya yüz tutmuş kirli bulanık ortak bir renk kaplamıştı her şeyi. Bir çay içiminden fazla oturmadı orada da, soluğu dışarı da aldı. Ne yapmalıydı da bu can sıkıntısını gidermeliydi? İşe girmek bir çare miydi? Göğsünün demir bir mengenede sıkıldığın zannetti. Yavaş yavaş burnundan nefes alarak ciğerlerin son hücresine kadar iyice şişirdi, sonra bu nefesi ağzından bir anda çıkardı “Paf” diye. Bir çocuk bahçesinin yanından geçerken, içeride oyun oynayanlara baktı,çocukluk günleri gözünün önünden bir film şeridi gibi geçti. Taşladıkları erik ağaçlarını hatırladı, taş atmaktan usandıkları zaman çoktan erik dallarının ucundaki yapraklar da taşlara, boyun eğip çağlalarla beraber dökülmüş olurlardı, hiç yaprak açmamış bahar gelmemiş gibi çıplak kalırdı dalların uçları. Çocukluk yaşantısı güzeldi, ama insan her zaman çocuk kalamazdı. Sorumsuzluk kişiyi 2/3 Yürürken Salı, 25 Ocak 2011 15:39 siliyor, yok ediyor diye geçirdi usundan. Bir askeri birliğin önünden geçerken içi burkuldu. Askerleri, onların yaşantılarını düşündü, imrendi askerlere. Yaşam dertleri yoktu, hem belki nişanlıları da vardı. Yenik bir savaşçı gibi, yürüyerek, demiryolu köprüsünün altına geldi günün tekniğiyle bağdaşmayan bir köprüydü bu, kocaman demir putreller ve perçinlere tren dumanı iyice eski bir görüntü kazandırmıştı. Biraz sonra yorgun, yaşlı bir lokomotif homurdanarak, sanki hareket etmek istemiyormuşçasına, görüntüsü ve hareketleriyle hantalca fakat köprüyle uyum sağlayarak geçti. Arkasında kapkara bir duman bırakmıştı. Duman bir müddet köprünün üzerinde kaldı. İntiharı, demiryolu raylarını gözünün önüne getirdi. Kendisi canını alabilir miydi? Yetkisi var mıydı buna. Sonra ondan bundan iş istemeyebilir, başı önde, hakim önüne çıkan sanıklar gibi, bir suç işlemiş gibi genel müdürlerin yanına utanarak çıkmaz, geç vakit geldiği zaman gürültü etmeksizin yatağına girmeye çalışmayabilir hem para sıkıntısı da çekmezdi. İntihar etmek ona adi korkak ve yenilmiş bir kişinin yapacağı bir hareket olarak gözüktü. Bu kadar alçalamazdı. Hiç hırsızlık yapmamış bir kişi kendi canını nasıl alabilirdi? Son günlerde gittikçe artan bunalımı acaba işe girmesiyle son bulabilir miydi? Sinema ve kaldırımlar ona istediğini vermemişti. Sonsuzluğa dek uzanan uçsuz bucaksız bir boşluk kaplıyordu benliğini. Beton bloklar arasında yankılanan ve dalga dalga genişleyerek yayılan bir sesi dinledi. Ezandı. Biraz önce intihar etmeyi düşündüğü için utandı. Otobüs durağına yöneldi. Otomobillerin durağa geliş istikametine bakan insanların arasında bir müddet bekledi, zaman zaman dolup boşalan durağın insanları, kendi semtlerine giden otobüs geldiğinde yeni baştan bir sallanıp dalgalanarak hep beraber otobüse koştular, sonra otobüsün geniş kapısı bir iştaha ile o kadar insanı bir solukta içine alıverdi. Otobüste, evi annesini, babasını düşündü. Yarın tekrar iş için girişimlerde bulunacaktı. M.Fatih UĞURLU Not: Yeni Devir Gazetesinin 10.07.1977 tarihli nüshasından alınmıştır. 3/3